17 Kasım 2017

"Pkk–Hizbullah Çatışmasının Dünü ve Bugünü"

"Pkk – Hizbullah Çatışmasının Dünü ve Bugünü" ile ilgili görsel sonucu
"Pkk–Hizbullah Çatışmasının Dünü ve Bugünü"

Çalışmanın Sahibi: Mustafa Arslan
Abdullah Öcalan’ın Din Hakkındaki Görüşleri
Marksist – Leninist ideolojiye dayalı olarak kurulan sosyalist ve ateist PKK, kazanmaya çalıştığı hedef kitle itibariyle de din konusundan uzak kalamamıştır. Bu doğrultuda örgüt, yayınladığı bildirilerde, Abdullah Öcalan’ın Kürtleri kurtarmak için Allah tarafından görevlendirildiğini öne sunarak halkı etkilemeye çalışmıştır. “İslam dinini istismar eden T.C.’yi Tecrit ve Teşhir edelim.” başlıklı bildirilerde; “Yeri, göğü, taşı, toprağı, canlı cansız bütün varlıkları, yoktan var eden, var’dan da yok edecek olan, ay ve güneşin şavkıyla tüm karanlıkları aydınlatan, iyi ile kötüyü ameline göre cezalandıran ya da mükafatlandıran en son dinimiz olan Müslümanlığı yeryüzüne yaymak için Hz. Muhammed (s.a.v.)’i yaratan ve bugün de katliamcı, barbar, zulümkar, faşist Türk egemenlerine karşı Kürdistan halkının önderliği yapmasını emrettiği Abdullah Öcalan’ı başımıza önder eden yüce rabbimize şükürler ederiz. Yine yüce Allah’ımızdan dileriz ki zalimlere ve kafirlere karşı, ezilen mazlum halkların, hak sahibi insanların başından, hak arayan böyle önderler eksik etmesin.” şeklindeki açıklamalarıyla insanlara Abdullah Öcalan’ın kendilerine (esasında varlığına inanmadıkları) Allah tarafından önder tayin edildiğini lanse edip, insanların buna inanmalarını, girdikleri bu yolda kendilerini desteklemelerini belirtmişlerdir. Bu bildiride din konusunda oldukça ılımlı düşünceler besleyen, Allah ve peygamber hakkında yüceltici ithamlarda bulunan Abdullah Öcalan, belirttiği görüşlerinde çarpıcı fikirlere yer vermiştir. Oruç tutmayı, namaz kılmayı, kurban kesmeyi, dua etmeyi ve bayramlar kutlamayı halkların önemli mevsimsel zamanlarda yaptıkları gösterilere benzeten Öcalan, bu ibadetleri birer tiyatro olarak nitelendirip camilerin, ibadethanelerin ve kutsal yerlerin halkın eğitildiği akademi ve tiyatro gibi sanatsal işlevlere kavuşturulması gerektiğini belirtmiştir. İbadetler konusundaki en çarpıcı görüşü ise yaşlı, kadın, çoluk çocuk, kundaktaki bebek demeden birçok kimseyi öldüren (katleden) Öcalan’ın, kurban kesmeyi “vahşet” olarak değerlendirmesidir. İslam inancını hastalık olarak nitelendiren Öcalan, Sümer ve Mısır rahip yaratmaları olarak gördüğü cennet, cehennem, mahşer, sırat köprüsü, kurtarıcı bekleme gibi düşüncelerin biran önce terk edilmesi gerektiğini vurguluyor. Bu kavramların edebi olduğunu belirtip, cennete girmeyi bir fantezi olarak görüyor.
