UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Onların hepsi bir değildir. Kitap ehlinden bir topluluk vardır ki
gece vaktinde ayakta durup, Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye
kapanırlar.
3-Ali İmran Suresi 113
8) DEVLET, NAMAZDA ZORLAMA YAPABİLİR Mİ?
8. SORU: İslam devletleri olduklarını iddia eden bazı devletler namaz,
oruç gibi ibadetleri zorla yaptırıyorlar. Dinde bu gerçekten böyle midir?
8. ÇÖZÜM: Bu meselenin çözümü için de Kuran’a yönelmeliyiz.
Kuran’da namaz kılmanın, oruç tutmanın emredilmesine rağmen;
oruç tutmayana, namaz kılmayana dünyada hiçbir ceza öngörülmez. Bu şahısların
hesabı ahirete kalmıştır. İslam devleti olduklarını iddia eden bu devletlere
gelince; aslında bu devletler mezheplerin, geleneklerin devletidirler.
Kuran, dinde zorlama olmadığını söyler. Din adına zorlama yapmaya kalkanlar
en başta dinin kendisi ile çelişirler. Böyle bir zorlama gerekliydi de,
neden o zaman Kuran’da “Dinde zorlama yoktur” denilmektedir?
Dinde zorlama yoktur.
2-Bakara Suresi 256
21-Artık sen hatırlat. Çünkü sen bir hatırlatıcısın.
22-Üzerlerine bir despot değilsin.
88-Gaşiye Suresi 21, 22
9) GÜZEL AHLAK?
9. SORU: Güzel ahlak dinden bağımsız, ayrı bir olay mıdır? Yoksa
dinin bir parçası mıdır? Eğer dinin bir parçasıysa, örneğin ahde vefanın,
emaneti korumanın dinle bir ilgisi var mıdır?
9. ÇÖZÜM: Kuran’ı okuyan herkes güzel ahlakın, tıpkı namaz ve
oruç gibi dinin bir öğesi olduğunu anlayabilir. Cömertlik, tevazu, cesaret
gibi birçok güzel ahlak öğeleri Kuran’da geçmektedir. Din, sadece şekli
371
soruların kuran’dan çözümlerine örnekler
ibadetlerden veya iman esaslarından oluşmaz. Güzel ahlakın, Kuran’da tarif
edilen öğeleri de dinin ta kendisidir. Her konuda olduğu gibi bu konuda
da dinin tek kaynağı Kuran’dır. Allah’ın bizden istediği ahlakı öğrenmemiz
için Kuran’ı iyice okumalıyız. Toplumun gelenekleri, zamanla oluşan deği-
şimlerden ortaya çıkan ilişki tarzları ahlak olarak sunulabilmektedir. Dinin
bir bölümü olan ahlak ile geleneğin, zamanın şartlarının oluşturduğu ahlakın
ayırt edilmesi için de Kuran’a başvurmamız gereklidir. Kuran’da tarif
edilen ahlak dindendir; bunun dışındakiler dinin dışındadır. Örnek olarak
soruda geçen ahde vefa ve emaneti koruma konusunu ele alalım. Kuran’ı
açıp bu konuyla ilgili bir ayet olup olmadığını incelediğimizde, bu konuyla
ilgili birçok ayet görürüz; böylece ahde vefanın ve emaneti korumanın, dinin
bir gereği olan güzel ahlaki davranışlardan olduğunu anlarız:
Onlar emanetlerine ve ahitlerine riayet edenlerdir.
23-Müminun Suresi 8
Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur.
17-İsra Suresi 34
... böyleleri sözleştiklerinde ahitlerine vefalıdırlar; zorluk, şiddet ve
sıkıntı zamanında da sabırlıdırlar. İşte bunlar özü sözü doğru olanlar
ve korunup sakınanlardır.
2-Bakara Suresi 177
10) CENNET SONSUZ MU?
10. SORU: Cennette yaşam sonsuz mudur? Dinin bu konudaki açıklaması
nedir?
10. ÇÖZÜM: Dinin tüm konuları gibi, Cennet ve Cehennem ile ilgili
konular da Allah’ın kitabına başvurularak anlaşılır. Kuran’ı okuyan her kişi
Cennet’in sonsuz bir yerleşim yeri olduğunu anlar:
372
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
İman edip salih amellerde bulunanları, altlarından ırmaklar akan,
içinde sonsuza kadar kalacakları cennetlere koyacağız.
4-Nisa Suresi 57
Sürekli kalacaklardır orada. Çıkmak istemeyeceklerdir oradan.
18-Kehf Suresi 108
15- De ki: “Bu mu daha hayırlı, yoksa sakınanlara vaat edilen sonsuzluk
cenneti mi? Ki onlar için bir mükafat ve son durak yeridir.
16-İçinde ebedi kalıcılar olarak her diledikleri onlarındır. Bu Rabbinin
üzerine aldığı, istenen bir vaattir.
25-Furkan Suresi 15, 16
Kitabımızın birçok yerinde, dini konularda Kuran’a gidilince meselelerin
nasıl çözüleceğinin örnekleri vardır. Kitabımızın bu bölümünde 10 ilave örnekle
bu konuyu pekiştirmeyi, dinle ilgili sorulara yalnız Kuran’la nasıl cevap
verilmesi gerektiğini bir kez daha göstermeye çalıştık. Görüldüğü gibi
uygulamalardan bakış açısına, Allah’ı tanımadan Cennet ve Cehennem ile
ilgili bilgilere, yönetimden ahlaka kadar dini alanın hepsi sadece ve sadece
Kuran’ın tekelindedir.
Biz bu kitabı sana her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici,
bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik.
16-Nahl Suresi 89
Onların hepsi bir değildir. Kitap ehlinden bir topluluk vardır ki
gece vaktinde ayakta durup, Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye
kapanırlar.
3-Ali İmran Suresi 113
8) DEVLET, NAMAZDA ZORLAMA YAPABİLİR Mİ?
8. SORU: İslam devletleri olduklarını iddia eden bazı devletler namaz,
oruç gibi ibadetleri zorla yaptırıyorlar. Dinde bu gerçekten böyle midir?
8. ÇÖZÜM: Bu meselenin çözümü için de Kuran’a yönelmeliyiz.
Kuran’da namaz kılmanın, oruç tutmanın emredilmesine rağmen;
oruç tutmayana, namaz kılmayana dünyada hiçbir ceza öngörülmez. Bu şahısların
hesabı ahirete kalmıştır. İslam devleti olduklarını iddia eden bu devletlere
gelince; aslında bu devletler mezheplerin, geleneklerin devletidirler.
Kuran, dinde zorlama olmadığını söyler. Din adına zorlama yapmaya kalkanlar
en başta dinin kendisi ile çelişirler. Böyle bir zorlama gerekliydi de,
neden o zaman Kuran’da “Dinde zorlama yoktur” denilmektedir?
Dinde zorlama yoktur.
2-Bakara Suresi 256
21-Artık sen hatırlat. Çünkü sen bir hatırlatıcısın.
22-Üzerlerine bir despot değilsin.
88-Gaşiye Suresi 21, 22
9) GÜZEL AHLAK?
9. SORU: Güzel ahlak dinden bağımsız, ayrı bir olay mıdır? Yoksa
dinin bir parçası mıdır? Eğer dinin bir parçasıysa, örneğin ahde vefanın,
emaneti korumanın dinle bir ilgisi var mıdır?
9. ÇÖZÜM: Kuran’ı okuyan herkes güzel ahlakın, tıpkı namaz ve
oruç gibi dinin bir öğesi olduğunu anlayabilir. Cömertlik, tevazu, cesaret
gibi birçok güzel ahlak öğeleri Kuran’da geçmektedir. Din, sadece şekli
371
soruların kuran’dan çözümlerine örnekler
ibadetlerden veya iman esaslarından oluşmaz. Güzel ahlakın, Kuran’da tarif
edilen öğeleri de dinin ta kendisidir. Her konuda olduğu gibi bu konuda
da dinin tek kaynağı Kuran’dır. Allah’ın bizden istediği ahlakı öğrenmemiz
için Kuran’ı iyice okumalıyız. Toplumun gelenekleri, zamanla oluşan deği-
şimlerden ortaya çıkan ilişki tarzları ahlak olarak sunulabilmektedir. Dinin
bir bölümü olan ahlak ile geleneğin, zamanın şartlarının oluşturduğu ahlakın
ayırt edilmesi için de Kuran’a başvurmamız gereklidir. Kuran’da tarif
edilen ahlak dindendir; bunun dışındakiler dinin dışındadır. Örnek olarak
soruda geçen ahde vefa ve emaneti koruma konusunu ele alalım. Kuran’ı
açıp bu konuyla ilgili bir ayet olup olmadığını incelediğimizde, bu konuyla
ilgili birçok ayet görürüz; böylece ahde vefanın ve emaneti korumanın, dinin
bir gereği olan güzel ahlaki davranışlardan olduğunu anlarız:
Onlar emanetlerine ve ahitlerine riayet edenlerdir.
23-Müminun Suresi 8
Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur.
17-İsra Suresi 34
... böyleleri sözleştiklerinde ahitlerine vefalıdırlar; zorluk, şiddet ve
sıkıntı zamanında da sabırlıdırlar. İşte bunlar özü sözü doğru olanlar
ve korunup sakınanlardır.
2-Bakara Suresi 177
10) CENNET SONSUZ MU?
10. SORU: Cennette yaşam sonsuz mudur? Dinin bu konudaki açıklaması
nedir?
10. ÇÖZÜM: Dinin tüm konuları gibi, Cennet ve Cehennem ile ilgili
konular da Allah’ın kitabına başvurularak anlaşılır. Kuran’ı okuyan her kişi
Cennet’in sonsuz bir yerleşim yeri olduğunu anlar:
372
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
İman edip salih amellerde bulunanları, altlarından ırmaklar akan,
içinde sonsuza kadar kalacakları cennetlere koyacağız.
4-Nisa Suresi 57
Sürekli kalacaklardır orada. Çıkmak istemeyeceklerdir oradan.
18-Kehf Suresi 108
15- De ki: “Bu mu daha hayırlı, yoksa sakınanlara vaat edilen sonsuzluk
cenneti mi? Ki onlar için bir mükafat ve son durak yeridir.
16-İçinde ebedi kalıcılar olarak her diledikleri onlarındır. Bu Rabbinin
üzerine aldığı, istenen bir vaattir.
25-Furkan Suresi 15, 16
Kitabımızın birçok yerinde, dini konularda Kuran’a gidilince meselelerin
nasıl çözüleceğinin örnekleri vardır. Kitabımızın bu bölümünde 10 ilave örnekle
bu konuyu pekiştirmeyi, dinle ilgili sorulara yalnız Kuran’la nasıl cevap
verilmesi gerektiğini bir kez daha göstermeye çalıştık. Görüldüğü gibi
uygulamalardan bakış açısına, Allah’ı tanımadan Cennet ve Cehennem ile
ilgili bilgilere, yönetimden ahlaka kadar dini alanın hepsi sadece ve sadece
Kuran’ın tekelindedir.
Biz bu kitabı sana her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici,
bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik.
16-Nahl Suresi 89
36. BöLÜM
•••
kuran’da inanç konuları,
namaz, zekat, oruç ve hac
kuran’da inanç konuları
Allah’ın varlığı, birliği, merhameti, sonsuz kudreti, ahireti yaratması gibi
en temel konularda Kuran’ın anlattığı dinle, bilinen büyük mezhepler ters
düşmemişlerdir. İslam’ın bu en temel noktalarındaki ortak inanç, tüm olumsuzlukların
yanında çok güzel bir noktadır. (Bazı çok sapkın, çok az taraftar
bulmuş, örneğin Hz. Ali’yi ilahlaştırmış veya şeyhinin içine Allah’ın girdi-
ğini iddia etmiş sapkın mezhepleri saymıyoruz.) Fakat “Allah’ın tek hüküm
koyucu olduğu” konusunda, Kuran’ın anlattığı dinle mezhepler arasında bü-
yük bir fark vardır. Kuran’a göre tek hüküm koyucu Allah’tır. Allah’ın hü-
kümlerinin toplandığı Kuran, Allah’ın dininin bütününü oluşturur. Mezhepler
ise önce Peygamber’i Allah’ın yanında din oluşturucu gibi göstermişler,
daha sonra sahabeleri, daha sonra mezheplerinin imamlarını, daha sonra
ise kimi şeyhleri ve sözde din alimlerini dinin kaynağı olarak göstermiş-
lerdir. Haramlarda, farzlarda, sevaplarda bu kaynaklara atıflar yaparak Kuran
dışında bir din oluşturmuşlardır. Bu tablo, uygulamalar açısından bir sorun
oluşturduğu kadar inanç açısından da bir sorun oluşturmaktadır. Kimi
mezhep imamlarının kanaati (içtihat) ile vardığı bir sonuç; farz veya haram
ilan edilmekte ve bu karar, Allah’ın kitabından çıkan bir farza veya harama
374
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
denk tutulmaktadır. Yani mezhep imamları, evrensel dini hükümler koyma
hususunda, Allah ile aynı seviyeye konmaktadır ki bu, inanç açısından da
sakıncalıdır. Örneğin Allah domuz eti yemeyi, zinayı, adam öldürmeyi Kuran
ile haram kılar; mezhep imamları ise kendi kanaatleri ve hadis yorumları
sonucu midye yemeyi, heykel yapmayı, erkeklerin altın takmasını da
haram ilan etmişlerdir. (Bu hükümlerin bir kısmı “hadis” kaynakları kullanılarak
verilmiştir, fakat bu hadisleri yorumlayan, onay veren yine mezhep
imamlarıdır.) Dinimizde Allah’ın tekelinde olan haram kılma yetkisi, böylece
başkalarıyla paylaştırılmıştır. Allah dışında herhangi bir insanın (her
kim olursa olsun) kanaatinin, içtihadının evrensel dini hükümlerle eşitlenmesi
sonucunu veren bu bakış açısı da onarılmalı, bu bakış açısının sahipleri
tövbe etmelidirler.
İnanç konularındaki en büyük sorunlardan biri “Kuran yaratılmış mı-
dır, yoksa Kuran daima var mıydı?” sorusunun tartışılması sırasında görülmüştür.
Bu sorunun tartışılması sırasında Kuran’ın yaratılmış (mahluk) olduğunu
söyleyen bir grupla, Kuran’ın yaratılmamış olduğunu söyleyen bir
grup oluşmuş ve her iki grup da birbirini kafirlikle itham etmişlerdir. Karşı
grubun dinsiz olup öldürülmesi gerektiğine dair izahlar ve tartışmalar ile rezalet
devam etmiştir. Kuran hakkındaki bu tartışma İslam tarihinin en bü-
yük kavgalarından, çatışmalarından birisi olmuştur. En büyük mezhep olan
ve dört mezhebi de kaplayan Sunnilik’te Kuran’ın yaratılmamış olduğu sonucuna
varılmıştır. Buna Mutezileler ve Şiiler şiddetle karşı çıkmışlardır. İlginçtir
ki dinin tek kaynağı olan Kuran’ı, dinin yüzlerce kaynağından birine
çeviren, “Bir keçi ayetleri yedi” deyip Kuran’ı nesh ettiren (hükmünü
iptal ettiren) Ehli Sünnet’te, diğer yandan Allah’a mahsus olan “ezeli olma,
başlangıçsız olma” gibi sıfatları Kuran’a verilmiş, bu mezhepin savunucuları
hatalı yaklaşımlarını bu noktada da göstermişlerdir.
İnançla ilgili konularda, dine ilaveler yaparak Allah’ın tam dinini tamamlamaya
kalkanlar, gereksiz konularda gereksiz izahlar yapmışlardır. Kuran
Allah’ın bağışlayıcı olduğunu, merhamet sahibi olduğunu söyler. Allah’ın
375
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
merhameti, bağışlayıcılığı gibi sıfatlarının Allah ile beraber her zaman mı
var olduğu, yoksa bu sıfatların sonradan mı oluştuğu bahsedilen gereksiz
tartışmalara örnektir.
Aslında bu şekilde bir tartışmaya gerek yoktur ve Kuran’da olmayan bu
husustaki felsefi yaklaşımlarını, dinin en temel inançları arasına sokmaya
kalkanlar, bizce hata etmişlerdir. Eğer gerekse idi, Allah bu konularda gerekli
izahları yapardı. Gereksiz izahların örnekleri “kader” konusunda da görülür.
Tahminimiz bu izahların da temelinde; zamanı yaratan Allah’ı, adeta
zamana bağımlıymış gibi düşünüp, “kader” konusunu ve diğer birçok konuyu
öyle çözmeye çalışmak yatmaktadır. Kuran’ın açıklamadığı konularda
kendi görüşünü, “evrensel dini hakikatler” olarak sunmanın sonucu bu konuda
da hüsran olmuştur.
Hadislerde geçen, Allah’ın kudretini eksik gösterecek izahlar da mezhepler
açısından sorun teşkil etmiştir. Neyse ki mezhepler bu izahları çe-
şitli yorumlarla, çekiştirmelerle yok etmişlerdir. Bu mezheplere uyan halkın
büyük bir kesiminin ise bu hadislerden haberi bile yoktur. Buhari’de geçen
“Allah’ın parmağının soğukluğunu Peygamber’in sırtında hissettiği” hadisi
ile “Allah’ın baldırını açıp cenneti aydınlattığı” hadisi bunlara örnektir. En
doğru hadis kitabı denilen kitapta geçen bu hadisler ve diğer hadis kitaplarındaki
benzerleri, Kuran’ın anlattığı din ile çelişmekte ve inanç açısından
önemli sorunlara yol açmakta; Turan Dursun ve İlhan Arsel gibi din düş-
manlarına malzeme oluşturmaktadırlar.
Kuran’da yer almayan “kabir azabı”nın dine sokulması, Kuran dışındaki
“Cennet ve Cehennem tasvirleri”nin dinin bir parçası kabul edilmesi de ahiret
inancı açısından sapmadır. Bazıları, Kuran’ın yüzlerce ayetinde ahiret
hayatı anlatılmasına karşın, bir kez bile bahsedilmemesine rağmen kabirde
sorgunun, azabın ve ödüllerin olacağını dine sokmuşlardır. Üstelik ahiretle
ilgili anlatımlarda; ölümden sonra doğrudan ahiret hayatının başlatılması ve
dünyada çok az kalındığının zannedilmesiyle ilgili ifadeler; kabirde sorgu,
azap veya mükafat olduğu izahlarıyla çelişmektedir. Buna karşın kabirde bir
376
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
hayat olduğunu iddia edenler, 40-Mümin Suresi 45 ve 46. ayetlerde belirtilen
Firavun kavminin “sabah akşam” ateşe sunulmasından, ahirette “akşam”
olmadığını, kısaca bu ayetlerin “kabir hayatı”nı desteklediğini söylemişlerdir.
Oysa bu ayette kabir hayatından bir bahis olmadığı gibi, ahiret hayatından
bahsedildiği açık olan 19-Meryem Suresi 62. ayette de ahirette rızıkların
“sabah akşam” verildiği vurgulanır. Zamanın izafiliğiyle ilgili durumu
anlayamayanların, erken ölenlerin binlerce yıl beklemesini anlayamamaları
neticesinde kabirle ilgili uydurmaları ürettikleri kanaatindeyiz.
Kuran ile Ehli Sünnetin ve Şiiliğin; cennetin, cehennemin varlığı ve buradaki
nimetlerin tükenmezliği konusunda bir ayrılığı yoktur, bu sevindirici
bir durumdur. Fakat Kuran dışı ahiret anlatımlarını ve kabir azabı hikayelerini
de çöpe atmak ve Kuran’la doğruyu bulmak zorundayız. Çünkü
gördüğümüz gibi ne zaman insanlar, Kuran’da anlatılan dine, yani Allah’ın
dinine, kendi görüşlerinin ürünü olan mezheplerle ve hadislerle ilaveler yapmaya
kalkışmışlarsa, sonu hep felaket olmuştur.
kuran’daki namaz VE ÜMMETİN SÜNNETİ
Kuran’daki namazın anlaşılması Kuran temelli bir İslamiyet açısından
büyük bir öneme sahiptir. Kuran’a dayalı bir dini anlayışın yüzlerce konuda
daha tutarlı, daha mantıklı ve daha yaşanır olduğunu görüp mezhepçi anlayışı
kurtarmak isteyen birçok kişi, kurtuluşunu namaz konusuyla ilgili bir
çıkışta aramaktadır (Sanki bu konu, diğer hususları hasır altı edebilirmiş
gibi). Kuran’ı dinin kaynağı olarak yetersiz gören bir mezhepçi yaklaşımı
benimseyenler; “Sırf Kuran’dan dini anlarsak, namazı nasıl kılacağız? Namazı
sırf Kuran’a bakarak kılamayız. Demek ki Kuran dışı kaynaklar lazım...”
diyerek mezheplerini kurtarmaya çalışmaktadırlar. Mezhepçilerin bu
yaklaşım tarzı bile dini anlamadıklarının bir delilidir. Yapılması gereken, dinin
kaynağını belirleyerek; dini ona göre anlamak ve uygulamaktır. Dinin
kaynağı belli olduktan sonra dinin kaynağını önümüze alıp namazı, orucu,
377
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
ahlakı ve din adına her şeyi bu kaynaktan anlamamız gerekir. Yani namaz
da dinin kaynağından anlaşılacaktır. Dinin kaynağı, kafada önceden belirlenmiş
fikirlere göre, örneğin namaz fikrine göre belirlenmeyecektir. Kuran
ile namaz adına bilinenler arasında fark varsa; çözüm dinin kaynağını
değiştirmek değil, namaz adına bildiklerimizi düzeltmektir.
Yanlış anlamalara sebep olmamak için bazı hususları belirtmekte büyük
fayda görüyoruz. Bu düzeltmede, eğer mevcut uygulamalarda namazların
kılınmasında düzeni sağlayan, ümmetin toplu ibadetlerine kolaylık getiren
yaklaşımlar varsa veya belli vakitte kılınması bir mecburiyet olmamasına
rağmen ümmetin daha çok Allah’ı anması gibi Kurani bir ideale hizmet
eden ibadetler varsa; “ümmetimizin bu sünnetleri”ni muhafazada elbette
fayda vardır. Örneğin imamın namaza “Allahuekber” diye ellerini kaldırarak
sesli başlamasını gören namaza başlandığını anlar ve ona göre hareket
eder; namazlarda bu düzen getirici unsurun faydalarını gözlemleyebiliriz.
Hz. Ömer döneminden sonra bugünkü formda (20 rekat olarak) kılınmaya
başlandığı söylenen teravih namazları, Ramazan’da Allah’ın daha çok anılması
gibi Kurani bir ideale hizmet eder. (Teravih namazının farz olduğu iddia
edilmemiştir ama biz Kuran’da olmamasına rağmen farz olduğu iddia
edilen namazlar için de teravih namazı için düşündüğümüzün aynısını dü-
şündüğümüzü belirtmeliyiz.) Bunların Kuran’ın evrensel hükümleri arasında
olmadığının farkında olmak, bu tip uygulamaları terk etme özgürlüğünün
olduğunu bilmek önemlidir; fakat düzene veya Allah’ın çok anılmasına yarayan
İslam coğrafyasında yaygınlaşmış bu tarzdaki “ümmetin sünnetleri”ni
değiştirmeye kalkmak bize göre abesle iştigaldir.
Diğer yandan “ümmetin sünnetleri”ni Kuran’ın eksik olduğu iddiası
için delil olarak kullanmaya çalışmak da büyük bir hatadır. Bize göre sadece
Kuran’da geçenlerin namazın evrensel, evrenin sonuna dek geçerli hü-
kümleri olduğuna dair yöntem benimsenmeden namazın farzlarıyla farz olmayanını
ayırt eden kesin bir yöntem ortaya konamaz, zaten konamamıştır
da. Bu yüzdendir ki birbirlerine yakın metodolojiler benimsemiş mezhepler
378
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
arasında bile namazların farzlarının ne olduğu gibi konularda önemli farklar
vardır. Örneğin kimi mezhep Fatiha okumayı farz görürken diğeri görmez.
Burada önemli olan husus Peygamber’in Fatiha’yı okuyup okumaması de-
ğildir; elbette namazda Fatiha okunabilir, fakat bunun her rekat için mecburi
olup olmaması farklı bir şeydir. Peygamberimiz’in Kuran’a aykırı bir davranışı
veya izahı hadislerle aktarılıyorsa bu hadislerin uydurma olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Fakat Fatiha okumak gibi “Kuran’a uygun” bir eylemden
“dinin mecburiyeti” gibi bir sonuç çıkartılırsa bu da hatalıdır. “Kuran’a
uygun olma” veya “yararlı olma” ile “mecburi olma” tamamen ayrı olan,
karıştırılmaması gerekli kategorilerdir. Kuran’da, Peygamberimiz’le beraber
aynı dönemde yaşayan Müslümanlar’ın kendilerine farz olmayan ibadetlere
katılıp Allah’ı andıklarını görüyoruz. 73-Müzemmil Suresi 20. ayette,
Müslümanlar’dan bir grubun Peygamber’le gece kalkıp ibadet ettikleri anlatı-
lır; bu ibadet farz olsa tüm Müslümanlar katılırdı. Sonuçta Peygamberimiz’in
döneminde ve sonrasında Müslümanlar, özellikle namaz gibi topluca yapılan
ibadetler için belli düzenlemeler oluşturmuşlar, farz olan namazlar dışında
Allah’ı anmak için fazladan da namazlar kılmışlardır. Bize göre bu durumu
yorumlayan hadisçi mezhepler, sadece Kuran’la farzların çıkacağı ilkesini
benimsemediklerinden, gönüllü kimi uygulamaları farzlarla karıştırmışlardır.
Sonuçta bu sorunun çözümü de Kuran’a gitmektedir. Bugün yapılması
gereken dinimizin namazla ilgili evrensel uygulamalarını Kuran’dan anlamak,
Kuran’da geçmeyip faydalı olan “ümmetin sünnetleri”ni farzlaştırmadan
devam ettirmek ve Kuran’ın ifadelerine ve ruhuna aykırı uygulamalardan
dinimizi kurtarmaktır.
Dinin tek kaynağı olan Kuran’ı elimize aldığımızda, Kuran’ın namaz
adına gerekli tüm bilgileri içerdiğini görürüz. Kuran’da en detaylı şekilde
anlatılan ibadet namazdır. Fakat bu, günümüzde namaz adına anlatılan her
detayın Kuran’da geçtiği manasına gelmez. Mezheplerin teferruatlaştırıcı
zihniyeti her konuya olduğu gibi namaza da elini atmış ve Kuran’da, yani
dinde, olmayan teferruatlar “farz” veya “vacip” gibi başlıklarla mecburi hale
379
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
çevrilmiş ve namazla ilgili kimi esneklikler yok edilmiştir. “Secdede dirseklerin
yere değmemesi gerektiği” iddiası gibi kimi hususlar ise “sünnet”
başlığı altında dinselleştirilmiş ve düzen için gerekenin dışında bir şekilcilik
de oluşmuştur.
Kuran’da geçmeyen hususların farzlaştırılması yanlıştır, fakat bunlar
yapılırsa namaz olmaz diye düşünmemeliyiz. Örneğin ileride göreceğimiz
gibi namazda illaki Fatiha Suresi’ni okumak farz değildir. Fakat Kuran’ın
ilk suresi olan Fatiha’yı namazda okumak tabi ki güzeldir. Yani namazda
şunu yapmak “farz değildir” diye belirtmek, o hususa karşı olmak değildir.
Sadece Kuran’da geçmeyen bir mecburiyetin farzlaştırılması yanlıştır. Yukarıdaki
örneğimizi düşünürsek yanlış, Fatiha Suresi’ni okumak değil; Fatiha
Suresi’nin her ayağa kalkışta okunmasının “farz” olduğunu söylemektir.
Kitabımızın bu bölümünü ve diğer bölümlerini okurken lütfen “Bu husus
Kuran’ın anlattığı namazda yoktur” diye belirttiğimiz hususlarda bu inceliğe
dikkat edin. Kuran’da geçen namaz, hazırlık aşaması olan abdest ve boy abdestinden
(gusül) başlayarak şöyledir:
abdest ve boy abdesti (gusül)
Kuran’da abdest, sadece ve sadece namazın bir şartı olarak anlatılır. Ayrıca
camiye girerken, Kuran okurken veya namaz dışındaki herhangi bir ibadet
için abdestin ve de boy abdestinin (gusül) alınması dini bir mecburiyet
değildir. Kuran’da abdest ve boy abdesti birazdan vereceğimiz iki ayette ge-
çer. Bu iki ayet dışında Kuran’da abdest ve boy abdesti ile ilgili hiçbir ayet
yoktur. Yani abdest ve boy abdestinin ne yapmamız için gerektiği, ne zaman
gerektiği, su olmazsa ne yapılacağı sadece bu iki ayetten anlaşılacaktır:
Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda, yıkayınız: yüzlerinizi ve
dirseklere kadar ellerinizi; sıvazlayınız: başınızı ve aşık kemiklerine
kadar ayaklarınızı. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Eğer hasta
veya yolculukta iseniz veya biriniz tuvaletten gelmiş, yahut kadınlara
380
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
dokunmuş da su bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm
edin: Yüzlerinizi ve ellerinizi sıvazlayın. Allah size zorluk çıkarmak
istemez. Allah sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak
istiyor. Umulur ki; şükredersiniz.
5-Maide Suresi 6
Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp
iken de -yolculuk hali müstesna- yıkanıncaya (gusül edinceye, boy
abdesti alıncaya) kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculuktaysanız,
biriniz tuvaletten gelmiş, yahut kadınlara dokunmuş
da su bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinizi
ve ellerinizi sıvazlayın. Allah affedici, bağışlayıcıdır.
4-Nisa Suresi 43
Şimdi sorularımızı sorup bu iki ayete göre cevap verelim:
1) Abdest ve Boy Abdesti Niçin Lazımdır?
Ayetlerden açıkça anlaşılıyor ki; abdest de, boy abdesti de sadece namaz
için lazımdır. 5-Maide Suresi 6. ayetin başında abdestin namaz için alınması
gerektiği söylenir. 4-Nisa Suresi 43. ayette de cünüp olanın yıkanmadan namaz
kılamayacağı anlatılır.
2) Abdest Ne Zaman Alınır?
İki ayetin de son kısımlarına dikkat ederseniz, bize suyun gerekli olup
da suyu bulamadığımız hallerde ne yapmamız gerektiği açıklanır. Suyun
bize gerekli olduğunun açıklandığı hal ile abdesti neyin bozduğu da açıklanmıştır.
Burada “tuvaletten gelmiş” diye çevirdiğimiz ifade bize abdestin
“tuvaletten” gelince alınması gerektiğini göstermektedir. “Tuvalet” diye çevirdiğimiz
kelimenin Arapça’sı “gait”tir. Arapça bu kelime “çukur yer” anlamında
olup, “tuvalet, ayak yolu” kelimelerine karşılık gelmektedir. Yani
381
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
abdestin çukur yerlere yapılanlardan sonra alınması gerekmektedir. Bunun
dışında tarif edilen hiçbir şeyle, ne kanın akması, ne deve eti yenmesi abdesti
bozmaz. Ayetten abdesti neyin bozduğu açıkça anlaşılmaktadır. Kişiler
“tuvalette, ayak yolunda”, çukur olan yere ne yapıyorsa abdesti o bozar.
3) Boy Abdesti (Gusül) Ne Zaman Alınır?
“Abdest”in nasıl alınacağı Kuran’da tarif edilmektedir, fakat kelime olarak
“abdest” Farsça’dan Türkçe’ye geçmiştir. “Boy abdesti” ifadesiyle kastedilen
ise Kuran’da geçen “cünüp” olunca gerekli olan yıkanmadır. “Gusül”
zaten Arapça “yıkanma” demek olduğu için “boy abdesti” yerine Türkçe
“gusül” veya “gusül abdesti” diyenler olmuştur. Suyun gerekli olduğu di-
ğer halin iki ayette de “kadınlara dokunma” olduğu söylenir. Arapça’da da
Türkçe’deki gibi deyimler vardır. Türkçe’de “kadınlarla beraber olma” ifadesi
“cinsel ilişkiye girme” anlamında kullanılır. “Kadınlara dokunma” ifadesi
Arapça’da “cinsel ilişki” anlamına gelen bir deyimdir; Kuran boyunca bu
deyimin kullanımına bakılırsa da bu anlaşılacaktır.
Yani boy abdesti kadınlarla cinsel beraberlikten sonra alınır. Zaten cünüp
olunduğunda boy abdesti alındığını söylemiştik. Cünüplük, “cenb” kökünden
türemiştir. Bu kelimenin kökünde “yakında olma, beraberlik” manaları
vardır. Buna göre “cenabet” terimi beraberliğin en ileri seviyesi olan birleşmenin
sonucuna ad olmuştur. Ayetin içinden boy abdestinin ne zaman
alınması gerektiğine dair vardığımız sonucu “cünüp” kelimesinin manası
da doğrulamaktadır. Cinsel bir birleşme dışında, kimi hallerde boy abdesti
almanın farz, vacip (farzla sünnet arası, farza yakın uygulama) veya sünnet
olması da Kuran’da yoktur. İsteyen istediği zaman, rahat ettiği zaman boy
abdesti alır, fakat Kuran’dan çıkmayan bir hüküm; farz, vacip, sünnet veya
herhangi başka bir başlıkla kimseye yüklenemez. 5-Maide Suresi 101. ayette
“açıklanmayan her şeyin affedildiği” söylenmektedir. Bu yüzden, “Kuran’da
açıklanmayan her hususta serbest olduğumuz” unutulmamalı, hiç kimse bu
açıklanmayanlara ilave bir cevap aramamalıdır.
382
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
4) Abdest Nasıl Alınır?
5-Maide Suresi 6. ayetin başında abdesti nasıl almamız gerektiği anlatılır.
Bu anlatımda “yıkayın” fiilinin ardından “yüz ve dirseklere kadar elleri”
ifadesi geçer, “sıvazlayın” fiilinin ardından da “baş ve aşık kemiklerine
kadar ayakları” ifadesi geçer. (Aşık kemikleri, ayak bileğinin iki tarafındaki
çıkıntılı kemiklerdir.) Biri size “yıkayın: banyoyu ve mutfağı, silin: salonu
ve antreyi” derse ne anlarsınız, antrenin yıkanması gerektiğini mi yoksa silinmesi
gerektiğini mi? Herkes antrenin silinmesi gerektiğini anlar. Fakat
Sunni mezheplerden olanların birçoğu ne hikmetse “sıvazlayın” fiilinden
sonra geçen “ayaklar”ın; sıvanması yerine “yıkanması” gerektiğini savunmuşlardır.
(Hanbeli mezhebinde, hem “sıvazlama”nın hem de “yıkanma”nın
mümkün olduğu ifade edilmiştir.) O zaman “ayak” kelimesi neden “yıkayın”
fiilinden sonra geçmemektedir? Ayette, “yukarıdan aşağı ne yapılması gerektiğinin
söylendiğini, sıvazlamanın ara izah olduğunu ve bir tek başın sı-
vazlanması gerektiğini” söylemek de mümkün değildir. Çünkü ayette; önce
yüz ve ellerden bahsediliyor, sonra başa çıkılıp, sonra aşağı ayaklara iniliyor.
Bu yüzden ayakları aşık kemiklerine kadar sıvazlamayı “yıkayın” fiiline
göndermenin hiçbir mantığı yoktur. “Ayakları yıkama mecburiyeti” uydurma
hadislerle desteklenmeye çalışılmıştır.
Oysa Şiiler’deki birçok hadise göre ayaklar elle sıvazlanır. Amacımız
hadisleri hadislerle çürütmek değil, fakat Kuran’ı yeterli görmeyenlerin hadiste
bile keyfi davrandıklarını göstermektir.
Süleyman Ateş birçok sahabenin de ayaklarını sıvazlamayla yetindiğini
belirttikten sonra ayetin Arapça’sından anlaşılanı şöyle açıklar: “Yüce Allah,
abdestte vücudun iki temel uzvunun yıkanmasını emretmiştir ki; bunlar yüz
ve kollardır. İki uç uzvun da sıvazlanmasını emretmiştir ki; bunlar da baş
ve ayaklardır. Yıkayınız fiilinden sonra iki tümleç getirmiştir. Bunlar yüz
ve ellerdir. Demek ki yüz ve eller yıkanacaktır. Sıvazlayınız fiilinden sonra
da iki tümleç getirmiştir, bunlar da baş ile ayaklardır. Demek ki bunlar da
sıvazlanacak uzuvlardır. Ayette bu manayı son derece güçlendiren ince bir
383
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
nokta vardır. Kuran-ı Kerim’de her kelime birbiriyle son derece uyumlu ve
mütenasiptir. Şimdi yıkayınız fiilinden sonra gelen iki tümleçten ilki nasıl
tek bir uzvu, ikincisi iki uzvu (yani iki eli) gösteriyorsa, sıvazlayınız fiilinden
sonra gelen iki tümleçten de birincisi bir tek uzvu, ikincisi iki uzvu
(iki ayağı) göstermektedir.” (Süleyman Ateş, Kuran Ansiklopedisi, 1. cilt,
Abdest bahsi).
Kısacası abdestte yüz ve dirseklere kadar eller yıkanır, baş ve aşık kemiklerine
kadar ayaklar sıvazlanır, bunların haricinde bir şey gerekmez. İsteyen
ağzını ve burnunu çalkalar, üç parmakla ensesini sıvazlar, ayaklarını
topuklarıyla birlikte yıkar, her uzvunu yıkayışta Arapça dualar okur. Fakat
bunları yapan bilsin ki bunlar abdestin mecburiyetleri değildir. Abdesti
Allah, Kuran’da açıklamıştır ve bunlar Kuran’daki açıklamalarda yoktur.
5) Boy Abdesti Nasıl Alınır?
Boy abdestinin cünüp iken alınması gerektiğini daha önce söylemiştik.
Cünüpken ne yapmamız gerektiği iki kelime ile anlatılır. 5-Maide Suresi’nde
“tahare” kelimesi “temizlenmek”, 4-Nisa Suresi’ndeki “gasale” fiili “yıkanmak”
demektir. Boy abdesti için “Şuradan şuraya kadar yıkanın, ağzınızı
ve burnunuzu üçer kez çalkalayın, toplu iğne başı kadar kuru yer bırakmayın,
sağ omzunuzdan başlayarak üçer kez su dökün” şeklinde ifadeler geç-
mez. Böyle sınırlamalar olmadığından “gasale” kelimesinden sadece “yı-
kanmak” anlaşılır.
“Tahare” ifadesi ile de bu yıkanma işleminde kirlerden arınmanın önemi
anlaşılır. Bir anne beş yaşındaki çocuğuna “Yıkan” derse, o çocuk bunu anlayıp
yıkanır. Oysa koskoca adamlara “Yıkan” deniyor, fakat onlar “Nasıl
yıkanacağım? Toplu iğne başı kadar kuru yer kalırsa ne olur? Önce hangi
omuzuma su dökeceğim?” gibi gereksiz sorular sorup, Kuran’ın anlaşılmaz
olduğunu sanıyorlar. Üstelik bu anlamamanın kendi anlayışsızlıklarından
kaynaklandığını da anlamıyorlar. Bir de Kuran’da anlatılan dini eksik
384
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
zannedip, bu garip soruların açıklandığı kitapları dinin tam ve eksiksiz kaynağıymış
gibi rehber ediniyorlar.
6) Su Bulunamazsa Ne Yapılır?
Normalde bir insanın su bulamama ihtimali çok azdır. Kuran’ın bu durumu
açıklaması bile Kuran’ın gereğinde nasıl tüm detayları verdiğinin bir
delilidir. Bu durumda, kişi, suyun eksikliğini temiz bir toprağa teyemmüm
ederek giderir; namazı terk etmek diye bir şey söz konusu olmaz. Temiz toprağa
eller sürülerek yıkanamayan yüz ve eller sıvazlanır. Böylece namaza
hazırlık suyun olmadığı zaman da sağlanmış olur.
Her iki ayetin de sonunda geçen Allah’ın bize güçlük çıkarmak istemediğine,
bağışlayıcılığına, affediciliğine dair ifadeleri abdesti ve boy abdestini
bir sürü gereksiz detaylara boğanlar lütfen tekrar okusunlar.
kıbleye dönmek
2-Bakara Suresi 144, 149 ve 150. ayetlerde Müslümanlar’ın nerede olursa
olsunlar Mescidi Haram’a; Kabe’nin olduğu yöne dönmeleri gerektiği söylenir.
Bu, namaza düzen de veren bir uygulamadır. Özellikle toplu kılınan namazlar
bu sayede daha düzgün ve düzenli olur. 2-Bakara Suresi 115. ayette;
nereye dönersek dönelim Allah’ın orada olduğu söylenerek, Kabe’ye dönmeye
yanlış manalar yüklenilmesi, Mescidi Haram ve çevresinin putlaştı-
rılması önlenir. Mevcut camiler Bakara Suresi’nin ayetlerine binaen Mescidi
Haram’a doğru yapılmıştır. Müslümanlar kıldıkları namazı Mescidi Haram’a
dönerek kılmaktadırlar. Müslümanlar kıbleyi biliyorlarsa (Mescidi Haram
yönünü) oraya dönüp namazı kılar. Eğer yönü bulamazlarsa, Allah’ın her
yerde olduğunu bilip, tahmini bir yöne dönerek namaz ibadetlerine devam
ederler (2-Bakara Suresi 115).
namazda kıyafet ve temizlik
Kuran’da namaz için özel bir kıyafet geçmez. Tek başına namaz kılan
namazını istediği gibi kılar. Namazın toplu kılındığı yerlere gidenin güzel,
385
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
düzgün kıyafetle gitmesi iyidir (Bakınız 7-Araf Suresi 31). 7-Araf Suresi
26. ayette; insanların avret yerlerini örtecek giyim tarzı olduğu gibi güzellik
ve süs kazandıracak giyim tarzı da olduğu söylenir. Bundan beş ayet
sonra 7-Araf Suresi 31’de mescit yanında (namaz kılınan bölgede) süslenmeden
bahsedilir. Başörtüsü diye bir kıyafetin farz olmadığını kitabın 22.
