17 Nisan 2018

KIZIL ELMA



Çıktı Otranto’ya pür-velvele Ahmed Paşa Tuğlar varsa gerektir Kızılelma’ya kadar Kızıl Elma

Kızıl Elma, Türk mitolojisinde Türkler ve de özellikle Oğuz Türkleri için üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler veya düşlerdir. 

Türk devletleri için bir hedefin ve amacın simgesidir.
Kelimenin tam olarak ne zaman, nerede ve nasıl geçtiği bilinmemekle birlikte tarihi akış içerisinde hep ilerlemenin bir sembolü olmuştur. 

İstanbul'un Fethi'nden sonra, Kızıl Elma'nın, Roma'da bulunan San Pietro Bazilikası'nin mihrabındaki altın top olduğu ileri sürülmüştür.





            

Kızıl Elma ülküsü

Türkler özellikle Oğuz Türkleri arasında cihan hâkimiyetinin sembolü olarak ifadesini bulmuş bir mefhum veya mefkuredir. Kızılelma Türklerin yaşadıkları bölgeye göre batı yönünde ulaşılması gereken bazen bir belde bazen de bir ülkedeki taht veya mabet üzerinde parıldayan veya cihan hâkimiyetini temsil eden som altından yapılmış kızıl renkli Altın bir yuvarlak yahut top olarak tahayyül edilmektedir.

Bu altın top bazen zaferin işareti bazen hâkimiyetin sembolü bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yerin sembolü olarak ifade olunmuştur. Türklerde çok eski inanç ve töreye dayanan Kızılelma Türkistan sahasından Hazar denizinin doğusundan gelen Oğuzların Hazar kağanının ipek çadırının üzerinde hâkimiyetin ifadesi olarak bulunan altın top (Kızılelma'yı) ele geçirmeyi ülkü edinmişler.
Buradan İran'da hüküm süren Türk boylarına oradan da Osmanlılara geçmiştir. Osmanlı Türk devletinin Macaristan'da bulunan Kızılelma'yı bulup ele geçirmelerinden sonra fethetmek istedikleri yerlerde bir Kızılelma'nın varlığına inandığı ve bu uğurda mücadele ettiği görülmektedir. Türkler inandıkları Tek Tanrı'nın dünya hâkimiyetini kendilerine ihsan ettiğine iman etmişlerdi. 
Bunu Bilge Kağan'ın “Tanrı irade ettiği için tahta oturdum dört yandaki milletleri nizama soktum” sözlerinden de anlamaktayız. Yine Bilge Kağan'ın ağzından Türk imanı şöyle ifade edilmekteydi Türk Tanrısı milleti yok olmasın diye babam İlteriş Kağan'ı ve anam İl Bilge Hatun'u gökten tutup yükseltmiştir.
Oğuz Kağan'ın doğumundan itibaren ilâhî bir nurla beslendiği tarihî ve efsanevî kaynaklarda yer almaktadır. 
Oğuz Kağan'ın Tanrı tarafından ilâhî kudretle techiz edilmesinin yanında yardımcısı ve rehberi de aynı kaynaktan beslenmiştir. 
Gökten indirilmiş Gök-Börü (Bozkurt) Oğuz'un seferleri sırasında ona kılavuzluk yapar. 
Oğuz Destanı'nda geçen şu mısralar bunu en güzel şekilde izah etmektedir
Ben sizlere oldum kağan

