Bölüm 1.
Kuran’a ve Sünnete Göre Müslümanların Kitap Ehli’ne Bakış Açısı Nasıl Olmalıdır?
Bu kitapta, Hristiyanlar, Museviler ve Müslümanların ortak inanç esaslarına, ortak ibadetlere, ortak ahlaki değerlere sahip oldukları, ortak tehlikelerle karşı karşıya bulundukları, bu dinlerin kutsal kitapları ışığında anlatılmakta ve Kitap Ehli'ne yani Musevi ve Hristiyanlara, Kuran'da Rabbimiz'in bildirdiği gibi bir birlik çağrısı yapılmaktadır. Bu çağrının amacı, inançlı tüm insanları, ortak amaçlar doğrultusunda birleşmeye; Darwinizm'e, materyalizme, ateizme, din düşmanlığına, sosyal ve ahlaki dejenerasyona karşı birlikte mücadeleye ve el ele vererek Allah inancını ve güzel ahlakı yeryüzüne yaymaya davet etmektir. Bu çağrı, samimi, vicdanlı, şefkatli, yardımsever, uzlaşmacı, sağduyulu, güzel ahlaklı, barış ve adalet taraftarı tüm Musevi, Hristiyan ve Müslümanlara yapılmaktadır. Unutmamak gerekir ki, hepimiz aynı Allah'a iman etmekte, Rabbimiz'in bizlere emrettiği güzel ahlakı yaşamak ve yaymak için çaba göstermekteyiz. Üç İlahi dinin mensupları da;
◉ Allah'ın tüm evreni yoktan yarattığına ve tüm maddeye sonsuz kudretiyle hakim olduğuna inanmaktadır.
◉ Allah'ın tüm canlıları mucizevi biçimde yarattığına ve insanın Allah'ın verdiği bir ruha sahip olduğuna iman etmektedir.
◉ Tarih boyunca, Allah'ın insanlara Hz. Muhammed (sav), Hz. İsa (as) ve Hz. Musa (as) ile beraber Hz. Nuh (as), Hz. İbrahim (as), Hz. İshak (as), Hz. Yusuf (as), Hz. Davud (as) gibi pek çok peygamber gönderdiğine inanmakta ve tüm bu peygamberleri sevmektedir.
◉ Ölümden sonra dirilişe, cennette ve cehenneme, meleklerin varlığına iman etmekte, Allah'ın hayatımızı bir kader üzere yarattığına inanmaktadır.
Sadece inanç konularında değil, ahlaki değerlerde de Kitap Ehli'nin inançları Müslümanlarla uyum içindedir. Günümüzde fuhuş, eşcinsellik, uyuşturucu bağımlılığı gibi ahlaksızlıkların, bencil, çıkarcı, acımasız insan modelinin hızla yaygınlaştığı bir dünyada, Ehl-i Kitap ve Müslümanlar aynı erdemlere inanmaktadırlar: Namus, iffet, tevazu, fedakarlık, dürüstlük, şefkat, merhamet, karşılıksız sevgi...
Müslümanlar olarak bizler, Hz. Musa (as)'a da Hz. İsa (as)'a da derin bir sevgi ve saygı besliyor, onların Allah Katında değerli, mübarek insanlar olduklarını biliyor ve Rabbimiz'in gönderdiği tüm peygamberlere iman ediyoruz. Yine Allah'ın Kuran'da bize öğrettiği ahlak gereği, tüm Musevi ve Hristiyanların inançlarına, değerlerine ve geleneklerine saygı duyuyoruz. Allah Kuran'da, Müslümanlara, Ehl-i Kitap hakkında bir emir vermektedir; onları "ortak bir kelimede birleşmeye" çağırmak:
De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız bir kısmımızı Rabler edinmeyelim... (Al-i İmran Suresi, 64)
Bizim Hristiyanlara ve Musevilere olan çağrımız da budur: Allah'a iman eden ve O'nun vahyine itaat eden insanlar olarak, gelin ortak bir "iman" kelimesinde birleşelim. Hepimiz Yaratıcımız ve Rabbimiz olan Allah'ı sevelim. O'nun emirlerine uyalım. Ve Allah'ın bizi daha doğruya eriştirmesi için dua edelim. Müslümanlar, Hristiyanlar ve Museviler bu şekilde ortak bir kelimede birleştiklerinde; birbirlerinin düşmanı değil dostu olduklarını anladıklarında; asıl mücadele edilmesi gereken fikir sisteminin Darwinizm, materyalizm, ateizm ve dinsizlik olduğunu gördüklerinde, dünya çok daha farklı bir yer olacaktır. Asırlardır süren çatışmalar, husumetler, korkular ve şiddet sona erecek ve "ortak bir kelime" üzerinde sevgi, saygı ve huzura dayalı yeni bir medeniyet kurulacaktır.