Bölüm’ünde, kitabın diğer kısımlarında ise erkeğin baldırını örtmesinin gerekmediğini
gördük. Normalde olmayan bu zorunluluklar namaz kılarken de
yoktur. Çünkü Kuran’da namaz kıyafeti diye özel bir kıyafet tarif edilmez.
2-Bakara Suresi 125 ve 22-Hac Suresi 26. ayetlerden namaz kılınacak
bölgenin temizlenmesinin ve temiz tutulmasının önemi anlaşılır. Ayrıca
74-Müdessir Suresi 3. ve 4. ayetlerden elbisenin temiz olmasının ve pislikten
kaçınmanın önemi anlaşılır; namaz dışında da geçerli olan bu ilkeler elbette
namazı da kapsar.
namaz vakitleri
Kuran’da namazın, vakitleri belirlenmiş bir farz olduğu geçer (4-Nisa
Suresi 103). Korku zamanında bile namaz kılınmasını açıklayan Kuran, hiç
şüphesiz farz namazlarının vakitlerini de eksiksiz olarak açıklamıştır. Dikkat
edin, namaz vakitlerinin açıklanmasından kastımız, farz olan namazların
açıklanmasıdır. Namaz övülmüş bir ibadettir. Allah’a yönelmenin,
Allah’ı hatırlamanın bir şeklidir. Bu yönüyle namaz her an kılınabilen, her
an yerine getirilebilen bir ibadettir. Fakat her kılınan namaz, farz namaz de-
ğildir. Örneğin gece yarısı fazladan namaz kılınabilir, fakat bu gece yarısı
kılınan namazın farz olduğunu göstermez. Peygamber de, Peygamber’in yakınları
da şüphesiz birçok kereler namaz kılmışlardır. Kuran’ın tek kaynak
olduğu ilkesini benimsemeyen mezhepler bu namazların kimisini farz, kimisini
vacip, kimisini sünnet ilan etmişler; Kuran’dan dini anlamak yerine,
Peygamber yakınlarının hareketlerini kendilerince yorumlayarak mezhepler
oluşturmuşlardır. Sunni mezhepler sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı diye
beş vakit namazı farz kılmışlardır. Şiiler üç vakit namazı farz kılıp bu üç
vakitte beş vakit namazı birleştirdiklerini söylerler. Daha eski zamanlardaki
386
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Hariciler’in iki veya üç vakit kıldıklarına dair hadisler de vardır. Bu farz namazların
dışında Kuşluk, Duha, Güneş ve Ay tutulması, Tesbih, İstihare,
Kadir, Regaip, Beraat gecesi namazları gibi birçok namaz da vardır. Yatsı
namazından sonra kılınan vitir namazı ise kimilerine göre vacip olup farza
yakındır, kimilerine göre ise sünnettir.
Savaş zamanı namazın kılınmasıyla ilgili bilgileri bile veren Kuran, hiç
şüphesiz farz namazlarının vakitlerini de açıklamıştır. Kuran’dan delillendirilmeyen
namazların belirli dönemlerde belirli kişilerce, halifelerce, hatta
Peygamber tarafından kılınmış olması elbette mümkündür. Çünkü Kuran
namazı över ve farz namazların haricinde de namaz kılınması elbette ki iyidir.
Ayrıca Kuran’da farz namaz vakitlerinden daha fazla zamanda Allah’ın
yüceltilmesi, zikredilmesi ve O’na hamd edilmesi geçer; bunlar ise namazın
dışında olabileceği gibi namaz kılarak da yerine getirilebilirler. Bu açı-
dan bakıldığında yukarıda adı geçen ve yukarıda adını geçirmediğimiz, fakat
namaz kitaplarında adı geçen namazların kılınmış olması mümkündür.
Fakat Kuran’da adı geçmeyen namazların, farz namaz olarak algılanması
veya bu namazları kılmayanların dini açıdan eksik olduğunu iddia etmek
çok büyük hatadır. Bu noktadan olaya baktığımızda sorun, uygulamaların
yorumlanış şeklindeki hatalardan kaynaklanmıştır. Şimdi dinin tek kaynağı
olan Kuran’dan farz olan namazları isim ve vakitleriyle birlikte öğrenelim.
sabah (fecr) namazı
Kuran’da namaz kelimesi “salat” kelimesi ile ifade edilir. “Bağlantı kurmak,
destek vermek” tipinde manalara sahip olan “salat” kulun yaratıcısıyla
kurduğu bağlantı, yani namaz için de kullanılır. “Salat” kelimesi “ikame” fiiliyle
beraber “namaz kılmak” manasında kullanılmıştır. “Salat il-fecr” yani
“sabah namazı” ismi 24-Nur Suresi 58. ayette geçmektedir. “Fecir” gecenin
karanlığında güneşin ilk ışıklarının çıkışını ifade eder. Bu bir süreçtir
ki güneşin doğuşuna kadar devam eder. Nitekim varlığı adından belli olan
bu namazın, 11-Hud Suresi 114. ayette vakti de belli olmaktadır:
387
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
Gündüzün iki tarafında, gecenin yakınlarında namaz kıl. Güzellikler
çirkinlikleri giderir.
11-Hud Suresi 114
Arapça’daki “nehar” “gündüz”, “leyl” ise “gece” demektir. Yukarıdaki
ayette geçen “tarafeyi en-nehari” ifadesi gündüzün iki tarafını ifade eder.
“Taraf” kelimesi “uç, dıştan bitişik bölüm” manalarına gelmektedir. Kuran’da
geçtiği diğer ayetlerde de bu anlamlarda kullanılır. Gündüzün başlangıcını
güneşin doğuşu, günün bitişini güneşin batışı olarak alırsak; günün iki tarafında
sabah ve akşam namazları vardır. “Zulefen min el-leyl” ifadesi ile
bu vakitlerin, aynı zamanda gecenin gündüze yakın zamanları olduğu da
daha iyi vurgulanmış olur.
Yani sabah namazı, ismi ile 24-Nur Suresi 58. ayette geçer. Bu isim aynı
zamanda sabah namazının vaktini de tarif eder. Ayrıca 11-Hud Suresi 114.
ayette sabah namazının vakti belirlenmiştir. Sabah namazı Kuran’daki ismiyle
“salat il-fecr” adından da belli olduğu gibi günün ilk ışıklarıyla baş-
lar ve günün başlangıcı olan güneşin doğuşuyla biter.
akşam (işa) namazı
“Akşam namazı”nın ismi de 24-Nur Suresi 58. ayette geçmektedir. Sözlükten
“işa” kelimesinin anlamına bakanlar, güneşin batışından havanın kararmasına
kadar olan vakte, yani bizim Türkçe’de “akşam” dediğimiz vakte
“işa” denildiğini görürler. 12-Yusuf Suresi 16. ve 79-Naziat Suresi 46. ayette
de aynı kelime geçmektedir. Diğer iki ayetteki aynı kelimeyi “akşam” diye
çeviren bazı çevirmenlerin, bu kelimeyi Türkçe bir kelime olan “yatsı namazı”
diye çevirmeleri, mezhep izahlarının etkisinde kalmalarındandır. Bu
tarz çeviri, “yatsı namazı” diye mezheplerin farz olarak tarif ettiği namazı
Kuran’ın da farz kıldığı izlenimini vermektedir ki bu yanlıştır. Fakat “yatsı”
kelimesinden kasıt “işa namazı”nın yatmadan önce kılınan son farz namaz
olması ise bu doğrudur. Ayette buna işaret de vardır:
388
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Ey iman edenler! Yönetiminiz altındakilerle, ergenlik yaşına gelmemiş
olanlarınız sizden üç vakitte izin istesinler. Fecir (sabah) namazından
önce, öğle vakti elbisenizi çıkardığınızda, işa (akşam) namazından
sonra. Çıplak olabileceğiniz üç vakittir bunlar.
24-Nur Suresi 58
Son namazı kılmak için mescide giden ve topluca namazı kılan kişi, bu
namazdan sonra mescide gitmeyecekse muhtemelen üzerini değiştirecektir.
Ev kıyafetine bürünecektir. Bu yüzden yatmadan önceki son namaz “işa
namazı” olarak düşünülüyorsa, bu doğrudur. Yoksa vakit olarak “akşamı”
ifade eden bir kelime, namaz kelimesiyle birleşirse bambaşka bir vakit olan
yatsıyı ifade eder deniliyorsa, bunun yanlışlığı ortadadır. Bu ayette son farz
namazın akşam namazı olduğunu destekleyici bir ifade tarzı vardır. Arapça
sözlüklerden “işa” kelimesinin manasını araştıran herkes, “işa” kelimesinin
“güneşin batışından gecenin karanlığına kadar olan zaman dilimi”ni ifade
ettiğini görecektir. (Evdeki çocukların çıplaklığın mümkün olduğu vakitlerde
izinsiz odalara dalmamalarını öğütleyen bu ayetten bir sonraki ayette,
bu çocukların ergenlik yaşına gelince, her zaman özele saygı gösterip, izin
alarak ebeveynlerinin odalarına girmeleri öğütlenir.)
Akşam namazının vaktinin anlaşıldığı ayet (11-Hud Suresi 114), sabah
namazının farz olduğunu gösteren belirttiğimiz ayettir. Gündüzün iki tarafında
kılınan namazlardan biri sabah namazı olunca, diğeri de bu namazın
simetriği olan akşam namazıdır. Bu namazın vakti de aynı şekilde gecenin
(güneşin olmadığı dönemin) gündüze yakın olan zamanıdır. Bu ayet dışında
akşam namazının vaktini belirleyen bir ayet daha vardır:
Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecir
(sabah) vakti Kuran’ı, fecir (sabah) vakti Kuran’ına tanık olunur.
17-İsra Suresi 78
Gecenin kararması, akşamın bitiş vaktini vermektedir. Işığın alametlerinin
ufukta yok olmasıyla akşam namazının vakti biter. Bu durumda da “gü-
neşin sarkması” ifadesi güneşin ufukta batışını belirler. Böylece güneşin batımı
ve gecenin kararmasının arasındaki vakit namaz vakti olarak belirtilir.
389
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
Bu ayette belirtilen vaktin namazı olan akşam, sabah namazının simetriği
olduğundan, bu simetrilik durumuyla sabah namazının vakti de bir kez daha
tasdik edilmiştir. Bu ayetin devamında sürekli akşam namazıyla beraber ge-
çen sabah namazının vaktinin vurgulanması da ilginçtir. Fakat bu ayette sabah
namazı değil, sabah Kuran okumak vurgulanır. Demek ki sabah namazının
vaktinin içinde veya namazın dışında Kuran okumaya özel bir önem
vermek gerekir. Görüldüğü gibi akşam ve sabah namazları isimleriyle beraber
Kuran’da geçerler. Üstelik bu isimler namazın kılınacağı vakti de ifade
ederler. İlaveten sabah ve akşam namazının vakti de açıklanmıştır. Üstelik
24-Nur Suresi 58. ayette sabahın günün ilk, akşamın günün son namazı olduğuna
işaret vardır.
vusta (orta, en iyisi) namaz(ı)
Kuran’da geçen namaz vakitleriyle ilgili en tartışmalı husus 2-Bakara
Suresi 238. ayette geçen “salat il-vusta” ifadesinden kaynaklanmaktadır.
Ayet şöyledir:
Namazları koruyun. Ve vusta (orta, en iyi) namazı da.
2-Bakara Suresi 238
Sabah ve akşam namazının vakitlerini çıkardığımız ayetler ve bu ayet
dışında farz namaz vakitlerinin çıkartılabileceği hiçbir ayet yoktur. Demek
ki namaz vakitleri bu ayetlerden anlaşılacaktır. Günün bir ucundaki namaz
sabah namazı, günün diğer ucundaki namaz da akşam namazı olunca; orta
namazını bu iki namazın ortasında aramak lazımdır. Tüm kültürlerde gü-
nün uyanmayla başladığını, gecenin dinlenmemiz için yaratıldığını, geceleyin
kalkıp ibadetin bir tek Peygamberimiz’e has kılındığını (17-İsra Suresi
79) düşünürsek; orta namazının, sabah ile akşam namazının arasında gündüz
kalan vakitte olduğunu düşünmek daha doğrusu olabilir. “Vusta” kelimesine
“orta” manasının verilmesinden günün ortalarında kılınan bir namaz
olduğunu düşünenler olabilse de bu kelimeyi sınırlayan hiçbir ifade olmadığı
için sabah ile akşamın arasında kalan tüm zaman dilimini, bu namazın
390
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
vakti olarak kabul etmek de düşünülebilir. “Vusta namaz” ifadesinden, orta
namazı sonucuna varıldığında “vusta” kelimesi hem namazın ismini, hem
zaman dilimini belirleyen kelime olur.
Diğer bir görüşe göre “vusta” kelimesinin “en iyisi” manasına sahip olduğu,
bu kelimenin bir namazı belirtmediği; ayetten namazların korunmasının
ve namaz kılmanın en iyisi ve en doğru yol olduğunun anlaşıldığını
söyleyenler vardır. Buna göre sadece “sabah” ve akşam” namazları farzdır.
“Vusta” kelimesi üzerinde bir inceleme bu konuda yardımcı olabilir. 2-Bakara
Suresi 143, 5-Maide Suresi 89, 68-Kalem Suresi 28, 100-Adiyat Suresi
5 ayetlerinde de bu kelime geçer. Bu ayetleri inceleyerek “vusta” kelimesini
anlamaya çalışabilirsiniz.
HADİS NAKİLLERİ VE NAMAZ
Görüldüğü gibi Kuran’da namazın beş vakit olduğuna dair bir ifade
yoktur. Namazın ne kadar uzun olacağı, rükuda, secdede ne söyleneceği de
Kuran’da geçmez. Aslında namazın uzun mu kısa mı olduğu, rükuda veya
secdede ne söylenmesi gerektiği hakkında kesin sınırlar olduğuna dair detaylı
hadis nakilleri de bulunmaz. Mezheplerin anlattığı namazın uydurmalarla
dolu hadislerle bile açıklanması mümkün değildir. Namazdaki birçok
husus mezhep kurucularının şahsi görüşleriyle oluşmuştur. Bazen bu şahsi
görüşler, hadislerin veya sahabe tavırlarının belli bir şekilde yorumlanmasından
kaynaklanmıştır. Peygamberimiz’in hem çok kısa namaz kıldığına,
hem de uzun rüku ve uzun secdelerle çok uzun namaz kıldığına dair hadisler
vardır. Bu konudaki bazı hadislere göre Peygamberimiz kimi zaman rü-
kuya gittiğinde hiç doğrulmayacak, kimi zaman secdeye gittiğinde hiç secdeden
kalkmayacak kadar kalmış, bu zaman dilimleri Peygamberimiz ile
namaz kılanlara uzun gelmiştir. Ama mezhepler, rükuları üç “Subhane rabbiyel
azim” ve secdeleri üç “Subhane rabbiyel ala” ifadeleriyle belirlemiş,
takipçilerini sadece bu ifadelere mahkum edip, Allah’ın serbest bıraktığını
gereksiz yere sınırlamışlardır. Bu ifadeler, Kuran’ın ruhuna uygun, kulların
Allah’ı yüceltmesi için güzel ifadelerdir. Namazlarda düzeni sağlamak için,
391
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
imamlara, bu ifadelerin söyleneceği zaman miktarının geçirilmemesini telkin
eden bir uygulamanın namazlara düzen verdiği düşünülebilir. Bizce, bu
tip kalıplar böyle endişelerle çıkmış, namazı çok uzun kıldırıp cemaatin bir
kısmının isteklerine muhalefet edebilecek imamların önü kapanmıştır. Fakat
namazlarda hep aynı ifadeleri tekrar etmenin neticesinde, birçok kişinin
söylenen bu çok anlamlı sözlerin manasını düşünmeden otomatik söylemeye
teşvik edildikleri gibi bir zarar da göz önünde bulundurulmalıdır.
Normalde rükuda ve secdede sadece belirlenmiş bahsedilen ifadeleri söylememizin
gerekmediği, namazın süresinin kişilerin şahsi görüşlerine bı-
rakıldığı, Kuran’dan anlaşılabileceği gibi hadisler doğru yorumlansaydı da
anlaşılabilirdi. Mezhepler serbest bir alanı kendi belirlemeleriyle dondurmuş-
lardır. Bu belirlemelerden bir kısmı bir düzenin kurulmasında yardımcı olduysa
da bunların birçoğu namazda aşırı şekilciliğe ve anlamdan kopmaya
da yol açmıştır.
Hadislerin hepsinden namazın beş vakit olduğu da çıkmaz. Birçok hadisten
Peygamberimiz’in üç vakit namaz kıldığı çıkar. Özellikle Şiiler üç
vakit namaz kılarken bunu kendi hadislerine dayandırırlar; üç vakitte beş
namazı birleştirdiklerini (cem ettiklerini) söylerler. Kuran’ın hiçbir yerinde
birleştirme (cem) diye bir konudan bahsedilmez. Eğer üç vakit namaz kı-
lıp, bu üç vakitte beş veya yirmi vakit namaz kılıyorsanız yine de üç vakit
kılmış olursunuz.
Yatsı namazını kılacak kişi “Ben beş vakit namazı yatsı namazında birleştirdim”
dese de bir tek yatsı namazını kılmış olmaz mı? Pazartesi günü,
“Ben haftanın tüm günlerinin namazını bugün kılıyorum” diyen biri, haftanın
her gününün namazını kılmış olabilir mi? Namazı, 4-Nisa Suresi 103.
ayette belirtildiği gibi “vakitli farz” olarak yerine getirmek, farklı zamanlarda
kılınması gereken namazları tek bir zamanda toplamayla değil, herbir
vakitte bu farzı yerine getirmeyle olur. Şiiler’in yanında Ehli Sünnet’in Şafi,
Maliki, Hanbeli mezhepleri de namazları birleştirme konusunda çok toleranslı
olmuşlardır. Bir kısmı hiç sebepsiz, bir kısmı şiddetli yağmurda bile
namazların birleştirilebileceğini düşünmüştür. Yani mezheplere göre Peygamber
beş vakit namazı üç vakitte cem etti (birleştirdi) diyenler, aslında
392
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
namazın üç vakitten çok olamayacağını kabul etmiş olurlar. Namazın minimumu
farz namazlar kadardır. Namazın fazladan kılınması gayet doğaldır.
Farz namazların beş ilan edilmesi Sunni mezheplerin bir yorumudur.
Eğer farz namazlar beş vakit olsaydı, Kuran’dan bunların ismi, vakti belli
olurdu. Kuran’da Peygamber’e özel, fazladan ibadet vakti bile belirtilmiş-
ken (17-İsra Suresi 79), tüm Müslümanlara farz olan bir namazın vaktinin
belirtilmemesi sizce mümkün müdür?
Evvelki ayetlerden görüldüğü gibi, Kuran’dan farzlığı belli olan namazlar
vardır. Tahminimiz Allah’ı zikretme (hatırlama), Allah’ı tespih etme (yü-
celtme, yönelme) ile ilgili ayetlerdeki tespih, zikretme faaliyetlerini düzene
koymak için fazladan namazlar farzlaştırılmıştır. Zikretme ve tespih faaliyetlerini
namaz kılarak yerine getirmek -böylece beş vakit namaz kılmakgüzel
bir uygulamadır ama Kuran’da farzlaştırılmamış vakitleri namaz vakti
olarak farzlaştırmak hatalıdır.
17- Öyleyse akşama erdiğinizde de, sabaha erdiğinizde de tespih
(yüceltme, yönelme) Allah’adır.
18- Övgü O’nundur. Göklerde ve yerde, günün sonunda, öğleye erdiğinizde.
30-Rum Suresi 17,18
Onların söylediklerine sabret. Güneş’in doğuşundan ve batışından
önce Rabbini överek tesbih et.
50-Kaf Suresi 39
Gecenin bir bölümünde O’na secde et ve geceleyin uzunca O’nu tesbih
et.
76-İnsan Suresi 26
kaza namazı var mı?
Bir kez daha belirtmek istiyoruz ki hangi namazların farz olduğu
Kuran’dan çıkar. Farz namazlar, Allah’ın bizden belli vakit dilimleri içinde
393
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
her gün kılmamızı istediği namazlardır. Kuran, Nisa Suresi 103. ayette bize
namazın vakitli farz olduğunu, Mearic Suresi 23. ayette bu farzın hayat boyu
sürekli gözetilmesi gerektiğini söylemektedir. Kuran’da “kaza namazı” diye
bir kavram yoktur. Namazı kılmayan, kaçıran Allah’a bunun için tövbe eder,
daha sonra titiz bir şekilde namazlarını kılmaya devam eder. Allah, oruç konusuyla
ilgili olarak, tutamadığımız günler sayısınca başka günlerde oruç
tutmamızı söylemiştir. Allah istese namaz için de aynısını yapardı. Bu yüzden
kimse namaza başlayacak kişileri “Geçmişteki şu kadar... namazı kaza
etmen gerek” diye yanlış yönlendirmemelidir.
Bizim bu yazıdaki amacımız namazın farzını, farz olmayandan ayırmaktır.
Allah’ı anmak, hatırlamak için kılınan her namaz makbuldür. Namaz
günde beş vakit de kılınır, on vakit de kılınır, kırk vakit de kılınır. Namazın
farz olan vakitleri bize kılmamız gereken alt sınırı belirtir, üst sınır
ise serbesttir. Tahminimizce mezhep kurucuları, bu üst sınırın serbestiyetinden
dolayı ve Allah’ın tesbih edilmesi için belirtilen vakitlerde namaz kı-
lan bazı sahabeleri görüp bazı namazları fazladan farzlaştırmışlardır, vacipleştirmişlerdir.
Eğer Kuran’dan namazın farzlarını anlama yerine, şahısların
hareketlerinden farzları anlamaya kalksaydık; o zaman karşımıza evvabin
namazı, kuşluk namazı, küsuf namazı gibi birçok ilave namaz daha çıkabilir…
Sonuçta her konuda olduğu gibi namaz konusunda da Kuran’da ne yazıyorsa
din yalnızca odur. Kuran’da, bu dinin anlaşılması hususunda hiçbir
eksiklik bulunmamaktadır.
Nitekim Hac ibadetinin bir bölümünde hacılara üç vakit namaz kıldı-
rılmaktadır. Hac konusuyla ilgili olarak Kuran’da bir sürü detay verilirken
niye Kuran’da Hacda namaz vakitlerinin azaltılması geçmiyor? Namaz eğer
beş vakit farz ise hacılara neye dayandırılarak daha az namaz kıldırılıyor?
beş vakit namaz neye dayandırılıyor?
Namazın farzının beş vakit olmadığı daha İslamiyetin ilk yıllarında Hariciler
gibi kimi fikir akımları tarafından da savunulmuştur. Namazın beş
vakit olarak kılınmasında bir sorun yoktur ama bunun farz olduğunu ispata
394
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
çalışanların, bunu gerçekleştirmek için uydurduğu hadis korkunçtur. Daha
evvel de belirttiğimiz bu hadise göre Peygamberimiz miraçta Allah’ın huzuruna
çıkar ve Allah, namazı elli vakit farz kılar, daha sonra Hz. Musa’ya
rastlayan Peygamberimiz’e Hz. Musa, bu kadar namazın çok olduğunu, ümmetinin
buna güç yetiremeyeceğini söyler, sonra Peygamberimiz Allah’tan
indirim ister, Allah da namazın sayısını indirir. Yolda Hz. Musa yine bu kadar
namaz vaktinin de çok olduğunu söyler. Bu git gel böylece, namaz beş
vakte inene kadar dokuz kez gerçekleşir. Namazların sayısı beşe gelince Hz.
Musa yine indirimi tavsiye etse de Peygamberimiz artık utandığı için namaz
indirimi durur… Bu hadiste öyle bir tablo ortaya konur ki; buna göre
Allah insanların kaç vakit namaza güç yetireceğini bilmez, Peygamberimiz
ise hiçbir şeyden haberi olmayan bir garibandır. Hz. Musa ise hem
Peygamberimiz’in akıl hocası, hem Allah’ın hükmünün değiştirilmesinde
aracı, hem de bizim kurtarıcımızdır. Namazın beş vakit farz kılınmasının
hikayesi işte böyle kabul edilemez bir hadise dayandırılır. Namazın beş vakit
farz olduğu Kuran’a değil işte böyle izahlara, özellikle de bu hadise dayandırılmaktadır.
Kuran’da Peygamberimiz’in “göğe yükselme” anlamında bir
miracından bahsedilmez. Fakat İsra’dan, yani bir “gece yürüyüşü”nden ve
bu süreçte Peygamberimiz’e Allah’ın bazı ayetlerinin gösterildiğinden bahsedilir
(Bakınız 17-İsra Suresi 1). Bu gösterilen ayetlerin ne olduğu ise anlatılmaz.
İlginçtir ki bu olayın bahsedildiği İsra Suresi’nin 93. ayetinden; inkarcıların,
Peygamberimiz’den, kendisine inanmak için “göğe yükselmesi”ni
talep ettiklerini anlıyoruz. Buna karşı ise Peygamberimiz’e, “Rabbimi yü-
celtirim, ben ancak elçi olan bir insanım” demesi, söylenir.
“Miraç”tan önce namazların sabah ve akşam olmak üzere yalnızca iki
vakit farz kılındığını söyleyen hadislerin olması da (Bakınız Buhari 1/93,
Tecrid Tercemesi 2/233, Hadis no 228); namazın farz vakitlerinin bu “miraç
hadisi” ile arttırıldığının delilidir. Namazlar daha evvel iki vakit olarak
kılınıyorsa, sonradan ilave edilen namazlar niye Kuran’da geçmemektedir?
Kuran’da sadece Bakara Suresi 238. ayetteki ifadeyle “orta namazı”nın sonradan
ilave edildiği iddia edilebilir. Peki 4. ve 5. namaz olan ikindi ve yatsı
namazları hangi Kuran ayetinden çıkarılacaktır, bunların ismi niye Kuran’da
395
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
yoktur? (“Orta namazı” veya “en hayırlısı namazdır” manasına gelen “Salatı
Vusta” ifadesini önceden açıkladık.) Allah ve Peygamberimiz’e iftira olan
böyle hadisler yerine doğruyu Kuran’da arayanlar, namaz hakkında gerekli
bilgiye kavuşacaklardır. Kuran’la yetinmeyip dini pratiklerini uydurma hadislere
dayandırmaya çalışanlar ise örneğini gördüğümüz gibi mantıksızlıklar,
iftiralar, çelişkiler içinde kalacaklardır.
namazın kapsadıkları
Namaz, Allah’ı zikretmek (hatırlamak) için yapılan bir ibadettir (20-Taha
Suresi 14). Fakat Allah’ı zikretmekten farklı olarak namaz belli vakitlerde
farz kılınmıştır, abdestli olarak yerine getirilmelidir ve belli hareketleri de
kapsamak gibi bazı ilave özelliklere sahiptir. Namaz öyle bir ibadettir ki savaş
sırasında bile yerine getirilir. 4-Nisa Suresi 102. ayette savaş durumunda
bir grubun namaz kıldığını, diğer grubun ise nöbet tuttuğunu görüyoruz.
Secde edildikten sonra diğer grup ilk grubun yerini alıp namazını kılmaktadır.
Burada savaş tehlikesinin olduğu bir durumda bile namazın secde de
dahil olmak üzere (secde kişinin en savunmasız halidir) yerine getirildiğini;
fakat nöbetleşe, silahları bırakmadan, düşmana fırsat verilmeden bunun yapıldığını
görüyoruz. Eğer savaşta dahi vakitli farz olunan namaz böyle yerine
getiriliyorsa; normal zamanında namazın kıyamı, rükusu ve secdesi ile
yerine getirilmesinin önemi daha iyi anlaşılır.
Kuran’dan (14-İbrahim Suresi 40) namazın Hz. İbrahim’den beri varolan
bir ibadet olduğunu anlıyoruz. Hz. İbrahim’in ibadet evi Kabe’yi ele ge-
çiren, Allah’a ortak koşucu putperestler bile namazı sapkın bir şekilde olsa
da uygularlardı (8-Enfal Suresi 35). Kuran evvelki nesillerin de uyguladıkları
namaz alışkanlıklarını şehvetlerine uyma sonucu bıraktıklarını söyler
(19-Meryem Suresi 59). Yani Peygamberimiz zamanında, namaz (salat) denildiğinde
namazın ne olduğu hususunda bir algı oluşmaktaydı. Aynen gü-
nümüzde de “namaz” denilince namaz kılmayan kişilerin bile namazın hareketlerini,
Allah’a yönelmeyi ve ibadet etmeyi anladıkları gibi. Kuran’da
hareketli ibadet manasında üç kelime geçer. Bunlar “kıyam (ayakta durma)”,
396
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
“rüku (eğilme)” ve “secdedir (yüz üstü yere kapanma)”. Kuran’da İbrahim
Peygamber’in makamının namaz yeri edinilmesi, evin temiz tutulması ge-
çer (2-Bakara Suresi 125). 22-Hac Suresi 26. ayette ise evin “kıyam, rüku
ve secde” edenler için temiz tutulması emredilerek; namazın üç hareketinin
ne olduğu bir arada gösterilmiş olur.
Namazın en önemli bölümü ve özelliği ise namazda Allah’ın hatırlanmasıdır
(zikredilmesidir). Nitekim 20-Taha Suresi 14. ayetten namazın kı-
lınmasındaki gayenin, Allah’ın hatırlanması olduğunu anlarız. Kuran’da,
namazda Kuran okunmasına dair açık bir ifade geçmez, fakat 17-İsra Suresi
78’de akşam namazının vakti açıklanırken sabah namazının vaktinde
Kuran okumaya vurgu yapılmıştır. Ayrıca Kuran bize tanıtılırken, Kuran’ın
“zikir” yani hatırlatma olduğu söylenir. Böylece biz namaz kılarken, edeceğimiz
duada, Allah’a yakarışta, rehberimizin Kuran olduğunu anlarız.
Örneğin Allah’ın bağışlayıcılığı, merhameti, her şeyi yaratması, cenneti,
cehennemi, bilgisinin sonsuzluğu hep Kuran’dan öğrenilir. Namazda da
merhametli, bağışlayıcı gibi sıfatlara sahip bir Allah’ın karşısında olduğumuzu
bilir, ona göre Allah’ı zikreder (hatırlar), ona göre Allah’a yöneliriz.
Fakat namazda illa ki Arapça Kuran okumak zorunda değiliz. Arapça bilenlerin
Kuran’ı vahyedilen dilde okuması elbette güzeldir ama Arapça bilmeyenlerin
çoğu, Arapça Kuran okurken Arapça anlamları bozmaktadırlar.
Hanefilik gibi Ehli Sünnet mezheplerde bile bu konuda esneklik varken, bu
konuyla ilgili esnekliklere dair görüşler halktan saklanmıştır. “Namazda Kuran
okuyun” diye açık bir emir bile yokken, Arapça Kuran okumak gerektiği
nereden anlaşılacaktır? Fakat namazda Allah’ı zikrederken Kuran’daki bilgileri
kullanırız; çünkü bize Allah’ı tanıtan Kuran’dır. Fakat illa ki Arapça
“Kul huvallahu ahad” dememize gerek yoktur. Bunun yerine “De ki Allah
birdir” şeklinde tercümesini okuyabiliriz. Veya “De ki” diye seslenişe gerek
yoktur diye düşünüp “Allah birdir” diyerek Allah’ı anabiliriz. Veya edeceğimiz
duanın akışına göre “Allah’ım sen birsin...” şeklinde dua edersek, zikir
olan Kuran’ın rehberliğinde zikir yapmış, yani Kuran’ın bize gösterdiği şekilde
Allah’ı hatırlamış oluruz. Bu şekilde namaz kılmanın, Arapça bilmeden,
397
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
Arapça ayetleri ezberden tekrarlayarak kılmaktan daha iyi olduğu kanaatindeyiz.
Çünkü kişi ezberlediklerini tekrarladığında çoğunlukla söylediği kelimelerin
farkına varmaz. Beyinde kodlu olan sözler otomatik olarak ağızdan
çıkar ve çoğu zaman kişi ne söylediğinin farkında değildir. Hele kişi bilmediği
bir dildeki metinleri ezberleyip tekrarlıyorsa, bu sorun artarak kendini
gösterir. Arapça bilmeyip, her harekette aynı sözleri tekrarlayarak namaz kı-
lanlara, kıldıkları namazların kaçında, söylediklerinin ne kadarının farkında
olduklarını bir sorun, bir araştırın, bu şekilde kılınan namazın sakıncalarını
anlayacaksınız. İnsan, yaratılışı gereği ezberden okuduğu sözleri düşünmeden
tekrarlayabilir. Her gün, hep aynı ayetler bilinmeyen bir dilde tekrarlanınca,
Allah’ı bilinçli şekilde zikretme (hatırlama) yerine bilinçsizce tekrarlar
yapılmış olur. Birçok kişinin namaz kılarken aklına başka şeyler geldiğini
söylediğine tanık olursunuz. Elbette ki ezber bir namazda, akla namazla alakası
olmayan çok şey gelebilir. Çünkü beyin ezberde olan bir şeyi söylerken
düşünmek zorunda olmadığı için başka şeyler düşünebilir. Allah sarhoş olmayan
içkili kişilerin bile namaz kılmalarını istemiş fakat onlara bir şart koş-
muştur: “Ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” (4-Nisa Suresi 43).
•••
kuran’da inanç konuları,
namaz, zekat, oruç ve hac
kuran’da inanç konuları
Allah’ın varlığı, birliği, merhameti, sonsuz kudreti, ahireti yaratması gibi
en temel konularda Kuran’ın anlattığı dinle, bilinen büyük mezhepler ters
düşmemişlerdir. İslam’ın bu en temel noktalarındaki ortak inanç, tüm olumsuzlukların
yanında çok güzel bir noktadır. (Bazı çok sapkın, çok az taraftar
bulmuş, örneğin Hz. Ali’yi ilahlaştırmış veya şeyhinin içine Allah’ın girdi-
ğini iddia etmiş sapkın mezhepleri saymıyoruz.) Fakat “Allah’ın tek hüküm
koyucu olduğu” konusunda, Kuran’ın anlattığı dinle mezhepler arasında bü-
yük bir fark vardır. Kuran’a göre tek hüküm koyucu Allah’tır. Allah’ın hü-
kümlerinin toplandığı Kuran, Allah’ın dininin bütününü oluşturur. Mezhepler
ise önce Peygamber’i Allah’ın yanında din oluşturucu gibi göstermişler,
daha sonra sahabeleri, daha sonra mezheplerinin imamlarını, daha sonra
ise kimi şeyhleri ve sözde din alimlerini dinin kaynağı olarak göstermiş-
lerdir. Haramlarda, farzlarda, sevaplarda bu kaynaklara atıflar yaparak Kuran
dışında bir din oluşturmuşlardır. Bu tablo, uygulamalar açısından bir sorun
oluşturduğu kadar inanç açısından da bir sorun oluşturmaktadır. Kimi
mezhep imamlarının kanaati (içtihat) ile vardığı bir sonuç; farz veya haram
ilan edilmekte ve bu karar, Allah’ın kitabından çıkan bir farza veya harama
374
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
denk tutulmaktadır. Yani mezhep imamları, evrensel dini hükümler koyma
hususunda, Allah ile aynı seviyeye konmaktadır ki bu, inanç açısından da
sakıncalıdır. Örneğin Allah domuz eti yemeyi, zinayı, adam öldürmeyi Kuran
ile haram kılar; mezhep imamları ise kendi kanaatleri ve hadis yorumları
sonucu midye yemeyi, heykel yapmayı, erkeklerin altın takmasını da
haram ilan etmişlerdir. (Bu hükümlerin bir kısmı “hadis” kaynakları kullanılarak
verilmiştir, fakat bu hadisleri yorumlayan, onay veren yine mezhep
imamlarıdır.) Dinimizde Allah’ın tekelinde olan haram kılma yetkisi, böylece
başkalarıyla paylaştırılmıştır. Allah dışında herhangi bir insanın (her
kim olursa olsun) kanaatinin, içtihadının evrensel dini hükümlerle eşitlenmesi
sonucunu veren bu bakış açısı da onarılmalı, bu bakış açısının sahipleri
tövbe etmelidirler.
İnanç konularındaki en büyük sorunlardan biri “Kuran yaratılmış mı-
dır, yoksa Kuran daima var mıydı?” sorusunun tartışılması sırasında görülmüştür.
Bu sorunun tartışılması sırasında Kuran’ın yaratılmış (mahluk) olduğunu
söyleyen bir grupla, Kuran’ın yaratılmamış olduğunu söyleyen bir
grup oluşmuş ve her iki grup da birbirini kafirlikle itham etmişlerdir. Karşı
grubun dinsiz olup öldürülmesi gerektiğine dair izahlar ve tartışmalar ile rezalet
devam etmiştir. Kuran hakkındaki bu tartışma İslam tarihinin en bü-
yük kavgalarından, çatışmalarından birisi olmuştur. En büyük mezhep olan
ve dört mezhebi de kaplayan Sunnilik’te Kuran’ın yaratılmamış olduğu sonucuna
varılmıştır. Buna Mutezileler ve Şiiler şiddetle karşı çıkmışlardır. İlginçtir
ki dinin tek kaynağı olan Kuran’ı, dinin yüzlerce kaynağından birine
çeviren, “Bir keçi ayetleri yedi” deyip Kuran’ı nesh ettiren (hükmünü
iptal ettiren) Ehli Sünnet’te, diğer yandan Allah’a mahsus olan “ezeli olma,
başlangıçsız olma” gibi sıfatları Kuran’a verilmiş, bu mezhepin savunucuları
hatalı yaklaşımlarını bu noktada da göstermişlerdir.
İnançla ilgili konularda, dine ilaveler yaparak Allah’ın tam dinini tamamlamaya
kalkanlar, gereksiz konularda gereksiz izahlar yapmışlardır. Kuran
Allah’ın bağışlayıcı olduğunu, merhamet sahibi olduğunu söyler. Allah’ın
375
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
merhameti, bağışlayıcılığı gibi sıfatlarının Allah ile beraber her zaman mı
var olduğu, yoksa bu sıfatların sonradan mı oluştuğu bahsedilen gereksiz
tartışmalara örnektir.
Aslında bu şekilde bir tartışmaya gerek yoktur ve Kuran’da olmayan bu
husustaki felsefi yaklaşımlarını, dinin en temel inançları arasına sokmaya
kalkanlar, bizce hata etmişlerdir. Eğer gerekse idi, Allah bu konularda gerekli
izahları yapardı. Gereksiz izahların örnekleri “kader” konusunda da görülür.
Tahminimiz bu izahların da temelinde; zamanı yaratan Allah’ı, adeta
zamana bağımlıymış gibi düşünüp, “kader” konusunu ve diğer birçok konuyu
öyle çözmeye çalışmak yatmaktadır. Kuran’ın açıklamadığı konularda
kendi görüşünü, “evrensel dini hakikatler” olarak sunmanın sonucu bu konuda
da hüsran olmuştur.
Hadislerde geçen, Allah’ın kudretini eksik gösterecek izahlar da mezhepler
açısından sorun teşkil etmiştir. Neyse ki mezhepler bu izahları çe-
şitli yorumlarla, çekiştirmelerle yok etmişlerdir. Bu mezheplere uyan halkın
büyük bir kesiminin ise bu hadislerden haberi bile yoktur. Buhari’de geçen
“Allah’ın parmağının soğukluğunu Peygamber’in sırtında hissettiği” hadisi
ile “Allah’ın baldırını açıp cenneti aydınlattığı” hadisi bunlara örnektir. En
doğru hadis kitabı denilen kitapta geçen bu hadisler ve diğer hadis kitaplarındaki
benzerleri, Kuran’ın anlattığı din ile çelişmekte ve inanç açısından
önemli sorunlara yol açmakta; Turan Dursun ve İlhan Arsel gibi din düş-
manlarına malzeme oluşturmaktadırlar.
Kuran’da yer almayan “kabir azabı”nın dine sokulması, Kuran dışındaki
“Cennet ve Cehennem tasvirleri”nin dinin bir parçası kabul edilmesi de ahiret
inancı açısından sapmadır. Bazıları, Kuran’ın yüzlerce ayetinde ahiret
hayatı anlatılmasına karşın, bir kez bile bahsedilmemesine rağmen kabirde
sorgunun, azabın ve ödüllerin olacağını dine sokmuşlardır. Üstelik ahiretle
ilgili anlatımlarda; ölümden sonra doğrudan ahiret hayatının başlatılması ve
dünyada çok az kalındığının zannedilmesiyle ilgili ifadeler; kabirde sorgu,
azap veya mükafat olduğu izahlarıyla çelişmektedir. Buna karşın kabirde bir
376
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
hayat olduğunu iddia edenler, 40-Mümin Suresi 45 ve 46. ayetlerde belirtilen
Firavun kavminin “sabah akşam” ateşe sunulmasından, ahirette “akşam”
olmadığını, kısaca bu ayetlerin “kabir hayatı”nı desteklediğini söylemişlerdir.
