1) İman grubu ki, burada nifak yoktur.
2) Nifak grubu ki burada da iman yoktur.
İşte siz bu durumda iken, artık sabah-akşam Deccal´ın gelmesini bekleyin."
Bu hadiste sözkonusu edilen fitne çeşitleri birbirini takiben ortaya çıkacak fitneler olabileceği gibi, birbiriyle öncelik, sonralık irtibatı olmayan fitneler de olabilir.
Kur´an-ı Kerim´de, bilhassa geldiği zaman, sadece zalimlere değil, herkese çarpan fitneye karşı dikkat çekilmiş olması da ( Enfal 25), fitnelerin çeşitli olacağını te´yid etmektedir. Hatta ayette geçen fitnenin yukarıda zikri geçen "yaygın fitne ( fitnetu´dduheyma) olduğu da söylenebilir.
Bir başka hadiste Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) fitneden daha değişik kelimelerle bahseder : "Şurası muhakkak ki, benden sonra henat ve henat ( yani şerler ve fesatlar) olacak. Cemaatten ayrılan veya Muhammed ümmetinin birliğini bozmak isteyen birisini gördünüz mü, bu herifi kim olursa olsun öldürün. Zîra Allah´ın ( yardım) eli cemaat üzerindedir. Şeytan ise cemaatten ayrılanla birliktedir."[50
DECCAL FİTNESİ :
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in hadislerinde yeralan fitne çeşitlerinden bahsederken Deccal fitnesinden ayrıca bahsetmemiz gerekmektedir. Zîra, Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), bilhassa bu fitneye karşı mükerreren uyarıda bulunmuştur. Hadislere göre, bu fitne, insanlığın en büyük fitnesidir. Hz. Nuh´tan bu yana bütün peygamberler aleyhimüsselam, ümmetlerini Deccal fitnesine karşı uyarmışlardır. Deccal´in iki gözünün arasında kafir yazılıdır, okuma yazmayı bilen de bilmeyen de bunu okur. Deccal´ın beraberinde ateş ve cennet beraber bulunur, onun ateşi cennet, cenneti ateştir. Onun iki akan nehri vardır. Bakınca biri tatlı sudur, diğeri yakıcı ateştir. Fakat kim buna kavuşursa ateş olan nehre gelmeli, ondan içmelidir. Zîra o aslında tatlı sudur. Deccal Medine ve Mekke haricinde her beldeye ayak basacaktır. Çıkacak olan Deccal sayıca otuzu bulacak, hepsi de Allah ve Resulü hakkında iftiralar düzerek küfre düşecek vs.
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in, Deccal fitnesine karşı vaki uyarıları tebligatında mühim bir yer tutar. Bu husus, Deccal´le alâkalı rivayetlerin çokluğundan anlaşılabileceği gibi, bilahare bunun, selef tarafından mahalle mekteplerinde muallimler tarafından çocuklara öğretilecek bilgiler arasında yer verilmesi gerektiğine hükmedilecek kadar ehemmiyet verilmiş olmasından da anlaşılmaktadır.
Esasen Heysemi tarafından sıhhati te´yid edilen bir hadiste Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), Deccal fitnesine karşı halkı devamlı uyarmayı tavsiye etmekte bunun terkini hoş karşılamamaktadır : "İnsanlar Deccal´ı zikrettiği, imamlar minberlerden bunu duyurmaya devam ettiği müddetçe Deccal çıkmaz." Öyle ise, bazı hadislere göre, namazların arkasında istiaze edilecek, Allah´ın yardımı talep edilecek dört şeyden biri "Deccal fitnesi" olmalıdır.
Fitne üzerine gelen ve bazan birbirine zıd olan tavsiflerin, farklı zaman ve farklı mekanlarda zuhur edecek, mahiyetçe birbirinden farklı fitnelerle alâkalı olduğuna şarihlerce de dikkat çekilmiştir. Nitekim Buhari şarihi aynî, muhtelif hadislerde kıyamet alâmetleri olarak beyan edilen "cimriliğin artması" ile, yine muhtelif hadislerde ifade edilen "bolluğun artması" gibi zıt durumları, dediğimiz şekilde te´lif zımnında şunları söyler : "Her ikisi de ( yani bolluğun artması da, cimriliğin artması da) kıyamet alâmetlerindendir. Fakat, her biri başka başka zamanlara aittir."[51]
DEVLETE İSYAN :
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in hadislerinde mevzubahs edilen fitneleri, başta Ashab olmak üzere, her devir âlimleri kendi zamanlarındaki huzursuzluklara tatbik etmişlerdir. Zamanımızın Müslümanları da tabii olarak aynı şeyi yapmak isteyecektir. Ancak, kıyamete kadar gelecek her devre hitap eden Resulullah´ın sözlerini belli bir asırda yorumlarken, hataya düşmemek için son derece dikkat etmek gerekir.
Bu sebeple "imtihan"dan "isyan"a kadar pek çok mânaları ihtiva eden fitne ve müteradifi tabirlerle alâkalı açıklamalarda yanlış anlamalara, tehlikeli ve ters yorumlara düşmeyi önlemek için, devlete karşı gelmek şeklinde ifadesini bulan dahilî fitneler hususunda fukahanın taksimat ve değerlendirmesini burada kaydetmeyi lüzumlu görüyoruz. Esasen gayemiz, bugünkü fiilî durumu teker teker ele alarak tahlil etmekten ziyade, İslamî ölçüyü, sünnette, Kur´an´da ve alimlerin değerlendirmelerinde yer almış olan zaman ve mekanüstü endazeyi okuyucunun eline vermeye çalışmaktır. Ölçme işini, miyara vurma işini okuyucunun ferasetine bırakacağız.
Fakihler, meşru otoriteye ( veliyyü´l-emr´e) itaat etmemek, karşı gelmek şeklinde tezahür eden davranışları adi suçlardan ayrı mütalaa etmişlerdir. Günümüzde de bu çeşit cürümlere kısaca "siyasî cürüm" diyoruz. İslam fakihleri bu siyasî cürmü işleyenleri dört grupta mütalaa etmişlerdir : [52]
1- Bugat :
"Ulu´l-emrin haklı olan emirlerine haksız olarak isyan edip, bir bölgeyi zorbalığı altına alanlardır." Bunları diğer isyankâr gruplardan ayıran vasıflar şunlardır :
a) Bunlar otoriteye ( Veliyyü´l-emr´e) karşı bir te´vile ( haklı gibi görünen bir bahaneye) dayanarak haksız yere isyan ederler.
b) İsyan etmiş olmakla beraber, kendilerinden olmayan Müslümanların kanlarını, mallarını helal ve zürriyetlerinin esir edilmesini mübah görmezler.
Bunlar esas olarak bir te´vile dayanarak isyan ettikleri, yağma vs.´yi mübah görmedikleri için, bunlarla yapılan savaşta, bunların telef ettiği mal ve can sebebiyle, kendilerine ceza terettüp etmez. Fukaha bu hükmü Zührî´den gelen şu rivayete istinad ettirmiştir : "Hz. Peygamber´in ashabının çokca bulunduğu bir zamanda fitne çıktı. Ashab şu hususta ittifak ettiler : "Kur´an´ın te´vili ile helal addedilen her kan bırakılmıştır. Kur´an´ın te´vili ile helal addedilen her mal bırakılmıştır, Kur´an´ın te´vili ile helal addedilen her ferc bırakılmıştır ( bunlar için ceza verilmez)." Bu hususta Sahabe´nin icmaı hasıl olmuştur. Bağiler desteksiz ise esirler öldürülmez, kaçanlar kovalanmaz. Arkaları varsa esir edilirler veya hapsedilirle
İmam, bağilerin oyalama nevinden olmayan sulh teklifini, durumlarını görmek için kabul edebilir. Ancak, buna mukabil para alamaz.[53]
2- Kutta-ı Tarik ( Yol Kesenler) :
Bunlar otoritenin ( veliyyü´l-emr´in) itaatinden bir te´vile müstenid olmaksızın çıkarak yolları kesen halkın can ve malına kasteden kimselerdir.Bunların geride güvenip dayandıkları bir şey ( teşkilat, kuvvet, teşvikçi gibi bir nokta-i istinad) bulunsa da bulunmasa da bu ismi alırlar.[54]
3- Kutta-ı Tarik Mesabesinde Olanlar :
Bunlar da veliyyü´l-emrin ( otoritenin) itaatinden bir te´vile müstenid olarak çıkan, geride güvenip dayandıkları bir şey bulunmayan kimselerdir.