Müslümanların Diğer İki İlahi Dinin Mensuplarına Sevgisi ve Şefkati
Müslümanlar hem Museviliği hem de Hristiyanlığı, Allah'ın vahyiyle doğmuş İlahi dinler olarak kabul eder. Kitaplarını tanır. Onları inkarcılarla, putperestlerle bir tutmaz, aksine "Kitap Ehli" olarak tanımlayarak, onların inançlarına anlayış ve saygı gösterirler.
Bakara Suresi'nde bu konu şu şekilde bildirilmektedir:
Elif, Lam, Mim, Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir kitaptır. Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar. (Bakara Suresi, 1-4)
Ayetlerde Müslümanlar hem Hz. Muhammed (sav)'e indirilen Kuran'a, hem de daha önce indirilen kitaplara iman eden insanlar olarak tarif edilmektedir. Bu önceki kitaplar, Kuran'da; Hz. İbrahim (as)'ın sayfaları, Hz. Musa (as)'a indirilen Tevrat, Hz. Davud (as)'a indirilen Zebur ve Hz. İsa (as)'a indirilen İncil olarak bildirilir. Ne var ki, bu kitaplar zaman içerisinde birtakım insanlar tarafından tahrif edilmişlerdir, dolayısıyla bazı bölümlerinde hak dinden uzak yorumlar ve açıklamalar yer almaktadır. Bununla birlikte Allah'a ve ahiret gününe iman etmek, şirk koşmamak, güzel ahlak göstermek gibi hak dine uygun emirleri içeren bölümler de günümüze kadar gelmiştir. Bu kitapların içerisinde neyin hak neyin tahrifata uğramış olduğunu ise Kuran'a ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerine bakarak kolayca anlayabiliriz.
O, sana Kitabı hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Bundan (Kur'an'dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler... (Al-i İmran Suresi, 3-4)
Ey Kitap Ehli, kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve birçoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.
(Maide Suresi, 15)
Bir diğer ayette Tevrat için şu şekilde bildirilmektedir:
Gerçek şu ki, Biz Tevrat'ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) ... (Maide Suresi, 44)
Kuran'da bazı Musevi din adamlarının Tevrat'ta "kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırdıkları" (Maide Suresi, 41); "kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için 'Bu Allah Katındandır'" (Bakara Suresi, 79) dedikleri, yani Allah'ın Kitabı'nı tahrif ettikleri haber verilir. Hristiyanlardan bazıları ise Hz. İsa (as)'ı ilahlaştırarak (Allah'ı tenzih ederiz) çok büyük bir yanılgıya düşmüşlerdir. (Nisa Suresi, 171) Allah Kuran'da Kitap Ehli'nden bazı kimselerin ahlaki hatalarına da dikkat çeker. Ama bunlar, Kitap Ehli'nin tümünün gaflet ve yanılgı içinde oldukları anlamına gelmemektedir. Allah, Musevi ve Hristiyanlar arasında da, Allah'a samimiyetle bağlı olan dindar kişilerin bulunduğunu çeşitli ayetlerde haber verir:
Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Al-i İmran Suresi, 113-115)
Şüphesiz, Kitap Ehli'nden, Allah'a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah'a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 199)
Dolayısıyla bir Müslümanın bakış açısı Kitap Ehli içinde de samimi olarak iman eden ve kurtuluşa eren pek çok insanların olduğu ve bu samimi insanlara sevgiyle, şefkatle, anlayışla yaklaşılması yönündedir. Müslüman her düşünceden, her inançtan insana şefkatle yaklaşan, ona düşüncesini ifade etme hakkı tanıyan, ibadetlerine ve ibadethanesine saygı duyan, her inanç sahibinin dilediği gibi, özgürce yaşamasına imkan sağlayan bir anlayışa sahip olmakla yükümlüdür. Bu, hem Kuran'ın hükmü hem de Peygamberimiz (sav)'in hayatında sayısız örneğini gördüğümüz bir gerçektir. Ayrıca unutmamak gerekir ki, her insanın kalbini Allah bilir ve Allah, Kitap Ehli içinden insanların da Kendi Katında ecirleri olduğunu bildirmektedir.
