9. Bi'set Yılı |
Ay’ın ikiye ayrılması:
Bu mûcizelerden biri de Ay'ın ikiye ayrılmasıdır. Aralarında Ebû Cehl ve Velîd bin Mugîre'nin de bulunduğu bir müşrik grubu, Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimize; "Eğer, sen gerçekten peygambersen, Ay'ı yarısı Kuaykıan Dağı, yarısı da Ebû Kubeys Dağı üzerinde görünmek üzere ikiye ayır!..." dediler. Resûlullah efendimiz de; “Eğer bunu yaparsam îmân eder misiniz?" buyurdu. Onlar; "Evet îmân ederiz?" dediler. Resûlullah efendimiz Ay'ın ikiye ayrılması için Allahü teâlâya duâ eylediler. Cebrâil aleyhisselâm, hemen sevgili Peygamberimize geldi ve; "Ey Muhammed! Bu gece Mekkelilere, mûcizeyi seyretmeleri için haber ver" dedi. Peygamber efendimiz, ayın ondördü, bedir yâni yuvarlak olduğu o gece, Ay'ın ikiye ayrılacağını, ibret almak isteyenlerin seyretmesini bildirdi. O gece, sevgili Peygamberimiz mübârek parmağı ile işâret edince, Ay ikiye ayrıldı. Biri Ebû Kubeys diğeri de Kuaykıan Dağı üzerinde görüldü. Sonra tekrar gökyüzünde birleşti. Resûlullah, Eshâbına; “Ey Ebû Seleme bin Abdülesed, Erkam bin Ebi’l Erkam! Şâhid olunuz!" buyurdu. Yanında bulunan diğer Eshâbına da; “Şâhid olunuz!"buyurdu. Müşrikler ise gözleriyle apaçık bir mûcize daha gördüler. Fakat sözlerinde durup îmân etmedikleri gibi, başkalarının da îmân etmesine engel olmak için; "Bu ancak Muhammed'in bize bir sihridir! Fakat bütün insanları da sihirleyemez ya!.. Bir de başka beldelerden gelen insanlara soralım. Bakalım onlar da aynı hâdiseye sâhid olmuşlar mıdır? Eğer gördülerse Muhammed'in nübüvvet iddiası doğrudur. Aksi takdirde bu bir sihirdir" dediler. Gelenlerden sordular, hattâ başka yerlere adam göndererek sordurdular. "Evet o gece Ay'ın ikiye ayrıldığını gördük!" diye herkesten aynı şeyi işittiler. Yine inkâr ettiler. İnkarcıların başında Ebû Cehl vardı. İnsanların îmân nîmetine kavuşmaması için; "Ebû Tâlib’in yetiminin sihri, semâya da tesir etti!.." diyerek, kalbleri ifsâd ediyordu. Onun bu inkârı üzerine Allahü teâlâ âyet-i kerîmeler indirdi, meâlen; “Saat (kıyâmet) yaklaştı ve ay yarıldı (ikiye ayrıldı). Onlar (Kureyş kâfirleri, Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğine delâlet eden) bir mûcize görecek olsalar, (onu tefekkür etmekten ve îmân etmekten) yüz çevirirler ve; “Dâimî (ardı arkası kesilmeyen, şümullü, kuvvetli) bir büyüdür" derler. Ve onlar, (Peygamberi veya mûcizeyi) tekzib ettiler, yalanladılar, kendi hevâlarına (nefslerinin arzularına ve isteklerine) tâbi oldular, uydular. Hâlbuki, (Cennet ehline hayırdan, Cehennem ehline şerden takdir edilen) her iş vukû bulacaktır (Cennet ehli Cennet’e, Cehennem ehli Cehennem’e girecektir). And olsun ki onlara (Mekke müşriklerine, Kur’ân-ı kerîmde; geçmiş ümmetlere ve âhıret hâllerine dâir, kendilerini küfür ve inâddan şiddetle) vaz geçirecek nice mühim haberler gelmiştir ki, kemâle ulaşmış tam bir hikmettir. (Eğer onu tasdik etmedikleri takdirde) inzâr eden, (Cehennem azâbı ile korkutan) resûller aslâ (onlara) fayda vermez. O hâlde (ey Habîbim! Onlara risâletini, peygamberliğini tebliğ ve hakka dâvetten sonra)sen de onlardan yüz çevir, O dâvet edicinin, (İsrâfil veya Cebrâil'in, kâfirleri, şiddetinden nefslerin) inkâr ettiği şeye (hesâba) dâvet ettiği gün, (şiddetinden) gözleri zelîl ve hakîr olarak (korku ve dehşetten nereye gideceklerini bilmez bir hâlde) dağılmış çekirgeler gibi, kabirlerinden çıkacaklar. Kâfirler, (boyunlarını eğerek) o dâvet ediciye koşar oldukları hâlde; “Bu gün bize ne zor ve çetin bir gün" diyecekler." (Kamer sûresi: 1-8)
Rabbim size de hidâyet nasîb etsin!..