Alalım yay ile kalkan

Nişan olsun bize buyan

Bozkurt olsun bize uran

Turdı Han'ın 598 yılında Bizans İmparatoru Maurikianur'a gönderdiği mektupta geçen Dünyada yedi iklimin efendisi ve yedi ırkın kağanı ibaresi ile Tuna Bulgarlarının hanı Melemir Han'ın kendisi ve şahsında ifadesini bulan Türkler için kullandığı “Tanrı tarafından gönderilmiş Tanrı'ya benzer Melemir Han…” ifadesi Türk milletinin İslâmiyet'ten önceki dönemde Tanrı tarafından kutlu kılınmış olduğu inancını göstermektedir. 
Bu ve buna benzer çeşitli inançlar Türklerin İslâmiyet'i kabul etmelerinden sonra da devam etmiştir. 
Kendilerini Tanrı tarafından dünya nizamını sağlamak için gönderildiklerine inanmışlardır.
 Zira Türk insanının mücadeleci ruhu ve cihan hâkimiyeti ülküsü İslâmî inanışa da uygundu. 
İslamiyet'ten önce kahramanlara verilen alp'lik unvanı İslâmiyet'ten sonraki dönemlerde alp-eren şeklini alıyor böyle hayat buluyordu. 
“Benim Türk adını verdiğim ve şarkta yerleştirdiğim bir ordum vardır.
Bir kavme gazaplandığım zaman onları o kavmin üzerine saldırtırım mealindeki hadis-i kutsi İslâm dünyasında Türkler hakkında söylenen rivayet ve kehanetlere örnektir. 
Hz.Muhammed(SAV)'in “Horasan'da Arap olmayan güzel yüzlü hâkim bir insan zuhur edecek onun adı da benimki gibi Muhammed olacak ve Büveyhilerin baskısına son verecektir. 
Horsan'dan Büyük Dervazat'a kadar fetihler yapacak. 
Irak İran ve Mekke hutbelerinde adı okunacaktır ” mealindeki hadis ile Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız mealindeki hadisler bütün İslâm dünyasında dilden dile yayılmaktaydı.
Türkler gerek İslâmiyet'ten önceki Gök Tanrı inancı zamanında gerek İslâmî dönemde kendilerinin Tanrı tarafından dünyaya hükmetme ve adaleti sağlamak için yaratıldıklarına ve hayat felsefesinin bu düşünce ile şekillenmesi gereğine inanmışlardır. 
Eski dönemlerden itibaren dünya nizamını sağlamak üzere mücadele eden Türk milleti islâmiyet'i kabul ederek maddî ve manevî yönden bir yükselişe erişmişlerdir.
İdeallerini kendilerinin dünya nizamını sağlama ülkülerini bu iman kaynağından beslemişlerdir. 
Bu kaynak Kızılelma'nın manevi yönünü teşkil eder. 
Tarih ilminin tespit ettiği ve kendine mahsus ileri bir kültür örneği olan Bozkır kültürü M.Ö. l500-l700 yılları arsında teşekkül eden ve yaşayan örnek bir kültür olarak bilinmektedir. 
Atın ehlileştirilmesi ve demirin ileri bir teknikle işlenmesi bu kültürün önemli özelliğidir. Mücadeleci bir yapıya sahip olan Türk milleti bunun gereği olarak ihtiyaçları ölçüsünde seyyar evler hastahaneler ve eğitim kurumları yapıyorlardı.
Bu hâl onların kolay hareket etmelerine mekân değiştirmelerine imkân sağlıyordu. 
Bunun yanında medeniyetin ölçüsü sayılan giyinme en pratik ve en kullanışlı seviyededir. 
Madde ile ruh mazi ile hâl ve muhafazakârlık ile inkılâpçılık Türk insanının yapısında öyle kaynaşmıştır ki bu kaynaşmanın eseri siyasî içtimaî ve hukukî nizam Türk devletlerinin ihtişamında belirerek yüzyıllarca yaşamış ve milletin yaşamasını sağlamıştır.
Bu birleşme Türk milletinin sosyal yapısı ile yakından ilgilidir. 
Sosyal yapının çekirdeği olan ailenin sağlam olması bunun uruğ boy budun şeklinde teşkilâtlanması buradan devletin doğmasına ve devlet kanalıyla bir milletin ideallerini gerçekleştirmesi sonucunu getirmektedir. 
Aile uruğ boy ve il (Devlet)in sağlam teşkilâtlanması bir yandan millî ideallerin ve mefkûrelerin birliğini sağlıyor bir yandan da Türk ruhundaki dinamizm ve hürriyet fikrinden olsa gerek büyük devletlerin kurulması yanında parçalanmayı da beraberinde getiriyordu.