Oysa bu ayette kabir hayatından bir bahis olmadığı gibi, ahiret hayatından
bahsedildiği açık olan 19-Meryem Suresi 62. ayette de ahirette rızıkların
“sabah akşam” verildiği vurgulanır. Zamanın izafiliğiyle ilgili durumu
anlayamayanların, erken ölenlerin binlerce yıl beklemesini anlayamamaları
neticesinde kabirle ilgili uydurmaları ürettikleri kanaatindeyiz.
Kuran ile Ehli Sünnetin ve Şiiliğin; cennetin, cehennemin varlığı ve buradaki
nimetlerin tükenmezliği konusunda bir ayrılığı yoktur, bu sevindirici
bir durumdur. Fakat Kuran dışı ahiret anlatımlarını ve kabir azabı hikayelerini
de çöpe atmak ve Kuran’la doğruyu bulmak zorundayız. Çünkü
gördüğümüz gibi ne zaman insanlar, Kuran’da anlatılan dine, yani Allah’ın
dinine, kendi görüşlerinin ürünü olan mezheplerle ve hadislerle ilaveler yapmaya
kalkışmışlarsa, sonu hep felaket olmuştur.
kuran’daki namaz VE ÜMMETİN SÜNNETİ
Kuran’daki namazın anlaşılması Kuran temelli bir İslamiyet açısından
büyük bir öneme sahiptir. Kuran’a dayalı bir dini anlayışın yüzlerce konuda
daha tutarlı, daha mantıklı ve daha yaşanır olduğunu görüp mezhepçi anlayışı
kurtarmak isteyen birçok kişi, kurtuluşunu namaz konusuyla ilgili bir
çıkışta aramaktadır (Sanki bu konu, diğer hususları hasır altı edebilirmiş
gibi). Kuran’ı dinin kaynağı olarak yetersiz gören bir mezhepçi yaklaşımı
benimseyenler; “Sırf Kuran’dan dini anlarsak, namazı nasıl kılacağız? Namazı
sırf Kuran’a bakarak kılamayız. Demek ki Kuran dışı kaynaklar lazım...”
diyerek mezheplerini kurtarmaya çalışmaktadırlar. Mezhepçilerin bu
yaklaşım tarzı bile dini anlamadıklarının bir delilidir. Yapılması gereken, dinin
kaynağını belirleyerek; dini ona göre anlamak ve uygulamaktır. Dinin
kaynağı belli olduktan sonra dinin kaynağını önümüze alıp namazı, orucu,
377
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
ahlakı ve din adına her şeyi bu kaynaktan anlamamız gerekir. Yani namaz
da dinin kaynağından anlaşılacaktır. Dinin kaynağı, kafada önceden belirlenmiş
fikirlere göre, örneğin namaz fikrine göre belirlenmeyecektir. Kuran
ile namaz adına bilinenler arasında fark varsa; çözüm dinin kaynağını
değiştirmek değil, namaz adına bildiklerimizi düzeltmektir.
Yanlış anlamalara sebep olmamak için bazı hususları belirtmekte büyük
fayda görüyoruz. Bu düzeltmede, eğer mevcut uygulamalarda namazların
kılınmasında düzeni sağlayan, ümmetin toplu ibadetlerine kolaylık getiren
yaklaşımlar varsa veya belli vakitte kılınması bir mecburiyet olmamasına
rağmen ümmetin daha çok Allah’ı anması gibi Kurani bir ideale hizmet
eden ibadetler varsa; “ümmetimizin bu sünnetleri”ni muhafazada elbette
fayda vardır. Örneğin imamın namaza “Allahuekber” diye ellerini kaldırarak
sesli başlamasını gören namaza başlandığını anlar ve ona göre hareket
eder; namazlarda bu düzen getirici unsurun faydalarını gözlemleyebiliriz.
Hz. Ömer döneminden sonra bugünkü formda (20 rekat olarak) kılınmaya
başlandığı söylenen teravih namazları, Ramazan’da Allah’ın daha çok anılması
gibi Kurani bir ideale hizmet eder. (Teravih namazının farz olduğu iddia
edilmemiştir ama biz Kuran’da olmamasına rağmen farz olduğu iddia
edilen namazlar için de teravih namazı için düşündüğümüzün aynısını dü-
şündüğümüzü belirtmeliyiz.) Bunların Kuran’ın evrensel hükümleri arasında
olmadığının farkında olmak, bu tip uygulamaları terk etme özgürlüğünün
olduğunu bilmek önemlidir; fakat düzene veya Allah’ın çok anılmasına yarayan
İslam coğrafyasında yaygınlaşmış bu tarzdaki “ümmetin sünnetleri”ni
değiştirmeye kalkmak bize göre abesle iştigaldir.
Diğer yandan “ümmetin sünnetleri”ni Kuran’ın eksik olduğu iddiası
için delil olarak kullanmaya çalışmak da büyük bir hatadır. Bize göre sadece
Kuran’da geçenlerin namazın evrensel, evrenin sonuna dek geçerli hü-
kümleri olduğuna dair yöntem benimsenmeden namazın farzlarıyla farz olmayanını
ayırt eden kesin bir yöntem ortaya konamaz, zaten konamamıştır
da. Bu yüzdendir ki birbirlerine yakın metodolojiler benimsemiş mezhepler
378
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
arasında bile namazların farzlarının ne olduğu gibi konularda önemli farklar
vardır. Örneğin kimi mezhep Fatiha okumayı farz görürken diğeri görmez.
Burada önemli olan husus Peygamber’in Fatiha’yı okuyup okumaması de-
ğildir; elbette namazda Fatiha okunabilir, fakat bunun her rekat için mecburi
olup olmaması farklı bir şeydir. Peygamberimiz’in Kuran’a aykırı bir davranışı
veya izahı hadislerle aktarılıyorsa bu hadislerin uydurma olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Fakat Fatiha okumak gibi “Kuran’a uygun” bir eylemden
“dinin mecburiyeti” gibi bir sonuç çıkartılırsa bu da hatalıdır. “Kuran’a
uygun olma” veya “yararlı olma” ile “mecburi olma” tamamen ayrı olan,
karıştırılmaması gerekli kategorilerdir. Kuran’da, Peygamberimiz’le beraber
aynı dönemde yaşayan Müslümanlar’ın kendilerine farz olmayan ibadetlere
katılıp Allah’ı andıklarını görüyoruz. 73-Müzemmil Suresi 20. ayette,
Müslümanlar’dan bir grubun Peygamber’le gece kalkıp ibadet ettikleri anlatı-
lır; bu ibadet farz olsa tüm Müslümanlar katılırdı. Sonuçta Peygamberimiz’in
döneminde ve sonrasında Müslümanlar, özellikle namaz gibi topluca yapılan
ibadetler için belli düzenlemeler oluşturmuşlar, farz olan namazlar dışında
Allah’ı anmak için fazladan da namazlar kılmışlardır. Bize göre bu durumu
yorumlayan hadisçi mezhepler, sadece Kuran’la farzların çıkacağı ilkesini
benimsemediklerinden, gönüllü kimi uygulamaları farzlarla karıştırmışlardır.
Sonuçta bu sorunun çözümü de Kuran’a gitmektedir. Bugün yapılması
gereken dinimizin namazla ilgili evrensel uygulamalarını Kuran’dan anlamak,
Kuran’da geçmeyip faydalı olan “ümmetin sünnetleri”ni farzlaştırmadan
devam ettirmek ve Kuran’ın ifadelerine ve ruhuna aykırı uygulamalardan
dinimizi kurtarmaktır.
Dinin tek kaynağı olan Kuran’ı elimize aldığımızda, Kuran’ın namaz
adına gerekli tüm bilgileri içerdiğini görürüz. Kuran’da en detaylı şekilde
anlatılan ibadet namazdır. Fakat bu, günümüzde namaz adına anlatılan her
detayın Kuran’da geçtiği manasına gelmez. Mezheplerin teferruatlaştırıcı
zihniyeti her konuya olduğu gibi namaza da elini atmış ve Kuran’da, yani
dinde, olmayan teferruatlar “farz” veya “vacip” gibi başlıklarla mecburi hale
379
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
çevrilmiş ve namazla ilgili kimi esneklikler yok edilmiştir. “Secdede dirseklerin
yere değmemesi gerektiği” iddiası gibi kimi hususlar ise “sünnet”
başlığı altında dinselleştirilmiş ve düzen için gerekenin dışında bir şekilcilik
de oluşmuştur.
Kuran’da geçmeyen hususların farzlaştırılması yanlıştır, fakat bunlar
yapılırsa namaz olmaz diye düşünmemeliyiz. Örneğin ileride göreceğimiz
gibi namazda illaki Fatiha Suresi’ni okumak farz değildir. Fakat Kuran’ın
ilk suresi olan Fatiha’yı namazda okumak tabi ki güzeldir. Yani namazda
şunu yapmak “farz değildir” diye belirtmek, o hususa karşı olmak değildir.
Sadece Kuran’da geçmeyen bir mecburiyetin farzlaştırılması yanlıştır. Yukarıdaki
örneğimizi düşünürsek yanlış, Fatiha Suresi’ni okumak değil; Fatiha
Suresi’nin her ayağa kalkışta okunmasının “farz” olduğunu söylemektir.
Kitabımızın bu bölümünü ve diğer bölümlerini okurken lütfen “Bu husus
Kuran’ın anlattığı namazda yoktur” diye belirttiğimiz hususlarda bu inceliğe
dikkat edin. Kuran’da geçen namaz, hazırlık aşaması olan abdest ve boy abdestinden
(gusül) başlayarak şöyledir:
abdest ve boy abdesti (gusül)
Kuran’da abdest, sadece ve sadece namazın bir şartı olarak anlatılır. Ayrıca
camiye girerken, Kuran okurken veya namaz dışındaki herhangi bir ibadet
için abdestin ve de boy abdestinin (gusül) alınması dini bir mecburiyet
değildir. Kuran’da abdest ve boy abdesti birazdan vereceğimiz iki ayette ge-
çer. Bu iki ayet dışında Kuran’da abdest ve boy abdesti ile ilgili hiçbir ayet
yoktur. Yani abdest ve boy abdestinin ne yapmamız için gerektiği, ne zaman
gerektiği, su olmazsa ne yapılacağı sadece bu iki ayetten anlaşılacaktır:
Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda, yıkayınız: yüzlerinizi ve
dirseklere kadar ellerinizi; sıvazlayınız: başınızı ve aşık kemiklerine
kadar ayaklarınızı. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Eğer hasta
veya yolculukta iseniz veya biriniz tuvaletten gelmiş, yahut kadınlara
380
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
dokunmuş da su bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm
edin: Yüzlerinizi ve ellerinizi sıvazlayın. Allah size zorluk çıkarmak
istemez. Allah sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak
istiyor. Umulur ki; şükredersiniz.
5-Maide Suresi 6
Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp
iken de -yolculuk hali müstesna- yıkanıncaya (gusül edinceye, boy
abdesti alıncaya) kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculuktaysanız,
biriniz tuvaletten gelmiş, yahut kadınlara dokunmuş
da su bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinizi
ve ellerinizi sıvazlayın. Allah affedici, bağışlayıcıdır.
4-Nisa Suresi 43
Şimdi sorularımızı sorup bu iki ayete göre cevap verelim:
1) Abdest ve Boy Abdesti Niçin Lazımdır?
Ayetlerden açıkça anlaşılıyor ki; abdest de, boy abdesti de sadece namaz
için lazımdır. 5-Maide Suresi 6. ayetin başında abdestin namaz için alınması
gerektiği söylenir. 4-Nisa Suresi 43. ayette de cünüp olanın yıkanmadan namaz
kılamayacağı anlatılır.
2) Abdest Ne Zaman Alınır?
İki ayetin de son kısımlarına dikkat ederseniz, bize suyun gerekli olup
da suyu bulamadığımız hallerde ne yapmamız gerektiği açıklanır. Suyun
bize gerekli olduğunun açıklandığı hal ile abdesti neyin bozduğu da açıklanmıştır.
Burada “tuvaletten gelmiş” diye çevirdiğimiz ifade bize abdestin
“tuvaletten” gelince alınması gerektiğini göstermektedir. “Tuvalet” diye çevirdiğimiz
kelimenin Arapça’sı “gait”tir. Arapça bu kelime “çukur yer” anlamında
olup, “tuvalet, ayak yolu” kelimelerine karşılık gelmektedir. Yani
381
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
abdestin çukur yerlere yapılanlardan sonra alınması gerekmektedir. Bunun
dışında tarif edilen hiçbir şeyle, ne kanın akması, ne deve eti yenmesi abdesti
bozmaz. Ayetten abdesti neyin bozduğu açıkça anlaşılmaktadır. Kişiler
“tuvalette, ayak yolunda”, çukur olan yere ne yapıyorsa abdesti o bozar.
3) Boy Abdesti (Gusül) Ne Zaman Alınır?
“Abdest”in nasıl alınacağı Kuran’da tarif edilmektedir, fakat kelime olarak
“abdest” Farsça’dan Türkçe’ye geçmiştir. “Boy abdesti” ifadesiyle kastedilen
ise Kuran’da geçen “cünüp” olunca gerekli olan yıkanmadır. “Gusül”
zaten Arapça “yıkanma” demek olduğu için “boy abdesti” yerine Türkçe
“gusül” veya “gusül abdesti” diyenler olmuştur. Suyun gerekli olduğu di-
ğer halin iki ayette de “kadınlara dokunma” olduğu söylenir. Arapça’da da
Türkçe’deki gibi deyimler vardır. Türkçe’de “kadınlarla beraber olma” ifadesi
“cinsel ilişkiye girme” anlamında kullanılır. “Kadınlara dokunma” ifadesi
Arapça’da “cinsel ilişki” anlamına gelen bir deyimdir; Kuran boyunca bu
deyimin kullanımına bakılırsa da bu anlaşılacaktır.
Yani boy abdesti kadınlarla cinsel beraberlikten sonra alınır. Zaten cünüp
olunduğunda boy abdesti alındığını söylemiştik. Cünüplük, “cenb” kökünden
türemiştir. Bu kelimenin kökünde “yakında olma, beraberlik” manaları
vardır. Buna göre “cenabet” terimi beraberliğin en ileri seviyesi olan birleşmenin
sonucuna ad olmuştur. Ayetin içinden boy abdestinin ne zaman
alınması gerektiğine dair vardığımız sonucu “cünüp” kelimesinin manası
da doğrulamaktadır. Cinsel bir birleşme dışında, kimi hallerde boy abdesti
almanın farz, vacip (farzla sünnet arası, farza yakın uygulama) veya sünnet
olması da Kuran’da yoktur. İsteyen istediği zaman, rahat ettiği zaman boy
abdesti alır, fakat Kuran’dan çıkmayan bir hüküm; farz, vacip, sünnet veya
herhangi başka bir başlıkla kimseye yüklenemez. 5-Maide Suresi 101. ayette
“açıklanmayan her şeyin affedildiği” söylenmektedir. Bu yüzden, “Kuran’da
açıklanmayan her hususta serbest olduğumuz” unutulmamalı, hiç kimse bu
açıklanmayanlara ilave bir cevap aramamalıdır.
382
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
4) Abdest Nasıl Alınır?
5-Maide Suresi 6. ayetin başında abdesti nasıl almamız gerektiği anlatılır.
Bu anlatımda “yıkayın” fiilinin ardından “yüz ve dirseklere kadar elleri”
ifadesi geçer, “sıvazlayın” fiilinin ardından da “baş ve aşık kemiklerine
kadar ayakları” ifadesi geçer. (Aşık kemikleri, ayak bileğinin iki tarafındaki
çıkıntılı kemiklerdir.) Biri size “yıkayın: banyoyu ve mutfağı, silin: salonu
ve antreyi” derse ne anlarsınız, antrenin yıkanması gerektiğini mi yoksa silinmesi
gerektiğini mi? Herkes antrenin silinmesi gerektiğini anlar. Fakat
Sunni mezheplerden olanların birçoğu ne hikmetse “sıvazlayın” fiilinden
sonra geçen “ayaklar”ın; sıvanması yerine “yıkanması” gerektiğini savunmuşlardır.
(Hanbeli mezhebinde, hem “sıvazlama”nın hem de “yıkanma”nın
mümkün olduğu ifade edilmiştir.) O zaman “ayak” kelimesi neden “yıkayın”
fiilinden sonra geçmemektedir? Ayette, “yukarıdan aşağı ne yapılması gerektiğinin
söylendiğini, sıvazlamanın ara izah olduğunu ve bir tek başın sı-
vazlanması gerektiğini” söylemek de mümkün değildir. Çünkü ayette; önce
yüz ve ellerden bahsediliyor, sonra başa çıkılıp, sonra aşağı ayaklara iniliyor.
Bu yüzden ayakları aşık kemiklerine kadar sıvazlamayı “yıkayın” fiiline
göndermenin hiçbir mantığı yoktur. “Ayakları yıkama mecburiyeti” uydurma
hadislerle desteklenmeye çalışılmıştır.
Oysa Şiiler’deki birçok hadise göre ayaklar elle sıvazlanır. Amacımız
hadisleri hadislerle çürütmek değil, fakat Kuran’ı yeterli görmeyenlerin hadiste
bile keyfi davrandıklarını göstermektir.
Süleyman Ateş birçok sahabenin de ayaklarını sıvazlamayla yetindiğini
belirttikten sonra ayetin Arapça’sından anlaşılanı şöyle açıklar: “Yüce Allah,
abdestte vücudun iki temel uzvunun yıkanmasını emretmiştir ki; bunlar yüz
ve kollardır. İki uç uzvun da sıvazlanmasını emretmiştir ki; bunlar da baş
ve ayaklardır. Yıkayınız fiilinden sonra iki tümleç getirmiştir. Bunlar yüz
ve ellerdir. Demek ki yüz ve eller yıkanacaktır. Sıvazlayınız fiilinden sonra
da iki tümleç getirmiştir, bunlar da baş ile ayaklardır. Demek ki bunlar da
sıvazlanacak uzuvlardır. Ayette bu manayı son derece güçlendiren ince bir
383
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
nokta vardır. Kuran-ı Kerim’de her kelime birbiriyle son derece uyumlu ve
mütenasiptir. Şimdi yıkayınız fiilinden sonra gelen iki tümleçten ilki nasıl
tek bir uzvu, ikincisi iki uzvu (yani iki eli) gösteriyorsa, sıvazlayınız fiilinden
sonra gelen iki tümleçten de birincisi bir tek uzvu, ikincisi iki uzvu
(iki ayağı) göstermektedir.” (Süleyman Ateş, Kuran Ansiklopedisi, 1. cilt,
Abdest bahsi).
Kısacası abdestte yüz ve dirseklere kadar eller yıkanır, baş ve aşık kemiklerine
kadar ayaklar sıvazlanır, bunların haricinde bir şey gerekmez. İsteyen
ağzını ve burnunu çalkalar, üç parmakla ensesini sıvazlar, ayaklarını
topuklarıyla birlikte yıkar, her uzvunu yıkayışta Arapça dualar okur. Fakat
bunları yapan bilsin ki bunlar abdestin mecburiyetleri değildir. Abdesti
Allah, Kuran’da açıklamıştır ve bunlar Kuran’daki açıklamalarda yoktur.
5) Boy Abdesti Nasıl Alınır?
Boy abdestinin cünüp iken alınması gerektiğini daha önce söylemiştik.
Cünüpken ne yapmamız gerektiği iki kelime ile anlatılır. 5-Maide Suresi’nde
“tahare” kelimesi “temizlenmek”, 4-Nisa Suresi’ndeki “gasale” fiili “yıkanmak”
demektir. Boy abdesti için “Şuradan şuraya kadar yıkanın, ağzınızı
ve burnunuzu üçer kez çalkalayın, toplu iğne başı kadar kuru yer bırakmayın,
sağ omzunuzdan başlayarak üçer kez su dökün” şeklinde ifadeler geç-
mez. Böyle sınırlamalar olmadığından “gasale” kelimesinden sadece “yı-
kanmak” anlaşılır.
“Tahare” ifadesi ile de bu yıkanma işleminde kirlerden arınmanın önemi
anlaşılır. Bir anne beş yaşındaki çocuğuna “Yıkan” derse, o çocuk bunu anlayıp
yıkanır. Oysa koskoca adamlara “Yıkan” deniyor, fakat onlar “Nasıl
yıkanacağım? Toplu iğne başı kadar kuru yer kalırsa ne olur? Önce hangi
omuzuma su dökeceğim?” gibi gereksiz sorular sorup, Kuran’ın anlaşılmaz
olduğunu sanıyorlar. Üstelik bu anlamamanın kendi anlayışsızlıklarından
kaynaklandığını da anlamıyorlar. Bir de Kuran’da anlatılan dini eksik
384
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
zannedip, bu garip soruların açıklandığı kitapları dinin tam ve eksiksiz kaynağıymış
gibi rehber ediniyorlar.
6) Su Bulunamazsa Ne Yapılır?
Normalde bir insanın su bulamama ihtimali çok azdır. Kuran’ın bu durumu
açıklaması bile Kuran’ın gereğinde nasıl tüm detayları verdiğinin bir
delilidir. Bu durumda, kişi, suyun eksikliğini temiz bir toprağa teyemmüm
ederek giderir; namazı terk etmek diye bir şey söz konusu olmaz. Temiz toprağa
eller sürülerek yıkanamayan yüz ve eller sıvazlanır. Böylece namaza
hazırlık suyun olmadığı zaman da sağlanmış olur.
Her iki ayetin de sonunda geçen Allah’ın bize güçlük çıkarmak istemediğine,
bağışlayıcılığına, affediciliğine dair ifadeleri abdesti ve boy abdestini
bir sürü gereksiz detaylara boğanlar lütfen tekrar okusunlar.
kıbleye dönmek
2-Bakara Suresi 144, 149 ve 150. ayetlerde Müslümanlar’ın nerede olursa
olsunlar Mescidi Haram’a; Kabe’nin olduğu yöne dönmeleri gerektiği söylenir.
Bu, namaza düzen de veren bir uygulamadır. Özellikle toplu kılınan namazlar
bu sayede daha düzgün ve düzenli olur. 2-Bakara Suresi 115. ayette;
nereye dönersek dönelim Allah’ın orada olduğu söylenerek, Kabe’ye dönmeye
yanlış manalar yüklenilmesi, Mescidi Haram ve çevresinin putlaştı-
rılması önlenir. Mevcut camiler Bakara Suresi’nin ayetlerine binaen Mescidi
Haram’a doğru yapılmıştır. Müslümanlar kıldıkları namazı Mescidi Haram’a
dönerek kılmaktadırlar. Müslümanlar kıbleyi biliyorlarsa (Mescidi Haram
yönünü) oraya dönüp namazı kılar. Eğer yönü bulamazlarsa, Allah’ın her
yerde olduğunu bilip, tahmini bir yöne dönerek namaz ibadetlerine devam
ederler (2-Bakara Suresi 115).
namazda kıyafet ve temizlik
Kuran’da namaz için özel bir kıyafet geçmez. Tek başına namaz kılan
namazını istediği gibi kılar. Namazın toplu kılındığı yerlere gidenin güzel,
385
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
düzgün kıyafetle gitmesi iyidir (Bakınız 7-Araf Suresi 31). 7-Araf Suresi
26. ayette; insanların avret yerlerini örtecek giyim tarzı olduğu gibi güzellik
ve süs kazandıracak giyim tarzı da olduğu söylenir. Bundan beş ayet
sonra 7-Araf Suresi 31’de mescit yanında (namaz kılınan bölgede) süslenmeden
bahsedilir. Başörtüsü diye bir kıyafetin farz olmadığını kitabın 22.
Bölüm’ünde, kitabın diğer kısımlarında ise erkeğin baldırını örtmesinin gerekmediğini
gördük. Normalde olmayan bu zorunluluklar namaz kılarken de
yoktur. Çünkü Kuran’da namaz kıyafeti diye özel bir kıyafet tarif edilmez.
2-Bakara Suresi 125 ve 22-Hac Suresi 26. ayetlerden namaz kılınacak
bölgenin temizlenmesinin ve temiz tutulmasının önemi anlaşılır. Ayrıca
74-Müdessir Suresi 3. ve 4. ayetlerden elbisenin temiz olmasının ve pislikten
kaçınmanın önemi anlaşılır; namaz dışında da geçerli olan bu ilkeler elbette
namazı da kapsar.
namaz vakitleri
Kuran’da namazın, vakitleri belirlenmiş bir farz olduğu geçer (4-Nisa
Suresi 103). Korku zamanında bile namaz kılınmasını açıklayan Kuran, hiç
şüphesiz farz namazlarının vakitlerini de eksiksiz olarak açıklamıştır. Dikkat
edin, namaz vakitlerinin açıklanmasından kastımız, farz olan namazların
açıklanmasıdır. Namaz övülmüş bir ibadettir. Allah’a yönelmenin,
Allah’ı hatırlamanın bir şeklidir. Bu yönüyle namaz her an kılınabilen, her
an yerine getirilebilen bir ibadettir. Fakat her kılınan namaz, farz namaz de-
ğildir. Örneğin gece yarısı fazladan namaz kılınabilir, fakat bu gece yarısı
kılınan namazın farz olduğunu göstermez. Peygamber de, Peygamber’in yakınları
da şüphesiz birçok kereler namaz kılmışlardır. Kuran’ın tek kaynak
olduğu ilkesini benimsemeyen mezhepler bu namazların kimisini farz, kimisini
vacip, kimisini sünnet ilan etmişler; Kuran’dan dini anlamak yerine,
Peygamber yakınlarının hareketlerini kendilerince yorumlayarak mezhepler
oluşturmuşlardır. Sunni mezhepler sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı diye
beş vakit namazı farz kılmışlardır. Şiiler üç vakit namazı farz kılıp bu üç
vakitte beş vakit namazı birleştirdiklerini söylerler. Daha eski zamanlardaki
386
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Hariciler’in iki veya üç vakit kıldıklarına dair hadisler de vardır. Bu farz namazların
dışında Kuşluk, Duha, Güneş ve Ay tutulması, Tesbih, İstihare,
Kadir, Regaip, Beraat gecesi namazları gibi birçok namaz da vardır. Yatsı
namazından sonra kılınan vitir namazı ise kimilerine göre vacip olup farza
yakındır, kimilerine göre ise sünnettir.
Savaş zamanı namazın kılınmasıyla ilgili bilgileri bile veren Kuran, hiç
şüphesiz farz namazlarının vakitlerini de açıklamıştır. Kuran’dan delillendirilmeyen
namazların belirli dönemlerde belirli kişilerce, halifelerce, hatta
Peygamber tarafından kılınmış olması elbette mümkündür. Çünkü Kuran
namazı över ve farz namazların haricinde de namaz kılınması elbette ki iyidir.
Ayrıca Kuran’da farz namaz vakitlerinden daha fazla zamanda Allah’ın
yüceltilmesi, zikredilmesi ve O’na hamd edilmesi geçer; bunlar ise namazın
dışında olabileceği gibi namaz kılarak da yerine getirilebilirler. Bu açı-
dan bakıldığında yukarıda adı geçen ve yukarıda adını geçirmediğimiz, fakat
namaz kitaplarında adı geçen namazların kılınmış olması mümkündür.
Fakat Kuran’da adı geçmeyen namazların, farz namaz olarak algılanması
veya bu namazları kılmayanların dini açıdan eksik olduğunu iddia etmek
çok büyük hatadır. Bu noktadan olaya baktığımızda sorun, uygulamaların
yorumlanış şeklindeki hatalardan kaynaklanmıştır. Şimdi dinin tek kaynağı
olan Kuran’dan farz olan namazları isim ve vakitleriyle birlikte öğrenelim.
sabah (fecr) namazı
Kuran’da namaz kelimesi “salat” kelimesi ile ifade edilir. “Bağlantı kurmak,
destek vermek” tipinde manalara sahip olan “salat” kulun yaratıcısıyla
kurduğu bağlantı, yani namaz için de kullanılır. “Salat” kelimesi “ikame” fiiliyle
beraber “namaz kılmak” manasında kullanılmıştır. “Salat il-fecr” yani
“sabah namazı” ismi 24-Nur Suresi 58. ayette geçmektedir. “Fecir” gecenin
karanlığında güneşin ilk ışıklarının çıkışını ifade eder. Bu bir süreçtir
ki güneşin doğuşuna kadar devam eder. Nitekim varlığı adından belli olan
bu namazın, 11-Hud Suresi 114. ayette vakti de belli olmaktadır:
387
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
Gündüzün iki tarafında, gecenin yakınlarında namaz kıl. Güzellikler
çirkinlikleri giderir.
11-Hud Suresi 114
Arapça’daki “nehar” “gündüz”, “leyl” ise “gece” demektir. Yukarıdaki
ayette geçen “tarafeyi en-nehari” ifadesi gündüzün iki tarafını ifade eder.
“Taraf” kelimesi “uç, dıştan bitişik bölüm” manalarına gelmektedir. Kuran’da
geçtiği diğer ayetlerde de bu anlamlarda kullanılır. Gündüzün başlangıcını
güneşin doğuşu, günün bitişini güneşin batışı olarak alırsak; günün iki tarafında
sabah ve akşam namazları vardır. “Zulefen min el-leyl” ifadesi ile
bu vakitlerin, aynı zamanda gecenin gündüze yakın zamanları olduğu da
daha iyi vurgulanmış olur.
Yani sabah namazı, ismi ile 24-Nur Suresi 58. ayette geçer. Bu isim aynı
zamanda sabah namazının vaktini de tarif eder. Ayrıca 11-Hud Suresi 114.
ayette sabah namazının vakti belirlenmiştir. Sabah namazı Kuran’daki ismiyle
“salat il-fecr” adından da belli olduğu gibi günün ilk ışıklarıyla baş-
lar ve günün başlangıcı olan güneşin doğuşuyla biter.
akşam (işa) namazı
“Akşam namazı”nın ismi de 24-Nur Suresi 58. ayette geçmektedir. Sözlükten
“işa” kelimesinin anlamına bakanlar, güneşin batışından havanın kararmasına
kadar olan vakte, yani bizim Türkçe’de “akşam” dediğimiz vakte
“işa” denildiğini görürler. 12-Yusuf Suresi 16. ve 79-Naziat Suresi 46. ayette
de aynı kelime geçmektedir. Diğer iki ayetteki aynı kelimeyi “akşam” diye
çeviren bazı çevirmenlerin, bu kelimeyi Türkçe bir kelime olan “yatsı namazı”
diye çevirmeleri, mezhep izahlarının etkisinde kalmalarındandır. Bu
tarz çeviri, “yatsı namazı” diye mezheplerin farz olarak tarif ettiği namazı
Kuran’ın da farz kıldığı izlenimini vermektedir ki bu yanlıştır. Fakat “yatsı”
kelimesinden kasıt “işa namazı”nın yatmadan önce kılınan son farz namaz
olması ise bu doğrudur. Ayette buna işaret de vardır:
388
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Ey iman edenler! Yönetiminiz altındakilerle, ergenlik yaşına gelmemiş
olanlarınız sizden üç vakitte izin istesinler. Fecir (sabah) namazından
önce, öğle vakti elbisenizi çıkardığınızda, işa (akşam) namazından
sonra. Çıplak olabileceğiniz üç vakittir bunlar.
24-Nur Suresi 58
Son namazı kılmak için mescide giden ve topluca namazı kılan kişi, bu
namazdan sonra mescide gitmeyecekse muhtemelen üzerini değiştirecektir.
Ev kıyafetine bürünecektir. Bu yüzden yatmadan önceki son namaz “işa
namazı” olarak düşünülüyorsa, bu doğrudur. Yoksa vakit olarak “akşamı”
ifade eden bir kelime, namaz kelimesiyle birleşirse bambaşka bir vakit olan
yatsıyı ifade eder deniliyorsa, bunun yanlışlığı ortadadır. Bu ayette son farz
namazın akşam namazı olduğunu destekleyici bir ifade tarzı vardır. Arapça
sözlüklerden “işa” kelimesinin manasını araştıran herkes, “işa” kelimesinin
“güneşin batışından gecenin karanlığına kadar olan zaman dilimi”ni ifade
ettiğini görecektir. (Evdeki çocukların çıplaklığın mümkün olduğu vakitlerde
izinsiz odalara dalmamalarını öğütleyen bu ayetten bir sonraki ayette,
bu çocukların ergenlik yaşına gelince, her zaman özele saygı gösterip, izin
alarak ebeveynlerinin odalarına girmeleri öğütlenir.)
Akşam namazının vaktinin anlaşıldığı ayet (11-Hud Suresi 114), sabah
namazının farz olduğunu gösteren belirttiğimiz ayettir. Gündüzün iki tarafında
kılınan namazlardan biri sabah namazı olunca, diğeri de bu namazın
simetriği olan akşam namazıdır. Bu namazın vakti de aynı şekilde gecenin
(güneşin olmadığı dönemin) gündüze yakın olan zamanıdır. Bu ayet dışında
akşam namazının vaktini belirleyen bir ayet daha vardır:
Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecir
(sabah) vakti Kuran’ı, fecir (sabah) vakti Kuran’ına tanık olunur.
17-İsra Suresi 78
Gecenin kararması, akşamın bitiş vaktini vermektedir. Işığın alametlerinin
ufukta yok olmasıyla akşam namazının vakti biter. Bu durumda da “gü-
neşin sarkması” ifadesi güneşin ufukta batışını belirler. Böylece güneşin batımı
ve gecenin kararmasının arasındaki vakit namaz vakti olarak belirtilir.
389
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
Bu ayette belirtilen vaktin namazı olan akşam, sabah namazının simetriği
olduğundan, bu simetrilik durumuyla sabah namazının vakti de bir kez daha
tasdik edilmiştir. Bu ayetin devamında sürekli akşam namazıyla beraber ge-
çen sabah namazının vaktinin vurgulanması da ilginçtir. Fakat bu ayette sabah
namazı değil, sabah Kuran okumak vurgulanır. Demek ki sabah namazının
vaktinin içinde veya namazın dışında Kuran okumaya özel bir önem
vermek gerekir. Görüldüğü gibi akşam ve sabah namazları isimleriyle beraber
Kuran’da geçerler. Üstelik bu isimler namazın kılınacağı vakti de ifade
ederler. İlaveten sabah ve akşam namazının vakti de açıklanmıştır. Üstelik
24-Nur Suresi 58. ayette sabahın günün ilk, akşamın günün son namazı olduğuna
işaret vardır.
vusta (orta, en iyisi) namaz(ı)
Kuran’da geçen namaz vakitleriyle ilgili en tartışmalı husus 2-Bakara
Suresi 238. ayette geçen “salat il-vusta” ifadesinden kaynaklanmaktadır.
Ayet şöyledir:
Namazları koruyun. Ve vusta (orta, en iyi) namazı da.
2-Bakara Suresi 238
Sabah ve akşam namazının vakitlerini çıkardığımız ayetler ve bu ayet
dışında farz namaz vakitlerinin çıkartılabileceği hiçbir ayet yoktur. Demek
ki namaz vakitleri bu ayetlerden anlaşılacaktır. Günün bir ucundaki namaz
sabah namazı, günün diğer ucundaki namaz da akşam namazı olunca; orta
namazını bu iki namazın ortasında aramak lazımdır. Tüm kültürlerde gü-
nün uyanmayla başladığını, gecenin dinlenmemiz için yaratıldığını, geceleyin
kalkıp ibadetin bir tek Peygamberimiz’e has kılındığını (17-İsra Suresi
79) düşünürsek; orta namazının, sabah ile akşam namazının arasında gündüz
kalan vakitte olduğunu düşünmek daha doğrusu olabilir. “Vusta” kelimesine
“orta” manasının verilmesinden günün ortalarında kılınan bir namaz
olduğunu düşünenler olabilse de bu kelimeyi sınırlayan hiçbir ifade olmadığı
için sabah ile akşamın arasında kalan tüm zaman dilimini, bu namazın
390
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
vakti olarak kabul etmek de düşünülebilir. “Vusta namaz” ifadesinden, orta
namazı sonucuna varıldığında “vusta” kelimesi hem namazın ismini, hem
zaman dilimini belirleyen kelime olur.
Diğer bir görüşe göre “vusta” kelimesinin “en iyisi” manasına sahip olduğu,
bu kelimenin bir namazı belirtmediği; ayetten namazların korunmasının
ve namaz kılmanın en iyisi ve en doğru yol olduğunun anlaşıldığını
söyleyenler vardır. Buna göre sadece “sabah” ve akşam” namazları farzdır.
“Vusta” kelimesi üzerinde bir inceleme bu konuda yardımcı olabilir. 2-Bakara
Suresi 143, 5-Maide Suresi 89, 68-Kalem Suresi 28, 100-Adiyat Suresi
5 ayetlerinde de bu kelime geçer. Bu ayetleri inceleyerek “vusta” kelimesini
anlamaya çalışabilirsiniz.
HADİS NAKİLLERİ VE NAMAZ
Görüldüğü gibi Kuran’da namazın beş vakit olduğuna dair bir ifade
yoktur. Namazın ne kadar uzun olacağı, rükuda, secdede ne söyleneceği de
Kuran’da geçmez. Aslında namazın uzun mu kısa mı olduğu, rükuda veya
secdede ne söylenmesi gerektiği hakkında kesin sınırlar olduğuna dair detaylı
hadis nakilleri de bulunmaz. Mezheplerin anlattığı namazın uydurmalarla
dolu hadislerle bile açıklanması mümkün değildir. Namazdaki birçok
husus mezhep kurucularının şahsi görüşleriyle oluşmuştur. Bazen bu şahsi
görüşler, hadislerin veya sahabe tavırlarının belli bir şekilde yorumlanmasından
kaynaklanmıştır. Peygamberimiz’in hem çok kısa namaz kıldığına,
hem de uzun rüku ve uzun secdelerle çok uzun namaz kıldığına dair hadisler
vardır. Bu konudaki bazı hadislere göre Peygamberimiz kimi zaman rü-
kuya gittiğinde hiç doğrulmayacak, kimi zaman secdeye gittiğinde hiç secdeden
kalkmayacak kadar kalmış, bu zaman dilimleri Peygamberimiz ile
namaz kılanlara uzun gelmiştir. Ama mezhepler, rükuları üç “Subhane rabbiyel
azim” ve secdeleri üç “Subhane rabbiyel ala” ifadeleriyle belirlemiş,
takipçilerini sadece bu ifadelere mahkum edip, Allah’ın serbest bıraktığını
gereksiz yere sınırlamışlardır. Bu ifadeler, Kuran’ın ruhuna uygun, kulların
Allah’ı yüceltmesi için güzel ifadelerdir. Namazlarda düzeni sağlamak için,
391
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
imamlara, bu ifadelerin söyleneceği zaman miktarının geçirilmemesini telkin
eden bir uygulamanın namazlara düzen verdiği düşünülebilir. Bizce, bu
tip kalıplar böyle endişelerle çıkmış, namazı çok uzun kıldırıp cemaatin bir
kısmının isteklerine muhalefet edebilecek imamların önü kapanmıştır. Fakat
namazlarda hep aynı ifadeleri tekrar etmenin neticesinde, birçok kişinin
söylenen bu çok anlamlı sözlerin manasını düşünmeden otomatik söylemeye
teşvik edildikleri gibi bir zarar da göz önünde bulundurulmalıdır.
Normalde rükuda ve secdede sadece belirlenmiş bahsedilen ifadeleri söylememizin
gerekmediği, namazın süresinin kişilerin şahsi görüşlerine bı-
rakıldığı, Kuran’dan anlaşılabileceği gibi hadisler doğru yorumlansaydı da
anlaşılabilirdi. Mezhepler serbest bir alanı kendi belirlemeleriyle dondurmuş-
lardır. Bu belirlemelerden bir kısmı bir düzenin kurulmasında yardımcı olduysa
da bunların birçoğu namazda aşırı şekilciliğe ve anlamdan kopmaya
da yol açmıştır.
Hadislerin hepsinden namazın beş vakit olduğu da çıkmaz. Birçok hadisten
Peygamberimiz’in üç vakit namaz kıldığı çıkar. Özellikle Şiiler üç
vakit namaz kılarken bunu kendi hadislerine dayandırırlar; üç vakitte beş
namazı birleştirdiklerini (cem ettiklerini) söylerler. Kuran’ın hiçbir yerinde
birleştirme (cem) diye bir konudan bahsedilmez. Eğer üç vakit namaz kı-
lıp, bu üç vakitte beş veya yirmi vakit namaz kılıyorsanız yine de üç vakit
kılmış olursunuz.
Yatsı namazını kılacak kişi “Ben beş vakit namazı yatsı namazında birleştirdim”
dese de bir tek yatsı namazını kılmış olmaz mı? Pazartesi günü,
“Ben haftanın tüm günlerinin namazını bugün kılıyorum” diyen biri, haftanın
her gününün namazını kılmış olabilir mi? Namazı, 4-Nisa Suresi 103.
ayette belirtildiği gibi “vakitli farz” olarak yerine getirmek, farklı zamanlarda
kılınması gereken namazları tek bir zamanda toplamayla değil, herbir
vakitte bu farzı yerine getirmeyle olur. Şiiler’in yanında Ehli Sünnet’in Şafi,
Maliki, Hanbeli mezhepleri de namazları birleştirme konusunda çok toleranslı
olmuşlardır. Bir kısmı hiç sebepsiz, bir kısmı şiddetli yağmurda bile
namazların birleştirilebileceğini düşünmüştür. Yani mezheplere göre Peygamber
beş vakit namazı üç vakitte cem etti (birleştirdi) diyenler, aslında
392
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
namazın üç vakitten çok olamayacağını kabul etmiş olurlar. Namazın minimumu
farz namazlar kadardır. Namazın fazladan kılınması gayet doğaldır.
Farz namazların beş ilan edilmesi Sunni mezheplerin bir yorumudur.
