İnşirah Suresi
1- Biz senin için göğsünü açmadık mı ?
2- Senden yükünü indirmedik mi !
3- O senin sırtını ezen yükü.
4- Senin şanını yüceltmedik mi !
5- Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
6- Evet, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
7- O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul.
8-Ancak Rabbine yönel.
İnşirah açılmak, genişlemek, sevinmek manalarına gelir. Duha suresinden sonra Mekke´de inmiştir. Sekiz ayettir.Yüce Allah´ın Efendimize a.s. olan lütuflarından bir kısmını konu almaktadır.Bilindiği gibi Nakşibendi Haznevi tarikatının rükunlarından birisi olan hatmenin içerisinde İnşirah suresi de okunmaktadır.Bu surenin hatme içerinde okunması ile elde edilmesi umulan pek çok faydalar bulunmaktadır.Bunların anlaşılabilmesi için öncelikle kısada olsa surenin ihtiva ettiği manaların en azından bir kısmının anlaşılması gerekmektedir.Bu amaçla İnşirah suresi ile ilgili olarak tefsir kitaplarına baş vurmak gerekmektedir.
Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde birinci ayeti kerime de ( Biz senin için göğsünü açmadık mı ?) geçen göğsün açılmasını açıklarken alimlerin belirttiği bir kaç yorumu şu şekilde nakletmektedir:
Hz. Peygamber (s.a.v.) insanlara ve cinlere peygamber gönderilince Allah´tan başka ilahlardan ve onlara tapanlardan uzak olmak suretiyle insanlar ve cinlerle uğraşmak önce zor gelmiş, göğsünü daraltmıştı. Fakat yüce Allah ona öyle ayetler göstermişti ki bunlarla bütün o zorlukları aşma gücü ve imkanı bulmuş ve yüklenmiş olduğu her meşakkat, her şey gözünde küçülmüş idi. O şekilde ki kalbinden bütün tasa ve düşünceleri çıkarmış, ancak bir tek düşünce bırakmıştı. Çoluk çocuğun nafakası sıkıntılarını tınmaz, insanlardan ve cinlerden gelen eziyetlere önem vermez olmuştu. Hatta bunlar gözünde sinekten küçük olmuşlardı. Ne tehditlerinden korkar, ne de mallarına, makamlarına meylederdi. Şu halde ´şerh-ı sadr´, dünyanın değersizliğini ve ahiretin değerini bilmekten ibaret olur ki bunun benzeri En´am suresindeki ´Allah her kimi hidayete erdirmek isterse onun göğsünü İslam´a açar.Her kimi de sapıklığa düşürmek isterse onun da kalbini daraltıp sıkıştırır.´(En´am, 6/125) ayetidir.
Buhari´de de İbn-i Abbas´ın ayeti, “Allah onun göğsünü İslam´a açtı.” şeklinde tefsir ettiği zikredilmekle yalnız bu mana gösterilmiştir.
En´am suresinde de geçtiği üzere rivayet olunduğuna göre Ashab-ı kiram sordular:
– Ey Allah´ın Resulü! Göğüs açılır mı ?
– Evet.
– Alameti nedir ?
– Aldanma yurdundan uzaklaşmak, ebediyet yurduna yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlıktır.
Bunun özeti şudur: Allah´a ve onun vaad ve tehdidine samimiyetle iman, insanın dünyadan uzaklaşmasını, ahirete rağbet etmesini ve ölüme hazırlanmasını gerektirir.
Rasulullah (s.a.v.)´ın sinesi bütün önemli şeylere açılmıştı, telaş etmez, ızdırab çekmez, şaşırmaz, sıkıntı ve ferah hallerinin ikisinde de gönlü rahat bulunur, yükümlü olduğu görevini eda ile meşgul olurdu.
“Senin kalbini” denilmeyip de “senin göğsünü” denilmesi, bu yarmanın genişliğine, yani yalnız içte kalmayıp eserleri dışta da göründüğüne dikkat çekme olmalıdır. Yani Resulullah (s.a.v.)´ın sinesi “Müminler için kanadını indir.”(Hicr, 15/88) emri gereğince bütün müminlere şefkat ve merhametle açıktır.
Bir de, “göğsünü açmadık mı ” denilmekle yetinilmeyip de “senin için” denilmesinde de nükteler vardır.Birincisi, “lam”ın “lam”a karşılık olmasıdır. Yani “Ancak bana ibadet etsinler diye…” (Zariyat, 51/56) ve “Beni anmak için namaz kıl.”(Taha, 20/14) buyurulduğu üzere, “sen bütün itaatı benim için yaparsın, ben de yaptığımı senin için yaparım” demek olur.