Bu iki gruba "yolkesenler"le alâkalı ahkâm uygulanır.[55]
4- Havariç :
Bunlar kendilerince haklı olan bir te´vle dayanarak isyan edenlerdir. Ancak te´villerine dayanarak,
a) Otoritenin kâfir olduğunu ileri sürerler.
b) Otorite ile savaşmanın farz olduğunu kabul ederler.
c) Kendilerine muhalif olan Müslümanların öldürülüp, mallarının gasbedilmesini ve zürriyetlerinin de esir edilmesin helal addederler.
d) Bunlar, geride güvenip dayanacakları bir şeye de sahiptirler.
Hariciler cumhur-u fukahaya ve ehl-i hadisin ekserisine göre bugat ( asiler) hükmündedirler. Bazı ehl-i hadise göre bunlara mürted ahkâmı tatbik edilir.[56]
* İSMİ ZİKREDİLEN FİTNELER
ـ4766 ـ1ـ عن حُذيفة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]كُنَّا عِند عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فقال : أيُّكُمْ يَحْفَظُ حَدِيثَ رَسُولِ اللّهِ # في الْفِتْنَةِ؟ فَقُلْتُ : أنَا. قَالَ : إنَّكَ لَجَرِئٌ؛ وَكَيْفَ؟ قَالَ قُلْتُ : سَمِعْتُهُ يَقُولُ : فِتْنَةُ الرَّجُلِ في أهْلِهِ وَمَالِهِ وَوَلَدِهِ وَنَفْسِهِ وَجَارِهِ يُكَفِّرُهَا الصِّيَامُ، وَالصََّةُ، وَالصَّدَقَةُ، وَا‘مْرُ بِالْمَعْرُوفِ، وَالنَّهْىُ عَنِ الْمُنْكَرِ فقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه : لَيْسَ هذَا أُرِيدُ إنَّمَا أُريدُ الَّتِى تَمُوجُ كَمَوْجِ الْبَحْرِ قَالَ
فَقُلْتُ : مَالَكَ وَلَهَا يَا أمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ! إنَّ بَيْنَكَ وَبَيْنَهَا بَاباً مُغْلِقاً. قَالَ : فَيُكْسَرُ الْبَابُ أوْ يُفْتَحُ؟ قَالَ : قُلْتُ : َ. بَلْ يُكْسَرُ. قَالَ : ذلِكَ أحْرَى أنْ َ يُغْلَقَ أبَداً. فَقُلْنَا لِحُذَيْفَةَ : هَلْ كَانَ عُمَرُ يَعْلَمُ مَنِ الْبَابُ؟ قَالَ : نَعَمْ، كَمَا يَعْلَمُ أنَّ دُونَ غَدٍ اللَّيْلَةَ، إنِّي حَدَّثْتُهُ حَدِيثاً لَيسَ بِا‘غَالِيطِ. فَقِيلَ لِحُذَيْفَةَ : مَنِ الْبَابِ؟ قَالَ : عُمَرُ[. أخرجه الشيخان والترمذي .
1. ( 4766)- Huzeyfe ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Hz. Ömer ( radıyallahu anh)´in yanında idik : Bize :
"Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın fitne hakkındaki hadisini kim hafızasında tutuyor " dedi. Ben atılıp : "Ben biliyorum!" dedim.
"Sen iyi cür´etlisin, nasılmış söyle bakalım!" dedi. Ben de anlattım :
"Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ı işittim. Demişti ki : "Kişinin fitnesi ehlinde, malında, çocuğunda, nefsinde ve komşusundadır. Oruç, namaz, sadaka, emr-i bi´lmaruf ve nehy-i ani´lmünker bu fitneye kefaret olur!
Ömer ( radıyallahu anh) atılıp : "Ben bu fitneyi kastetmemiştim. Ben öncelikle denizin dalgaları gibi dalgalanacak ( bütün cemiyeti sarsacak) fitneyi kastetmiştim!" dedi. Bunun üzerine ben :
"Ey mü´minlerin emîri! O fitne ile sizin ne alâkanız var! Sizinle onun arasında kapalı bir kapı mevcut!" dedim.
"Bu kapı kırılacak mı, açılacak mı " dedi.
"Hayır açılmayacak bilakis kırılacak!" dedim. Hz. Ömer ( hayıflanarak) :
"( Eyvah) Öyleyse ebediyen kapanmayacak!" buyurdu." Ravi der ki : "Biz Huzeyfe ( radıyallahu anh)´ye sorduk :
"Ömer bu kapının kim olduğunu biliyor muydu "
"Evet, dedi. Yarından önce bu gecenin olacağını bildiği katiyyette onu biliyordu. Ben hadis rivayet ettim; boş söz ( ve efsane) anlatmadım.
"Huzeyfe ( radıyallahu anh)´ye soruldu :
"O kapı kimdir "
"Ömer ( radıyallahu anh)´dir!" buyurdu." [Buharî, Mevakitu´s-Salat 4, Zekat 23, Savm 3, Menakıb 25, Fiten 17; Müslim, Fiten 17, ( 144); Tirmizî, Fiten 71, ( 2259).][57]
ـ4767 ـ2ـ وفي رواية لمسلم رحمه اللّه قال : ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ : تُعْرَضُ الْفِتَنُ عَلى الْقُلُوبِ كَالْحَصِيرِ عَوْداً عَوْداً. فأىُّ قَلْبٍ أُشْرِبَهَا نَكَتَتْ فِيهِ نُكْتَةً سَوْدَاءَ، وَأىُّ قَلْبٍ أنْكَرَهَا نَكَتَتْ فيهِ نُكْتَةً بَيْضَاءَ حَتّى يَصِيرَ عَلى قَلْبَيْنِ : قَلْبٍ أبْيَضَ مِثْلِ الصَّفَا فََ يَضُرُّهُ فِتْنَةٌ مَا دَامَتِ السَّمواتُ وَا‘رْضُ وَاŒخَرُ أسْوَدُ مُرْبَادٌّ كَالْكُوزِ مَجْخِيّاً َ يَعْرِفُ مَعْرُوفاً وََ يُنْكِرُ مُنْكَراً إَّ مَا أُشْرِبَ مِنْ هَوَاهُ؛ وَفيهِ قَالَ حُذَيْفَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه : إنَّ بَيْنَكَ وَبَيْنَهَا بَاباً مُغْلَقاً يُوشِكُ أنْ يُكْسَرُ قَالَ عُمَرُ : أكَسْراً َ أبَالَكَ؟ فَلَوْ أنَّهُ فُتِحَ، كَانَ لَعَلَّهُ يُعَادُ. قَالَ : وَحَدَّثْتُهُ أنَّ ذلِكَ الْبَابَ رَجُلٌ يُقْتَلُ أوْ يَمُوتُ حَدِيثاً لَيْسَ بِا‘غَالِيطِ. فَقُلْتُ لِسَعْدِ بْنِ طَارِقٍ : مَا أسْوَدُ مُرْبَادٌّ؟ قَالَ : شِدَّةُ الْبَيَاضِ في سَوَادٍ. قُلْتُ : فَمَا الْكُوزُ مُجْخِيّاً؟ قَالَ : مَنْكُوساً[.»والجرأةُ« ا“قدام على ا‘مر العظيم.و»ا‘غاليطُ« جمع أغلوطة، وهى المسائل التي يغلط بها، وا‘حاديث التي تذكر للتكذيب.وقوله : »كَالْحَصِير عَوْداً عَوْداً« معناه أن القلوب تحيط بها الفتن حتى تكون فيها المحصور والمحبوس، يقال حصره القوم : إذا أحاطوا به وضيقوا عليه.وقوله : »عَوْداً عَوْداً« بفتح العين : أي مرة بعد مرة.و»أشربها« أى دخلت فيه وقبلها وسكن إليها .
