21 Nisan 2018

Kütübü Sitte Hadisleri Fitneler Bölümü 1 NCİ BÖLÜM

Kütübü Sitte Hadisleri Fitneler Bölümü ile ilgili görsel sonucu
Kütübü Sitte Hadisleri Fitneler Bölümü 
 UMUMİ AÇIKLAMA 
Fitne, insanlık tarihinin, Peygamberimiz ( aleyhissalâtu vesselâm)´ den sonra kıyametin kopmasına kadar geçecek zaman içerisinde en bariz kaderlerinden biri olduğu için Resûlullah pek çok hadisleriyle uyarıda bulunmuştur. Hadis kitaplarında mutlaka yer alan bölümlerden biri Kitabu´lfiten´dir. Ebu´l-Fida İbnu Kesir, bu hadisleri en-Nihaye ev el-Fiten ve´l-Melahim adlı bir kitapta toplamıştır.[1] Zamanımız, hadislerde haber verilen bütün fitnelerin yaşandığı bir devredir. Çünkü fitneyi kısaca dahilî kargaşa olarak anlarsak, artık İslam âlemi dış oyunların tuzağına düşerek, cihad mânasında, küffara karşı savaş dönemini hemen hemen kapamış, Müslümanların birbirleriyle kavgasına dönüşen dahilî kargaşalar vetiresine girmiştir. Şu halde, fitne nedir ve ne değildir, fitne sırasında takip edilecek tavır hususunda ne gibi İlahi düsturlar varid olmuştur bilmek her zamankinden daha büyük, daha zaruri bir ihtiyaç haline gelmiştir. Bu sebeple, bu bölümde açıklamaları biraz daha geniş tutacağız.[2] 
FİTNE : 
Din alimlerince, dinimize umumiyetle sınama ve imtihan olarak aktarılan bu kelime aslında altın ve gümüşü, yabancı maddelerden temizleyip saf olarak elde etmek için ateşe sokup eritmeye denmiştir. İyiliği ve kötülüğü belli olmak için insana edilen muamele ve ibtilaya da bu asıldan alınmış olarak fitne denir. Kelime zamanla çok daha geniş mânalar kazanarak iptila, imtihan, tecrübe mânalarına, insanın ateşe atılıp azap edilmesi vs. mânalarına da kullanılmıştır. İbnu´l-Arabî bu kelimenin "tecrübe" ( ihtibar), mihnet, mal, evlad, küfür, insanların fikir ayrılıklarına düşmeleri, ateşte yakmak gibi çeşitli mânalara geldiğini belirtir. Fitne kelimesinin, gerek Kur´an´da gerekse hadislerde, söylenenlere ilaveten günah, saptırma, sapıtma, cünun ( delilik) rezalet ( faziha), insanların birbirlerini öldürmesi, katl, ateşte yakarak azab vermek gibi çok değişik mânalarda kullanıldığı muteber kaynaklarda şahitleriyle belirtilir. Aliyyü´l-Kârî, bozuk akideye de fitne dendiğini ayrıca belirtir. 

Hülasa bu kelime, lügat açısından bidayette, tecrübe ve mihnet mânalarını taşıdı ise de, zamanla her çeşit fena ve mekruh şeye ıtlak edilmiştir. Bu kelime üzerine İmam Birgivî´nin kaydettiği açıklama, onun ifade ettiği mânanın genişliğini daha iyi gösterir. Der ki : "Fitne, insanları meşru bir faide olmaksızın ızdıraba, ihtilale, ihtilafa, mihnet ve belaya düşürmektir. Kalbin afetlerinin 48´incisidir. Cemaat imamının namazı uzatması, halka anlayamayacağı çapraşık ve kapalı dil ile hitap etmesi fitnelerdendir. "Fitne kelimesinin buraya kadar sayılan mânaların birçoğuna delalet ettiğini Kur´an-ı Kerim´de görmekteyiz, mesela : [3] Saptırma : "İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak ( ötekini berikini saptırmak) için ( Kur´an´ın) müteşabih âyetlerine tabi olurlar" ( Âl-i İmran 7, İsra 73).[4] İmtihan : "Biz onlardan ( insanlardan kimini kimi ile.. işte böyle imtihan ettik" ( En´am 53. Ayrıca Bak. Taha 85; Sâd 34, Ankebut 3.)[5] AZAB : "Davud sandı ki, biz kendisine bir azab hazırladık..." ( Sad 24)[6] Yakmak : "Mü´minler, münafıklara : "...Siz kendinizi kendiniz yaktınız" derler" ( Hadid 14).[7] İşkence : "Rabbin, işkence edildikten sonra hicret edip sonra cihad ve sabır edenlerin lehindedir" ( Nahl 110).[8] Fenalık Yapmak : "Kafirlerin size fenalık yapmalarından korkuyorsanız..." ( Nisa 101).[9] Belaya Uğratmak : 

"Hakikat, erkek mü´minlerle kadın mü´minleri belaya uğratanlar..." ( Bürûc 10).[10] Delilik : "Delilik hanginizde imiş " ( Kalem 6).[11] Şirk Ve Tefrika : "Fitneden yani ( şirk ve tefrikadan) eser kalmayıncaya din de ( şunun bunun değil, yalnız) Allah´ın ( dini tanınmış) oluncaya kadar onlarla savaşın..." ( Bakara 193).[12] Kargaşa ( Ölümü Temenni Ettiren Hal) : "Onları ( size harp açanları) nerede bulursanız öldürün, onları, sizi çıkardıkları yerden ( Mekke´den) çıkarın. Fitne ( ölümü temenni ettiren hal) katilden beterdir" ( Bakara 191).[13] İman Zayıflığı-Küfür : "Kafir olanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdır, eğer siz bunu yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ( iman zayıflığı, küfür) ve büyük bir fesad olur" ( Enfal 73).[14] İsyan-Muhalefet : "Onlardan kimi de : "...Bana izin ver, beni fitneye ( isyana, muhalefete) düşürme" diyecektir. Haberin olsun ki, onlar zaten fitne çukuruna düşmüşlerdir" ( Tevbe 49).[15] 
KİŞİNİN FİTNESİ : 
Fitne kelimesinin taşıdığı bu çeşitli mânalar, aslında, birbirinden tamamen uzak değildir. Birçoğu birbirine yakındır ve ebedî bir hayat içinde ve tekamülden geçmek üzere yaratılmış bulunan insanın imtihanında düğümlenmektedir. Yani insan bir imtihan için yaratılmıştır ( Mülk 2). O, çeşitli şekillerde, hayırlaşerle ( Enbiya 35); bollukladarlıkla, hastalıklasağlıkla ( Bakara 155), dünyevî derece ve nimetlerde üstünlük ve alçaklıkla ( En´am 165) vs. imtihan edilmektedir. Maruz kaldığı imtihanların hepsi, Kur´an ve hadisin dilinde "fitne"dir, yani imtihandır. "( Ey iman edenler) mallarınız, evladlarınız herhalde sizin için bir fitnedir ( imtihandır) ..." ( Tegâbün, 15). 

Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) de şöyle buyurur : "Kişinin fitnesi, ailesinde, malında, nefsinde, çocuğunda ve komşusundadır. Bu fitneyi, oruç, namaz, sadaka, emr-i bi´lma´ruf ve nehy-i ani´lmünker ( yani iyiliği emir, kötülükten men etmek) yollarıyla örter ( telafi eder)." Burada fitne olarak tavsif edilen mal, nefis, evlad gibi şeyler diğer hadislerde düşman ve hatta en büyük düşman olarak tavsif edilir : "Öldürdüğün takdirde, senin için bir nur olan, seni öldürdüğü takdirde ( şehadetine sebep olarak) cennete gönderen düşman değildir. 

Hakiki ve en büyük düşmanın kendi sulbünden gelen evladın, sonra tasarrufun altında bulunan malındır." Şu hadiste ise bu sayılanlar arasında birinci planda nefsin yer aldığı, kişinin afaki, dış hadisatta boğularak kendini unutmaması, ruhunu güzel ahlak, iyi niyet, hayırhahlık gibi faziletlerle tezyin edip, kötü huylarını baskı ve kontrol altına alması için mücadeleye çağırır : 
"Senin en büyük düşmanın, içindeki nefsindir."

Allah´ın verdiği her çeşit nimet ( sağlık, mal, mülk, evlad...) mü´minin vermekte olduğu imtihanı kazanmasına vesile olursa, bunlar gerçek mânada nimet olur. Aksi takdirde, düşmandır. İnananların bu mühim hakikattan gafil olmamaları için, Kur´an ve hadiste çok çarpıcı ifadelerle dikkatler çekilir. Mesela bir ayette : "Ey iman edenler, eşlerinizin, evlatlarınızın içinde hakikaten size düşman ( olanlar) da var. O halde onlardan sakının" ( Tegâbün, 14) denmektedir. 

Şu ayet de mal ve evladın nasıl düşman olabileceğini açıklar : "Ey iman edenler, sizi ne mallarınız, ne evladlarınız Allah´ın zikrinden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir" ( Münafıkûn 9). Bu bahsi, Abdullah İbnu Ömer´in bir sözü ile noktalayabiliriz : "Sizden hiç kimse "Ya Rabbi, fitneden ( imtihandan) sana sığınıyorum" demesin. Zîra, sizden hiç kimse fitnenin ( imtihanın) dışında kalmaz. Ancak istiazede bulunan kimse fitnenin şerrinden ( muhtemel maddî ve manevî zararlarından) istiazede bulunsun. Nitekim Cenab-ı Hak : "Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir fitnedir" buyuruyor." 

Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın şu hadisinde de kaçınılması mümkün olmayan, ancak alınacak tedbirlerle zararı asgariye düşürülebilecek bir fitneden söz edildiği görülmektedir : "Ben, arkamda, erkekler için kadından daha zararlı bir fitne bırakmıyorum." Kişinin nefsî meseleleriyle alakalı bu açıklamalar, esas mevzumuzdan uzaklaşma sayılmamalıdır. Zîra ileriki bahislerde daha iyi görüleceği üzere, cemiyeti kasıp kavuran asıl fitnenin sebebini, kişinin ailesindeki fitneyi ( imtihanı) hafife alması ve bu küçük dairedeki imtihanı kaybetmesi teşkil etmektedir.[16] 

İÇTİMÂÎ KARGAŞA (ANARŞİ) OLARAK FİTNE : 

Fitne kelimesinin lügat ve örf yönünden taşıdığı mânalara kısa bir dikkat çektikten sonra, asıl mevzumuzu teşkil eden içtimâî kargaşa yönünü ele alacağız. Fitne kelimesi dilimizde daha ziyade içtimâî bozuklukları ifade eder. Arapça aslında mevcut olan delilik, günah, imtihan, ateşe atma gibi bizzat Kur´an´da kullanılmış olan birkısım mânalarını dilimize geçerken kaybetmiştir. Fitne deyince ilk akla gelen mâna, beşerî huzursuzluk, bozgun, kavga, kargaşa, birbirine girme, dedikodu, fesad gibi insanlar arasında cereyan eden menfî hâdiselerdir. 

Meşhur dilcimiz Hüseyin Kâzım Kadri, Türk Lügatinde bu kelimeye, Arapça lügatlerde belirtilen -ki yukarıda kaydettik- mânaları verir. Ancak fiiliyatta, Arapça aslında bütün mânalarıyla kullanılması Türkçemizde pek yaygın değildir. Nitekim diğer bir lügatta "azdırma, baştan çıkarma, karışıklık, ara bozma" gibi birbirine yakın mânalara yer verilir. Kur´an ve sünnetin mükerrer beyanlarla üzerinde durup reddettikleri fitne, bu fitnedir, bütün cemiyetin ferdlerine sirayet edip kardeşlik, yardımlaşma, birbirini sevip sayma gibi iyi münasebetleri bozup, bunların yerine düşmanlık, kin, husumet, kavga, katl gibi, içtimâî huzuru, ümmet ve millet bütünlüğünü bozucu mahiyette olan fitnedir. 

Hemen kaydedelim ki, yeri geldikçe belirtileceği üzere, alimlerimizce ehl-i kıble tabir edilen ve Ehl-i Sünnet dışında kalan diğer fırkalarla düşülen ihtilaflar da "fitne" mefhumunun şümûlüne girer. Fitneye karşı beyan edilen her çeşit yasak, tahdit ve tehditler bu çeşit ehl-i bid´a fırkaları için de muteberdir. Yine ileriki bahislerde görüleceği üzere, hadislerde ısrarla bulaşılmaması istenen ve fıkıh açısından bir kısım ahkama menşe ve merci olan fitnenin daha has bir mânası vardır. Burada onu da belirtmemiz gerekir. Vereceğimiz bu mâna, mesele üzerinde ortaya atılan değişik görüşlerden, cumhur denen ekseriyetin görüşüdür : "Fitne, dünyevî iktidar talebiyle düşülen ihtilaf olup, bu ihtilafta kimin haklı kimin haksız olduğu belli değildir." 

Bu tarifle içtimâî kargaşalardan bir kısmı -teknik tabiriyle bağy ( isyan), irtidat ( dinden dönme) ve kat´u´ttarik ( yol kesme) denen- diğer bir kısım kargaşalardan ayrılmış oluyor. Bunlardan her birine terettüp eden ahkam farklı olmaktadır, yeri geldikçe göreceğiz. Şu halde, Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in hadislerinde geliş şartları ve evsafı belirtilen, çıktığı zaman nasıl hareket edilmesi gerektiği mü´minlere bildirilen, önleme ve ortadan kaldırma çareleri bütün teferruatıyla açıklanan asıl fitne bu fitnedir. Keza Kur´an-ı Kerim´de : "Öyle bir fitneden sakının ki ( geldiği zaman) içinizden yalnız zulmedenlere çatmaz ( ammeye de sirayet eder ve hepsini perişan eder)" ( Enfal 25) ayetinde kastedilen fitne de bu fitnedir. İşte bu sebepledir ki, müteakip hadislerde bu fitne mevzubahis olacak, bu fitneyle alâkalı tahliller yapılacaktır.[17] 

FESAD : 
Bu kelime lügat açısından bir şeyin itidal ve ölçüden dışarı çıkmasını ifade eder. Bu çıkış az da olsa çok da olsa fesad diye ifade edilir. Zıddı salahdır, düzeltme ve ıslah etmedir. Kelime sadece mânevî sahada değil, maddî sahada da kullanılır. Nefis olsun, beden olsun, eşya olsun istikametten ayrılan her şeyi ifade için bu kelime kullanılır. Kur´an-ı Kerim´de bu kelimenin ve bu kelimeden türeyen başka kelimelerin, fitne gibi çeşitli mânalarda olmasa bile sıkça kullanıldığına şahit olmaktayız. Bir-iki misal verelim : "Kendilerine yeryüzünde fesat yapmayın denildiği zaman "biz ancak ıslah edicileriz" derler" ( Bakara 11)."Yeryüzünde -o, ıslah edildikten sonra da- fesadçılık etmeyin. O´na ( Cenab-ı Hakk´a) korkarak ve umarak dua edin" ( A´raf 56). "Eğer ( yer ve gök) her ikisinde Allah´ tan başka tanrılar olsaydı, bunların ikisi de muhakkak ki fesada uğrar, ( harap olur) giderdi" ( Enbiya 22). "O, yeryüzünde iş başına geçti mi, orada fesat çıkarmaya, ekini ve zürriyeti kökünden kurutmaya koşar. Allah fesadı sevmez" ( Bakara 205). "Eğer Hak onların heva ( ve heves)lerine tabi olsaydı, göklerde, yerde ve bunların içinde bulunanlar muhakkak ki fesada uğrardı" ( Mü´minûn 71).[18]

HERC : 
Bazı rivayetlerde aslen Habeşçe olduğu ve katl ( öldürme) mânasına geldiği ( Buharî, Fiten 5) belirtilen bu kelime için, Cevherî : "Herc kelimesi, lügat açısından, bir şeyde çokluk mânasına gelir" der. İbnu Hacer, bu kelimenin kullanıldığı mânaların dokuza çıktığını el-Muhkem´den naklen belirttikten sonra hepsini kaydeder. Fitne kelimesi ile alakasını anlamamıza yardım edecek olan bu dokuz mânaya bir göz atalım : 

1- Katlde şiddet,
2- Katlde çokluk,
3- İhtilat ( kargaşa)
4- Ahirzamanda ortaya çıkacak fitne,
5- Nikahda çokluk,
6- Yalanda çokluk,
7- Uykuda çokluk,
8- Uykuda görülen düzensiz, karmakarışık rüyalar,
9- Bir şeyde düzgünlük, sağlamlık gibi mükemmelliğin bulunmayışı.