Eğer farz namazlar beş vakit olsaydı, Kuran’dan bunların ismi, vakti belli
olurdu. Kuran’da Peygamber’e özel, fazladan ibadet vakti bile belirtilmiş-
ken (17-İsra Suresi 79), tüm Müslümanlara farz olan bir namazın vaktinin
belirtilmemesi sizce mümkün müdür?
Evvelki ayetlerden görüldüğü gibi, Kuran’dan farzlığı belli olan namazlar
vardır. Tahminimiz Allah’ı zikretme (hatırlama), Allah’ı tespih etme (yü-
celtme, yönelme) ile ilgili ayetlerdeki tespih, zikretme faaliyetlerini düzene
koymak için fazladan namazlar farzlaştırılmıştır. Zikretme ve tespih faaliyetlerini
namaz kılarak yerine getirmek -böylece beş vakit namaz kılmakgüzel
bir uygulamadır ama Kuran’da farzlaştırılmamış vakitleri namaz vakti
olarak farzlaştırmak hatalıdır.
17- Öyleyse akşama erdiğinizde de, sabaha erdiğinizde de tespih
(yüceltme, yönelme) Allah’adır.
18- Övgü O’nundur. Göklerde ve yerde, günün sonunda, öğleye erdiğinizde.
30-Rum Suresi 17,18
Onların söylediklerine sabret. Güneş’in doğuşundan ve batışından
önce Rabbini överek tesbih et.
50-Kaf Suresi 39
Gecenin bir bölümünde O’na secde et ve geceleyin uzunca O’nu tesbih
et.
76-İnsan Suresi 26
kaza namazı var mı?
Bir kez daha belirtmek istiyoruz ki hangi namazların farz olduğu
Kuran’dan çıkar. Farz namazlar, Allah’ın bizden belli vakit dilimleri içinde
393
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
her gün kılmamızı istediği namazlardır. Kuran, Nisa Suresi 103. ayette bize
namazın vakitli farz olduğunu, Mearic Suresi 23. ayette bu farzın hayat boyu
sürekli gözetilmesi gerektiğini söylemektedir. Kuran’da “kaza namazı” diye
bir kavram yoktur. Namazı kılmayan, kaçıran Allah’a bunun için tövbe eder,
daha sonra titiz bir şekilde namazlarını kılmaya devam eder. Allah, oruç konusuyla
ilgili olarak, tutamadığımız günler sayısınca başka günlerde oruç
tutmamızı söylemiştir. Allah istese namaz için de aynısını yapardı. Bu yüzden
kimse namaza başlayacak kişileri “Geçmişteki şu kadar... namazı kaza
etmen gerek” diye yanlış yönlendirmemelidir.
Bizim bu yazıdaki amacımız namazın farzını, farz olmayandan ayırmaktır.
Allah’ı anmak, hatırlamak için kılınan her namaz makbuldür. Namaz
günde beş vakit de kılınır, on vakit de kılınır, kırk vakit de kılınır. Namazın
farz olan vakitleri bize kılmamız gereken alt sınırı belirtir, üst sınır
ise serbesttir. Tahminimizce mezhep kurucuları, bu üst sınırın serbestiyetinden
dolayı ve Allah’ın tesbih edilmesi için belirtilen vakitlerde namaz kı-
lan bazı sahabeleri görüp bazı namazları fazladan farzlaştırmışlardır, vacipleştirmişlerdir.
Eğer Kuran’dan namazın farzlarını anlama yerine, şahısların
hareketlerinden farzları anlamaya kalksaydık; o zaman karşımıza evvabin
namazı, kuşluk namazı, küsuf namazı gibi birçok ilave namaz daha çıkabilir…
Sonuçta her konuda olduğu gibi namaz konusunda da Kuran’da ne yazıyorsa
din yalnızca odur. Kuran’da, bu dinin anlaşılması hususunda hiçbir
eksiklik bulunmamaktadır.
Nitekim Hac ibadetinin bir bölümünde hacılara üç vakit namaz kıldı-
rılmaktadır. Hac konusuyla ilgili olarak Kuran’da bir sürü detay verilirken
niye Kuran’da Hacda namaz vakitlerinin azaltılması geçmiyor? Namaz eğer
beş vakit farz ise hacılara neye dayandırılarak daha az namaz kıldırılıyor?
beş vakit namaz neye dayandırılıyor?
Namazın farzının beş vakit olmadığı daha İslamiyetin ilk yıllarında Hariciler
gibi kimi fikir akımları tarafından da savunulmuştur. Namazın beş
vakit olarak kılınmasında bir sorun yoktur ama bunun farz olduğunu ispata
394
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
çalışanların, bunu gerçekleştirmek için uydurduğu hadis korkunçtur. Daha
evvel de belirttiğimiz bu hadise göre Peygamberimiz miraçta Allah’ın huzuruna
çıkar ve Allah, namazı elli vakit farz kılar, daha sonra Hz. Musa’ya
rastlayan Peygamberimiz’e Hz. Musa, bu kadar namazın çok olduğunu, ümmetinin
buna güç yetiremeyeceğini söyler, sonra Peygamberimiz Allah’tan
indirim ister, Allah da namazın sayısını indirir. Yolda Hz. Musa yine bu kadar
namaz vaktinin de çok olduğunu söyler. Bu git gel böylece, namaz beş
vakte inene kadar dokuz kez gerçekleşir. Namazların sayısı beşe gelince Hz.
Musa yine indirimi tavsiye etse de Peygamberimiz artık utandığı için namaz
indirimi durur… Bu hadiste öyle bir tablo ortaya konur ki; buna göre
Allah insanların kaç vakit namaza güç yetireceğini bilmez, Peygamberimiz
ise hiçbir şeyden haberi olmayan bir garibandır. Hz. Musa ise hem
Peygamberimiz’in akıl hocası, hem Allah’ın hükmünün değiştirilmesinde
aracı, hem de bizim kurtarıcımızdır. Namazın beş vakit farz kılınmasının
hikayesi işte böyle kabul edilemez bir hadise dayandırılır. Namazın beş vakit
farz olduğu Kuran’a değil işte böyle izahlara, özellikle de bu hadise dayandırılmaktadır.
Kuran’da Peygamberimiz’in “göğe yükselme” anlamında bir
miracından bahsedilmez. Fakat İsra’dan, yani bir “gece yürüyüşü”nden ve
bu süreçte Peygamberimiz’e Allah’ın bazı ayetlerinin gösterildiğinden bahsedilir
(Bakınız 17-İsra Suresi 1). Bu gösterilen ayetlerin ne olduğu ise anlatılmaz.
İlginçtir ki bu olayın bahsedildiği İsra Suresi’nin 93. ayetinden; inkarcıların,
Peygamberimiz’den, kendisine inanmak için “göğe yükselmesi”ni
talep ettiklerini anlıyoruz. Buna karşı ise Peygamberimiz’e, “Rabbimi yü-
celtirim, ben ancak elçi olan bir insanım” demesi, söylenir.
“Miraç”tan önce namazların sabah ve akşam olmak üzere yalnızca iki
vakit farz kılındığını söyleyen hadislerin olması da (Bakınız Buhari 1/93,
Tecrid Tercemesi 2/233, Hadis no 228); namazın farz vakitlerinin bu “miraç
hadisi” ile arttırıldığının delilidir. Namazlar daha evvel iki vakit olarak
kılınıyorsa, sonradan ilave edilen namazlar niye Kuran’da geçmemektedir?
Kuran’da sadece Bakara Suresi 238. ayetteki ifadeyle “orta namazı”nın sonradan
ilave edildiği iddia edilebilir. Peki 4. ve 5. namaz olan ikindi ve yatsı
namazları hangi Kuran ayetinden çıkarılacaktır, bunların ismi niye Kuran’da
395
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
yoktur? (“Orta namazı” veya “en hayırlısı namazdır” manasına gelen “Salatı
Vusta” ifadesini önceden açıkladık.) Allah ve Peygamberimiz’e iftira olan
böyle hadisler yerine doğruyu Kuran’da arayanlar, namaz hakkında gerekli
bilgiye kavuşacaklardır. Kuran’la yetinmeyip dini pratiklerini uydurma hadislere
dayandırmaya çalışanlar ise örneğini gördüğümüz gibi mantıksızlıklar,
iftiralar, çelişkiler içinde kalacaklardır.
namazın kapsadıkları
Namaz, Allah’ı zikretmek (hatırlamak) için yapılan bir ibadettir (20-Taha
Suresi 14). Fakat Allah’ı zikretmekten farklı olarak namaz belli vakitlerde
farz kılınmıştır, abdestli olarak yerine getirilmelidir ve belli hareketleri de
kapsamak gibi bazı ilave özelliklere sahiptir. Namaz öyle bir ibadettir ki savaş
sırasında bile yerine getirilir. 4-Nisa Suresi 102. ayette savaş durumunda
bir grubun namaz kıldığını, diğer grubun ise nöbet tuttuğunu görüyoruz.
Secde edildikten sonra diğer grup ilk grubun yerini alıp namazını kılmaktadır.
Burada savaş tehlikesinin olduğu bir durumda bile namazın secde de
dahil olmak üzere (secde kişinin en savunmasız halidir) yerine getirildiğini;
fakat nöbetleşe, silahları bırakmadan, düşmana fırsat verilmeden bunun yapıldığını
görüyoruz. Eğer savaşta dahi vakitli farz olunan namaz böyle yerine
getiriliyorsa; normal zamanında namazın kıyamı, rükusu ve secdesi ile
yerine getirilmesinin önemi daha iyi anlaşılır.
Kuran’dan (14-İbrahim Suresi 40) namazın Hz. İbrahim’den beri varolan
bir ibadet olduğunu anlıyoruz. Hz. İbrahim’in ibadet evi Kabe’yi ele ge-
çiren, Allah’a ortak koşucu putperestler bile namazı sapkın bir şekilde olsa
da uygularlardı (8-Enfal Suresi 35). Kuran evvelki nesillerin de uyguladıkları
namaz alışkanlıklarını şehvetlerine uyma sonucu bıraktıklarını söyler
(19-Meryem Suresi 59). Yani Peygamberimiz zamanında, namaz (salat) denildiğinde
namazın ne olduğu hususunda bir algı oluşmaktaydı. Aynen gü-
nümüzde de “namaz” denilince namaz kılmayan kişilerin bile namazın hareketlerini,
Allah’a yönelmeyi ve ibadet etmeyi anladıkları gibi. Kuran’da
hareketli ibadet manasında üç kelime geçer. Bunlar “kıyam (ayakta durma)”,
396
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
“rüku (eğilme)” ve “secdedir (yüz üstü yere kapanma)”. Kuran’da İbrahim
Peygamber’in makamının namaz yeri edinilmesi, evin temiz tutulması ge-
çer (2-Bakara Suresi 125). 22-Hac Suresi 26. ayette ise evin “kıyam, rüku
ve secde” edenler için temiz tutulması emredilerek; namazın üç hareketinin
ne olduğu bir arada gösterilmiş olur.
Namazın en önemli bölümü ve özelliği ise namazda Allah’ın hatırlanmasıdır
(zikredilmesidir). Nitekim 20-Taha Suresi 14. ayetten namazın kı-
lınmasındaki gayenin, Allah’ın hatırlanması olduğunu anlarız. Kuran’da,
namazda Kuran okunmasına dair açık bir ifade geçmez, fakat 17-İsra Suresi
78’de akşam namazının vakti açıklanırken sabah namazının vaktinde
Kuran okumaya vurgu yapılmıştır. Ayrıca Kuran bize tanıtılırken, Kuran’ın
“zikir” yani hatırlatma olduğu söylenir. Böylece biz namaz kılarken, edeceğimiz
duada, Allah’a yakarışta, rehberimizin Kuran olduğunu anlarız.
Örneğin Allah’ın bağışlayıcılığı, merhameti, her şeyi yaratması, cenneti,
cehennemi, bilgisinin sonsuzluğu hep Kuran’dan öğrenilir. Namazda da
merhametli, bağışlayıcı gibi sıfatlara sahip bir Allah’ın karşısında olduğumuzu
bilir, ona göre Allah’ı zikreder (hatırlar), ona göre Allah’a yöneliriz.
Fakat namazda illa ki Arapça Kuran okumak zorunda değiliz. Arapça bilenlerin
Kuran’ı vahyedilen dilde okuması elbette güzeldir ama Arapça bilmeyenlerin
çoğu, Arapça Kuran okurken Arapça anlamları bozmaktadırlar.
Hanefilik gibi Ehli Sünnet mezheplerde bile bu konuda esneklik varken, bu
konuyla ilgili esnekliklere dair görüşler halktan saklanmıştır. “Namazda Kuran
okuyun” diye açık bir emir bile yokken, Arapça Kuran okumak gerektiği
nereden anlaşılacaktır? Fakat namazda Allah’ı zikrederken Kuran’daki bilgileri
kullanırız; çünkü bize Allah’ı tanıtan Kuran’dır. Fakat illa ki Arapça
“Kul huvallahu ahad” dememize gerek yoktur. Bunun yerine “De ki Allah
birdir” şeklinde tercümesini okuyabiliriz. Veya “De ki” diye seslenişe gerek
yoktur diye düşünüp “Allah birdir” diyerek Allah’ı anabiliriz. Veya edeceğimiz
duanın akışına göre “Allah’ım sen birsin...” şeklinde dua edersek, zikir
olan Kuran’ın rehberliğinde zikir yapmış, yani Kuran’ın bize gösterdiği şekilde
Allah’ı hatırlamış oluruz. Bu şekilde namaz kılmanın, Arapça bilmeden,
397
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
Arapça ayetleri ezberden tekrarlayarak kılmaktan daha iyi olduğu kanaatindeyiz.
Çünkü kişi ezberlediklerini tekrarladığında çoğunlukla söylediği kelimelerin
farkına varmaz. Beyinde kodlu olan sözler otomatik olarak ağızdan
çıkar ve çoğu zaman kişi ne söylediğinin farkında değildir. Hele kişi bilmediği
bir dildeki metinleri ezberleyip tekrarlıyorsa, bu sorun artarak kendini
gösterir. Arapça bilmeyip, her harekette aynı sözleri tekrarlayarak namaz kı-
lanlara, kıldıkları namazların kaçında, söylediklerinin ne kadarının farkında
olduklarını bir sorun, bir araştırın, bu şekilde kılınan namazın sakıncalarını
anlayacaksınız. İnsan, yaratılışı gereği ezberden okuduğu sözleri düşünmeden
tekrarlayabilir. Her gün, hep aynı ayetler bilinmeyen bir dilde tekrarlanınca,
Allah’ı bilinçli şekilde zikretme (hatırlama) yerine bilinçsizce tekrarlar
yapılmış olur. Birçok kişinin namaz kılarken aklına başka şeyler geldiğini
söylediğine tanık olursunuz. Elbette ki ezber bir namazda, akla namazla alakası
olmayan çok şey gelebilir. Çünkü beyin ezberde olan bir şeyi söylerken
düşünmek zorunda olmadığı için başka şeyler düşünebilir. Allah sarhoş olmayan
içkili kişilerin bile namaz kılmalarını istemiş fakat onlara bir şart koş-
muştur: “Ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” (4-Nisa Suresi 43).
Böylece Allah, sarhoşların ne söylediklerinden habersiz oldukları
için namaz kılmalarını istemediğini bildirmiştir. Peki, ayık kafalıyken hem
bilmediği bir dilde, hem de ezbere Arapça Kuran okuyup ne dediğini bilmeyenlerin
durumunun bu sarhoşlardan anlama konusunda ne farkı vardır?
Bunların namazlarında yerine getirmedikleri unsur olan “ne söylediğini bilmek”,
sarhoşların yerine getirmediği unsurla aynı değil midir?
Kuran’da, 2-Bakara Suresi 45. ayette, sabırla ve namazla Allah’tan yardım
dilemek geçer. Peki, anladığı dilde namaz kılmayan kişi, kendi özel
derdiyle ilgili özel duygularını nasıl dile getirip de Allah’tan yardım dileyecektir.
Arapça dışındaki dillerde ibadete karşı çıkanlar, bu ayetin hükmünün
yerine gelmesini engellemiş olmuyorlar mı? Kişiler namazla ilgili gereksiz
detaylara boğulmuştur. Fakat namazın en önemli unsuruyla ilgili ciddi sorun
bulunmaktadır. Allah, 20-Taha Suresi 14. ayette namazın gayesinin kendisinin
hatırlanması olduğunu söyler. Mezheplerin anlattığı namaz şekliyle;
398
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
ayaktayken ellerin bilekten tutulması, rükuda sırtın gerekli açısı, secdede
önce alnın sonra burnun yere konuşu, oturuşta bir ayağın dik diğerinin yatık
oluşu gibi Kuran’da olmayan nice teferruat harfiyen yerine getirilir. Ama
Allah’ın bilinçli bir şekilde hatırlanması; bu Arapçaperestlik, ezbercilik, teferruatçılık
yüzünden gölgelenir, engellenir. Eğer “Hayır böyle bir şey yok”
diyorsanız, etrafta bahsettiğimiz şekilde namaz kılan birçok kişiyi sorgulayıp
söylediklerimizin doğruluğunu tartın. Bu kitapta emeği olanların bir-
çoğu da daha evvel mezheplerin anlattığı şekilde dini öğrenmeye başladıkları,
o şekilde namaz kıldıkları için kılınan namazların nasıl olduğundan
haberdardırlar. Düzgün kılınan namazla:
1- Allah hatırlanmakta, kişi ne söylediğinin farkında olmaktadır (20-
Taha Suresi 14).
2- Namazda huşu olmaktadır. Huşu kelimesine kalpsel ürperti, derin
saygı manaları verilmektedir (23-Müminun Suresi 2).
3- Namaz kişiyi çirkin davranışlardan ve fiillerden alıkoymaktadır
(29-Ankebut Suresi 45).
Düzgün kılınmayan bir namaz, birçok kişi tarafından iyi niyetle yerine
getirilmiş bir ibadet olabilir. Fakat sonuç yine de anlamadığını tekrarlama ve
ne söylediğini bilmeden namaz kılma olmaktadır. Bu yüzden kişinin, anladığı
dilde ne söylediğini bilerek ibadet etmesi, namazla hedeflenen gayelerin
gerçekleşmesi için çok önemlidir. Anlaşılan dilde ibadet kişinin söyledi-
ğinin farkında olması demektir. Bu ise gerçek manada hatırlamanın (zikir)
oluşması için zaruridir. Anlaşılan dilde ibadet; bir ruhsat ve bir kolaylık olarak
görülmemelidir. Anlaşılan dilde ibadet, kişinin Yaratıcısı ile gerekli olan
bağı kurması için olmazsa olmaz bir şarttır. Siz, kitlelerin hepsinin Arapça
öğrenemeyeceği ve İslam’ın Arap ırkının dini olmadığı kanaatindeyseniz,
bu fikri kabullenmekte zorlanmamalısınız.
Ayrıca 72-Cin Suresi 18. ayete göre namaz kılınan yerlerde Allah dı-
şında kimseye yakarılmamalıdır. Peygamberlerden, evliya zannedilenlerden
veya ölmüşlerden yardım istemek Müslüman’a yakışmaz. Müslüman bir tek
Allah’a yalvarır, gücün bir tek Allah’ta olduğunu bilir.
399
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
namazda rekat sayısı var mı?
Kuran’ı okuduğumuz zaman Kuran’da “rekat” diye bir kavramın geç-
mediğini görürüz. Allah istese Kuran’da namazların rekat sayılarını elbette
belirtirdi. Namazda Allah’ın anılması, kıyam, rüku, secde gibi şartları gördük.
Rekattan kastedilen kıyam, rüku ve secdeden oluşan düzenin kaçar
defa tekrarlandığıdır. Günümüzdeki uygulamaya bakarsak sabaha iki, öğ-
lene dört, akşama üç şeklinde; namazlara ayrı rekatlar biçildiğini görürüz.
Oysa rekatların bu şekilde ayrı sayılarda olması; “Namaz kaç rekat istenirse
o kadar kılınır; isteyen iki, isteyen dört, isteyen yirmi rekat kılar” şeklinde
de anlaşılabilir (İsteyen istediği kadar rekat kılınca, yani istediği sayıda kı-
yam, rüku ve secde yapınca rekat sayısıyla ilgili belirli bir farzlaştırmanın
mevcut olmadığı anlamı ortaya çıkar) Demek ki bu ayrı rekatların farzlaş-
tırılma süreçleri de mezheplerin bir yorumu sonucudur.
Sahabeler, hatta Peygamber namazlarda bir düzen olsun diye “Kıyam,
rüku, secde; yani rekat denilen birim şu kadar olsun…” şeklinde bir düzenle
namaz kılmış olabilirler. Namazlarda şaşırılmamasını sağlayan, toplu ibadetlerde
kolaylık getiren bu tip uygulamalar yapılmış olabilir. Oturmuş ve
namaza düzen getiren bu tip uygulamaların, özellikle toplu kılınan namazlarda
-farz olmadıkları belirlenip- devam ettirilmesinin iyi olacağı, Kuran’ın
ruhuna aykırı olmayan bu düzenlemelerin gereksiz yere tartışma konusu yapılmaması
gerektiği kanaatindeyiz. Fakat bu yapılırken, bu düzen uygulamalarının
statüsü bilinmeli ve Kuran’ın dinin tek kaynağı olduğu gerçeğine
karşı bu düzenlemelerden kaynaklı anlamsız karşı çıkışlar yapılmamalıdır.
Nitekim namaza başlarken elleri kaldırıp namaza başladığını göstermek, namaz
bitince sağa, sola selam vererek veya bazı mezheplerde elleri dizlere vurarak
namazın bittiğini göstermek gibi uygulamalar da namazlara düzen veren
uygulamalardır. Böylesi düzenleyici uygulamalar belli amaçlara yönelik
yapılabilir; bu “ümmet” bu konuda bir “sünnet” oluşturmuştur, bunun statüsü
doğru belirlendikten sonra Kuran’ın ruhuna uygun ve yararlı olanların
devamına destek olmak gerekir. Kuran’da bu uygulamaları yasaklayıcı bir
ifade yoktur. Fakat Kuran’da geçmeyen bu tür uygulamaları farzlaştırmak
400
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
kabul edilemez. Kişi on rekatlı namazı üç dakikada kılabilir, fakat bir rekatlı
bir namazda saatlerce kalıp Allah’ı daha çok anabilir. Yani namazda rekat
sayısının temel kriter olması için bir sebep gözükmemektedir. Allah da insanları
namazda bu şekilde bir sayıma mecbur etmemiştir. Abdestte su bulunmayınca
ne yapılması gerektiğini açıklayan Allah, eğer namazda rekat
sayısı şeklinde bir farz olsaydı, onu da açıklardı.
Bazıları Nisa Suresi 101, 102, 103. ayetlerdeki savaş zamanı kılınan namazda,
“namazın kısaltılmasında bir günah/sakınca olmaması” ifadesinden,
namazın iki rekat olduğunu çıkarmaktadırlar. “Eğer kısaltılmış namaz
bir rekatsa, namazın tam olarak kılınması iki rekattır” demektedirler.
Peygamber’in burada iki gruba namaz kıldırdığı için iki rekat olarak kıldırmasını
da delil olarak göstermektedirler. Bizce namazı kısaltmaktan kasıt;
rekat olarak kısaltmak değil, zaman olarak kısaltmaktır. Çünkü daha evvel
dediğimiz gibi bir rekatlık namaz saatlerce sürebilir. İki rekat namaz yarım
dakikadan kısa bir sürede bitirilebilir. Savaşta düşmanın vereceği zarar
kaç secde, kaç rüku yapıldığıyla değil, namazın secdesinin rükusunun vakit
olarak ne kadar sürdüğüyle alakalıdır. Üstelik daha evvel değindiğimiz
gibi Kuran’da rekat diye bir kavram yoktur. Birçok konuyu rekatlara endeksli
düşünmemiz sanırız geleneksel alışkanlıklarımızdan kaynaklanmaktadır.
4-Nisa Suresi 103. ayetteki “Üzerinize bir günah/sakınca yoktur” diye tercüme
edilen “La cunahun” ifadesi; Kuran’da, kimi yerlerde Müslümanlar’ın
endişelerini yok etmek için kullanılır. Örneğin 2-Bakara Suresi 158. ayette
hac veya umreye gidenlerin Safa ve Merve’yi tavaf edebileceğinin belirtilmesi
için “La cunahun” ifadesi kullanılır.
Eğer bu ayet olmasaydı da Müslümanlar’ın bu bölgeyi tavaf etmesine engel
bulunmazdı. Fakat belli ki Müslümanlar’ın zihnindeki endişelerin yok edilmesi
için “La cunahun” ifadesi kullanılmıştır. Aynı şekilde Müslümanlar’ın
namazı kısa kılmasında bir sakınca olmadığı ifadesi namazın belli bir uzunlukta
olmasından dolayı değildir. Uzunluğu belirten böyle bir ayet yoktur. Fakat
tahminimiz, savaştaki tehlike durumunda namazı çabucak kılan Müslü-
manların “Namazı baştan mı savdık” gibi endişeye kapılmalarından dolayı,
401
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
savaş halinde namazı kısa kılmalarında bir sakınca olmadığı söylenmiştir.
Aynı şekilde Bakara Suresi 158. ayette de “La cunahun” ifadesiyle; Hac’da
lütuf ve bereket aranmasında bir sakınca olmadığı belirtilerek bir endişe
yok edilmiştir. Bu ifade olmasa yine de Hacda lütuf ve bereket aramak sakıncalı
olmayacaktı.
Sizce, rekat sayısının, toplu namazlara bir düzen vermesi dışında namazın
özüne ne kadar katkısı olabilir ki? Rekat sayısı kişinin Allah’ı daha fazla
anmasını sağlayan bir unsur değildir. Kişi namazı daha uzun süre kılarak
Allah’ı daha çok anabilir. Sürenin ise rekatla bir alakası yoktur. Namazda
Allah’ın hatırlanması (zikredilmesi) gerektiği veya namazdan önce abdest
alınmasıyla ilgili detaylar anlaşılıyor da rekat adeti niye anlaşılmıyor? Çünkü
Allah bunu kullarının inisiyatifine bırakmıştır, bu konuda sınırlamalar yapmak
istememiştir. İstese saydığımız tüm diğer detayları veren Allah; tek bir
ayetle hem rekat kavramını oluşturabilir, hem de rekatı sayılandırabilirdi.
Nasıl ki Allah, dua etmemiz için dakikalar, sayılar belirtmemişse; aynı şekilde
namazda da evrensel, mecbur olduğumuz hükümler olarak bahsedilen
detayları farzlaştırmamıştır. Zihnimizi bütün önyargı ve alışkanlıklarından
arındırırsak ve Kuran’ı elimize alıp geleneklerden bağımsız bir şekilde dini
anlamaya çalışırsak, sorunlar Allah’ın izniyle hallolacaktır.
NAMAZDA SES
Namazdaki ses konusunda düzenleme şu ayetle verilmektedir:
Namazında sesini yükseltme, kısma da, ikisi ortası bir yol tut.
17- İsra Suresi 110
Görüldüğü gibi namazı bağırarak kılmamak gerekir. Ayrıca kelimeleri
içinden geçirip, sessiz bir şekilde namaz kılmak da uygun değildir. Bu ayetin
tekil şahısla Peygamberimiz’e hitap ettiği düşünülebilir. Peygamber’in
diğer Müslümanlara namaz kıldırdığı diğer ayetlerden anlaşılmaktadır. O
zaman, özellikle topluluğa namaz kıldıranlar, bağırtılı ses tonuyla namaz
kıldırmamalıdırlar.
402
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
CUMA (TOPLANTI) NAMAZI
Kuran’da Cuma (toplantı) namazı, Cuma Suresi’ndeki şu ayetlerden anlaşılmaktadır:
9- Ey iman edenler! Cuma günü (toplantı günü) namaz için çağrı
yapıldığında Allah’ı hatırlamaya (zikretmeye) koşun. Alış verişi
bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
10- Namazı kılınca yeryüzüne dağılın. Allah’ın lütfundan nasibinizi
arayın. Allah’ı çokça hatırlayın, umulur ki kurtuluşa erişirsiniz.
11- Oysa onlar bir ticaret veya eğlence gördüklerinde ona yönelirler
de seni ayakta bırakırlar. De ki; Allah katında bulunan, eğ-
lenceden de, ticaretten de daha hayırlıdır. Allah rızık verenlerin
en hayırlısıdır.
62-Cuma Suresi 9-11
Buna göre:
1. Cuma günü (Cuma; hem haftanın bir gününün özel ismidir, hem de
toplantı anlamına gelir) çağrı yapılınca iş güç bırakılıp namaza gidilir.
2. Ayetten Cuma’nın çalışma vaktinde kılındığını anlıyoruz. Yani gündüz
vakti, sabah ile akşam namazının ortasındaki vakitte Cuma namazı
kılınmalıdır.
3. Cuma suresinin 10. ayetinden namaz kılınca herkesin işine döndü-
ğünü anlıyoruz. Buna göre Cuma’nın tatil günü olması şeklinde bir
şeyin Kuran’da olmadığı anlaşılır. Ayrıca Cuma’nın farzı kılındıktan
sonraki rekatların ve duaların da Cuma namazının bir bölümü
olmadığı görülür. Çünkü namaz sonrası hemen işe dönüldüğü ayetten
açıkça anlaşılır.
4. Kuran’dan diğer namazların da topluca kılınabileceğini görüyoruz.
Fakat topluca kılınması mecbur tutulan tek namaz Cuma namazıdır.
5. Cuma namazını kılacaklar için kadın erkek ayrımı yoktur. Aslında
hadislerde bile böyle bir ayrım yoktur. Birçok hadiste bile erkeklerle
403
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
kadınların topluca Cuma namazı kıldığı söylenirken, Emevi döneminin
keyfi uydurmalarıyla Cuma namazının sırf erkeklere farz olduğu
uydurulmuştur.
9. ayetten de anlaşıldığı üzere namaza çağrı yapıldığında Allah’ın hatırlanması
için toplanılır. Bu süre içinde Kuran’ın anlattığı şekilde din anlayı-
şına uygun izahlar yapılmalıdır. Allah’ın hatırlanması dışındaki izahlardan,
hurafelerden uzak durulmalıdır. Müslümanlar Allah’ı hatırlamak için toplanırken;
mezhepçi anlayışların uydurmalarıyla dolu hadis kitaplarının, ilmihallerin
izahlarıyla karşılaşmamalıdırlar. Bu yüzden Cuma hutbelerinin,
özellikle, Kuran’ın, hutbeyi dinleyen topluluğun anlayacağı dildeki çevirisinin
okunmasıyla gerçekleşmesinin en iyi ve en yararlı çözüm olacağı kanaatindeyiz.
SAVAŞTA NAMAZ
Nisa Suresi 101, 102, 103. ayetlerde savaştaki namazın açıklandığını gö-
rüyoruz. Namazın kapsadıkları başlığında buna değinmiştik. Bu ayetlere göre
kafirlerin Müslümanlara zarar verme tehlikesi varsa, namazın kısa bir şekilde
kılınmasında bir sakınca olmadığını anlarız. Bu tarz bir tehlikede bir
grup namazı kılar, diğeri bekler. Sonra diğer grup gelip namazı kılar ve bu
sırada da ilk grup bekler. Namazı kılanlar silahlarını bırakmaz ve kafirlere
koz verilmez (yağmur, hastalık, yaralanma gibi durumlarda silah bırakılabilir).
Namaz bitince Allah anılır. Normal zamanda, bu tarz şeylere (nöbetleşe
kılma, silahları bırakmama) gerek kalmadan, namaz düzgün bir şekilde kı-
lınmaya devam edilir. Kuran’ın “savaşta namaz” hakkında açıklama getirmesi,
hayatta karşımıza çıkması ender olan durumlarda bile, Kuran’da, gerektiğinde
açıklamalar getirildiğinin önemli bir delilidir. Bu yüzden, her gün
namazda yerine getirilmesi gerekli olan farzları, Kuran dışında aramamamız
gerektiğini; “Kuran ana konuları anlatıyor, farzlardaki detaylar ise diğer
kaynaklarda…” izahlarının geçersiz olduğunu anlamamız gerekir.
404
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
KORKU HALİNDE NAMAZ
Kuran’da namazla ilgili gerekli detayların olduğunun diğer bir delili
“korku durumları”nda namaz ibadetini nasıl devam ettirmemiz gerektiğinin
bile açıklanmış olmasıdır. Müslüman nüfusun az bir bölümünün, hayatlarındaki
sınırlı sayıda durumda karşılarına çıkacak olaylarda ne yapmaları
gerektiğini söyleyen bu ayet; Müslümanlar’ın hepsinin her günkü ibadetleriyle
ilgili konularda bir eksiğin Kuran’da bulunmadığı iddiamızı desteklemektedir.
Eğer bir korku, endişe olursa ne yapılacağı Kuran’da şöyle geçer:
Eğer korkuyorsanız; yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvene
kavuştuğunuzda Allah’ı, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi hatırlayın
(zikredin).
2-Bakara Suresi 239
Görüldüğü gibi Kuran’da, zor durumlarda bile namazın vaktinde kılınması
buyurulmuştur. Su bulunamazsa yeryüzünün tamamını kaplayan toprakla
teyemmüm edilir; korkulacak bir durum varsa bir bineğin üzerinde
veya yaya olarak kişi Allah’ı zikreder. Namazın hareketlerini tam yapamazsa
da, bu hareketlere yaklaşık hareketlerle namazı kılar. Fakat namaz
terk edilmez. Kuran, namazı asla terk edilemeyecek bir ibadet olarak sunar
ve mazeret durumları için kolaylıklar sağlayarak, bu durumlarda bile namazın
devamını, böylece de namazın temeli olan Allah’ın hatırlanmasının
(zikrinin) devamını sağlar.
cenaze namazı
Kuran’da “Cenaze namazı kılın” şeklinde bir ifade yoktur. Demek ki cenaze
namazı kılmak farz değildir. Fakat 9-Tevbe Suresi 84. ayette Peygamber’e
ihanet edenlerin ardından cenaze namazı kılınmaması, mezarlarının başında
durulup onlara destek verilmemesi belirtilir. Demek ki Peygamber’e -dinimize-
ihanet etmemiş Müslümanlar’ın cenaze namazlarının kılınabileceği,
onların mezarlarına gidilip, destek verilebileceği anlaşılır. Ölenin arkasından
405
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
Allah’ı anacak ibadetler yaparak; namaz kılarak, Kuran okuyarak ve dua ederek
ölüyü toprağa vermek, İslam’ın ruhuna uygundur. İslam’da yerleşmiş bu
uygulamaları devam ettirmek elbette güzeldir. Fakat Kuran’da yer almayan
kabir sorgusu, kabir azabı ve kabir mükafatı gibi uydurma kavramlara göre
şekillenen; İmam’ın ölüye mezarında kabir sorgusunda yardımcı olması için
bir şeyler ezberletmesi (telkin vermesi) gibi Kuran’a aykırı uygulamaların
da cenaze törenleriyle ilgili uygulamalardan çıkarılması gerekir. (Öldükten
sonra verilen “telkin”e Ehli Sünnet içinden de bazı muhalefetler olmuştur,
fakat bu uygulamanın yaygın olduğunu hatırlatmalıyız.)
namaza çağrı (ezan)
için namaz kılmalarını istemediğini bildirmiştir. Peki, ayık kafalıyken hem
bilmediği bir dilde, hem de ezbere Arapça Kuran okuyup ne dediğini bilmeyenlerin
durumunun bu sarhoşlardan anlama konusunda ne farkı vardır?
Bunların namazlarında yerine getirmedikleri unsur olan “ne söylediğini bilmek”,
sarhoşların yerine getirmediği unsurla aynı değil midir?
Kuran’da, 2-Bakara Suresi 45. ayette, sabırla ve namazla Allah’tan yardım
dilemek geçer. Peki, anladığı dilde namaz kılmayan kişi, kendi özel
derdiyle ilgili özel duygularını nasıl dile getirip de Allah’tan yardım dileyecektir.
Arapça dışındaki dillerde ibadete karşı çıkanlar, bu ayetin hükmünün
yerine gelmesini engellemiş olmuyorlar mı? Kişiler namazla ilgili gereksiz
detaylara boğulmuştur. Fakat namazın en önemli unsuruyla ilgili ciddi sorun
bulunmaktadır. Allah, 20-Taha Suresi 14. ayette namazın gayesinin kendisinin
hatırlanması olduğunu söyler. Mezheplerin anlattığı namaz şekliyle;
398
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
ayaktayken ellerin bilekten tutulması, rükuda sırtın gerekli açısı, secdede
önce alnın sonra burnun yere konuşu, oturuşta bir ayağın dik diğerinin yatık
oluşu gibi Kuran’da olmayan nice teferruat harfiyen yerine getirilir. Ama
Allah’ın bilinçli bir şekilde hatırlanması; bu Arapçaperestlik, ezbercilik, teferruatçılık
yüzünden gölgelenir, engellenir. Eğer “Hayır böyle bir şey yok”
diyorsanız, etrafta bahsettiğimiz şekilde namaz kılan birçok kişiyi sorgulayıp
söylediklerimizin doğruluğunu tartın. Bu kitapta emeği olanların bir-
çoğu da daha evvel mezheplerin anlattığı şekilde dini öğrenmeye başladıkları,
o şekilde namaz kıldıkları için kılınan namazların nasıl olduğundan
haberdardırlar. Düzgün kılınan namazla:
1- Allah hatırlanmakta, kişi ne söylediğinin farkında olmaktadır (20-
Taha Suresi 14).
2- Namazda huşu olmaktadır. Huşu kelimesine kalpsel ürperti, derin
saygı manaları verilmektedir (23-Müminun Suresi 2).
3- Namaz kişiyi çirkin davranışlardan ve fiillerden alıkoymaktadır
(29-Ankebut Suresi 45).
Düzgün kılınmayan bir namaz, birçok kişi tarafından iyi niyetle yerine
getirilmiş bir ibadet olabilir. Fakat sonuç yine de anlamadığını tekrarlama ve
ne söylediğini bilmeden namaz kılma olmaktadır. Bu yüzden kişinin, anladığı
dilde ne söylediğini bilerek ibadet etmesi, namazla hedeflenen gayelerin
gerçekleşmesi için çok önemlidir. Anlaşılan dilde ibadet kişinin söyledi-
ğinin farkında olması demektir. Bu ise gerçek manada hatırlamanın (zikir)
oluşması için zaruridir. Anlaşılan dilde ibadet; bir ruhsat ve bir kolaylık olarak
görülmemelidir. Anlaşılan dilde ibadet, kişinin Yaratıcısı ile gerekli olan
bağı kurması için olmazsa olmaz bir şarttır. Siz, kitlelerin hepsinin Arapça
öğrenemeyeceği ve İslam’ın Arap ırkının dini olmadığı kanaatindeyseniz,
bu fikri kabullenmekte zorlanmamalısınız.
Ayrıca 72-Cin Suresi 18. ayete göre namaz kılınan yerlerde Allah dı-
şında kimseye yakarılmamalıdır. Peygamberlerden, evliya zannedilenlerden
veya ölmüşlerden yardım istemek Müslüman’a yakışmaz. Müslüman bir tek
Allah’a yalvarır, gücün bir tek Allah’ta olduğunu bilir.
399
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
namazda rekat sayısı var mı?
Kuran’ı okuduğumuz zaman Kuran’da “rekat” diye bir kavramın geç-
mediğini görürüz. Allah istese Kuran’da namazların rekat sayılarını elbette
belirtirdi. Namazda Allah’ın anılması, kıyam, rüku, secde gibi şartları gördük.
Rekattan kastedilen kıyam, rüku ve secdeden oluşan düzenin kaçar
defa tekrarlandığıdır. Günümüzdeki uygulamaya bakarsak sabaha iki, öğ-
lene dört, akşama üç şeklinde; namazlara ayrı rekatlar biçildiğini görürüz.
Oysa rekatların bu şekilde ayrı sayılarda olması; “Namaz kaç rekat istenirse
o kadar kılınır; isteyen iki, isteyen dört, isteyen yirmi rekat kılar” şeklinde
de anlaşılabilir (İsteyen istediği kadar rekat kılınca, yani istediği sayıda kı-
yam, rüku ve secde yapınca rekat sayısıyla ilgili belirli bir farzlaştırmanın
mevcut olmadığı anlamı ortaya çıkar) Demek ki bu ayrı rekatların farzlaş-
tırılma süreçleri de mezheplerin bir yorumu sonucudur.
Sahabeler, hatta Peygamber namazlarda bir düzen olsun diye “Kıyam,
rüku, secde; yani rekat denilen birim şu kadar olsun…” şeklinde bir düzenle
namaz kılmış olabilirler. Namazlarda şaşırılmamasını sağlayan, toplu ibadetlerde
kolaylık getiren bu tip uygulamalar yapılmış olabilir. Oturmuş ve
namaza düzen getiren bu tip uygulamaların, özellikle toplu kılınan namazlarda
-farz olmadıkları belirlenip- devam ettirilmesinin iyi olacağı, Kuran’ın
ruhuna aykırı olmayan bu düzenlemelerin gereksiz yere tartışma konusu yapılmaması
gerektiği kanaatindeyiz. Fakat bu yapılırken, bu düzen uygulamalarının
statüsü bilinmeli ve Kuran’ın dinin tek kaynağı olduğu gerçeğine
karşı bu düzenlemelerden kaynaklı anlamsız karşı çıkışlar yapılmamalıdır.