و»النكتة« ا‘ثر.و»المربادُّ« الذي في لونه ربدة، وهى لون بين السواد والغبرة.و»المجخيُّ« المائل عن استقامة واعتدال هاهنا .
2. ( 4767)- Müslim rahimehullah´ın bir rivayetinde ( Huzeyfe radıyallahu anh) anlatıyor : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ı işittim. Demişti ki :
"Fitneler, tıpkı ( kamışlardan örülen) hasır gibi, ( insanların kalbine) çubuk çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne nüfuz ederse onda siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek hasıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar : Biri cilalı taş gibi bembeyazdır; dünyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan ( beşerî değerlerden) kendisine ne yutturulmuşsa, onu ( hak veya batıl) bilir.
"Bu rivayette Huzeyfe ( radıyallahu anh) der ki : "( Ey Ömer!) Seninle o fitne arasında kapalı bir kapı vardır kırılması yakındır!"
Hz. Ömer atıldı : "Ey babasız kalasıca! O kırılacak mı keşke açılsaydı. Böylece tekrar ( kapatılarak eski normal hale) dönülürdü!"
Huzeyfe der ki : "Ben ona bu kapı ile öldürülecek veya ölecek bir şahsın kinaye edildiğini bildiren bir hadis söyledim. Mugalata ( ve efsane anlatıp boş laf) etmedim."
Ravi der ki : "Sa´d İbnu Tarık´a ( hadiste geçen) "esvedü mürbad" tabiri ne demektir " diye sordum.
"Siyah üzerine şiddetli beyazlıktır" dedi. Ben tekrar "elkûzu mechıyy" nedir " dedim. "Tepetaklak ( ters çevrilmiş) testi!" diye cevap verdi." [Müslim, İman 231, ( 144).][58]
AÇIKLAMA :
1- Bu hadis, Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın, istikbalde olacakları ihbar sınıfına giren mucizelerdendir. Aslında gaybı sadece Allah bilir. Ancak Allah´ın bildirmesiyle insanlar da bilebilir. Peygamberler, Allah´ın gaybı bildirme nimetine en ziyade mazhar olan kimselerdir. Resul-i Ekrem ( aleyhissalâtu vesselâm), en kamil mertebede bu nimete mazhar olmuştur. Şarihler, bu hadisle Hz. Ömer´in şehit olacağının ihbarı ile Hz. Osman fitnesinin haber verildiğini belirtirler.
2- Bizim dikkat çekeceğimiz bir mucize de fitneye düşenlerin psikolojik halleriyle ilgili beyanlardır. Bunu da bir mucize olarak değerlendirmemize hiç bir mani yoktur. Fitneye tam olarak düşmüş olan kimsede herkesçe müsellem olan değerlerin kaybolduğu, kendisine "içirilen" -ki yutturulan diye tercüme ettik- dışında bir değer tanımadığı belirtilmiştir.[59] Günümüzde bu tip insanları fiilen gördüğümüz için hadisin demek istediği gerçeği daha iyi anlama şansına sahibiz. Aksi takdirde inayet-i İlahiyeye mazhariyet dışında bir imkânla bu hadisin mesajını anlamamız mümkün olmayacaktı.
Hadisin anlaşılması için ma´ruf ve münker tabirlerine dönelim : Ma´ruf, şeriatın ve aklın güzel bulduğu şeydir. Ma´rufla, insanlarca elbirlik takdir edilen şeriatça te´yid edilen müşterek değerler sistemi; bir başka ifadeyle iyi olan şeylerin ifade edildiğini, münkerle de yine insanlarca elbirlik reddedilen, takbih edilen, şeriatça da çirkinliği, kötülüğü, zararlılığı te´yid edilen değerlerin ifade edildiğini bilmek gerekir. Bu değerler ferdî değildir, beşerî değildir. Bu sebeple hadis, bunların heva olmadığına dikkat çeker. Hadis, fitneye düşen kimsenin, insanlarca ma´ruf kabul edilmiş bir şeyi maruf addetmediğini; münker bilinen şeyi de münker görmediğini buna mukabil kendisine yutturulan yeni değerler sistemine göre hükmettiğini belirtir. Yeni değerler sistemine hadis heva demektedir. Bir ayet, İlahi değerler yerine "heva"nın konulmasını halis şirk ilan etmektedir : "Gördün mü o heva ( ve heves)ini tanrı edinen kimseyi Şimdi onun üzerine ( habibim) sen mi bir bekçi olacaksın Yoksa onların çoğunu hakikaten ( söz) dinlerler, yahut akıllanırlar mı sanıyorsun Onlar başka değil, dört ayaklı hayvanlar gibidir. Belki yolca daha sapıktır" ( Furkan 43-44).
Ayet-i kerime, beşerî hevaya saplanarak İlahî menşeli marufu "iyi"; münkeri de "kötü" kabul etmeyenleri dört ayaklıdan beter ilan etmektedir.
Böylece sadedinde olduğumuz hadiste, günümüzde çağdaşlık, hümanizm, laisizm gibi yaftalarla nikah, edeb, tesettür, haya, ibadet gibi marufları gericilik diye reddeden; fuhuş, içki, kumar, açıksaçıklık, ahlaksızlık, hayasızlık gibi her çeşit münkeri de ilericilik diye hoş göstermeye, müdafaalarını yapmaya kalkan insanların hem yetişme vetirelerinin ve hem de ruhî yapılarının en beliğ bir tasvirini görmüş olmaktayız.
3- Hadisle ilgili ilave yorumları müteakiben kaydedeceğiz.[60]
ـ4768 ـ3ـ وعن أبى بكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # : يَنْزِلُ أُنَاسٍ مِنْ أُمَّتِى بِغَائِطٍ يُسَمَّى الْبَصْرَةَ عِنْدَ نَهْرٍ يُقَالُ لَهُ دِجْلَةُ. يَكُونُ عَلَيْهِ جِسْرٌ يَكْثُرُ أهْلُهَا، وَتَكُونُ مِنْ أمْصَارِ الْمُهَاجِرِينَ. فَإذَا كَانَ في آخِرِ الزَّمَانِ جَاءَ بَنُو قَنْطُورَاءَ عِرَاضُ الْوُجُوهِ صِغَارُ ا‘عْيُنِ، حَتّى يَنْزِلُوا عَلى شَطّ النَّهْرِ، فَيَتَفَرَّقُ أهْلُهَا ثَثَ فِرَقٍ : فِرْقَةٌ يَأخُذُونَ أذْنَابَ الْبَقَرِ والْبَرِّيَةِ وَهَلَكُوا، وَفِرْقَة يَأخُذُونَ ‘نْفُسِهِمْ وَكَفَرُوا، وَفِرْقَةٌ يَجْعَلُونَ ذَرَارِيَّهُمْ خَلْفَ ظُهُورِهِمْ وَيُقاتِلُونَهُمْ، هُمْ الشُّهَدَاءُ[. أخرجه أبو داود.»الغائط« المطمئن من ا‘رض.و»البصرة« الحجارة البيض الرخوة، وبها سميت البصرة.و»بَنُو قَنْطُورَاءَ« هُم الترك، يقال إن قنطوراء اسم جارية كانت “براهيم الخليل عليه الصة والسم، ولدت له أوداً جاء من نسلهم الترك .