Dağıttığı bildiride “…son dinimiz olan Müslümanlığı yeryüzüne yaymak için Hz. Muhammed (s.a.v.)’i yaratan… yüce rabbimize şükürler ederiz.“ ifadesini kullanan Öcalan bu sefer Hz. Muhammed (s.a.v.)in kişiliğinin çelişkili olduğu değerlendirmesini yapıp, kadınlara olan saygısının eşinden kaynaklandığını, fikri gelişmişliğinin ise Hıristiyan rahiplerle yaptığı sohbetlerin etkisi altında yaşandığını ifade etmiştir. Ayrıca eşi Hz. Hatice olmadan da peygamber olamayacağını söylemiştir. Nedeni ise Hz. Hatice’nin zengin ve güçlü olmasıdır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in kendini son peygamber olarak ilan etmesi konusunda da düşünceleri olan Öcalan, bu durumu Marx’ın sosyalizmle devleti uygarlık çağına son vermesine benzetmektedir. Ayrıca bu konudaki en çarpıcı yorumu ise bu hamleyle İslamiyet’in din çağına son verdiğini belirtmesidir. Öcalan’a göre bu durum göstermektedir ki “kendi özgür iradesiyle yönetim gücüne kavuşan toplumlar peygamberlere ihtiyaç duymayacaktır. Bu anlamıyla da İslamiyet din çağına son vermektedir. Daha doğrusu, dinden felsefe çağına geçişin evrensel dini biçimi olmaktadır.” İslamiyet konusunda bu denli çarpıcı görüşleri olmasına rağmen halkın desteğini toplamak maksadıyla ılımlı ifadeler verip kendisiyle çelişen Öcalan’ın İslam’a karşı olmasının temel nedeni ise İslam’ın etnik kimlikleri geri planda tutup, İslam kardeşliğini öne çıkartmasıdır. Zira Öcalan da görüşlerinde belirttiği üzere İslamlaşan Kürtlerin Kürtlüklerini unuttuklarını öne sürmüştür. Bunun yanı sıra Papa’ya gönderdiği mektubunda ise kendisini Hıristiyanlığa yakın hissettiğini belirtip, Hıristiyan çevrelerden destek beklediğini ifade etmiştir. Abdullah Öcalan, Papa’ya yazdığı mektubunda şu ifadelere yer vermiştir: “Aziz Peder. Hıristiyanlığa çok yakınım. Sizin şahsınıza ve dininize duyduğum saygı benim savaşımın ve düşüncelerimin merkezindedir. Suriye’de bulunduğum sırada Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Yuhanna İbrahim Mar Gregorius ile bir çok kez görüştüm. Türkiye’deki rejim sadece Kürt’leri değil Ermeni’leri, Süryani’leri ve Rum’ları da imha etmiştir. Ben, Kürdistan topraklarında yaşayan Hıristiyan azınlıkları da Türk vahşetinden korumak için savaşıyorum. Beni bu savaşta yalnız bırakmayacağınıza eminim.”
490-306
Hizbullah’ın PKK’ya Yaklaşımı
Hizbullah, “Kendi Dilinden Hizbullah” ismiyle yayınladığı kitabında PKK ile yaşanan sürtüşmelere, yaşanan çatışmalara yer verirken örgüt hakkındaki düşüncelerini de belirtmiştir. Kitapta yer alan “Bu parti (PKK), gayr-ı İslami ideolojisi bir yana, uzun süreli mücadelesinde takip ettiği yanlış politika ve stratejiler ile uyguladığı gayr-ı insani taktikler neticesinde, Müslüman Kürt halkının özgürlüğü ve kurtuluşu doğrultusunda bir başarı gösteremediği gibi, halkın toplumsal yapısına, değerlerine, inanç ve kültürüne de büyük darbeler vurmuştur. Kürt halkının haklı talepleri hususunda samimiyetsiz, kaypak ve ilkesiz bir seyir çizgisi izlediği, Kürt halkının özgürlüğü ve bağımsızlığı gibi bir endişesinin olmadığı bugün geldiği noktada daha net bir şekilde ortaya çıkmıştır.” şeklindeki ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Hizbullah, PKK’yı Kürt halkının taleplerine cevap vermekten uzak görürken, örgütün İslam düşmanlığına da değiniyor. Ayrıca “PKK’nin içine girdiği bu durumun ve geldiği noktanın bizce pek şaşılacak bir yanı yoktur. Eğer sorun sadece PKK’yi bağlayan ve ilgilendiren bir sorun olsaydı, fazla önemsemez ve üzerinde durmaya değer bir sorun olarak görmezdik. Ancak, meseleyi önemli kılan PKK’nin bütün bu ihanetine, teslimiyetçi ve işbirlikçi tutumuna rağmen, bazı güç odaklarının Kürt sorununu PKK’ye endekslemeye çalışmalarıdır. Bu güç odakları ısrarla PKK’yi Kürt halkının tek temsilcisi ve Kürt sorununu da PKK’nin tekelinde göstermek için özel çaba harcamaktadırlar. Kürt halkının büyük çoğunluğu tarafından sevilmeyen ve kabul görmeyen PKK’nin, bu şekilde bilinçli olarak Kürt sorunuyla eşanlamlı anılması ve gündemde tutulması, Kürt halkına yapılan büyük bir haksızlık olduğu gibi, Kürt davasına da ihanettir. Bununla, Kürt halkının haklı talep ve isteklerinin içi boşaltılarak, meşru mücadelesi asli mecrasından uzaklaştırılmak istenmektedir. Bu doğrultuda sahnelenen senaryolar, Kürt halkının ne kadar vahim ve ciddi bir durumla yüz yüze olduğunu göstermektedir.” İfadesi göstermektedir ki Hizbullah, PKK’nın “Kürt davası” ve Kürt halkıyla özdeşleşmesinden son derece rahatsızdır.