Bu tarz katı devletçilik şekli âdeta kendi arasında bir yarışa zemin hazırlıyor Türkün Kızılelma'ya gitmesini daha da dinamik kılıyordu. 
Türk milletinin sosyal yapısı sosyal yapıyı ayakta tutan maddî ve manevî dinamikler onların Kızılelmaya yol almalarını gerektirmekteydi. 
Binlerce yıldan beri milletin şuuraltına yerleşen bu duygu tarihî dönemler itibariyle yeniden zuhur ediyor yeniden millete hayat veriyordu. 
Onların hayata sıkı sıkıya bağlanmalarını ve kendi dinamiklerini korumalarını sağlıyordu. 
Oğuz Han'dan Alparslan Türkeş'e kadar Kızılelma ülküsü Türk milletinin var olma ve idare etme idealinin en üst seviyede olmasına işaret sayılır. 
Oğuz Kağan hâkimiyetin sembolü olarak altın evini kurar altın evin kurulmasından sonra sefere çıkar.
Bunlardan ilki Hint seferidir. 
Hint ve Çin ülkelerini topraklarına katan Oğuz Han'ın elde etmek istediği Pekin Kızılelması'dır. 
Tarihçiler Çin'in (Pekin) Kızılelma olarak telâkki edildiği konusunda ittifak etmişlerdir. 
Karanlıklar ülkesi Çin ve Hint ile bütün Orta Doğu ve Kafkasları birleştiren ve burada hâkimiyet tesis eden Oğuz'dan sonra Hunlar tarih sahnesine çıkarlar. 
Batılıların Tanrının Kılıcı diye isimlendirdiği Atilla'nın hedefi batıdır. 
Ares Kılıcı olarak isimlendirilen dünya hâkimiyetinin vasıtası olan kılıç Atilla'nın Kızılelma olarak batıyı seçmesine vesile olmuştur. 
Abdalan-ı Rum alp eren Şeyh Edebali ve onun damatları Osman Gazi ile Dursun Fakih… Oğuz'un Anadolu'daki Korkut Atasıdır. 
Osman Gazi'ye Selçuklunun bittiğini belirtir ve “Ona sultanlık veren Tanrı bana hanlık verdi. Eğer minneti şu sancak ise ben kendi sancağımı götürüp uğraştım. 
Eğer o ben Al-i Selçukum derse ben de Gök Alp (Oğuz Han) oğluyum” dedirtir. Osmanlı Türk Devleti bu düşünceler üzerine kurulduktan sonra Kızılelma denilen büyük idealde açılım kazanır.
Osmanlının ilk Kızılelması Anadolu'da beylikler dönemine son verip Türk birliğini sağlamak olmuştur. 
Bunun için çeşitli mücadelelere girişen Osmanlılar kardeş katline kadar varan büyük fedakârlıklar göstermekten çekinmezler. 
Gerek iç mücadeleler gerek Moğol istilâsı bir yandan sıkıntıları getirirken bir yandan da büyük ideallerin gerçekleşmesi için dinamik bir güç oluşturur. 
Sadece Türk milleti için değil dünyadaki bütün milletler için kavşak noktası olarak bilinen ve kendine mahsus özellikleri haiz olan İstanbul Osmanlının büyük Kızılelması olarak görülür. 
Hakkında çeşitli rivayetlerin dilden dile dolaştığı İstanbul Fatih Sultan Mehmet'in dahiyane idare ve olağanüstü iradesiyle Türklerin hâkimiyetine girer.
Hz.Muhammed(SAV)'in İstanbul muhakkak fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onun askerlerine ne güzel askerlerdir” hadisi ile müjdelenen ideal hayata geçirilir. 
İstanbul'un fethine kadar anlatılan ancak İstanbul'un fethi ile olgunlaşan Kızılelma Türk'ün dünyaya hâkim olma duygusunun bir ifadesi olarak hayata geçmiştir. 
Evliya Çelebi Hz.Muhammed(SAV)'in doğumunda ateş-gedelerin sönmesi ve Tak-ı Kisra'nın sükûtu gibi harikulâde  hadiselerianlatırken Ayasofya kubbesiyle birlikte İstanbul Kızılelmasının düştüğünü zikretmektedir.
İstanbul'un fethinden sonra Türk milleti için Kızılelma Roma'ya St.Pierre'nin kubbesine taşınır. 
Burası Katolik dünyasının kalbidir. 
Türklerin hedefi artık Roma'dır. Zira Fatih döneminde yapılan Ortanto(İtalya) seferinin sebebi de budur. 