İkincisi, elçiliğin faydaları, sevabı Allah´a değil, elçiye ait olduğuna dikkat çekme olur. Yani, benim için değil, senin için açtık.
Üçüncüsü, bu açma ve yarmada zarar ihtimalinin bulunmadığını bildirmek içindir. Yani aleyhine değil, bütün sonuçları hayır olmak üzere lehine açtık ve yardık. Çünkü gafillerde olduğu gibi bir çok sevinç ve ferahlıkların sonu felaket olur. Nitekim, “Nihayet kendilerine verilen şeyler sebebiyle ferahladıkları zaman, ansızın kendilerini yakalayıverdik. Bir de ne görürsün hepsi bütün ümitlerinden mahrum düşmüşlerdir.´ (En´am, 6/44) ´Bilmeyecekleri yönlerden onları derece derece düşüşe yuvarlayacağız.´ (A´raf, 7/182) buyrulmuştur.
´Nun´ ile ´açmadık mı ´ buyrulup da ´açmadım mı ´ buyrulmamasının da iki izah tarzı vardır: ´Nun´ tazim ve ululuk gösteren nun olması itibariyle, nimeti verenin büyüklüğü nimetin büyüklüğünü gösterir. Çoğul nunu olarak yorumlandığı takdirde de mana şu olur: Bu açma ve yarma işini yaparken doğrudan doğruya yalnız yapıvermedim. Meleklerimi de çalıştırdım. Sen o melekleri önünde ve etrafında görüyordun ki kalbin kuvvet bulsun da peygamberlik görevini o kalp kuvveti ile eda edesin. Bu durumda Cin Suresi´ndeki ´Gaybını kimseye açmaz. Ancak seçtiği bir elçi olursa başka. Çünkü onun önünden ve ardından gözetleyiciler salar. Bilsin diye ki, onlar Rab´lerinin elçilik görevlerini hakkıyla duyurmuşlardır. Allah, onların yanındakileri kuşatmıştır.´ (Cin, 72/26-28) manasına da işaret olur.
2-3- Ağırlığı ile belini gıcırdatan yükünü atmadık mı !
Bu zorluklar, bu ağırlıklar hakkında tefsirlerde başlıca şunlar sayılmıştır:
1. Yukarıda da geçtiği üzere peygamberlikten önce cahiliyye alemi içindeki şaşkınlık halinin ağırlığı. Zira başlangıçta sırf olgun aklı ile bakan; bir taraftan kavminin şirk ve cehalet içindeki hallerinin fenalığı, bir taraftan da kendisini yokluktan varlık alemine getiren ve yetim iken barındırıp yetiştiren, hayat, akıl ve güzel huylarla nimetler veren yüce Allah´ın, üzerindeki nimetlerini görmüş ve bunların büyüklüğüne karşı Rabb´ine nasıl ve ne yolda itaat ve hizmet edeceğini de bilememiş olduğundan dolayı vicdanında büyük acılar duymuştu. Peygamberlik gelince bu şaşkınlık yok olmuş, bunun gereği olan yük üzerinden atılmıştır. Şu belli bir şeydir ki, bir yükün ağırlığı vermiş olduğu eziyet ve sıkıntı ile uygun olduğu gibi, bir günahın ağırlığı da neticesindeki azabın şiddetine göredir. Bu açıdan gerek yük, gerek günah ağırlığı gerçekte ruha ait olan bir elem ve azap ağırlığı olmakta birleştiği için; yük bir günah, günah da bir yük gibi düşünülerek ikisi de bir ağırlık kavramıyla ´vizir´ manasında birleştirilir. Gönülde duyulan gam ve eleme vizir denilmesi bundandır. Ancak yük, elemi yok olarak sonunda bir ecir ve haz olması itibarıyla elemi daha sonra görülecek olan günahtan ayrılır. Onun için ´vizr´ olmaktan çıkar, nimet olur. Büyük bir kar için nice ağır yükler, acı kederler bir nimet aşkıyla karşılanarak yolu bulununca haz ve sevinç içinde kolaylıkla çekilir. Oysa günah, kendisi bir zevk olsa bile neticesi elem olduğundan bunun aksine olur. Bir de nimet esas itibariyle herkes için övülen bir şeydir. Fakat alçak ve aşağılık kimseler bir hizmet karşılığında olmayarak emek vermeden nimet yiyip durmaktan ar duymaz, utanmaz da buldukça şımarır. Değerli, onurlu kimse ise, gördüğü lutfa karşı hizmet edememiş veya o nimeti yerine sarf edememiş olmaktan sıkılır, eziyet duyar ve bir hizmet yolu bulmaksızın o nimete kavuşmuş olup durmak kendisine ağır gelir. ´Onda hiç kimsenin alacak bir nimeti yoktur.´(Leyl, 92/19) vasfına uygun olmak ister. O sırada o nimeti veren bir tür hizmet yapmasını isteyince o hizmet ağır bile olsa onu yerine getirmeyi canına minnet bilerek o ağırlık kendisine hafif görünür. İşte peygamberlik gelince Hz. Muhammed (s.a.v)´den o hayret ve şaşkınlık gitmiş bulunduğu gibi o ilmin ve bu değerli ahlakın hükmüyle o gam ve tasa kendisinden kalkmış ve o zorluklar kolaylığa dönüşmüştür.
