TEBÜKTE HZ. MUHAMMED'E KARŞI SUİKAST GİRİŞİMİ
a) Hz. Muhammed'in En Yakın Çevresi Onu Öldürmek İstiyor
Hicri 9. yılında Hz. Muhammed Suriye tarafında Bizanslılara karşı Tebük (bir bölgenin adıdır) seferini
düzenler.
Ordusu hem sayı olarak az, hem de araç-gereç bakımından zayıf olduğu için, pek çok
Müslüman savaşa katılmak istemez.
Burada savaşın seyriyle ilgili bilgi vermiyorum; amacım, bu
savaşta meydana gelen önemli bir konuda bilgi vermektir.
Tebük seferine katılmak istemeyenler
hakkında Kur'an'da (özellikle Tevbe suresinde) bir çok ayet var, yeri gelince onlardan da örnek
sunacağım...
Demek istediğim şu: Hz. Muhammed Tebük'ten dönüp Medine yolunu tutunca, en yakın
arkadaşlarından süvari bir grup -ki sayıları 12-15 olarak söyleniyor
- gece karanlığından da
yararlanarak onu vurmak ister.
Ancak Muhammed bu planın duyumlarını alınca yol güzergâhını değiştirir. Yolda Ammar b. Yaser
onun devesini önden çekmekte, Hüzeyfe b. Yeman da arkadan sürmektedir.
Muhammed'i öldürmeye
karar veren grup, onun bu yol değişikliğini öğrenir ve aynı istikamette onları takibe alır.
Bunlar
yaklaşıp artık baskın yapma aşamasındayken, Muhammed'in arkadaşları tarafından fark edilirler.
Bu
arada Muhammed, arkadaşlarına, "Çabuk sürün, hızlı olun." diye emir verir.
Arkadaşları bağırıp çağırır
ve "Haberiniz olsun sizi gördük." deyince, baskını düzenlemek isteyen Müslüman grup korkar, kaçmak
zorunda kalır ve İslam ordusu arasına dağılıp kaybolur.
Karanlık olduğu için Muhammed'in etrafındaki
insanların çok olduğunu sanmışlardır; yoksa onu kolay kolay bırakmazlardı.
Bu arada Muhammed, arkadaşlarına, "Siz bunları tanıdınız mı?" diye sorar. "Yüzleri maskeliydi,
göremedik; ancak atlarını, bindikleri hayvanları tanıdık/bugünkü tabirle, arabaların plakalarını aldık."
derler...
Muhammed yine sorar:
"Sizce bunların niyeti neydi?".
"Bilmiyoruz." karşılığını verirler.
Muhammed bu kez
"Yemin ederim ki onların planı beni vurmak, ortadan kaldırmaktı. Ben onları
teker teker biliyorum." der ve onların isimlerini Ammar-Hüzeyfe'ye söyler; ancak
"Sakın ola, bu
isimler sizde gizli kalsın, hiç kimseye söylemeyin." talimatını verir.
Neden böyle bir talimata gerek duymuştur?
Çünkü bunu yapanlar, Hz. Muhammed'in kendilerine
cennet müjdesi verdiği en yakın arkadaşlarıydı.
"""""En başta halife Ebubekir, halife Ömer, halife Osman,
Talha b. Ubeydullah, Sad b. Ebi Vakkas, Ebu Musa el-Eş'arî gibi seçme isimler vardı bu on beş kişilik
baskın grubunda. """"
Evet; bunu anlatan, ünlü İslam düşünürü İbni Hazm (ö. hicri 456).
Gerçi kendisi
bahaneler buluyor ama ne olursa olsun bunları o anlatıyor.
Bu baskını gerçekleştirenler arasında Ebubekir, Ömer ve Osman'ın isimlerini veren başka yazarlar da
var. (7) Tabii ki burada savunma amaçlı uyduruk bazı sözler öne sürülmüş; ancak bunlar çok sığ ve
gülünç savunmalar, yeri gelince onlardan birkaç çarpıcı örnek vereceğim.
Benzer savunmaları İslami
kesim hep yapıyor.
Mesela ileride değineceğim gibi, halife olarak Ebubekir'in rakibi Sad b. Ubade,
Ömer'in korkusundan Şam tarafına göç etmek zorunda kalıyor.
Ömer adamlarını gönderip onu orada
katlediyor ve "Tuvalete girince cinler onu öldürmüş." diye çok saçma bir bahane uyduruyorlar.
Yine
yeri gelince anlatacağım, Ayşe ile Hafsa, Muhammed'e ilaç içirince, “Biz yapmadık, ey Muhammed;
senin amcan Abbas yaptı.” diyorlar.
O da diyor ki “Abbas masumdur, siz yalan söylüyorsunuz, siz
yaptınız.”.
İşte yapılan savunmalar hep bu tarzda.
Dediğim gibi, bağımsız bir başlık altında bu
savunmalardan ilginç birkaç örnek vereceğim...
Tabii ki İbni Hazm gibi ünlü bir İslam düşünürü bu olayla ilişkileri olan kişileri anlattığı için, İslam
âleminde ona kimse bir şey de diyememiştir ancak savunma amaçlı farklı zikzaklara başvuran İslam
düşünürleri çoktur.
O savunmalardan önemli bir kesit sunacağım.
Bu olaya karşı Muhammed'in arkadaşları Hüzeyfe ve Ammar kendisine şu öneriyi getirirler: “Madem
ki onları tanıyorsun, biz Medine'ye dönünce onları öldürelim, ne dersin?”. Muhammed, "Hayır olmaz.
Çünkü o zaman bana karşı olanların ellerine bir fırsat geçer, onlar olumsuz propaganda yapıp
‘Muhammed en yakın arkadaşlarını öldürdü.’ derler.
Onun için biz tedbirimizi alır o şekilde devam
ederiz." der.
Evet, Hz. Muhammed onların isimlerini gizli tutmuştur dedim. Ancak gerçeği saptırmak
için, kimi kaynaklarda bazı sahte isimler de verilmiş: Şu şu kişilerdi gibi uyduruk bazı isimler ortalıkta
dolaşıyor. Aslında onlar günah keçisi kesilen isimlerdir. Gerçek failler ise hep gizlenmek istenmiştir. Bu
konu üzerinde yeterince duracağım.
Hz. Muhammed onların isimlerini gizli tutmakla iyi bir taktik uygulamıştır aslında.
Çünkü eğer
açıklasaydı, kendisinin de belirttiği gibi hem İslam’a karşı olanlarda olumsuz etki yapardı: “Demek ki
bu dinde bir şey yok, Muhammed'in en yakın arkadaşları bile kitlesel olarak ondan uzaklaşıyorlar ve
hatta onu vurmak istiyorlar.” gibi olumsuz propagandalar yapılabilirdi. Hem de deşifre etmiş olsaydı,
onlarla kuvvet yoluyla bir kere baş etmesi pahalıya mal olurdu, hatta mümkün bile değildi: Mesela Hz.
Ömer'e ceza verebilir miydi, onu karşısına alabilir miydi? Ebubekir'e, Osman'a, Talha'ya, Sad b. Ebi
Vakkas'a, Ebu Musa el-Eş'ari'ye... ne yapabilirdi!
O zaman tüm lider kadro ona düşman kesilirdi ve
Muhammed'in elinde kimse kalmazdı ve yalnız kalırdı.
Komplocuları tespit ettiğine göre bundan sonra yapması gereken, hem fiziki olarak tedbirini almak,
kendini korumak, hem de Cebrail-Allah kanalıyla Kur'an'a istediği ayetleri eklemektir. Dediğim gibi
zaten başka yöntem de mümkün görülmüyordu. Tabii ki bu arada sanki Muhammed'in onların
komplosundan haberi olmamış da, inandığı Allah'ı ona vahiy yoluyla kendileri hakkında yeni bilgi
iletiyormuş gibi mucizesini de göstermiş oluyordu.
Onlar hakkında Tevbe suresinin 74. ayetini
oluşturup ilan etmiştir.
Diyanet'in Kur'an tercümesinden ilgili ayetin anlamını vereyim:
"Bir şey söylemediklerine dair Allah'a
yemin ediyorlar.
Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve Müslüman olduktan sonra kâfir oldular.
Ayrıca başaramadıkları şeye (peygamberi öldürmeye) de yeltendiler.
Sırf, Allah ve Resulü kendi
lütfü ile onları zengin kıldığı için intikam almaya kalktılar. Eğer tövbe ederlerse kendileri için hayırlı
olur. Şayet yüz çevirirlerse Allah onları dünyada ve ahirette elem dolu bir azaba çarptıracaktır. Artık
onlar için yeryüzünde ne bir dost ne de bir yardımcı vardır."
Sanki Muhammed bu suikastçılar hakkında hiçbir şey duymamış da; Allah'ından gelen bilgiyle ilk kez
haberdar oluyormuş gibi yapıyor. Tabii ki bir taşla iki kuş misali, bu ayetle birkaç yere mesaj
gönderiyor.
Çünkü Tebük'te bir ara onun devesi kaybolunca, Müslümanlardan biri, "Hani dünyada
olup biten her şeyi, geçmişi, geleceği... biliyorum diyen bir Muhammed, nasıl olur da yanı başında
devesi kaybolmuş da nerde olduğunu bilemiyor, bu nasıl peygamber?" şeklinde alay ediyor.
Cülas
bin Süveyd, (8) "Eğer Muhammed'in anlattıkları doğruysa, eğer peygamberse ben eşek olayım."
diyerek onunla alay ederken, Muhammed bunlardan haberdar oluyor. İşte Tebük'te hem kendine
karşı komplo kuranlar/onu vurmak isteyenler, hem de onunla alay edenler için, mucize niyetiyle
yukarıdaki ayeti oluşturuyor.
Ayette her şey açık ve nettir: Onlar yemin ediyorlar ki, biz söylemedik. Peki, neymiş söylemedikleri
şey? İşte az önce özetlediğim gibi, 'Muhammed'de tanrısal boyut varsa eşek olayım' diyen kişi. Güya
ona baskı yapılınca ben bunu demedim demiş ve Tanrı için de onun sözü o kadar önemli olmalı ki bu
ayeti onun yalanı için göndermiş.
Bir de 'Yanı başında devesini bulamayan Muhammed, nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek her şeyi
bilirim.' diyen kişinin bu cümlesi Tanrı’nın hoşuna gitmemiş olmalı ki, gerek görüp az önceki ayeti
yanıt olarak göndermiş. Tabii ki Muhammed'in bunların söyledikleri hakkında istihbaratı vardı.
