VAKI'A SURESI ZENGINLIK SURESIDIR.
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 96 âyettir. 81-82. âyetleri Medine döneminde inmiştir. Adını, birinci âyette geçen aynı kelimeden alır. Bir hadiste, her gece Vâkı’a sûresini okuyanın fakirliğe düşmeyeceği ifade edilmiştir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. (Kıyamet) olay(ı) vukû bulduğu zaman,
2. Onun oluşunu (artık) hiçbir yalanlayan yoktur.
3. O (kimini) alçaltıcı, (kimini) yükselticidir.
4. Yer (şiddetli) bir sarsıntı ile sarsılınca, [bk. 22/1; 69/14-15; 99/1-2]
5-6. Dağlar, ufalandıkça ufalanıp dağılmış bir toz haline gelince, [krş. 78/20]
7. Siz de (o gün) üç sınıf olursunuz.
8. Sağın adamları (sâlih amel işleyip amel defterleri sağından verilenler), ne mutlu/uğurlu kimselerdir.
9. Solun adamları (Allah’ın hükümlerine değer vermeyerek yaşayıp amel defterleri solundan verilenler) de ne uğursuz/bedbaht olanlardır!
10. (İman, ibadet ve hayır) yarışlarında öne geçenler(e gelince): Onlar (âhirette mükâfatta da) önde gidenlerdir. [krş. 35/32]
11. İşte onlar, (Allah katında) yakınlığa erdirilmiş olanlardır.
12. Na’îm cennetlerinde(dirler).
13. Birçoğu evvelki (ümmet)lerdendir.
14. Biraz(ı) da sonrakilerdendir.
15-16. Mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerinde karşılıklı yaslanmış olarak onların üzerinde (oturur)lar.
17-18-19-20-21. Ölümsüz gençler; (içmekle) başları ağrıtmayan, akılları gidermeyen (içeceklerin) kaynağından doldurulmuş kâseler, ibrik ve kadehlerle, hem de seçecekleri (her) bir meyve ve canlarının çektiği (her çeşit) kuş etiyle onların etrafında (hizmet için) dolanırlar.
22-23-24. (Oradaki) iri gözlü hûriler, (sedef kabuğu içindeki) saklı inci gibidirler. (Bunların hepsi mü’minlere,) yaptıklarına karşılık olarak verilir.
25-26. Orada boş ve günah bir laf işitmezler (ve konuşmazlar da); ancak (işittikleri) söz; “selam, selam”dır.
27. Sağ ehli olan (defteri sağından verilen, sevabı fazla gelen)ler var ya! Nedir o sağ ehli(nin mükâfatı)?
28-29-30-31-32-33-34. (Onlar, cennette) dikensiz Arabistan kiraz ağacı, meyveleri kat kat dizilmiş muz ağaç(lar)ı, (kesintisiz) uzayan gölgeler,[1] çağlayan su(lar), kesil(ip bit)meyen ve yasak da edilmeyen birçok meyveler arasında ve yüksek döşekler (üstün)de (hûrilerle)dirler.
35-36-37-38. Doğrusu biz, onları (hûrileri) defteri sağdan verilen (bahtiyar kimse)ler için (yep)yeni yarattık. Onları bâkireler, (kocalarına düşkün) hep aynı yaşta (kalan) sevgililer yaptık.
39-40. (Bunların da) birçoğu evvelki (ümmet)lerdendir. Bir çoğu da sonrakilerdendir.[2]
41. Defteri solundan verilenler(e gelince, onlar) ne (bedbaht) sol ehlidirler!
42-43-44. (Onlar, kavurucu) bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve faydası olmayan kapkara dumandan bir gölgededirler.[3]
45-46. Çünkü onlar, bundan önce (dünyada) zevklerine düş(üp az)mışlar ve (aldırmadan) büyük günah üzerinde ısrar edip gidiyorlardı.
47. Bunlar diyorlardı ki: “Biz hakikaten öldüğümüz, bir toprak ve bir kemik yığını olduğumuz zaman mı, diriltilecekmişiz?”
48. “Evvelki atalarımız da mı?”
49-50. (Resûlüm! O inkârcılara) söyle: “Şüphesiz hem evvelkiler hem sonrakiler, belli bir günün muayyen bir vaktinde mutlaka toplanmış (olacak)lardır.” [bk. 11/103-105]
51. Sonra hakikaten siz, ey sapıklar (ve dirilmeyi) yalanlayanlar!
52. Elbette (cehennemin) zakkum ağacından yiyeceksiniz. [bk. 17/60; 37/62-64]
53. Karınları(nızı) hep onunla dolduracaksınız.
54. Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz.
55. Susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içtiği gibi içeceksiniz (içtikçe de susuzluğunuz artacak).
56. İşte ceza gününde onların ağırlanması bu (şekilde)dir.
57. Sizi, biz yarattık. O halde tasdik etmeniz gerekmez mi? [bk. 30/27; 19/67]
58. (Rahimlere) döktüğünüz meniye (onun insan olmasına) ne dersiniz?
59. Onu (bir insan olarak) siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?
60-61. Aranızda ölümü takdir (ve vaktini tayin) eden biziz. Sizi (öldürüp veya helak edip yerinize) benzerlerinizi getirmemizin ve sizi bilmediğiniz bir âlem (olan âhiret)te[4] yeniden var etmemizin kimse önüne geçemez. [krş. 6/6; 35/16; 70/41; 76/28]
62. Andolsun ki ilk yaratılışı(nızı) bildiniz. O halde (öldükten sonra da yeniden diriltileceğinizi) düşünmeniz gerekmez mi?
63-64. Söyleyin bana, ekip durduğunuz şeyi! Siz mi onu (yerden) bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?