“PKK, çeyrek asırdır sözde Kürdistan’ın bağımsızlığı, Kürt halkının özgürlüğü ve kurtuluşu uğruna; Emperyalizme, sömürgeciliğe, zulüm ve adaletsizliğe karşı mücadele adı altında on binlerce Kürt insanını peşinden koşturup dağlarda savaştırdı. Aralarında binlerce masum ve günahsızın da bulunduğu binlerce insanın ölümüne sebep olan ve bölgeyi kan gölüne dönüştüren PKK’nin bu savaşının, Kürtlerin kurtuluşu ve Kürdistan’ın bağımsızlığıyla bir ilgisinin olmadığı Apo’nun yakalanmasıyla daha net bir şekilde ortaya çıktı. Apo, işbirlikçi ve teslimiyetçi tavrını şahsıyla sınırlandırmayıp, PKK’yi de peşinden sürükleyerek, Kemalist rejimin milis gücü haline dönüştürme sürecini başlattı. Böylece, Kürt sorununu bugüne kadar kendi ilhadi ideolojilerine malzeme yapanlar, şimdi de şahsi çıkarları ve siyasi ikballeri için bir araç ve pazarlık unsuru olarak kullanmak istemektedirler. Müslüman Kürt halkının gözü önünde gerçekleşmekte olan bu ihanet, zillet ve onursuzluk durumu, Apo ve partisinin gerçek mahiyetini ve içyüzünü net bir şekilde ortaya koyduğu gibi, halkın PKK gerçeğini tüm çıplaklığıyla görüp tanımasını da sağlamaktadır.” Hizbullah, Abdullah Öcalan’ın yakalandıktan sonraki tavırlarına da atıfta bulunarak PKK’yı samimiyetsizlikle suçluyor ve Kürt gençlerini kandırıp, boş yere dağlara çıkartarak savaşta öldürdüğünü ifade ediyor.
PKK’nın Kürt gençlerini öldürme konusunu daha da değinen eden Hizbullah, “PKK içinde bugüne kadar çok sayıda örgüt içi infaz olayı yaşanmıştır. Ancak bu infazların çok cüzi bir kısmı kamuoyuna yansımıştır. Özellikle Apo’nun yakalanmasından sonra TC’ye karşı sergilediği teslimiyetçi tavrıyla beraber PKK’nin içine sürüklendiği yeni süreç ve benimsediği politikalara karşı çıkan ve örgütün bu tavrını kabul etmeyen dağ kadrolarından çok sayıda elaman PKK tarafından değişik taktiklerle öldürülmüştür.“ açıklamasıyla ilginç bir iddiada bulunurken, konuyla alakalı olarak “Bu infaz olayları PKK mücadelesinin her döneminde olmuş ve bugüne kadar süregelmiştir. Hiç şüphesiz PKK’nin Kürt örgütleriyle yaşadığı çatışmalarda öldürdüğü veya ölümüne sebep olduğu insanlar ile örgüt içi ihtilaflar ve ayrılıklar nedeniyle öldürdüğü insanların toplam sayısı, TC ile uzun süre yaşadığı silahlı çatışmalarda verdiği kayıpların çok daha üzerindedir.“ değerlendirmesini de yapmaktadır. güçsüzlüklerinden veya PKK ile TC arasındaki çatışmalarda taraf olmak istemediklerinden dolayı PKK ile çatışmaya girmekten kaçındılar. Bu Kürt gruplarının bazıları da ideolojik ve siyasi olarak meseleye yaklaşıp, PKK’nin kendileri için bir şans olduğunu düşünerek, aralarındaki örgütsel ve düşünsel ayrılıklara rağmen PKK’ye destek verdiler. Ancak buna rağmen PKK, kendisi dışında Kürdistan’da hiçbir Kürt sol grubunun varlık göstermesine izin vermedi ve yaşama hakkı tanımadı. Bu grupların birçoğuna baskı uygulayıp