Hz. İbrahim (as)'ın Hanif Dini
Allah Kuran'da her toplum için bir yol ve yöntem kıldığını bildirmiştir. Rabbimiz, her dönemde peygamberler göndererek toplumlara farklı şeriatlar, emir ve yasaklar indirmiştir. Ancak özünde, tüm peygamberler toplumlarını, yalnızca Allah'a iman ve ibadet etmeye ve Rabbimiz'in emirlerine uymaya davet etmişlerdir. Diğer bir deyişle bozulmamış halleri ile bütün hak dinler, Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamak, Allah'ın rızası, rahmeti ve cenneti için yaşamak ve çalışmak temeli üzerine kuruludur. Her toplum Allah'ın kendilerine emrettiklerini eksiksiz olarak yerine getirmekle ve Allah rızası için güzel davranışlarda bulunmakla yükümlüdür. Rabbimiz ayette şu şekilde buyurmuştur:... Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. (Maide Suresi, 48) Kitap Ehli ve Müslümanlar da farklı şeriatlara sahiptirler, ancak gerek Musevi ve Hristiyanlardan gerekse Müslümanlardan samimi olarak iman edenler, Allah'a gönülden teslim olmakla, iyi ve güzel davranışlarda bulunmakla ve hayır işlerinde yarışmakla sorumludurlar. Allah'ın varlığına ve birliğine inanan, ihlasla ahirete iman eden, salih amellerde bulunan her üç İlahi dinin mensupları da aslında Rabbimiz'in Hz. İbrahim (as)'a indirmiş olduğu hak dine uymaktadırlar.
O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Bundan (Kur'an'dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler.
(Ali İmran Suresi, 3-4)
Allah Kuran'da ilk peygamberin Hz. Adem (as) olduğunu bildirmektedir. Hz. Adem (as)'dan sonra Hz. Sit (as) ve Hz. İdris (as) peygamber olarak gönderilmişlerdir. Daha sonra da Hz. Nuh (as) peygamber olarak gönderilmiştir. Hz. İbrahim (as) ise Hz. Nuh (as)'dan sonra yaşamıştır ve onun soyundandır. Kuran'da şu şekilde bildirilir: Alemler içinde selam olsun Nuh'a. Gerçekten Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o, Bizim mü'min olan kullarımızdandı. Sonra diğerlerini suda boğduk. Doğrusu İbrahim de onun (soyunun) bir kolundandır. (Saffat Suresi, 79-83)
O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Bundan (Kur'an'dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler.
(Ali İmran Suresi, 3-4)
Kuran'da Hz. İbrahim (as)'ın dininin "HANİF" bir din olduğu bildirilmektedir. Hanif kelimesi, "Allah'ın emrine teslim olup, Allah'ın dininden hiçbir konuda dönmeyen, ihlaslı kişi" anlamındadır.