O
yüzden hepsine topluca yanıt olabilecek böyle ayetler oluşturup anlatıyordu. Ayetin bir yerinde şu
cümlecik de var: "Allah ve Resulü kendi lütfü ile onları (Müslümanları) zengin kıldığı için, inkârcılar
intikam almaya kalktılar." diyor. Peki, bu parçanın olayla ne alâkası var? Bunu da müfessirler şöyle
açıklamışlar ve zaten başka türlü de yorumu mümkün değil: Efendim, Hz. Muhammed Medine'ye
gelip savaşlarda elde ettiği ganimetleri yandaşlarına dağıtınca bunlar zengin olur.
Bu arada başta
Abdullah b. Selul olmak üzere muhalefettekiler onların bu durumunu kıskanırlar. İşte ayette sözü
edilen zenginliğin kaynağı budur. Yani Allah'ın minnet ettiği zenginlik kaynağı, ganimetler, talan ve
çapulculuk. Yoksa başka ne gibi yollarla onları zengin etmiş ki!
Aynı ayetin bir yerinde de, başarılmayan bir plandan söz ediliyor.
İşte o plan Tebük'teki suikasttir.
Zaten Diyanet de, "Muhammed'i öldürmek demek" şeklinde almıştır. Biraz önce vurgu yaptığım gibi,
Muhammed onlarla savaşmak yerine, ayet taktiğiyle kendilerini korkutmaya, bu yöntemle işi
ayarlamaya çalışıyordu ve tabii ki artık fiziki olarak da tedbirini almaya devam ediyordu.
Bu Tevbe suresinde konuya ilişkin oluşturulan başka ayetler de var. Bu ayetlerde söylenen bazı
mesajlar şöyle:
"Ey Muhammed; bu münafıklardan ölen olursa cenaze namazını bile kılma, kabirleri başında da
durma.
Ayrıca onlara 70 sefer dua etsen de ben (Allah olarak) kabul etmem." Yani ey Muhammed,
onların bağışlanması için sen bile devreye girsen ben onları affetmem şeklinde ayetler var. (9)
Hz. Muhammed, hadislerinde, arkadaşlarım arasında 12 kişi var ki (aslında Tebük olayına adı
karışanların sayısı 15'tir; ancak bunlardan 12'si Muhammed'e çok yakın isimler olduğu için burada bu
rakamı kullanmıştır!), deve iğne deliğinden geçmediği sürece bunlar da cennete girmeyecekler diyor,
ayrıca onlar için bedduada bulunuyor.
Bu kişilerin sayıları hakkında ünlü Kur'an yorumcusu/müfessir Kadı Beydavi kesin rakam belirtiyor:
Diğer Kur'an yorumcuları gibi o da olayın detayları hakkında bilgi verdikten sonra Tebük seferi dönüşü
Hz. Muhammed'e karşı suikast girişiminde bulunanların sayısı 15'ti diyor. Bu suikast ile ilgili bilgileri
içeren epeyce İslami kaynak var. Bazılarında bunların sayısı, parça parça da olsa isimleri de verilmiş;
bazılarında ise yalnız olay anlatılmıştır. (10) Zaten olay net olarak Tevbe suresinde anlatılıyor; ayette
sadece kişilerin isimleri yok. Tabii ki Muhammed onların isimlerini ayette belirtemezdi.
Çünkü o
zaman açıkça onları hedef gösterirdi ve aralarında savaş başlardı.
Kaldı ki İbni Hazm'ın Muhalla’sı dışında, başta Müslim olmak üzere birçok İslami kaynakta bu konuda
kanıtlar var; hepsini anlatacağım.
İbni Hazm her ne kadar katılmıyorsa da şunu da yazıyor kitabında: “Ömer, Hz. Muhammed'in yanında
bulunan Hüzeyfe'den soruyor: ‘Madem sen o münafıkları tanıyorum diyorsun, peki ben de onların
içinde var mıydım?’ diyor.”
İslam tarihi aşırı derecede sansürlüdür; buna rağmen yine de değişik kaynaklara ve hatta değişik
sayfalara dağıtılan bilgiler bir araya getirildiğinde bu konuda önemli bilgiler ortaya çıkıyor. (11)
b) İbni Hazm'ın Suikastla İlgili İlginç Açıklaması
Şimdi çok önemli, ses getirecek bir hadisi sunuyorum. Öyle bir hadis ki, İbni Hazm kendi meşhur kitabı
Muhalla'sına almış. Her ne kadar eften püften savunmalar yapmışsa da (o savunmalarını da
yazacağım) benim için önemli olan, onun böyle bir hadisi kaleme almasıdır.
Hemen hadisi vereyim. Velit bin Cümey'den, "Halife Ebubekir, halife Ömer, halife Osman, Talha bin
Ubeydullah ve Sad bin Ebi Vakkas gibi ünlü sahabeler, Tabük'te Hz. Muhammed'i katletme
girişiminde bulunanlardandır."
Açıklamasını yapıyor ve devamla, "Aslında bu Velit denen kişi helak
olanlardandır, İslam camiasında hiç kimse ondan hadis almamıştır, yalancı bir insandır. Dolayısıyla
onun aktardığı bu hadis asılsızdır." diyor.
Bunun değerlendirmesine geçmeden, farklı bir noktaya değinmek istiyorum.
Müslümanlardan bir grup, Suriye'den ticaretten dönünce yalan bir haber yayıyorlar: Biz gelirken
yolda aşırı derecede bir hareketlilik gördük. Kesin olarak Bizanslılar Müslümanlara karşı savaş hazırlığı
yapıyorlardı, şeklinde bir haber. Muhammed de buna dayanarak seferberlik ilan ediyor.
Hâlbuki böyle
bir şey yok, kökten yalan.
İşte bu yalana dayanarak milleti savaşa sürüklediği için, Celas b. Süveyd gibi bazı Müslümanlar, 'Eğer
Muhammed hak ise ben eşek olayım' diyorlar. (12) Muhammed bu gibilerin dedikodusunu duyunca,
onların aleyhine ayetler oluşturuyor. Bunu, az önce de anlattım. Aslında bir bakıma bunu söyleyenler
haklı. Çünkü bir ticaret kafilesinin yalanını bilmeyen bir Muhammed, nasıl diyebilir ki ben gelmiş,
geçmiş herşeyi bilirim. Boşuna o insanları Bizans'a karşı savaşa sürüklemenin ne anlamı var, neden
mucize yoluyla bu haberin yalan olduğunu söylemedi! Üstelik bu Tebük seferinde kendisine karşı
tertiplenen suikastta öldürülebilirdi de.
Peki, olay nerden kaynaklanıyor; İbni Hazm neden “Velit b. Cümey' yalancıdır, kimse ondan hadis
almamıştır.” diyor?
Hadise şu: En başta Müslim'de birkaç versiyonla ve ayrıca başka İslami
kaynaklarda da şöyle bir olay anlatılıyor: Hz. Muhammed'in vahiy kâtibi ve aynı zamanda Hz.
Muhammed'in sırlarını gizlemekle meşhur ve Tebük'teki suikastta Hz. Muhammed'in yanında olan ve
bu isimleri teker teker Hz. Muhammed'den öğrenen Hüzeyfe bin Yeman'a bazı hadisler atfedilir.
Onlardan bir tanesini az sonra sunacağım. İşte İbni Hazm, Hüzeyfe'ye dayanan bu hadisleri çürütmek,
o münafıkları temize çıkarmak, böyle bir şeyin olmadığını, yalan olduğunu kanıtlamak için az önceki
açıklamayı yapıyor.
Yani, bu hadisleri aktaran kişiler arasında Velit bin Cümey’ de var. Dolayısıyla “O,
güvensiz biridir.” diyor. Öyle ki, o suikastta Ömer, Osman gibileri de varmış diyor ve bu şekilde güya
kendince az sonra sunacağım o münafıklarla ilgili hadislere gölge düşürmek istiyor.
İşte az önce Velit'e dayanan o çok ses getirecek hadisi bu bağlamda ele alıyor. Aslında İbni Hazm
burada kaş yapayım derken göz çıkarıyor. İbret olsun diye İbni Hazm'ın komik savunması hakkında az
sonra geniş bir bilgi sunacağım.
Gelelim Hüzeyfe'nin hadisine.
Bir gün Hüzeyfe ile Tebük'te Muhammed'i katletme girişiminde adı
geçenlerden biri arasında şu konuşma geçiyor: Adam, Hüzeyfe'den, "Peki Muhammed'i öldürme
girişiminde bulunan bu insanların sayısı kaçtı?" diye soruyor (Çünkü insanlar biliyordu ki, Hüzeyfe o
olay esnasında Muhammed'le beraberdi ve üstelik Muhammed o kişilerin isim listesini ona teker
teker söylemişti. O yüzden bu işe bulaşanlar zaman zaman onu yoklamak isterdi.). Hüzeyfe buna yanıt
vermek istemiyor; ancak orada bulunanlar kendisine, "Madem ki bu konuda senden bilgi istiyor, ne
olacak sen de cevap ver." deyince, Hüzeyfe şunu söylüyor: "Seni de sayarsak onların toplamı on beş
olur.
Allah şahittir, bu on beş kişiden on ikisi Hz. Muhammed'le birlikte Allah rızası için düşmanla
çarpışan seçme sahabilerdi." diyor.
Evet; bu metin en başta Sahih-i Müslim'de (Sıfat-i Münafıkin kısmında) ve diğer birçok İslami kaynakta
geçiyor. Yani Hüzeyfe ile biri arasında konuşmalar kayıtlarda var; ancak isim belli değil/geçmiyor:
Sadece o münafıklardan biri Hüzeyfe ile tartıştı şeklinde isimsiz bir hadis.
Peki, tartışma biliniyor ve bu tartışmanın şahitleri de var; ama neden o kişinin ismi kayıtlarda yok diye
sorulmaz mı? Burada açık olarak belli oluyor ki, o kişi çok önemli, otoriter biriymiş ki, ismi kayıtlara
geçmemiş.
Zaten hadisler zaman içinde çok sonra tedvin edilmiş (yazı haline getirilmiş), o yüzden bu
iş hep sansürlü olmuştur. Sansür diyorum, çünkü bundan asırlar önce o ganimetçi, talancı, gaddar
sisteme karşı bir şeyler yazmak kolay değildi! Kim bilebilir az önceki olayda Hüzeyfe ile tartışan kişinin
halife Ömer olmadığını! Zaten Ömer'in birkaç kez Hüzeyfe'yi yoklayıp bu konuda ağzından bir şeyler
almak istediğine dair bilgiler var, bu bölümde o hadisleri de sunacağım.