3. ( 4768 )- Hz. Ebu Bekr ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki :
"Ümmetimden bir kısım insanlar Dicle denen bir nehir yanında, Basra denen geniş bir düzlüğe inerler. Nehrin üzerinde bir köprü vardır. Oranın halkı ( kısa zamanda) çoğalır ve muhacirlerin [Müslümanların[61]] beldelerinden biri olur. Ahirzamanda geniş yüzlü, küçük gözlü olan Benî Kantûra gelip nehir kenarına inerler. Bundan böyle ( Basra) halkı üç fırkaya ayrılır :
* Bir fırka sığır ve kır develerinin peşlerine takılıp ( kır ve ziraat hayatına dönerler, bunlar) helak olurlar.
* Bir fırka nefislerini( n kurtuluşunu esas) alırlar ( ve Benî Kantûra ile sulh yolunu) tutarlar. Böylece bunlar küfre düşerler.
* Bir fırka da çocuklarını geride bırakıp onlarla savaşırlar. İşte bunlar şehit olurlar." [Ebu Davud, Mehalim 10, ( 4306).][62]
AÇIKLAMA :
1- Bu hadis, henüz Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın zamanında mevcut olmayan, Hz. Ömer zamanında, hicrî 27 yılında, Utbe İbnu Gazvan tarafından kurulan ve içerisinde hiç puta tapılmamış olan Basra şehrinden bahsetmektedir. Ancak bazı alimler başka görüştedir. Aliyyu´l-Kari şu açıklamayı kaydeder : "El-Eşref der ki : Aleyhissalâtu vesselâm bu şehirle, Medinetu´s-Selam olan Bağdat´ı kastetmiştir. Zîra Dicle hadiste geçen kırdır. Köprü de Bağdat´ın ortasında mevcuttur. Basra´nın ortasında köprü yoktur. Resulullah Bağdat´ı Basra diyerek tanıtmıştır. Çünkü Bağdat´ın dışında kapısına pek yakın bir yer vardır; Babu´l-Basra denir. Aleyhissalâtu vesselâm böylece, Bağdat´ı, ya bir kısmının ismiyle isimlendirmiş olmaktadır; yahut da muzafın hazfedilmesiyle[63] tıpkı ayet-i kerimede وَاسْألِ الْقَرْيََةَ dendiği gibi. Bağdat dahi Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) devrinde bugünkü şekliyle kurulmuş değildi. Keza Aleyhissalâtu vesselâm devrinde, şehirlerden bir şehir de değildi. Bu sebeple Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) : "Müslümanların beldelerinden biri olur" demiş, geleceğe matuf konuşmuştur. Aleyhissalâtu vesselâm zamanında bilakis ( o civarda), Kisra´nın Medain şehri çıktıktan sonra Basra´ya mensup, onun nahiyeleri sayılan bir kısım köyler vardı ( büyük bir şehir yoktu). Ayrıca, meselenin bir başka yönü daha var : Zamanımızda, Türklerin Basra´ya savaş suretiyle girdiğine dair kimse bir şey işitmiş değildir. Hadisin mânası şu olmalıdır : "Ümmetimden bir kısmı, Dicle yakınlarına inecek ve orada yerleşecektir. Burası Müslüman beldelerden biri olacaktır." İşte burası Bağdat´tır." ( Aliyyu´l-Kârî´den.)
2- Benî Kantûra ile Türklerin kastedildiği kabul edilmiştir. Hattâbi, "dendiğine göre" diyerek şu açıklamayı kaydeder : "Kantûra Hz. İbrahim´in cariyesinin ismidir. Hz. İbrahim´in bundan çocukları dünyaya geldi. Türkler bu çocuklardan çoğalmadır." Bazı açıklamalara göre Kantûra, Türklerin atasının ismidir. Bazı âlimler bu açıklamaları reddeder ve "Türklerin, Hz. Nuh´un oğullarından Yafes´ten çoğaldıklarını ileri sürer. Hz. Nuh aleyhisselam, Hz. İbrahim´den çok önce yaşadığına göre Türklerin Hz. İbrahim´le bir irtibatı olmamalıdır. Görüşlerdeki bu zıtlığı, "Cariyenin, Yafes evladından olması mümkündür" veya "Cariye ile, -Hazreti İbrahim´in evladlarından gelmesi haysiyetiyle- Hz. İbrahim´e mensup, Yafes´in evladlarından biriyle evlenmiş bir kızın kastedilmiş olması, Türklerin mezkur evlilikten hasıl bulunması da mümkündür" gibi uzlaştırıcı açıklamalarla kaldırmaya çalışanlar da olmuştur.
Şunu kaydetmek isteriz : Yeryüzündeki ırkların menşei bugün dahi ilmî kesin bir çözüme kavuşmuş değildir. Sadece bazı nazariyeler mevcuttur. Kaydedilen açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, eski kitaplarımız da, çok sağlam ve kesin bir kaynağa dayanmaksızın, malumat-ı mütearife şeklinde yaygınlık kazanmış olan birkısım rivayeti, bütün farklılıklarıyla birlikte tekrar etmektedirler. İlerde Kıyamet´le ilgili bölümde, Kıyamet Öncesi Fitneler Faslında ( 5018. hadis) açıklayacağımız üzere ulemanın ekseriyeti tarafından Benî Kantûra´dan maksadın Türkler olduğu kabul edilmiş bulunduğu halde bununla başkasının ve mesela Sudanlıların kastedildiğini söyleyenler de olmuştur.
3- Basralıların ayrılacağı üç fırka hususunda şarihler şu açıklamayı kaydederler :
1) "Sığırların ve kır develerinin kuyruklarını yakalarlar"dan murad, "Savaştan kaçınırlar, canlarını ve mallarını kurtarmayı düşünürler ve sığırlarının peşine düşerek kırlara, çöllere çekilirler. Ancak oralarda helak olurlar" veya "Savaştan kaçınıp ziraatle meşgul olurlar. Ekip kaldırmak maksadıyla sığırların peşine takılarak muhtelif yerlere dağılırlar, oralarda helak olurlar."
2) "Can derdine düşenler"den maksad, Benî Kantûra ile sulh yapmayı prensip edinen zümredir. Bunlar sulh elde edecek ama dinden, sünnetten, şahsiyetten fedâkârlıkla, zilletle bunu yapabilecektir. Bu da helakın bir başka şekli, cesedden önce ruhun öldürülmesidir. Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) bunu da te´yid etmiyor.
3- Üçüncü grup, kadın ve çocuklarını arkada bırakarak Benî Kantura´ya karşı çıkıp mertçe savaşanları teşkil edenlerdir. Bunlar Resulullah´ın te´yid ve tasvibindedir. Zîra bunlardan ölenlerin şehit olacaklarını haber vermektedir.
Aliyyu´l-Kârî der ki : "Bu hadis Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın mucizelerindendir. Çünkü, hâdise Aleyhissalâtu vesselâm´ ın haber verdiği tarzda aynen, 656 yılında Safer ayında vukua gelmiştir."