Bir ayette Allah Hz. Muhammed (sav)'e, Hz. İbrahim (as)'ın hanif dinine uymasını şöyle bildirmiştir:
Sonra sana vahyettik: "Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dinine uy. O, müşriklerden değildi." (Nahl Suresi, 123)
Hz. İbrahim (as)'dan sonra gelen oğulları, torunları ve onun soyundan olan diğer salih müminler, Allah'ın Hz. İbrahim (as)'a vahyettiği hak dine uymuşlardır. Bu gerçek Kuran ayetlerinde şu şekilde bildirilmektedir:
Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim'in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de o salihlerdendir. Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde (O:) "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. Bunu İbrahim, oğullarına vasiyet etti, Yakup da: "Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere bu dini seçti, siz de ancak Müslüman olarak can verin" (diye benzer bir vasiyette bulundu.) Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında, orada şahidler miydiniz? O, oğullarına: "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?" dediğinde, onlar: "Senin İlahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın İlahı olan tek bir İlaha ibadet edeceğiz; bizler O'na teslim olduk" demişlerdi. (Bakara Suresi, 130-133)
Görüldüğü gibi Hz. İbrahim (as)'ın "hanif" dini, Allah'a bir olarak iman eden Museviler, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında ortak bir kelimedir. Hz. İbrahim (as)'a iman, ona duyulan sevgi ve saygı Museviler ve Hristiyanlar için olduğu gibi Müslümanlar için de son derece önemlidir. Ancak unutmamak gerekir ki, Allah'a olan coşkulu imanı, derin sevgisi, Rabbimiz'in bütün emirlerine gönülden boyun eğişi, itaati ve üstün ahlakı ile tüm inananlara örnek kılınmış olan Hz. İbrahim (as)'a en yakın olanlar, hiç şüphesiz, onun ahlakına uyanlardır. Rabbimiz Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, mü'minlerin velisidir. (Al-i İmran Suresi, 68)
Dolayısıyla Allah'a gönülden iman eden, Musevi ve Hristiyanların, Hz. İbrahim (as) ve ona uyan salih müminler gibi, yalnızca Allah'a yönelip dönmeleri, Hz. İbrahim (as)'ın gösterdiği güzel ahlakı, samimiyeti ve derinliği örnek almaları gerekir. Şüphesiz inananların peygamberlere olan sevgilerini, itaatlerini ve yakınlıklarını göstermelerinin en güzel yollarından biri onlar gibi salih olmak için çaba göstermektir. Müslümanlar ise, Rabbimiz'in Kuran'da emrettiği gibi, tüm peygamberlere indirilenlere aralarında hiçbir ayırım yapmadan iman etmektedirler.
Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız. (Bakara Suresi, 136)
Sonra sana vahyettik: "Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dinine uy.
O, müşriklerden değildi."
(Nahl Suresi, 123)
Kuran Ahlakının Gerektirdiği Şefkat
Barış ve sevgi dini olan İslam, iman edenlerin tüm insanlara adaletle ve iyilikle davranmalarını gerektirir. Salih Müslümanlar, Allah'ın emrettiği ahlaka uygun olarak, sevgi dolu, affedici, mütevazı, anlayışlı, yumuşak huylu, içten ve samimi insanlardır. Allah iman edenlere, kendilerinin veya yakınlarının aleyhinde dahi olsa adil olmayı, kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile öncelikle yetimi ve esiri doyurmayı, fedakar olmayı, sabırlı davranmayı, güzel ahlakta kararlı olmayı emretmiştir. Bu ahlakı yaşayan bir mümin aynı zamanda farklı inançlara ve düşüncelere mensup kişilere karşı da şefkatli ve anlayışlıdır. "Dinde zorlama olmadığının" bilinci ile, iman etmeyen insanları hak yola davet ederken de her zaman nezaketli bir üslup kullanır, amacı doğru yolu göstermek, karşı tarafın vicdanına hitap etmek ve onların güzel bir ahlak ile yaşamasına vesile olmaktır. Bu ise ancak Allah'ın insanlara hidayet vermesi ile mümkün olur. Allah, "... İman edenler hala anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu... " (Rad Suresi, 31) ayetiyle Müslümanlara, kalplerin ancak Allah'ın elinde olduğunu, bir kimsenin ancak O'nun dilemesiyle hidayete erebileceğini hatırlatmaktadır. Bir başka ayette ise şöyle buyrulur:
Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir. (Kasas Suresi, 56)
Müslümanın görevi, sadece gerçekleri anlatmak, insanları bu gerçeklere davet etmektir. İnsanların bunu kabul edip etmemeleri, tamamen onların vicdanlarına kalmış bir meseledir. Allah bu gerçeği Kuran'da haber vermektedir:
Dinde zorlama yoktur.
Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)
Müslümanların bu ahlakları, doğal olarak Kitap Ehli ile olan ilişkilerinde de geçerlidir. Üstelik Rabbimiz, Kitap Ehli'ne karşı nasıl davranılması gerektiğini Kuran'da iman edenlere detaylı olarak tarif etmiştir. Bu ayetler incelendiğinde, Müslüman toplum içinde Hristiyan ve Musevilerin varlıklarının tanınması ve onların tüm haklarının bizzat Müslümanlar tarafından korunması gerektiği açıkça anlaşılmaktadır. Müslümanların Musevilere ve Hristiyanlara bakışı son derece merhametli olmalıdır. Samimi olarak iman eden Museviler ve Hristiyanlar –her ne kadar inanışlarında ve ibadetlerinde zaman içinde bazı bozulmalar yaşanmışsa da- özünde Allah'ın varlığına ve birliğine iman eden, meleklere, peygamberlere ve hesap gününe inanan ve din ahlakının yaşanması gerektiğini düşünen kimselerdir. Bu gerçek, Müslümanların onlara merhamet duymalarında, onları koruyup kollamalarında önemli bir ölçüdür.