Bir de eğer Hüzeyfe ile tartışan şahıs otoriter biri olmasaydı, en azından bu tartışmayı izleyenler ona
kızardı: Nasıl Muhammed'e karşı suikast girişiminde bulunursun, münafıklık yaparsın gibi hem sözlü
sataşmalar olurdu, hem de kavga ederlerdi.
Çünkü Hüzeyfe ile o adamın yanında olanlar herhalde ne
kördü, ne de sağır. Şayet kör-sağır olsalardı, o zaman bu hadisi aktaramazlardı. İşte bu suskunluk da
haklı olarak insanın aklına kuşku düşürüyor.
İbni Hazm her ne kadar Velit ismi üzerinden hareketle bu gibi hadislerin sıhhatine gölge düşürmek
istemişse de, yine konuya ilişkin bazı hadisleri vermeye devam etmiştir. Kaldı ki o hadisleri sadece İbni
Hazm vermiyor; bunları aktaran birçok ünlü İslam düşünürü var, onları da ayrıca sunacağım. İbni
Hazm şunu aktarıyor: Hüzeyfe münafıkları bildiği için, halife Ömer ona sormuş: "Acaba ben de o
münafıklardan mıyım?" diye.
Hüzeyfe hayır yanıtını vermiş ve "Artık bundan sonra kimseye bu
konuda bilgi vermek istemem." diye de eklemiş.
Peki, İbni Hazm'ın hiçbir gerekçe göstermeden, sadece Ömer ve diğer arkadaşlarına toz
kondurmamak için, 'Bu hadis yalandır, bunu aktaran kişi de güvensizdir, kimse ondan alıntı
yapmamıştır.' açıklamasının gerçekten doğruluk payı var mı? (13) Fazla ara vermeden hemen sıcağı
sıcağına İbni Hazm'ın bu iddiasına bir bakalım... Tabii ki sunacağım kanıtlar yine İslami kaynaklardan.
Acaba iddia edildiği gibi, Velit bin Cümey'den gerçekten kimse hadis almamış mı, İslami literatürde
güvensiz mi sayılmış; yoksa İbni Hazm gibi bir İslam mütefekkiri artık ne diyeceğini bilemediği için
rastgele mi onu lekelemiş, buna bakacağız.
Ancak bu örneklere geçmeden önce şu kısa hatırlatmayı yapmak istiyorum: İbni Hazm hicri 456'da
vefat etmiş. Peki, Hz. Muhammed'le arasında yaklaşık beş asırlık bir zaman dilimi var. Ey İbni Hazm,
sen başta Ömer olmak üzere bu isimlerini verdiğin suikastçıların bilgisini nereden aldın, senden önce
hangi yazar nerede yazmış, neden bu hadis senin kaynağından başka (bu kadar açık bir şekilde) diğer
kaynaklarda yok? Belli ki ondan önce kayıtlarda varmış ki İbni Hazm onlardan almış. Yineliyorum: İbni
Hazm'dan önce kim/kimler bu bilgiyi kaydetmiş ki, İbni Hazm onlardan alıp kitabında yazmış? İşte
ortada ciddi bir silme, yok etme ve imha söz konusudur. Çıkarmasına çıkarmışlar ama yine de
profesyonelce bir çalışma yürütmemişler.
Görüldüğü gibi yine bu gibi açıklamalarla bazı bilgileri
sızdırmışlardır.
Bir kere İbni Hazm'ın güvensizdir dediği Velit'le ilgili İbni Ebi Şeybe (h. 235.ö) hadisler almış ve adamı
da lekelememiştir. Az önce Müslim'in Ebu Musa el-Eş'ari ile ilgili aktardığı hadisi (ki onu aktaranlar
arasında Velit b. Cümey de vardı), İbni Ebi Şeybe de kaynağında anlatmış ve ona herhangi bir sorun da
çıkarmamıştır. İbni Hazm, bu raviler arasında Velit var; o bakımdan güvensizdir diyor. Ama aynı Ömer
gidip Hz. Ali ve taraftarlarını tehdit ediyor, “Ya gelin Ebubekir'i kabul edin, ya da evinizi yakarım.”
diye. Ama bunu anlatanlar arasında Velit yok.
Örneğin; Muhammed b. Bişr, Ubeydullah b. Ömer'den,
o da Zeyd b. Eslem'den, Zeyd de babasından alıyor şeklinde geçiyor ve bunu en eski tarihçilermuhaddisler
anlatınca bir sorun da çıkarmıyorlar. Peki, İbni Hazm bu hadiste nasıl Ömer'i kurtarır
acaba! Bu ev yakma olayını daha sonra detaylıca anlatacağım. (14)
İbni Hazm'dan önce yaşayan bu meşhur hadisçi İbni Ebi Şeybe bunları anlatırken de herhangi bir
itirazda bulunmuyor; ama İbni Hazm sudan bahanelerle bu gibi hadisleri aktaranlarda kusur bulmaya
çalışıyor.
Ama ne yazık ki, bunu yaparken yüzüne gözüne bulaştırıyor, meslektaşları tarafından bile
gülünç hale düşüyor. Hemen açıklayayım. İbni Hacer Askalâni (h.852.ö). Abdurrahman b. Ebi Hatem
el-Razi (h.327.ö), Zehebi Şemsettin (h.748.ö), İmam Müzi (h.742.ö) gibi ünlü hadis uzmanları, raviler
ve Cerh-Tadil uzmanları, İbni Hazm'ın "Güvensizdir, kimse ondan hadis aktarmamıştır." dediği Velit
b. Cümey' hakkındaki değerlendirmeleri şöyle:
"İmam Ahmet b. Hanbel ve Ebu Davud, bu kişide salonca yoktur." demiş. İbni Muin ve Uclî, "Velit bin
Cümey' güvenilirdir." demiş. Ebuzer'a, "sorun yoktur" demiş.
Ebu Hatem, "Hadisleri güvenilirdir."
açıklamasını yapmış. İbni Sad, "Hem güvenilirdir, hem de birçok hadis aktarmıştır." şeklinde onun
hakkında kanaatini belirtmiştir. (15) Bezar, onun hadislerini olumlu değerlendirmekle birlikte
kendisini Hz. Ali taraftarı olmakla itham etmiş. Hakim ise, "İmam Müslim ondan hadis almasaydı iyi
olurdu." diye yorum yapmış.
Kısacası, adı geçen hadis yorumcuları Velit hakkında bu şekilde olumlu
bir bilgi aktarmışlardır.
Ancak bunlardan İmam Müzi, "İbni Mace dışında başta Buhari ve Müslim olmak üzere meşhur Kütüb-i
Sitte sahipleri ondan hadis aktarmışlardır." açıklamasını da yapıyor.
Şunu da hatırlatayım ki, bu
değerlendirmeyi yapan şahıslar, hadis usulü, Cerh-Tadil denilen hadisleri ve ravileri değerlendiren
(kritize eden) önemli İslam mütefekkirleridir. (16)
Velit ile ilgili değerlendirme sadece bu kadar kişiyle sınırlı değil; ilgili konu uzmanlarından birçok kişi
onun hakkında kanaatini belirlemiş ve onun güvenilir bir hadis ravisi olduğunu belirtmişlerdir.
Kanımca, bunlar İbni Hazm'ın aktardığı hadisi görmemişlerdir; yoksa eğer ravinin aktardığı bu suikast
hadisinden haberleri olsaydı, İbni Hazm gibi onlar da adama bir bahane bulurlardı.
İbni Hazm'ın "Güvensizdir, kimse ondan hadis almamıştır." dediği Velit hakkında İslam düşünürlerinin
kanaatlerini biraz daha açmak, detaylandırmak istiyorum.
a- Ahmet b. Abdullah Uclî (182-261), Bunun yorumu zaten yukarıdaki değerlendirmede geçti: "Velit
güvenilir biridir." diye kaydetmiş. (17)
b- İbni Şahin Ömer b. Ahmet (297-385), "Velit b. Cümey' sakıncasız biridir." şeklinde açıklama
yapmıştır. (18)
c- Osman b. Sait Daremi, (200-280), "Bu adam güvenilirdir." demiş. (19)
d- İbni Sad (230), "Velit b. Cümey Huzai, güvenilir biridir ve ona ait birçok hadis vardır." şeklinde
açıklama yapmıştır. (20)
İslam’da Kur'an'dan sonra en güvenilir hadis âlimleri Buhari ve Müslim başta olmak üzere birçoğu
Velit b. Cümey' adındaki kişiden alıntılar yapmıştır.
Zaten az sonra bunu örneklerle anlatacağım. Ben
yukarıda hadis uzmanlarının doğum tarihlerini bilerek verdim. Hepsi İbni Hazm'dan en az iki asır önce
yaşamış ve sorun da çıkarmamışlardır; ama İbni Hazm'ın hesabına gelmediği için öyle kuyruklu bir
yalan atmıştır ki, meslektaşları bile onu utandırmışlardır.
İlk pratik örneğimiz Buhari'den olsun.
Ebu Naim'den, o da Velit b. Cümey'den, ninesinden, o da
Ümmü Varaka binti Abdillah b. Haris Ensari'den şöyle bir hadis aktarıyor: Hz. Muhammed'in önem
verdiği Ümmü Varaka'nın bir kölesi, bir de cariyesi varmış. Kadın vasiyet ediyor; ölürsem siz de
özgürsünüz, diye. Tabii ki bu iki kişinin özgürlüğü birinin ölümüne bağlı olunca erkenden onun
ölmesini ister. Bu nedenle o iki kişi kadını katlediyor. Olay, halife Ömer zamanında oluyor.
Kendisi de
her ikisini çarmıha germek suretiyle öldürüyor. Burada güya şu deniliyor: Kadın, Hz. Muhammed'e
demiş ki, izin ver ben de Bedir savaşına katılayım, bari hastalara bakayım. Muhammed de "Hayır sen
gelme." demiş ve burada ona "şehit" sıfatını takmış. Yani madem o kadar istiyorsun, sen de bir şehit
kadar sevap aldın anlamında. Ama tabii ki İslami kesim burada Habbeden kubbe çıkarır. Her ne ise;
İbni Hazm'ın, "Kimse Velit'ten hadis almamıştır." sözüne karşı Buhari gibi bir hadis âliminden somut
bir örnek vermek isterim.