Aliyyu´l-Kârî´nin temas ettiği bu hâdise, Hülagu tarafından Bağdat´ın zaptıdır.
Bağdat´ın düşmesiyle noktalanan İslamî tezebzüb ibretlerle dolu bir hâdisedir. Hülagu, Bağdat´ı zaptettikten sonra Halep Hükümdarı el-Meliku´n-Nasır´a yazdığı bir mektupta, Müslümanların uğradığı bu mağlubiyet ve zilletin sebebini şöyle özetler : "Sizler haram yediniz ve imanınıza sadık kalmadınız. Birçok bid´atları meydana koydunuz. Sabi çocukları kullanmayı adet ettiniz, şimdi buyurun zillet ve hakareti! Bugün yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz. "Zulmedenler nereye gideceklerini ve hangi deliğe tıkılacaklarını yakında görür ve bilirler" ( Şuara 227). Siz bize kafir diyorsunuz. Biz de size fasık ve facir diyoruz."
Mezkur mektubu, dipnotlar da düşerek bazı yorumlar katarak nakleden Ahmed Hilmi´den aynen kaydetmeyi, Resulullah´ın hadisinin anlaşılması ve tarihten ibret alınması için gerekli görüyoruz :
"Bu arada ( Hicrî 657´de) Hülagu, Halep Hükümdarı el-Meliku´n-Nasır´a elçilerle bir mektup gönderdi. Bu mektup, Hülagu´nun davranışı ve zihniyetini göstermesi bakımından çok alakabahştır. Bu sebeple Ebu´l Ferec´den aynen alıyoruz :
"el-Meliku´n-Nasır bilir ki biz ( Hicrî 656´da) Bağdat üzerine inip tanrının kılıncı ile orayı aldık ve oranın sahibini yanımıza çağırarak kendisine iki sual sorduk. Suallerimize cevap veremedi. Bundan dolayı sizin Kur´anınızda "Tanrı hiç bir kavmin elindeki nimeti, o kavim kendi kendisini bozmadıkça bozmaz" ( Rad suresi 2) denildiği gibi, bizim azabımıza kendisinin yapmış olduğu işler yüzünden müstehak oldu. Mallarını kıskandığı için, malına gelecek olan, canına geldi ve tatlı canlarını adi madenlere değiştiler. Bunun sonucu yine Tanrının dediği "her ne yaptılarsa orada hazır buldular" ( Kehf 49) gibi oldu. Çünkü biz, Tanrının kuvvetiyle kalktık ve O´nun kuvvetiyle muvaffak olduk ve olmaktayız. Hiç şüphe yoktur ki biz, yeryüzünde Tanrının askerleriyiz.[64] Kendisi gazabına uğratmak istediği kimseler üzerine bizi gönderir. Olup biten vakalar size ibret ve nasihat olsun. Bizim önümüzde kale para etmez ve karşımıza geçen ordular bir işe yaramaz ve hakkımızda yaptığınız kargışlar ( beddua) bize geçmez. Başkalarına bakıp onların başlarına gelenlerden ibret alın ve örtü açılıp altındakiler meydana çıkmadan ve size bir hata gelmeden önce işlerinizi bizim elimize verin; biz sonradan ağlayanlara ve şikayet feryatları koparanlara acımayız. Nice şehirleri yaktık ve nice kimseler yok ettik ve nice çocukları atasız bıraktık ve yeryüzüne fesat saldık. Size kaçmak varsa, bize de kaçanları yakalamak var. Sizin için bizim kılıncımızdan kurtuluş yoktur. Oklarımız size nerede olsanız yetişir. Atlarımız her attan ziyade koşar ve oklarımız her şeyi yarar geçer, kılıçlarımız yıldırım gibi iner. Akıllarımız dağlar gibi sağlamdır. Sayımız kumlar kadar çoktur. Bizden aman dileyen selamete erer. Bizim ile savaş etmeye yeltenenler sonunda pişman olurlar. Eğer siz bizim emrimize itaat ile şartlarımızı kabul edecek olursanız canlarınız bizim canlarımız ve mallarınız bizim mallarımız gibi olur. Yok, emrimize karşı gelir ve muhalefette ayak dilerseniz, başlarınıza gelecekler geldiği zaman bizi değil kendinizi kınayın, ey zalimler! Tanrı sizin aleyhinizedir. Gelecek musibet ve belalara hazırlanın! Sonucun fena geleceğini önceden söyleyen kimsede şüphe yoktur ki, hiç bir kabahat kalmamıştır. Sizler haram yediniz ve imanınıza sadık kalmadınız. Birçok bid´atları meydana koydunuz. Sabi çocukları kullanmayı adet ettiniz, şimdi buyurun zillet ve hakareti! Bugün yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz! "Zulmedenler nereye gideceklerini ve hangi deliğe tıkılacaklarını yakında görür ve bilirler" ( Şuara 227). Siz bize kafir diyorsunuz. Biz de size fasık ve facir diyoruz. Bütün işleri takdir ve tedbir eden kimse tarafından biz size musallat edildik. Sizin azizleriniz bizim katımızda zelil ve hakirdirler. Sizin zenginleriniz bizim katımızda yoksuldurlar. Yeryüzünün batı ve doğusu bizim elimizdedir. Yeryüzünde ne kadar mal sahipleri varsa onların hepsinin ellerindeki mallar ve kendileri bizim demektir. istediğimiz vakit o malları onların ellerinden alırız ve her gemiyi gasbederiz.[65] Kâfirler ateşlerini alevlendirmeden, kıvılcımlarını saçmadan ve sizin hepinizi yok edip yeryüzünde sizden bir kimseyi bırakmadan, akıllarınızı başlarınıza devşirin; doğruyu eğriden ayırın. Bu mektubumuz ile biz sizi uykudan uyandırdık. Apansız başınıza ateşler yağmamasını istiyorsanız hemen bu mektubumuza cevap verin. Sonrasını siz bilirsiniz."
Hülagu, bu mektubunda, kendilerinin Tanrı te´yidine mazhar oldukları, hatta Tanrı kudretinin kendilerine tecelli ettiği, kendilerinin onun takdirini icra eden memurlar olduklarını, zalimlere, facirlere karşı gönderilmiş bulunduklarını söylemektedir. Cengiz´den itibaren hep böyle konuşmuşlardır. Bu onların bu vazifelerine hakikaten inandıklarını gösterir. "Sizin azizleriniz bizim katımızda zelil ve hakirdirler..." derken de makam-ı uluhiyetten konuşur gibidir. Eski Türk hakanları ( Tanrı kulu)durlar, yani ( Zillullahi fil-arz)dırlar. Tanrının yeryüzünde mümessilidirler ki, bu ibare de ona işaret etmektedir. Diğer taraftan kendi vücudunu ve zuhurunu Kur´an´la da te´yit etmektedir ki, bu kalplere hoş görünmek içindir denilebilir.