65. Dileseydik, elbette onu bir çer çöp yapardık. Siz de şaşar kalır (ve emek verdiğinize pişman olur)dunuz.
66-67. “Hakikaten biz borç altına girdik (ziyandayız), daha doğrusu (yiyecekten bile) mahrumuz.” (derdiniz).
68-69. Söyleyin bana, içmekte olduğunuz suyu, onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? [bk. 15/22; 16/10; 39/21]
70. Eğer dileseydik, onu tuzlu, acı bir su yapardık. O halde şükretmeniz gerekmez mi?
71-72-73. Söyleyin bana; (iki yeşil ağaçtan) çakmakta olduğunuz ateşi; onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? Biz onu bir ibret ve (çölde) konaklayanlara da bir fayda vesilesi yaptık. [bk. 36/80]
74. O halde pek yüce Rabbinin adını tesbih et.
75-76. Yıldızların yerlerine (Kur’ an’a)[5] yemin ederim ki doğrusu bu (yemin) eğer bilirseniz büyük bir yemindir.
77-78-79. Şüphesiz o, korunmuş bir kitapta (yazılı) olan pek şerefli/değerli Kur’an’dır ki O’na temiz olanlardan başkası dokunamaz.[6]
80. (O) âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.
81. Şimdi siz, bu (ilâhî) kelâmı mı küçümsüyor/hor görüyorsunuz?
82. Siz, (o Kur’an’dan faydalanmak yerine)[7] ondan nasibinizi, yalanlamakla mı alıyorsunuz.
83. Hele (can) boğaza gelince,
84. O vakit siz, (ölenin yanında) bakıp durursunuz.
85. Biz, ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.
86-87. Eğer (kıyamette dirilip) hesaba çekilmeyeceğiniz sözünde doğru iseniz, o (çıkmakta olan can)ı geri çevirseniz ya!
88-89. Eğer (ölen kişi, Allah’a) yakınlık kazanmışlardan ise, artık (ona) rahatlık, ‘hoş kokulu güzel rızık’ ve Na’îm (bol nimet) cenneti vardır.
90-91. Eğer (ölen kişi amel defteri sağ eline verilen) bahtiyar kimselerden ise: “Ey bahtiyarlardan olan! Selam sana! (Sen selamettesin).” (denilir).
92-93-94. Fakat (o ölen kimse Kur’an’ı) yalanlayanlardan ve sapıklardan ise; onun için kaynar sudan bir ziyafet(!) ve cehenneme atılma vardır.
95. Şüphesiz bu, kesin gerçeğin ta kendisidir.
96. O halde Rabbini “Azîm” ismiyle tesbih et.[8]
[1] Cennetteki gölgeler için bk. 4/57; 77/41.
[2] Yukarıdaki âyetlerde sağ ehlinin cennetteki halleri anlatılmaktadır. Âyetlerin tefsirinde, cennet ehlinin 30-33 yaşında gençler olarak cennete girecekleri, hûrilerin de doğurma vasfı olmaksızın yaratılacağı, dünyadaki yaşlı kadınların da bâkire kızlara dönüştürülecekleri rivayetlerine yer verilir.
[3] Cehennemdeki gölge için bk. 77/29-34.
[4] Âhirette, yaratıldığınız gibi diriltilmenizden de şüpheniz olmasın. [krş. 36/51]
[5] “Nücûm” (yıldızlar), Kur’an’ın kısımları anlamına gelmektedir (Elmalılı, VI, 4722).
[6] Kur’an’a dokunma hususunda görüşler:
1. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre, âyetteki “ona” zamirinin ait olduğu Kitab, Kur’an’dır. Bundan dolayı hadîs-i şerîfe de dayanılarak “Bir zaruret olmaksızın Kur’an’a abdestsiz dokunmak/ele almak caiz değildir.” denilmiştir (Kurtubî, XVII, 229; İbni Âbidîn, I, 160-161; Cezîrî, I, 47-48, 121-122; Elmalılı, VII, 412; Sâbûnî (Ahkâm), II, 508).
2. Diğer görüşe göre sebeb-i nüzûlü de esas alınarak; Âyetteki “ona” zamirinden maksat, yani o dokunulamaz olan bu Kur’an değildir. Çünkü Kur’an Mekke’de henüz bir kitap olarak meydana gelmemiş ve hitap da müşrikleredir. Aynı zamanda Sâffât sûresi 7-8 ve Abese sûresi 13-16’da olduğu gibi el-Kitâbu’l-Meknûn (Levh-i Mahfûz’)dur. “O’na da şeytanlar değil, ancak arındırılmış (tertemiz olan) melekler dokunabilir.” Sûrenin Mekke’de nâzil oluşundan dolayı bu ifade, aynı zamanda müşriklerin, “Onu şeytanlar indirdi.” sözlerine bir cevap mahiyetindedir (Cevzî, s. 203-207). “Ona zamiri de Kitab’a daha yakın olduğundan ona râci’dir.” denmiştir (İbni Cüzey, s. 87).
Dolayısıyla, bu görüşten hareketle, âcil hallerde Allah’ın mesajını anlayıp gereğince hareket etmek gayesiyle Kur’an’a yaraşan hürmet ve saygı içinde, bu görüşlerden ikincisiyle harekette beis olmadığını söylemek mümkün ise de, sevap, fazîlet ve takvâya en yakın olanı birinci görüş olan abdestli okumaktır. Kur’an abdestsiz ezbere okunur. Fakat cünüpken okunamaz. Gayrimüslimler bu konunun dışındadır.
[7] Elmalılı, VII, 412.
[8] “Sübhâne rabbiye’l-azîm” denmesi bu âyet sebebiyledir.