Kaldı ki, Buhari hem Tarih-i Kebir, hem de Tarih-i Evsat adlı her iki kitabında
da Velit'ten söz ediyor, ondan hadis aktarıyor ve olumsuz bir şey de söylemiyor. (21)
Velit hakkında Müslim'den somut bir örnek. Hadisi aktaran kişilerin sıralaması şöyle: Zübeyir b. Harb,
Ebu Ahmet Küfi'den, o da Velit b. Cümey'den, o da Ebu Tufeyl'den aktararak Hz. Muhammed'e karşı
Tebük'te suikast düzenleyenlerden biriyle, bunları bilen Hüzeyfe arasında şöyle bir konuşma geçiyor:
Şüpheli kişi soruyor, “Allah aşkına bunların sayısı ne kadardı?” diye.
Hüzeyfe yanıt vermek istemiyor.
Orada bulunan kişilerden biri Hüzeyfe'ye, "Madem adam senden bir şey soruyor sen de yanıt versen
ne olur?" deyince, Hüzeyfe o kişiye (ismi gizli!), "Seninle birlikte onların sayıları on beşti ve hele
bunlardan 12'si de Hz. Muhammed'in en yakın arkadaşlarıydı." diyor. İşte bu kritik hadisleri aktardığı
için İbni Hazm bahane bulmaya çalışıyor, kimse bundan hadis almamış diyor; ancak ne yazık ki İbni
Hazm tutturamamış.
Çünkü somut örnekler ortada. (22)
Ebu Davud'dan somut bir örnek: Osman b. Ebi Şeybe, o da Veki' b. Cerrah'tan, o da Velit b. Abdillah b.
Cümey'den, o da ninesi ve Abdurrahman b. Hallad Ensari'den, bu ikisi de Ümmü Varaka'dan yukarıda
geçen hadisi aktarıyor. Hani kadın, ben de Bedir harbine katılayım demişti ya. Kadın Kur'an bildiği için
Muhammed ona izin veriyor ki, kendi ailesine namaz kıldırsın, imam olsun ve aynı zamanda onun
ailesinden bir de kadına erkek bir müezzin veriyor. Kısacası kadın, aile içi erkekli-kadınlı bir cemaate
imam oluyor. Bu hadiste şu da anlatılıyor: Kadın, ben ölürsem kölem ve cariyem özgür olsunlar diye
vasiyet ediyor.
Bunlar da, madem özgürlüğümüz kadının ölümüne bağlıdır, biz de onu öldürüp bir an
önce hürriyetimize kavuşalım düşüncesiyle kadını katlediyorlar ve halife Ömer de onları çarmıha
gerdirip öldürüyor.
İslam’da köle azat etmenin bir yöntemi de, az önceki kadının yaptığı gibi, vasiyetle olur. Yani patron,
'hayatta olduğum sürece benim kölem ve cariyemsiniz, ben gittikten sonra özgürsünüz' diyor ve onun
ölümüyle köle özgürleşiyor. tabii ki bu yöntem iki açıdan sakıncalı. Biri, insanı insana köle kılmak,
bunu onaylamak. Bu insanlık dışı bir olay. Diğeri de görüldüğü gibi iki kişinin, 'madem özgürlüğümüz
efendimizin ölümüne bağlıdır, biz de bir an önce onun işini bitirelim' demeleri ve gereğini yapmaları.
Şu da var ki, Ebu Davud burada Velit'ten iki hadis aktarıyor. Şunu da ekleyeyim, aynı hadisi, mezhep
lideri Ahmet b. Hanbel kendi Müsned'inde -üstelik kaç yerde- aktarmış ve İbni Hazm gibi Velit'e
herhangi bir sorun da çıkarmamıştır. (23)
Burada daha fazla örnek sunmama gerek yok. Az önce kendilerinden örnek verdiğim hadis âlimleri
dışında daha birçok İslam düşünürü de Velit adındaki kişiden hadisler aktarmıştır. İşte ibret olsun,
İslami kaynaklardaki eksikleri kapatmak isteyen İslam âlimlerinin ne gibi sahte yöntemlere
başvurduklarını okur kitlesi bilsin. İşin ilginç yanı, Hakim Nisaburi Velit hakkında, "Keşke Müslim gibi o
büyük alim Velit'ten hadis almasaydı." dediği halde, farkında olmadan kendisi de kaynağında yine
Velit'ten alıntılar yapmıştır.
Daha bitmedi! Az önce İbni Hacer Askalani'den Velit hakkında alıntı yaptım: Velit'in sicili sağlam diyor;
ancak Velit'in de içinde bulunduğu kritik bir hadis var: Hz. Muhammed kendi döneminde bir kadına
izin vermiş ki, sen kendi aile efradına (içinde erkekler olmak üzere) imamlık yapabilirsin ve üstelik de
aynı aileden ona bir de erkek müezzin veriyor. Bunu zaten daha önce aktardım.
Evet, ilginç bir olay. Tabii ki İbni Hacer gibi bir İslam âlimi kadının imam olmasını kolay kolay kabul
etmez; etmeyince ne yapar? Ancak İbni Hazm gibi o da uyduruk bir bahane bulmak zorunda kalır, ibni
Hacer bir kere Velit için sağlam rapor vermiş; onunla ilgili artık bir şey diyemez. Bir kadının imam
olması konusunda var olan hadis hakkında bu kez farklı bir bahane bulmak zorunda.
Onun bahanesi
de şu: Aslında bu hadisi aktaran ravi listesindeki Abdurrahman b. Hallad Ensari pek tanınmış biri
değildir diyor. Yani tam da kötüleyemiyor; ancak bir şüphe ortaya atıyor. (24)
Doğrusu, bu kadar açık çelişki, dengesizlik, tiyatro örneği çok ender bulunur.
İbni Hazm gibi tam açık değilse de, İsferaini (ö.429) de kendi kaynağında bu suikastla ilgili bazı
işaretler veri yor. Orada değişik kelam akımlarını anlatırken, sıra Nazzâmiye ekolüne gelince, bu
düşünce akımının lideri Ebu İshak b. Seyyar (Nazzam) bölümünde bazı işaretlerde bulunuyor. Nazzam
çok zeki, filozof görüşlü olduğu için Müslüman yazarlar hep ondan uzak durmuşlar, dine sıcak
bakmıyor, hatta deist (yalnız yaratıcıya inanan) biri olduğunu söyleyenler de var.
O bakımdan İsferaini
onun hakkında şunu diyor: Bu adam sahabeyi eleştiriyor, özellikle Ebu Hüreyre'ye "En yalancı insan"
diyor diye ekliyor. Nazzam Halife Ömer'i de eleştiriyor. Çünkü birkaç yerde Ömer'in Muhammed'e
karşı geldiğini, Akabe gecesi Muhammed'e suikast girişiminde bulunduğunu ve yine Ömer'in Hz.
Fatma'yı dövdüğünü iddia ediyor. İşte Nazzam bunları söylediği için İsferaini onu eleştiriyor. (25)
Yine bu konuda Şehristani (h.548.ö) bazı ipuçları veri yor; ancak net açıklama yok. Kendisi kitabında
Nazzam'ın görüşlerini anlatırken, bir yerde şunu ekliyor: Nazzam, büyük sahabeyi eleştiren bir insan.
Halifeliğin Muhammed tarafından Hz. Ali'ye verildiğini, Ömer'in bilgisi olduğu halde bunu inkâr
ettiğini iddia ediyor diye açıklama yapıyor. Yine Ömer'in Hz. Fatma'yı dövdüğünü ve bunun sonucu
olarak Hz. Fatma'nın çocuk düşürdüğünü öne sürüyor, tabii ki Şehristani bunları anlatmakla aslında
Nazzam'ı kötülemek istiyor. Şehristani burada adamın Ömer hakkında olumsuz şeyler konuştuğunu
anlatırken, İbni Hazm gibi isimleri net olarak açıklamıyor; üstü kapalı olarak geçiyor. Bunları Nazzam
anlattığı için de bir değerinin olmadığını ifade ediyor. (26)
Dine dogmatik veya çıkar karşılığı inanan kesim illaki Nazzam gibi düşünenler hakkında bir kılıf
uyduruyor; ama kanıtlar güçlü. Ne yaparlarsa yapsınlar gerçeklerin üstünü kapatamazlar. Aslında
iftiracı olan Nazzam gibileri değil, bu gibi cılız savunma yapanların ta kendileridir.
c) Halife Ömer Neden Hüzeyfe b. Yeman'ı Yokluyordu?
Bu bölümün bir yerinde değindiğim gibi, Hz. Muhammed bu suikastçıları durdurmak, onları
korkutmak için Tanrı-Cebrail yöntemini sıkça kullanıyordu. Oluşturduğu ayetlerden biri de,
“Bu münafıklardan ölen olursa cenaze namazını bile kılma, kabirleri başında durma ve onlara 70 sefer
dua etsen de ben Allah olarak bu duanı kabul etmem." şeklindeydi.
Durum böyle olunca, bunların listesini bilen, Hz. Muhammed'in sırlarını saklamakla görevli ve aynı
zamanda onun vahiy kâtiplerinden olan (27) Hüzeyfe bin Yeman, bu münafıklardan biri öldüğünde
onun cenaze merasimine katılmıyordu.
İşte halife Ömer, bu adamın o münafıkları sır gibi sakladığını biliyordu, aynı zamanda kendisinin de bu
planın içinde olduğu için her fırsatta Hüzeyfe'nin ağzını yokluyordu, acaba Muhammed ve Hüzeyfe ile
Ammar'ın bildikleri kişiler listesinde ben Ömer de keşfedilmiş miyim endişesini hep taşıdığı için, fırsat
buldukça Hüzeyfe'den soruyordu. Yani sormasının nedeni, kendisinin deşifre olup olmadığını
anlamaktır.
d) Halife Ömer Ümmü Seleme'yi de Rahat Bırakmıyordu
Ümmü Seleme Muhammed'in hanımlarından ve de çok akıllı biri. Ömer'in bilinmeyen yönleri adlı
başlığı altında Hudeybiye kısmında, ondan kısa bazı bilgiler vereceğim. İşte zeki ve güvenilir olduğu
için Muhammed bazı sırlarını onunla muhakkak paylaşmıştır. Hatta bu suikastı planlayanlardan da
haberi olabilir; öyle anlaşılıyor.