Allah bir ayette Allah'a Bir olarak iman eden ve ahiret gününe inanarak salih amellerde bulunan Museviler ve Hristiyanların, bu iyi ahlaklarının karşılığını en güzel şekilde alacaklarını haber vermiştir:
Şüphesiz, iman edenler(le) Museviler, Hristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah Katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62)
Bu ayetin anlamı apaçıktır. Müslüman, Musevi veya Hristiyan olsun, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve salih amellerde bulunanlar müjdelenmekte; söz konusu müminlerin Allah Katında ecirleri olduğu haber verilmektedir. Maide Suresi'nin 48. ayetinde ise, insanlar için "farklı bir şeriat ve yol-yöntem kılındığı", sorumluluklarının ise "hayırlarda yarışmak" olduğu belirtilmiştir. Bu da ister Musevi, ister Hristiyan, isterse Müslüman olsun samimi olarak Allah'a ve ahiret gününe iman eden tüm inananların güzellikle davranmaları ve Allah rızası için hayırlarda yarışmaları gerektiğini göstermektedir. Bu durumda Müslümanların, kendileri gibi Allah'a iman eden, salih amelde bulunan ve güzel ahlak gösteren kimselere katı veya merhametsiz davranmaları mümkün değildir. Nitekim, İslam tarihi de bunu kanıtlar.
Tüm bu bilgilerin gösterdiği gerçek, İslam ahlakının Müslümanları, Musevi ve Hristiyanlara karşı anlayışlı davranmakla, onlara ibadet ve inanç özgürlüğü sağlamakla, kültürlerine ve örflerine saygılı olmakla, samimi olarak iman eden Kitap Ehli'ne merhamet ve sevgiyle yaklaşmakla yükümlü kıldığıdır. Bunun aksi bir davranış hem Kuran ahlakına hem de Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine uygun değildir.
Hz. İsa (as)'ın, Allah'ın dilemesiyle gerçekleştirdiği mucizelerinden biri olan hastaları iyileştirmesini resmeden bu tablo, Louvre Müzesi'nde sergilenmektedir.
"Hz. İsa (as) Körü İyileştirirken", Nicolas Poussin (1594-1665)
Kuran'da Tüm Peygamberler Övülür, Müslümanlar Hz. Musa (as) ve Hz. İsa (as)'ı Gönülden Severler
Kuran'da Tüm Peygamberler Övülür, Müslümanlar Hz. Musa (as) ve Hz. İsa (as)'ı Gönülden Severler
Allah tarihin her döneminde Kendi vahyini insanlara elçileri aracılığıyla ulaştırmıştır. Peygamberler, Allah Katında seçilmiş, Rabbimiz'in kendilerine nimetler verdiği mübarek insanlardır. Üstün ahlakları ile tüm insanlara örnek olarak yaratılmış olan peygamberler, gönderildikleri toplumlara Allah'ın dinini anlatmışlar, onları kötülüklerden sakındırarak iyiliği emretmişler, insanların imanlarına vesile olmuşlardır. Kuran'da pek çok ayette geçmişte yaşamış olan toplumlardan ve bu toplumlara gönderilen peygamberlerin hayatlarından örnekler verilmektedir. Kuran'da bildirilen peygamber kıssalarında, bu mübarek insanların Allah'ın varlığını ve dinini tebliğ etmeleri, inkar edenlere karşı yürüttükleri fikri mücadele, tebliğ yaptıkları insanların verdikleri karşılık detaylı olarak bildirilmiş ve elçilerin gösterdikleri sabır, fedakarlık, samimiyet, ince düşünce, insaniyet gibi üstün ahlak özellikleri tüm inananlara örnek gösterilmiştir. Tüm peygamberlerin Rabbimiz'in seçtiği kutlu insanlar olduğunun bilincinde olan Müslümanlar da, gönderilmiş olan bütün peygamberlere iman ederler. Allah Kuran'da, Hz. Nuh (as)'a ve Hz. İbrahim (as)'a vahyettiği dini, Hz. Musa (as)'a, Hz. İsa (as)'a ve Hz. Muhammed (sav)'e de vahyetmiş olduğunu bildirmiştir:
O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten Kendisi'ne yöneleni hidayete erdirir. (Şura Suresi, 13)
Müslümanlar, "... Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız." (Bakara Suresi, 136) ayetiyle buyurulduğu gibi, tüm peygamberlere birini diğerinden ayırt etmeden iman eder, hepsini derin bir sevgiyle sever ve bu kutlu insanların hayatlarını ve ahlaklarını överek anarlar.