Müşriklerin, müslümanlara uyguladıkları üç senelik ablukanın sona ermesinden soma, Necrân'dan bir grup Resûlullah efendimize geldi. Bunlar yirmi kadar olup, Habeşistan’a hicret den Eshâb-ı kirâmdan İslâmiyeti işitmişler; İslâmiyeti öğrenmek ve Peygamber efendimizi görmek saâdetine kavuşmak için Mekke'ye gelmişlerdi. Kâbe-i muazzamanın yanında Resûlullah efendimizle görüştüler. Pek çok suâller sorarak, arzu ettiklerinden daha güzel ve mükemmel cevaplar aldılar. Kureyşli müşrikler de etrâftan onları seyrediyordu. Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz, onlara Kur'ân-ı kerîmden bâzı âyet-i kerîmeler okudu. Bundan pek fazla etkilendiler ve gözyaşlarını tutamayarak, ağladılar. Sonra da Efendimizin dâveti üzerine son derece memnun oldular ve büyük bir sevinçle Kelime-i şehâdet getirip, Müslüman olmakla şereflendiler. Memleketlerine dönmek üzere izin istediklerinde, Ebû Cehl yanlarına gelip; "Sizin kadar ahmak bir kimse görmedik!.. O’nun yanında bir defâ oturmakla dîninizden ayrıldınız ve ne söylediyse tasdik ettiniz!.." şeklinde hakâret dolu sözler sarfetti. Daha yeni Eshâb olmakla şereflenen bu kimseler; "Allahü teâlânın size de hidâyet nasîb etmesini dileriz. Bize yaptığınız bu hakâret ve câhilliği, biz size yapmayız. Gerçi biz, herhangi bir hakkınızı çiğnemiş değiliz. Fakat şunu iyi bilin ki, bir kaç câhilin sözüyle, kavuştuğumuz bu büyük nîmeti aslâ kaybetmek istemeyiz, bu hak dinden dönmeyiz" diye karşılık verdiler.
Allahü teâlâ, bu hâdise üzerine gönderdiği âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki: “Bundan (Kur'ân-ı kerîmden) evvel, kendilerine kitap verdiğimiz nice kimseler vardır ki, onlar buna (Kur'ân-ı kerîme) inanırlar. Onlara (Kur'ân-ı kerîm) okunduğu zaman; “Buna inandık. Şüphe yok ki, bu, Rabbimizden (gelen) bir haktır. Gerçekten biz, bundan evvel de İslâm’ı kabûl etmiş kimselerdik" dediler. İşte bunlara, sabır (ve sebât) etmeleri sebebiyle mükâfatları, iki defâ verilecektir. Bunlar, kötülüğü iyilikle savarlar. Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden (hayra) harcarlar. Bunlar, çirkin söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve; “Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Size selâm olsun, biz câhilleri aramayız (dostluğunu da istemeyiz)" derler." (Kasas sûresi: 52-56)