Öyle ki, zaman zaman bu münafıklarla ilgili bazı ipuçları da veriyordu. Mesela bir ara Muhammed'in,
"Arkadaşlarımdan öyleleri var ki, ben öldükten sonra artık bir daha beni asla görmeyecekler
(ahiretteki hayatı kastediyor), yollarımız ayrılır" dediğini söylüyor.
Bunu duyan Ebu Musa el-Eş'ari
veya Abdurrahman b. Avf (ki ikisi de zaten komplo kuranlar, suikast girişiminde bulunanlar arasında
isimleri geçiyor) hemen Ömer'e gidip Ümmü Seleme'nin az önceki sözünü kendisine aktarıyorlar.
Ravi burada şunu anlatıyor: Ömer bunu duyunca sür'atle Ümmü Seleme'nin yanına gidiyor ve "Allah
aşkına ben de onlar içinde var mıyım?" diye soruyor... Kadın da aynen Hüzeyfe'nin taktiğini uyguluyor
(zaten uygulamak zorunda; yoksa Ömer onu sağ bırakmazdı), "Hayır; sen onlar içinde yoksun; ancak
senden sonra kimseyi bu konuda temyize çıkarmam/ bilgilendirmem" diyor. Kadının bu ifadesi ve
Ömer'in kendisinden, "Ben de onlar içinde var mıyım?" diye sormasıyla ilgili hadis, birçok İslami
kaynakta geçmektedir. Hele İmam Ahmet bin Hanbel, kendi Müsned'inde Ümmü Seleme hadisleri
kısmında bu konuda eş anlamlı beş hadis aktarmıştır. (28)
e) Bazı İslam Otoriterlerin Önemli Aktarımları
Burada birkaç İslam düşünürün işlediği bir hadisi sunmak istiyorum.
Okuyucu olup biteni doğrudan anlamak ister; tabii ki bu onun hakkı. Ancak benim için daha önemlisi,
bilgileri temin ettiğim kaynaklardır. Bir de mademki İbni Hazm gibi bir İslam düşünürü "Hüzeyfe'nin
bu konuyla ilgili hadisleri zayıftır. Çünkü işin içinde Velit vardır ve kendisi güvensiz biridir, kimse
ondan alıntı yapmamıştır" deme cür'etinde bulunup bu kadar açık bir şekilde hakikat dışı konuşuyor,
ben de kabarık bir listeyi ayrı ayrı sunmakta yarar görüyorum. Çünkü konu çok hassas. Gerçi hemen
hemen tümünün içerikleri aynı.
Dolayısıyla bu metni toplu halde verip kaynakları dipnot olarak
ekleyebilirdim; ancak belirttiğim gibi, konunun önemi için ayrı ayrı sunmak bence daha uygun.
Burada İslam düşünürlerin yazdıklarını aktarırken, ilk başta hem Kur'an'la ilgili tefsir yazan, hem de
siyer, tabakat, tarih ve müsnedler olmak üzere birçok alanda ciltlerce eser bırakan ünlü İslam
düşünürü İbni Kesir'le başlamak istiyorum.
Bakalım halife Ömer'le Hüzeyfe arasında bu konuda nasıl
bir diyalog gerçekleşmiş veya Ömer'in sorduğu soru neymiş.
İbni Kesir (h.774.ö): Hz. Muhammed'i öldürmeye gelen Müslümanların sayılarının 12-15 olduğunu,
Hz. Muhammed'in, onların isimlerini hem Hüzeyfe, hem de Ammar'a söylediğini ve sır gibi
saklamalarını istediğini belirtiyor; İbni İshak'a göre Hz. Muhammed bu isim listesini yalnız Hüzeyfe'ye
söylemiş diye de ekliyor. İbni Kesir burada İmam Beyhaki, Müslim ve İmam Ahmed'den de alıntılar
yapıyor. Bu komploculardan 12'sinin Muhammed'in çok yakın arkadaşı olduğunu, birkaç kaynak ve
sağlam hadis göstererek belirtiyor. (Zaten bunların sayısıyla ilgili Buhari, Müslim ve diğer İslam'ı
kaynaklarda hadisler var, yeri gelince onları da aktaracağım)...
İbni Kesir devamla kendi tefsirinde Tevbe suresi 74. ayetinde ve yazdığı siyer kitabıyla Bidaye-Nihaye
kitabında bu olayı detaylıca ele alırken, o suikastı düzenleyenlerden biri, bir ara Muhammed'in
arkadaşından soruyor, onların sayısı 14 kişiydi değil mi diye. Adam da, "Seni de sayarsak sayılan 15
olur yanıtını veriyor" diye bilgi veriyor. İbni Kesir burada, soruyu soran kişinin ismini vermiyor. Ancak
konuya hem Tevbe suresinin 101. ayetinde değinirken, hem de kendi siyer kitabında yer verirken,
Ömer'in ismini açık olarak veriyor.
Hadis şu:
Ömer, Hüzeyfe'den, "Acaba ben de o münafıkların listesinde var mıyım?" diye soruyor.
Hüzeyfe, "Hayır, sen yoksun; ancak bu konuda bir daha açıklama yapmak istemiyorum." diyor.
Dediğim gibi, İbni Kesir, Ömer'le Hüzeyfe arasında geçen bu diyalog için birçok kaynağında yer ayırmış
ve üstelik de İbni Hazm gibi hiç kimseye de çatmamıştır. (29)
Ahmet bin Hanbel (164-241): Tebük suikastı olayını anlatırken uzunca bir hadisin ortasında Ammar'la
birinin arasında şöyle bir diyalog geçtiğini aktarıyor: Yine diğer kaynaklardaki gibi bunların sayısı
soruluyor ve Ammar, "Eğer seni de eklersek bunların sayısı 15 olur." şeklinde karşılık veriyor. Yani
burada yine kişinin ismi meçhul. (30) Üstelik İmam Ahmet bin Hanbel bu hadisi, Velit bin Cümey'den
aktarıyor ve sıralamayı şöyle yapıyor: Bu hadisi Yezit adındaki kişi Velit bin Cümey'den, o da Ebu
Tufeyl'dan aktarmış diye devam ediyor.
Hani konunun başında İbni Hazm, "Bu Velit b. Cümey'den
kimse hadis almamış, yalancının biridir" diye rastgele onun hakkında olumsuz karar vermişti! İşte
böyle: Almış mı almamış mı, durum ortada.
İmam Taberi (Ö.310): Kendi tefsirinde şunları aktarıyor: Hz. Ömer Hüzeyfe'den, "Ben de o münafıklar
içinde var mıyım?" diye sormuş. O, "Hayır sen yoksun; ancak bir daha da bu konuda açıklama
yapmayacağım." demiş.
Taberi, kendi meşhur tarihinde de değişik konularda buna değiniyor. Ayrıca
Tehzib-i Asar' adlı yapıtında çok farklı bir bilgi de veriyor. Burada Nezal adındaki kişiden şunu
aktarıyor: Biz bir toplantıda Hüzeyfe ile birlikte Hz. Osman'ın yanındaydık. Osman, Hüzeyfe'yi tehdit
etti, senden bazı şeyler duyuyorum, senden başka doğru insan yok mu diye... Hüzeyfe yemin içti ki
ben bir şey demedim. Hâlbuki Hüzeyfe daha önce bize bir şeyler demişti; ancak Osman'ın tehditlerine
karşı inkâr etti.
Osman gidince biz ondan sorduk, bu da ne? Hüzeyfe şu yanıtı verdi: Ne yapayım; bu
şekilde ayarlamak zorundayım; yoksa daha kötü olur. Evet; bunu anlatan tarihçi ve aynı zamanda
meşhur müfessir/Kur'an yorumcusu İmam Taberi. (31) Burada Hüzeyfe'nin niçin Ömer'e "Sen o
listede yoksun." demesinin asıl nedeni belli oluyor: Korku. Yoksa Ömer onu sağ bırakmazdı!
İbni Ebl Şeybe (159-235): Münafıklardan biri ölüyor. Tebük'te Hz. Muhammed'in devesini çeken
Hüzeyfe adındaki kişi, o adamın cenaze namazına katılmıyor.
Bu Hz. Ömer'in dikkatini çekiyor ve
Hüzeyfe'den soruyor: Acaba bu da sözü edilen o münafıklardan mı diye? Hüzeyfe "Evet" diyor. Ömer
yine soruyor: Peki benim de onların içinde ismim geçiyor mu? Hüzeyfe, "Hayır" diyor ve "Artık bu
konuda kimseye açıklama yapmak istemiyorum" diye ekliyor. (32)
Ebubekir Ahmet b. Bezsır (h.292.ö), bu konuda A'meş Ebu Vâil'den o da Hüzeyfe'den alıntı yaparak,
münafıkları bilen Hüzeyfe'den şöyle bir olay aktarıyor: Hz. Ömer bir cenazeye çağırılıyor. Hüzeyfe ona
dur diyor/gitme, bu da o münafıklardandır eliyor. Bunun üzerine Ömer, "Allah aşkına ben de onlardan
mıyım?" diye soruyor.
Hüzeyfe, "Hayır; ancak bu konuda bir daha kimseye açıklama yapmak
istemiyorum" diye ekliyor. Ayrıca burada hadisin dipnotunda başka birkaç kaynağın da isimleri
veriliyor. (33)
Ebu Yusuf Yakub b. Süfyan Besevi (h.277.ö): Bu münafıklardan biri ölünce Hüzeyfe onun cenaze
merasimine katılmıyor. Ömer, "Bu da o bilinenlerden mi?" diye soruyor. Hüzeyfe "Evet" yanıtını
veriyor. Ömer yine soruyor: Allah aşkına ben de onlardan mıyım? Hüzeyfe, "Hayır, ancak bundan
sonra bu konuda kimseye açıklama yapmak istemem." diyor. (34)
Ebubekir el-Helal (234-311): Hanbelî Mezhebi'nin önemli isimlerinden olan bu kişi, münafıklardan biri
ölüyor, bu arada Hüzeyfe b. Yeman onun cenaze merasimine katılmıyor.
Halife Ömer soruyor: “Acaba
bu ölen kişi münafıklardan mı?” . Hüzeyfe, "Evet.” diyor. Ömer yine soru yor: Allah aşkına ben de
onlar içinde var mıyım? Hüzeyfe, "Hayır" diyor ve ekliyor: Artık bundan sonra bu konuda açıklama
yapmak istemem diyor. (35)
Rabl'b. Habib el Basri (h.275.ö): Bu yazar Müsned'inde şunu aktarıyor: Bir gün Hüzeyfe b. Yeman Hz.