2. Peygamberliğin gelmesiyle yol görünmüş, şaşkınlık halindeki önceki zorluklar sıyrılmış ise de bu kez de daha büyük bir endişe ve korku Resulullah (s.a.v.)´ın omuzlarına yüklenmiş bulunuyordu. O da peygamberlik görevinin hakkıyla alınıp yerine getirilmesindeki büyük zorluk ve sorumluluk endişesi ve girişeceği cihadda başarı derecesini ve kusur ettiği durumda Hak ve halk karşısındaki tehlikesini düşünmek meselesi idi ki, buna ´A´ba-i risalet´ yani, peygamberlik yükleri ismi verilir. Zira, ´Allah´tan kulları içinde ancak alimler hakkıyla korkar.´ (Fatır, 35/28) manası gereğince ilim artıp Allah daha çok tanınınca Allah korkusu da artıyor, önce iyi bilinmeyen nice ahiret endişeleri yüz gösteriyordu. Önce Cibril´le yaptığı ilk konuşmada bütün güç ve takatini saran ´Son derece kuvvetli, çetin kuvvetlere sahip´(Necm, 53/5-6) bir heybet ve gücün kendisini sarması ve kuşatması içinde titremiş kalmıştı. Buna derece derece alıştıktan sonra da etraftan kafirlerin o zamana kadar görülmeyen eziyet, sıkıntı ve türlü dedikodularla düşmanlık ve kötülüklerini görmeye başlamış, henüz ´Allah seni insanlardan koruyacaktır.´ (Maide, 5/67) vaad ve duyurusunu almamış, ´Ve her halde ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır. İlerde Rabb´in sana verecek de sen razı olacaksın.´(Duha, 93/4-5) vaad ve müjdesine muhatap olmamış ve henüz ayrıntılı direktifler almamıştı. Bir müddet için dinlendirilmek üzere vahye ara verilip kesilmesinden dolayı duyduğu yalnızlık ve başına gelenlerden dolayı düşmanlardan duyduğu sevinç ifade eden sözler nedeniyle de çok tasalanmıştı. Bu suretle kendisini yalnız dünya elemleri değil, Rabb´ine karşı bir günah işlemiş olmak endişesiyle ahiretle ilgili tasalar da sarmış, işte bunlar onun sırtına basan ve belini kıracak gibi kemiklerini çatırdatıp yüreğini sızlatan bir vizir yani bir ağır yük gibi boynuna yüklenmişti. Yüce Allah vahyin kesilmeksizin ard arda devam etmesi ve Ve´d-Duha´nın indirilmesiyle bunların bir kısmını büsbütün üzerinden atmış, bir kısmını da alıştırmak, kendine ve ahirete olan keşif ve bilgilerini artırmak suretiyle hafifletmiş, ondan sonra dünyayı gözüne sinek kadar göstermeyecek, ´Dünyanın Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar değer yoktur.´ dedirtecek derecede kalbine ferahlık ve nefsine ilahi bir kuvvet vermiş,Kur´an´ın feyziyle dünya ve ahiret nam ve şanını, zikir ve şerefini yükseltmeye başlamış idi.
İmam Taberi kendi tefsirinde diğer ayetleri şöyle tefsir etmektedir :
4- Senin ismini yüceltmedik mi !
Mücahid diyor ki: ´Allah Teala buyurdu ki: ´Ben nerede anılırsam sen de benimle birlikte anılırsın. Bu da: ´Lailahe İllallah Muhammedür resulullah´ demekle olur.