Roma Kızılelmasının düşürülmesidir. 
Atilla'dan sonra Roma'yı düşürmek Osmanlı Türklerinin büyük hedefleri arasındadır. 
Bir efsane Kızılelmanın Roma'ya taşındığını anlatır ve Türk'ü Roma'ya koşturur. 
Efsaneye göre kızılelma Dağıstan'dan I.Anuşirvan tarafından İran hazinesine konulmuş oradan da Roma'ya kaçırılmıştır. 
Bu anlatım tarihî kaynaklarda yer almaktadır. 
Bundan başka çeşitli mektup örnekleri elden ele dolaşarak Türkleri Kızılelma'ya (Roma) davet eder. 
Bir başka Kızılelma ise Macaristan'dır.
Kızılelma tarihimizde Türk birliği olarak da telâkki edilmiştir. 
Aynı fikrin sonraki temsilcilerinden biri olan Necip Fazıl Kısakürek Büyük Doğu Devleti olarak isimlendirilir. 
1920′de tamamen Türk millî düşüncesi üzerine kurulan yeni Türkiye Devleti İkinci Dünya Savaşı'na kadar bu temel felsefe üzerinde hayatiyet bulur. 
1940′lı yıllarda iyici filizlenen bu düşünce döneminde birçok şahsiyetin yetişmesine ve fikrin yayılmasına vesile olur. 
Ulaşılması gereken hedef mefkûre olarak anılan Kızılelma zaman zaman coğrafî yerlere isim olarak verilmiştir. 
Bu yer veya varılması gerekli coğrafyalar Macaristan İstanbul Roma Engirüs Viyana gibi beldeler olmuştur. 
Ancak sadece coğrafî yer ulaşılması fethedilmesi gerekli belde olmaktan çok Kızılelma Türk milletinin hedefi olarak zihinlerde yer etmiştir. 
Zaman zaman bir devlet olma ideali olan Kızılelma çoğu kez Türk birliği idealinin ismi olmuştur. 
Bugün de Türk milletinin birleşme ideali Turan Devlet fikri olarak yaşamaktadır.
Son devirde Ziya Gökalp ve benzeri Türkçü yazarların şiir ve makalelerinde Kızılelma, tekrar ısrarla Türk'ün cihana hakim olması manasında kullanılmıştır. 
Bu kullanılış şeklinde; inanç, fikir ve mana itibariyle İslamiyet'in emri olan cihad, İ'la-yi Kelimetullahı dava edinmiş, bilhassa Anadolu’daki yaklaşık bin yıllık Türk tarihinin temel unsuruna yer verilmemiştir. 
Türk tarihinin akışı içinde en mühim bölüm olan bu devir atlanarak, doğrudan Orta Asya Türklüğü örnek alındığından, son devir Türkçü şair ve yazarlarının, 
Kızılelma üzerindeki yeni anlayış ve yorumları kısır kalmıştır. 
Halbuki; Türk tarihinde kavmiyetçilik yoktur. 
Her zaman bir dava ve bir hedef vardır. 
Bu da Kızıl Elma olmuştur. kızıl elma ayrıştırıcı değil bütünleştirici olmuştur. 
Bir yahudinin(munis tekinalp) dediği gibi değil ecdadımızın dediği gibi Kızıl elma ırkçılık değil hedefimizdir.
Şimdi Kızıl Elma neresi?
Atalarımızın her zaman bir davası  ve bir ülküsü olmuştur. 
Hiç yorulmadan azim ve sebatkarlıkla bu ülküyü gerçekleştirmek ve milletinin rahatı, huzurunu sağlamaya çalışmışlardır. 
Peki ya en önemlisi! bizleri, şu anda biz yaşayan yeni nesili düşünerek hareket etmişlerdir
Benlik yok müştereklik,
Din-Vatan-Millet vardı.
Geçmişimizle aramızda çok sarp dağlar, 
yarlar var gözükse de, yeter ki biz inanalım. 
İnandığımızı hayata geçirelim. 
Benlikleri bir kenara bırakalım. 
Bizleri ele alalım. Bizle bir olalım. 
Hedef biziz. Kızıl Elma kendimiziz. 
Bir kendimize bakalım. 
Kaçımızın düşüncesinde bu milletin yükselmesi ve refahı var? 
Kaçımızda İ'la-yi Kelimetullah düşüncesi var? 
Bu millete asalak değil, hizmetkarı olmak gerek .
Geçmişimle olan yakınlığım ne? 
Ben ne idim nereye gidiyorum? sorularını kendimize sormak vaktidir.
Son olarak şunu söyleyebilirim; 
Kendinizi fethetmeden, bir dava güdemezsiniz....                   
Tarık Onur Karabulut

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...