Ömer'le karşılaşıyor. Meğer o sırada Ömer de bir cenaze merasiminden dönüyormuş. Ömer
Hüzeyfe'yi eleştiriyor; Hz. Muhammed'in sahabilerinden biri ölüyor, sen artık cenazelere de
katılmıyorsun diyor. Hüzeyfe, bilmiyor musun ki Hz. Muhammed'in bana söylediği sırları/gizli
emanetleri var! Ömer yine soruyor: Acaba bu ölen kişi onlardan mı? Hüzeyfe, hey Allah'ım bu da
onlardandır diyor. Ömer, peki ya ben de onlardan mıyım? Adam hayır diyor ve bir daha da bu konuda
konuşma yapmak istemediğini belirtiyor. (36)
Neden Hüzeyfe sürekli "Bir daha da bu konuda konuşma yapmak istemem." demiş? Bunun yanıtı yine
onun açıklamalarında var: O açıklamayı, az ileride Osman'ın Hüzeyfe'yi tehdit ettiği bölümde
sunacağım.
İmam Gazali (ö.505.h): İhya'ül Ulum adlı yapıtında şunu yazıyor: Hüzeyfe, münafıkları bilirdi; ancak
onların isimlerini söylemezdi. Başta Ömer, Osman olmak üzere en büyük sahabiler ondan genel ve
özel fitneden sorup bilgi almak isterdi, kimler münafıklar diye hep ondan sorarlardı; fakat o, sır
vermiyordu. Hatta halife Ömer kendisi için de ondan sorardı, ben de o münafıklardan mıyım diye?
Hüzeyfe de, "Hayır" yanıtını veriyordu şeklinde bilgi veriyor, tabii ki bunları anlatırken de İbni Hazm
gibi, herhangi bir raviyi de lekelemiyor.(37)
İbni Asakır (571.h): Bu daha farklı bir biçimde aktarıyor olayı.
Hüzeyfe, "Ben camide oturuyordum,
yanımdan halife Ömer geçti ve sordu: Falanca öldü ben de merasimine katıldım dedi ve kapıya kadar
gitti, nerdeyse çıkmak üzereydi; ama bir daha geri dönüp bana baktı ve bir daha yanıma gelip şunu
sordu: Allah aşkına ben de onlar içinde var mıyım, dedi. Ben de, "Hey Allahım, hayır" dedim ve bir
daha bu konuda soru sormak istemem karşılığını verdim. O sırada Ömer ağlamaya başladı" diye
aktarıyor. (38)
Ebül Feda da kendi kitabında h. 9. yılı olayları kısmında aynı şeyleri anlatıyor. Açıkçası bu konu
hakkında var olan kaynak ve yazar isimleri yazmakla bitmiyor.
İbn-i Esir (Ö.630): Bu konuda şunu aktarıyor: Hz. Muhammed münafıklar hakkında Hüzeyfe'ye bilgi
verdiği için, bir gün Ömer ona, "Acaba bana bağlı insanlardan münafık olan var mı?" diye soruyor.
O
"Evet, ancak isim veremem." diyor. (39)
Bellidir ki Ömer, belki adı bir yerde açıklanır korkusuyla, değişik vesilelerle hep Hüzeyfe'yi yoklamış;
ancak adam korkudan olsa gerek sır vermemeye devam etmiş. Zaten Hüzeyfe bir sözünde, "Eğer
bildiklerimi açıklasam beni öldürecekler." şeklinde bu konuşmamanın nedenini çok açık bir şekilde
belirtmiş. Daha önce de belirttim, halife Osman'la Hüzeyfe kısmında bu olayı geniş bir şekilde
anlatacağım.
Heysemi (735-807): Bu yazar, Tebük olayında Muhamed'le birlikte olan ve suikastçılar hakkında bilgi
sahibi olan hem Hüzeyfe, hem de Ammar'dan konuya ilişkin örnekler veriyor kaynaklarında.
Hüzeyfe'den verilen örnekle devam edeyim.
Ravi zincirine göre, Abdülvahid b. Gayas Abdülaziz b.
Müslim'den, A'meş'ten, Ebu Vail'den, Hüzeyfe'den aktararak şunu anlatıyor: Halife Ömer bir cenazeye
çağrıldı. Kalkıp gitmek üzereyken ben onu tutup kendisine otur dedim. Daha sonra ona, davet
edildiğin ölü kişi bu münafıklardandır, dedim. Bu arada Ömer, “Allah aşkına ben de onlardan mıyım?”
diye sordu. Ben "Hayır." dedim ve “Bir daha da bu konuda kimseye açıklama yapmayacağım.” dedim.
Evet; bunu anlatan Hüzeyfe'nin kendisi. (40)
İlginçtir ki, Heysemi'nin bu kitabını tahkik eden Habibürrahman, yazarın çoğu hadislerinde yorum
yaptığı halde burada sadece, bu hadisi aktaran kişiler güvenilirdir diye not düşürmüş o kadar.
Aynı Heysemi bu kez de başka kaynağında Ammar'dan örnek veriyor. Hadisi rivayet eden Ebu Tufeyl.
(İmam Ahmet bin Hanbel de bundan aktarmıştı, daha önce sundum) Olay şöyle anlatılıyor, tabii ki
Tebük baskını nasıl gelişmiş bunu anlatıyor. Daha sonra hadisin bir yerinde, Ammar ile o
komploculardan biri arasında pek uygun olmayan tartışmanın geçtiğini ve sonunda o adamın
Ammar'dan, "Peki bu münafıkların sayısı kaçtı?" diye sorduğunu ve Ammar'ın da, "Seni de sayarsak
sayı 15 olur." yanıtını verdiğini aktarıyor.
Belli ki bu konu çoğu İslam akademisyenlerin dikkatini çekmiş ki, kaynaklarda buna hayli yer
vermişler. Mesela Heysemi hem Ammar'dan, hem de Hüzeyfe'den örnek vermiş.
Yine az önce
belirtildiği gibi, İbni Kesir birçok kaynağında bu konuya yer vermiştir. Ancak "Seni sayarsak sayı 15
olur." hadisi hakkındaki isim belirsizliği hepsinde hemen hemen aynı.
Kanımca bu başlığı sonlandırana kadar o açıklanmayan, daha doğrusu makaslanan isim hakkında bir
netlik oluşacak. (41) Bir kere otoriter biri olduğu kesin. Zavallı biri olsaydı herkes onun ismini yazardı.
Demek ki çok önemli biriymiş.
İbni Hacer Askalani (773-852): Bu konuda Ömer'le ilgili şunu aktarıyor: Tebük baskınında Hz.
Muhammed'in yanında olan ve münafıkları bilen Hüzeyfe b. Yeman, ölen birinin cenaze merasimine
katılmayınca Ömer soruyor: "Acaba bu da o münafıklardan mıdır ki gelmedin" diye? Adam "evet"
diyor. Ömer yine soruyor: "Allah aşkına ben de onlardan mıyım?" Adam, "Hayır" diyor.
Bu arada
Ömer ağlıyor. Hatırlanacağı gibi Ömer'in ağlamasıyla ilgili bilgi İbni Asakir'in kaynağında da vardı;
daha önce sundum. Ömer gerçekten ağlamış mı veya ağlamışsa acaba neye ağlamış; bunu
bilemiyoruz! (42)
Hindi (888-975): Hindi bu konuda iki farklı hadis almış. Birinde, ölen birinin cenazesine halife Ömer
çağrılınca Hüzeyfe "gitme" demiş ve Ömer gitmekten vazgeçmiş. Bu arada Hüzeyfe'den sormuş, "ben
de münafıklardan mıyım?" O, "hayır" demiş. "Peki, mahiyetimde çalışanlardan var mı böyle biri?"
Hüzeyfe, "bir kişi var" demiş ve adını vermemiş.
Bir diğer hadiste, adamın biri ölmüş, bu kez Hüzeyfe
b. Yeman onun cenaze merasimine katılmayınca Ömer ondan sormuş, "bu da o münafıklardan olduğu
için mi cenaze merasimine katılmadın" diye. Hüzeyfe "evet" demiş. Ömer bir daha sormuş, "peki ben
de onlardan mıyım?" Hüzeyfe, "hayır" demiş ve "bir daha da bu konuda açıklama yapmayacağım"
diye eklemiş. (43) Biliyorum; verdiğim kaynakların konuya ilişkin içerikleri hemen hemen aynı.
Dolayısıyla toplu halde de verilebilirdi. Ama daha önce de belirttim ki, konu çok hassas. O yüzden her
yazarın yorumunu ayrı yazmayı yeğledim.
f) Sansüre Somut Örnek
İbni Abdi'ü Ber (463.ö), Ebu Musa'el Eş'ari (Abdullah b. Kays b. Selim b. Haddar) kısmında, "Aslında
Hüzeyfe Ebu Musa el-Eş'ari hakkında kötü şeyler anlatmış ancak onları yazmaya dilim varmıyor; Allah
onu bağışlasın. Zaten daha sonra meydana gelen hakem olayında onun durumu malum." şeklinde
geçiştiriyor ve sözünü ettiği o kötü şeyleri yazmıyor. (44)
Şu da bilinmeli ki, Hüzeyfe'de bulunan özellikler başka sahabilerde kolay kolay bulunmazdı. Mesela
kendisi hem Muhammed'e vahiy kâtipliği yapıyordu, hem sırlarını saklayan/güvenilir bir kişiydi ve en
önemlisi de, Kur'an'ı kitap haline getirme önerisi ondan gelmiştir. Ben bunu, elimde olan başka bir
çalışmamda daha teferruatlı bir şekilde işleyeceğim. Olayın özeti şu: Ebubekir zamanında Müslüman
ordusu bir savaşta büyük zayiat veriyor.
Hüzeyfe, "Kur'an'ı bilen çoğu insanlarımız bu savaşta
öldürüldü; dolayısıyla elimizde bir kitap yok. Onun için bu konuda bir tedbir alınırsa iyi olur." şeklinde
bir fikir ortaya atar ve önerisi kabul görür. Artık o andan itibaren Kur'an'ın bir araya/kitap haline
getirilmesi için çalışmalar yürütülür. İşte Hüzeyfe böyle biriydi.