Katade diyor ki: ´Allah, Resulullah´ın zikrini dünyada da ahirette de yüceltti. Hiçbir hutbe okuyan, şehadet getiren ve namaz kılan yoktur ki: ´Eşhedü en Lailahe İllallah ve Eşhedü Enne Muhammeder resulullah´ diye seslenmiş olmasın.´
Ebu Said el-Hudri Resulullah´ın şöyle buyurduğunu rivayete diyor: ´Cebrail bana geldi ve ´Senin de benim de rabbimiz olun Allah buyurdu ki ´Ben senin ismini nasıl yüceltim ´ Resulullah: ´Allah daha iyi bilir.´ dedi. Cebrail de dedi ki: ´Allah Teala: ´Ben anıldığım zaman o da benimle beraber anılır.´ buyurdu. [ Tirmizi, K.Tefsir el-Kur´an, Sure: 94, bab: 1, Hadis no: 3346158-159.]
5- Mutlaka bir güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
6- Evet, her güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır.
Ey Muhammed, şüphesiz ki, senin içinde bulunduğun, müşriklere karşı cihad etme zorluğu ile birlikte mutlaka zafer elde etme kolaylığı ve rahata kavuşma kolaylığı da vardır. Evet, mutlaka güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
Hasan-ı Basri ile Katade diyorlar ki: ´Bir gün Resulullah sevinçli ve gülümser bir halde çıkıp geldi. Sahabelere şöyle buyurdu: ´Elbette ki bir zorluk iki kolaylığa galip gelemeyecektir. Elbette ki bir zorluk iki kolaylığa galip gelemeyecektir. Zira: ´Mutlaka her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Evet her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.´ buyurulmaktadır…
Abdullah b. Mes´ud diyor ki: ´Zorluk bir deliğe girecek olsa kolaylık peşinden gelir, oraya girer. Zira Allah Teala: ´Mutlaka her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Evet her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.´ buyurmaktadır.[ Tirmizi, K.Tefsir el-Kur´an, Sure: 94, bab: 1, Hadis no: 3346159.]
7- O halde (bir İşi) bitirdin mi daha yorucu olana koş.
Abdullah b. Abbas, Mücahid, Dehhak ve Katade bu ayeti şöyle izah etmişlerdir: ´Sen namazını bitirdin mi dua etmeye giriş. Ondan ihtiyacını iste.´
Hasan-ı Basri ve İbn-i Zeyd ise bu ayeti şöyle izah etmişlerdir: ´Sen, dünya İşlerini bitirince Rabbine ibadete giriş ve namaz kıl.´
Taberi ayet-i kerimenin, genel manada anlaşılmasının daha uygun olacağını söylemiş ve ayetin manasını: ´Sen, seni meşgul eden dünyevi ve uhrevi işlerini bitirdikten sonra Rabbine ibadete ve seni ona yaklaştıracak işleri yapmaya ve ondan ihtiyaçlarını dilemeye giriş.´ şeklinde izah etmiştir.
[ Tirmizi, K.Tefsir el-Kur´an, Sure: 94, bab: 1, Hadis no: 3346160.
Fahreddin Razi Mefatühül Gayb adlı tefsirinde son ayeti şu şekilde izah etmektedir:
8- Ancak Rabbinden iste.
Bu hususta iki izah şekli bulunmaktadır:
1) ´Rağbet ve arzunu, ancak Allah´a tahsis et. Ancak, O´na tevekkül ederek, O´nun lütfunu iste…´
2)´Din, dünya ve düşmanlarına karşı muzafferiyet elde etme gibi arzuladığın diğer şeyler hususunda Rabbine yapış ancak…´ Bu ifade (Rağben), ´rağgıb…´ şeklinde de okunmuştur ki, buna göre mana, ´İnsanları, Allah katında olan şeyleri istemeye teşvik et, arzulandır´ şeklinde olur. Allah (c.c) en iyi bilendir. Salat u selam, efendimiz Hz. Muhammed´e, onun aline ve ashabına olsun (amin)! ´
Tefsirlerden anlaşıldığı gibi İnşirah suresinin inişi ile beraber Efendimiz s.a.v. Rabbimizce teselli edilmiş,üzerine inen nimetler açıklanmış,Rabbin kendisine olan destek ve yardımları belirtilmiştir.Bu sure özelde Efendimiz Hz.Muhammed s.a.v. hazretlerine olan ilahi ve gaybi yardımları ve manevi ruhi destekleri açıklarken diğer yandan tüm müminler içinde,Efendimizin yolunu takip ederken düşülebilecek sıkıntılara karşı gelecek manevi yardımları da ihtar etmektedir.