Nitekim namaza başlarken elleri kaldırıp namaza başladığını göstermek, namaz
bitince sağa, sola selam vererek veya bazı mezheplerde elleri dizlere vurarak
namazın bittiğini göstermek gibi uygulamalar da namazlara düzen veren
uygulamalardır. Böylesi düzenleyici uygulamalar belli amaçlara yönelik
yapılabilir; bu “ümmet” bu konuda bir “sünnet” oluşturmuştur, bunun statüsü
doğru belirlendikten sonra Kuran’ın ruhuna uygun ve yararlı olanların
devamına destek olmak gerekir. Kuran’da bu uygulamaları yasaklayıcı bir
ifade yoktur. Fakat Kuran’da geçmeyen bu tür uygulamaları farzlaştırmak
400
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
kabul edilemez. Kişi on rekatlı namazı üç dakikada kılabilir, fakat bir rekatlı
bir namazda saatlerce kalıp Allah’ı daha çok anabilir. Yani namazda rekat
sayısının temel kriter olması için bir sebep gözükmemektedir. Allah da insanları
namazda bu şekilde bir sayıma mecbur etmemiştir. Abdestte su bulunmayınca
ne yapılması gerektiğini açıklayan Allah, eğer namazda rekat
sayısı şeklinde bir farz olsaydı, onu da açıklardı.
Bazıları Nisa Suresi 101, 102, 103. ayetlerdeki savaş zamanı kılınan namazda,
“namazın kısaltılmasında bir günah/sakınca olmaması” ifadesinden,
namazın iki rekat olduğunu çıkarmaktadırlar. “Eğer kısaltılmış namaz
bir rekatsa, namazın tam olarak kılınması iki rekattır” demektedirler.
Peygamber’in burada iki gruba namaz kıldırdığı için iki rekat olarak kıldırmasını
da delil olarak göstermektedirler. Bizce namazı kısaltmaktan kasıt;
rekat olarak kısaltmak değil, zaman olarak kısaltmaktır. Çünkü daha evvel
dediğimiz gibi bir rekatlık namaz saatlerce sürebilir. İki rekat namaz yarım
dakikadan kısa bir sürede bitirilebilir. Savaşta düşmanın vereceği zarar
kaç secde, kaç rüku yapıldığıyla değil, namazın secdesinin rükusunun vakit
olarak ne kadar sürdüğüyle alakalıdır. Üstelik daha evvel değindiğimiz
gibi Kuran’da rekat diye bir kavram yoktur. Birçok konuyu rekatlara endeksli
düşünmemiz sanırız geleneksel alışkanlıklarımızdan kaynaklanmaktadır.
4-Nisa Suresi 103. ayetteki “Üzerinize bir günah/sakınca yoktur” diye tercüme
edilen “La cunahun” ifadesi; Kuran’da, kimi yerlerde Müslümanlar’ın
endişelerini yok etmek için kullanılır. Örneğin 2-Bakara Suresi 158. ayette
hac veya umreye gidenlerin Safa ve Merve’yi tavaf edebileceğinin belirtilmesi
için “La cunahun” ifadesi kullanılır.
Eğer bu ayet olmasaydı da Müslümanlar’ın bu bölgeyi tavaf etmesine engel
bulunmazdı. Fakat belli ki Müslümanlar’ın zihnindeki endişelerin yok edilmesi
için “La cunahun” ifadesi kullanılmıştır. Aynı şekilde Müslümanlar’ın
namazı kısa kılmasında bir sakınca olmadığı ifadesi namazın belli bir uzunlukta
olmasından dolayı değildir. Uzunluğu belirten böyle bir ayet yoktur. Fakat
tahminimiz, savaştaki tehlike durumunda namazı çabucak kılan Müslü-
manların “Namazı baştan mı savdık” gibi endişeye kapılmalarından dolayı,
401
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
savaş halinde namazı kısa kılmalarında bir sakınca olmadığı söylenmiştir.
Aynı şekilde Bakara Suresi 158. ayette de “La cunahun” ifadesiyle; Hac’da
lütuf ve bereket aranmasında bir sakınca olmadığı belirtilerek bir endişe
yok edilmiştir. Bu ifade olmasa yine de Hacda lütuf ve bereket aramak sakıncalı
olmayacaktı.
Sizce, rekat sayısının, toplu namazlara bir düzen vermesi dışında namazın
özüne ne kadar katkısı olabilir ki? Rekat sayısı kişinin Allah’ı daha fazla
anmasını sağlayan bir unsur değildir. Kişi namazı daha uzun süre kılarak
Allah’ı daha çok anabilir. Sürenin ise rekatla bir alakası yoktur. Namazda
Allah’ın hatırlanması (zikredilmesi) gerektiği veya namazdan önce abdest
alınmasıyla ilgili detaylar anlaşılıyor da rekat adeti niye anlaşılmıyor? Çünkü
Allah bunu kullarının inisiyatifine bırakmıştır, bu konuda sınırlamalar yapmak
istememiştir. İstese saydığımız tüm diğer detayları veren Allah; tek bir
ayetle hem rekat kavramını oluşturabilir, hem de rekatı sayılandırabilirdi.
Nasıl ki Allah, dua etmemiz için dakikalar, sayılar belirtmemişse; aynı şekilde
namazda da evrensel, mecbur olduğumuz hükümler olarak bahsedilen
detayları farzlaştırmamıştır. Zihnimizi bütün önyargı ve alışkanlıklarından
arındırırsak ve Kuran’ı elimize alıp geleneklerden bağımsız bir şekilde dini
anlamaya çalışırsak, sorunlar Allah’ın izniyle hallolacaktır.
NAMAZDA SES
Namazdaki ses konusunda düzenleme şu ayetle verilmektedir:
Namazında sesini yükseltme, kısma da, ikisi ortası bir yol tut.
17- İsra Suresi 110
Görüldüğü gibi namazı bağırarak kılmamak gerekir. Ayrıca kelimeleri
içinden geçirip, sessiz bir şekilde namaz kılmak da uygun değildir. Bu ayetin
tekil şahısla Peygamberimiz’e hitap ettiği düşünülebilir. Peygamber’in
diğer Müslümanlara namaz kıldırdığı diğer ayetlerden anlaşılmaktadır. O
zaman, özellikle topluluğa namaz kıldıranlar, bağırtılı ses tonuyla namaz
kıldırmamalıdırlar.
402
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
CUMA (TOPLANTI) NAMAZI
Kuran’da Cuma (toplantı) namazı, Cuma Suresi’ndeki şu ayetlerden anlaşılmaktadır:
9- Ey iman edenler! Cuma günü (toplantı günü) namaz için çağrı
yapıldığında Allah’ı hatırlamaya (zikretmeye) koşun. Alış verişi
bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
10- Namazı kılınca yeryüzüne dağılın. Allah’ın lütfundan nasibinizi
arayın. Allah’ı çokça hatırlayın, umulur ki kurtuluşa erişirsiniz.
11- Oysa onlar bir ticaret veya eğlence gördüklerinde ona yönelirler
de seni ayakta bırakırlar. De ki; Allah katında bulunan, eğ-
lenceden de, ticaretten de daha hayırlıdır. Allah rızık verenlerin
en hayırlısıdır.
62-Cuma Suresi 9-11
Buna göre:
1. Cuma günü (Cuma; hem haftanın bir gününün özel ismidir, hem de
toplantı anlamına gelir) çağrı yapılınca iş güç bırakılıp namaza gidilir.
2. Ayetten Cuma’nın çalışma vaktinde kılındığını anlıyoruz. Yani gündüz
vakti, sabah ile akşam namazının ortasındaki vakitte Cuma namazı
kılınmalıdır.
3. Cuma suresinin 10. ayetinden namaz kılınca herkesin işine döndü-
ğünü anlıyoruz. Buna göre Cuma’nın tatil günü olması şeklinde bir
şeyin Kuran’da olmadığı anlaşılır. Ayrıca Cuma’nın farzı kılındıktan
sonraki rekatların ve duaların da Cuma namazının bir bölümü
olmadığı görülür. Çünkü namaz sonrası hemen işe dönüldüğü ayetten
açıkça anlaşılır.
4. Kuran’dan diğer namazların da topluca kılınabileceğini görüyoruz.
Fakat topluca kılınması mecbur tutulan tek namaz Cuma namazıdır.
5. Cuma namazını kılacaklar için kadın erkek ayrımı yoktur. Aslında
hadislerde bile böyle bir ayrım yoktur. Birçok hadiste bile erkeklerle
403
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
kadınların topluca Cuma namazı kıldığı söylenirken, Emevi döneminin
keyfi uydurmalarıyla Cuma namazının sırf erkeklere farz olduğu
uydurulmuştur.
9. ayetten de anlaşıldığı üzere namaza çağrı yapıldığında Allah’ın hatırlanması
için toplanılır. Bu süre içinde Kuran’ın anlattığı şekilde din anlayı-
şına uygun izahlar yapılmalıdır. Allah’ın hatırlanması dışındaki izahlardan,
hurafelerden uzak durulmalıdır. Müslümanlar Allah’ı hatırlamak için toplanırken;
mezhepçi anlayışların uydurmalarıyla dolu hadis kitaplarının, ilmihallerin
izahlarıyla karşılaşmamalıdırlar. Bu yüzden Cuma hutbelerinin,
özellikle, Kuran’ın, hutbeyi dinleyen topluluğun anlayacağı dildeki çevirisinin
okunmasıyla gerçekleşmesinin en iyi ve en yararlı çözüm olacağı kanaatindeyiz.
SAVAŞTA NAMAZ
Nisa Suresi 101, 102, 103. ayetlerde savaştaki namazın açıklandığını gö-
rüyoruz. Namazın kapsadıkları başlığında buna değinmiştik. Bu ayetlere göre
kafirlerin Müslümanlara zarar verme tehlikesi varsa, namazın kısa bir şekilde
kılınmasında bir sakınca olmadığını anlarız. Bu tarz bir tehlikede bir
grup namazı kılar, diğeri bekler. Sonra diğer grup gelip namazı kılar ve bu
sırada da ilk grup bekler. Namazı kılanlar silahlarını bırakmaz ve kafirlere
koz verilmez (yağmur, hastalık, yaralanma gibi durumlarda silah bırakılabilir).
Namaz bitince Allah anılır. Normal zamanda, bu tarz şeylere (nöbetleşe
kılma, silahları bırakmama) gerek kalmadan, namaz düzgün bir şekilde kı-
lınmaya devam edilir. Kuran’ın “savaşta namaz” hakkında açıklama getirmesi,
hayatta karşımıza çıkması ender olan durumlarda bile, Kuran’da, gerektiğinde
açıklamalar getirildiğinin önemli bir delilidir. Bu yüzden, her gün
namazda yerine getirilmesi gerekli olan farzları, Kuran dışında aramamamız
gerektiğini; “Kuran ana konuları anlatıyor, farzlardaki detaylar ise diğer
kaynaklarda…” izahlarının geçersiz olduğunu anlamamız gerekir.
404
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
KORKU HALİNDE NAMAZ
Kuran’da namazla ilgili gerekli detayların olduğunun diğer bir delili
“korku durumları”nda namaz ibadetini nasıl devam ettirmemiz gerektiğinin
bile açıklanmış olmasıdır. Müslüman nüfusun az bir bölümünün, hayatlarındaki
sınırlı sayıda durumda karşılarına çıkacak olaylarda ne yapmaları
gerektiğini söyleyen bu ayet; Müslümanlar’ın hepsinin her günkü ibadetleriyle
ilgili konularda bir eksiğin Kuran’da bulunmadığı iddiamızı desteklemektedir.
Eğer bir korku, endişe olursa ne yapılacağı Kuran’da şöyle geçer:
Eğer korkuyorsanız; yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvene
kavuştuğunuzda Allah’ı, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi hatırlayın
(zikredin).
2-Bakara Suresi 239
Görüldüğü gibi Kuran’da, zor durumlarda bile namazın vaktinde kılınması
buyurulmuştur. Su bulunamazsa yeryüzünün tamamını kaplayan toprakla
teyemmüm edilir; korkulacak bir durum varsa bir bineğin üzerinde
veya yaya olarak kişi Allah’ı zikreder. Namazın hareketlerini tam yapamazsa
da, bu hareketlere yaklaşık hareketlerle namazı kılar. Fakat namaz
terk edilmez. Kuran, namazı asla terk edilemeyecek bir ibadet olarak sunar
ve mazeret durumları için kolaylıklar sağlayarak, bu durumlarda bile namazın
devamını, böylece de namazın temeli olan Allah’ın hatırlanmasının
(zikrinin) devamını sağlar.
cenaze namazı
Kuran’da “Cenaze namazı kılın” şeklinde bir ifade yoktur. Demek ki cenaze
namazı kılmak farz değildir. Fakat 9-Tevbe Suresi 84. ayette Peygamber’e
ihanet edenlerin ardından cenaze namazı kılınmaması, mezarlarının başında
durulup onlara destek verilmemesi belirtilir. Demek ki Peygamber’e -dinimize-
ihanet etmemiş Müslümanlar’ın cenaze namazlarının kılınabileceği,
onların mezarlarına gidilip, destek verilebileceği anlaşılır. Ölenin arkasından
405
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
Allah’ı anacak ibadetler yaparak; namaz kılarak, Kuran okuyarak ve dua ederek
ölüyü toprağa vermek, İslam’ın ruhuna uygundur. İslam’da yerleşmiş bu
uygulamaları devam ettirmek elbette güzeldir. Fakat Kuran’da yer almayan
kabir sorgusu, kabir azabı ve kabir mükafatı gibi uydurma kavramlara göre
şekillenen; İmam’ın ölüye mezarında kabir sorgusunda yardımcı olması için
bir şeyler ezberletmesi (telkin vermesi) gibi Kuran’a aykırı uygulamaların
da cenaze törenleriyle ilgili uygulamalardan çıkarılması gerekir. (Öldükten
sonra verilen “telkin”e Ehli Sünnet içinden de bazı muhalefetler olmuştur,
fakat bu uygulamanın yaygın olduğunu hatırlatmalıyız.)
namaza çağrı (ezan)
Kuran’da namaz için çağrı yapıldığını, kafirlerin ise bu çağrıyı alaya aldıklarını
görüyoruz. Kuran, namaz için belirli bir çağrıyı farzlaştırmamıştır.
Amaç namaz için kişilerin toplanmasıdır ki bunun için gereğinde çağrı yapılır.
Cuma namazı, toplu kılınması söylenen bir namaz olduğu için Cuma
namazına çağrı yapılır (62-Cuma Suresi 9). Çağrının nasıl yapılacağı belirtilmediğine
göre çağrının (ezanın) dili ve şekli yapısı Müslümanlar’ın inisiyatifindedir.
Esas olan çağrının yapılmasıdır. Çağrı (ezan) en iyi nasıl ger-
çekleşip, kişiler nasıl bir araya getirilecekse, hoparlörlü veya hoparlörsüz, o
şekilde yapılır…
Aktarılan hadislerde de ezanın vahiy sonucu veya Peygamber’in emri
ile oluştuğu ifade edilmez. Hadislere göre namaza erken gelenler işlerinden
geri kaldıkları, geç gelenler ise namazı kaçırdıkları için yakınıyorlardı.
Bunun üzerine namaza nasıl çağrı yapılabileceği ile ilgili değişik görüşler
ortaya atıldı. Sonunda görülen bir rüya üzerine bugünkü gibi insan sesinin
kullanılması suretiyle ezanda karar kılındı (Bakınız Ebu Davud, es Sünen,
1/16). Hadislerde anlatılanlara göre Peygamber bu rüya için “İnşallah hak
rüyadır” demiştir. Yine hadislere göre Bilal kendi inisiyatifiyle sabah namazında
“Es Salatu Hayrun Minen Nevm” (Namaz Uykudan Hayırlıdır) ifadesini
eklemiştir. Görüldüğü gibi hadisleri tarafsız bir şekilde okuyan bir kişi;
406
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Peygamberimiz’in döneminde, ümmetin ihtiyaçlarına yönelik bir şekilde,
ezanın mevcut şeklinin kabul edildiği sonucuna varır. Eğer ezanın mevcut
şeklinin emir olduğu hadisten çıkacaksa, Peygamber’in “Bu böyledir, böyle
ezan okuyun” diye emretmesi gerekmez miydi? Dini emir olan bir konuda
ise Bilal’in ezana bir cümle eklemesi düşünülemezdi.
Gerçi biz Kuran’da açıklanmayan her şeyin kendi inisiyatifimize bırakıldığını,
hadislere atıfa gerek duymadan, Kuran’a dayanarak söylüyoruz; fakat
mezhepçi yaklaşımı benimseyenlerin, ezanın mevcut şeklini adeta farz gibi
sunmaları üzerine ezanın nasıl oluştuğunun anlatımını aktardık.
Bilal’in ezana kendi keyfince cümle eklemesi, yani ezanı değiştirmesi
mümkün oluyorsa; ezanın mevcut şeklinin bir farz değil, bu ümmetin yerleşmiş
güzel bir sünneti olduğunu düşünmek gerekmez mi? Ezanın mevcut
formunu değiştirmenin gerekip gerekmediği tartışılabilir, ama buna karar
vermenin bizim inisiyatifimizde olduğu, bu hususta farklı kararların mümkün
olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bize göre, İslam dünyasında aynı şekilde
okunan ezanı değiştirmemek; “İslam ümmetinin bu ortak sünnetini”
bozmamak gerekir. Bu konuda yapılan girişimler gereksiz tartışmalar çıkarmanın
ötesine gitmeyecektir. Fakat ezan okunmasının yasak olduğu ülkelerde
namaza çağrı; ışık yakarak, mail yollayarak veya herhangi başka bir
şekilde yapılabilir. Böylece ezanın farz olan bir kalıbı olmamasının getireceği
esneklikten yararlanılır.
namazdan sonra allah’ı hatırlamak
Namazı bitirdiğinizde Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken
hatırlayın (zikredin).
4-Nisa Suresi 103
Namazı bitirdiğimizde de Allah’ı hatırlamalıyız. Namazdaki oturuşlar
namazın bir bölümü değildir. Tahminimiz bu ayete ve secdelerden sonra da
Allah’ın hatırlanmasını söyleyen 50-Kaf Suresi 40. ayetindeki gibi ayetlere
407
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
binaen namazın sonunda oturuşlar oluşmuştur. Bu oturuşlarda namazdan
sonra Allah’ın hatırlanmasını söyleyen ayetlerin hükmünü yerine getirebiliriz.
Fakat bu anmayı ayakta veya yan yatarak da yapabileceğimizi ve oturmanın
namazın bir bölümü olmadığını bilelim.
sonuç olarak:
CAMİLERDE KILINAN NAMAZ NASIL OLMALI?
Kuran namaz adına tüm detayları verir. Namazın vakitleri, namaz için
abdest alınması, kıyam, rüku, secde, namazın Allah’ın hatırlanması için kı-
lınması, namazın gösteriş için kılınmaması gibi gerekli olan her şey açıklanmıştır.
Açıklanmayan konular unutulmuş değil, Allah’ın farzlaştırmak
istemediği konulardır. Allah namazı övmüştür. Şu anda camilerde kılınan
namazlarda şeklen Kuran’daki tüm unsurlar yerine gelmektedir. Fakat mezhepçilerin
farz veya sünnet olduğunu iddia ettikleri birçok husus Kuran’da
geçmemektedir. Mezheplerde olan detayları Kuran’da bulamayanlar “Bak
Kuran eksik, mezheplerin izahı olmazsa, biz nasıl namaz kılacağız” demektedirler.
Böylece mezheplerini Kuran’ın üstünde bir yere koyan bu kişiler,
akılları sıra Kuran’ı mezheplerine denetlettirdiklerinin farkında değildirler.
Oysa bu şahıslar, mezheplerdeki namaz izahlarını Kuran’a denetlettirmeli;
Kuran’da geçmeyen namaz ile ilgili izahların farz olamayacağını bilmelidirler.
Allah’ın baldırını açtıran, dünyayı balık ve öküz üzerine koyan, kadınları
erkeklerin cerahatli vücutlarını yalasalar da haklarını ödeyemeyecek
varlıklar olarak gören uydurma hadislere dayalı mezhepler hangi konularda
isabetlidirler ki, namaz konusunda isabetli olmalarını bekleyelim? Harici,
Mutezile, Şii kaynaklarının namaz vakitleri ve namazın kimi uygulamaları
hakkındaki Ehli Sünnet mezheplerden değişik görüşleri, zaten namaz konusuna
yanlış yorumların karıştığını, bu konunun baştan incelenmesi gerektiğini
göstermektedir.
Kitabımızda mezheplerle, mezheplerin dayandığı hadislerle ilgili açıklamalarımız,
mezheplerin nasıl güvenilmez olduğunu ortaya koymaktadır.
408
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Bu yüzden dinin diğer unsurlarını, nasıl mezhepleri bir kenara bırakıp
Kuran’dan anlamalıysak, aynı şey namaz için de geçerlidir. Bir hadise göre
Peygamberimiz’in yakın arkadaşı Enes bin Malik, Emeviler döneminde yapılan
tüm bozulmalarla beraber namazın da bozulduğunu görmüş ve “O
mescitlerde kılınan namaz Peygamberimiz’in bize öğrettiği namaz değildir.
Emeviler bir yığın uydurmayla namazı tanınmaz hale getirdiler” demiştir
(İbni Kayyum Zad’ül Mead 1/222). Dinin temeline hadisleri koymak isteyenler
bu hadise ne diyeceklerdir?
Bütün bu izahlarımızla beraber, şu anda camilerde kılınan namazların
ve ezanın değiştirilmesi gerekmediğini, hatta İslam âleminde ortak bir kabule
dönüşmüş bu konudaki düzenlemelerin birçoğunun muhafazasının yararlı
olacağını vurgulamak istiyoruz. Ezanın bütün İslam âleminde aynı şekilde
okunmasının, namazın bütün camilerde birbirine çok benzer şekilde
kılınmasının yararlı birçok fonksiyonu vardır. Bu sayede Arapça ezanı duyan
birçok kişi namaza çağrıldığını hemen anlamakta, ezanın ortak ve Kuran’a
uygun sözleri, Müslümanlar arasında birlik hissi uyandırmaktadır. Namazın
belli bir formda camilerde kılınması ise muhtemel kargaşaları önlemektedir.
Örneğin daha önce vurguladığımız gibi namazların çok uzun kıldırılması
suretiyle namazdan sonra işine gitmesi gereken cemaate sorun çıkartılmasının
önüne geçilmektedir veya baştaki tekbirle namaza başlandığı, sondaki
selamlarla namazın bittiği anlaşılarak, topluca kılınan namaza sonradan yetişen
kişi, bunlara göre kendini ayarlamaktadır.
Önemli olan Kuran’da farz kılınmayanların farz olduğunun ve Kuran’ın
yetersiz olduğunun iddia edilmemesidir. Yoksa Müslümanlar’ın muhakkak
Kuran dışında bir takım kararları ve düzenlemeleri olmuştur, olacaktır ve
-Kuran’a aykırı olmamak kaydıyla- olmalıdır da. Kuran’dan, Peygamber’in
yakınındaki Müslümanlar’ın, kendilerine farz olmayan ibadetleri de yaptıklarını
anlamaktayız. Bu konuda verdiğimiz örneği bir daha hatırlayalım
Mü-zemmil Suresi 20. ayette; Müslümanlar’dan bir grubun, Peygamber’le beraber;
bazen gecenin üçte birini, bazen yarısını, bazen üçte ikiden eksiğini
ibadetle geçirdiğini okuyoruz. Eğer bu ibadetler, Müslümanlar’dan hepsine
farz olsa, Müslümanlar’dan “bir grup” değil, hepsi ibadete katılırdı. Eğer bu
409
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
ibadetlerin belli katı bir formu olsa, bazen gecenin üçte ikiye yakını, bazen
üçte biri ibadetle değerlendirilip, farklı uygulamalar sergilenmezdi. Bu ibadetler
gerçekleştirilirken, gece vaktinde nerede, hangi saatte toplanılacağına
karar verip uygulamak da “şahsi inisiyatif “ ile -farz veya vacip olmayan- bir
düzenleme yapmaktır. Bir araya gelince kimin Kuran okuyacağına, Kuran’ın
neresinden başlanıp, neresine kadar okuma yapılacağına karar vermek de bir
düzenleme gerektirir. Müzemmil Suresi 20. ayette geçen ibadetler yapılırken
elbette böyle düzenlemeler olmuştur ama hiç kimse bunların farz oldu-
ğunu iddia etmemiştir. Ortaya çıkan sorun, namazlarla ilgili birçok hususta
aynı yolun benimsenmemesi, Kuran’da olmayan kimi düzenlemelerin farzlaştırılması
olmuştur. Sonuçta Peygamber döneminde ve sonrasında Müslü-
manlar, birçok farzı uygularken ve belli formda farzlaştırılmamış ibadetleri
kendilerince bir formda yaparken, kaçınılmaz olarak “kendi inisiyatifleri”
ile belli düzenlemeler oluşturmak durumundaydılar. Toplumun birlikteliği,
sosyolojik bir gereklilik olarak bir takım düzenlemeler gerektirir. Burada
önemli soru şudur: Değişmeyen farzlar hangileridir, düzen için inisiyatiflere
bağlı yapılan tarihsel uygulamalar hangileridir? Bu soruya Kuran’da anlatılan
İslam’ın yaklaşımıyla verilecek cevap açıktır: Kuran’da farzlaştırılanlar
farzdır, geri kalan uygulamalar düzen için oluşturulmuş uygulamalardır.
Farzlar (örneğin sabah namazı kılmak, namazda secde etmek) evrensel, kı-
yamete kadar geçerli, değiştirilemeyecek ibadetlerdir. Düzen olarak yapılan
uygulamalar (örneğin namaza tekbirle, elleri kaldırarak başlamak) ve nafile
ibadetler ise (Kuran’da geçmeyen teravih gibi namazlar) evrensel, kıyamete
kadar geçerli, değiştirilemeyecek uygulamalar olmamakla beraber, bunlarla
eğer Müslüman ümmete Allah’ın daha çok anılacağı ortamların oluşturulması
gibi bir katkı sağlanıyor, yararlı bir fonksiyon yerine getiriliyorsa, uygulanmaya
devam edilmeleri yararlı olacaktır. Namaza tekbirle, elleri kaldırarak
başlamak namaza düzen verdiği gibi; teravih, bayram namazı gibi
farz olmayan namazlar, Müslümanlar’ın bir araya gelmesine ve Allah’ı daha
çok anmalarına katkıda bulunur…
Kuran’da geçmeyip, mezheplerce farzlaştırılmış veya gelenekselleştirilmiş
birçok hususun, iyi niyetlerle başlatılmış düzenlemeler ve uygulamalar
410
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
olduğu, sonradan bunların farzlaştırıldığı veya gelenekselleştirildiği kanaatindeyiz.
Muhtemeldir ki, hem öğlen hem ikindi namazlarının düzenli olarak
iki ayrı vakit olarak topluca kılınma sebebi; 30-Rum Suresi 18. ayette
vurgulandığı gibi hem “günün sonunda” hem “öğlen vakti” Allah’ı övmek/
hamd için olmuştur. Toplu kılınan namaz içinde topluca bu övgüyü/hamdi
gerçekleştirmekle, günlük koşturmalarda insanların bunları unutmaması
hedeflenmiş olabilir. (Buna göre, Kuran’da bu iki vakitte övgü/hamd şeklinde
geçen ifade, sonradan iki ayrı farz namaza -Sunnilik’te- çevrilmiştir.)
Kuran’da, geceleri kıyam ve secde edenleri övenlerle ilgili ifadelere uygun
bir yaşantının, bir düzen içinde uygulanma isteğinin “yatsı” namazının da
farzlar listesine eklenmesine sebep olduğunu tahmin edebiliriz (25-Furkan
Suresi 64; 39-Zümer Suresi 9). Özellikle Türkiye’de -diğer birçok Müslüman
ülkede okunmaz- namazdan sonra okunan tesbihatın da (33’er kere Subhanallah,
Elhamdulillah, Allahuekber denilen), Kuran’da geçen, namazlardan
sonra Allah’ın hatırlanmasıyla ilgili ifadelere (4-Nisa Suresi 103) uygun hareket
edilmesine bir düzen vermek için gelenekselleştirildiğini tahmin edebiliriz.
Camilerin çoğunda namazlarla ilgili uygulanan format Kuran’a uygundur
ama Kuran’ın, belirlenen bu düzeni açıklamadığı bilinerek, bu düzeni
takip edeceklerin, uygulamalarını devam ettirmeleri gerekir. Müslümanlar’ın
birliği ve Allah’ı daha çok anmaları Kuran’da övüldüğüne göre, buna katkı
sağlayan, ibadetlere düzen getiren hususların muhafazası faydalı olacaktır.
Fakat bu yapılırken, nafile ibadetlerin ve Kuran’da belirtilmeyen düzene katkısı
bulunan unsurların, Kuran’da açıklanmayan her şey gibi farz olmadığı
da mutlaka tespit edilmelidir. Kuran’da geçmeyen bu nafileler ve düzenlemeler,
muhafaza edilecekse bile, bunların varlığı, Kuran’ın dinin tek kaynağı
olarak yeterliliğine karşı bir argüman olarak kullanılamaz. Farz olmayan
hususların evrensel hükümler olmadığı unutulmamalı, böylece dindeki
mevcut esneklikler muhafaza edilmelidir. Örneğin daha önceden verdiğimiz
misalleri hatırlayabiliriz; ezanın (namaza çağrının) genel uygulanan formuyla
okunmasının yasak olduğu ülkelerde Müslümanlar, ezan yerine cep telefonuyla
mesaj göndererek veya minarenin üstünde ışık yakarak namaza çağrı
yapabilirler; namazı uzun kılmak isteyen bir topluluk, rüku ve secdelerde
411
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
3’er kere “Subhane Rabbiyel Azim” ve “Subhane Rabbiyel Ala” demek yerine
rükuda ve secdede uzun sureler okuyabilirler, genel uygulamaya fazladan
rekatlar ilave edip namaz kılabilirler…
Kısacası camilerde kılınan namazların ve okunan ezanın mevcut formunun
muhafazası faydalı olacaktır. Sosyolojik gereklilikler, Kuran’da açıklanmayan
kimi hususlarda Müslümanlar’ın düzenleme yapmasını gerektirir.
73-Müzemmil Suresi 20. ayetten anladığımız gibi, Peygamber döneminden
başlayarak Müslümanlar, kendi “inisiyatifleri doğrultusunda” düzenlemeler
yapmışlar, nafile ibadetler gerçekleştirmişler, ibadetlerinde belli bir formu
farzlaştırılmayan hususları “kendi görüşlerine göre” şekillendirmişlerdir.
Sonradan gelen mezhepçiler, “şahsi inisiyatifler” ile belirlenen ve düzen
sağlayan tarihsel hususların bir kısmını farzlaştırmış, vacipleştirmiş, gelenekselleştirmiş
ve evrensel ilkelere çevirmeye kalkmışlardır. Mezhepçi gö-
rüşü Kuran’ın süzgecinden geçirerek neyin farz, neyin “inisiyatiflerle oluş-
turulmuş” insani düzenlemeler olduğunu anlayabiliriz.
“Kuran’ın yeterliliği” ilkesini kabul etmeyenlerin, Peygamberin ve sahabelerin
farzlarla beraber nafileleri de içeren uygulamalarından neyin farz,
neyin nafile ve düzen için oluşturulmuş uygulamalar olduğunu ayırt etmek
için hiçbir rasyonel, objektif kriterleri yoktur. Bu ayırt etme işlemi sadece
Kuran’ın otoritesine başvurularak gerçekleştirilebilir. Bahsedilen uygulamaların
içinde Kuran’ın ifadelerine ve ruhuna aykırı olanların uygulanmasına
elbette son verilmelidir. Fakat Kuran’da yer almayan hususlardan,
Müslümanlar’ın Allah’ı daha çok anmasına ve ibadetlerini düzenli- karga-
şasız bir şekilde yapmalarına hizmet edenler ise, farzlaştırılmadan, muhafaza
edilmelidir. Camilerde şu anda kılındığı formuyla namazın ve okunduğu
formuyla ezanın da şekli -bizce- muhafaza edilmesi gerekenlerdendir.
kuran’daki zekat
Kuran’da malların, maddi değeri olan varlıkların Allah yolunda sarfedilmesi
“zekat, sadaka, infak” gibi kelimelerle, kimi zaman da “Yoksulu yedirin”
gibi ifadelerle (örneğin 74-Müdessir Suresi 44) veya mallarla Allah
412
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
yolunda mücadele etmeden (örneğin 4-Nisa Suresi 95) bahsedilmesiyle anlatılır.
Kuran’da birçok ayette anlatılan bu ibadet, dinimize göre en temel
vazifelerimizden biridir.
Kuran’daki birçok ayette mallarımızdan sarfetmemiz anlatılmıştır. Fakat
hiçbir ayette “Kuran’a göre zekatın miktarı 1/40’tır” diye bir ifade yer almaz.
Kuran’da birçok ayette anlatılan bu konuda, eğer 1/40 şeklinde bir ölçü evrensel
ve belirlenmiş olsaydı, hiç şüphesiz Allah bunu kitabında açıklar, bizi
yalanlarla dolu başka kitaplara muhtaç etmezdi. 1/40 şeklinde oran getiren
mezheplerin bu yargısı, halkın birçoğu tarafından dinin oranı sanılmaktadır.
Oysa bu oran, Kuran’da geçmediği gibi, mezheplerin tek ölçüsü de de-
ğildir. Mezhepler altın, gümüş para gibi değerlerin zekat oranını 1/40 olarak
öngörmüşlerdir. Mezheplere göre tarladaki ürünün zekatının ölçüsü, koyunun
zekatının ölçüsü gibi oranların hepsi birbirinden farklıdır. Mesela tarladaki
ürünün zekatı 1/10’dur. Eğer suyu taşıyarak tarlanıza getiriyorsanız bu
ölçü 1/20’ye düşer. Yani Kuran’da geçmeyen ve tarihsel kanaatlerden ibaret
birçok ayrı oran evrensel dini ölçülere çevrilmiştir. Üstelik bu oranlar, kimi
hususlarda mantıksızdır. Niye çiftçilik yapan kişi ürününün 1/10’unu verecekken,
altını, gümüş kazanan biri 1/40’ı gibi bir oranla, çiftçilerin dörtte birini
versin? Çiftçiler tüccarlardan daha mı zengindirler, yoksa çiftçilik tüccarlıktan
çok daha avantajlı bir meslek midir? Kuran’da geçmeyen ölçüleri
uyduranların, uydurduklarında evrensel dini ölçü olacak bir basiret görülmemektedir.
Kuran’la yetinmemenin sonucu bu konuda da felaket olmuştur.
Kuran’da geçen “infak” kelimesinin Türkçe karşılığı “harcamak, sahip
olunan mallardan vermek”tir. Kuran’da geçen bu kelime Türkçe’deki “harcama”
kelimesi gibi hem Allah yolunda harcamayı, hem de bunun dışındaki
harcamaları ifade eder. Genelde Allah yolunda harcamayı ifade etmek
için kullanılmış olan bu kelime, Allah yolundan alıkoymak için yapılan harcamalar
için de kullanılmıştır (Bakınız: 8-Enfal Suresi 36). Oysa “sadaka”
kelimesi hep “Allah yolunda harcamalar” manasında kullanılır. “Sadaka”
kelimesi kökünde “doğrulama” manasına sahiptir. Allah yolunda yapılan harcamaların,
Allah’ın hükümlerine inanmanın ve bu hükümleri doğrulamanın
bir sonucu olması; “sadaka” kelimesinin bu kullanılış tarzına sebep olmuş
413
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
olabilir. “Zekat” kelimesi ise “temizlenme” manası taşır. Kuran’da “zekat”
kelimesi “sahip olunan değerlerden başkalarına vererek temizlenme” manasında
kullanılır. Nitekim 9-Tevbe Suresi 103. ayetten “sadaka vermenin”,
“temizlenme” yani “zekat” olduğunu anlayabiliriz. “Zekat”ı, “sadaka”yı da
kapsayan daha geniş anlamlı bir kavram olarak düşünebiliriz. Bu anlayışa
göre “zekat”, sahip olunan tüm imkanlardan vererek temizlenmeyi gerektirir.
Yani kişi mallardan vererek “zekat” vazifesini yerine getireceği gibi,
sahip olduğu bilgisinden başkalarını faydalandırmakla da “zekat” vazifesini
yerine getirmiş olur. Kuran, sahip olduğumuz mallardan ve maddi değerli
varlıklardan kimlere vereceğimizi şu ayetleriyle açıklar:
...yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, özgürlüğe kavuşma
gayretindekilere veren...
2-Bakara Suresi 177
Sana neyi infak edeceklerini (harcayacaklarını) sorarlar. De ki: “Hayır
olarak infak edeceğiniz (harcayacağınız) anne, baba, yakınlar,
yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlaradır. Hayır olarak yaptıklarınızı
şüphesiz Allah bilmektedir.”
2-Bakara Suresi 215
Kendilerini Allah yoluna adayan yoksullar içindir ki yeryüzünde
dolaşmaya güç yetiremezler. Onurlarından dolayı, bilmeyen onları
zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan
istemezler. Hayır olarak infaklarınızı (harcamalarınızı)
şüphesiz Allah bilmektedir.
2-Bakara Suresi 273
Sadakalar, Allah’tan bir farz olarak yalnızca şunlar içindir: Yoksullar,
düşkünler, görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, özgürlü-
ğünü kaybetmişler, borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmış kişi.
Allah bilendir, hakimdir.
9-Tevbe Suresi 60
414
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Görüldüğü gibi ayetlerden, Allah için yapacağımız harcamaların, sadakaların
kimlere gideceğini anlıyoruz. Allah yolunda yapılacak harcamanın
miktarına gelince, bu soru Kuran’da sorulmuş sonra da cevabı verilmiştir:
Ve sana neyi infak edeceklerini (harcayacaklarını, vereceklerini) sorarlar.
De ki: “Bağışladığınızı”. Böylece Allah size ayetlerini açıklar,
umulur ki düşünürsünüz.
2-Bakara Suresi 219
Görüldüğü gibi Allah neyin harcanacağı sorusuna Kuran’da cevap vermiştir.
Bu cevap ne 1/40’tır, ne de 1/10’dur, ne de başka rakamsal bir orandır.
Birçok kişi eğer Kuran çevirilerini incelerse “bağışladığınızı” diye yaptığı-
mız çevirinin “ihtiyaçtan artanı” diye çevrildiğine de rastlayabilir. Tahminimiz
bu, Kuran çevirilerinde birbirini taklit ederek yazmanın ve burada
geçen kelimenin Kuran’ın diğer yerlerinde nasıl geçtiğini araştırmamanın
neticesidir. Burada bizim “bağışladığınızı” diye çevirdiğimiz ve diğer bazı
çevirilerde “ihtiyaçtan artanı” diye çevrilen kelime “afv”dır. İsteyen aynı
kelimenin geçtiği; 2-Bakara Suresi 187, 3-Ali İmran Suresi 152, 3-Ali İmran
Suresi 155, 5-Maide Suresi 95, 5-Maide Suresi 101, 9-Tevbe Suresi 43,
42-Şura Suresi 40, 64-Teğabun Suresi 14 ayetlerini inceleyebilir. Tercümelerde
bu ayetlerdeki aynı kelimenin karşılığını “affetmek” ve “bağışlama”
olarak bulacaksınız; fakat “ihtiyaçtan artanı” şeklinde bir manaya rastlamayacaksınız.
Aynı kelime Türkçe’ye de “affetmek” şeklinde girmiştir. Ayetten
“gönlümüzden kopanı, isteyerek ayırdıklarımızı” vermemiz anlaşılmaktadır.
Bu ayet yapılan harcamaların gönül rızası ile gerçekleşen harcamalar olduğunu
gösterir. Bu yüzden kişinin, ekonomik hayatında vermeye zorunlu
tutulduğu vergi, KDV gibi harcamaları ile “infağı (sadakayı)” gerçekleştirdiğini
düşünmek hata olur. Allah yolunda yapılan harcamalar gönül rızası
sonucudur, ekonomik mecburiyetler, zorla alınmalar buna dahil edilemez.
Kuran’ın mallarımızdan, Allah’ın rızık olarak verdiklerinden harcamamızı
söyleyen birçok ayeti vardır. Kuran’da cimrilik kınanmış ve Allah’ın verdiklerinden
yine Allah rızası için sarfetmemiz söylenmiştir. Kuran, özel
mülkiyeti helal kılmış, fakat Allah’ın tüm nimetlerin sahibi olduğu bilinci
415
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
ile kulların, Allah’ın verdiklerinden sarfederek sosyal adaleti sağlamalarını
istemiştir. Kuran bize yoksulların malımızda hakkı olduğunu öğretmekte
(70-Mearic Suresi 24,25) ve sadaka ile bizim yoksulların bu hakkını kendilerine
teslim edip temizlendiğimizi (zekat verdiğimizi) anlatmaktadır:
Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Üstün kılınanlar,
rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıp onda eşit hale gelmiyor.
Allah’ın nimetini inkar mı ediyorlar?
16-Nahl Suresi 71
Ey iman sahipleri! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın
mallarını uydurma yollarla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar.
9-Tevbe Suresi 34
Mallarını Allah yolunda harcayacak kişi, malların gerçek sahibinin Allah
olduğunu unutmayacak, bu konudaki tüm Kuran ayetlerini göz önünde
bulunduracak ve dinimizin çok önem verdiği bu ibadeti gerçekleştirecektir.
Yukarıdaki ayetlerden anlayabileceğimiz gibi ideal olan herkes birbiriyle eşit
seviyeye gelene kadar verme faaliyetinin devamıdır. Sosyal adalet dengesizliğini
yaratan hırsla para yığma alışkanlığı, dinimizce hiç hoş karşılanmamaktadır.