maddi güç kullanarak, ya imha edip dağıttı, ya bölgeden kaçmalarını sağladı, ya da teslim alıp kendisine katarak etkisiz hale getirdi.” tespitini yapmaktadır. Hizbullah, PKK’nın bölge insanına yaptığı baskı ve zulümden de söz etmektedir: “PKK ile hiçbir ilişkisi olmayan bir çok insan, istemediği ve karşı olduğu halde silah zoru ve ölüm korkusuyla PKK’ye yardım etmek zorunda kalıyordu. PKK tarafından bir çok ailenin erkek ve kız çocukları zorla evlerinden alınarak dağa çıkarılıyordu. Halkın büyük çoğunluğu vermek istemediği halde, cezalandırma veya vergilendirme adı altında büyük paralar ödemek zorunda bırakılıyordu. Buna karşı çıkan, para vermek istemeyen veya isteksiz davrananlar çok sert ve acımasız bir şekilde cezalandırılıyordu.”
pkk-teror-orgutu
PKK – Hizbullah Sürtüşmesi
Hizbullah, yayınladığı kitapta PKK konusundaki görüşlerine yer verirken, aralarında yaşanan sürtüşmenin nasıl ortaya çıktığı konusuna da değinmiştir. “1991 yılına gelindiğinde Cemaatin faaliyetleri, Kürdistan’ın birçok il, ilçe ve köylerini kapsayacak şekilde geniş bir alana yayılmıştı… Çünkü, sürdürülen bu İslami faaliyetlerin gizli olmayan davet ve tebliğ kısmı herkesin göreceği veya hissedeceği kadar açıktı. O dönemde Kürdistan’da örgütlü ve etkin bir güç düzeyine ulaşan ve yıllardır silahlı mücadele veren PKK’nin, Cemaatin bu faaliyetlerinden haberdar olmaması düşünülemezdi. Nitekim Cemaatin değişik alanlardaki bu faaliyetleri ve çalışmaları PKK’nin de dikkatini çekiyor ve rahatsız ediyordu. Bölgenin değişik yerlerinde, özellikle kırsal alanda PKK’liler barınma, propaganda, yiyecek ve yardım toplama gibi değişik amaçlarla gittikleri yerleşim alanlarında Cemaat mensuplarıyla karşılaşıyorlardı. Bu karşılaşmalarda, Cemaat mensuplarıyla PKK’liler arasında ideolojik ve siyasi sohbet veya tartışmalar yaşanıyordu. PKK, bu gerçeği görünce bir yandan Cemaatın varlığına inanmak ve kabullenmek istemiyor, diğer yandan da bu durumu hazmedemiyordu.” açıklamalarıyla PKK’nın kendilerine yönelik olarak bir kıskançlık duygusuna kapıldığını ifade ediyorlar. “PKK, o güne kadar Kürdistan’da kendisi dışında örgütlü bir gücün varlık göstermesine ve gelişmesine izin vermemişti. Sadece ayrı örgütlenmelere değil, bireysel olarak dahi kendisiyle görüş ayrılığı içerisinde olan, kendisine bağlanmayan veya kontrolüne girmeyen hiç kimsenin varlık göstermesine tahammül etmiyordu. Kendisine karşı çıkan ve boyun eğmeyen herkesi; işbirlikçi, ajan, hain vb. yalan, iftira ve ithamlarla karalıyordu. Böylece ileride bu insanlara karşı yapacağı eylemlere gerekçe ve zemin hazırlıyordu. Bu taktik ve politik yöntemlerle teşhir ettiği insanlara sonradan darbe vurup etkisiz hale getiriyordu. Aynı taktiği Cemaate karşı da uygulamak istiyordu. Bu amacına ve taktik hedeflerine ulaşmak için Cemaate karşı yoğun bir karalama kampanyası yürütüyordu.