Peygamberlerin hepsi kavimlerine, Rabbimiz Katındaki hak dini tebliğ etmiş, onları Bir ve Tek olarak Allah'a iman etmeye çağırmış, ahiret gününe karşı uyarıp korkutmuşlardır. Tüm peygamberler, Müslümanlar için örnek almaları ve saygıyla anmaları gereken üstün bir ahlaka, derin bir imana sahip mübarek insanlardır. Allah'ın Kuran'da bu mübarek insanları övmesi gibi, Müslümanlar da Hz. Muhammed (sav)’in yanı sıra Hz. İsa (as)'ın, Hz. Musa (as)'ın, Hz. Yakup (as)'ın, Hz. Nuh (as)'ın, Hz. Yusuf (as)'ın, Hz. İbrahim (as)'ın, Hz. İlyas (as)'ın, Hz. Şuayb (as)'ın, Hz. Lut (as)'ın ve diğer tüm peygamberlerin örnek ahlaklarını, tavırlarını ve imanlarını şevkle ve heyecanla, överek anmalıdırlar. Bu, Allah’ın Kuran’da övdüğü bir ibadet şeklidir. Bütün peygamberlerin hayatında müminlerin üzerinde düşünecekleri, kendilerine örnek alacakları hikmetler vardır. Bu hikmetleri göz ardı etmek ya da gereği gibi düşünmemek samimi Müslümanlara yakışmaz. Elbette, Allah'a ve ahiret gününe iman edenler salih Müslümanlar için Ahzap Suresi'nin 21. ayetinde buyurulduğu gibi Allah'ın Resulü Hz. Muhammed (sav)'de en güzel örnekler vardır. Ancak salih bir Müslüman için sevgili Peygamberimiz (sav)'in ahlakı ile ahlaklanmak ne kadar önemliyse, diğer peygamberlerimizin şerefli ahlakını izlemek ve onlar gibi Allah'ın razı olduğu insanlardan olabilmek de o kadar önemlidir.
Allah Kuran'da, Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as)'ın Kendi Katında hayırlı ve şerefli, mübarek insanlar olduğunu şöyle bildirmiştir:
Andolsun, Biz Musa'ya ve Harun'a lütufta bulunduk. Onları ve kavimlerini o büyük üzüntüden kurtardık. Onlara yardım ettik, böylece üstün gelenler oldular. Ve ikisine anlatımı-açık Kitab'ı verdik. Onları dosdoğru yola yöneltip-ilettik. Sonra gelenler arasında da ikisine (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. Musa'ya ve Harun'a selam olsun. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz ikisi, Bizim mü'min olan kullarımızdandılar. (Saffat Suresi, 114-122)
Allah, Hz. Musa (as)'ı Firavun'un esareti altında bulunan İsrailoğulları'na elçi olarak göndermiş ve ona Enam Suresi'nin 154. ayetinde belirtildiği gibi "iyilik yapanların üzerinde (nimetimizi) tamamlamak, herşeyi ayrı ayrı açıklamak ve bir hidayet ve rahmet olarak..." Kitap'ı vermiştir. Hz. Musa (as)'a seçilmiş olduğunun vahyedilişi ise Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Sana Musa'nın haberi geldi mi? Hani bir ateş görmüştü de, ailesine şöyle demişti: "Durun, bir ateş gördüm; umulur ki size ondan bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol-gösterici bulurum." Nitekim ona gidince, kendisine seslenildi: "Ey Musa. Gerçekten Ben, Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva'dasın. Ben seni seçmiş bulunuyorum; bundan böyle vahyolunanı dinle." (Taha Suresi, 9-13)
…O, oğullarına: “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediğinde, onlar:
“Senin İlahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın İlahı olan tek bir İlaha ibadet edeceğiz; bizler O’na teslim olduk” demişlerdi.