Buharî şarihlerinden Aynî, bu kelimenin Arapça ihtilât ( kargaşa) mânasına geldiğini belirttikten ve kelimedeki bu mânayı tebarüz ettirip vurguladıktan sonra, herç kelimesinin katl mânasındaki tefsirini Habeşçe´ye nisbet edenlerin hata ettiklerine temas eder ve kesin bir dille : "Bu kelime hakiki Arapça bir kelimedir" der. Teferruat bir tarafa, gerçek olan şu ki, Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) bu kelimeyi, kendisinin ölümünden sonra, İslam cemiyetinde çıkacak ve galip vasfıyla mü´minlerin birbirlerini çokça öldürmeleri şeklinde tezahür edecek olan içtimaî bozuklukları haber vermek maksadıyla sıkça kullanmıştır. 

Bir başka ifadeyle, fitne kelimesi ile, katl dahil her çeşit içtimâî bozukluklar kastedilirken; herç kelimesiyle de, içtimâî bozuklukların dahilî kırım halini alacak kadar ilerleyen had safhası kastedilmiş oluyor. Herç kelimesinin bilhassa mü´minin mü´mini öldürmesi şeklindeki kargaşaları ifade etmek maksadıyla kullanılma keyfiyeti, bizzat Hz. Peygamber ( s.a.v.)´in sözlerinden açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber, kıyametten önce ortaya çıkacak içtimâî bozuklukları sayarken, bu bozuklukların bir neticesi olarak "herç"in de artacağını mükerrer olarak ifade eder. Dinleyiciler tarafından umumiyetle müphem bulunan "herç"in ne olduğu sorulunca Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), bazan bizzat sözle : "Herç ölüm demektir, ölüm demektir, ölüm demektir" diye vurgulayarak açıklarken, bazan da eliyle boyun uçurma işareti yaparak, bu kelime ile katletmeyi kasd ettiğini belirtir.[19]

HERÇTEN MURAD ANARŞİDİR : 
Birkısım rivayetlerden, Ashab´tan bazılarının "çokça katl" olarak tesbit edilen herçten düşmanla cihad sırasında ölme veya öldürmenin artması şeklinde yanlış anladığını, ancak Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in bu anlayışı tashih ettiğini görmekteyiz. Ebu Musa´dan gelen bir rivayete göre, Hz. Peygamber : "Kıyametten önce mutlaka herç vardır" buyurması üzerine : "Ey Allah´ın Resûlü herç nedir " diye sordum. "Katldir" cevabını verdi. Bunun üzerine orada bulunan Müslümanlardan bazıları : "Ey Allah´ın Resûlü ( bunu belirtmeniz de niye ) Biz şimdiden bir yılda şu kadar bu kadar çok müşrik öldürüyoruz!" derler. Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) muhatablarının yanlış anladıklarını görerek, şu tavzih ve açıklamada bulunur : "( Benim kastım) müşriklerin öldürülmesi değildir. 

( O gün gelince) birbirinizi öldüreceksiniz, o kadar ki, kişi komşusunu, amcaoğlunu ve akrabalarını öldürecek." Cemaatten bazıları tekrar sorar : "Ey Allah´ın Resulü, o zaman aklımız başımızda olduğu halde mi bunu yapacağız ( yoksa delirmiş mi olacağız )" Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verir : "Hayır, bu esnada akıl kalmaz. ( Aşırı hırs ve cehalet sebebiyle) o devir insanlarının ekseriyetinin aklı ortadan kalkar. Bu durumda, halk içinde ortaya çıkan akıldan mahrum bir ayak takımı, öncekilerin yerine geçer." Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) : "Davaları aynı olan iki büyük grup arasında büyük bir savaş vukua gelmedikçe kıyamet kopmaz" diyerek herçle alâkalı hadislerde ifade edilen dahilî öldürmeleri teyid eder.[20]

FİTNEYİ İHBAR : 
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) kendisinden sonra ortaya çıkacak mühim hadisatı, "onlara karşı ümmetin her an müteyakkız olması için" haber vermiştir. İstanbul´un fethi, Kıbrıs´ın fethi, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali´nin şehadetleri vs. gibi, Resûlullah tarafından haber verilen hadisat çoktur. Bunlar Hz. Peygamber´in siyerinde ayrı bir mevzudur, teferruatı vardır, fakat inceliklerine inmek bizim gayemizin dışında kalır. Ancak şunu hemen kaydedelim ki : Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in gelecekte vukuunu haber verdiği pek çok meseleden, âhirzaman fitnesi ile alâkalı olanları mühim ve hususi bir yer tutar. Bu çeşit rivayetler, diğerlerine nisbetle sayıca pek çoktur. O kadar ki, ilk tedvin edilen kitaplar başta olmak üzere, hemen hemen bütün hadis mecmualarında "Kitabu´l-Fiten", "Kitabu´l-Melahim" adları altında müstakil bölümlere yer verilerek bunlarda o hadisler zikredilmiştir.

Bu hadislerden birinde, Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), ümmeti beş tabakaya ayırır : "Ümmetim beş tabakadır : Kırk seneye kadar olanlar birr ( iyilik) ve takva ehlidir. Bundan sonra 120 yılına kadar, birbirlerine karşı merhamet duyan, sıla-i rahmi yerine getiren kimselerdir. Sonra 160 yılına kadar olanlar, bunlar birbirlerinden yüz çeviren, ( her çeşit beşerî bağları koparanlar) gelir. Bundan sonra gelecek olan "herç"tir, herç. Bunun çabuk geçmesini talep edin."

Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in, kimlerin münafık olduğuna dair bilgileri sır olarak tevdi etmiş bulunduğu Huzeyfe tu´bnu´l-Yeman ( radıyallahu anh)´dan gelen rivayetler Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´in vukua gelecek fitnelere dikkat çekmekle kalmayıp, -sır olarak tevdi edilmiş bile olsa- en azından birkısmını, bazı şahıslara birer birer haber vermiş olduğunu gösterir. Şöyle der : "Allah´a kasem olsun, ben, benimle kıyamet arasında vaki olacak bütün fitneleri bilmede insanların en malumatdarıyım. 

Bunları size bildirmeme mani olan şey, Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın bunları bana sır olarak tevdi etmiş olmasıdır. Ancak şu da var ki, içerisinde benim de bulunduğum bir mecliste fitne hakkında ( sır olmaması gereken) açıklamalarda bulunmuştu. Fitneleri tadad ederken şunu da söyledi : "Bu fitnelerden üç tanesi var ki, hemen hemen hiç bir şey bırakmaz. Bunlardan bazıları da var ki, yaz mevsiminde esen rüzgar gibidir. 
Bu fitnelerden küçük olanları var, büyük olanları var."

Huzeyfe´nin Ebu Davud´da yer alan açıklamasına göre, Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), zamanında kıyamete kadar gelecek fitneleri tadad etmekle kalmıyor, etbaı üç yüzden fazla olacak fitnebaşılarını isimleriyle, baba ve kabile isimleriyle söylüyor. Hatta bu bilgiler verilirken yanında başkalarının da bulunduğunu kaydeden Huzeyfe ( radıyallahu anh) ilave eder : "Kasem olsun, anlamıyorum. Bunları arkadaşlarım gerçekten unuttu mu, yoksa kasden unutur mu gözüküyorlar "
Nitekim Üsame ( radıyallahu anh)´den gelen bir rivayette, Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in, bir gün Medine´deki eski kalelerden ( Ütm) birine çıkarak : "Benim gördüğümü görüyor musunuz Ben, evleriniz arasında fitnelerin vaki olacağı yerleri görüyorum..." dediğini belirtir. Buharî´de kaydedilen bir rivayette, 

"Kahtan kabilesinden birisi çıkıp insanları deyneğiyle idare etmedikçe kıyamet kopmaz" denir.
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), ümmetinin kıyamete kadar devam edecek ana vasıflarından birinin dahilî fitne ve kargaşalar olacağını çeşitli şekillerde ifade etmiştir. Şöyle ki : 
1- Bir grup rivayetlerde Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in, Cenab-ı Hakk´tan üç şey talep ettiği, bunlardan ikisinin kabul edilip, birisinin reddedildiği, reddedilenin de : "Kendi aralarında savaş olmasın talebi" olduğu belirtilir. 

Bu rivayetlerden Müslim´de kaydedileni şöyle : "Rabbimden üç şey talep ettim. Bunlardan ikisini bana verdi, birini vermedi. Rabbimden ümmetimi kıtlıkta helak etmemeni istedim, bunu kabul etti. Keza ümmetimin ( Nuh kavminin başına geldiği şekilde) suda boğularak helak edilmemesini istedim, bu da kabul edildi. Rabbimden ümmetimin birbirini belaya atmamasını istedim; bu reddedildi."

Şunu hemen kaydedelim ki, bu hadisin farklı rivayetlerinde reddedilen şey hep aynı kaldığı halde kabul edilen diğer iki talepte değişikliklere rastlanmaktadır. Nitekim yine Müslim´de kaydedilen diğer bir rivayette, kabul edilenlerden biri Cenab-ı Hakk tarafından şöyle cevaplandırılır : "Ben sana, senin ümmetin için... onlara kendilerinden başka bir düşmanın musallat olmasını veriyorum..." Bu hususu teyid eden bir diğer rivayette Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) şöyle der : "Benim ümmetim, ümmet-i merhumedir ( yani diğer ümmetlerden farklı ve ziyade bir lütf-i İlahîye mazhardır). Ahirette ( ebedî) azap görmeyecektir; onun azabı ( daha ziyade) dünyadadır. Dünya hayatında ( aralarında çıkacak harp suretinde) fitneler, ( bir kısım şiddet ve korku) çalkantıları ve kıtaller suretinde azap ve ibtila olunacaklar."

Bir diğer rivayette : "Allah bu ümmet üzerinde iki kılıcı birleştirmeyecektir : Kendi kılıçları ve düşmanlarının kılıcı." Alimler bunu, "Müslümanların ortadan kalkmasıyla sonuçlanacak böyle bir durumun olmayacağı, dışa karşı birleşecekleri, ancak dış düşman tehlikesi kalkınca birbirlerine düşecekleri" şeklinde anlamışlardır. Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), kendisinden sonra zuhur edecek ihtilaf ve gruplaşmaları haber verirken bilhassa menfi olanların hususiyetlerini belirtmeye ayrı bir gayret gösterir. Bunladan birinde şöyle der : "Ümmetimde ihtilaf ve iftiraklar olacak. Bunlardan bir zümre sözlerinde çok güzel, amellerinde çok kötü olacak. Kur´an´ı okurlar da gırtlaklarından öte geçmez. Okun hedefi delip geçmesi gibi dini terkederler, bir daha da geri dönmezler. Onlar insanların ve mahlukatın en şerlisidirler..."

2- Diğer bir kısım rivayetlerde ümmet-i Muhammed ( aleyhissalâtu vesselâm)´in 73 fırkaya ayrılacağı, bunlardan 72´si sapık olup, sadece birinin hidayet üzere olacağı belirtilir : "Muhammed´in nefsini elinde tutan zata kasem ederim ki, ümmetim 73 fırkaya ayrılacak. Bunlardan biri cennetlik, geri kalan 72´si cehennemliktir..." Bu rivayetlerde, ayrıca Hıristiyanların 71, Yahudilerin de 72 fırkaya ayrılmış olduklarının ifade edilmiş olmaları dikkate alınırsa, Müslümanların onlara nazaran daha çok tefrikalara düşeceğinin ifade edilmek istendiği anlaşılır. Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), bu çeşit rakamlarla çokluğu kasteder, bizzat rakamın gösterdiği sayıyı değil.

3- Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), bazı kereler, ümmetin sadece fırkalara bölünmekle kalmayıp, birkısmının irtidat bile ederek tamamen İslam dairesinden dışarı çıkacağını haber verir.
"İnsanlar bu dine kitleler halinde ( fevç fevç) girdiler, ondan tekrar kitleler halinde çıkacaklar."
"Ümmetimden bazı kabileler ( irtidat edip) müşriklere iltihak etmedikçe kıyamet kopmaz."

4- Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), fitneyi haber verirken, bunun fasılalarla kıyamete kadar devam edeceği hususunu bilhassa tebarüz ettirir, vurgular. Bu noktanın anlaşılmasında en güzel örnek, Huzeyfe tu´bnu´l-Yeman´dan gelen bir rivayettir, aynen kaydediyoruz : 
"İnsanlar, Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´e hep hayırdan sorarlardı. Ben ise, bana da ulaşır korkusuyla hep şerden sorardım. Bir defasında dedim ki : "Ey Allah´ın Resulü, biz bir cahiliyet ve kötülük devrinde yaşadık. Allah bizi bu hayırla, İslam´la müşerref kıldı. Bu hayırdan sonra tekrar herhangi bir şer var mı "

"Evet var" dedi. Tekrar sordum : "Bu şerden sonra tekrar hayır gelecek mi "
"Evet dedi, gelecek. Ancak, bu hayır bulanık olacak ( yani önceki şerrin kalplerde bıraktığı kin, husumet ve itimadsızlık gibi fenalıklar belli bir ölçüde devam edecek.)"
Tekrar sordum : "Bu bulanıklık da ne " Dedi ki : "( Önceki şerle ortaya çıkan) bir zümre ( varlığını devam ettirecek. Bunlar) benim sünnetimden, benim getirdiğim hidayetten ayrılacaklar, başka bir sünnete, başka bir itikada tabi olacaklar. Sen bunların bazılarını ( veya bazı davranışlarını güzel bulur) tasvip edersin, bazılarını ( veya bazı davranışlarını kötü bulur) reddedersin.