Cemaatın İslami faaliyetlerini çok çirkin bir şekilde, yalan ve iftiraya dayalı propaganda ve psikolojik savaş kampanyalarıyla engellemeye çalışıyordu.“ ifadeleri göstermektedir ki Hizbullah, PKK’nın kendisine karşı gizli bir savaş açtığı düşüncesinde. Hizbullah’ın “Marksist ilhadi ideolojisi gereği İslam’ın tevhid inancını ve onun değerler sistemini kabul etmeyen, hiçbir İslami ilke ve kurala saygı göstermeyen, İslam dinini Kürt halkının geri kalmışlığının ve köleliğinin sebebi olarak gören ve sürekli İslam’a düşmanlık yapan PKK, hayatlarında bir sefer dahi olsun cami yüzü görmeyen ve camiye uğramayan kendisine bağlı ayak takımı, cahil bazı erkek ve kadınları organize edip kışkırtarak camilere gönderiyordu. Cami kapılarında toplanan, bazen cami içine gelişigüzel ayakkabılarıyla saygısızca giren bu zavallı insanlar, cami içinde kargaşa çıkararak Cemaat mensuplarının çocuklara Kuran dersi vermesine engel oluyorlardı. Bu insanlar, utanmadan terbiyesiz bir şekilde camideki Müslüman gençlere ve Cemaat mensuplarına; “Camiler halkın malıdır. Sizin burada Kuran dersi vermenize ve İslami faaliyet yürütmenize müsaade etmeyeceğiz” diyecek kadar küstahlaşıyorlardı. Bu gözü dönmüş yaratıklar, cami içinde namaz kılan ve Kuran okuyan Müslüman genç ve çocuklara saldırıp dövüyor ve olay çıkarıyorlardı.” şeklindeki ifadeleri camilerdeki PKK yandaşlarının varlıklarından rahatsız olduklarını göstermekte . “Tüm bunlara rağmen Cemaatın İslami faaliyetlerinde ısrarla diretmesi PKK’yi çılgına çeviriyordu. O güne kadar kendisine muhalif veya alternatif olabilir diye, kendisiyle aynı ideolojiyi paylaşan ve aynı hedefler için mücadele eden hiçbir Kürt sol örgütün bağımsız bir şekilde varlık göstermesine müsaade etmeyen PKK’nin, kendisine tamamen zıt ve muhalif bir ideoloji ve dünya görüşüne sahip, bağımsız bir yapı olan Hizbullahi hareketin varlık göstermesine müsamaha etmesi veya böyle bir hareketin gözleri önünde gelişmesine seyirci kalması düşünülemezdi. Nitekim PKK, o güne kadar uyguladığı ve olumlu sonuç elde ettiği, kendisi dışında kimsenin varlık göstermesine müsamaha etmeme tavrının ve mantığının gereği olan dayatma politikasını Cemaate karşı da uygulamaya başladı.” açıklamaları aralarında bir gerginlik yaşanacağının habercisi gibiydi.
237758
Hizbullah, PKK ile uzlaşma yoluna gidip, onlara güvenli kaynaklar aracılığıyla uzlaşma mesajları yolladığını fakat buna alaycı ve sert bir karşılık aldığını ise şu ifadelerle dile getiriyor:
“Cemaat, çatışmalar öncesi dönemi kapsayan bu dört beş aylık süre içerisinde hem ülke içinde ve hem de ülke dışında imkanları dahilinde bildiği sağlam irtibat yollarını ve kanalları kullanarak PKK ile irtibata geçti. Özellikle yerel düzeyde çok iyi tanıdığı ve güvendiği şahıslar vasıtasıyla, bu sürtüşmenin genel bir çatışmaya dönüşmemesi için PKK’ye mesaj gönderdi. Cemaat, bir elçisi vasıtasıyla PKK’nin bölgedeki sorumlularına gönderdiği mesajda; “Bağımsız İslami bir hareket olarak bölgede sürdürdüğümüz İslami mücadelemizin esas hedefinin zulüm rejimi olduğunu, PKK’ye yönelik özel bir düşmanlık ve faaliyetimizin olmadığını, bölge genelinde var olan sürtüşme ve gerginliklerin PKK’nin baskı ve saldırılarından kaynaklandığını, Cemaatın PKK ile çatışmak istemediğini, patlak verecek bir çatışmanın lokal olmaktan çıkıp bütün bölgeyi kapsayan bir savaşa dönüşeceğini, böyle bir çatışmanın uzun süre devam edeceğini ve maliyetinin ağır olacağını, bunun her iki tarafın da zararına olacağını, özellikle şu anda fiili bir çatışma ortamı içinde olan PKK’nin kendisine yeni bir cephe açmakla daha fazla zarar eden taraf olacağını, iki taraftan ziyade bu savaştan TC’nin kazançlı çıkacağını, Cemaate yönelik saldırılarını durdurmalarını, aksi takdirde bizim de kendimizi savunmak zorunda kalacağımızı, bu mesajımızı iyi değerlendirmelerini, böyle bir çatışma başlarsa bunun sorumlusunun kendileri olacağını’’ açık bir şekilde PKK tarafına iletti.