Halep Meliki bu mektubu alınca, umerâsıyla müzakere ederek yerine oğlunu gönderdi. Hülagu bunu izaz etmekle beraber, babasının gelmesini şu cümle ile bildirdi : "Onun gönlü bize karşı doğru ise kendi gelir; yoksa biz, ona gideriz." Bu sözler üzerine Melik, Hülagu´ya gitmek istedi ise de beyleri döndürdüler."[66]
ـ4769 ـ4ـ وعن حسّان بْنِ عَطيّة عن جُبير بن نُفَيْر عن رجل من أصحاب النبي # يقال له ذو مخبر قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # سَتُصَالِحُونَ الرُّومَ صُلْحاً آمِناً فَتَنْزُونَ أنْتُمْ وَهُمْ عَدُوّاً مِنْ وَرَائِكُمْ فَتُنْصَرُونَ وَتَغْنَمُونَ وَتَسْلَمُونَ، ثُمَّ تَرْجِعُونَ حَتّى تَنْزِلُوا بِمَرْجٍ ذِى تُلُول، فَيَرْفَعُ رَجُلٌ مِنْ أهْلِ النَّصْرَانِيَّةِ الصَّلِيبَ؛ فَيَقُولُ : غَلَبَ الصَّلِىبُ، فَيَغْضَبُ رَجُلٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ، فَيَدُقُّهُ. فَعِنْدَ ذلِكَ تَغْدِرُ الْرُّومُ وَتَجْتَمِعُ لِلْمَلْحَمَةِ وَيَثُورُ الْمُسْلِمُونَ الى أسْلِحَتِهِمْ فَيَقْتِلُونَ، فَيُكْرِمُ اللّهُ تِلْكَ الْعِصَابَةَ بِالشَّهَادَةِ[. أخرجه أبو داود.»الْمَرْجُ« ا‘رض الواسعة ذات النبات تمرج فيها الدواب : أي تسرح مختلطة كيف شاءت.و»التُّلُولُ« : ا‘ماكن المرتفعة من ا‘رض. و»الملحمةُ« معظم القتال.
4. ( 4769)- Hassan İbnu Atiyye, Cübeyr İbnu Nüfeyr´den, o da Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın Zi-Mihber denen bir sahabisinden naklen anlatıyor : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki :
"Rumlarla güvenilir bir sulh yapacaksınız. Onlar arkanızda ( başkalarına) düşman olacaklar, sizler ( de diğer düşmanlarınızla) savaşacak ve ( Allah´ın keremiyle) yardıma mazhar olacaksınız; ganimet elde edecek, selamete ereceksiniz. Sonra dönüp tepelikli bir çayıra ineceksiniz. Hıristiyanlardan biri salibi kaldıracak ve : "Salib galebe çaldı!" diyecek. Müslümarlandan bir adam öfkelenip onu ( salibi) kıracak. Bunun üzerine Rum, ( antlaşmasına) ihanet edip büyük bir savaş için toplanacak. Müslümanlar da silaha sarılıp savaşacaklar. Allah bu orduya şehadet lutfedecek." [Ebu Davud, Melahim 2, ( 4292, 4293).][67]
ـ4770 ـ5ـ وعن أمُّ سلَمَة زوج النبي # رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت : ] قَالَ رَسُولُ اللّهِ # يَكُونُ اخْتَِفٌ عنْدَ مَوْتِ خَلِيفَةٍ. فَيَخْرُجُ رَجُلٌ مِنْ أهْلِ الْمَدِينَةِ هَارباً الى مَكَّةَ فَيأتِيهِ نَاسٌ مِنْ أهْلِ مَكَّةَ فَيُخْرِجُونَهُ وَهُوَ كَارِهٌ، فَيُبَايِعُونَهُ بَيْنَ الرُّكْنِ وَالْمَقَامِ، وَيُبْعَثُ اليْهِمْ بَعْثٌ مِن الشَّامِ فَيُخْسِفُ بِهِمْ بِالْبَيْداءِ بَيْنَ مَكَّةَ وَالْمَدِينَةِ. فَإذَا رَأى النَّاسُ ذلِكَ أتَاهُ أبْدَالُ الشَّامِ وَعَصَائِبُ أهْلِ الْعِرَاق فَيَبُايِعُونَهُ. ثُمَّ يَنْشَأُ رَجُلٌ مِنْ قُرَيْش، أخْوَالُهُ كَلْبٌ فَيَبْعَثُ إلَيْهِ بَعْثاً فَيَظْهَرُونَ عَلَيْهِمْ وَذلِكَ بَعْثُ كَلْبٍ، وَالْخَيْبَةُ لِمَنْ يَشْهَدْ غَنِيمَةَ كَلْبٍ. فَيَقْسِمُ الْمَالَ وَيَعْمَلُ في النَّاسِ بِسُنّةِ نَبِيِّهِمْ وَيُلْقى ا“سَْمُ بِجِرَانِهِ الى ا‘رْضِ، فَيَلْبَثُ سَبْعَ سِنِينَ، وَقَالَ بَعْضُ الرُّوَاةِ : تِسْعَ سِنِينَ، ثُمَّ يَتَوَفَّى وَيُصَلّى عَلَيْهِ الْمُسْلِمُونَ[. أخرجه أبو داود.قوله »وَيُلِقى ا“سَْمُ بِجِرَانِهِ« أى يقرّ قراره ويستقيم : كما أن البعير إذا برك فاستراح مدّ جرانه على ا‘رض.
5. ( 4770)- Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcelerinden Ümmü Seleme ( radıyallahu anhâ) anlatıyor : "Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki :
"Bir halifenin ölümü anında ( ehl-i hal ve akd arasında) ihtilaf olacak. ( O zaman) Medine ahalisinden bir adam ( Mehdi) kaçarak Mekke´ye gidecek. Mekke halkından bir kısmı ona gelecek ve ( fitne çıkar korkusuyla) istemediği halde onu ( evinden) çıkaracaklar. Rükn ile Makam arasında ona biat edecekler. Onları ( ortadan kaldırmak için) Şam´dan bir ordu gönderilecek. Ordu Mekke-Medine arasındaki el-Beyda´da yere batırılacak. İnsanlar bu ( kerameti) görünce Şam´ın ebdalı ve Irak ahalisinin velileri ona gelip biat ederler. Sonra Kureyş´ten dayıları Kelb kabilesinden olan bir adam zuhur eder ve ( Mehdi ve adamlarına) karşı bir ordu gönderir. Ama onlar bu orduya galebe çalarlar. Bu ordu, Kelbî´nin ( ihtirasıyla çıkarılmış) bir ordudur. Bu Kelbî´nin ganimetine iştirak edemeyen zarara uğramıştır. ( Mehdi, malı taksim eder. Halk arasında peygamberlerinin sünnetini ( ihya eder ve onun) ile amel eder. İslam yeryüzünde yerleşir. Yedi yıl hayatta kalır. -Bazı raviler dokuz yıl demiştir.- Sonra ölür ve Müslümanlar cenaze namazını kılarlar." [Ebu Davud, Melahim 1, ( 4286, 4288, 4289).][68]
AÇIKLAMA :
Bu hadis, birkaç meseleye birden temas etmektedir : [69]
1- Mehdi Meselesi :
Medine´den çıkıp kaçarak Mekke´ye giden zatı, bazı alimler Mehdi olarak değerlendirmiştir. Bu kanaatte olan Tîbî, delil olarak bu hadisi Ebu Davud´un Kitabu´lmehdî bölümünde kaydetmiş olmasını gösterir.
Hadisten anlaşıldığına göre, bir halifenin ölümü üzerine, yerine seçilecek kimse meselesinde seçiciler ( ehlü´lhal ve´l-akd) arasında ihtilaf çıkar. Zikri geçen zat ( Mehdi), emîrlik makamının mes´uliyetinden veya fitne çıkmasından korkarak Mekke´ye kaçar. Ne de olsa orası, kendisine iltica edenlere emniyet sağlayan, içinde yaşayanlara mabet olan mukaddes yerdir.