"Ben tekrar sordum : "Pekala, bu hayırdan sonra da şer var mı " Cevaben : "Evet, dedi ve devam etti : "Bunlardan sonra cehennem kapısında durup ( bid´ata, küfre) çağıranlar ( yani emîrler, reisler, gizli açık teşkilatlar, militanlar, hatipler, yazarlar vs.) var. Çağrılarına uyanları oraya ( cehenneme) atarlar." Tekrar dedim ki : "Ey Allah´ın Resulü, bu çağırıcıların vasıflarını bana bildir ( de onları tanıyayım ve çıktıkları zaman uymayayım)." Dedi ki : "Onlar bizim bedenimizdendir, soydaşlarımızdır, dindaşımızdır, milletimizin efradındandır." Tekrar dedim ki : "Onlar bana ulaşacak olsa ne yapmamı emredersin " Cevaben : "Müslümanların cemaatlerinden ve imamlarından ayrılma" dedi.

Ben tekrar sordum : "Onların cemaatleri ve bir imamları yoksa ( ne yapayım )" Dedi ki : 
"O zaman mevcut fırkaların hepsini terket. Hatta bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş vaziyette bile olsan, ölüm sana ulaşıncaya kadar öyle kal, ( yine de onlara katılma)."
Esma´dan gelen şu rivayet bize Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in çıkacak fitnelere karşı, ashabını uyarmada değişik üsluplara başvurduğunu göstermektedir : "Ben ( cennette bana has olan) havuzumun başında yanıma gelecekleri beklerken, bir bölük insan ( cehenneme atılmak üzere) yakalanıp getirilir. Ben : "Bunlar benim ümmetimdir" diyerek müdahale ederim. Ancak, "Sen bunların arkandan yüz geri olup, dinden çıktıklarını bilmiyorsun" derler."

Son olarak şunu belirtmede fayda var : Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in "Benden sonra" veya "Kıyamete yakın", "Kıyamet kopmazdan önce" gibi çeşitli tabirlerle zamanlayarak haber verdiği hadiseler, daha Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) hayatta iken ortaya çıkan ve ölümünden sonra Hz. Ebu Bekir zamanında gelişen yalancı peygamber Müseylime-i Kezzab hadisesi ile başlar. Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali´nin şehadetleri ile, Cemel, Sıffîn, Nehrevan vakaları ile devam eder.

Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın ihbar ettiği fitnelere, İslam dünyasının her tarafında günümüzde şahit olduğumuz ve gelecekte şahit olacağımız fitneler de dahildir. Hadislerdeki tasvirlerle bunların herbiri arasında mutabakat görülebilir. Her devirde yaşayan Müslümanlar, bu mutabakatı görerek, devirlerindeki fitnenin, Hz. Peygamber tarafından haber verilen fitne olduğunu ifade etmişlerdir. Bunlardan biri, Resûlullah´ın arkadaşlarından ( Ashab) Huzeyfe´ye aittir. O, şöyle der : "Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) bize : "Bana Müslümanların sayımını yapın" deyince, biz : "Ey Allah´ın Resulü, sayımız altı yedi yüze ulaştığı halde, yoksa korkuyor musunuz " dedik. Bunun üzerine : 

"Siz bilmezsiniz, belki de imtihan ve ( ibtila) olunacaksınız" cevabını verdi. Biz gerçekten imtihan olunduk. Öyle ki, bizden bir kimse, namazı bile gizlice kılmak durumunda kaldı."[21]

BİRİNCİ FASIL
FİTNE PATLAK VERİNCE YAPILACAK TAVSİYE

ـ4758 ـ1ـ عن أبِى أُمَيَّةَ الشّعْبَانِى قالَ : ]قُلْتُ يَا أبَا ثَعْلَبَةَ كَيْفَ تَقُولُ في هذِهِ اŒية : يَا أيُّهَا الَّذِىنَ آمَنُوا عَلَيْكُمْ أنْفُسَكُمْ. فقَالَ : أمَا وَاللّهِ لَقَدْ سَألْتَ عَنهَا خَبِيراً. سَألْتُ عَنْهَا رَسُولَ اللّهِ #. فقَال : بَلِ ائْتَمِرُوا بِالْمَعْرُوفِ، وَانْتَهُوْا عَنِ الْمُنْكَرِ، حَتّى إذَا رَأيْتُمْ شُحّاً مُطَاعاً، وَهوىً مُتَّبِعاً، وَدُنْيَا مُؤْثِرَةً، وَإعْجَابَ كُلِّ ذِى رَأىٍ بِرَأيِهِ، فَعَلَيْكَ بِنَفْسِكَ، ودَعْ عَنْكَ أمْرَ الْعَوَّامِّ. فإنَّ مِنْ وَرَائِكُمْ أيَّاماً الصَّبْرُ فِيهِنَّ كَالْقَبْضِ عَلى الْجَمْرِ، لِلْعَامِلِ فِيهِنَّ مِثْلُ أجْرِ خَمْسِينَ رَجًُ يَعْمَلُونَ مِثْلَ عَمِلِكُمْ[. أخرجه أبو داود والترمذي.»الشُّحُ« البخل الشديد.و»طَاعَتُهُ« اتباع انسان هوى نفسه لبخله وانقياده له.وقوله : »دُنْيا مؤْثَرَةً« أى محبوبة مشتهاة .

1. ( 4758 )- Ebu Ümeyye eş-Şa´bânî anlatıyor : "Ey Ebu Sa´lebe, dedim, şu ayet hakkında ne dersin " ( Mealen) : "Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça sapıtmış olanlar size zarar vermez.." ( Maide 105).
Bana şu cevabı verdi : 
"Gerçekten bunu, iyi bilen birine sordun. Zira ben aynı şeyi Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´a sormuştum : Demişti ki :  "Ma´rufa sarılın, münkerden de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir heva, ( dine, ahirete) tercih edilen dünyalık görür, rey sahiplerinin ( selefi dinlemeden) kendi reylerini beğendiklerini müşahede edersen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. Zîra ( bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi ( sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir." [Ebu Davud, Melahim 17, ( 4341); Tirmizî, Tefsir, Mâide, ( 3060); İbnu Mace, Fiten 21, ( 4014).][22]

AÇIKLAMA : 
Hadis, kişinin kendisiyle meşgul olmasını, başkasının sapıklığının kişiye zarar vermeyeceğini ifade eden bir ayeti ( Maide 105) açıklama sadedinde varid olmuştur. Ayetin zahirine bakılınca emr-i bi´lmarufa yer vererek başkalarıyla meşgul olmayı değil, kendi işiyle meşgul olmayı emrediyor gözükmektedir. Ayet suale vesile olmuştur. Çünkü mü´min kişiyi emr-i bil marufta bulunmaya, münkerden nehyetmeye teşvik eden ayetler ve hadisler var. Bu ayetle öbür ayetler arasında zahirî bir tezad gözükmektedir. Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm) beyan buyurdukları açıklama ile "Marufa sarılın..." emretmektedir. Ma´ruf, güzel kabul edilen, meşru olan, şeriatın yapılmasını tecviz ve teşvik ettiği her şeydir. Bunlar arasında emr-i bi´lmaruf ve nehy-i anil münker de yer alır. Şu halde mü´min buna ara vermeden devam edecek. Ancak cemiyette zuhur edecek bazı alametler var. Onlar görüldü mü, artık emr-i bil maruf ve nehy-i ani´lmünkeri terketmek evladır. Çünkü, bu safhada emr-i bil´maruf, fayda değil zarar verebilecektir. Hadiste bu alametler şöyle sayılır : 

* İtaat gören cimrilik. Bazı alimler aşırı, hırsla karışık cimrilik diye açıklamıştır.
* Hevaya uyulması, yani şeriatın emirlerinin terkedilmesi.
* Dine tercih edilen dünya.
* Rey sahiplerinin kitaba, sünnete, icma-ı ümmete, sahabe akvaline bakmadan kendi görüşünü beğenip ona tabi olması.

Bu sayılanlar, haricî bir düşmanın hakimiyeti değil, İslam cemiyeti içerisinde gayr-ı İslamî, beşerî değerlerin hakimiyetidir, fitnedir, dahili kargaşanın had safhaya ulaşmasıdır. Bu derece bozulan insanlara emr-i bil maruf fayda vermez, zararı daha da artırır mânasında olmak üzere Aleyhissalâtu vesselâm, kişiye, cemiyeti terketmesini, kendini kurtarmayı düşünmesini tavsiye etmektedir. Çünkü arkada sabrın övüleceği sıkıntılı günler gelecektir.[23]

ـ4759 ـ2ـ وعن واقِدِ بْنِ مُحمّدٍ عن أبيهِ عن عبداللّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ
العَاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال : ]شَبَّكَ رَسُولُ اللّهِ # أصَابِعَهُ. وَقَالَ : كَيْفَ أنْتَ يا عَبْدَاللّهِ ابْنَ عَمْرٍو إذَا بَقِيْتَ في حُثَالَةٍ قَدْ مَرَجَتْ عُهُودُهُمْ، وَاخْتَلَفُوا فَصَارُوا هكذَا؟ قَالَ : فَكَيْفَ يَا رَسُولَ اللّهِ؟ قَالَ : تَأخُذُ مَا تَعْرِفُ، وَتَدَعُ مَا تُنْكِرُ، وَتَقْبِلُ عَلى خَاصَّتِكَ، وَتَدَعُهُمْ وَعَوَامَّهُمْ[. أخرجه البخاري. قال الحميديّ : وليس هو في أكثر النسخ.»الحثالةُ« ما يسقط من قشر الشعير ونحوه إذا نقّى، وكأنّهُ الردئ من كل شئ.و»مَرجَتْ عُهُودُهُمْ« أى اِخْتَلَطَتْ وَاختلفت .

2. ( 4759)- Vakid İbnu Muhammed babasından, o da Abdullah İbnu Amr İbni´l-As ( radıyallahu anhümâ)´dan anlattığına göre demişti ki : "Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm), ( bir gün) parmaklarını kenetledi ve dedi ki : "Ey Abdullah İbnu Amr! Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık  hale gelen bir kısım ayak takımı ( hezele) kimselerle başbaşa kalırsan ne yaparsın "
"Ne yapmamı tavsiye edersiniz, Ey Allah´ın Resulü!" dedim. Buyurdular ki : 
"Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terkedersin. Kendi yakınlarının ( hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O hezele takımı ( ile de), onların cemaatı ile de ( uğraşmayı) terkedersin." [Buhârî, Salat 88, Fiten 13; Ebu Davud, Melâhim 17, ( 4342); İbnu Mace, Fiten 10, ( 3957).][24]
AÇIKLAMA : 
1- Ahdin bozulması, güven ve emniyetin kalkmasıdır. İster mal, ister can, isterse ırz emniyeti olsun, hepsinin kalkması, halel görmesi, ahdin bozulması ile ifade edilmiştir. Irz emniyeti deyince vicdan hürriyeti, din hürriyeti gibi kişinin şahsiyetine giren hususları da anlamamız gerekir. Ahdin bozulmasıyla cemiyette bunlar da kalmaz, vicdanlara baskı artar, inançları sebebiyle dindarlara taarruz ve tasallut tahammül edilmez hale gelir. Önceki hadiste de kısmen geçtiği üzere dindarlığın, ahirzamanda, elde ateş tutmak gibi zorlaşması, ahdin bozulmasıyla din ve vicdan hürriyetinin de ortadan kalkacağını ifade eder.

2- Şarihler bu hadisi açıklarken, hadisin "parmakların kenetlenmesini yasaklayan" bir başka hadisle arzettiği tenakuza dikkat çekip, aralarını telif ederler : "Resûlullah buyurmuştur ki : "Biriniz namaz kılınca parmaklarını kenetlemesin. Zira, kenetleme işi, şeytandandır. Biriniz mescidde olduğu müddetçe, oradan çıkmadıkça namazdadır." Şarihler, umumiyetle bu iki rivayet arasında tearuz görmezler. Çünkü bu sonuncu hadiste, namaz esnasında veya namaz beklerken parmakların kenetlenmesi yasaklanmaktadır. Halbuki, sadedinde olduğumuz hadis, hadisenin namazla ilgisinden bahsetmez. Hadisin mescidde vürud etmesi de muhtemeldir. Bu takdirde cevap şöyledir : Yasak, gayesiz bir şekilde boş yere kenetlemekle ilgilidir. 

Halbuki Resûlullah bir temsil vermek, kapalı bir mânayı daha anlaşılır kılmak için parmaklarını kenetlemiştir. Öyle ise, namaz dışında müsbet, faideli bir maksatla parmakların kenetlenmesinde bir mahzur yoktur. Kenetlenme yasağının hikmeti üzerine : "Çünkü "şeytandandır", "uykuyu getirir", "kenetlemenin arzettiği manzara, ihtilafın manzarasıdır, bu manzara namazda veya namaz hükmündeki bir halde bulunan kimse hakkında mekruh görülmüştür. Çünkü bir başka hadiste "Karışık olmayın; kalplerinize ihtilaf girer" buyrulmaktadır" gibi yorumlar getirilmiştir.