Kaldı ki, zaten adamcağız korkudan bir şey de diyemiyordu. Kaynaklarda Hüzeyfe'nin, kendi
arkadaşlarına, "Bildiklerimi açıklamam şuna benzer: Diyelim ki bir nehir kenarında oturmuş
avucumla o nehirden su alıp içiyorum ve o sırada da bildiklerimi açıklıyorum; İnanın ki suyu ağzıma
getirmeden hemen orada öldürüleceğim" diyor. Demek ki bildiği o kadar vahim şeyler varmış ki,
açıklasaydı onu ortadan kaldıracaklardı. (45)
Şöyle veya böyle, olayı aktaranların konuya ambargo koydukları belli. Kendilerince haklı olabilirler.
Çünkü Ömer gibileri çok acımasızdı, onları yok edebilirdi.
Aslında Ömer'in, Kur'an'ın oluşturulması
konusunda Hz. Muhammed'e çok baskı yaptığı ve Hz. Muhammed'in de her nedense onun etkisi
altında kaldığı ve onun baskısıyla birçok ayet oluşturup Kur'an'ına aldığı bir gerçek. (46) Bu konuda
ileride halife Ömer kısmında bazı somut ve çarpıcı örnekler sunacağım. İşte Muhammed'in baş
edemediği Ömer'le, Hüzeyfe gibileri nasıl baş edebilir ki! O yüzden Ömer ne kadar bu konuda onu
zorlamışsa, Hüzeyfe hep mecbur kalıp "efendim sen bu münafıkların listesinde yoksun" demiştir.
Sormak lazım: Ömer'in sorusuna karşı Hüzeyfe'nin, "Evet, sen de o listede varsın." demesi mantık işi
olur muydu? Bir kere adamın çok rahatsız olduğu şu sözünden de belli: “Bundan sonra artık bu
münafıklar konusunda açıklama, konuşma yapmak istemiyorum.” diyor. İşte İbni Hazm'ın bir sözü
yüzünden konuyu ne kadar detaylandırdım, uzattım. İşte böyledir: Mollaların, dini hocaların hesabına
gelmedi mi onlar için çamur atmak kolay. Ama görüldüğü gibi onun o büyük uydurmasına
meslektaşları bile onay vermemiş. "Kimse Velit'ten hadis almamış." sözüne bu kadar açıklama
getirdim. İbret olsun diye bu kadar detaylandırdım.
g) Halife Osman'ın Hüzeyfe'yi Tehdit Etmesi ve Ammar'ı Komalık Yapması.
Bu konuda İslam âleminde güvenilir, ün sahibi olmuş birçok yazar, kendi eserlerinde şunu anlatıyor:
Halife Osman bir gün Hüzeyfe'yi, "Nedir bu senden duyduklarım, senden başka doğru dürüst
Müslüman yok mu, tek sen mi olayları biliyorsun?" diyerek tehdit ediyor.
Hüzeyfe, "Hayır bir şey demedim ve seni gördüm görelide hep sevdim" karşılığını veriyor. Sonuçta
Osman onu o toplantıdan kovuyor. Hüzeyfe gidince, Osman adamlarına, "Çağırın bir daha gelsin"
talimatını veriyor. Gaye onu o şekilde üzmek, rahatsız etmek, toplum içinde haysiyetiyle oynamak.
Hüzeyfe geri gelince Osman bir daha tehditler savuruyor. Artık buna dayanamayan Hüzeyfe, "Sizler
(Osman da dâhil, Muhammed'e suikast girişiminde bulunanları kastediyor) öküz gibi ortaya
çıkacaksınız/teşhir edileceksiniz ve deve gibi kesileceksiniz (hani devenin kesimi çok zormuş; bunu
kastediyor)" diyerek çok ağır ifadelerde bulunuyor, adeta o an için ölümü göze alıyor.
Buna sinirlenen Osman, sonuçta Muaviye'yi Çağırıp konu hakkında onu bilgilendiriyor. İyi politikacı
Muaviye, "Konuyu kapat." diyor ve tartışma orada noktalanıyor. İkili (Hüzeyfe ve Ammar) bu
münafıkları bildikleri için hep halifelerin hedefi halindeydiler. Mesela halife Osman, Ammar' ı döve
döve komalık yapıyor. Zaten çoğu İslam tarihçisi Osman'ın Müslümanlar tarafından feci bir şekilde
öldürülmesinin nedenlerini sayarken, onlardan birinin de Osman'ın Ammar b. Yaser'i komalık yapması
olarak belirtiyor.
Bunu, halife Osman'ın niçin Müslümanlarca katledildiğinin nedenleri kısmında daha
detaylı anlatacağım. Burada, konuyla ilgisi nedeniyle kısaca bir değinmede bulundum.
Muaviye'nin, "konuyu kapat" demesinin asıl nedeni, Osman'a küskün ve hatta kızgın olan halk bunu
duymasın; yoksa Osman halifeydi, Hüzeyfe'yi ortadan kaldırabilirdi... Hatırlanacağı gibi Tebük
komplosunda halife Osman'ın da adı vardı. Bunu daha önce İbni Hazm'dan aktardım. İşte Hüzeyfe ile
kavgasının asıl nedeni buna dayanır.
Osman'la bu ikilinin (Hüzeyfe-Ammar) arası hiç iyi değildi. Kısa bir örnek vereyim.
Halife Osman Müslümanlar tarafından ablukaya alınınca, Hz. Ali ve Sad b. Ebi Vakkas Ammar'ı da
çağırırlar, gel bir şeyler yapalım diye; Hz. Ali teklif ettiği halde Ammar yardımcı olmak istemem diyor.
Her iki insan da (Hüzeyfe-Ammar) iyi niyetli kişiler oldukları için halk onları seviyordu.
Osman onlara
hakaret edince insanlar bunu kabul etmedi, birçoğu Osman'ın bu haksızlığına karşı rahatsızlık duydu.
Bu konuda Osman'a tepki gösterenler de vardı; Osman kısmında bunu biraz açacağım.
Aslında Osman yukarıdaki soruyu ne kadar Hüzeyfe'ye yöneltmişse, o hep inkâr etmiş, hayır olumsuz
bir şey demedim şeklinde karşılık vermiştir. Onun az önceki o sert reaksiyonu (eşek-deve
benzetmesi), Osman'ın onun üzerine fazla gelmesinden, ona psikolojik ve fiziki baskı kurmasından
kaynaklanıyor: Artık dayanamadı, bir bakıma kendini kaybettiği için söyledi demek doğru olur. Çünkü
Hüzeyfe hep hayati tehlike taşıdığının farkındaydı. Mesela; arkadaşları ona, "sen Osman'a hayır
diyorsun; ancak tek başımıza kaldığımızda aksini, farklı şeyler söylüyorsun neden acaba?" diye
sorduklarında o, "Ben böyle yapmak zorundayım; yoksa daha kötü olur, zarar görürüm." karşılığını
veriyordu.
Hatta İbni Kuteybe, Hüzeyfe'nin, Osman'ın yanında farklı, arkadaşlarının yanında farklı beyanatlarda
bulunduğu için bazıları (Nazzam) tarafından eleştirildiğini yazıyor. (47) Hâlbuki bence bu ağır eleştiriyi
Hüzeyfe haketmemişti. Çünkü adamın hayati tehlikesi söz konusuydu.
Daha enteresan örnekler de var Hüzeyfe ile iliği. Bir keresinde, "Bilsem ki içimdeki sırları açıklasam
her sözcük için yirmi kırbaç ceza alırım, yine de söylerdim/buna razıydım" diyor. Bir diğer sözünde,
"Ben pek fazla konuşmak istemiyorum" diyor. Bunun nedenini soranlara da, "Dilim kurt gibidir;
serbest bırakırsam başıma bir şeyler getirir" yanıtını veriyor. Artık bundan her şey anlaşılıyor; bu
açıklamalar durumun ne kadar vahim olduğunu kanıtlıyor. (48)
h)
Hz. Ali'nin Hüzeyfe Hakkındaki Sözleri.
Nezar b. Sebre anlatıyor: Bir gün Hz. Ali ile birlikte Hüzeyfe'yi konuşuyorduk. Hz Ali, "Hüzeyfe öyle bir
insandı ki, büyük skandalları, detayları ve münafıkların isimlerini bilen biriydi. Kendisi bu konularda
gerçekten bilgi sahibi bir insandı." dedi. (49) Tabii ki burada büyük ihtimalle Muhammed bu
komployu Hz. Ali'ye de anlatmıştır. Çünkü ona en yakın isim ve onu koruyacak en güçlü kişi Hz. Ali'ydi:
Hem amcaoğlu, hem damadı ve hem de savaşlarda gösterdiği performansıyla askeri yönü ve tabii ki
Hz. Muhammed'e çok bağlı biri olmasından dolayı mutlaka söylemiştir.
Çünkü çok ciddi ve hayati bir
konu, onu haberdar etmemesi mümkün değil.
Onun içindir ki Hz. Ali Hüzeyfe hakkında az önceki açıklamaları yapıyor; yoksa bunları nerden bilsin.
Demek ki Hz. Ali de haberdarmış; ancak çeşitli nedenlerden dolayı o da onları saklı tutmuştur. Burada
muhakkak Muhammed'in talimatı ve önerisi vardır: “Sen de diğer iki kişi gibi bunları saklı tut, başımızı
derde sokmayalım ama bu arada tedbirimizi de alalım.” gibi telkinler.
Çünkü tüm bu zanlılar
söylenseydi, büyük ihtimalle sistem çökerdi. Çünkü bu kadar önemli insan düşman ilan edilseydi,
arkasında etkili biri kalmazdı. Yani farklı hesaplar yüzünden söylenmemeye çalışılmıştır. Ama burada
önemli olan, Hz. Ali'nin Hüzeyfe hakkında yaptığı az önceki açıklamalardır.
i- Übey bin Ka'b'den Önemli Bir Açıklama.
Uteyy bin Dumre adında biri çok uzaklardan gelip Übey bin Ka'b'den bazı bilgiler öğrenmek ister. Bu
arada Übey, "Allah'a yemin olsun ki, eğer yaşıyorsam gelecek Cuma günü öyle bir açıklama yapacağım
ki, beni artık öldürecek misiniz, yaşatacak mısınız hiç de umurumda değildir." diyor.
Kimi rivayetlere
göre de, "Muhammed'den duyduğum bazı önemli şeyleri anlatacağım. Artık kim ne derse umurumda
değildir." şeklindedir, İbni Sad bu konuda iki rivayet aktarıyor. Ama ne yazık ki o cuma gelmeden
perşembe günü vefat ediyor. (50)
Burada sorgulanması gerek bir durum var: Neymiş acaba Übey'in başını ortadan kaldıracak kadar
tehlikeli olan o gizli olaylar? Bir de şahsen buna bakınca, Übey'in eceliyle öldüğüne inanmıyorum.