Ayrıca 9-Tevbe Suresi 34. ayetindeki ifadeyi göz önünde bulundurarak;
zekatımızın, harcamalarımızın sahtekar din adamlarına gitmemesine,
onların mal yığıcılığının aracı olmamasına da dikkat etmeliyiz. Bu ibadette,
herkes kendi bütçesine göre elinden geleni yapmalıdır:
Geniş imkanı olan bu geniş imkanından harcasın. Rızkı kısıtlı tutulan
da Allah’ın kendisine verdiği kadarıyla versin.
65-Talak Suresi 7
Allah kendi rızası için harcamalarımızın gizli de, açık da olabileceğini
söylemekte, fakat gizli şekilde vermeyi üstün tutmaktadır:
... Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak infak ederler
(harcarlar)...
13-Rad Suresi 22
416
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
Sadakaları açıktan verirseniz ne iyi, fakat gizleyip fakirlere verirseniz,
bu sizin için daha hayırlıdır.
2-Bakara Suresi 271
Bu harcamaların yapılmasında Allah rızası dışında yollara sapılıp; gösteriş
yapılmaması ve verilenin başa kakılmaması da Kuran’da geçer:
262- Mallarını Allah yolunda harcayıp, sonra da harcamaların pe-
şinden başa kakıp eziyet vermeyenlerin ödülleri Rableri katındadır.
Onlara korku yoktur ve tasalanmayacaklardır onlar.
263- Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan
daha hayırlıdır. Allah cömerttir, yumuşak davranandır.
264-Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde
insanlara gösteriş olsun diye malını infak eden (harcayan)
kişi gibi sadakalarınızı başa kakarak ve eziyet ederek boşa
çıkarmayın.
2-Bakara Suresi 262-264
9-Tevbe Suresi 91 ve 92. ayetlerden, harcayacak bir şey bulamayanların
üzerinde herhangi bir sorumluluk olmadığı anlaşılmaktadır. 2-Bakara
Suresi 267. ayette ise düzgün mallardan harcama yapmamız, tiksinilecek
şeyleri infak etmememiz gerektiği anlatılır. Kuran servet sahiplerine, mallarında
fakirlerin hakkının olduğunun, malın gerçek sahibinin Allah oldu-
ğunun dersini verir.
Tarihin belli bir anında verilmiş tarihsel hükümlerin, evrensel dini hü-
kümler gibi sunulmasındaki felaket zekat konusunda da kendisini göstermektedir.
Şahsi ve tarihsel kanaatleri din gibi sunanlar, Kuran’da olmayan
zekat ölçülerinin yanında, “bir malın bir kişide en az bir sene kaldığında zekat
verilmesi gerektiği” gibi hükümler de getirmişlerdir. Oysa günümüzde,
büyük holding sahiplerinin birçoğu bile parasını bir sene bir yerde bekletmemekte,
sürekli işlerinde sermaye olarak döndürmektedirler. “Borçlu zekat
veremez” veya “mal üretiminde kullanılan mallardan zekat verilmez” gibi
Kuran’da olmayan prensipler düşünülürse; krediyle iş yapan holdingciler,
417
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
üretim aracı fabrika olan fabrikatörler, aşağı yukarı hiç zekat vermeyecek,
fakat çiftçi ürününü topladığında bunun 1/10’unu, ev hanımı sahip olduğu
altının 1/40’ını her sene zekat olarak verecek demektir. Mezhepçilerin bir
diğer izahına göre binek için zekat verilmez. Bu izaha göre milyarlık arabası
olanlar zekat vermeyecek ama 10 kilo domates toplayan 1 kilosunu verecektir.
Kuran’ın verdiği esnekliğin kaldırılması hoş görülemeyeceği gibi,
Kuran’ın bir farzının uydurma izahlarla yok sayılması sonucunu doğuracak
izahlar da hoş görülemez. Daha doğrusu Kuran dışı olanın, yani insani olanın,
Allah’tan olan ile karıştırılması asla hoş görülemez. Bu gayretin sonucunda
ortaya çıkan felaket tablosu ortadadır. Kuran, diğer konuları olduğu
gibi, mallarımızı nasıl harcayacağımızı ve kimlere yardımlar yapmamız gerektiğini
de tam ve eksiksiz bir şekilde açıklamıştır.
Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne
harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir.
3-Ali İmran Suresi 92
KURAN’DAKİ ORUÇ
Kuran-ı Kerim’de Bakara Suresi’nin 183, 184, 185 ve 187 numaralı dört
ayetinde oruçla ilgili tüm bilgiler verilir. Bu dört ayeti inceleyen kişi Ramazan
orucuyla ilgili bilmesi gereken her noktayı öğrenir. Bu ayetler şöyledir:
183- Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekilerin üzerine yazıldığı
gibi sizin de üzerinize yazıldı. Umulur ki sakınırsınız.
184- Sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta veya yolculukta olursa,
tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Zorlukla
dayananlar, fidye olarak bir yoksulu doyurmalıdırlar. Kim
gönülden bir hayır yaparsa, bu kendisi için daha hayırlıdır.
Oruç tutmanız, bilirseniz sizin için daha hayırlıdır.
185- Ramazan ayı ki; insanları doğru yola ileten, apaçık ve ayırt
edici olan Kuran onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu
aya tanık olursa, onda oruç tutsun. Hasta ya da yolculukta
418
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
olanlar, tutamadıkları gün sayısınca diğer günlerde tutarlar.
Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bu, sayıyı tamamlamanız,
sizi doğru yola ilettiğinden dolayı Allah’ı yü-
celtmeniz içindir. Umulur ki şükredersiniz.
187- Oruç gecesi kadınlara yaklaşmanız helal kılınmıştır. Onlar
sizin giysiniz, siz de onların giysilerisiniz. Allah sizin benliklerinize
yazık etmekte olduğunuzu bilmiş, tevbelerinizi kabul
edip, sizi bağışlamıştır. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin
için yazdığı şeyi arayın. Tan yerinde beyaz iplikle siyah
iplik, sizce ayırt edilinceye kadar yiyin için, sonra da orucu
geceye kadar tamamlayın...
2-Bakara Suresi 183, 184, 185, 187
Arka arkaya gelen bu dört ayetten orucu öğreniyoruz. Bu ayetleri incelersek,
Ramazan orucu hakkındaki tüm bilgiyi öğrenmiş oluruz. Bu ayetlerin
ışığında orucu şöyle açıklayabiliriz:
1- Oruç Kuran’ın emrettiği, üzerimize yazılmış bir farzdır (2-Bakara
Suresi 183).
2- Oruç Ramazan ayında tutulur (2-Bakara Suresi 185). Ramazan Kuran’ın
indirildiği aydır ve oruç bu ayın günlerinde tutulur.
Ramazan, Ay takviminin bir ayıdır. Ay’ın hareketlerine göre belirlenir.
Ay’ın görünmesiyle başlayan bu ayın başlangıcını, astronomik hesaplarla aylar,
hatta seneler önce bilebiliriz. Günümüzde bu ayın başlangıcını, takvimlerle
çok önceden ve çok rahat bir biçimde bildiğimiz için Ay’ı gözetlememize
gerek kalmamıştır. Günümüzde Ay ve Güneş tutulması gibi çok daha
kritik gök olayları bile senelerce önceden, hem de nereden en iyi gözlemlenebileceğiyle
beraber bilinmektedir. Bazıları “Biz takvimlere itibar etmeyiz,
Ay’ı gözetleriz, gökyüzünde Ay’ı gördüğümüz zaman Ramazan ayı başlar”
demektedirler. Üstelik Ay’ı ilk görene ödüller de vaat edilince, beklenenden
bir gün önce Ay’ı gördüğünü iddia edenler çıkmış ve Müslümanlar’ın kimi
Ramazan ayına bir gün önceden başlamışlardır. Son zamanlarda bu hatanın
419
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
düzeltildiğini ve astronomiye dayalı hesabın geç de olsa bazılarınca da kabullenildiğini
görüp seviniyoruz.
3- Hastalık ya da yolculuk sebebiyle oruç tutamayanlar, tutamadıkları
günlerin sayısı kadar başka günlerde oruç tutarlar (2-Bakara Suresi 184).
Buna karşılık orucunu kasten bozanın arka arkaya 61 gün oruç tutması gerektiği,
uydurma hadislerin ve mezheplerin bir izahıdır; Kuran’da böyle bir
izah geçmez. Kuran’da, hacla ilgili bazı eksikliklerde orucun fidye olarak
tutulması (2-Bakara Suresi 196), yanlışlıkla ölüme sebebiyet verip köle affetme
cezasını yerine getiremeyenlerin iki ay kesintisiz oruç tutması (4-Nisa
Suresi 92), yemin bozanların kefaret olarak oruç tutması (5-Maide Suresi 89),
hacda avlanma yasağını çiğneyenlerin kefaret olarak oruç tutması (5-Maide
Suresi 95), hanımlarını cahiliye adetlerinde olduğu gibi anası, kız kardeşi
gibi yakın akrabası ilan edip, boşanmaya kalkmanın cezası olan köle
azadını yerine getiremeyenlerin, kesintisiz iki ay oruç tutması (58-Mücadele
Suresi 4) geçer. Görüldüğü gibi Kuran, bazı suçların cezasında orucun; su-
çun bu dünyadaki bir karşılığı olarak tutulmasını söyler. Tüm bu detayları
veren Allah, orucun kasten bozulmasının iki ay kesintisiz oruç tutma gibi
bir cezası olsaydı, bunu da açıklamaz mıydı? Madem açıklamamıştır, böyle
bir ceza yoktur. Yukarıdaki suçları incelersek, bu suçlardan kiminin oluşma
ihtimali binde birden bile az bir ihtimaldir. İnsan hayatında olma ihtimali bu
kadar az olan şeyleri açıklayan Allah’ın, kişilerin kasten oruç bozması gibi
olma ihtimali çok daha yüksek olan bir olayın böyle bir cezası olsa, bunu
açıklamamış olması hiç mümkün müdür?
4-Oruca zorlukla dayananlar bir yoksulu doyuracak kadar fidye verirler
(2-Bakara Suresi 184). Bazı mezhepçiler “zorlukla dayanma” ifadesini
yaşlılık, iyileşmeyen hastalık gibi ifadelerle sınırlamaya çalışmışlardır. Bu
şekildeki yorumlar, Allah’ın ifadesini şahsi görüşle sınırlamaya çalışmaktır.
Eğer gerekseydi Allah, kendisi bu sınırlamayı yapardı. Allah oruca zorlukla
dayananların, bir yoksulu doyuracak şekilde fidye vermelerini öngörmüş ve
zorlukla dayanmaya bir kayıt getirmemiştir. Herkes 2-Bakara Suresi 186.
ayetinde belirtildiği gibi Allah’ın bize yakın olduğunu unutmadan değerlendirmesini
yapacaktır. 2-Bakara Suresi 185. ayetin sonundaki oruç tutmanın
420
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
bizim için daha hayırlı olduğu göz önünde bulundurularak “zorlukla dayanma”
ifadesi değerlendirilmelidir. Yoksulu doyurmak isteyenlerin, yoksulu
neyle, ne kadar, kaç öğün doyuracakları hususları belirlenirken; aynı
ayetteki “Kim gönülden bir hayır yaparsa, bu kendisi için daha hayırlı-
dır” ifadesinin, göz önünde bulundurulmasında fayda vardır.
5-Orucun vakti tan yerinin ağarmasıyla başlar. Bu vakitte (tan yerinde)
siyah ipliğin beyaz iplikten ayrılması ifadesi açıklanırken; tan yerinde beyazlığın,
ufukta yatay uzanan bir ip gibi görülmesinden dolayı, tan yeri
ağarmasına “hayt” (ip) dendiğini söyleyenler olmuştur. Birçok kişiye gö-
reyse, gecenin karanlığının, belli bir mesafedeki siyah iplikle beyaz ipliğin
ayırt edilmesini engellemeyecek şekilde dağılması ayette kastedilmektedir.
(Bizce, bu yorum daha uygundur.) “Sizce” ifadesiyle; orucun başlangıç vaktinin
tan yerinin hemen başı değil, karanlığın biraz daha açıldığı sonraki
zaman olduğu anlaşılmaktadır. Şimdiki takvimlerin çoğunda, oruç, tedbiren;
tan yerinin hemen başı olan ilk ışık belirtileriyle başlatılmaktadır. Yani
takvimlerin çoğuna göre orucun başlangıcında bir miktar daha esneklik olduğu
düşünülebilir. Orucun süresi geceye dek devam eder. Kuran’da günün
gece ve gündüz diye iki kısım olduğunu görüyoruz. Orucun bitiş zamanı
gecenin başı yani gündüzün sonudur (2-Bakara Suresi 187).
6- Oruç gecesi kadınlara yaklaşabileceğimiz söylenir (2-Bakara Suresi
187). “Yaklaşma” kelimesi mecazi anlatımlı bir kelimedir. Kadın erkek cinselliği
için aynı şekilde Türkçe’de de “beraber olma” gibi deyimler kullanılmakta,
bu deyimle “cinsel ilişki” kastedilmektedir. Yine 2-Bakara Suresi
187. ayette, orucun başlangıç vaktine kadar yiyebileceğimiz ve içebileceğimiz
söylenir. Böylece orucu oluşturan üç unsur olan; 1- yememe, 2- içmeme, 3-
cinsel ilişkiye girmemenin oruç vaktinde yerine getirilmesi anlaşılır. Belirtilen
zaman dilimi içinde bu üçünün yapılmamasıyla oruç gerçekleşir. Orucun
bitiş vakti olan gecenin başlangıcından sonra bunlar serbesttir. Kan
vermenin, kusmanın, küfretmenin, kavga etmenin orucu bozduğu şeklindeki
izahlar uydurmadır. Orucu oluşturan unsurlar bellidir. Yemek, içmek
ve cinsel ilişki dışında hiçbir şey orucu bozmaz.
421
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
Görüldüğü gibi Kuran’ın anlattığı oruç, bu dört ayette açıklanmıştır.
Oruç adına ne anlaşılacaksa bu dört ayetten anlaşılmalıdır.
kuran’daki hac
Kuran’daki Hac, 2-Bakara Suresi 158, 189, 196, 198, 199, 200, 203;
3-Ali İmran Suresi 97; 5-Maide Suresi 1, 2, 95, 96, 97; 9-Tevbe Suresi 3;
22-Hac Suresi 25, 26, 27, 28, 29. ayetlerinden anlaşılır. Bu ayetler bize Hac
hakkında gerekli bilgiyi verecektir. Kuran’ın bu ayetlerinin ışığında Haccı
şöyle özetleyebiliriz:
1- Hac kelimesine sözlüklerde “kastetmek” anlamı verilir. Kuransal bir
terim olarak Hac, belli bir zaman diliminde belli ibadetleri de içeren Kabe’ye
yapılan bir ziyarettir. 3-Ali İmran Suresi 97. ayetten Haccın yapılmasının
gücü yeten kullar üzerinde Allah’ın bir hakkı olduğunu öğreniyoruz. Ayetten
Haccı, gücü yetenlerin yapacağı anlaşılır. Allah “gücü yetmek” deyimini
açıklamamış, bu deyimin anlaşılmasını bize bırakmıştır. Mezhepler, “gücü
yetmek” deyiminin anlamını kısıtlamaya çalışmışlardır. Bu deyimden esir
olmamak da, maddi güç yeterliliği de, sağlıksal şartlar da anlaşılabilir. Fakat
her şartta, sağlığın da, maddi gücün de hangi ölçüde “güç yetirme” kavramına
dahil olup olmadığı izafi bir kavramdır. Kişiler, Allah’a kaşı sorumluluklarını,
Allah’ın tüm şartları ve düşünceleri bildiğini, vicdani kanaatlerden
de mesul olduklarını göz önünde bulundurup; “güç yetirme” kavramını en
iyi şekilde değerlendirecek ve kendilerinin Hacca gitmeye güçlerinin yetip
yetmediğine karar vereceklerdir.
2- Hac, İbrahim Peygamber döneminden beri yapılan bir ibadettir (22-Hac
Suresi 26, 27). Hz. İbrahim’in ilk kurucusu olduğu Kabe’de, Hz. İbrahim’in
makamı ve apaçık deliller vardır (3-Ali İmran Suresi 97).
3- 2-Bakara Suresi 197. ayette Haccın bilinen aylarda olduğu söylenir.
Üstelik “aylar” şeklinde çoğul bir ifade kullanılır. Oysa günümüzde hacı-
lar, Haccın kısa bir süreye sıkıştırılması yüzünden kalabalıktan birbirlerini
ezmekte, birçok ölüm vakası meydana gelmekte ve hacılar perişan olmaktadırlar.
Hz. İbrahim döneminden beri uygulanan Haccın “bilinen aylar”da
422
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
olduğu söylenir. Aynı ilkbahar denilince Mart, Nisan, Mayıs aylarının anlaşıldığı
gibi, Hac aylarının da başta bu şekilde anlaşıldığını görüyoruz, fakat
bu konu da mezhepçi tahribatın dışında kalamamıştır.
Ehli Sünnet birçok kaynakta “Şevval, Zilkade ve Zilhicce” Hac ayları
olarak belirtilmekte; fakat Hac, Zilhicce ayının içindeki on güne sıkıştırılmaktadır.
Diğer yandan haram aylar olarak “Zilkade, Zilhicce, Muharrem
ve Receb” ayları sayılır ama Kuran’dan haram ayların bitişik olduğu anla-
şılmasına rağmen Receb ayı önceki aylara bitişik bir ay değildir. Görülüyor
ki, Ehli Sünnet bu konuda da Kuran’la çelişkili bir yaklaşımı benimsemiş-
tir ve bunun da düzeltilmesi gerekmektedir. Burada, öncelikle haram aylarla
Hac aylarının tamamen aynı olduğu yönündeki kanaatimizi, sonra bunların
hangi aylar olduğu yönündeki görüşümüzü belirteceğiz.
Hac aylarının bilinen aylarda olmasından kasıt, aynı zamanda bu ayların
haram aylar olmasındandır. Haram aylarda savaşmak yasaktır. Bu yasak,
Hac görevinin yerine getirilmesine olanak sağlamaktadır. Kabe’nin etrafındaki
kavimler haram aylara riayet ederek, Hac ibadetinin durmamasını,
kendi çekişmelerinin kişileri Hacdan alıkoymamasını sağlamaktadırlar. Hz.
İbrahim’den sonraki nesillerdeki putperestler de Kabe’nin koruyucusu olarak
kendilerini görmüşler, haram ayları bozarak da olsa kısmen uymuşlardır,
Haccı bir ticaret kaynağı olarak değerlendirmişler ve haram aylara da ticaretlerini
kurtaran bir unsur olarak riayet etmişlerdir. (8-Enfal Suresi 34 ve
35’ten ortak koşanların kendilerini Kabe’nin varisi olarak görmelerini anlayabiliriz.)
Haram aylardan bahseden 2-Bakara Suresi 194. ayetten iki ayet
sonra Hacdan bahsedilmesinden, 2-Bakara Suresi 217’de haram aylarda savaşmanın
büyük suç olduğunun vurgulanmasından ve Haccın yapıldığı yer
olan Mescid-i Haram’a ulaşılmasının engellenmesinden bahsedilmesinden,
5-Maide Suresi 2’de haram ayın ve Hac ibadetindeki ihramın beraber anılmasından,
yine aynı sure 97. ayette haram ayların ve Hacda ziyaret edilen
Kabe’nin beraber anılmasından; bilinen Hac aylarının haram aylar olduğu
anlaşılır. Zaten bu ayların haramlığı da Hacla ilintilidir.
Tevbe Suresi’nin 2. ve 36. ayetlerinden ise bu ayların arka arkaya gelen
dört ay olduğunu öğreniyoruz. 2-Bakara Suresi 189. ayetten bu dört ayın
423
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
Ay (kameri) takvimindeki “aylar” olduğunu anlarız. Yani Hac art arda gelen
dört ayda yapılan bir ibadettir. Bu dört ay aynı zamanda içinde sava-
şılmasının haram olduğu aylardır. Bu ayların ilki “Hac ayı” anlamına gelen
“Zilhicce”dir. Bizce, hac bu ayla başladığı için Haccın ilk ayının ismi
Arapça’da “Hac ayı” manasına gelen “Zilhicce”dir. 9-Tevbe Suresi 3. ayette
haram ayların ilk günü olan, Haccın da ilk gününe “Hac günü” isminin verilmesi
bu görüşümüzü desteklemektedir. Bu ve bir önceki ayette, bu tarihten
itibaren haram ayların dört ayı boyunca serbest dolaşılabileceği söylenir;
bunun açıklandığı gün ise “Büyük Hac günü” olarak nitelenir, sonuçta bu
günün ne özelliği olduğunu düşündüğümüzde şunu görürüz: Dört ayın baş-
langıcı olan bu gün, Hac ibadetinin başlangıç tarihi olmasıyla özeldir. Zilhicce
ilk ay olunca Zilhicce’yi takip eden Muharrem, Safer ve Rebiulevvel’in
diğer hac ayları olduğu kanaatindeyiz. Burada enteresan ek bir delile de de-
ğinmek istiyoruz. Rebiulevvel ayı iki kelimeden oluşan birleşik bir kelimedir.
“Rebiul” kelimesi dört, “Evvel” kelimesi ise ilk demektir. Bu aydan sonra
“Rebiul-Ahir” ay’ı gelmektedir ki bu ayın ismi ise “Sonraki Dördüncü” demektir.
“Rebiul-Evvel” ay’ı haram ayların dördüncü ve sonuncu ayı olduğu
için bu ismi almıştır. Ay takviminin ilk ayı Muharrem olduğu için, “RebiulAhir”
ay’ı, takvim sırasındaki dördüncü aydır. Bu da bu ayın isminin neden
“Sonraki” (Ahir) “Dördüncü” (Rebiul) olduğunu açıklar. Eğer RebiulEvvel’in
haram ayların dördüncü ayı olduğu anlaşılmazsa, Rebiul-Ahir’in
neden “Sonraki Dördüncü” anlamına geldiği açıklanamaz. Bu da haram ayların
Zilhicce (Hac Ay’ı) ile başlayıp, dördüncü ay olan Rebiul-Evvel ile bittiğini
bir kez daha desteklemektedir. Hac bu dört ayda yapılabilen bir ibadettir.
İnsanların birbirlerini ezip öldürmelerine yol açan Haccı birkaç güne
sıkıştırma uygulaması bırakılıp, Kuran’ın izahlarına dönülmelidir.
Mezhepler, hayatında bir kez Hac yapan Peygamberimiz’in, bahsedilen
birkaç günde Hac ibadetini yaptığını söyleyerek Haccı birkaç güne sıkıştırmışlardır.
Bahsedilen husus doğru olsa bile, bu günlerde Peygamberimiz’in
Hac yapmasından, sadece bu günlerde Haccın farzının yerine getirilebileceği
anlaşılmaz. Bu husus, sabah namazının tam 10. dakikasında Peygamberimiz’in
namaza başladığı ile ilgili bir rivayet olsa, sabah namazının daha önceki ve
424
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
daha sonraki zaman dilimlerinde namaza başlanamayacağının söylenemeyeceği
kadar açıktır. Kuran’da 9-Tevbe Suresi 37. ayette haram aylarla oynamak,
kötü bir fiil olarak takdim edilmektedir. Ama öğüt alan nerede!
4- Hac, kişinin davranışlarına dikkat ettiği, insanlarla bir araya geldiği
bir ibadettir. Hacda kavga, kötülüğe sapma, eşler arasında cinsel ilişki yoktur.
(2-Bakara Suresi 197). Hac ibadeti sırasında kişi kendisine helal olan bazı
şeyleri de haram eder (Eşlerin cinsel ilişkiye girmemesi gibi). Hacda dikkat
edilmesi belirtilen bu hususlara uymaya “ihram” denir. Hacının ihramda
olması budur. “İhram”ın sözlük manasından anlaşılan da bu süre boyunca
belirtilen yasakların gözetilmesidir. Fakat günümüzde belli bir elbiseye de
“ihram” adı verilerek bu elbisenin giyilmesi farzlaştırılmıştır. Kuran’da sözlük
anlamı dışında başka bir “ihram” anlaşılmamaktadır. Eğer Allah, Hacda
böyle bir elbisenin giyilmesini isteseydi, onun giyilmesi gereken bir elbise
olduğunu söyleyerek, şüpheye meydan vermeden bunu açıklardı. Böyle bir
izahın olmaması ve bu kelimenin sözlük manasının, Kuran’daki anlatımla
tam örtüşmesi yüzünden ihramın; belli bir süre içinde, belli şeylerin yasaklanması
dışında bir manası olmadığını anlarız. İhram sırasında yasak olan
şeylerin biri de avdır (5-Maide Suresi 95, 96). Bu avın bir tek kara avını kapsadığı,
hacıların deniz avını yiyebileceği ve yapabileceği gibi Haccın detayları
bile Kuran’da bahsedilen ayetlerde mevcuttur.
5- Kim ihram sırasında kara avı yasağını bilerek çiğnerse, cezası öldürdüğü
hayvanın bir benzerini Kabe’ye varacak bir kurbanlık yapmasıdır. Bu
benzer kurbanı adaletli iki kişi belirler. Av yasağını çiğneyen kişi, bunun
yerine yoksulları doyurarak veya onun dengi oruç tutarak bu yasağı çiğnemesinin
kefaretini yerine getirebilir (5- Maide Suresi 95).
6- “Umre”, ziyaret etmek demektir. Haccın belli dönemde yapılmasına
karşılık, umre her zaman yapılabilen bir ziyarettir. Hac da, umre de Allah
için tamamlanmalıdır (2-Bakara Suresi 196). Siyasi propagandalar, menfaatler,
köşe dönmeler, halkı kandırmalar değil; Allah’ın rızası Haccın da,
umrenin de şartı olmalıdır. Bu ibadetleri yapmaları engellenenler kurban
keser veya kestirirler. Kurban yerine varıncaya kadar başlar traş edilmez.
Hasta ya da başından rahatsız olan oruç tutarak, sadaka vererek ya
425
kuran’da inanç konuları, namaz, zekat, oruç ve hac
da kurban keserek fidye yoluna gider. Güvene kavuştuğunda Hacca kadar
umre yapmak isteyen kolayına gelen bir kurbanı keser veya kestirir. Bunu
bulamayan ise üçü Hacda, yedisi döndüğünde olmak üzere on gün oruç
tutar. Bu ailesi Mescid-i Haram’da olmayanlar içindir. Tüm bunlar 2-Bakara
Suresi 196. ayette geçer.
7- Kurbanların üzerine Allah’ın adı anılır ve bunlardan yoksullara verilir
ve yenir (22-Hac Suresi 28). Hac ibadeti yapılırken kirlerden arınılmalı,
adaklar yerine getirilmelidir (22-Hac Suresi 29). “Kirleri arındırmak” genel
bir ifade olduğundan, birçok insanın buluşma yeri olan Hacda, her türlü hijyen
kuralına dikkat etmek iyi olur. Mescid-i Haram’a saçların kısaltılmış, ya
da traş edilmiş olarak girilmesinden bahseden 48-Fetih Suresi 27. ayet de bu
çerçevede değerlendirilebilir. Kabe’nin tavafı (çevresinde yürünmesi) böylece
temiz bir şekilde yerine getirilecektir (22- Hac Suresi 29). Kabe’nin temiz
tutulmasına, böylece Hac ibadetinin yapıldığı yerin temiz olmasına da
dikkat çekilmiştir (22-Hac Suresi 26).
8- Arafat’tan ayrılıp topluca inilince Meşari Haram’da Allah’ı hatırlamak
(zikir) lazımdır. Bu hatırlama Allah’ın bize öğrettiği şekilde olmalıdır (2-Bakara
Suresi 198). Allah’ı nasıl hatırlayacağımızı (zikredeceğimizi), Allah bize
Kuran’da öğrettiğine göre, bu hatırlama faaliyeti de Kuran’a uygun olacaktır.
9- Sonra insanların topluca akın ettiği yerden akın edilip Allah’tan ba-
ğışlanma dilenmelidir (2-Bakara Suresi 199).
10- Gerekli ibadetler bitince Allah’ı kuvvetli bir biçimde hatırlamak (zikretmek)
gerekir (2-Bakara Suresi 200).
11-Sayılı günlerde Allah hatırlanır. İsteyen iki gün içinde işini bitirir, isteyen
daha geniş bir zamana işini yayar (2-Bakara Suresi 203).
12- Bakara Suresi 158. ayette Safa ile Merve’yi ziyaret etmenin bir sakıncası
olmadığı söylenir. Oysa Kuran’ın bu beyanına karşın bu iki tepenin
arasında koşmanın, diğer mezheplerde “farz”, Hanefilik’te “vacip” olduğu
uydurulmuştur. Hanefi mezhebinde bunun “farz” olduğunun söylenmemiş
olması olumludur ama Kuran’da mecbur olmayan bir hususun “vacip” ilan
edilerek, gerekli gösterilmesi de kabul edilemez. Yaşlı, sağlıksız birçok kişi
426
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
mecburi olmayan bu zorlukla karşı karşıya getirilmiş, daha sonra bunların
para karşılığı arabalar ve sedyelerle taşınması şeklinde uygulamalar gerçekleştirilmiştir.
Bu, mecburi olmayan bir ziyarettir. Fakat ayetin ifadesiyle bir
sakıncası da yoktur.
13- “Şeytan taşlama” diye bir faaliyetin Hacla hiçbir ilgisi yoktur. Kişilerin
birbirini en çok ezdiği ve ölümlerin en çok olduğu yer, Hac ibadetine
sokuşturulan bu uydurmanın yapılmaya çalışıldığı yerdir. Bu uygulamaya
farz değilse de “vacip” denmiş, hangi gün kaçar taş atılacağı şeklinde detaylı
ritüeller üretilmiştir. Bu uydurmanın atılması, Haccın dört aya yayılması ve
Safa ile Merve arasında koşturmanın farz olmadığının gösterilmesiyle, yani
Hac ibadetinin de Kuran’daki aslına döndürülmesiyle; Hac insanları öldü-
ren, perişan eden bir ibadet olmaktan çıkacaktır.
14- Hacerül Esved denilen taşın etrafında yapılan gariplikler ve bir taşı
selamlamak için insanların birbirlerini ezmesi de Kuran’da yoktur. Kadının
tek başına Hacca gidemeyeceği de; kadının seyahat haklarını kısıtlayan, dine
fatura edilmeye çalışılan, ama dinde yeri olmayan bir yalandır. Hacda gü-
zel koku sürülemeyeceği, dikişli elbise giyilmeyeceği de Kuran’da yer almayan
ifadelerdir. Hacdan gelen veya başka bir yerden gelen zemzem suyu,
koku, takke, seccadenin özel sevaplar getireceği veya kutsallığı şeklindeki
izahlar da hep uydurmadır. Temel prensibimiz olan Kuran’ın izahlarını baş
üstüne koymak, geri kalan izahları kenara atmak; Kuran’a göre, yani dinimize
göre Haccın anlaşılmasını sağlayacaktır.
37. 38.39 VE 40 NCI BÖLÜM
SON BÖLÜMLER
•••
dine ilavelerin listesi
Kitabımızın buraya kadar olan kısmında dine yapılan birçok ilaveyi nedenleri,
nasılları gibi ayrıntılarıyla işledik. Kitabımızın bu bölümünde ise “Dine
yapılan ilaveler nelerdir” sorusuna karşılık olarak 200 tane örnek ilaveyi
açıklamasız olarak veriyoruz. Bu ilavelerin bir kısmını detaylı bir biçimde
daha önce gördük. Bu listedeki örnek 200 tane ilaveyi görünce dinimize yapılan
ilavelerin boyutunu daha da iyi anlayacağız. Dine yapılan ilaveler, şu
ya da bu kesim tarafından veya halktaki batıl inançlar yüzünden “din” sanılmış
veya “din” olarak gösterilmiştir. Bu ilavelerin birçoğu, toplum hayatını
zorlaştırıcı mantıksız ilavelerdir. Fakat bu ilavelerin arasında topluma,
sağlığa yararlı ifadeler de olabilir. Örneğin dişleri misvakla temizlemek sağ-
lık açısından çok yararlı bir uygulama olabilir. Fakat Kuran’da olmayan bir
şeyi (bu örnekte misvağı) bir sevap kaynağı, dinin makbul tuttuğu bir ibadet
gibi göstermek de hatadır. Bu yüzden bu listede gördüğünüz her şeyin
yapılmaması gerektiğini sanmayın. Kişiler misvak kullanabilir, cübbe giyebilir,
karides yemeyebilir; yeter ki bunların dinle bir ilgisi olduğunu iddia
etmesinler. Kuran din adına her türlü detayı verir. Bunun dışında dine yapılan
her ilave din açısından bir hatadır. Kendimizce sağlığa yararlı birçok
uygulama sayabiliriz. Fakat bunları din yapmaya kalkarsak, o zaman dine
kendisinde olmayan ilaveler yapıp dini dejenere etmiş oluruz.
Kuran dinin tek kaynağıdır. “Yalnız ve yalnız Kuran” diye, niye ısrarla
tekrarladığımızı, dine ilavelerin bir kısmını kapsayan 200 örnekli bu listeyi
428
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
okuyunca daha da iyi anlayacağız. Dine bunlar dışındaki ilaveleri bulmada
yöntemimiz bellidir. Kuran’dan delillendirilmeyip sünnet, sevap, günah,
mekruh, haram tipi izahlarla dinle ilişkilendirilmeye çalışılan her şey ilavedir.
Şimdi listemizi görelim:
bunlar kuran’da = din’de yok
1- Kuran’ın tek başına yetersiz olduğu iddiası
2- Hadislerin dinin kaynağı olması
3- Mezhep alimlerinin fetvalarıyla helal ve haram belirlenmesi
4- Mezhep çıkarımlarına göre Kuran’dan ayet iptal etmek
5- Mezhepleri dine eşitlemek, mezhep bağımlılığını farzlaştırmak
6- Kuran’ı musiki kitabı gibi anlamadan okumak
7- Kuran’ı ölüler için okunan bir kitaba çevirmek
8- Peygamber’in hadislerle Kuran dışı hükümler, farzlar, haramlar
oluşturduğu iddiası
9- Tüm canlıların Peygamberimiz sayesinde yaratılmış olması
10- Peygamberler’i yarıştırma, Peygamberimiz’i en üstün Peygamber
ilan etmek
11- Peygamberimiz’in, Peygamberlik öncesi hayatını bile taklide
kalkmak
12- “Kuran eksiktir, detaylar başka kitaplardadır” demek
13- Bazı kimseleri evliya kabul edip Cennetlik ilan etmek ve mezarlarında
dinin özüne aykırı saygı gösterileri yapmak
14- Tarikat şeyhlerini ilahlaştırmak
15- Tarikatlardaki rabıta gibi uygulamalar
16- Bir tek Sunniler’in veya bir tek Şiiler’in Cennetlik olduğunu iddia
etmek
17- Yahudi ve Hıristiyanlar’ın hepsini Cehennemlik ilan etmek
429
dine ilavelerin listesi
18- Dine Arap geleneklerini sokmak
19- Şahsi görüşlerine uydurmak için dini, reformla değiştirmeye
kalkışmak
20- “Peygamber’in sünneti” başlığıyla, hayatın her alanıyla ilgili dinsel
ritüeller oluşturmak
21- Çoğunluğun her zaman doğru olduğunu savunmak
22- Mezheplerin tarihsel sürecini mezheplerin doğruluğuna delil
saymak
23- Hanefilik diye bir mezhep
24- Şafilik diye bir mezhep
25- Hanbelilik diye bir mezhep
26- Malikilik diye bir mezhep
27- Caferilik diye bir mezhep
28- Maturudiye, Eşariye veya itikadi herhangi bir mezhebin taklit-
çiliği, eleştirilmezliği
29- Kuran’ın yaratılmadığı, ezeli olduğu iddiası
30- Mezhep değiştirenlere sopa veya herhangi bir ceza öngörmek
31- Aklı inkar etmek, taklitçiliği üstün tutmak
32- Bilim düşmanlığı
33- Sanat düşmanlığı
34- Buhari diye bir hadis kitabına Kuran gibi uymak
35- Müslim diye bir hadis kitabına Kuran gibi uymak
36- Kütübü Sitte veya başka hadis kitaplarına Kuran gibi uymak
37- Peygamberimiz’in dışındaki herhangi bir kişinin kutsallığının
mutlak olduğuna dair iddialar
38- Sahabelerin (Peygamberimiz’i gören herhangi bir Müslüman)
hangisine uyarsak uyalım doğruya erişeceğimiz iddiası
39- Başörtüsü takmak
430
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
40- Peçe takmak
41- Haremlik-selamlık uygulaması
42- Kadının tek başına seyahat edememesi
43- Kadının, erkeğin tüm vücudu irinle dahi kaplı olsa, o vücudu
yalayarak temizlese, yine de erkeğin hakkını ödeyemeyeceği
düşüncesi
44- Allah’tan başkasına secde edilseydi, kadının kocasına secde etmesinin
gerekeceği iddiası
45- Kadının yönetici, devlet başkanı olamayacağı
46- Kadının yöneticileri seçme hakkının olmadığı
47- Kadının sesinin erkek tarafından duyulmaması gerektiği
48- Kadının Cuma namazını kılmaması
49- Kadının aybaşılıyken namaz kılmaması, oruç tutmaması, Kuran
okumaması, camiye girmemesi
50- Kadınları çarşaf, pardesü gibi üniformalarla örtmek
51- Kadınla erkeğin el sıkışma yasağı
52- Kadının kalktığı yere soğumadan oturulamayacağı
53- Kadının kapalı bir yerde, erkekle baş başa kalmasının haram olması
54- Kadının, köpek ve domuzla beraber namazı bozan unsurlardan
olması
55- Kadınların çoğunun Cehennemlik olması
56- Kadınların şerli olması
57- Kadınların eksik akıllı olması
58- Kadınlara evde hapisvari hayat yaşatmak
59- Kadınların kocası dışında erkeklerin duyacağı koku sıkmasının
haram olduğu
60- Kadınların kaş aldırmasının veya makyaj yapmasının haram olduğu
61- Kadının kocasına her işte itaatinin farzlaştırılması
431
dine ilavelerin listesi
62- Kadının kocasının cinsel çağrısına her seferinde cevap vermesinin
mecburi olması
63- Şahitlikte, “bir erkek eşittir iki kadın” ilkesinin uygulanması
64- Kadının ailesinden izin almadan evlenmesinin yasaklanması
65- Zina edenin taşlanarak öldürülmesi
66- Zina ayetinin bir keçinin yemesiyle yok olduğu iddiası
67- Maymunların bile zina edenleri öldürdüğüne dair izahlar
68- Erkeklerin altın takmasının haram olması
69- Erkeklerin ipekli giysiler giymesinin haram olması
70- Yemekte altın, gümüş takımların kullanılmasının yasak oluşu
71- Heykel yasağı
72- Resim yasağı
73- Satrancın yasak oluşu
74- Müzik enstrümanları ve müzik dinleme ile ilgili yasaklar
75- Midye, karides gibi deniz ürünlerinin haramlaştırılması
76- At, eşek, vahşi hayvan etlerinin haramlaştırılması
77- Böbrek ve koç yumurtasının mekruh sınıfına sokulup, yenmesinin
çirkin gösterilmesi
78- Sigaranın mekruh olması veya haramlaştırılması
79- Mekruh diye haramlardan ayrı yasaklar listesi ve belli oranda
mekruhların harama eşit olacağı izahı
80- Cinsel ilişkinin örtü altında olmasının gerekliliği
81- Eşlerin cinsel ilişki esnasında bile birbirlerinin cinsel organlarına
bakamayacağı
82- Mastürbasyonun yasaklanması
83- Doğum kontrolünün yasaklanması
84- Yıkanırken bile kişinin cinsel organının açıkta olmaması gerektiği,
meleklerden utanması gerektiği, peştemalle yıkanmak gerektiği
432
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
85- Erkeklerin sünnet olması
86- Kadınların sünnet olması
87- Sakal bırakmanın sevaplığı
88- Sakal kesmenin haram olması
89- Saçları ortadan ayırmada sünnet sevabı arama
90- Saçları yağlamanın sevaplığı
91- Saçlara, sakala kına yakmanın sevaplığı
92- Erkeklerin sürme çekmesinin sevaplığı
93- Yüzükoyun yatmanın yasaklanması
94- Yer yatağında yatmak
95- Sağ ayakla evden çıkmak, eve girmek, yatağa girmek
96- Sol ayakla tuvalet gibi pis yerlere girmek
97- Tuvalet temizliğinin suyla olmasını farzlaştırmak
98- Oturarak küçük tuvalet yapmak
99- Tuvaletin kıbleye karşı yapılmasının haram olması
100- Sol elle yenenleri şeytanın yemesi
101- Sarık sarmak
102- Misvak kullanmak
103- Cübbe giymek
104- Entari giymek
105- Şalvar giymek
106- Beyaz, yeşil, siyah renkli giysilerde sevap aramak
107- Sarı, kırmızı renkler giymemek
108- Hurma, kabak gibi yiyeceklerde sünnet sevabı aramak
109- Yemeği yer sofrasında yemek
110- Yemeği aynı kaptan yemek
111- Elle, üç parmakla yemek
433
dine ilavelerin listesi
112- Suyu üç yudumda içmek
113- Suyu oturarak içmek
114- Yemeğin bitiminde parmakları yalayarak temizlemede sünnet
sevabı aramak
115- Alkollü koku sürmemek
116- Kolonya kullanmamak
117- Kara köpekleri öldürmek
118- Köpekleri eve sokmayı yasaklamak
119- Geceleri aynaları kapamak
120- Kuran’la veya Kuran’sız büyü yapmak
121- Muska yazmak, taşımak
122- Kuran’ı üfürük kitabı gibi kullanmak
123- Islık çalmanın şeytan işi olması
124- Tahtaya vurmaktan, nazar boncuğundan hayır beklemek
125- Falcıları, cincileri dindar hoca sanmak
126- Kurşun dökmek veya merdiven altından geçmemek
127- Kara kediyi, kara köpeği uğursuz saymak,
128- Çamaşırı belli günlerde yıkamanın, cinsel ilişkiye belli günlerde
girmenin gerekliliğini iddia etmek
129- Mevlit
130- Ölünün 7., 40., 52. günlerinde törenler yapmak
131- Kabir azabı ile ilgili hikayeler, kabir azabının kendisi
132- Sırat köprüsünün kıldan ince olduğu, kesilen kurban üzerinde
sıratın geçileceği izahları
133- Üzerine idrar sıçratanın en çok kabir azabı çekecek kişi olması
134- Ölünün yerine oruç tutmak
135- Ölünün yerine Hacca gitmek veya birisini göndermek
136- Ölünün arkasından ağlayınca ölüye azap olması
434
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
137- Kıyametin saati hakkında açıklamalar
138- Mehdi
139- Deccal
140- Dabbenin fil kulaklı, hınzır gözlü, öküz başlı olduğu
141- İsa’nın yeniden yeryüzüne geleceği
142- Yecuc ve Mecuc’un Türkler olması
143- Irkçılık, Arap ırkını veya dilini üstün görmek
144- Yecuc ve Mecuc’un yerin altında bir karışlık adamlar olması
145- Evrenin sonunda Güneş’in batıdan doğacağı
146- Kuran’da belirtilmeyen namaz vakitlerini farzlaştırmak
147- Namazın yalnız Arapça kılınması gerektiğini iddia etmek
148- Namazı kadının kıldıramaması
149- Rüku ve secdede hep aynı şeyleri söylemenin gerekliliği
150- Fatiha Suresi’ni her rekatta okumayı farzlaştırmak
151- Önünden birinin geçmesiyle namazın bozulacağı
152- Namazın farzı, sünneti, vacibi gibi ayrımlar listesindeki birçok
detay
153- Namazda el bağlama şeklini, ayakların kaç santim aralıklarla
duracağını belirlemek
154- Orucu kasten bozanın iki ay kesintisiz oruç tutması gerektiğini
söylemek
155- Teravih namazı, bayram namazı
156- Haccı birkaç güne sıkıştırıp insanları perişan etmek
157- Hacda şeytan taşlamak
158- Kurban bayramında kurban kesmek
159- Belli haramların Hacdan sonra başladığı veya haramlık derecesinin
arttığı düşüncesi
435
dine ilavelerin listesi
160- Zemzem suyunda, okunmuş şeker, tuz gibi maddelerde sevap
aramak
161- Zekata 1/40’lık evrensel bir ölçü getirmek ve zekatın ancak para
elde bir sene durursa farz olduğu iddiası
162- Deveye, koyuna veya tarım ürünlerinin her birine farklı ve evrensel
zekat ölçüleri getirme
163- Abdesti, tuvaleti yapma dışında başka şeylerin de bozduğu iddiası
164- Boy abdestini cinsel ilişki dışında başka şeylerin bozduğu iddiası
165- Abdestin sırasını farzlaştırma
166- Abdestte ve boy abdestinde ağız burun çalkalamayı farzlaştırma
167- Namazda gülmenin abdesti bozduğu
168- Boy abdestinde önce sağ, sonra sol tarafa üçer defa su dökmek
gibi teferruatlarda sevap aramak
169- Abdestin veya boy abdestinin, namaz dışında Kuran okumak
için de mecbur tutulması
170- Boy abdestsiz atılan her adımın günah olması
171- Diş dolgusu olanların abdest ve boy abdestinin geçersiz olması
172- Dövmesi olanların abdestinin ve boy abdestinin geçersiz olması
173- Deprem ve selde ölenlerin şehit olması
174- Karın ağrısından ölenlerin şehit olması
175- Dünya’nın öküz ve balık üstünde olduğu
176- Depremin bu balığın sallanması sonucu olduğu
177- Ay’a gidilemeyeceği iddiası
178- Güneş’in batışının, Güneş’in secde etmek için kaybolması olarak
açıklanması
179- Güneş batarken namaz kılmamak gerektiği
180- Boğa, aslan, kartal suretinde meleklerin var olduğu iddiası
181- Cebrail’in 600 kanadına ilişkin açıklamalar
436
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
182- Allah’ın Cennet’te baldırını açması
183- Allah’ın Peygamber’in sırtına dokunması
184- Allah’ın özel günlerde yeryüzüne inip, insanlarla tokalaşması
185- Allah’ın Peygamber’in pazarlığı sonucu namazı elli vakitten, beş
vakite indirmeye razı olduğu
186- Halifelik müessesesi
187- Saltanat, halkın siyasi otoriteye kullaştırılması
188- Cami imamı, müezzini gibi sınıflar
189- Arap dilini Cennet dili, harflerini Cennet harfi diyerek kutsallaştırmak
190- Darül harp iddiasıyla kendi dışındakilere şiddeti meşrulaştırmak
191- Darül harp iddiasıyla kendi dışındakileri soymak, haklarını çiğ-
nemek
192- Namaz kılmayanı öldürmek veya dövmek
193- Orucu zorla tutturma, tutmayanı dövme
194- Makyajlı veya açık kadınları dövmek
195- Araba kullanan veya tek başına seyahat eden kadınları engellemek
196- Müslümanlığı bırakanları öldürmek
197- Sırf ganimet için fetihlere kalkışmak
198- İçki içenleri dövmek
199- Baskıyla dini yaymak
200-Baskıyla dini yaşatmak
437
38. BÖLÜM
•••
dinde olanların listesi
Bundan bir önceki bölümde dine ilavelerin 200 örneğini gördük. Onlar
dinde olmayanlardı. Peki dinde neler var? Kitabımızın bu bölümünde dinde
olanlara 200 örnek vereceğiz. Kuran’da ne varsa din odur. Din eşittir Kuran.