PKK, o dönemin zafer sarhoşluğu içinde mesajımıza kulak asmadı ve bu fırsatı iyi değerlendirmedi. Cemaatin mesajına müspet cevap vermeyen PKK, hiç bir insani ve ahlaki kurala riayet etmeden ve hiç bir parti veya teşkilatta örneği görülmeyecek bir kabalık ve terbiyesizlik örneği sergiledi. Mesajı alan PKK sorumluları, weké hové seré çiya bu mesajı götüren Cemaat mensubuna keleş dipçiğiyle vurup, başından yaralayarak kanlar içinde bıraktılar. Cemaatin mesajına da şu cevabı verdiler; “Biz, neyin çıkarımıza ve neyin zararımıza olduğunu sizden daha iyi biliyoruz. Bunları siz bize öğretemezsiniz. Sizin nasihatlarınıza ihtiyacımız yoktur. Eğer gerçekten devlete muhalifseniz gelin PKK’ye katılın ve PKK’nin önderliğinde bu mücadeleyi sürdürün. Eğer bunu yapmıyorsanız bu işi bırakın ve bölgeyi terk edin. Eğer bunu da yapmıyorsanız, size yönelir ve sizi imha ederiz. Buna göre hangisini istiyorsanız kendinize tercih edin” diyerek, bizi üç seçenekten birini tercihle baş başa bıraktılar.” Yukarıdaki ifadeler Hizbullah kanadına aitti. PKK – Hizbullah çatışmasının nasıl başladığına ilişkin bilgilere PKK kaynaklarında yer verilmemiş. Dolayısıyla meseleyi sadece Hizbullah kanadının bakış açısıyla değerlendirebiliyoruz.kanadının bakış açısıyla değerlendirebiliyoruz.
PKK – Hizbullah Çatışması
Terör örgütü PKK, 1990’lı yıllardan sonra güvenlik güçlerinin geliştirdiği yeni müdahale yol ve yöntemleri sonucunda bölgedeki sınırlı sayıdaki halk desteğini kaybetmeye başlamıştı. Bunun üzerine halkın desteğini kazanabilmek amacıyla, kendisini Marksist-Leninist bir örgüt olarak ilan etmesine rağmen, “Kürdistan Mollalar ve İmamlar Birliği, Kürdistan Dindarlar Birliği, Kürdistan İslami Hareketi, Kürdistan Din Yayınlar Birliği, Kürdistan İslam Partisi” gibi yan örgütler kurdu. Din konusunda atılımlar gerçekleştiren PKK, giderek büyüyen ve kendisi için tehlikeli boyutlara ulaşan örgütü etkisiz hale getirmek için Şırnak’ın İdil ilçesinde Hizbullah’ın önde gelenlerinden ve Nusaybin Hizbullah’ının sorumlularından olduğu öne sürülen M. Şerif Karaaslan’ın annesi Hayriye ile babası Sabri Karaaslan’ı evlerini basarak öldürdü. Hizbullah ise bu olaya, PKK yanlısı Mihail Bayro’yu öldürerek cevap verdi. Emniyet müdürü Muzaffer Erkan, Necati Alkan ile yaptığı söyleşide bu olay ile ilgili olarak şunları söylüyor: “Ölen anne ve babaya Hizbullahçılar çok müthiş bir cenaze töreni düzenlediler. Çok uzun araç konvoyları oluştu. Sonra bu işin tarihi yazıldığında anlıyoruz. Bu cenaze töreninde kalabalığın arasından Molla Beşir Varol çıkıyor ve kürsüden bir vaaz veriyor. Müslüman kesimin bu eylemlere boyun eğmeyeceğinden, zalimlerden ve PKK’dan bahsediyor. Karşı bir hareketten bahsediyor.” Bu tarihten sonra karşılıklı olarak birbirlerine saldırmaya başlayan PKK ve Hizbullah çok sayıda üyesini kaybetti. Yaklaşık 500 civarında PKK, 200 civarında da Hizbullah mensubunun öldüğü tahmin ediliyor.