3- Hadisin, fitne sırasında Müslümanın takip edeceği yolla ilgili mesajı izah gerektirmeyecek kadar açıktır : Fitneye bulaşmamak, ateşi avuçta tutmak kadar zor bir iş dahi olsa fitneden kaçmak; öyle ki, icabında emr-i bi´lmaruf ve nehy-i ani´l münkeri de terkedip, sözünü dinleyecek yakınlarla meşgul olup, onları kurtarmaya çalışmak. Müteakiben kaydedilecek ilk iki hadiste ( 4760, 4761) fitneden kaçmanın gereği ve hayrı daha açık olarak ifade edilecektir.[25]

ـ4760 ـ3ـ وعن أبى ذرٍّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # يَا أبَا ذَرٍّ قُلْتُ : لَبَّيْكَ يَا رَسُولَ اللّهِ وَسَعْدَيْكَ. قَالَ : كَيْف أنْتَ إذَا أصَابَ النَّاسَ مَوْتٌ يَكُونُ الْبَيْتُ فيهِ بِالْوَصِيفِ؟ قُلْتُ : مَا خَارَ لِى اللّهُ

وَرَسُولُهُ. قَالَ : عَلَيْكَ بِالصَّبْرِ، أوْ قَالَ تَصَبَّرْ ثُمَّ قَالَ لِى : يَا أبَا ذَرٍّ. قُلْتُ : لَبَّيْكَ يَا رَسُولَ اللّهِ وَسَعْدَيْكَ قَال. كَيْفَ أنْتَ إذَا رَأيْتَ أحْجَارَ الزَّيْتِ قَدْ غَرَقَتْ بِالدَّمِ؟ قُلْتُ : مَا خَارَ لِى اللّهِ وَرَسُولُهُ. قَالَ عَلَيْكَ بِمَنْ أنْتَ مِنْهُ. قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ : أفََ آخُذُ سَيْفى أضَعَهُ عَلى عَاتِقِى. قَالَ : شَارَكْتَ الْقَوْمَ إذن. قُلْتُ : فَمَا تأمُرُنِى؟ قَالَ : تَلْزَمُ بَيْتَكَ. قُلْتُ : فإنْ دُخِلَ عَلَىًّ بَيْتِى؟ قَالَ : إنْ خَشِيْتَ أنْ يَبْهَرَكَ شُعَاعُ السَّيْفِ فألْقِ ثَوْبَكَ عَلى وَجْهِكَ يَبُوءُ بإثْمِكَ وإثْمِهِ[. أخرجه أبو داود.والمراد »بالبيت« ههُنَا القبر.و»الوَصيفُ« العبد، والمعنى أن القتلى تكثر لكثرة الفتن حتى يشترى موضع قبر يدفن فيه الميت بعبد لضيق المكان عنهم، أو ‘نه شتغال بعضهم ببعض يوجد من يحفر قبر ميت ويدفنه إ أن يعطي وصيفا أو قيمته .

3. ( 4760)- Hz. Ebu Zerr ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm) seslendiler : "Ey Ebu Zerr!" "Buyurun, Ey Allah´ın Resulü, emrinizdeyim!" dedim.
"İnsanlara ( kitle halinde) ölüm isabet edip, kabirlerin ( ücretli) hizmetçiler tarafından kazılacağı zaman ne yapacaksın " buyurdular. "Benim için Allah ve Resulü neyi ihtiyar buyurursa onu yaparım!" dedim. "Sabrı tavsiye ederim!" buyurdular -veya, sabredersin! dediler- ve sonra bana tekrar seslendiler : 

"Ey Ebu Zerr!"
"Buyurun ey Allah´ın Resûlü, sizi dinliyorum!" dedim. "Zeyt mıntıkasının taşları kanda boğulduğunu gördüğün zaman ne yapacaksın " "Allah ve Resûlü benim için neyi ihtiyar buyurursa onu!" dedim "Sana kendilerinden olduğun yakınlarını tavsiye ederim!" dedi. 
Ben sordum :  "Ey Allah´ın Resulü! ( O zaman) kılıcımı alıp omuzuma koymayayım mı "
"Böyle yaparsan ( fitneci) kavme ortak olursun!" buyurdular. "Bana ne emredersiniz!" dedim."Evine çekil!" buyurdular.
"Evime girilirse " dedim.
"Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından korkarsan, elbiseni yüzüne ört. Gelen hem senin günahınla, hem de kendi günahıyla dönsün!" buyurdular." [Ebu Davud, Fiten 2, ( 4261); İbnu Mace, Fiten 10, ( 3958 ).][26]
AÇIKLAMA : 
1- Bu hadis fitneye karışmayı yasaklayan hadislerden biridir. Hadisin, Begavî tarafından Mesabih´te kaydedilen veçhi biraz daha teferruatlıdır; şöyle ki : "Ebu Zerr ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Ben bir gün, bir merkep üzerinde, Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın terkisinde idim. Medine´nin ( dış) evlerini geçtiğimiz sırada bana : "Ey Ebu Zerr! Medine´ye açlık hakim olduğu; öyle ki, yatağından kalkınca açlıktan bitkin düşüp mescide kadar gidemediğin zaman ne yapacaksın " dedi" diyerek başlayan hadis, Resûlullah´ın şu tavsiyesi ile noktalanır : [27]
"Eğer kılıcın parıltısının sana galebe çalmasından ( dayanamayıp kılıca sarılıp fitneye katılmaktan) korkarsan elbisenin kenarını yüzüne çek, ta ki, ( haksız yere öldürerek) senin günahınla ve kendi günahlarıyla geri dönsünler."

2- İnsanlara ( kitle halinde) ölüm nisbeti kıtlık, veba, savaş gibi sebeplerle gelecek umumi ölüm hadisesi olarak anlaşılmıştır.

3- Hadiste geçen beyt ve vasif kelimelerini anlamada şarihler bazı farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Şöyle ki : 

* Mezar olarak tercüme ettiğimiz ( beyt) kelimesini bazı alimler mezar olarak anlamıştır. Hattabî der ki : "Beyt, burada "mezar" demektir, vasif de hizmetçi. Murad olan mâna şudur : "İnsanlar, öylesine meşguldürler ki öleni gömmeye fırsat bulamazlar da onu gömmesi için hizmetçiye verirler, yahut ücretle gömdürürler."

* Buradan şöyle anlayanlar da olmuştur : "Mezar yerleri öylesine dardır ki, herbir ölüleri için bir kabir yerini bir köle vererek satın alırlar." Ancak bu ikinci te´vil tenkit edilmiş ve : "Ölüm, sağlar arasında devam etse ve fevkalade yayılarak artsa da yine böyle bir darlık hasıl olmaz. Çünkü arz geniştir" denmiştir. Ancak, hadisin Mesabih´ten kaydettiğimiz veçhinde ikinci mânayı teyid eden ibareler mevcuttur. Hadisin şerhinde imkan varsa hadisten istifade en evla yoldur. Burada o imkan mevcuttur.

* Bu ibareden şu mâna dahi çıkarılmıştır : "O zaman evler, ölümlerin çokluğu ve ikamet edeceklerin azlığı sebebiyle çokça ucuzlar. Öyle ki bir ev, aslında normal olarak bir köleden pahalı olduğu halde, bir köle mukabilinde satılır."
* Şu mâna da çıkarılmıştır : "Evlerde önceleri çok insan mevcut olduğu halde, bu evin işini görmeye sadece bir köle kalır."

4- Zeyt´in Medine´nin bir mahallesi veya Medine civarında bir yer adı olduğu söylenmiştir. Türbüşti : "Burası, Yezid zamanında cereyan eden meşhur hadisenin vukua geldiği Harra´da bir noktanın adıdır. Orada savaşan zalim orduların komutanı da Müslim İbnu Ukbe el-Mürri´dir. Resûlullah´ın koyduğu haramları mübah kılan heriftir. Karargahı Medine´nin batısında yer alan Harre-i garbiyye idi. Medine´nin hurmetini ihlal etti, erkekleri hep öldürdü. Orada üç gün -beş de denmiştir- talanda bulundu."

5- "Kendinden oldukların" tabiriyle kişinin ailesi, yakınları, kavmi kastedilmiştir. Bununla "İmam"ın yani biat etmiş olduğu imamının kastedildiği de söylenmiştir. Bu durumda mâna : "İmamına ve bey´at ettiğin kimseye tabi ol" demek olur.

6- Hadiste, kişinin kılıcı alıp omuza koyması halinde, günahta fitnecilere ortak olacağı ifade edilmiştir. Öyleyse fitne şartlarında fitnecilere iştirak etmemek, günahlarına ortak olmamak için silaha sarılmamak gerekir. Aliyyu´l-Kârî der ki : "( Fitnede) hasım Müslümansa, fesad terettüp etmeyecek ise, müdafa-i nefis caizdir. Ancak hasım kafir ise, imkan nisbetinde müdafaa etmek vacib olur."

7- "Kılıcın parıltısının galebe çalması", kılıcı kullanmaktan kinayedir. "Elbisenin kenarıyla yüzünü örtmek", düşmanı görüp, korkmamak içindir. Bundan maksad, "Onlar seninle savaşsa da sen onlarla savaşma, ölmeyi tercih et" demektir. Bu taktirde, gelenler "seni öldürmüş olmanın günahı ve diğer günahlarıyla dönerler" mânası anlaşılır.[28]

ـ4761 ـ4ـ وعن أبى مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # : إنَّ بَيْنَ يَدَى السَّاعَةِ فَتَناً كَقِطَعِ اللَّيْلِ الْمُظلمِ، يُصْبِحُ الرَّجُلُ فِيهَا مُؤْمِناً وَيُمْسِي كَافِراً، وَيُمْسِي مُؤْمِناً وَيُصْبِحُ كَافِراً اَلْقَاعِدُ فِيهَا خَيْرٌ مِنَ الْقَائِمِ، وَالْمَاشِى فِيهَا خَيْرٌ مِنَ السَّاعِى. فَكَسِّرُوا قِسيَّكُمْ، وَقَطِّعُوا أوْتَارَكُمْ، وَاضْرِبُوا سُيُوفَكُمْ بِالْحِجَارَةِ. فإنْ دُخِلَ عَلى أحَدٍ مِنْكُمْ فَلْيَكُنْ كَخَيْرِ ابْنَى آدَمَ[. أخرجه أبو داود والترمذي.وزاد أبو داود بعد الساعى : ]قَالُوا : فَمَا تأمُرُنَا؟ قَالَ : كُونُوا أحَْسَ بُيُوتِكُمْ[.»قِطَعُ اللَّيْلِ« طائفة منه، وأراد فتنا مظلمة سوداء تعظيماً لشأنها.وأراد بقوله : »فَلْيَكُنْ كَخَيْرِ ابْنَىْ آدَمَ« ابن آدم لصلبه هابيل الذي قتله أخوه قابيل، ومما قال اللّهُ تعالى في أمرهما : لَئِنْ بَسَطْتَ إليَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي اŒية .

4. ( 4761)- Hz. Ebu Musa ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki : "Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü´min olarak sabaha erer, akşama kafir olur; mü´min olarak akşama erer, sabaha kafir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Adem´in iki oğlundan hayırlısı olsun ( ölen olsun, öldüren değil)" [Ebu Davud, Fiten 2, ( 4259, 4262); Tirmizî, Fiten 33, ( 2205).]
Ebu Davud, "koşandan" kelimesinden sonra şu ziyadeyi kaydetmiştir : "Yanındakiler, "Bize ne emredersiniz ( ey Allah´ın Resulü) " dediler. "Evinizin demirbaşları olun!" buyurdu."[29]
AÇIKLAMA : 
1- Resûlullah, kıyamete yakın çıkacak fitnelerin dehşetini belirtmek için, zifirî karanlık gecenin parçalarına benzetmiştir. Yani peşpeşe fitneler olacak, her biri, gece parçası gibi karanlık, yani doğruyanlış, haklıhaksız, isabetlihatalı vs. şekilde tefrik etmek imkanı tanımayacak, son derece dehşetli olacak demektir. Bu teşbihten maksat fitnenin büyüklüğünü ifadedir.

2- Hz. Adem´in iki oğlundan hayırlısı Hz. Habil´dir. Kardeşi Kabil onu öldürmek istediği vakit ayet-i kerimenin ifadesiyle kardeşine : "Sen beni öldürmek için elini bana kaldırsan da , ben seni öldürmek için elimi sana kaldırmayacağım" ( Maide 28 ) demiştir. Bu ayette, Cenab-ı Hakk fitne sırasında Müslümanların takip edeceği siyaseti vaz´ etmiş olmaktadır : "Fitneden kaçmak, öldürmektense ölmeyi tercih etmek." İslam´da bunun ilk örneğini Hz. Osman ( radıyallahu anh)´ın verdiği belirtilir : O fitnenin büyümemesi için öldürmeyi değil, öldürülmeyi tercih etmiştir.

3- Evin demirbaşı olmaktan maksad, evden ayrılmamak, dışarı çıkıp fitneye bulaşmamaktır. Nasıl ki demirbaş denen halı, kilim gibi bir kısım eşyalar devamlı evde kalırlar; fitne sırasında da o eşyalardan biri gibi olmak yani evden dışarı çıkmamak tavsiye edilmiştir. Bundan da maksad, fitneye katılmamaktır.[30]

ـ4762 ـ5ـ وعن أبى سعيدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهُ # : يُوشِكُ أنْ يَكُونَ خَيْرَ مَالِ الْمُسْلِمِ غَنَمٌ يَتْبَعُ بِهَا شَعَفَ الْجَِبَالِ وَمَوَاقِعِ الْقَطْرِ، يَفِرُّ بِدِينِهِ مِنَ الْفِتَنِ[. أخرجه البخاري ومالك وأبو داود والنسائي.»مَوَاقِعِ الْقَطْرِ« المواضع التي ينزل بها المطر .

5. ( 4762)- Ebu Said ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki :  "Kişinin en hayırlı malının peşine takılıp dağ geçitlerini ve yağmur düşen yerleri takip edeceği koyunu olacağı zaman yakındır. Böylece dinini fitnelerden kaçırmış olur." [Buhârî, İman 12, Bed´ü´l-Halk 14, Menakıb 25, Rikak 34, Fiten 14; Muvatta, İsti´zan 16, ( 2, 970); Ebu Davud, Fiten 4, ( 4267); Nesâî, İman 30, ( 8, 123, 124).][31]

ـ4763 ـ6ـ وعن مَعْقِلْ بن يسار قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # : الْعِبَادَةُ في الْهَرْجِ كَهَجْرَةِ اليَّ[. أخرجه مسلم والترمذي.»اَلْهَرْجُ« هنا : اختف والفتن .