Vereceğimiz 200 örnekle Kuran’dan nelerin anlaşıldığını göstermeye çalı-
şacağız. Size tavsiyemiz iyi bir Kuran çevirisinden dinde neler olduğunu,
Kuran okuyarak öğrenmeye çalışmanızdır. Bunu yaparken bir iki tane Kuran
çevirisini karşılaştırmalı olarak okursanız daha da iyi olur. Eğer şüphelendiğiniz
veya anlamadığınız bir bölüm olursa Kuran’ın Arapça orijinalinden
baktırılması gerektiğini unutmayın. Piyasadaki Kuran çevirilerinin
zamanla daha iyilerinin yapılacağına inanıyoruz. Ayrıca bu konuda, Kuran
ayetlerini konularına göre ayıran kitaplardan da yararlanabilirsiniz. İnsan
yorumları, gelenekler, uydurmalar atılınca ve Kuran tek kaynak kabul edilince
gerçek din ortaya çıkacaktır.
bunlar kuran’da = din’de var
1- Allah’ın varlığı ve birliği
2- Allah’a eşler koşmadan iman etmek
3- Allah’ın merhameti, cömertliği ve affediciliği
4- Allah’ı hem sevmek, hem de Allah’tan korkmak
438
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
5- Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğu
6- Allah’ın yaratılışı devam ettirmesi ve kontrol etmesi
7- Allah’ın her şeyi görücü, bilici, işitici olduğu
8- Allah’ın tüm eksikliklerden arınmış olduğu
9- Allah’ın ezeli ve ebedi olduğu
10- Allah’ın doğmadığı ve doğurulmadığı
11- Allah’ın yüceliği ve ululuğu
12- Övgülerin Allah için olması
13- Allah’ın daima üstün ve galip olduğu
14- Allah’ın rızık, şifa vermesi
15- Allah’ın vaadinin doğruluğu
16- Allah’ın yaşatan, öldüren, dirilten olması
17- Allah’ın şaşırmadığı, unutmadığı
18- Allah’ın en güzel isimlerin, sıfatların sahibi olması
19- Allah’ın iman edenleri sevmesi
20- Allah’ın en güzel şekilde, tüm detayları anlattığı
21- Allah’ın dini oluşturan tek otorite olması
22- Allah’ın kitabı Kuran’da dinle ilgili her şeyin açıklandığı
23- Kuran’ın din adına rehberimiz ve gerekli hususların hatırlatı-
cısı olduğu
24- Kuran’ı Allah’ın koruduğu
25- Kuran’ın çelişkisiz bir kitap oluşu
26- Kuran’ın eksiksiz oluşu
27- Kuran’ın rahmet oluşu
28- Kuran’ın doğru yola iletmesi
29- Kuran’ın detaylı olduğu
30- Kuran’ı ince ince düşünmenin gerekliliği
439
dinde olanların listesi
31- Kuran okumak
32- Allah’ı çok anmak
33- Sırf Allah rızası için ibadet etmek
34- Gerçek dostun bir tek Allah olması
35- Allah’a sığınmak, Allah’a dua etmek
36- Peygamberler’in tümüne iman etmek
37- Peygamberimiz’i çok sevmek
38- Peygamberimiz’in Kuran ile hüküm verdiği
39- Peygamberimiz’in son Peygamber oluşu
40- Peygamberimiz’in, Allah’ın vahyetmediği bir şeyi Allah’a isnat
etmeyeceği
41- Namaz kılmak ve namazda süreklilik
42- Kıyam, rüku, secde etmek
43- Kıbleye dönmek
44- Namaz kılmak için abdest almak
45- Cinsel ilişkiye girilmişse önce yıkanıp, sonra namaz kılmak
46- Su bulamayanın toprakla teyemmüm etmesi
47- Namazda huşunun önemi
48- Namazın kötülüklerden alıkoyduğu
49- Cuma (toplantı) namazı
50- Namazı gösteriş amacıyla kılmamak
51- Namazda Allah’ı anmak
52- Namazdan sonra Allah’ı anmak
53- Ramazan ayında oruç tutmak
54- Orucu yeme, içme ve cinsel ilişki yasağının oluşturması
55- Orucun başlangıç ve bitiş zamanları
56- Oruç tutmaya güç yetiremeyenin ne yapması gerektiği
440
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
57- Malları Allah rızası için sarf etmek
58- Bu sarfiyatta malları yetime, yolda kalmışa, fakire, yakınlara
vermek
59- Verilenleri başa kakmamak
60- Gönülden severek vermek
61- Hacca gitmek
62- Hacda Allah’ı anmak
63- Hacda kirlerden arınmak, adakları yerine getirmek
64- Haccı ve umreyi Allah için tamamlamak
65- Hacda cinsel ilişki, kavga, sapkınlık yasağı
66- Hacda ihramlıyken avlanmamak
67- Hacda ihramlıyken avlanma yasağını çiğneyenin ne yapması
gerektiği
68- Uygun olanı emretmek
69- Uygun olmayandan alıkoymak
70- Allah rızası için mücadele etmek
71- Gereğinde mücadeleyi hem malla, hem canla yapmak
72- Kuran’ın rehberliğinde mücadele etmek
73- Kınayanın kınamasından korkmamak
74- Riba yasağı
75- Tartıda, ölçüde hile yapmamak
76- Adaletsizlik yapmamak
77- İsraf etmemek
78- Cimri olmamak
79- Adam öldürmemek, adam öldürmenin cezası
80- Hırsızlık yapmamak, hırsızlık yapanın cezası
81- Fitne çıkarmamak, fitne çıkarmanın cezası
441
dinde olanların listesi
82- Zina etmemek, zina edenin cezası
83- Hanımlara zina iftirası etmemek, bunun cezası
84- Lezbiyenlik, homoseksüellik yasağı, bunların cezası
85- Büyünün kınanması
86- Şeytandan Allah’a sığınmak
87- Şeytanı dost edinmemek
88- Şeytanın düşmanımız olduğu
89- Şeytanın kuruntular, vesveseler vermesi
90- Şeytandan korkmaya gerek olmadığı
91- Yalnızca Allah’a yönelmek
92- Duayı için için yalvararak yapmak
93- Allah’tan bağışlanma dilemek
94- Allah’tan ümidi kesmemek
95- Günahlara hemen tövbe etmek
96- Sabırlı olmak
97- Sabırda yarışmak
98- Bilgimizin olmadığı dini bir konuda tartışmamak
99- Körü körüne, bilmediğimiz bir şeyin ardınca gitmemek
100- Anlaşmalara uymak
101- Yemini önemsemek
102- Yemini bozmanın kefareti
103- Yemini bozgunculuk unsuru olarak kullanmamak
104- Yakınların aleyhine bile olsa adaletten şaşmamak
105- Şahsi kin yüzünden adaletten sapmamak
106- Hoşgörülü ve bağışlayıcı olmak
107- Yetimlerin mallarını kendilerine vermek
108- Yetimlere güzellikle davranmak
442
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
109- Yetimleri itip kakmamak
110- Dünya hayatına aldanmamak
111- Mal, eşler, ticaret gibi helal unsurların da insanları dinin öngördüğü
hayattan uzaklaştırmaması gerektiği
112- Hayatın Allah rızası için yaşanması
113- Allah’a karşı aczini bilmek
114- Güç ve imkana değil, sadece Allah’a güvenip dayanmak
115- Allah’ın ayetlerine gönülden boyun eğmek
116- Allah istemeden hiçbir şeyin olmayacağını bilmek
117- Münafıkların (ikiyüzlülerin) detaylı tarifi
118- İnananlarla edilen alayların anlatımı
119- İnananlara nefret duyanların anlatımı
120- Fitnenin kınanması
121- Kibrin kınanması
122- Nankörlüğün kınanması
123- Aklını çalıştırmayanın kınanması
124- Aklını çalıştırmayanın pisliğe batacağı
125- Doğruyu çoğunlukta aramanın hata olacağı
102- Atalarını üzerinde bulduğuna inanmanın, gerçeği bulmada bir
metot olamayacağı
127- Aklı kullanmadan taklitçi olmanın hata olduğu
128- Hamrın (sarhoşluk verici madde veya şarap) şeytan işi bir pislik
olması
129- Tapılmak için dikilen taşların şeytan işi bir pislik olması
130- Fal oklarının şeytan işi birer pislik olması
131- Kıyamete inanmak
132- Kıyametin dehşetli manzarasının anlatımı
133- Cennet’in varlığı
443
dinde olanların listesi
134- Cennet’teki güzel nimetlerin tarifi
135- Cehennem’in varlığı
136- Cehennem’deki azabın tarifi
137- Cennet ve Cehennem’in sonsuzluğu
138- Cennet ve Cehennem’i göz önünde bulundurarak yaşamak
139- Allah’ın rızasının Cennet’ten de önemli olması
140- Bizi ilk defa Yaratan’a, yeniden yaratmanın çok kolay olması
141- Allah’ın elçi göndermeden azap etmeyeceği
142- Allah’ın kendisine ortak koşulmasını bağışlamayacağı, bunun
dışında dilediği günahı dilediğine bağışlayacağı
143- Cennetliklerin mutlu, Cehennemliklerin pişman olacağına dair
anlatımlar
144- Cennet’te yorgunluk, bıkkınlık olmayacağı
145- Din adamı diye gözükenlerin bir kısmının insanların mallarını
haksızlıkla yediğinin anlatımı
146- Din adamlarının ve Peygamberlerin rableştirilmesiyle ilgili olumsuzluğa
dikkat çekilmesi
147- Hz. Musa’nın Peygamberliği ve ona Tevrat’ın verilmesi
148- Hz. İsa’nın Peygamberliği ve ona İncil’in verilmesi
149- Hz. Davud’un Peygamberliği ve ona Zebur’un verilmesi
150- Kuran’da kendisinden bahsedilmeyen daha birçok Peygamber’in
olduğu
151- Hz. Adem ve onunla ilgili anlatımlar
152- Hz. Nuh ve onunla ilgili anlatımlar
153 - Hz. İbrahim ve onunla ilgili anlatımlar
154- Hz. Süleyman ve onunla ilgili anlatımlar
155- Hz. Musa’nın Firavun’la olan mücadelesi
156- Hz. İsa ve annesi Meryem’in kıssaları
444
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
157- Hz. Yusuf’un kıssası ve rüyaları yorumlaması
158- Hz. Yakup’tan bahsedilmesi
159- Hz. İsmail ve Hz. İshak’tan bahsedilmesi
160- Zülkarneyn’den, Lokman’dan anlatımlar
161- Peygamberler’in karşılaştığı sıkıntılar
162- Bu sıkıntılara rağmen Peygamberler’in mücadelesi
154- Peygamber’in babası veya oğlu olmanın bile kimseyi kurtarmayacağı
155- Peygamberler’i inkar eden kavimlerin dünyada da cezalandırılmaları
163- Anne ve babaya iyi davranmak
164- Allah’ın yarattıklarını incelemek, düşünmek
165- Allah’ın gökteki ve yerdeki sanatlarını araştırmak ve incelemek
156- Leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilenleri yememek
166- Allah’ın helal ettiği rızıkları haram etmemek
170- Günahın açığından da, gizlisinden de kaçınmak
171- Allah’a yönelenlerle beraber olmak
172- Parçalanıp ayrılmamak
173- Allah’ın yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi kaynaşmış
olmak
174- Saldırgan olmamak
175- Saldırganlarla Allah yolunda çarpışmak
176- Saldırana saldırdığı şekil ve ölçülerde saldırmak
177- Güzel düşünüp güzel işler yapmak
178- Emanetleri hak edene, becerikli kişilere vermek
179- Yönetimde danışmayı esas almak
180- Kendi kendini hesaba çekmek
445
dinde olanların listesi
181- Selama aynıyla ya da daha güzeliyle karşılık vermek
182- Sapkın kişilerden gelen haberi incelemeye tabi tutmak
183- İman edenlerin arasındaki çekişmeleri gidermek
184- İman edenlerin kardeşliği
185- Dinde fırkalara (mezheplere) bölünmemek
186- Dinde baskı, zorlama olmadığı
187- Tanıklığı gizlememek
188- Gevşememek, inananların üstün olduğunu bilmek
189- Mal ve çocukların Allah’ı anmada engel olmaması
190- Gerçek hayatın ahiret hayatı olması
191- Anne rahminde geçirilen evrelere dikkat çekilmesi
192- Matematiğe, her şeyde bir ölçü olduğuna dikkat çekilmesi
193- Zamanın izafiliğinin anlatımı
194- Uzayın genişlediğinin anlatımı
195- Güneşin, dünyanın, ayın hareket ettiği
196- İki ayrı suyun birleşmesine rağmen suların karışmaması
197- Rüzgarların aşılayıcı özelliğinin belirtilmesi
198- Yeryüzündeki çatlaklara (fay hatlarına) dikkat çekilmesi
199- Göğün korunmuş bir tavan gibi olması
200-Bu dünyanın sonunun geleceğinin ve o andaki bazı manzaraların
anlatımı
446
39. BÖLÜM
•••
kuran’da yer almayan
konulardaki tavır
Kitabımızın başından bu yana Kuran’ın her şeyi açıkladığını, gerekli her
türlü detayı verdiğini görüyoruz. Yine kitabımızın başından bu yana sanki
Kuran’ın açıklamaları yetersizmiş, Kuran din adına her konuyu kapsamazmış
gibi Kuran’da yer almayan birçok hükmün Kuran dışı kaynaklarca dinselleştirildiğini
ve dinde en büyük tahribatın böyle yapıldığını gördük. Kitabımızın
bu bölümünde 20 tane örnek soruyu inceleyerek Kuran’da geçmeyen
bir konuda soru sorulursa, bu sorunun cevabının nasıl verileceğini göstermeye
çalışacağız.
Şu noktaya dikkatinizi çekmek istiyoruz. Her dini yasak kötüdür, yapılmaması
gerekir. Fakat her kötü gördüğümüz şey dinen yasak değildir. Hırsızlık
yapmak, Allah’a karşı nankörlük Kuran’da yasaklanmıştır; bu yüzden
bunlar kötüdür ve bunları yapmamamız gerekir. Sigara içmenin, saçları mora
boyatmanın da isabetli davranışlar olmadığı kanaatindeyiz. Fakat “Bunlar
dinen sakıncalıdır, haramdır, mekruhtur” diyemeyiz. Beğenmediğimiz bu
davranışları dini etiketle çirkin göstermeye çalışmamalıyız. Kendi öngörü-
müz isabetli bile olsa, kendi öngörümüzle vardığımız kanaatleri dinselleştiremeyiz.
Bu fiilleri kötü, yapılmaması gereken fiiller olarak görebiliriz. Fakat
bunları din adına yasaklamaya kalkarsak büyük bir hata yapmış oluruz.
Her haram, her günah bize mesuliyet yükler ve ahirette hesap vermemizi
447
kuran’da yer almayan konulardaki tavır
gerektirir. Örneğin nankör kişi, hırsız kişi ahirette bu davranışlarından dolayı
hesap vereceklerdir. Fakat sigara içmenin veya saçları mora boyatmanın
dinen sakıncalı olduğunu ve ahirette cezası olduğunu iddia edemeyiz. Allah,
rahmeti sebebiyle haramları, yasakları sınırlı tutmuştur. Yapılmaması iyi
olacak birçok şeyi de haramlaştırmamış, yasaklamamıştır. Geleneksel-mezhepçi
yaklaşımı benimseyenler ise Allah’ın rahmetinin bir sonucu olan bu
uygulamayı anlamamış, dinimiz eksikmiş gibi Allah’ın dinine ilaveler yapmışlardır.
Bu arada şunu da bilmeliyiz ki örnek verdiğimiz saçı mora boyatmayı
ve sigara içmeyi dini etiketle kötü göstermek ne kadar hatalıysa, aynı
şekilde “Dinde saçı mora boyatmak var” veya “Dinde sigara içmek var” gibi
ters bir mantıkla dinin yasaklamadıklarını, dinin tavsiye ettikleri gibi göstermek
de çok büyük ve çok tekrarlanan bir hatadır (21. bölümdeki kadın konusunun
çok eşlilik ile ilgili kısmında da aynı mantığı örneklerle anlattık).
Ey iman edenler! Size açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri
sormayın. Kuran indirildiği zaman sorarsanız size açıklanır. Allah
onları affetmiştir. Allah bağışlayıcıdır, yumuşak davranandır.
5-Maide Suresi 101
Ayette görüldüğü gibi Kuran’da açıklanmayan her şey Allah’ın affettikleri
kapsamındadır, her ne olursa olsun... Birçok davranışın dinen serbest olması
sırf dinin bu davranış hakkında izah getirmemesindendir. Ayetin ba-
şından anlayacağımız gibi Allah birçok sorunun cevabını verseydi, Allah’ın
o konudaki tavrı yasaklayıcı olabilirdi. Fakat Allah, eğer açıklama yapsaydı
ilave hüküm getirebileceği bir konuda, açıklama yapmamasını, bizim o konudaki
serbestiyetimiz için yeterli görmektedir. Bu yüzden Allah ayette “Allah
onları affetmiştir” demektedir. Nihayet ayetin sonundan Allah’ın bu tavrının
Allah’ın kullarına karşı bağışlayıcılığının ve yumuşak davranmasının
sonucu olduğunu anlıyoruz. Bu yüzden defalarca tekrarlayarak diyoruz ki;
her ne olursa olsun, her ne olursa olsun, her ne olursa olsun eğer Kuran’daki
bir izahla temellendirilemiyorsa bu helal, haram, sünnet, farz, mekruh veya
her ne olduğu iddia ediliyorsa bu şey din dışındadır, dini alanla hiçbir ilgisi
yoktur. Kimse Allah’ın rahmetini sınırlamaya, Allah’ın Kuran’da kolay
448
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
olduğunu söylediği dini zorlaştırmaya kalkmasın. Kimse kendi kafasındaki
doğruların, bin yılı aşkın bir zaman diliminde, apayrı kültür ve çevrelerde
yaşayan tüm insanlar için de doğru olduğunu iddia etmesin. Dine yapılan
bu ilaveler ve yasaklar dini detaylara boğmuş, kişileri dinin özünden uzaklaştırmıştır.
Namazda ayakların arasının kaç parmak olacağını, hangi ayakla
hangi işe başlanacağını, sakalın boyunu ayarlamaya çalışanlar; teferruatla
uğraşmaktan, Allah’ın asıl istediklerine yeterli dikkati yöneltememişlerdir.
Şimdi 20 örneğimizi inceleyelim ve Kuran’da yer almayan konulardaki sorulara
nasıl cevap verilebileceğini görelim:
20 ÖRNEK SORU VE CEVAPLARI
1. SORU: Kurban bayramında kurban kesmek gerekir mi? Bu ibadet
vacip midir?
CEVAP: Kuran’da kurban bayramı diye bir bayramdan da, böyle bir
bayramda kurban kesmekten de bahsedilmez. Kuran’da geçmeyen bir uygulama
ne farz, ne vacip, ne de sünnet diye dinselleştirilebilir. Bu bayram
Müslümanlar’ı kaynaştıran yapısıyla Kuran’ın koyduğu hedeflere hizmet etmektedir.
Bu yüzden bu bayramlara sahip çıkılıp, bu geleneğin yaşatılması
gerektiği kanaatindeyiz. Ama bunun, Kuran’ın/dinin evrensel bir hükmü olmadığını
da bilmeliyiz.
2. SORU: Kravat takmanın hükmü nedir? Hıristiyanlar’a benzemek olduğu
için günah olur mu?
CEVAP: Kuran’da ne erkeğe, ne kadına üniforma gibi bir kıyafet tarif
edilmez. Demek ki kravat da, şapka da giyilir. Kuran’da Hıristiyanlar’a benzemek
başlığıyla bir yasaklar listesi geçmez. Hıristiyanlar gibi yılbaşı kutlayan,
hindi kesen, kravat takan, anneler günü kutlayanın bunları yapmasında
dini hiçbir engel yoktur. Bunları yapmanın kendi geleneklerimiz ya da strateji
açısından doğru veya yanlış olduğu ayrı konudur. Bunları uygulayanlar
elbette “özenti” olmakla veya başka şekillerde eleştirilebilirler, onlar da
449
kuran’da yer almayan konulardaki tavır
kendilerince uygun cevabı verirler; fakat bunlar yapılırken, dine atıfla karşı
tarafı “haram” işleyen veya “kafir” ilan etmenin Kurani bir dayanağı yoktur.
Her fikrimizi dinsel kılıfa sokup başkalarını din-dışı gösterme hastalı-
ğından kurtulmamız önemli bir zarurettir. Hıristiyanlar gibi giyinmenin gü-
nah olduğunu söyleyenler, olmayan bir günahı uydururken kendileri, bazı
Hıristiyanlar gibi; evliyalarını, din adamlarını aşırı bir şekilde yüceltmekte,
böylelikle Hıristiyanlar’a benzemememiz gereken, Kuran’ın bizi uyardığı
asıl konuda onlara benzemektedirler.
3. SORU: Gebe suyu ile abdest alınır mı?
CEVAP: Kuran abdest almak için yıkanmaktan bahseder. Yıkanmak
ise normal su ile olur. Böyle mantıksız sorular soranlara ilgili abdest ayetini
söylemek yeterlidir. Gerisini kendileri anlasınlar. Bazı insanlar anlamak
yerine anlamamaya çalışmaktadırlar. Allah abdesti anlatmış, eğer su yoksa
toprakla teyemmüm gibi bir detayı da vermiştir. Ne yazık ki örneğini verdi-
ğimiz bu soru, sözde ciddi din kitaplarının açıklamaya çalıştığı bir sorudur.
4. SORU: Kuran’a göre meclis, başbakan ve cumhurbaşkanından olu-
şan bir sistem olabilir mi?
CEVAP: Kuran yönetim konusunda uzun detaylar vermez. Böylece kişilere
zaman, şartlar, nüfus yoğunluğu ve diğer etkenlere uygun bir idare
oluşturma şansı verilir. Kuran emanetin ehline verilmesi gibi, yönetimde danışılması
gibi genel prensipler verir. Meclisli, başbakanlı, cumhurbaşkanlı
sistem de, yarı başkanlık sistemi de, tam başkanlık sistemi de, daha başka
sistemler de olabilir… Kuran yönetimle ilgili genel prensipler vermiş, her
dönem ve şartta geçerli bir yönetim sistemi emretmemiş ve önermemiş-
tir. Sonuçta bu konuda karar insanların tercihlerine kalmıştır. Fakat Müslü-
manlar açısından bu durumda farklı sistemleri benimseme olanağı olsa da
Kuran’ın ortaya koyduğu “adalet” gibi ilkeleri sistem ne olursa olsun gözetmek
dini bir zarurettir.
450
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
5. SORU: Namazda ellerim nasıl durmalı?
CEVAP: Kuran’da namazda eller şöyle dursun diye bir izah yoktur. Yani
ister eller göbeğin üstünde bağlanır, ister yana sarkıtılır, ister havaya kaldırılır.
6. SORU: Küçük tuvaleti oturarak yapmak dinen daha mı makbul?
CEVAP: Kuran, tuvaleti nasıl yapmamız gerektiğini söylemez. Dileyen
oturarak tuvaletini yapar. Dileyen ayakta yapar.
7. SORU: İpek gömlek giyilebilir mi?
CEVAP: Kuran’da erkeğin de, kadının da ipek gömlek giymesine engel
hiçbir izah yoktur. İsteyen ipek gömlek de giyebilir, ipek pantolon da,
ipek çorap da...
8. SORU: Kadınlar makyaj yapabilir mi?
CEVAP: Kuran’da kadının makyaj yapmasıyla ilgili hiçbir izah yoktur.
Dileyen herkes makyaj yapabilir.
9. SORU: Sünnet olmak dini bir zorunluluk mudur?
CEVAP: Kuran’da sünnet olmak diye bir şey geçmez. Tevrat’ta sünnet
olmak geçer. Allah dileseydi Kuran’da da sünnet olmamızı belirtir, bizim
dinimizin de bir mecburiyeti yapabilirdi. Yani isteyen sünnet olur, isteyen
olmaz. Dinimizde ne sünnet olun diye bir izah vardır, ne de olmayın
diye. Geleneksel İslam’ın adetleri dinselleştirmesi ile sünnet dinselleşmiştir.
Gerçi uydurmalarla dolu hadislerin içinde kadınların da sünnet olmasının
gerekliliği vardır ama bu izah halka pek açıklanmamaktadır. Sünnet adeti
öyle bir dinselleşmiştir ki, neredeyse bazılarınca, Allah’ın varlığına imandan
sonra dinin ikinci şartı gibi algılanmıştır. Sağlığa yararlı olduğuna kanaat
getiren sünnet olur, istemeyen olmaz. Sünnet dinimizin ne bir hükmü-
dür, ne de alameti farikasıdır.
451
kuran’da yer almayan konulardaki tavır
10. SORU: Dövme yapılabilir mi?
CEVAP: Kuran’da dövme ile ilgili hiçbir izah geçmez. Eğer birisi dövmenin
altına su geçmez, o zaman da boy abdesti olmaz izahını yaparsa, şunu
bilmelidir ki dövme derinin üstünü kaplamaz, içine işler. Ayrıca Kuran’da
gusül abdesti diye bahsedilen genel bir yıkanmadır. Kuran’da “Toplu iğne
başı kadar kuru yer kalmayacak” şeklinde bir izah yoktur. O zaman minnacık
bir tükenmez kalem çiziği olanın da gusül abdesti kabul olmaz. Kı-
sacası Kuran’ın hiçbir izahından dövme yapmanın haram olduğu çıkmaz.
Boy abdestine dinde olmayan detaylar ilave eden zihniyet dövmeyi de haramlaştırmıştır.
11. SORU: Hangi elle yemek yiyelim?
CEVAP: Kuran insanların hangi elle yemelerinin gerektiğini, hangisinin
sevap olduğunu anlatmaz. Dileyen dilediği eliyle yemeğini yer.
12. SORU: Kadın erkek el sıkışabilir mi?
CEVAP: Kuran’da kadınla erkeğin el sıkışmaması gerektiğine dair hiç-
bir izah yoktur. Demek ki kadınla erkek el sıkışabilirler.
13. SORU: Mastürbasyon yapılabilir mi?
CEVAP: Kuran’da cinsellikle ilgili haramlar açıklanmıştır. Örneğin zina,
homoseksüellik, lezbiyenlik haramdır. Mastürbasyon hakkında Kuran’da bir
yasak geçmez. Demek ki dileyen erkekler de, kadınlar da mastürbasyon yapabilir.
(Dini internet sitelerine yollanan sorulardan, bu konunun en çok merak
edilen konulardan biri olduğunu anlıyoruz.)
14. SORU: Doğum kontrolü yapmanın dinen bir sakıncası var mı?
CEVAP: Kuran’da “Doğum kontrolü yapmayın” diye de, “Aileniz çok
kalabalık olsun” diye de bir izah geçmez. Dileyen çok çocuk yapmaya çalışır,
dileyen hiç çocuk yapmamak için önlemini alabilir.
452
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
15. SORU: Ölünün arkasından Kuran okunabilir mi?
CEVAP: Kuran her zaman okunabilir. Ölümlerden sonra da, doğumda
da, herhangi bir toplantıda da Kuran okunabilir. Fakat ölünün arkasından 1,
7, 40, 52. geceler gibi; gözetilmesi zaruri farz olan geceler yoktur. Bu gecelerde
Kuran okumak veya okutmak farz değildir. Fakat bu, Kuran okunamayacağı
manasına gelmez. Ölünün anıldığı gecede Kuran okumak veya okutmak
elbette ki güzel bir anmadır. Kuran’ın okunmasının iyi olmayacağı bir
ortam olabilir mi? Yeter ki Kuran sırf Allah rızası için okunsun. Kuran’da
olmayan merasimler farz gibi takdim edilmesin.
16. SORU: Kusmak orucu bozar mı?
CEVAP: Kuran’da orucun üç şeyden oluştuğunu görüyoruz; yememe,
içmeme ve cinsel ilişkiye girmeme. Bu üçünü belli bir zaman diliminde yapmamakla
oruç ibadeti gerçekleşir. Kuran’da “kusmama” diye dördüncü bir
şart belirtilmediğine göre, kusmanın oruçla hiçbir alakası yoktur.
17. SORU: Erkekler sarı veya kırmızı renklerde elbise giyebilirler mi?
Altın takabilirler mi?
CEVAP:
Kuran’da erkeklerin giyimdeki renk tercihlerinin ne olması gerektiği
veya takılarının nasıl olması gerektiği hususunda bir açıklama getirilmemiştir.
Bu hususlar kişilerin şahsi tercihlerine bırakılmıştır.
18. SORU: Orucu hangi yiyecekle açmak daha sevaptır?
CEVAP: Kuran’da orucu açmanın makbul olduğu yiyecek diye bir şeyden
bahsedilmez. Demek ki orucu açma noktasında helal her yiyecek eşittir.
19. SORU: Kadın kocasından habersiz kaç kilometre uzağa gidebilir?
CEVAP: Kuran bu konuda hiçbir izah, dini bir kısıtlama getirmez. Demek
ki evli çiftler bu tarzdaki iç sorunlarını kendi içlerinde çözeceklerdir.
453
kuran’da yer almayan konulardaki tavır
Fakat bu sorunlarını çözerken kendi görüşlerini, Kuran’da olmayan uydurma
izahlarla din adına temellendirmemelidirler.
20. SORU: Dinimizde kandil geceleri var mı?
CEVAP: Kuran’da “kutsal kandil geceleri” diye bir kavram geçmez.
Kuran’da sadece Kadir gecesinin faziletine dikkat çekilir. Bunun dışında
Kuran’da ne özel bir geceden bahsedilir, ne de bu özel gecelere has özel ibadetlerden.
İsteyen Peygamberimiz’in doğum günü diye veya herhangi bir zafer
günü diye bir günü elbette ki kutlayabilir. Bu kutlamalarda namaz kılınması,
Kuran okunması da çok güzeldir. Fakat bu gecelerde falanca ibadeti
yapanın tüm günahlarının af olacağı gibi uydurmalar tehlikelidir, çeşitli istismarlara
yol açabilir.
454
40. BÖLÜM
•••
anlaşılan dilde ibadet
ve son sözler
buraya kadar ne yaptık?
Kitabımızın buraya kadarki bölümlerinde, gerçek dinin ortaya çıkması
için dinin kaynağının ne olduğunun belirlenmesi gerektiğini ortaya koyduk.
Bu noktadan hareketle dinin kaynağının sırf Kuran olduğunu bizzat
Kuran’ın kendisine başvurarak gösterdik. Yanlış anlaşılmalara meydan vermemek
için bu yöntemin bir reform hareketi değil, dine yapılan ilaveleri temizleme
ve Kuran’ın buyruğunu yerine getirme hareketi olduğunu belirttik.
Sonra dinimize ilavelerin, başta hadisler kullanılarak yapıldığını tespit ettik
ve hadislerin Peygamber’e yapılan iftiralarla dolu olduğunu, Peygamber’in
Kuran dışı hadisleri dinselleştirmek gibi bir hedefinin olmadığını ve hadislerin
birçok yönden dinin kaynağı olmaya layık olmadıklarını gördük.
Daha sonra hadislerin hem Kuran’la, hem kendi aralarında, hem de mantıkla
çeliştiklerini, dine ilaveler yaptıklarını; bu yüzden hadislerin Kuran’la
beraber dinin kaynağı olmaya layık olmadıklarını anlayıp, sırf Kuran’ın dinin
kaynağı olduğu fikrini zihnimize iyice oturttuk. Bu mantığı pekiştirmek
için hadislerin niye uydurulduğunu, dört halifenin hadisleri yazdırtmadı-
ğını, en önemli hadis uydurucularının kimler olduğunu da inceledik. Daha
sonra dinimizin dejenerasyonunun tarihi arka planını, Kuran’ın dininin ve
uydurulan dinin neler olduğunu sergiledik. Dine en çok ilavenin, Kuran’da
455
anlaşılan dilde ibadet ve son sözler
yer almayan konuları çözmeye kalkanlar tarafından şahsi çözümlerini dinselleştirmek
yoluyla yapıldığını tespit ederek, kitap boyunca örneklediğimiz
bu hatayı ayrı bir bölüm olarak bol örnekli bir şekilde işledik...
Bunlar gibi hedefimiz açısından önemli konuları irdeleyerek kitabımızın
sonuna geldik. İbadetlerin anlaşılan dilde yapılmasının önemine binaen, kitabımızın
bu bölümünde anlaşılan dilde ibadetin önemini bir kez daha vurgulayacağız.
Kuran’ın mucizevi yönünü ve güvenilirliğini diğer kitabımız “Kuran Hiç
Tükenmeyen Mucize”de göstermeye çalıştık. Sahte dinin ortaya çıkması kadar
dinin tek kaynağı olan Kuran’ın değerinin anlaşılması ve Kuran’a gü-
venin sağlanması da çok önemlidir. Böylece kişiler uydurma dini ellerinin
tersiyle itip Kuran’a sımsıkı sarılacaklardır.
türkçe ibadet
Kuran’ın anlattığı İslam’ın yaşanması için yapılması gereken en temel
faaliyet Kuran’ın, dini yaşayacak toplumun diline çevrilmesidir. Kuran
Arapça inmiştir ve orijinali Arapça’dır. Fakat Kuran’a göre Arapça, kutsal
bir dil değildir. Kuran, her kavme Peygamberler’in gönderildiğini ve bu
Peygamberler’in kavimlerine kendi dillerinde mesajlar getirdiklerini söyler.
Tevrat Hz. Musa’nın kavminin dilindedir, İncil de Hz. İsa’nın kavminin dilindedir.
Hz. Lut’un vahiyleri kendi kavminin dilindedir, Hz. Nuh’unkiler
de öyledir... Bu mesajları kutsal yapan Allah’tan indirilmiş olmalarıdır ve
bu mesajların hiçbiri Arapça değildir. Allah’ın mesajı Arapça yazılabileceği
gibi; Allah’a, dine karşıt sözler, putlara iltifatlar da Arapça yazılabilir.
Arapça’yı Allah’ın özel dili, Cennet’in lisanı; Arapça harfleri Allah’ın özel
harfleri, Cennet’in harfleri gibi gösteren mezhepçi zihniyete sahip kişiler,
dinimizin kaynağı Kuran’ın, Arapça bilmeyenlerce anlaşılmasını engellemişlerdir.
41-Fussilet Suresi 44. ayetten Kuran’ın Arapça olmasının sebebinin,
Kuran’ın ilk olarak Arap toplumuna hitap etmesi olduğunu anlıyoruz.
Kuran, Allah’ın din gönderdiği her kavme kendi dilinde hitap etme adetinden
dolayı Arapça’dır. Araplar’a dinlerinin yabancı dilde bildirilmesi saçma
456
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
olduğu gibi, Türkler’e de anlayabildikleri dilleri dışında bildirimde bulunmak
saçmadır. Türkler’e kendi dillerinde bildirim ancak Kuran’ın çevirisi ile
mümkündür. Daha önceden Kuran çevirisinin okunmasına karşı mezhepçi
çevrelerden gelen tepkilerin günümüzde oldukça azalmış olduğunu görmek
sevindirici bir gelişmedir. Fakat uzun bir dönemde, mezhepçi zihniyeti benimseyenler
tarafından, Arapça bilmeyen Müslümanlar’ın Kuran’ın çevirisini
okumaktan mahrum edildikleri de unutulmamalıdır.
Kuran’da geçen kelimeler, kavramlar Kuran’da geçmeden önce de
Araplar’ın kullandığı kelimeler, kavramlardı. Kuran’da, “Allah” denildiğinde
neyin kastedildiği, “domuz” denildiğinde domuzun ne olduğu, “miras” denildiğinde
mirasın ne olduğu, “vasiyet” denildiğinde vasiyetin ne olduğu
biliniyordu. Kuran evvelden varolan kelimelerle geldi. Kuran’ı okuyan bir
kimse bu apaçık gerçeği rahatça kavrar. Kutsal olan Arapça veya kelimeler
değil; Allah’ın bu kelimelerle, kavramlarla oluşturduğu Kuran’dır.