Mekke halkı onun halini anlayarak yalnız bırakmaz : Onu evinden çıkarıp Ka´be´nin önünde Haceru´l-Esved Rüknü ile Makam-ı İbrahim arasında biat eder. Ancak Şam´dan bir ordu gönderilerek bunlar tenkil edilmek istenir. Fakat ordu Mekke-Medine yolu üzerinde el-Beyda´da yere batırılır. Bu kerametle kıymeti ve makamı ortaya çıkan zatın etrafında, civarın salihleri toplanır; Şam´ın ebdalları, Irak´ın sulehası vs. yanına gelip biat ederler.
Sonra, annesi Kelb kabilesinden olan Kureyşli birisi buna ( Mehdi´ye) karşı çıkar ve hatta bir ordu hazırlar. Mehdi ve adamları bu orduyu bertaraf ederler, bol miktarda ganimet elde ederler.
Mehdi yedi veya dokuz yıl hayatta kalır. Sünneti ihya eder ve halk arasında sünnetle amel edilmesini sağlar. İslam böylece sağlam bir şekilde yeryüzüne yerleşir.
Hadis, bu şekilde Mehdi´nin yapacağı icraatı özetler.
Mehdi hakkında yegane hadis bu değildir. Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm), pek çok hadisiyle, ahirzamanda çıkacak Mehdi´den bahsetmiş, icraatını ve diğer birkısım evsafını bildirmiştir. Mehdi ile ilgili açıklamayı ileride ( 5004-5008. hadisler) yapacağımız için burada teferruata girmeyeceğiz.[70]
2- Ebdal Meselesi :
Hadiste temas edilen diğer bir husus Şam´ın ebdallarıdır.
Ebdal, "bedel" kelimesinin cem´idir. Dilimizde abdal şeklinde kullanılır. Kelime cemi olmasına rağmen müfred gibi kullanırız. Arapça aslında da müfredi olan bedel pek kullanılmamaktadır. en-Nihaye´de şu açıklama yapılır : "Bunlar evliyalar ve abidlerdir; bedelin cem´idir. Ebdal diye isimlenmişlerdir. Çünkü, her ne vakit bunlardan biri ölecek olsa, bir başkası onun yerini alır." Suyûtî Mirkatu´s-Suud´da der ki : "Kütüb-i Sitte´de Ebdal´dan bahseden bir başka hadis mevcut değildir. Sadece Ebu Davud´un bu hadisi onların zikrine yer vermektedir. Ancak Hakim bu hadisi el-Müstedrek´te tahric etmiş ve sahih olduğunu belirtmiştir. Kütüb-i Sitte dışında, ebdallar hakkında pek çok hadis gelmiştir. Bunları müstakil bir kitapta topladım." İbnu´l-Cevzî, Ebdal´la ilgili bütün rivayetlere "mevzu" demiştir. Ancak Suyûtî, ona karşı çıkmıştır. Suyûtîye göre, ebdalle ilgili haber sahihtir. Hatta mütevatir de denilebilir. "Çünkü der, rivayetler manevî mütevatir haddine ulaşmıştır. Öyle ki, ebdalların varlığına kesinlikle hükmetmek zaruret halini almıştır." İbnu Hacer, Fetava´sında : "Ebdallah hakkında kimisi sahih kimisi gayr-i sahih bir çok hadis gelmiştir. Kutub´un zikri bazı âsarda gelmiştir. Sufiler arasında meşhur olan evsafıyla Gavs hakkında hiçbir rivayet sabit değildir" der.
Ebdallarla ilgili birkaç hadisi mealen kaydediyoruz :
* Ahmet İbnu Hanbel, Ubade İbnu´s-Samit´ten merfu olarak naklediyor : "Bu ümmette ebdallah otuz tanedir. Kalpleri, Halilu´r-Rahman Hz. İbrahim aleyhisselam´ın kalbi üzeredir. Bunlardan biri ölünce Allah onun yerine bir başkasını koyar."
* Yine Ubâde´nin bir başka rivayeti şöyledir : "Ümmetimde ebdallar otuz tanedir. Arz onlar sebebiyle ayaktadır, onlar sebebiyle yağmura mazharsınız, onlar sebebiyle yardıma mazharsınız." Bu iki hadisin senedine "sahih" denmiştir.
* Avf İbnu Malik´in Taberani´deki rivayeti şöyle : "Ebdallar Şam ehli arasındadır. Onlar sebebiyle yardım görürler, onlar sebebiyle rızka mazhar olurlar."
* Hz. Ali´nin rivayeti : "Ebdallar Şam´dadır. Onlar kırk erkektir. Bunlardan biri öldü mü, Allah yerine birini koyar, yağmur onlar sebebiyle sular, düşmanlara karşı onlar sebebiyle yardım edilir, Şam ehlinden azap onlar sebebiyle bertaraf edilir."
Bu son iki rivayetin hasen olduğu söylenmiştir.
Hilyetü´l-Evliya´da Ebu Nuaym´ın İbnu Ömer´den rivayeti şöyle : "Her nesilde ümmetimin en hayırlıları 500 kişidir. Ebdallar da kırk kişidir. Ne 500´ler için ne de 40´lar için eksilme vardır. Bunlardan bir kimse ölünce Allah yerine 50´den birini alır, kırklara koyar." Yanındakiler : "Ey Allah´ın Resulü! Bize onların amellerini söyle!" dediler. Buyurdu ki : "Onlar kendilerine zulmedenleri affederler. Kendilerine kötülük yapanlara iyilik yaparlar. Allah´ın kendilerine verdiği şeylerde başkalarına pek cömert davranırlar."
Yukarıda kaydedilen hadislerde Ebdalların miktarı hakkında bazan otuz bazan kırk sayısı zikredilmiştir. Şarihler arada bir tenakuz belirtirler ve : "Çünkü derler, hadisin birinde "kırk erkek" denirken, diğerinde "Hz. İbrahim´in kalbi üzerine otuz" denmiştir. Şu halde otuzu Hz. İbrahim´in kalbi üzerinedir, on adedi öyle değildir." Münâvi, arzın ebdallah sayesinde ayakta kalması, yağmur ve nusretin onlar vasıtasıyla gelmesi hususunda şu açıklamayı kaydeder : "Peygamberler arzın direkleri idi. Peygamberlik kesilince, Allah onların yerine bunları koydu. Bunların bir kısmı arz ehline yardım eder, feyzin gelmesini artırır. Bazı âsarda gelmiştir ki : "Arz, peygamberlerin gidişinden Allah´a şikayette bulunur. Allah Teala : "Senin sırtına otuz tane sıddîk koyacağım" cevabını verir. Arz da sükunete erer." Ubade hadisinde geçen : "..Onlar sebebiyle arz ayaktadır..." ibaresi, yine Hilye´nin bir başka rivayetinde : "Onlar sebebiyle ihya edilir ve öldürülür, yağmur yağar, nebat biter, belalar defedilir." Ravi der ki : "Haberi rivayet eden İbnu Mes´ud´a denildi ki : "Nasıl, onlar sebebiyle ihya ve öldürme olur, yağmur yağar... " Şu cevabı verdi : "Çünkü onlar, Allah´tan ümmetlerin çoğalmasını taleb ederler ve çoğalırlar, cebbarlara beddua ederler, onlar azalır. Yağmur talep ederler, yağmur yağar. Onlar dilerler, onlar için arz nebat verir, dua ederler, bu dua sebebiyle nice belalar defolur." Hakimu´t-Tirmizî, şu rivayeti kaydeder : "Arz Allah´a nübüvvetin kesilmesinden şikayette bulundu. Allah Teala : "Senin sırtına kırk tane sıddîk koyacağım. Onlardan biri ölünce, yerine bir başkasını bedel kılacağım. Bu sebeple onlara bedel dediler. Allah onların ahlaklarını tebdil etti. Onlar arzın direkleridir, onlar sebebiyle arz ayaktadır, onlar sebebiyle yağmur yağar.