6. ( 4763)- Ma´kıl İbnu Yesar anlatıyor : "Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki : 
"Herc ( fitne) zamanında ibadet, tıpkı bana hicret gibidir." [Müslim, Fiten 130, ( 2948 ); Tirmizî, Fiten 31, ( 2202).][32]
ـ4764 ـ7ـ وعن الْمقداد بن ا‘سود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # : إنَّ السَّعِيدَ لَمَنْ جُنِّبَ الْفتَنَ وَلَمَنِ ابْتُلِىَ فَصَبَرَ، فَوَاهاً[. أخرجه أبو داود.»وَاهاً« كلمة يقولها المتأسف على الشئ والمتعجب منه .
7. ( 4764)- Mikdad İbnu´l-Esved ( radıyallahu anh) anlatıyor : "Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki :  "Bahtiyar, fitneden kaçınan kimse ile, belalarla karşılaşınca sabreden kimsedir. Ne mutlu ona!" [Ebu Davud, Fiten 2, ( 4263).][33]

ـ4765 ـ8ـ وعن ابْنِ عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # : وَيْلٌ لِلْعَرَبِ مِنْ شَرٍّ قَدِ اقْتَرَبَ، أفْلَحَ مَنْ كَفَّ يَدَهُ[. أخرجه أبو داود .
8. ( 4765)- İbnu Abbas ( radıyallahu anhümâ) anlatıyor : "Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki :  "Yaklaşan bir şerden yazık Araplara! Elini çeken ondan kurtulur." [Ebu Davud, Fiten 1, ( 4249).] [34]

AÇIKLAMA : 
Kaydedilen son hadisler, özet olarak fitneye bulaşmamayı ve imkan nisbetinde fitneden kaçmayı tavsiye etmektedir. Kapıya kadar gelen fitneye, öldürülmeyi tercih edecek kadar bulaşmama emri, üzerinde durulması gereken bir husustur. Zîra ulema, çeşitli nokta-i nazarları ve mukabil delilleri de gözönüne alarak, mesele üzerinde ziyadesiyle durmuş ve enine boyuna tartışmıştır. Fitne şartlarında yaşamamız haysiyetiyle bu hususların daha sistemli ve teferruatlı olarak bilinmesinin gerekli ve faydalı olacağına inanıyoruz. Bu sebeple mevzuyu biraz açıklayacağız.
Fitnede herkese ferdî olarak terettüp edecek vazifeleri şöyle sayabiliriz 
1- Fitnenin getireceği sıkıntılara sabır.
2- Fitnecileri yalnız bırakmak,
3- Uzlet; eve çekilmek, dağa çekilmek, terk-i diyar etmek,
4- Öldürmektense ölmeyi tercih etmek. Fitnede müdafa-i nefis meselesi,
5- Dilini tutmak,
6- Kalben kerahet,
7- Mal ve evlatça hıffet,
8- Silah edinmemek,Şimdi bunları açıklayalım : [35]

1- Fitnede Sabır : 
Hangi çeşitten olursa olsun, iradesi dışında gelen her çeşit musibet karşısında Müslümanın başvuracağı mühim bir silah olarak ifade edilen "sabır", fitne karşısında daha da ehemmiyet kazanan, ısrarla tavsiye edilen en mühim silah hüviyetini kazanmaktadır. Bu hususu Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), bazan tek tek fertlere, bazan umumi bir ifade ile herkese duyurmuştur.Müslim´de gelen bir rivayette, Hz. Peygamber, kendisine memuriyet vermesini isteyen  Ensar´dan bir zata şu cevabı verir : "Siz benden sonra bencillik ( ve fitneyle) karşılaşacaksınız. Havz( -ı Kevser)in başında bana kavuşuncaya kadar sabredin." Tirmizî´nin rivayetinde, "..fitne ve dine muhalif bulacağınız icraatlar göreceksiniz" ibaresi vardır. Ensârinin "Ey Allah´ın Resulü, bize ne tavsiye edersiniz " sualine karşı : "İcraatcılara olan vazifelerinizi ( onların hakkını) eda edin, haklarınızı Allah´tan talep edin" cevabını verir.
Bu mevzuda Ebu Zerr´den gelen bir rivayet daha geniş, daha açıktır; aynen kaydediyoruz : Ebu Zerr anlatıyor : "Bir gün Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in bineğinin terkisinde idim. Medine´nin evlerinden dışarı doğru çıkmıştık ki bana : 
"Ey Ebu Zerr, Medine´de açlık bulunduğu ve hatta sen yatağından kalkıp da açlık sebebiyle mescide kadar gidecek gücü kendinde hissetmediğin zaman halin nedir " dedi Ben de : "Allah Resulü daha iyi bilir" dedim. 

Resûlullah : "Ey Ebu Zerr! İffetini koru ( söz ve fiillerde haramdan kaçın)" dedi ve ilave etti : "Ey Ebu Zerr! Medine´de kıtal olsa ve bir mezarın ücreti bir köle fiyatına ulaşsa, o kadar ki, bir kabir bile bir köle karşılığında satılsa, senin durumun ne olur " "Allah ve Resulü daha iyi bilir" cevabını verdim.

"Sabret ey Ebu Zerr" dedi ve ilave etti : "Ey Ebu Zerr! Medine´de kıtal olsa ve kan ( Medine dışında yer alan) Zeyt mıntıkasının taşlarını sulayacak kadar çok aksa ne yaparsın " Ben yine : "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedim. Resûlullah : "Mensup olduğuna ( yani aile ve akrabana veya biat ettiğin imama) dön" dedi. Ben sordum ve : "Silahımı kuşanayım mı " dedim. Resûlullah : "( Hayır) o takdirde insanlara ( kötü amellerinde) iştirak etmiş olursun" cevabını verdi.
"Öyleyse ne yapayım ey Allah´ın Resulü " diye sordum. Cevaben : "Evinde kal, çıkma" dedi. Ben tekrar : "Ya evime de gelirlerse " dedim. "Kılıcın parıltısının galebe çalmasından ( kullanmaktan) korkarsan elbisenin kenarını yüzüne ört, ta ki ( gelen kimse) hem senin günahınla hem kendi günahıyla dönsün. "Hz. Enes, Haccac´ın zulmüden çok ızdırap çekerek, ne yapacağız diye şikayete gelenlere : "Sabredin, Rabbinize kavuşuncaya kadar sabredin. Zira artık her gelen yeni gün, gidenden daha kötüdür" der ve bunu Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´den işittiğini ilave eder.
Mikdad İbnu´l-Esved ise, yeminle te´kid ederek Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´den şunu işittiğini söyler : "Bahtiyar kimse ( lütf-i İlahî olarak) fitnelere karışmaktan uzak tutulan kimsedir. Bahtiyar kimse fitnelerden uzak tutulan kimsedir. ( Çeşitli belalarla) imtihan edildiği zaman sabırla karşı koyana ne mutlu!"

Tabiinden meşhur Hasan-ı Basrî de burada zikre değer. Zîra o da fitneye karşı hararetle sabır tavsiye eder ve ortalığın tevbe ile, insanların kendilerini düzeltmesi ile iyiye döneceğini söyler. Kendisine Haccac´la alâkalı sorulduğu zaman da hep şu mealde tavsiyede bulunurdu : "Ben onunla mukatele edilmemesi görüşündeyim. Zîra, eğer o Allah´tan bir ceza ise, siz kılıcınızla Allah´ın cezasını geri çeviremezsiniz. Şayet bir bela ise, sabredin, Allah hükmünü versin. Zîra O, en hayırlı şey üzere hükmedicidir." Ona göre fitne sırasında hiçbir gruba iltihak etmemelidir.[36]

2- Fitnecileri Yalnız Bırakmak : 

Çıkan fitnenin büyümesini önlemede ve ondan gelecek zararlara karşı korunmada en isabetli tedbirlerden biri, fitneciyi yalnız bırakmaktır. Haklı ve haksız tarafların belli olduğu durumlarda, haklı tarafın desteklenmesi tavsiye edilmiş olmakla beraber, haklı veya haksızın belli olmadığı durumlarda, hiçbir tarafa destek vermemek, bütün tarafları terketmek esastır. Hz. Peygamber´den gelen rivayetlerden bu anlaşılmaktadır. Müslim´de gelen bir rivayette Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) : "Ümmetimi Kureyş´ten şu kabile helak edecektir" diye istikbalde gelecek bir fitneden haber verir. Yanındakiler : "O vakit ne yapmamızı, nasıl davranmamızı emredersiniz " diye sorarlar. Cevap şudur : "İnsanlar onları terketmelidir."

Muhtelif tariklerden gelen şu rivayet, fitne çıkaranların yalnız bırakılmalarının lüzumunu ve fitneye karışmamanın gereğini herkesin anlayacağı bir üslubla, çok vazıh bir şekilde ifade eder : Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber´in şöyle dediğini bildirir : "Haberiniz olsun ( benden sonra) fitne çıkacak. O fitne sırasında uyuyan uyanıktan [yatan oturandan]; oturan ayakta olandan; ayakta olan yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim böyle bir fitneye rastlarsa hemen geri dönsün. Kim de fitne anında sığınacak bir kuytu bulursa oraya girsin."

İbnu Hacer, ed-Davudî´den naklen şu açıklamayı sunar : "Hadisin zahirine göre, fitneye uzak veya yakından muhtelif derecelerde teması olan kimseler burada dile getirilmektedir. Yani bu işte bazıları bazılarına rağmen çok daha ileridir. Bunlardan en ileride olanı, fitnenin artmasına sebep olacak şekilde koşandır. Sonra fitnenin sebeplerini hazırlayacak şekilde ortaya çıkandır ki, hadiste bu, "yürüyen" diye ifade edilmektedir. Sonra fitne ile alakadar olan gelir ki, ona da : "ayakta olan" denmiştir. Ondan sonra fitneyi seyretmekle beraber mücadele etmeyen ( karışmayan) gelir, bu da "oturan" diye ifade edilmiştir. Sonra da kendisinden bu hususta hiçbir ilgi, alâka sadır olmayan, ancak razı ( ve memnun) olan gelir ki, bu da "uyuyan" diye ifade edilmiştir."
İbnu Hacer, fitneye karışma hususunda niyetlenenleri üç gruba ayırarak mesuliyet durumlarını belirtir : 

1) Arzu geçirenler : Bunlar fiilen karışmadıkça günaha girmezler.
2) Arzuda kalmayıp fiile dökenler : Bunlar günahkârlardır.
3) Azmedenler, iyice niyetlenenler : Bunların durumu münakaşalıdır.

İbnu Hacer´in bu açıklamasının ışığında, "uyuyandan" maksadın fitneden hiç haberi olmayacak kadar kendi işine gücüne dalmış, çolukçocuğunun rızkı ve terbiyesi ile meşgul kimse olduğunu söyleyebiliriz. Nevevî de bu hadiste, "fitnenin zararının büyüklüğüne dikkat çekildiğini, fitneden son derece çekinip kaçmaya, fitneye götürecek herhangi bir şeye teşebbüsten imtina etmeye teşvik edildiğini, zira fitnenin zararı ve şiddeti onunla olan alaka nisbetinde arttığını" belirtir.
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), diğer birkısım hadislerinde de, dahilî birliğin kaybolduğu, ortaya çeşitli hiziplerin çıktığı hallerde -ki hadiste Müslümanların cemaat ve imamı yoksa diye ifade edilir- bu fırkaların hepsinin terkedilmesi emredilir. Fitnecinin yalnız bırakılmasının fiilen gerçekleşmesi için, Hz. Peygamber´in bunu tamamlayıcı başka tavsiyelerine de rastlarız. Şimdi onları görelim : [37]
3- Uzlet : 
Bu, kısaca inziva diye de ifade edilebilir. Uzlet veya inzivanın tahakkukunda Resûlullah´ın farklı tavsiyelerini görmekteyiz : Eve çekilmek, dağa çekilmek, terk-i diyar etmek gibi. Kişi, kendi şartlarına hangisi muvafıksa onu tercih edecek ve uzleti ihtiyar edecek. 
Şimdi bunları açıklayalım : [38]

* Eve Çekilmek :
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), gelecek fitneyi haber verip, insanları dehşete düşüren vasıflarıyla tavsif ettiği zaman dinleyicilerden vaki olan : "Ey Allah´ın Resûlü! Biz o zaman ne yapalım. " sualine, Hz. Peygamber´in verdiği cevaplardan bir kısmı "evlerinize çekilin" mealindedir. Ebu Musa´dan gelen bir rivayet aynen şöyle : "Önümüzde karanlık gece parçaları gibi fitneler var. O fitneler geldiği zaman kişi, mü´min olarak sabaha erer de akşam oluncaya kadar kafir olur. Orada oturan ayakta durandan; ayakta duran yürüyenden; yürüyen de koşandan hayırlıdır.." Dinleyenler : "Bize ne emredersiniz " dediler. Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) : "Evinizin demirbaşları olun" cevabını verdi."

Aynı tavsiye İbnu Mes´ud´dan gelen bir rivayette : "Elinizi ve dilinizi tutun, evin demirbaşlarından biri olun" şeklinde az bir farkla tekrar edilir.Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in fitne çıktığı zaman dökülecek kanların çokluğuyla alakalı -daha önce Ebu Zerr´den kaydettiğimiz- tasviri sırasında Ebu Zerr´e yapılan tavsiye daha vazıhtır : "...Evinde otur, kapıyı üzerine kilitle..."
Keza, bir başka hadiste, fitne tasvir edilirken, emniyetin, insanlara güven ve itimadın kaybolması, iyi, kötü fark edilemeyecek derecede insanların her an değişeceği belirtildiği sırada, ne yapılması gerektiği sorulunca Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) : "Evine kapan, diline sahip ol, iyi bildiğin şeyi yap, kötü bildiğin şeyi de terket, kendi yakınlarınla meşgul ol, ammenin işini terket" der. Şarihler eve kapanma emrini, zaruri olmayan işler dışında, halkla irtibatı kesmek şeklinde anlarlar. Zaruri temaslardan vazgeçilmemesi gerektiğini de belirtirler. Yukarıdaki rivayette de görüldüğü üzere, mücerred bir eve çekilme yeterli değildir. 
Bir başka rivayette : "( Göze batıcı, dikkat çekici davranışlardan kaçınarak) kendinizden az bahsettirin" denmektedir.[39]
* Dağa Çekilmek : 
Fitneye karışmamak, dışında kalabilmek için hadislerde ifade edilen bir tedbir de dağa çekilmektir. Fitneye karışmamaya teşvik hususunda beyan edilen : "...Fitne sırasında yatan oturandan; oturan ayakta durandan... daha hayırlıdır..." hadisinin Ebu Bekre tarafından rivayet edilen veçhinde, bir adam Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´a sorar : "Ey Allah´ın Resulü, bu durumda ne yapmamızı emredersin " Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in ona verdiği cevap şudur : "Kimin dağda develeri varsa onların peşine düşsün, kimin de davarı varsa, davarlarının yanına gitsin. Kimin de ( ekim) arazisi varsa o da çiftinin başına çekilsin...." Buharî ve Müslim tarafından kaydedilen bir rivayette "dağa çekilme" keyfiyeti te´yid edilir : "Müslüman kimseye, en hayırlı malın davar olacağı zaman yakındır. fitnelerden kaçarak, dinini kurtarmak için dağların yağmur düşen otlak yerlerini takip etmek üzere peşine takıldığı davar onun en hayırlı malıdır." Müslim´de Ebu Bekre´den gelen rivayette daha vazıh olarak : "...Haberiniz olsun, fitne iner veya vukua gelecek olursa, devesi olan, devesine; davarı olan davarına; arazisi olan arazisine iltihak etsin..." denir.