pkk.20150802170004
PKK – Hizbullah çatışmasının başlangıcı olarak İdil’de meydana gelen bu olaylar bilinmektedir. Hizbullah kaynaklarında bu konuya ilişkin şu ifadeler yer almaktadır: “Bugüne kadar Hizbullah-PKK çatışmasının başlangıç noktası olarak, PKK’nin İdil’de Karaaslan ailesinin evine yaptığı silahlı baskın gösterilmektedir. TC’nin resmi raporlarına bu şekilde girdiğinden ve bu konuda kitap yazan veya görüş beyan edenlerin çoğu da bu raporları esas aldığından, aynı yanlışlığı tekrar ederek çatışmaların başlangıç noktasını ve tarihini PKK’nin İdil baskını olarak vermişlerdir. Oysa ki bu, doğru bir tespit değildir. Çünkü, bu olaydan çok önce PKK bölge genelinde Cemaat mensuplarına yönelik çok sayıda silahlı eylem yapmıştı. Bu silahlı saldırılar sonucu yaralanan ve şehid düşen Cemaat mensupları olmuştu. Ancak İdil olayı, o güne kadar sessizce süren Hizbullah-PKK sürtüşme ve gerginliğinin su yüzüne çıkıp alenileşmesi ve kamuoyuna yansımasına neden oldu. Ayrıca Cemaat, PKK’nin İdil eylemine kadar PKK’ye karşı saldırıya geçmeyip, genel bir çatışmanın önünü alabilmek ümidiyle çabalarını ve girişimlerini sürdürüyordu. PKK’nin İdil saldırısı bardağı taşıran son damla oldu. Cemaat, PKK’nin İdil eyleminden sonra saldırılara cevap vermeye başladı ve böylece bölge genelini kapsayan çatışma süreci başlamış oldu.” Görüldüğü üzere Hizbullah kaynakları, İdil olayından önce de PKK ile Hizbullah arasında çatışmaların yaşandığına ilişkin iddialar içermektedir.
İki tarafın birbirine saldırma yöntemi sadece silahlı çatışmalar yoluyla değildi. Hizbullah, açılımı Kürdistan İşçi Partisi olan PKK’ya Kürdistan Kafirler Partisi diye hitap ediyordu. Her iki taraf da birbirlerinin destekçilerine baskı uyguluyorlardı. Bu genelde insanların mallarına el koymak şeklindeydi. PKK’lılara ve devlete ait her türlü taşınmaz malı ganimet olarak niteleyen Hizbullah, özellikle göçe zorladıkları PKK’lıların tarla, ev ve iş yerlerine el koymakta, bunları örgüt adına ya işletmekte ya da kiraya vermekteydi. Benzer uygulamalara PKK tarafında da rastlamak mümkündü. Ayrıca bir noktaya da açıklık getirmek gerekirse PKK, bu çatışmalarda karşısında Hizbullah/İlim grubunu görmekteydi. Menzil grubu ise bu çatışmaların dışındaydı. Tebliğ aşamasında bu tür silahlı mücadelelere girmenin tebliği aşamasında örgüte zarar vereceğini düşünen Menzil grubu İlim grubu ile ters düşmüştü. Bu durum daha sonraları çatışmaya dönüştü ve Hizbullah, yaşadığı iç çatışma sonunda 200 militanını kaybetti.
  • Bu çalışmanın tüm hakları Mustafa Arslan adlı kişiye aittir…

Yararlanılan Kaynaklar :


Mustafa Arslan , Pkk- Hizbullah Çatışması

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...