Bana göre Übey'i ortadan kaldırmışlardır. Übey'in bu açıklamasından sonra artık kimlerse, "Biz deşifre
olmadan bu adamı yok edelim." diyerek onu ortadan kaldırmışlardır.
Kaldı ki bu insan, Hicri 19. yılı halife Ömer iş başında iken vefat etmiş diyenler var veya halife Osman
zamanında. Her ikisi tarafından da ortadan kaldırılması muhtemeldir. Hem bu skandallar için olabilir,
hem de Osman'ın hazırladığı ve şu an piyasada olan Kur'an'a karşıydı, hatta onun özel olarak
hazırladığı farklı Kur'an'ı vardı. Yani önemli bir isim ve önemli bir muhalif. Dolayısıyla suikasta kurban
gitmesi akıldan uzak değildir.
Kaldı ki az önce de belirttiğim gibi zaten kaygılarını da belirtiyor.
İlginç: İnsan ne zaman öleceğini
bilmez; ancak burada verilen bir tarih var ve de çok kısa ve o tarih gelmeden adam vefat ediyor (resmi
tarihin verdiği bilgiler). Bu ölüm kuşkulu değildir demek mümkün değil. Ben Übey'Ie ilgili bu bilgileri
tararken, başta Müslim'de geçen şöyle bir hadisle karşılaştım. Bir gün Muhammed ona, "Cebrail geldi
Übey'e Kur'an oku." dedi. Übey soruyor, yani Tanrı benim adımı mı anmış, bizzat ismimi mi söylemiş
diyor? Muhammed, "Evet, adını bizzat belirlemiş." diyor. Ve bu hadis birçok İslami kaynakta
anlatılıyor. (51)
j)
Ebu Musa el-Eş'ari'nin Suikastla İlişkisi.
Tebük'teki suikastta Muhammed'in yanında bulunan ve saldırganları bilen Ammar b. Yaser, bir gün
Ebu Musa el-Eş'ari'ye şunu söylüyor: "Hatırlamıyor musun ki, Hz. Muhammed bir ara sana, ‘Ey Ebu
Musa; öyle bir fitne çıkacak ki, uyuyan oturandan, oturan da ayakta durandan daha iyidir.’ diye bir söz
söyledi ve özellikle senin adını da burada andı; ona göre dikkatli ol." diye bir hadis hatırlatır. Bunun
üzerine Ebu Musa sesini çıkarmadan hemen oradan ayrılır. Zaten bu komplo içinde onun da ismi var.
Her ne kadar bazı İslam tarihçileri onun ismini makaslamışlarsa da, yine kimileri ya farkında olmadan
veya Ömer gibi etkili ve yetkili olmadığından, ondan korkmadıkları için bunu net olarak yazmışlardır.
Şakik adında biri aktarıyor: "Bir gün Hüzeyfe ile oturuyorduk.
O sırada Abdullah b. Mesut ile Ebu Musa
el-Eş'ari yanımıza geldiler. Hüzeyfe bana, ‘Bunlardan biri münafıktır; ancak Abdullah her yönüyle Hz.
Muhammed'e benziyor.’ dedi."
Burada net olarak Ebu Musa'nın münafıklardan olduğunu söylüyor. Çünkü hemen akabinde, Abdullah
Muhammed'e benziyor diyor. Yani bu kadar açık konuşuyor.
Yine bir gün Ebu Musa, Ammar'a, "Ne var aramızda, arkadaş değil miyiz?" diye soruyor. Ammar,
"Bilemem; bildiğim şu ki, Muhammed seni lanetledi." diyor. Ebu Musa, "Her ne kadar beni
lanetlemişse de yine beni bağışlamıştır." deyince Ammar, "Ben senin lanetlendiğine şahit oldum; ama
seni bağışladığına şahit değilim." diyor.
Hadisin anlamı açık: Adam resmen Ebu Musa'nın adını
belirtiyor. İlginçtir ki, olaylar bu kadar net-açık olmasına karşın, bir İslam mütefekkiri kalkıp da şu
açıklamalarda bulunabiliyor: "Peki bu halk nezdinde meşhur olan Ebu Musa ne yapmış ki Muhammed
onu lanetlemiş! Demek ki işlediği çok önemli bir suç varmış ki Muhammed onu lanetlemiş..." Yani
olaylar aslında çok açıktır; ama İslami kesim inanmak istemiyor.
Hüzeyfe bu suikast olayını biriyle konuşurken Ebu Musa, "Biz bunların on dört kişi olduğunu biliyoruz"
diyor. Hüzeyfe de, "Seni de sayarsak sayıları 15 olur" diyor. Bundan daha açık bir ifade olmaz. Aynı
şeylerin Ammar tarafından da söylendiği kaynaklarda geçiyor.
Hz. Ali sabah namazlarını kılarken Kunut duasında hep Ebu Musa'ya lanet ederdi. (52) Hani daha önce
de ifade edildi, Hz. Muhammed en yakını olduğu için muhakkak Ali'ye de bu münafıkların isimlerini
söylemiştir.
Yine Muhammed'in eşlerinden Ümmü Seleme'ye ait olan benzer hadisler var. Şunu anlatıyor: "Bazen
Ebu Musa, halife Ömer'in yanına geldiğinde Ömer ona, anlat bakalım diyordu ve o da başlıyordu
anlatmaya." (53) Tabii burada neyi konuştukları belli değil. Burada kimi Şia kesimi, Ömer Ebu
Musa'ya, "Anlat bakalım o eski anılarımızı" demekten kasıt, bu Tebük komplosudur demişler. Nitekim
de Ömer'in halifeliği zamanında valiliği en uzun süre devam eden Ebu Musa'dır. Yani onun dostuydu
diyorlar. Bunu bir yorum olarak kabul edebiliriz.
Çünkü kimi Sünni yorumcular, Ömer'in, gel dinden
imandan konuşalım dediği şeklinde açıklamalar yapmışlardır. Sadece bilgi olsun diye ekledim; yoksa
netlik ifade etmeyen sözlerden bir sonuç çıkarmak istemiyorum. Benim için kanıtlar güçlü olmalı. (54)
Dikkat edilirse anlattıklarımın tümü İslami kaynaklardan. Kaynak o kadar fazla ki, nerdeyse her satır
başına bu kaynaklardan dipnotlar ekleyebilirim; ancak bu konuda daha farklı şeyler yazan yazarlar da
var.
Mesela Hicri 8. asırda yaşayan Deylemi çok farklı şeyler anlatıyor. Hele Muhammed zamanında
yaşayan Selim bin Kays'ın (h.2-76) yazdıkları çok çarpıcı. Kitap içinde bundan da zaman zaman
aktarmalar yapacağım.
Deylemi'den kısa bir-iki numune vereyim. Muhammed halifeliği Hz. Ali'ye vasiyet edince, Aişe
duyuyor ve Hafsa'ya anlatıyor. Bunlar da gidip Ebubekir ve Ömer'e ileti yollar. Sonuçta Ebubekir'le
Ömer Mekkelilerden önemli kişilerle gizli toplantılar yapıyor, "Anlaşılan, Muhammed'inki de adeta
İran ve Bizans gibi artık aile imparatorluğuna dönüşecek." diyorlar ve bu vasiyete engel olmak için bir
plan yapıyorlar. Sonuçta varılan karar, vasiyet gerçekleşmeden Muhammed'i yok etmek. Yani
Tebük'teki gibi onun hakkında suikast planı yapıyorlar.
Hatta “Kur'an'da Maide suresi 67. ayeti Hz. Ali'nin halifeliğiyle ilgilidir.” diyenler de var.
Mesela İmam
Suyuti, Nisaburi gibi kişiler bunu net olarak belirtmişlerdir. Ayetin özeti şu: "Ey Muhammed,
Rabbinden sana geleni duyur yoksa görevini yapmamış olursun.". Yani Hz. Ali halife olacak diye ilan
et. Hatta Muhammed ilan bile ediyor. Bu sırada Ebubekir ve Ömer, Cirane denilen yerde
Muhammed'le konuşuyor, "Ali'nin halife seçilmesi senin fikrin mi, yoksa vahye dayanarak mı bunu
yapıyorsun?" diye soruyorlar.
O da "Ben kafadan yapmam; vahye dayanıyor." diyor.
Artık ümitleri kalmayınca, Mekkeli Müslümanlardan en başta Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Zübeyir,
A. Rahaman b. Avf, Ubeydullah, Sad b. Ebi Vakkas, Ebu Ubeyde (ki hepsi de Muhammed'den cennet
müjdesini alan seçmeler) olmak üzere, Muaviye, Amr b. As ve hatta Ebu Hureyre Muhammed'i
vurmak için harekete geçiyor.
Bu arada şunu da diyorlar: Nerdeyse Muhammed bize, "Ali'ye tapın,
ona kul olun." diyecek kadar ileri gitti. Sad b. Ebi Vakkas, "Vallahi korkarım, Muhammed nasıl ayet
uydurdu ki, ben ayı ikiye böldüm diye, Ali için de bir ayet uyduracak ki, Cebrail geldi, Ali halife olsun
dedi." şeklinde çok ileri gidiyor. Tabii ki Muhammed de işin farkında ve bunlara karşı tedbirini alıyor.
Dolayısıyla burada da başarı sağlanamıyor. (55)
Kaldı ki bu son olay Hz. Muhammed'in son veda haccında oluyor. Yani ölümüne yakın bir zamanda.
Hem bu, hem de Tebük'teki olayda zaman zaman Akabe ismi geçiyor.
Akabe hem Mekke etrafında özel bir yerin adıdır, hem de sözlük anlamı, giden yola paralel olan dağ
demek. O yüzden bazen her ikisi için de bu isim kullanılmıştır. (56)
Aşırı kesimden bir ipucu verdim; benzer tartışmalara girme niyetinde değilim. Ben, başta Kur'an
olmak üzere, Sünni kaynakların meşhurlarında var olan bilgiler üzerinden bir şeyler aktarmaya
çalışıyorum.
Bu gibi sivrilerin yorumlarına değinmeyeceğim. Hâlbuki İslam tarihi daha taraflı, resmi
tarih. Kim bilir belki bu gibilerin anlattıklarında doğruluk payı daha da fazla. Görüldüğü üzere bu
suikastla ilgili İslam'ı kaynaklarda çok önemli açıklamalar var, bunları bir kenara bırakmak mümkün
değil.