Fitne sırasında inzivayı teşvik eden hadislerden biri de taarrüb ile alakalı rivayettir. Göçebe Araplara katılarak onlar arasında ikamet mânasına gelen taarrüb daha ziyade, hicret ederek Medine´ye yerleştikten sonra, geldiği kabileye geri dönerek tekrar göçebeleşmek durumuna düşenler için kullanılan bir tabirdir. Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), göçebe hayattan sonra şehirlileşen bu kimselerin tekrar eski hayata dönmelerini kesinlikle yasaklamış, ancak fitne anında müsaade etmiştir : "Hicret ettikten sonra tekrar bedeviyete ( eski göçebe hayata) dönen kimseye Allah lanet etsin, fitne zamanında dönenler bundan hariçtir. Zîra göçebelik ( bedeviyet), fitne bulunan yerde ikametten hayırlıdır." Hz. Peygamber´den bu maksadla izin alanlar meyanında Seleme tu´bnu´l-Ekva´ın ismi geçer. Bu bahsi kaparken şu noktayı belirtmede fayda var : İmam Azam tarafından da fitne sırasında karışmayıp eve çekilme gereği hususunda te´yid edilen hükme Bedayi´de Kâsânî tarafından şu ihtirazi kayıt konmaktadır : "Bu hüküm, hususi bir vakitle alakalıdır. Bu da, fitnecilerle savaşa çağıran imamın bulunmadığı vakittir. Böyle bir imam varsa ve ( cihada) çağırıyorsa icabet etmek farzdır."[40]
* Terk-i Diyar Etmek :
Bir kısım hadisler, fitne çıktığı vakit eve, dağa, tarlaya çekilmekten daha öte, terk-i diyar etmeyi tavsiye etmektedir. Bu tavsiyeye uyarak Şam´a göç eden Ebu´d-Derda ile alakalı rivayet şöyle : "Yezid İbnu Ebî Hubeyb anlatıyor : "İki kişi Ebu´d-Derda´ya gelerek bir parça tarla için birbirlerini şikayet ettiler. Ebu´d-Derda onlara : "Ben Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in : "Sen bir yerde bulunduğun sırada bir parça tarla için iki kişinin husumet ettiklerini işitecek olursan orayı terket" dediğini işittim" der ve Ebu´d-Derda Şam´a gider."

Terk-i diyar umumi bir emir olarak anlaşılmasa bile, fitne sırasında buna tevessül etmenin istihbab edileceği bu rivayetten anlaşılmaktadır. Nitekim, yukarıda kısaca temas ettiğimiz Selemetu´bnu´l-Ekva ( radıyallahu anh) da Ebu´d-Derda gibi fitneye bulaşmak korkusuyla terk-i diyar edenlerden biridir. "Hicretten irtidat mı ettin " şeklinde maruz kaldığı ağır ithamlara rağmen, Mekke ile Medine arasında yer alan Rebeze´ye göç eder. Hadisi şerh eden Aynî fitne korkusuyla seleften birçoğunun terk-i diyar ettiklerini belirtir. 
( 1. cilt, s. 163) [41]
İnziva Ve Uzletin Fazileti :
Yukarıda kaydettiğimiz hadisler bize fitne sırasında uzlet ve inzivanın tavsiye edildiğini ifade eder. Esasen fitne olmayan normal zamanlarda alimlerin ekseriyeti tarafından cemiyete karışmak ( muhalata), inzivaya çekilmeye tercih edilmiş, üstün tutulmuş ise de, bu üstünlük mutlak değildir. Birkısım şartların ortaya çıkması halinde inziva tercih edilmelidir. 
Bu mühim mevzunun aydınlanması için fitne sırasında hayvanlarını alarak dağa çekilmeyi veya arazinin başına geçerek ekimle meşgul olmayı tavsiye eden hadisi açıklama zımnında İbnu Hacer´in sunduğu veciz açıklamayı burada kaydetmeyi gerekli bulduk. Der ki : "Selef alimleri, uzlet hususunda ihtilaf etmişlerdir. Cumhur ( ekseriyet) şunu söylemiştir : "İhtilat ( cemiyete karışma) uzletten evladır.

 Zîra İslamî şeâirin devamı için lüzumlu olan dinî bilgiler bu sayede öğrenilir. Cemiyete karışmada Müslümanların sayıca artması da mevzubahistir. Onlara, maddî ve manevî yardımda bulunmak, hastalarını ziyaret etmek gibi çeşitli hayırlar bu sayede ulaştırılır." Bazı alimler şunu söylemişlerdir : "Uzlet, üzerine düşeni bilmek şartıyla, ihtilattan evladır. Zîra uzlette selamat tahakkuk eder, gerçekleşir." Nevevî der ki : "Muhtar olan ( yani farklı görüşlerden tercih edileni), günaha düşmeyeceği hususunda zann-ı galib olan kimse için cemiyete karışmak daha iyidir."

Bazıları da şu görüştedir : "Burada verilecek hüküm şahıstan şahısa değişir. Bazıları için bunlardan biri şarttır. Bazıları için de tercih vesilesidir. Bu iki husus açıktır. Ancak, inziva ile ihtilat eşit olurlarsa birini diğerine tercih hususunda verilecek hüküm zamanın ve ahvalin değişen şartına bağlıdır." Kendisine muhâlata ( yani cemiyete karışma) gereken kimseler meyanında kötülüğü bertaraf etme gücüne sahip olan kimse vardır. Böyle birisine cemiyete karışmak farzdır. Bu farz, ahval ve imkânlara tabi olarak, farz-ı kifâye nev´indendir.

Kendisine muhâlata şâyan-ı tercih olan kimseler meyânında, iyiliği emir, kötülükten men ettiği ( emr-i bi´lma´ruf ve nehy-i ani´lmünkerde bulunduğu) takdirde kendisi fitneye maruz kalmayacağı hususunda zann-ı galibi hasıl olan kimse vardır. İnzivaya çekilme ile cemiyete karışma şıklarından her ikisi de kendisine eşit olanlara misal olarak şöyle bir adam gösterilebilir : Kişi fitneye düşmeyeceği hususunda kendinden emindir. Ancak, kesinlikle bilmektedir ki, sözü tutulmayacak, kendisine itaat edilmeyecektir. Bu duruma, umumî bir fitnenin mevcut olmadığı hallerde rastlanır. Fitne çıkacak olursa, uzleti tercih etmek gerekir. Zira bu durumda umumiyetle zarara düşülmektedir.

Fitneye girenlere ( İlâhî) belalar gelir ve fitneye katılmayanlara da sirayet eder. Bu hususu şu ayet haber vermektedir : "Öyle bir fitneden kaçının ki geldiği zaman sizden sadece zalim olanları çarpmaz..." Sunduğumuz açıklamayı Ebu Saîd´in rivayet ettiği şu hadis de te´yid eder : "İnsanların en hayırlısı o kimsedir ki, nefsiyle ve malıyla cihad eder, keza o kimsedir ki dağ başlarında Rabbına ibadet eder ve böylece insanlara kötülük yapmaktan uzak olur."

Cemiyete karışıp karışmama, yani inziva ve ihtilat hususlarında Hattâbî´nin bir izahı da klasik alimlerimizin görüşlerini anlamada bizim için faydalı olacağı kanaatindeyiz. Der ki : "İnziva ve ihtilat, kendileriyle alâkalı şeylere tabidir. Onlar değiştikçe bunlardan birini tercih durumu değişir. İhtilâta ve cemiyete karışmaya teşvik sadedinde gelen deliller, imamlara itaatla ve bir kısım dinî meselelerle alâkalıdır. İnzivaya teşvik sadedinde gelen deliller de, bunlar dışında kalan meselelerle alâkalıdır. Mesela bedenen insanlara karışmayı veya onları terketmeyi ele alalım. Tek başına geçimi te´min ve dinini muhafaza edebileceğine kâni olan bir kimse için, bir şartla, insanlara karışmaktansa uzak dursa daha iyi olur. 

O şart da ( namaz için) cemaate devam, selam vermeye ve almaya devam, hasta ziyareti, cenaze teşyii gibi Müslümanların hukukunu edaya devamdır. Matlub olan, lüzumsuz sohbetleri terketmektir. Zîra sohbetin fazlası, zihnimizi meşgul ve vaktimizi zâyi ederek mühim işlerimizi ihmal ettirir. En iyisi ihtilat ve insanlarla görüşme işini, kendisinden tamamen vazgeçilmeyen, sabah ve akşam yemekleri menzilesinde tutup, zarûrî olanıyla iktifa etmektir. 

Böyle yapmak beden için ve kalp için de çok daha rahatlatıcı, çok daha uygundur."
Buhârî şarihlerinden Aynî de hadislerden, fitne sırasında, inziva ve uzleti ihtiyar etmenin lüzumunu anlamıştır. İbnu Hacer´den sunduğumuz açıklamanın yapılmasına sebep olan aynı hadisin şerhi sadedinde Aynî de şu kıymetli açıklamayı yapar : "Bu hadiste, fitne zamanında uzletin fazileti ifade edilmektedir. Ancak fitneyi izale edecek güçte olan kimse bu hükme tâbi değildir. Zîra bu durumda olan kimseye, fitneyi izâle etmek için, üzerine yürümesi farzdır. Bu farz, ahvâl ve imkâna tâbi olarak ya farz-ı ayn ya da farz-ı kifâye sûretlerinden biriyledir."

Fitne bulunmayan zamanlarda uzlet ve ihtilattan hangisinin efdal olduğu hususunda âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Nevevî´nin sunduğu izaha göre : "İmam Şâfiî ve âlimlerin ekserisi ihtilatın efdal olduğu görüşündedirler. Zîra derler, ihtilatta bir kısım faydalı ameller îfa edilir, çeşitli İslâmî tezahürlere ( şeâir-i İslâmiyye) katılır, Müslümanların sayısını artırır, hasta ziyareti, cenaze teşyii, selam vermek, emr-i bi´lma´rûf ve nehy-i ani´lmünkerde bulunmak, iyi ve hayırlı işlerde yardımlaşmak, muhtaçlara yardım, cemaatlere katılmak gibi herkesin muktedir olabileceği amellerle onlara birkısım hayır ve menfaat ulaştırır."

Bilhassa, âlimler ve zühd sahipleri hakkında, ihtilatın fazileti te´kidli olarak beyan edilmiştir.
Birkısım âlimler de, uzlette kesinlikle selâmet bulunduğu için, onun daha efdal olduğuna hükmetmişlerdir. Ancak bu, kendisine terettüp eden ibadet vazifelerini ve mükellef olduğu şeyleri bilmek şartına bağlıdır. Muhtar olan ( tercih edilen) görüş şudur : "Günaha düşmeyeceği hususunda zann-ı galib hasıl olan kimse için cemiyete karışmak ( ihtilaf) efdaldir."

Kirmânî ise şunu söyler : "Asrımızda muhtar olan inzivadır. Zîra uğranacak meclisler ( mehâfil) arasında günahlardan hâlî ve uzak olanlar nadirdir." Aynî ilave eder : "Ben Kirmânî´nin sözüne iştirak ederim. Zîra bu devirde insanlara karışmak birtakım şeylerden başka bir şey celbetmez."
Daha uzlaştırıcı bir neticeye varan Kastalânî ise : "Kişinin kemâli hem uzlet ve hem de sohbet ( karışma) ile gerçekleşir. Sohbetle dinini salim kılamayan fakihe uzlet, hakkını veren kimseye de sohbet gereklidir" der.[42]

4- Öldürmektense Ölmeyi Tercih Etmek : 
Dahilde fitne çıktığı zaman dağa çekilmek, eve kapanmak -ve az sonra temas edileceği üzere- silah edinmemek gibi emirler, aslında bozulmuş olan içtimâî durumun daha da kötüye gitmesini önlemek içindir. Fitne ateşinin yandığı yerde sönmesi, onun üzerine gitmemeye bağlıdır. Söndürmeye gücü yetmeyenlerin, hususi eşhasın buna katılmaları, karışmaları, bulaşmaları onu daha da artıracaktır. İslam´ın bu konudaki görüşünün özü budur. Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), fitneye bulaşmamanın ehemmiyetini vurgulayabilmek, tebarüz ettirebilmek, ami, cahil herkese duyurabilmek için "Fitne sırasında, seni öldürmeye gelseler bile karşılık verme, öldürmektense ölümü tercih et" mealindeki beyanlarda, emirlerde bulunmuştur.

Daha önce zikri geçen ve eve çekilmeyi emretmekle alâkalı rivayetlerin devamında umumiyetle şu sual sorulmaktadır : "Fitneciler eve de gelirse ne yapalım " Bu sual Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in fitnede takınılacak tavırla alakalı emir ve tavsiyelerinin mantıkî silsilesi içerisinde mukadder, kaçınılmaz bir sualdır. Suale verilen cevap, fitneye karışmamak için yapılması gereken gayret ve gösterilmesi gereken fedâkârlıkların neler olabileceğini ifade eder, hiçbir hal ve şartta fitneye bulaşmanın meşru olmayacağını, dinin buna cevaz vermeyeceğini gösterir.
Sual mükerrer olarak sorulmuştur. Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) de her seferinde aynı cevabı vermiştir.

Cevap kısaca şu mealdedir : "Fitnede öldürülmeye razı ol, fakat öldürme."
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), tebliğ ettiği her mühim meselede olduğu gibi bunu da tebliğ ederken, şartlara, muhatablara göre değişik üsluplara yer vermiştir. Kısmen daha önce söylediklerimizi tekrar mahiyetinde olmakla beraber, onlardan daha şümullu, daha cami olan bir rivayeti tam olarak görelim. Rivayeti yapan Abdullah İbnu Mes´ud´dur. Der ki : "Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in şöyle söylediğini işittim : "İleride fitne çıkacak, o zaman uyuyan yatandan hayırlıdır; yatan oturandan hayırlıdır; oturan ayakta durandan hayırlıdır; ayakta duran yürüyenden hayırlıdır; yürüyen koşturandan ( atlı) hayırlıdır. 

Fitnede savaşanların hepsi ateştedir." Ben : "Ey Allah´ın Resulü, bu söylediğin fitne ne zaman olacak " dedim. "Bu, dedi, eyyamu´lherçtir ( dahilî kıtal zamanıdır)." Ben takrar : "Eyyamü´lherç ne zaman olur " diye sordum. Dedi ki : "Kişi arkadaşına itimat etmediği zaman." O güne erişecek olsam bana ne emredersin " dedim. "Nefsini, elini geri tut ve mahallene gir" dedi. Tekrar sordum : "Ey Allah´ın Resulü, eğer mahalleme de girerse ne yapayım " "Evine gir" dedi. Ben tekrar : "Ya evime de girerse " dedim. "O takdirde mescidine gir ve şöyle yap" -dedi ve sağ eliyle bileğinden tutarak- ilave etti : "Bu halde ölünceye kadar, "Rabbim Allah´tır" de."Burada sırayla mahalleye, eve ve en sonunda evin daha kuytu bir köşesi olan mescid odasına sığınmanın tavsiye edilmiş olması, fitneden en son imkana kadar kaçılması gerektiğini ifade eder. Sığınılan son melceye kadar takip edildiği takdirde ise, elini tutmak, müdahale etmemek tavsiye edilir.