(Bakara Suresi, 133)
Hz. Musa (as) gerek Firavun'a ve yakın çevresine karşı, gerekse kendi toplumu içindeki münafık karakterli ve zayıf imanlılara karşı büyük bir mücadele yürütmüş, her zaman Allah'a olan teslimiyeti, tevekkülü, sabrı, cesareti, fedakarlığı, aklı, azmi ve şevki ile tüm inananlara örnek olmuştur. Müslümanlar da Hz. Musa (as)'a içten bir saygı duyar ve ona iman ederler.
İsa Peygamber (as) ise, Kuran'da, "Allah'ın elçisi ve kelimesi" (Nisa Suresi, 171) olarak tanıtılır; onun insanlığa bir "ayet (alamet)" kılındığı (Enbiya Suresi, 91) bildirilir; mücadelesi, Allah'ın kendisine lütfettiği mucizeleri, hayatı hakkında hikmetli bilgiler verilir. Hz. İsa (as) bir Kuran ayetinde şöyle övülmektedir:
Hani melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır." (Al-i İmran Suresi, 45)
Hz. İsa (as)'a verilen İncil'in nitelikleri ise Kuran'da şöyle açıklanır:
Onların ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik. (Maide Suresi, 46)
Kuran'da bildirildiği üzere, Hz. İsa (as)'ı diğer peygamberlerden ayıran bazı özellikler vardır. Bunlardan en önemlisi onun halen ölmemiş, Allah Katına yükseltilmiş ve yeryüzüne tekrar geri dönecek olmasıdır. Birçok kimsenin sandığının aksine Hz. İsa (as) öldürülmemiş, başka bir sebeple de ölmemiştir. Kuran'da inkarcıların onu "asamadıkları ve öldüremedikleri" (Nisa Suresi, 157) kesin bir şekilde belirtilir ve Allah'ın onu Kendi Katına yükselttiği haber verilir. Hiçbir ayette Hz. İsa (as)'ın öldüğünden ya da öldürüldüğünden söz edilmez. Bunların yanı sıra, Kuran'da Hz. İsa (as) hakkında öyle bilgiler verilir ki, bunlar tarihte henüz meydana gelmemiştir ve bu olayların gerçekleşmesi ancak Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne geri dönmesi ile mümkün olacaktır. Kuran'da haber verilen olayların gerçekleşeceğinden ise hiçbir kuşku yoktur. (Bu konu ilerleyen bölümlerde detaylı olarak incelenecektir.) Dolayısıyla, Müslümanlar da tıpkı Hristiyanlar gibi, Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelişini büyük bir şevk ve heyecanla beklemekte, İsa Mesih (as)'ın gelişine en güzel şekilde hazırlanmak için gayret etmektedirler.
Hz. İsa (as)'ın mübarek annesi Hz. Meryem de, Allah’ın Kuran’da üstün ahlakı ve güzel davranışlarıyla övdüğü,, alemlerin kadınlarına üstün kılınmış, örnek bir insandır.
Kuran'da Hz. Meryem'le ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:
Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti. (Al-i İmran Suresi, 42)
İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona Ruhumuz'dan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı. (Tahrim Suresi, 12)
İman edenlerin, Allah'ın ayetlerinde üstün ahlaklarını ve davranışlarını övdüğü mübarek kullarına derin bir sevgi ve hürmet beslemeleri, onları övgüyle anmaları, onları kendilerine örnek almaları olması gereken bir tutumdur. Samimi olarak iman eden tüm Müslümanlar da bu tutumu sergilemeye özen göstermelidir.
Peygamberimiz (sav) Döneminde Ben-i İsrail ve Hristiyanlar Güvenlik İçinde Yaşıyorlardı
ADNAN OKTAR: Ben-i İsrail, peygamber soyudur, bizim kendi peygamberlerimizin torunlarıdır. Ve Hz. Musa (as)'ın şeriatına tabi olan insanlardır ve o şeriatı, yani o dini şu ana kadar yaşayarak devam etmişlerdir. Dolayısıyla, peygamber soyundan olan bu tertemiz insanları devletsiz bırakmak, milletsiz hale getirmeye kalkmak, topraklarından sürüp çıkartmaya kalkmak, onlara yaşama hakkı vermemek hiç akılcı ve vicdanlı bir tavır değil.