Şeyh Muhammed Haznevi hazretlerinin (k.s.) bir sohbetlerinde buyurduğu gibi sabır,tahammül ve azim çok önemli sıfatlardır: ´Ey Nefis ! Sen değerli eşyaları ucuza almak istiyorsun. Maalesef çalışmadan ve amelsiz o değerli eşyalara sahip olman mümkün değildir. İnsan bal yemeyi istiyorsa, bal almaya gittiği zaman arıların sokmasına tahammül etmesi gerekir. Maksuda ve matluba varabilmesi için mutlaka meşakkatlere, eziyetlere ve sıkıntılara tahammül etmesi gerekir.´
Başka bir sohbetlerinde kemal makamlarına ulaşmanın yolunun zorluklardan geçtiğini şöyle açıklamışlardır: ´Kim Şah-ı Nakşibend´in (k.s.) amelini yaparsa, onun mertebesine yükselir. Kim Şeyh Abdulkadir-i Geylani´nin (k.s.) amelini yaparsa onun mertebesine varır. Ancak amel etmeden, çalışmadan, gayret göstermeden bu makamlara varmak mümkün değildir.´
Hatme ve Haznevi tarikatının diğer adapları Allah´a doğru gitmek ,ilahi marifetleri ve kalp huzurunu elde etmek isteyenler için bulunmaz birer nimettirler.Hatmeye katılan ve İnşirah suresini okuyan bir müritten kalbine kazıması istenen hakikatlar şunlardır :
Tarikata girmek,tasavvuf yoluna bağlanmak,Haznevi mürşidlerinin adaplarını yaşamak kalbin açılmasına,göğsün yarılmasına vesile olur.İnsanın içi daha önce tatmadığı irfani lezzetlerle dolar. Mürid İnşirah suresinin birinci ayetinin kimi tecellileri ile karşılaşır.
1- Biz senin için göğsünü açmadık mı ?
Haznevi mürşidlerinin,onların yüce irfani adaplarının,maneviyat deryası olan hatmenin ve onda okunan sırlarla dolu İnşirah suresinin okunmasının bereketi ile kalpte bir genişleme yaşanır.Daha önce Allah´a nasıl ulaşılacağını bilemeyen,kalbi hastalıklarla hangi metotlarla uğraşılması gerektiğinin cahili olan insan artık bu şaşkınlığından kurtulmuştur.Yüce Allah c.c. o müslümana bu tarikatı nasip etmekle onu şaşkınlık vadisinden kurtarmıştır.Göğsünü maneviyat yoluna açmıştır.İhsan makamları artık önündedir.Yolu bulmak ve onda ilerlemeye başlamak yolun yarısını aşmak gibidir.
Bu manevi nimetin şükrü olarak artık dünyanın değersizliğini ve ahiretin değerini bilmek gerekmektedir.İnsanlardan gelecek her meşakkat müridin gözünde küçülmelidir.Mürid artık bu yolu anlamayan ve inkar edip düşmanlık edenlerin ne tehditlerinden korkar, ne de mallarına, makamlarına önem verir bir halde olmalıdır.
Allah iman ve İslam nimetlerinden sonra İhsan nimetini de vererek,irfani hidayete erdirerek onun göğsünü ilahi hakikatlere açmıştır.Aldanma yurdundan uzaklaşmak, ebediyet yurduna yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlanmak en büyük nimetlerdendir.
Mürid hatme ve inşirah suresinin bereketi ile artık telaş etmez, ızdırab çekmez, şaşırmaz, sıkıntı ve ferah hallerinin ikisinde de gönlü rahat, yükümlü olduğu görevini eda ile meşgul olmalıdır. Artık bu yolun bereketi ile sinesi bütün müminlere şefkat ve merhametle açıktır.
2- Senden yükünü indirmedik mi !
3- O senin sırtını ezen yükü.
4- Senin şanını yüceltmedik mi !
Daha önceden hakiki bir manada ve tam ihlas ile Rabb´ine nasıl ve ne yolda itaat ve hizmet edeceğini bilememiş olduğundan dolayı vicdanında büyük acılar duymuştu.Fakat Yüce Allah Haznevi tarikatının bereketi ile ona kendine ve ahirete olan keşif ve bilgilerini artırmak suretiyle yükünü hafifletmiş, ondan sonra dünyayı gözüne küçülterek kalbine ferahlık ve nefsine ilahi bir kuvvet vermiş,böylece Allah c.c. katındaki şerefini yükseltmeye başlamıştır.