Başka rivayetler, o andan yani sığınılması mümkün son kuytu yere de düşman geldiği andan itibaren, yapılması gerekecek davranışı daha açık olarak ifade etmektedir. Sa´d İbnu Ebi Vakkas´dan gelen rivayette Sa´d : "..Ey Allah´ın Resulü, düşman evime kadar girip beni öldürmek için elini kaldıracak olursa ne yapayım " diye sorar. Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) : "Hz. Adem´in oğlu ( Habil) gibi ol" der ve Hz. Adem aleyhisselam´ın oğulları Kabil ile Habil arasında geçen hadiseyi hülasa eden -ve Habil´in söylediği sözleri nakleden- şu ayeti okur : "Andolsun ki, beni öldürmek için elini bana uzatırsan ben seni öldürmek için elimi sana uzatıcı değilim. Çünkü ben, kainatın Rabbi olan Allah´tan korkarım. Şüphesiz dilerim ki, sen kendi günahınla birlikte benim günahımı da yüklenesin de o ateş yârânından olasın. 

İşte zalimlerin cezası budur" ( Maide 28-29).
Bir başka rivayette bu duruma düşecek olan bir kimseye Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), daha açık bir ifade ile şu emri verir : "Elini tutsun, Allah´ın öldürülen kulu ( Abdullahi´l-Maktul) olsun, Allah´ın öldüren kulu ( Abdullahi´l-Katil) olmasın. Zîra kişi, İslam cemaatinde bulunur da, kardeşinin malını yer, kanını döker, Rabbine isyan eder ve böylece cehennem kendisine vacip olur."
İbnu Ömer´den gelen bir rivayette ise Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) şunları söyler : "Sizden birine, bir adam -yani ehl-i kıbleden biri- öldürmek kastıyla geldiği zaman ( iki elinden birini diğeri üzerine koyarak) ( Kur´an´da Habil´in Kabil´e söylediği sözü) söyleyip Hz. Adem´in iki oğlundan en hayırlısı olmaktan aciz mi Zira bu taktirde o, cennetliktir. Böyle yapmaz da geleni öldürecek olursa cehennemliktir."

Fitnede kıtalden men etmek maksadıyla bir başka sahabiye Resûlullah şu mealde vasiyette bulunmuştur : "İnsanların iki ayrı emîre ( lidere) biat ettiklerini gördüğün zaman, benimle birlikte katıldığın cihadlarda kullanmış olduğun kılıcını al, kırılıncaya kadar Uhud dağına vur. Sonra evinde otur. Günahkar bir el veya ölüm sana gelinceye kadar ( evinden çıkma)."
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in Ebu Zerr´e yaptığı bir tavsiyede, buraya kadar söylenenlerin ötesinde bir tedbirin emredildiği görülmektedir. "Fitne zamanında eve giren düşmana karşı yüzünü örtmek."

Rivayetin bizi alâkadar eden kısmı aynen şöyle : "... Dedim ki : 
"Ey Allah´ın Resulü, ya evime de girecek olurlarsa " Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi : "Eğer kılıcın parıltısının sana galebe çalmasından ( yani eve giren düşmana mukabele etmekten) korkarsan, giyindiğin ridanın bir kenarı ile yüzünü ört, ( seni öldürse de karşılık verme). Böylece hem kendi günahıyla ve hem de senin günahınla geri dönsün ve ateş ashabından ( cehennemlik) olsun."

Aynı rivayette, evine gelen düşmana karşı silahına davranma hususunda soran Ebu Zerr´e şu cevabın verildiğini görmekteyiz : "O taktirde, sana gelen kimsenin içinde bulunduğu şeyde ( yani fitnede) ona ortak olursun." Nitekim Ebu Bekre´nin : "Benim üzerime düşmanlar girecek olsalar, kendimi müdafaa için elimi silahıma uzatmam" dediği rivayet edilmiştir.
Eyyûbu´s-Sahtiyani´nin de ifade ettiği üzere, Hz. Osman kendini öldürmek için gelen katillerine mukabele etmemiştir. O, yukarıda kaydettiğimiz, Hz. Adem´in oğlu Habil´in, kendini öldürmek isteyen kardeşine, "Andolsun ki, beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatıcı değilim" dediğini haber veren ayetle, bu ümmetten amel edenin ilki olduğu belirtilir.

Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm)´ın, fitne esnasında öldürmektense, ölmeyi tercih edecek kadar fitneden uzak durma hususundaki tavsiyelerine harfi harfine uymayı kendilerine şiar edinerek, Hz. Osman ( radıyallahu anh)´ın şehadetiyle teselsül eden fitnelerde Hz. Ali´nin haklı olduğunu, muhaliflerinin haksız olduğunu kabul etmesine rağmen, Hz. Ali safında yer almaktan kaçınan Sa´d İbnu Ebi Vakkas, Abdullah İbnu Ömer, Muhammed İbnu Mesleme, Ebu Bekre ve diğerleri ( radıyallahu anhüm ecmain) şu kanaati izhar etmişlerdir : "Fitneden uzak durmak şarttır. 
Öyle ki, biri gelip kendisini öldürmek istese, ona karşı müdafa-i nefis de yapılmaz" 
( İbnu Hacer, Fethu´l-Bari 16, 142).[43]
* Fitnede Mudafa-i Nefis : 
Fitne zamanında kişi, evine kadar gelen düşmana bile mukabele etmekten men edilince, karşımıza mütenakız bir durum çıkmaktadır. Zîra, İslam´da tecavüz haram olmakla beraber, müdafa-i nefis helal addedilmiş ve hatta buna teşvik edilmiştir. O kadar ki, malını, canını, namusunu müdafaa sırasında öldürülen kimsenin manen şehid olacağı belirtilmiştir. Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurur : "Kim malı( nı koruma) için dövüşürken öldürülürse ( manevî) şehittir. Kim kanı( nı, canını malını korumak) için dövüşür ve öldürülürse ( manevî) şehittir. Kim ehli( nin korunması) için dövüşürken öldürülürse ( manevî) şehittir. 
Kim din için dövüşürken öldürülürse o da şehittir."
Bir seferinde, bir adam gelerek malına tecavüz eden kimseye nasıl davranacağı hususunda 
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´e sorar. 
Aralarında geçen konuşma mal ve can müdafaasının meşruiyetini görmekte burada kayda değer : 
"Ey Allah´ın Resulü, bir adam gelerek malıma saldırsa ne yapmamı tavsiye edersin "
"Ona Allah´ı hatırlat." Müteakip hadiste : "Allah´ı üç kere hatırlat" denir.
"Allah´tan korkmazsa " "Etrafındaki Müslümanlardan ona karşı yardım iste." "Yanımda Müslümanlardan kimse yoksa " "Ona karşı sultandan yardım iste." "Sultan beden uzaksa "
"Ahiret şehitlerinden biri oluncaya veya malını koruyuncaya kadar onunla dövüş.

Rivayetin bir başka veçhinde : "...Dövüş. Öldürülsen cennetliksin, öldürürsen öbürü cehennemliktir" denir. Kur´an-ı Kerim´de de -haddi aşmamak kaydıyla- yapılacak kötülüğe denk bir kötülük yapmaya cevaz verilmiştir : "Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülük ( bir misilleme)dir. Fakat kim affeder, barışı sağlarsa mükafaatı Allah´a aittir. Kim kendisine yapılan zulmün ardından herhalde hakkını alırsa, artık bunlar aleyhinde ( me´suliyete) bir yol yoktur" ( Şura 40, 41, 42). Ayet ve hadislerde gelen bu müdafa-i nefis hakkı ile, daha önce zikrettiğimiz yasak alimler arasında medar-ı münakaşa olmuştur. 

İmam Nevevî, bu münakaşaları şöyle hülasa eder : 
"Bu ve benzeri hadisler fitne zamanında hiçbir hal ve şartta kıtali caiz görmeyenlerin hücceti olmaktadır. Alimler fitne sırasında yapılacak kıtal üzerine farklı görüşler ileri sürdüler. Onlardan bir grub : "Müslümanlar fitneye düştüğü zaman, düşman evin içine girmiş ve öldürmeye teşebbüs etmiş bile olsa onunla kıtal edilmez; ona karşı müdafayı nefiste bulunmak caiz değildir. Zîra eve gelen düşman ( kafir değil) mütevvildir ( ayetleri inkar etmiyor, tevil ederek herkesçe benimsenmeyen bir mânayı benimsiyor.) Bu görüş, Ashabtan Ebu Bekre ve diğer bazılarının ( radıyallahu anhüm) görüşüdür.

İbnu Ömer, İmran İbnu´l-Husayn ve diğer bazılarının ( radıyallahu anhüm) görüşüne göre, "fitneye karışılmaz, ancak, ölüm tehlikesi karşısında nefis müdafaası yapılır."
Bu iki görüş, Müslümanlar arasında çıkan fitnelerin hiçbirine girmemek hususunda müttefiktir. Sahabe ve Tabiinin büyük çoğunluğu ve İslam âlimlerinin tamamı, "fitnede haklı tarafa yardım etmek ve onlarla birlik olarak asilere karşı mükatele etmek gerekir" demişlerdir. Nitekim ayet-i kerimede de : "Eğer mü´minlerden iki zümre birbiriyle dövüşürlerse aralarını ( bulup) barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı hâlâ tecavüz ediyorsa, siz, o tecavüz edenle, Allah´ın emrine dönünceye kadar savaşın..." denir. Bu mevzuda sahih olan budur.

Hadisler ise, kendisine haklı tarafın karşı çıktığı kimseyle veya her ikisi de zalim olan iki grupla alâkalıdır, şeklinde izah ve tevil edilir. Bunlardan sadece biriyle tevil edilemez. Eğer birincilerin dediği gibi hareket edilecek olursa fesad ortalığı kaplar, baği ve sapık olanların hakimiyeti devam eder gider. Doğruyu Allah bilir." Fahreddin-i Razi de, müdafa-i nefsin meşruiyyetini te´yid etmekle beraber, bunun mütecaviz tarafa mümkün olan asgari bir zarar vermek suretiyle yapılması hususunda ehl-i ilmin ittifak ettiğini kaydeder.

Aliyyu´l-Kârî, Ebu Zerr´den gelen : 
"...Eğer kılıcın parıltısının sana galebe çalmasından ( yani eve seni öldürmek için giren düşmana mukabele etmekten) korkarsan, giyindiğin ridanın bir kenarı ile yüzünü ört.." mealindeki hadisin şerhini yaparken, Tîbî´den şöyle bir görüş kaydeder : "...Doğrusu şudur : Eğer eve gelen düşman Müslüman ise ve kendisine bir fesad da terettüp etmeyecek ise, onu defetmesi caizdir. Eğer düşman kafir ise, mümkün mertebe def´i vacibtir."

Fitne sırasında mütecavize -eve kadar gelmiş bile olsa- mukabele edilmemesi görüşünde olanların delil olarak gösterdikleri ayet-i kerime de ayrıca üzerinde durulması gereken bir ayettir. Mevzubahs olan ayette Hz. Adem ( aleyhissalâtu vesselâm)´in oğlu Habil, kardeşi Kabil´e şunu söyler : "Kasem ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da ben, seni öldürmek için sana el uzatacak değilim. Ben alemlerin Rabbi olan Allah´tan korkarım. Ben isterim ki sen, benim günahımı da kendi günahını da yüklenip varasın da, o ateşe layıklardan olasın..." ( Maide 28 ).
Bu ayetle alâkalı olarak, müfessir Hamdi Yazır, şu açıklamayı yapar : 
"Burada iki sual vardır : 

Birincisi : "Bir başka ayette mealen : "Hiç kimse başkasının günahından sorumlu değildir" ( Fatır 18 ) dendiği halde, katil maktulün günahını nasıl yüklenir Bu nokta birkaç veçh ile izah edilmiştir. Bir hadis-i şerifte : "Birbirine küfreden iki kişinin bütün söyledikleri, mazlum, haddi aşmadıkça ilk başlayana aittir" denmektedir. Yani ilk başlayan hem aynen kendisinin günahını, hem de sebep olduğundan dolayı arkadaşının bir mislini yüklenir. Fakat mazlum tecavüz edip daha ileri gitmedikçe. 
Ayrıca ayette geçen : "Benim günahımı da..", sözü "şayet sana karşı mukabeleten el uzatırsam gireceğim günahın bir misli" demektir. Binaenaleyh biri tecavüz eder, diğeri de mukabele eyler de ikisi de maktul düşecek olursa, ilk başlayan iki cinayet, öbürü de bir cinayet yapmış olur.
Beriki mukabele etmeyecek olursa bu, bir cinayetten de kurtulur.  Fakat katil yine iki cinayet yapmış ve iki günah yüklenmiş bulunur ki, birisi mazlumu katletmek, diğeri kendini ukubete müstehak kılıp ateşe atmak cinayetidir.

Bundan başka, "benim günahımı..." sözü, "beni öldürmek günahını..." mânasına geldiği gibi, "kendi günahını.." sözü de "bundan evvelki günahın ( Kabil´le ilgili olarak) ezcümle kurbanının kabul edilmemesine sebep olan günahın" demek de olabilir. Nitekim bu ikinci mânayı İbnu Abbas, İbnu Mes´ud, Hasan-ı Basrî gibi selefin büyükleri ayetten anlamışlardır.
Eyyubu´s-Sahtiyanî, bu ayetle ilk amel eden Müslüman kimsenin Hz. Osman olduğunu, kendini basanlara mukabele etmektense onlar tarafından öldürülmeyi tercih ettiğini söyler.

Burada hemen kaydedelim ki, birbirini takip eden fenalıkların çıkmasına sebep olan fitneci kimseye sadece ilk yaptığının günahı değil, arkadan teselsül edecek fenalıkların da günahından bir misli gelecektir. Nitekim, Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), kıyamete kadar işlenecek cinayetlerin günahından bir mislinin Hz. Adem ( aleyhissalâtu vesselâm)´in oğlu Kabil´e geleceğini, çünkü yeryüzünde bu menfur işi onun başlattığını ifade eder.

İbnu Hacer´in bir kaydını nazar-ı dikkate alacak olursak, "fitneye karışmak mı, karışmamak mı, fitne sırasında müdafa-i nefis caiz mi, değil mi " gibi ihtilaf ve münakaşaların, aslında bir ıstılah karışıklığından ileri geldiği söylenebilir. Zîra, onun kaydettiği üzere, alimlerin bir kısmına göre, "fitne" tabiriyle sadece dünyevî maksatlarla çıkartılan kargaşaları anlamak gerekir. Bağy tabir edilen ve meşru devlete, haksız bir teville karşı gelen isyancıların eylemi, karışmaktan men edilen fitne değildir, bertaraf edilinceye kadar bunlarla savaş gerekir.