Müslüman şefkatlidir, merhametlidir, sevgi doludur. Tabi ki, onlar da bizim kardeşimizdir, yaşam hakları vardır. Birinci sınıf insanlardır, o bölgede istedikleri gibi yaşarlar, ticaret yaparlar, sanatla uğraşırlar, bilimle uğraşırlar. Yani, niçin onlar oradan sürülüp çıkarılsın ve neden huzursuz yaşasınlar veyahut huzurlu yaşam hakları ellerinden alınsın? Bunu, makul hiçbir insan kabul etmez, ben de kabul etmiyorum. Tabi ki huzur içinde mutluluk içinde yaşayacaklardır, hayat garantileri olacaktır. Türk İslam Birliği içerisinde bereket ve bolluk içinde yaşayacaklardır.
Kuran'ın hükmü ortada, Peygamberimiz (sav)'in sünneti, uygulamaları ortada. Peygamberimiz (sav) zamanında Ehl-i Kitap son derece rahat yaşıyordu, Ben-i İsrail son derece rahat yaşıyordu. O zaman Kudüs'te de onlar yaşıyorlardı, İsrail bölgesinde yaşıyorlardı. Mutluluk ve bereket içindeydiler, Peygamberimiz (sav) onlara karşı çok şefkatli ve sevecen davranıyordu. Musevilerden kız alınabilir, evlenilebilir, onların kestiği yenir, sofralarında oturulur, evlerine gidilir, dost olunur, arkadaş olunur bu Peygamberimiz (sav) zamanında olan bir uygulama ve bir sünnettir.
Bu Hristiyanlar için de aynı şekildedir, Peygamberimiz (sav)'in cariyelerinden bir tanesi biliyorsunuz Hristiyandı. Ki, bizim annemizdir, yani saygıyla sevgiyle andığımız bir insandır. Bunu, bir tek Musevilik için söylemiyorum. Aynı zamanda Hristiyanlar da öyle, mutluluk ve huzur içinde yaşamak hakkı olan, rahat yaşama hakkı olan, bereket ve bolluk içinde yaşama hakkı olan ve bunun sevincini yaşadıklarını görmemiz gereken insanlardır.
(Sayın Adnan Oktar'ın Gulf Today röportajından, 2 Kasım 2008)
Müslümanlar Kitap Ehlini Koruyup Kollamakla Mükelleftirler
MUHABİR: Peki Hocam, antisemitizm İslam’a neden tamamen aykırı bir ırkçılıktır?
ADNAN OKTAR: Bizim peygamber soyuna karşı sevgimiz var, Hz. İbrahim (as) soyuna karşı sevgimiz var. Peygamber Efendimiz (sav), Hz. İbrahim (as) soyundandır, Hz. Mehdi (as) Hz. İbrahim (as) soyundandır. Abdülkadir Geylani, büyük imamlar hep Hz. İbrahim (as) soyundan gelmişlerdir. Dolayısıyla bizim peygamber soyuna karşı bir öfkemiz, kinimiz olamaz bu ancak şeytani bir kafada olur, şeytani bir düşüncede olur.
Biz ateist Siyonist düşünceye karşıyız. Yoksa dindar Musevileri biz şefkatle seviyoruz ve peygamber soyundan oldukları için de onlara ayrıca da yine muhabbetimiz, sevgimiz var. O anlamda onlara karşı bir zıtlığımız, düşmanlığımız olmaz, bu haramdır, Müslümanlıkta böyle bir şey yoktur. Bilakis muhafaza etmek, koruyup kollamak, şefkat göstermek vardır. Biz onları koruyup kollamakla mükellefiz. Dinlerini tabii ki istedikleri gibi yerine getireceklerdir, eda edeceklerdir, Hristiyanlar da öyle, bizim onlara o anlamda bir olumsuz müdahalemiz değil, olumlu müdahalemiz olabilir ancak. (Adnan Oktar'ın Kaçkar TV röportajından, 22 Ocak 2009)