Tasavvuf erbabını sevmek başlı başına bir nimettir.Haznevi mürşidlerini tanımak bundan daha büyük bir nimettir.Onları tanıyan birisine onlara tabi olmak lütfunun verilmesi bunların hepsinden daha büyük bir nimettir.Bu Yüce Allah´ın kulunun şanını yükseltmek istediğinin göstergesidir.Bilindiği gibi ahiret makamları ve cennetteki mertebeler farklı farklıdır.Nitekim Peygamber Efendimiz a.s. bir hadisi şeriflerinde bu hakikatı şu şekilde açıklamışlardır : “Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, sema ile arz arası kadar geniştir. Firdevs bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Bunun üstünde Arş vardır. Allah´tan cennet istediğiniz vakit Firdevs´i isteyin.” [Tirmizî, Cennet 4, (2533).]
Tüm Haznevi mürşidlerinin ve Şeyh Muhammed Muta Haznevi hazretlerinin müridlerinden istedikleri onları bu yüce makamlara çıkarmaktır.Buna vesile olmaktır.
5- Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
6- Evet, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
Elbette ki bir zorluk iki kolaylığa galip gelemeyecektir. Elbette ki bir zorluk iki kolaylığa galip gelemeyecektir. Zira mutlaka her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Evet her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.Öyle ise Haznevi tarikatının adaplarını yaşamak için çekilecek sıkıntılar gözlerde büyütülmemelidir.Bu adapların kendisi başlı başına bir şifa kaynağıdır.Kolaylıkların ve bereketlerin gelmesinin vesilesidir. Şeyh Muhammed Haznevi hazretlerinin şu uyarıları asla unutulmamalıdır : ´ Nakşibendi-Haznevi tarikatının adapları hastahane gibidir. Bizler de bu hastahanenin hastalarıyız. Bizim hastalıklarımız manevi ve batını hastalıklardır. Bu hastalıklar, zahiri hastalıklardan daha önemlidir. Kişi tedaviye başlayınca doktorun sözünü dinlemeye mecburdur. Doktorun verdiği ilaçları kullanmalıdır. Manevi hastalıkların ilaçları: bu adaplar, Allah´ın zikri ve murakabesidir.
Tarikatın adapları kişiye günden güne, aydan aya, yıldan yıla Hz. Muhammed (sav.)´in şeriatını en mükemmel bir şekilde yaşamaya hazırlar. Müridi huşu ve korku içerisinde sadece Allah için namaz kılmaya sevk eder.´
Bu adaplar hem manevi hastalıkların ilacı ve hem de bu meşakkatli yolda yürünmesini kolaylaştıran vesiledirler.Yaşanmaları kalpte bir açılmaya,manevi genişlemeye sebep verir.Bu hal daha fazla ibadet etme isteği doğurur.İslam dinini yaşamaya yönlendirir.Böylece iman kuvvetlenir.Kişideki huşu ve hudu artar.Bu hal adaplar yaşandıkça daha da kuvvetlenir.Dini yaşamak kolaylaşır.
7- O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul.
8-Ancak Rabbine yönel.
Sen, seni meşgul eden dünyevi ve uhrevi işlerini bitirdikten sonra Rabbine ibadete ve seni ona yaklaştıracak işleri yapmaya ve ondan ihtiyaçlarını dilemeye giriş.Rağbet ve arzunu ancak Allah´a tahsis et. Ancak O´na tevekkül ederek, O´nun lütfunu iste.Nefis ve şeytana karşı,bu yolun insi ve cinni düşmanlarına karşı muzafferiyet elde etmek için Rabbine yönel.Yüce Allah c.c. kuluna yeterdir. Bir namazı kıldın mı diğer namazı gözlemeye başla.Başka bir İslami hakikatı yaşamaya çalış.Bir adabı yaptın mı diğerini de yapmanın çareleri ara.Bu yolda muvaffakiyet vermesi için rabbine yönel.O duaları kabul edendir.
Şeyh Muhammed Haznevi hazretleri anlatılmaya çalışılan ve ne yazık ki çoğunu anlamaktan aciz olduğumuz bu hakikatleri şu veciz sözleriyle özlü bir şekilde açıklamışlardır:
´Adabı tatmayan ve yaşamayan, bu insanlarla beraber olmayan bu yolu anlayamaz. Bu adabı yaşayan ve tatbik eden, ruhu pahasına dahi olsa bu yolu tercih eder.´