Bu duruma göre, Nevevî´nin az önce sunduğumuz açıklamalarında rastlanan -ve belli bir ölçüde, tenakuz olarak değerlendirilmesi mümkün olan- müphemlik böylece ortadan kalkmış oluyor. Haklı tarafa yardım veya ayet-i kerimede ifade edilen "birbiriyle dövüşen iki mü´min zümreden mütecaviz olanla, Allah´ın emrine dönünceye kadar savaş" emri de, meşru devlete karşı bir te´vile dayanarak, haksız olarak isyan edenlere karşı devletin yanında yapılacak savaşı ifade eder. Değilse, devlete karşı isyan eden muhtelif fırkalardan birini desteklemek mânasına gelmez. İlerde bu bahse tekrar döneceğiz.[44]
5- Dilini Tutmak : 
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in bir kısım hadislerine göre, fitne yoksa çıkaran, çıkmış ise büyütüp geliştiren ve fertleri fitnenin getireceği şerlerin içine atan en mühim amillerden biri de "dil"dir. Fitneye karşı mü´minleri uyarmak maksadıyla varid olan bir kısım hadislerde dilin rolüne dikkat çekilerek, dilin kılıç gibi, hatta kılıçtan da beter olduğu ifade edilmiştir.
Ebu Davud´da gelen Ebu Hüreyre rivayetinde : "Sağır, dilsiz ve kör fitne gelecek. Fitneye azıcık meyledenin üzerine o, süratle gelir ( kendine çeker). Fitnede dilini oynatmak aynen kılıç oynatmak gibidir" denir. Abdullah İbnu Amr´ın rivayetinde ise, dilin kılıçtan daha beter tesir icra edeceği ifade edilir : "Haberiniz olsun ki, ilerde Arapları darmadağın edecek fitne çıkacak. O yüzden ölenlerin hepsi ateştedir. 

O zaman dil( i kullanmak) kılıç kullanmaktan beterdir."
Yine Abdullah İbn-i Amr´dan gelen bir rivayette, Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in gelecek fitne ile alâkalı tasvir ve ihbarları üzerine, "O çıktığı zaman ne yapalım " diye soranlara : "Evine çekil, diline sahip ol, maruf ile amel et, münkeri terket, kendi çolukçocuğunla ilgilen, başkasıyla meşgul olma" şeklinde cevap verdiğini görmekteyiz.
Hadiste yasaklanmış bulunan "fitnede dil oynatmak" tan maksad nedir

Aliyu´l-Kârî´nin Mirkat´ta naklettiği açıklamalara göre, halkın dedikodusunu yapmak, fitneye karışanların lehinde veya aleyhinde konuşmak, bir tarafı kötülerken bir tarafı övmek suretiyle iki gruptan birini ta´n etmek, hep bu yasağa girmektedir. Hatta zalim idarecilere haber götürüp ( ispiyonculuk yapmak) da bu yasağın tahtındadır. Zîra bu davranış idarecinin öfkesini kabartarak öldürme, hapis, sürgün vesair pek ciddi öyle fenalıklara sebep olur ki, kılıç kullanmak bu kadarını yapamaz.
Münâvî, "dilini tutmak" emrinden, "konuşmazdan önce iyice düşünerek sadece lehine olacak hususlarda konuşup, kendini ilgilendirmeyen hususlarda hiç konuşmamayı" anlar.
Yukarıda kaydettiklerimizden öyle anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in Hz. Muaz´a bir vesileyle söylemiş bulunduğu : "Ey Allah hayrını veresice Muaz, insanları yüzüstü ateşe atan şeyin, dilleriyle haset etiklerinden başkası olduğunu mu zannediyorsun " sözü fitne hakkında da aynen doğrudur : İnsanı fitneye atacak veya fitneden koruyacak en mühim amillerden biri dildir.[45]
6- Kalben Kerahet
Fitnenin maddî ve manevî şerrinden kurtuluşun mühim şartlarından biri, kalben fitneye buğzetmektir. Aslında münker olarak ifade edilen her çeşit şer ve kötülüğün izalesi için eliyle, diliyle müdahale bir vecibe kılınmış ise de, gerek şerrin büyüklüğü, gerek şahsın aczi gözönüne alınarak "gücü yetiyorsa", "fitneyi artırmayacaksa" gibi kayıtlar konmuştur. Güçsüzlüğü sebebiyle şer ve fitneye eli ve diliyle müdahele edemeyecek durumda olan kimselerden, ortadaki kötülüğe karşı, en azından kalben kerahet istenmiştir. Buna da gücü yetmeyen kimse düşünülemez. Dinimizin yasakladığı şeyleri , devrin icabı, modanın icabı, bulunduğumuz cemiyetin icabı diyerek meşru görmek mümkün değildir. Kişi birkısım münkerleri işlemek durumunda olsa bile, onun kötülüğünü kabul etmek, kalben nefret etmek zorundadır.
Hadiste kesin bir dille şöyle denir : "Yeryüzünde bir hata işlendiği vakit, bunu görüp de ikrah eden sanki orada bulunmayan birisi gibidir. Orada bulunmadığı halde, işlenen fenalığı hoş görüp razı olan kimse de sanki fenalığa şahit olmuş gibidir." Evet hadiste, "Mü´minin niyeti amelinden hayırlıdır" buyrulmuştur.[46]
7- Mal Ve Evlatça Hiffet
Gerek dağa çekilmek ve gerekse eve çekilmek suretiyle fiile konması tavsiye edilen fitneden kaçma ve inzivanın gerçekleşmesine yardımcı olacak durumların da ayrıca tavsiye edildiğine şahit olmaktayız. Bu cümleden olarak, mal ve evlad azlığı zikredilmektedir. Bir rivayette Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) : "İkinci asrın başında sizin en hayırlınız hissece hafif olanıdır" der. "Hissece hafiflik nedir " diye sorulunca : "Ehil ve malı olmayandır" diye cevap verir.
Bir başka rivayet de şöyle : "Öyle bir devir gelecek ki, o zaman bekarlık helal olacak. O zaman dindar kişi, civciviyle kaçan bir kuş, yavrusuyla kaçan bir tilki gibi, diniyle birlikte bir dağdan öbür dağa, bir inden öbür ine kaçmadıkça selamet bulamaz. 
Bu meyanda namazını kılar, zekatını verir ve hayır işleri dışında insanlardan uzak durur."[47]
8- Silah Edinmemek : 
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), fitneyi önleyici, şümûlünü azaltıcı tedbirler meyanında "fitne sırasında silah satışını yasaklamakla" kalmaz, elde herhangi bir silah bulundurulmasını kesinlikle yasaklar. Rivayetlerde bu yasak "mevcutların kırılması", "taşa çalınması", "tahtadan kılıç kuşanılması" şeklinde ifade edilir.
Şu noktayı bilhassa belirtmeliyiz : Silah edinmeme emri, hassaten evinde kalanlara yapılmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz üzere fitneye karışmamak için ilk tavsiye edilen husus deve, koyun gibi hayvanlarını alarak dağlara çekilmek veya ekim arazisinin başına geçmek, meskun mahalden uzaklaşmaktır. Bu imkânlardan mahrum kişiye de evine kapanması emredilir.
İşte bu sonuncu durumda olan kimsenin peşi takip edilebilir, fitneye düşürülebilir. Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), bu ihtimali asgariye düşürebilmek için bu durumdaki kimselere silah edinmemeyi emretmektedir.
Söylenen bu hususu az yukarıda kaydettiğimiz Ebu Bekre hadisinin devamında görmekteyiz : "...Fitne vaki olduğu zaman devesi olan devesine, davarı olan da davarına iltihak etsin, kimin de arazisi varsa, arazisine gitsin." Bir adam sordu : "Ey Allah´ın Resulü! Ne devesi, ne davarı ve ne de arazisi olmayan kimse ne yapacak " Cevaben : "Kılıcına gitsin, keskin tarafını taşa vursun, sonra da gücü yettiğince fitneden kaçsın" dedi."
Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm), bu emrin ehemmiyetini vicdanlarda tesbit için : "Ey Allahım, tebliğ vazifemi yaptım mı, ey Allahım, tebliğ vazifemi yaptım mı, ey Allahım "tebliğ vazifemi yaptım mı " diye üç kere tekrar eder.
Hadisin bir başka veçhinde : "Kılıcını alsın, keskin tarafını kara taşa vursun" denir. Muhammed İbnu Mesleme´ye de : "Kılıcını al, Uhud dağına git, kırılıncaya kadar dağa vur" demiştir.
Nevevî : "Kılıcını taşa çalsın" emri ile hakikaten kılıcın kırılması mı, yoksa bununla mecaz mı kastedildiği hususunu ele alarak bazı alimlerin : "Hadisin zahirine göre, kişinin kendisine fitne kapısını kapaması için, gerçekten kılıcı kırması gerekir" derken, bazılarının da : "Bu mecazdır, asıl maksad kıtalin terkidir" dediğini belirtir. Ancak birinci görüşün muteber görüş olduğunu kaydeder. Bu görüş başka alimlerce de paylaşılmıştır.
Fitne çıktığı zaman kırılması gereken silah sadece kılıç değil, silahın her çeşididir. Nitekim bir başka rivayette, fitne hakkında gerekli bilgi verildikten sonra : "Yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parça parça edin, kılıçlarınızı taşa vurun ( ve evlerinizin içine girin). Buna rağmen birinizin üzerine gelirlerse, Hz. Adem´in iki oğlundan hayırlısı ( Habil) gibi olun" buyurur.
Yayın kırılmasından sonra kirişin bir işe yaramayacağı bedihi olduğu halde, kirişin de parçalanmasının emredilmesinde, bazı alimler, yasaktaki mübalağanın vurgulanma gayesini görmüşlerdir. Fakat başkasının istifade etmesini önleme gayesine de matuf olduğu söylenmiştir.
Birçok durumlarda Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in ashabına : "Müslümanlar arasında fitne çıktığı vakit tahtadan bir kılıç edinin" diyerek öldürücü silah bulundurma yasağını dile getirdiğini görmekteyiz.

Hadis kitapları, bu yasağa da harfiyyen uyup tahtadan kılıç taşıyanların örneklerini zikreder. Bunlardan biri Ebu Müslim´dir, bir diğeri Ühban İbnu Sayfi´dir. Ebu Müslim ile alâkalı rivayet aynen şöyle : "Hz. Ali, Hz. Muaviye ile olan mücadelesi sırasında hazırlık yapmak üzere Basra´ya gelir ve Ebu Müslim´e uğrayarak : "Bana yardım et" der. Ebu Müslim "hayır" diye kestirip atmaktansa lisan-ı hal ile bunu ifade etmeyi tercih ederek kılıcını getirir. Kınından bir karış kadar sıyırır. Hz. Ali ( radıyallahu anh)´ye bunun tahtadan olduğunu gösterdikten sonra şu açıklamayı yapar : "Can dostum ve senin amcaoğlun ( aleyhissalâtu vesselâm) benden, "Müslümanlar arasında fitne çıktığı zaman tahta kılıç edinmem" hususunda söz aldı ( ve ben de yaptım. Buna rağmen) seninle harbe çıkmamı istersen yine de çıkarım.
" Hz. Ali şu cevabı verir : "Ne sana, ne de kılıcına ihtiyacım yok." [48]

İKİNCİ FASIL
ZAMANLA VUKÛA GELECEK FİTNE VE HEVÂLARDAN ZİKREDİLENLER
UMUMÎ AÇIKLAMA
Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm), fitne hadislerinde, kıyamete kadar Müslümanlar arasında cereyan edecek pek çok hadisatı haber vermiştir. Hz. Huzeyfe´nin ifadesiyle etrafında üç yüz kişi toplayabilecek fitne başlarını adları, baba adları, kabile adlarıyla bildirmiştir.
Yani fitne ile ilgili oldukça teferruata inen ihbarlarda bulunmuştur. Bugün bize rivayet edilebilen hadisler, Hz. Huzeyfe´nin dediği açıklıkta bir fitneler listesi çıkarmamıza imkan tanımaz. Ancak, Teysir müellifinin koyduğu başlıktan, bu hadislerin iki kısımda mütalaa edilebileceğine inanıyoruz : 
1- İsmi zikredilen sarih fitneler.
2- İsmi zikredilmeyen, umumî vasıfları zikredilen fitneler.
İsmi zikredilenleri, şarihler hadiseler vuku buldukça "bu fitne falan hadiste haber verilen fitnedir" diye belirtmişlerdir. İkinci kısmı, izmi zikredilmeyen, vasfı zikredilen fitneler teşkil eder. Kıyamete kadar, İslam aleminin her köşesinde her devirde vukua gelecek hadiselere bunları tatbik etmek mümkündür. Ancak, hadis sarih olmadığı için, bu çeşit tatbiklerde ve yorumlarda kesin ifadeden kaçınmak gerekir, ihtimalli konuşmak ihtiyata muvafık olur.
Biz burada, hadislere geçmezden önce fitnelerin çeşitleriyle ilgili umumi bir açıklamada bulunacak, sonra hadisleri ve -gereken yerlerde- açıklamalarını kaydedeceğiz : [49]

FİTNENİN ÇEŞİTLERİ : 
Bir hadiste, giderek ağırlaşacak olduğu bildirilen dört ayrı fitneden bahsedilmektedir : "Dört ( büyük) fitne vukua gelecek. Birinci fitnede kan dökmek helal addedilecek; ikincisinde hem kan hem de mal helal addedilecek; üçüncüsünde kan, mal ve ferc ( ırza tecavüz) helal addedilecek. Dördüncüsü ise Deccal fitnesidir."
Ebu Davud´da yer alan bir rivayet de dikkat çekicidir. İbnu Ömer anlatıyor : "Biz bir grup kimse, Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm)´in yanında idik. Bize fitnelerden bahsetti ve ısrarla üzerinde durdu. Bu meyanda "demirbaş fitne"yi ( fitnetu´l-ahlas) mevzubahs etti. Derken dinleyenlerden birisi : "Ey Allah´ın Resulü, demirbaş fitne de nedir " diye sordu. Hz. Peygamber ( aleyhissalâtu vesselâm) : "O, ( kin, husumet ve düşmanlık sebebiyle insanlardan) kaçmaktır, ( mal ve ehil yağmalandığı için) açıkta kalmaktır. 

Sonra refah fitnesi ( fitnetu´sserra) var. Bunun dumanı Ehl-i Beytimden bir adamın ayaklarının altından ( gelir). O, kendisini benden zanneder, o benden değildir. Benim dostlarım müttaki kimselerdir. Sonra insanlar, ilmi ve fikri nakıs olduğu için ehil olmayan, kararsız bir kimsenin etrafında toplanırlar. Sonra yaygın ( yani herkese bulaşan) fitne ( fitnetu´dduheyma) gelir. Bu fitne ümmetimden kimseyi istisna etmez, hepsine bir darbe vurur. Her ne zaman bittiğine hükmedilse, yine başlar ve temadi eder gider. Bu fitne zamanında kişi, mü´min olarak sabahlar, kâfir olarak akşamlar. Bu zamanda insanlar iki ayrı gruba ayrılır : 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...