"Bu ümmette ebdallar otuz kişidir. Hepsinin kalbi Hz. İbrahim Halilurrahman´ın kalbi üzerinedir. İçlerinden biri ölünce, Allah onun yerine bir başkasını bedel kılar" hadisini açıklayan Münavi şu bilgileri kaydeder : "Bunların kalbine, Allah´a gitmede, Hz. İbrahim aleyhisselam´ın yolu açılır. Bir rivayette : "Kalpleri bir kişinin kalbi üzeredir" ibaresi gelmiştir. el-Hakim ( et-Tirmizî) der ki : "Onlar böyle tek bir kalp gibi oldular. Çünkü kalpleri Allah´tan başka herşeyle meşguliyeti terkeder, hepsinin tek meşguliyeti Allah olunca kalplerde tam bir birlik hasıl olur." Futuhat-ı Mekkiyye´de İbnu Arabî der ki : "Hadisteki "Hz. İbrahim´in kalbi üzeredirler" sözü; bir başka hadiste geçen "Hz. Adem´in kalbi üzeredirler" şeklindeki, beşer büyüklerinden birinin veya bir meleğin kalbine izafe eden ifadelerin mânası şudur : Onlar İlahî marifetleri kazanmada bu şahsın kalbiyle tekallüb eder ( haşir neşir olur). Çünkü İlahî ilimlerin varidatı, kalplere varid olur. Her bir ilim, melek ve peygamberden bir büyüğün kalbine varid olur. O da bunu, kalbi kendi kalbi üzere olan bu kalplere ifaza eder. Bu sebeple, bazı büyükler der ki : "Falan kimse falan kimsenin izi üzeredir." Bunun mânası zikrettiğimiz şekildedir." el-Kayserî er-Rumî, el-Arif İbnu Arabî´den naklen der ki : "Hadiste : "İbrahim aleyhisselam´ın kalbi üzeredir" denmiştir. Çünkü velayet ikidir : Mutlak velayet, mukayyed velayet. Mutlak olan, küllî olan velayettir, bütün cüz´î velayetler onun fertleridir. Mukayyed olan ise, hadiste geçen ( Hz. İbrahim´in yolu, Hz. Adem´in yolu... gibi) münferid velayetlerdir.
Küllî olsun, cüz´î olsun bu velayetlerden her biri marifetin zuhurunu talepeder. Bu ümmet içerisinde, veraset yoluyla bütün peygamberlerin velayetleri zuhur etmiştir. Bu sebeple bu hadiste "İbrahim aleyhisselam´ın kalbi üzere" denmiştir; bir başka hadiste "Musa aleyhisselam´ın kalbi üzere" denmiştir. Değişik hadislerde başka isimler de sayılmıştır. Peygamberimiz Muhammed Mustafa ( aleyhissalâtu vesselâm), velayet-i külliye dairesinin sahibi olması haysiyetiyle velayet-i külliye sahibidir. Çünkü, bu küllî nübüvvetin bâtını küllî velayet-i mutlakadır. Bu ümmet içerisinde, peygamberlerden herbirinin velayetinin bir mazharı olunca, bu ümmette büyük peygamberlerden herbirinin kalbi üzere olan kimseler bulunacaktır."
Münâvî ebdal diye tesmiye edilişlerine : "Çünkü onlar kötü huylarını tebdil ettiler, nefislerini buna razı ettiler, böylece güzel ahlak amellerinin zineti oldu" şeklinde bir yorum getirir.
Münâvî, otuz rakamıyla ilgili olarak şu açıklamayı yapar : "Ehl-i hakikatın sözlerinin zahirine göre "otuz, onların muhtelif mertebeleridir." el-Arif el-Mürsî der ki : "Melekût âleminde dolaştım. Ebu Medyen´i, arşın tavanında muallak gördüm. Kızıl tenli, mavi gözlü birisiydi. Kendisine : "İ-limlerin ve makamın nedir " dedim. "Yetmiş bir ilim biliyorum. Makamım da halifelerin dördüncüsü, yedi ebdalin başıdır" dedi. "Ya Şazelî´nin durumu "dedim. "O bir denizdir, onu ihata etmek mümkün değildir!" dedi."
el-Arif el-Mürsî der ki : "Üstadım Şazelî´nin önünde oturuyordum. Yanına bir cemaat girdi. Bana : "Bunlar ebdaldır" dedi. Ben de basiretimle baktım. Onları ebdal olarak görmedim ve hayrette kaldım. Şeyhim dedi ki : "Kim günahlarını hasenata tebdil ederse, o kimse bedeldir."[71] Böylece anladım ki ebdallığın ilk mertebesi günahların sevaba tebdilidir." İbnu Asakir´in tahricine göre, İbnu´l-Müsennâ, Ahmed İbnu Hanbel´e : Bişru´l-Hafi İbni´l-Haris hakkında sorunca : Ahmed İbnu Hanbel "Yedi Ebdal´in dördüncüsüdür" diye cevap vermiştir.
Münâvî, İbnu Arabî´nin Hilyetu´l-Ebdal kitabından şunu kaydeder : "Bir arkadaşımız anlattı ki; "Bir gece ben o günkü virdimi tamamlamış olarak seccademde oturuyordum. Başım dizlerimin arasında Allah´ı zikrediyordum. Derken bir şahsın altımdaki seccademi çekip, ona bedel bir hasır yaydığını hissettim. "Bunun üzerinde namaz kıl" dedi. Halbuki odamın kapısı üzerime örtülü idi. Bu durum bana bir korku verdi. Ama adam : "Allah´a dost olan korku hissetmez" dedi ve arkadan ilave etti : "Her halinde Allah´tan kork!" Sonra içimden bir ses geldi ve : "Ey Efendim! Ebdallar ne ile ebdal oluyorlar " diye sordum.
"Dört şeyle, dedi ki, bunları Ebu Talib, el-Kut´da zikretmiştir. Samt ( konuşmamak), uzlet, açlık, geceleyin uyumamak." Adam sonra çekilip gitti. Odama nasıl girdi, nasıl çıktı bilemiyorum. Çünkü kapım kapalıydı." el-Arif İbnu Arabî der ki : "Bu ebdallardan biridir, ismi, Muaz İbnu Eşres´dir. Mezkur olan dört şey de bu yüce yolun temelleri ve esaslarıdır. Kimin bu yolda ayağı ve sebatı yoksa, o kimse Allah´ın yolundan sapmış demektir." İbnu Arabî devamla der ki : "Bir ebdal, bir yeri terketti mi, yerine oraya ruhani bir hakikati koyar. Bu velinin göç ettiği bu yer ahalisinin ervahı onun etrafında toplanır. Bu yerdeki insanlardan birinde, bu şahsa karşı şiddetli bir şevk ve arzu zuhur etse, o şahsın yerine, bedel kıldığı bu ruhanî hakikat cesed giyer ve onlarla konuşur. Onlar da kendilerine gaib olduğu halde buna konuşurlar. Bu hal, bazan ebdaldan olmayan kimse hakkında da cereyan eder. Ancak bu ikisi arasında fark vardır : Ebdal olan gitmiştir ve yerine başkasını bıraktığını bilir. Ebdal olmayan ise, onu bıraksa da bunu bilmez. Çünkü bu dört şeye onun hakkında hükmedilemez."
Bazı rivayetlerde ebdalların evsafıyla muttasıf olmanın yolu çok namaz, çok oruçtan ziyade, ahlâkî kemalden geçtiği belirtilir. Hakimu´t-Tirmizî, Ebu´d-Derda´dan kaydettiği bir rivayette şunu ziyade etmiştir :