Arapça’yı kutsallaştırıp, dinin anlaşılmadan yaşanmasına sebep olanların
düştüğü komik durumun bir örneği şöyledir:
“Arap Bedevi kadınları ellerinde defler, yanık sesle türküler söylüyorlardı.
Türkülerin konusu da deve etinin lezzetiydi. Bu etin kebabının, haşlamasının,
kızartmasının ne kadar lezzetli olduğu yanık yanık, makam içinde
anlatılıyordu. Töreni tertipleyen Osmanlı Teşkilatı Mahsusa Reisi Eşref Sencer
Kuşçubaşı Bey bir de gördü ki, hazır ol vaziyetinde olan Anadolu’nun
aslan yapılı Osmancık Taburu’nun erlerinden bazılarının Arapça deve eti
kasidesini dinlerken gözyaşları şıpır şıpır damlıyordu. İyi Arapça bilen Eş-
ref Bey şaşırdı, bir ere:
- ‘Oğlum ne ağlıyorsun?’ diye sordu. Hazır ol vaziyetindeki Mehmetçik
durumu değiştirmeden cevap verdi:
- ‘Kumandanım bakınız ne güzel Kuran okuyor...’
Bu saf, pırıl pırıl yürekli Anadolu çocuğunun duyguları önünde gözleri
dolan Eşref Bey dayanamıyor:
457
anlaşılan dilde ibadet ve son sözler
-’Oğlum o bedevi kadınları kendilerine dağıtılacak olan deve etinin lezzetini
anlatan kasideyi makamla okuyorlar, sil gözyaşlarını...’” (Cemal Kutay,
Türkçe İbadet, sayfa 61)
TÜM KAVİMLERİN DİLLERİNİN YARATICISI ALLAH’TIR
Gelin ayrı dilleri, ayrı ırkları nasıl değerlendireceğimizi Kuran’ın aydınlatıcı
ayetlerine başvurup öğrenelim:
Göklerin ve yerin yaratılması ile dilleriniz ve renklerinizin başka
oluşu O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda bilgi sahipleri için deliller
vardır.
30-Rum Suresi 22
Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, ancak bu sizleri
verdikleriyle sınaması içindir. Tümünüzün dönüşü Allah’adır.
5-Maide Suresi 48
Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkekten ve bir dişiden yarattık.
Birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler yaptık. Allah
açısından en üstün olanınız en çok sakınanınızdır.
49-Hucurat Suresi 13
Bu ayetleri örnek gösteren Cengiz Özakıncı şunları söyler: “Kuran’ı benimsemiş
bir kişi kendi bildiği dilden başka bir dille, kendi soyundan başka
bir soyla, kendi toplumundan başka bir toplumla, kendi yazısından başka
bir yazıyla karşılaştığında bunları Tanrı’nın bir ürünü olarak görecek, bir
üstünlük ya da aşağılık duygusuna kapılmayacak, bunları tanımaya, anlamaya,
öğrenmeye girişecektir. Daha açığını söyleyelim: Kuran’a göre bir
Müslüman Arap, Türkler’in ulus olarak varlığını, dilini, yazısını ancak bir
inceleme, araştırma, öğrenme, yararlanma konusu edinebilir. Türkler’in
ulus olarak varlığını ortadan kaldırmaya, ya da eritmeye girişmesi durumunda
Tanrı katında suçlu olacaktır. Türkçe’yi at, Arapça’yı kullan, ya da
kendi yazını at, Arap yazısını kullan diyemez. Öteki ulusları Araplaştırmaya
458
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
yeltenemez. Eğer yeltenirse, bu girişimi Tanrı’nın buyruklarına aykırı olur.
Geçmişte Tanrı’nın buyruklarını çiğneyen pek çok Müslüman Arap, Müslüman
Türk çıkmış, Türkler’in dilini, yazısını Araplaştırmaya girişmiş ve
bunu belli oranda başarmışlardır. Bundan 900 yıl önce kimi Arap, kimi
Türk kandırıcı kişiler Tanrı ile Türkler’in arasına dilden bir engel koydular.
Türkler’in Tanrı’ya Türkçe seslenmesinin Tanrı’yı kızdıracağını söyleyerek,
Türkler’i bu yalana inandırdılar. Türkler Tanrı’nın yalnızca Arapça seslenişlere
ilgi gösterdiğine kandırıldılar.” (Cengiz Özakıncı, Dil ve Din, sayfa
120, 156) Özakıncı’nın Türkçe için anlattıkları, elbette Müslüman tüm milletlerin
dilleri için; Urduca, Farsça, Boşnakça, Kürtçe için de geçerlidir…
Alıntıladığımız ayetlerden anlayacağımız gibi Arapça da, Türkçe de,
İngilizce de, Fransızca da, Urduca da, tüm diller de Allah’ın isteğiyle oluş-
muştur; tümü Allah’ın delilleridir. İnsanlar bu renkliliği yok etmeye değil,
bu farklılıkların içinde kaynaşmaya, tanışmaya çalışmalıdırlar. Her dil bir
güzelliktir. Hiçbir dilin özel bir kutsallığı yoktur. Allah’ın beğendiği bu çe-
şitliliği, uydurma kutsal etiketiyle yok edenler, Allah’ın kitabı Kuran ile çelişmektedirler.
Allah, meleklere Hz. Adem’in üstünlüğünü açıklarken, Hz. Adem’e isimleri
öğretmesine ve Hz. Adem’in isimlerle tanımlamalar yapmasına dikkat
çekmektedir. İsimlendirerek tanımlama, kelimelerle düşünme gibi dilin temel
fonksiyonları, insanı üstün kılan özellikleridir. Hiç şüphesiz dilin bu
tarz kullanımında, ne söylediğinin bilincinde olma unsuru vardır. Aklı iş-
letme faaliyeti, kelimelerle isimlendirmenin sonucunda yapılan bir faaliyettir.
Kullanılan akıl ise insan olmanın ayırt edici özelliğidir.
Kuran’ın herkesin anladığı dilde, tercümesinden okunmasının önemini
ilahiyatçı Prof. Dr. Beyza Bilgin de şu sözleriyle vurgulamaktadır:
“Kuran’ın anlaşılması esastır ve vahiyler yoluyla tebliğ ve yol gösterme
daima milletlerin konuştuğu dilde yapılmıştır. Öyleyse, milletin fertleri,
Allah’ın Kitabı’nı anlamak, ondaki haber ve öğütlerden yararlanarak terbiye
olmak, davranış geliştirmek için, onu yabancı dilde değil, konuştukları dilde
ve anlayarak okuyacaklardır. Böyle bir okuyuş temin edilmedikçe, Kuran
459
anlaşılan dilde ibadet ve son sözler
belli bir zümrenin, bir azınlığın elinde kaldıkça, ondaki ilahi amaca yönelik
yöntem etkinliğinin ve anlam zenginliğinin meydana getirebileceği bü-
tün gelişmelerden mahrum kalınacaktır. Kuran’ın vahyolunduğu dönemde,
Arap edebiyatı çoğunluğun ilgilendiği, zevk alarak izlediği bir alandı. Kuran,
şiirle nesrin birleştiği bir üslûpla, yeni konulardan söz ediyordu.
Kuran’ı dinletmeyin. Kuran okunduğunda gürültü yapın, belki bu
yolla O’na galabe edebilirsiniz.
41-Fussilet 26
Anlamışlardı ki, Kuran dinlenir ve anlaşılırsa, onunla başa çıkamayacaklardır.
Oysa geleneklerimizden gelen günümüzdeki okuyuşta, musiki ile
okuyuştan etkilenmekten söz edilebilir ama o şiirli üslup kullanılarak verilmiş
olan haber ve öğütlerden etkilenmekten söz edilemez. Kuran’ı inanarak,
güvenerek, sevgi ile okuyan insanlar, onu okurken, onda anlatılanları,
onu üslubu ile anlayarak okusalar, bilgilenseler ve etkilenseler, duyguları o
yönde aksa, o yönde içerik kazansa, neler olabilir, kabiliyetli müminler onları
nasıl kullanır, bir düşünülse! Güzel sanatların bütün dalları, şiir, roman,
film, tiyatro, müzik, estetik, gazete, dergi, radyo, televizyon gibi güçlü araç-
lar, onları kullanan inançlı insanların belleklerinde yüksek fikirlerle seslense,
sevgiyi, güzelliği, temizliği, merhameti, adaleti, barışı ve yardımlaşmayı ifadeye
dökseler, ülkede ince bir ruh hali, bir yüksek terbiye, bir bilgiseverlik,
bir aydınlanma meydana gelmez mi? Meydana gelen bu aydınlık dışa vurmaz
mı?” (Beyza Bilgin, 1. Kuran Sempozyumu, sayfa 82)
OSMANLI DÖNEMİNDE KURAN’IN YERİ
Allah dinde akledilmesini, ince ince düşünülmesini, araştırılmasını, emirlerinin
uygulanmasını, kitabının rehber edinilmesini ister. Kişiler Allah’ın
kitabının manasını bilmeden üzerinde nasıl inceden inceye düşünebilirler?
Sonuçta kişiler dini yaşamak için, dinle ilgili bilgileri anladıkları dilden
duymak veya okumak zorundadırlar. Geleneksel, mezhepçi İslamcılar kendi
din adamlarının veya ilmihal kitaplarının Türkçe anlatımlarında bir sakınca
460
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
görmemişlerdir. Onlar da herkesin Arapça öğrenmesinin farz olduğunu savunmamışlardır.
İlmihal kitaplarının, kendi öğretileri doğrultusunda yeti-
şen müftülerin, imamların, şeyhlerin dini Türkçe olarak anlatmasını normal
görenler; Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesine karşı çıkmışlardır. Amaç kişi ile
Allah arasına din adamlarının sokulması ve mezhep izahlarıyla yetişmiş din
adamlarının ve mezheplerin izahlarının “din” diye sorgulamasız yutturulmasıdır.
Oysa dinin tek kaynağı olan Kuran’ın çevirisi elde olunca, kişilerin
Allah’ın dini ile uydurulan dini ayırt etmeleri mümkün olabilmektedir.
Kuran’ın çevrilmesi teşebbüslerine karşı mezhepçi, gelenekçi grupların
önemli bir kısmının direnmiş olmasının altındaki temel neden budur. Bunlar,
dinin mezheplerin tekelinden çıkmasına ve uydurmaların sorgulanmasına
tahammül edememektedirler. Kuran’ın anlattığı İslam’ın, Osmanlı tarihinde
doğru dürüst ortaya çıkmamasının, Osmanlı’nın bilemediğimiz bir
yerinde bu şekilde fikirler ifade edilmişse bile kökleşip yerleşmemesinin altındaki
temel sebeplerin; mevcut sistemin baskısı ile beraber, bu çeviri yasağı
olduğu kanaatindeyiz. Çevrilemeyen, Arapça’sının bile matbaada basılmasına
izin verilmeyen Kuran’ın ismi vardı ama kendisi ortada yoktu. “Çok
şanlı” diye nitelenen atalarımız ne yazık ki Kuran’ı çevirttirmediler, insanlara
anladıkları dilde okutturmadılar. Yıllarca “günah” dedikleri matbaanın
“günah” olduğu iddiasından vazgeçtiklerinde bile Kuran’ın matbaada basılmasının
“günah” olduğu iddiası devam etti. Hattatların el yazısı ile çoğalttığı,
sadece bazı evlerde bulunan Kuran ise bulunduğu evlerde de bohçalar
içinde saklandı. Bohçalar açılıp okunduğunda ise manası için değil, melodisi
için okundu. Halk hiçbir konunun çözümü için Kuran’a doğrudan mü-
racaat edemedi. Şeyhülislamlar, şeyhler, imamlar halka dini öğretti. Onlarsa
dini Sunnilik ile eşitleyen bir sistemin parçasıydılar ve Sunniliğin halifesi
olan padişaha itaatli kişilerdi.
Kuran tercüme edilemez iddiası yanlıştır. Kuran “Allah birdir” diyor,
tercüme ediyoruz; “Allah bağışlayıcıdır” diyor, tercüme ediyoruz; “Kuran
her şeyi açıklar” diyor, tercüme ediyoruz; “Hz. Musa’ya Tevrat verildi” diyor,
tercüme ediyoruz; “Kan içilmez, domuz yenilmez” diyor, tercüme ediyoruz.
Bunların hangisi anlaşılmıyor?
461
anlaşılan dilde ibadet ve son sözler
Çeviride ortaya çıkan bazı zorluklar, Arapça’dan Türkçe’ye çevirinin zorluklarından
ziyade, kavramın Arapça’sının neyi ifade ettiğinin tartışmasından
ortaya çıkmaktadır. Bu da bir çeviri sorunu değil, anlaşılma sorunudur.
Araplar da bu sorunu Türkler kadar yaşarlar. Kuran’da anlatılan Yahudiler’in
dinlerindeki kelimelerin yerlerini, manalarını kaydırma eğilimi, dinimizde
de yaşanmıştır. Bunun da baş sorumlusu dini uydurma izahlarıyla bozmaya
kalkan zihniyetin, Kuran’ın kelimelerinin manasını kaydırarak Kuran’ı kendi
arzularına uydurma çabalarıdır. Kuran’da aynı kelimenin farklı yerlerdeki
kullanımı gibi noktaların irdelenmesiyle, kısaca Kuran’a bütüncül bir yaklaşımla
çözülebilen bu sorun, istisnai bazı yerlerde ortaya çıkar ve bahsettiğimiz
şekilde titiz bir incelemeyle çözülebilir.
Anlamadığımız dilde ibadet etmek birçok açıdan hatalıdır. Cengiz Özakıncı
bu sakıncalardan bir kısmını şöyle açıklamaktadır: “...Eğer Türkçe söylenirse
Tanrı bu yakarıları işleme koymaz, kesin sonuç almak istiyorsanız,
bu duaları Arapça yazın, söyleyin denilerek öğretilmektedir. Oysa bir Türk
bu yakarıları Arapça’yı gereği gibi seslendirerek yapamaz. Arap dilinde öyle
sesler vardır ki, bunlara boğaz sesleri denir, ancak Arap olanlar söyleyebilirler.
İçinde böylesi Türk gırtlağına yabancı sesler olan Arapça sözcükleri
bir Türk söylemeye kalkıştığında, o sesi çıkartamayacağı için, onu andıran
başka bir ses çıkarır. Bu durumda Arapça sözcüğün anlamı da değişir. Tıpkı
“sevmek” ve “sövmek” sözcüklerinde olduğu gibi, Arapça’da da küçük bir
ses değişimi anlamı tersine dönüştürebilmektedir, çünkü bütün dillerde olduğu
gibi Arapça’da da böylesi yakın sesli, ters anlamlı sözcükler vardır.
Bir Arap Türkçe konuşurken nasıl “sev” diyeceği yerde “söv” diyebilirse,
bunun gibi bir Türk de Tanrı’ya Arapça sesleneyim derken “fağfirlene (bizi
bağışla, koru)” diyeceği yerde “fakfirlene (bizimle ilişkini kes, bize boşver)”
diyebilir. Çünkü Arapça’da bulunan “ğ” sesi çok özel bir sestir. Türk dilinde
bu ses yoktur. Bir Türk özel bir eğitim almadıkça bu iki sözcüğün söyleni-
şini birbirine karıştıracaktır. Görüleceği üzere Türk’ün Tanrı’ya kendi diliyle
değil de seslendirmeyi beceremeyeceği Arapça sözcüklerle yakarması,
her açıdan yanlıştır.” (Cengiz Özakıncı, Dil ve Din, sayfa 118)
462
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
SARHOŞVARİ NAMAZ
Kuran’da geçen Kuran’ı rehber edinmemiz, Kuran’ın üzerine düşünmemiz,
ancak anlayacağımız dilde Kuran’ı okumamızla mümkündür. Namazda
da gerçek manada Allah’a yönelmemiz ancak anladığımız dilde ne
söylediğimizi bilerek namaz kılmamızla mümkündür. Namazı anlamadıkları
kelimelerin tekrarıyla kılanlar, namazı bitirdikten sonra bir an dursunlar
ve kendilerine Allah’a ne kadar yönelebildiklerini sorsunlar. Allah’ın istediği
şekilde aklı işletmek, Allah’ın delilleri üzerinde düşünmek, Allah’tan
günahlara bağışlanma dilemek, ancak kişinin ne söylediğinin bilincinde olmasıyla
mümkündür. Allah savaşta ve korku zamanında bile namaz kılmamızı
özel tedbirlere bağlayıp emreder. Kuran’a göre kişilerin namaz kılmamaları
gereken tek durum vardır; o da kişinin ne söylediğinin farkında
olmayacak şekilde sarhoş olduğu durumdur. Ne söylediğinin farkına varacak
şekle gelen içkili kişinin bile Kuran’a göre namaz kılması gerekir (Bakınız:
4-Nisa Suresi 43).
Ne yazıktır ki ülkemizde “dinci gazete” diye bilinen bazı gazeteler,
Kuran’ın anlaşılmasının gereksizliğinin baş savunucularıdır. Örneğin bir
gazetenin “Bir Bilen” köşesinde şu izahlar yazılmıştır: “Hiç kimseye Kuran
tercümelerini tavsiye etmiyoruz... Kuran tercümesi okumak fayda yerine
zarar verir... Herkesin Kuran’ı anlamasını tavsiye etmek büyük sapıklıktır...
Kuran’ı hiç okumayıp sırf hayır ve bereket için evinde saklamak caiz
ve sevaptır... Anlamadan Kuran okunmaz diyenler büyük sapıktır.” Bu yüksek
tirajlı gazetenin iddiaları hiç de şaşırtıcı değildir. Zaten Kuran’ın yüzyıllarca
Türkçe’ye çevrilmesini engelleyen hep bu kafadır. Kuran’ın anlaşılması
için çaba sarfedilmesi Allah’ın emridir. Öyle ki Kuran’ın sırf anlamamız için
kolaylaştırıldığı Kuran’da geçmektedir. Kuran’ı herkesin anlamasını tavsiye
edenlere “sapık” diyenler, başta Kuran’da bunun söylendiğinden nasıl habersiz
oluyorlar? Mezheplerinin hatırı için Kuran ile çelişen kafa kendisine
“Bir Bilen” adını takmış. Bileni buysa, bilmeyeni nasıldır acaba! Böyle bilenler
oldukça, Müslümanlar’ın kendi dışında düşmanlar aramasına hiç gerek
yok, kendisini “bilen Müslümanlar” ilan edenlerin zihniyeti dine zaten
en büyük zararı vermektedir.
463
anlaşılan dilde ibadet ve son sözler
Arapça’yı öğrenenlerin Kuran’ı vahyedildiği dilde okumaları elbette
güzeldir. Fakat Müslüman toplumların büyük kısmını oluşturan Endonezyalı,
Türk, Hintli, İranlı gibi topluluklardan Arapça’yı gereğince öğrenecek
olanların ufak bir yüzdeyi geçemeyeceği realitesi ortadadır. Arapça bilmeyen
Müslümanlar’ı Arapça ibadet etmeye zorlamak, Allah’ın bizden manasını
anlamadığımız ibadetler istediğini iddia etmek Arapça’yı kutsallaş-
tırmanın, dini mantıksızlaştırmanın bir ürünüdür. Bildiğimiz dilde Allah’a
daha bilinçli, daha güzel bir şekilde yönelebiliriz. Allah her dili bilmektedir.
sonuç olarak...
Kitabın tümü boyunca Kuran dışı kaynakların niye dinin kaynağı olamayacağını
gösterdik. Anlattığımız, savunduğumuz metot çok açıktır: Kuran’ı
elimize alıp, Kuran’ın dışında “din” diye ortaya sürülenlerin dinle bir ilişkisi
olmadığını belirlemek. Israrla vurguladık ve yine vurguluyoruz; Kuran dine
eşittir. Dinin % 100’ünü Kuran oluşturur. Her kim olursa olsun hiç kimsenin
dine, yani Kuran’a bir ilave veya Kuran’dan bir eksiltme yapması kabul
edilemez. Maksadımız dinin, yani Kuran’ın, onun sahibi olan Allah’ın tekeline
girmesidir. Allah’ın tekelinde olana ortaklık etmeye kalkmak, biraz da
olsa kendi fikrini, geleneğini, şahsi görüşünü dine sokuşturmak kabul edilemez.
Allah’ın hüküm konusunda hiçbir ortağı yoktur. Kuran’a dönüş hareketi
her şeyden önce Allah dışında hüküm koyucu bırakmama hareketidir.
Dini belirleme ve dini anlama gayretinde temel prensibimiz olan Kuran’ın
dinin tek kaynağı kabul edilmesinin, fikri ve pratiği ile tüm dinin bu yönteme
göre şekillenmesinin; dinimizi boğmuş olan karanlıkları dinimizin üstünden
ve insanların zihninden kaldırmada temel şart olduğu kanaatindeyiz.
Ayrıca Kuran’ın emri olan bu temel prensibi yerine getirmek, dinci yobazlar
kadar popülist zihniyetlerin ve şahsi görüşünü dinselleştirmek isteyen
menfaatçi zihniyetlerin de dini bozmasını önleyecektir. Kuran’da aldatıcıların
insanları Allah’ı kullanarak aldattıkları söylenmektedir (Bakınız: 35-Fatır
Suresi 5 ve 31-Lokman Suresi 33). Kısacası Allah adına, din adına yapı-
lan konuşmalarda aldatılma ihtimalimizi hiç unutmamalı ve aldatılmamak
464
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
için din adına söylenen her şeyi, dinin tek kaynağı olan Kuran’ın süzgecinden
geçirmeliyiz.
Kuran kendi tabirleriyle detayları veren kitabımızdır, her şeyi açıklayı-
cıdır, rahmettir, müjdedir, ışıktır, anlamamız, uygulamamız için indirilmiş
rehberimizdir. Elimizde Allah’ın böyle nitelendirdiği mucize kitabımız varken,
niye başka dini kaynaklar arayalım? Kuran her yaramıza merhem, her
derdimize şifa, zihnimize aydınlık, yolumuza rehber olacaktır. Yeter ki biz
Kuran’ı, yalnız ve yalnız Kuran’ı rehber edinelim. Unutmayalım ki ahirette,
Allah’ın vahyi olan Kuran’dan sorumlu tutulacağız:
43- Sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen dosdoğru yol üzerindesin.
44-Ve şüphesiz O (Kuran) sana ve toplumuna bir hatırlatmadır.
O’ndan sorumlu tutulacaksınız.
43-Zuhruf Suresi 43, 44
Tükenmeyen Mucize”de göstermeye çalıştık. Sahte dinin ortaya çıkması kadar
dinin tek kaynağı olan Kuran’ın değerinin anlaşılması ve Kuran’a gü-
venin sağlanması da çok önemlidir. Böylece kişiler uydurma dini ellerinin
tersiyle itip Kuran’a sımsıkı sarılacaklardır.
türkçe ibadet
Kuran’ın anlattığı İslam’ın yaşanması için yapılması gereken en temel
faaliyet Kuran’ın, dini yaşayacak toplumun diline çevrilmesidir. Kuran
Arapça inmiştir ve orijinali Arapça’dır. Fakat Kuran’a göre Arapça, kutsal
bir dil değildir. Kuran, her kavme Peygamberler’in gönderildiğini ve bu
Peygamberler’in kavimlerine kendi dillerinde mesajlar getirdiklerini söyler.
Tevrat Hz. Musa’nın kavminin dilindedir, İncil de Hz. İsa’nın kavminin dilindedir.
Hz. Lut’un vahiyleri kendi kavminin dilindedir, Hz. Nuh’unkiler
de öyledir... Bu mesajları kutsal yapan Allah’tan indirilmiş olmalarıdır ve
bu mesajların hiçbiri Arapça değildir. Allah’ın mesajı Arapça yazılabileceği
gibi; Allah’a, dine karşıt sözler, putlara iltifatlar da Arapça yazılabilir.
Arapça’yı Allah’ın özel dili, Cennet’in lisanı; Arapça harfleri Allah’ın özel
harfleri, Cennet’in harfleri gibi gösteren mezhepçi zihniyete sahip kişiler,
dinimizin kaynağı Kuran’ın, Arapça bilmeyenlerce anlaşılmasını engellemişlerdir.
41-Fussilet Suresi 44. ayetten Kuran’ın Arapça olmasının sebebinin,
Kuran’ın ilk olarak Arap toplumuna hitap etmesi olduğunu anlıyoruz.
Kuran, Allah’ın din gönderdiği her kavme kendi dilinde hitap etme adetinden
dolayı Arapça’dır. Araplar’a dinlerinin yabancı dilde bildirilmesi saçma
456
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
olduğu gibi, Türkler’e de anlayabildikleri dilleri dışında bildirimde bulunmak
saçmadır. Türkler’e kendi dillerinde bildirim ancak Kuran’ın çevirisi ile
mümkündür. Daha önceden Kuran çevirisinin okunmasına karşı mezhepçi
çevrelerden gelen tepkilerin günümüzde oldukça azalmış olduğunu görmek
sevindirici bir gelişmedir. Fakat uzun bir dönemde, mezhepçi zihniyeti benimseyenler
tarafından, Arapça bilmeyen Müslümanlar’ın Kuran’ın çevirisini
okumaktan mahrum edildikleri de unutulmamalıdır.
Kuran’da geçen kelimeler, kavramlar Kuran’da geçmeden önce de
Araplar’ın kullandığı kelimeler, kavramlardı. Kuran’da, “Allah” denildiğinde
neyin kastedildiği, “domuz” denildiğinde domuzun ne olduğu, “miras” denildiğinde
mirasın ne olduğu, “vasiyet” denildiğinde vasiyetin ne olduğu
biliniyordu. Kuran evvelden varolan kelimelerle geldi. Kuran’ı okuyan bir
kimse bu apaçık gerçeği rahatça kavrar. Kutsal olan Arapça veya kelimeler
değil; Allah’ın bu kelimelerle, kavramlarla oluşturduğu Kuran’dır.
Arapça’yı kutsallaştırıp, dinin anlaşılmadan yaşanmasına sebep olanların
düştüğü komik durumun bir örneği şöyledir:
“Arap Bedevi kadınları ellerinde defler, yanık sesle türküler söylüyorlardı.
Türkülerin konusu da deve etinin lezzetiydi. Bu etin kebabının, haşlamasının,
kızartmasının ne kadar lezzetli olduğu yanık yanık, makam içinde
anlatılıyordu. Töreni tertipleyen Osmanlı Teşkilatı Mahsusa Reisi Eşref Sencer
Kuşçubaşı Bey bir de gördü ki, hazır ol vaziyetinde olan Anadolu’nun
aslan yapılı Osmancık Taburu’nun erlerinden bazılarının Arapça deve eti
kasidesini dinlerken gözyaşları şıpır şıpır damlıyordu. İyi Arapça bilen Eş-
ref Bey şaşırdı, bir ere:
- ‘Oğlum ne ağlıyorsun?’ diye sordu. Hazır ol vaziyetindeki Mehmetçik
durumu değiştirmeden cevap verdi:
- ‘Kumandanım bakınız ne güzel Kuran okuyor...’
Bu saf, pırıl pırıl yürekli Anadolu çocuğunun duyguları önünde gözleri
dolan Eşref Bey dayanamıyor:
457
anlaşılan dilde ibadet ve son sözler
-’Oğlum o bedevi kadınları kendilerine dağıtılacak olan deve etinin lezzetini
anlatan kasideyi makamla okuyorlar, sil gözyaşlarını...’” (Cemal Kutay,
Türkçe İbadet, sayfa 61)
TÜM KAVİMLERİN DİLLERİNİN YARATICISI ALLAH’TIR
Gelin ayrı dilleri, ayrı ırkları nasıl değerlendireceğimizi Kuran’ın aydınlatıcı
ayetlerine başvurup öğrenelim:
Göklerin ve yerin yaratılması ile dilleriniz ve renklerinizin başka
oluşu O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda bilgi sahipleri için deliller
vardır.
30-Rum Suresi 22
Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, ancak bu sizleri
verdikleriyle sınaması içindir. Tümünüzün dönüşü Allah’adır.
5-Maide Suresi 48
Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkekten ve bir dişiden yarattık.
Birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler yaptık. Allah
açısından en üstün olanınız en çok sakınanınızdır.
49-Hucurat Suresi 13
Bu ayetleri örnek gösteren Cengiz Özakıncı şunları söyler: “Kuran’ı benimsemiş
bir kişi kendi bildiği dilden başka bir dille, kendi soyundan başka
bir soyla, kendi toplumundan başka bir toplumla, kendi yazısından başka
bir yazıyla karşılaştığında bunları Tanrı’nın bir ürünü olarak görecek, bir
üstünlük ya da aşağılık duygusuna kapılmayacak, bunları tanımaya, anlamaya,
öğrenmeye girişecektir. Daha açığını söyleyelim: Kuran’a göre bir
Müslüman Arap, Türkler’in ulus olarak varlığını, dilini, yazısını ancak bir
inceleme, araştırma, öğrenme, yararlanma konusu edinebilir. Türkler’in
ulus olarak varlığını ortadan kaldırmaya, ya da eritmeye girişmesi durumunda
Tanrı katında suçlu olacaktır. Türkçe’yi at, Arapça’yı kullan, ya da
kendi yazını at, Arap yazısını kullan diyemez. Öteki ulusları Araplaştırmaya
458
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
yeltenemez. Eğer yeltenirse, bu girişimi Tanrı’nın buyruklarına aykırı olur.
Geçmişte Tanrı’nın buyruklarını çiğneyen pek çok Müslüman Arap, Müslüman
Türk çıkmış, Türkler’in dilini, yazısını Araplaştırmaya girişmiş ve
bunu belli oranda başarmışlardır. Bundan 900 yıl önce kimi Arap, kimi
Türk kandırıcı kişiler Tanrı ile Türkler’in arasına dilden bir engel koydular.
Türkler’in Tanrı’ya Türkçe seslenmesinin Tanrı’yı kızdıracağını söyleyerek,
Türkler’i bu yalana inandırdılar. Türkler Tanrı’nın yalnızca Arapça seslenişlere
ilgi gösterdiğine kandırıldılar.” (Cengiz Özakıncı, Dil ve Din, sayfa
120, 156) Özakıncı’nın Türkçe için anlattıkları, elbette Müslüman tüm milletlerin
dilleri için; Urduca, Farsça, Boşnakça, Kürtçe için de geçerlidir…
Alıntıladığımız ayetlerden anlayacağımız gibi Arapça da, Türkçe de,
İngilizce de, Fransızca da, Urduca da, tüm diller de Allah’ın isteğiyle oluş-
muştur; tümü Allah’ın delilleridir. İnsanlar bu renkliliği yok etmeye değil,
bu farklılıkların içinde kaynaşmaya, tanışmaya çalışmalıdırlar. Her dil bir
güzelliktir. Hiçbir dilin özel bir kutsallığı yoktur. Allah’ın beğendiği bu çe-
şitliliği, uydurma kutsal etiketiyle yok edenler, Allah’ın kitabı Kuran ile çelişmektedirler.
Allah, meleklere Hz. Adem’in üstünlüğünü açıklarken, Hz. Adem’e isimleri
öğretmesine ve Hz. Adem’in isimlerle tanımlamalar yapmasına dikkat
çekmektedir. İsimlendirerek tanımlama, kelimelerle düşünme gibi dilin temel
fonksiyonları, insanı üstün kılan özellikleridir. Hiç şüphesiz dilin bu
tarz kullanımında, ne söylediğinin bilincinde olma unsuru vardır. Aklı iş-
letme faaliyeti, kelimelerle isimlendirmenin sonucunda yapılan bir faaliyettir.
Kullanılan akıl ise insan olmanın ayırt edici özelliğidir.
Kuran’ın herkesin anladığı dilde, tercümesinden okunmasının önemini
ilahiyatçı Prof. Dr. Beyza Bilgin de şu sözleriyle vurgulamaktadır:
“Kuran’ın anlaşılması esastır ve vahiyler yoluyla tebliğ ve yol gösterme
daima milletlerin konuştuğu dilde yapılmıştır. Öyleyse, milletin fertleri,
Allah’ın Kitabı’nı anlamak, ondaki haber ve öğütlerden yararlanarak terbiye
olmak, davranış geliştirmek için, onu yabancı dilde değil, konuştukları dilde
ve anlayarak okuyacaklardır. Böyle bir okuyuş temin edilmedikçe, Kuran
459
anlaşılan dilde ibadet ve son sözler
belli bir zümrenin, bir azınlığın elinde kaldıkça, ondaki ilahi amaca yönelik
yöntem etkinliğinin ve anlam zenginliğinin meydana getirebileceği bü-
tün gelişmelerden mahrum kalınacaktır. Kuran’ın vahyolunduğu dönemde,
Arap edebiyatı çoğunluğun ilgilendiği, zevk alarak izlediği bir alandı. Kuran,
şiirle nesrin birleştiği bir üslûpla, yeni konulardan söz ediyordu.
Kuran’ı dinletmeyin. Kuran okunduğunda gürültü yapın, belki bu
yolla O’na galabe edebilirsiniz.
41-Fussilet 26
Anlamışlardı ki, Kuran dinlenir ve anlaşılırsa, onunla başa çıkamayacaklardır.
Oysa geleneklerimizden gelen günümüzdeki okuyuşta, musiki ile
okuyuştan etkilenmekten söz edilebilir ama o şiirli üslup kullanılarak verilmiş
olan haber ve öğütlerden etkilenmekten söz edilemez. Kuran’ı inanarak,
güvenerek, sevgi ile okuyan insanlar, onu okurken, onda anlatılanları,
onu üslubu ile anlayarak okusalar, bilgilenseler ve etkilenseler, duyguları o
yönde aksa, o yönde içerik kazansa, neler olabilir, kabiliyetli müminler onları
nasıl kullanır, bir düşünülse! Güzel sanatların bütün dalları, şiir, roman,
film, tiyatro, müzik, estetik, gazete, dergi, radyo, televizyon gibi güçlü araç-
lar, onları kullanan inançlı insanların belleklerinde yüksek fikirlerle seslense,
sevgiyi, güzelliği, temizliği, merhameti, adaleti, barışı ve yardımlaşmayı ifadeye
dökseler, ülkede ince bir ruh hali, bir yüksek terbiye, bir bilgiseverlik,
bir aydınlanma meydana gelmez mi? Meydana gelen bu aydınlık dışa vurmaz
mı?” (Beyza Bilgin, 1. Kuran Sempozyumu, sayfa 82)
OSMANLI DÖNEMİNDE KURAN’IN YERİ
Allah dinde akledilmesini, ince ince düşünülmesini, araştırılmasını, emirlerinin
uygulanmasını, kitabının rehber edinilmesini ister. Kişiler Allah’ın
kitabının manasını bilmeden üzerinde nasıl inceden inceye düşünebilirler?
Sonuçta kişiler dini yaşamak için, dinle ilgili bilgileri anladıkları dilden
duymak veya okumak zorundadırlar. Geleneksel, mezhepçi İslamcılar kendi
din adamlarının veya ilmihal kitaplarının Türkçe anlatımlarında bir sakınca
460
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
görmemişlerdir. Onlar da herkesin Arapça öğrenmesinin farz olduğunu savunmamışlardır.
İlmihal kitaplarının, kendi öğretileri doğrultusunda yeti-
şen müftülerin, imamların, şeyhlerin dini Türkçe olarak anlatmasını normal
görenler; Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesine karşı çıkmışlardır. Amaç kişi ile
Allah arasına din adamlarının sokulması ve mezhep izahlarıyla yetişmiş din
adamlarının ve mezheplerin izahlarının “din” diye sorgulamasız yutturulmasıdır.
Oysa dinin tek kaynağı olan Kuran’ın çevirisi elde olunca, kişilerin
Allah’ın dini ile uydurulan dini ayırt etmeleri mümkün olabilmektedir.
Kuran’ın çevrilmesi teşebbüslerine karşı mezhepçi, gelenekçi grupların
önemli bir kısmının direnmiş olmasının altındaki temel neden budur. Bunlar,
dinin mezheplerin tekelinden çıkmasına ve uydurmaların sorgulanmasına
tahammül edememektedirler. Kuran’ın anlattığı İslam’ın, Osmanlı tarihinde
doğru dürüst ortaya çıkmamasının, Osmanlı’nın bilemediğimiz bir
yerinde bu şekilde fikirler ifade edilmişse bile kökleşip yerleşmemesinin altındaki
temel sebeplerin; mevcut sistemin baskısı ile beraber, bu çeviri yasağı
olduğu kanaatindeyiz. Çevrilemeyen, Arapça’sının bile matbaada basılmasına
izin verilmeyen Kuran’ın ismi vardı ama kendisi ortada yoktu. “Çok
şanlı” diye nitelenen atalarımız ne yazık ki Kuran’ı çevirttirmediler, insanlara
anladıkları dilde okutturmadılar. Yıllarca “günah” dedikleri matbaanın
“günah” olduğu iddiasından vazgeçtiklerinde bile Kuran’ın matbaada basılmasının
“günah” olduğu iddiası devam etti. Hattatların el yazısı ile çoğalttığı,
sadece bazı evlerde bulunan Kuran ise bulunduğu evlerde de bohçalar
içinde saklandı. Bohçalar açılıp okunduğunda ise manası için değil, melodisi
için okundu. Halk hiçbir konunun çözümü için Kuran’a doğrudan mü-
racaat edemedi. Şeyhülislamlar, şeyhler, imamlar halka dini öğretti. Onlarsa
dini Sunnilik ile eşitleyen bir sistemin parçasıydılar ve Sunniliğin halifesi
olan padişaha itaatli kişilerdi.
Kuran tercüme edilemez iddiası yanlıştır. Kuran “Allah birdir” diyor,
tercüme ediyoruz; “Allah bağışlayıcıdır” diyor, tercüme ediyoruz; “Kuran
her şeyi açıklar” diyor, tercüme ediyoruz; “Hz. Musa’ya Tevrat verildi” diyor,
tercüme ediyoruz; “Kan içilmez, domuz yenilmez” diyor, tercüme ediyoruz.
Bunların hangisi anlaşılmıyor?
461
anlaşılan dilde ibadet ve son sözler
Çeviride ortaya çıkan bazı zorluklar, Arapça’dan Türkçe’ye çevirinin zorluklarından
ziyade, kavramın Arapça’sının neyi ifade ettiğinin tartışmasından
ortaya çıkmaktadır. Bu da bir çeviri sorunu değil, anlaşılma sorunudur.
Araplar da bu sorunu Türkler kadar yaşarlar. Kuran’da anlatılan Yahudiler’in
dinlerindeki kelimelerin yerlerini, manalarını kaydırma eğilimi, dinimizde
de yaşanmıştır. Bunun da baş sorumlusu dini uydurma izahlarıyla bozmaya
kalkan zihniyetin, Kuran’ın kelimelerinin manasını kaydırarak Kuran’ı kendi
arzularına uydurma çabalarıdır. Kuran’da aynı kelimenin farklı yerlerdeki
kullanımı gibi noktaların irdelenmesiyle, kısaca Kuran’a bütüncül bir yaklaşımla
çözülebilen bu sorun, istisnai bazı yerlerde ortaya çıkar ve bahsettiğimiz
şekilde titiz bir incelemeyle çözülebilir.
Anlamadığımız dilde ibadet etmek birçok açıdan hatalıdır. Cengiz Özakıncı
bu sakıncalardan bir kısmını şöyle açıklamaktadır: “...Eğer Türkçe söylenirse
Tanrı bu yakarıları işleme koymaz, kesin sonuç almak istiyorsanız,
bu duaları Arapça yazın, söyleyin denilerek öğretilmektedir. Oysa bir Türk
bu yakarıları Arapça’yı gereği gibi seslendirerek yapamaz. Arap dilinde öyle
sesler vardır ki, bunlara boğaz sesleri denir, ancak Arap olanlar söyleyebilirler.
İçinde böylesi Türk gırtlağına yabancı sesler olan Arapça sözcükleri
bir Türk söylemeye kalkıştığında, o sesi çıkartamayacağı için, onu andıran
başka bir ses çıkarır. Bu durumda Arapça sözcüğün anlamı da değişir. Tıpkı
“sevmek” ve “sövmek” sözcüklerinde olduğu gibi, Arapça’da da küçük bir
ses değişimi anlamı tersine dönüştürebilmektedir, çünkü bütün dillerde olduğu
gibi Arapça’da da böylesi yakın sesli, ters anlamlı sözcükler vardır.
Bir Arap Türkçe konuşurken nasıl “sev” diyeceği yerde “söv” diyebilirse,
bunun gibi bir Türk de Tanrı’ya Arapça sesleneyim derken “fağfirlene (bizi
bağışla, koru)” diyeceği yerde “fakfirlene (bizimle ilişkini kes, bize boşver)”
diyebilir. Çünkü Arapça’da bulunan “ğ” sesi çok özel bir sestir. Türk dilinde
bu ses yoktur. Bir Türk özel bir eğitim almadıkça bu iki sözcüğün söyleni-
şini birbirine karıştıracaktır. Görüleceği üzere Türk’ün Tanrı’ya kendi diliyle
değil de seslendirmeyi beceremeyeceği Arapça sözcüklerle yakarması,
her açıdan yanlıştır.” (Cengiz Özakıncı, Dil ve Din, sayfa 118)
462
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
SARHOŞVARİ NAMAZ
Kuran’da geçen Kuran’ı rehber edinmemiz, Kuran’ın üzerine düşünmemiz,
ancak anlayacağımız dilde Kuran’ı okumamızla mümkündür. Namazda
da gerçek manada Allah’a yönelmemiz ancak anladığımız dilde ne
söylediğimizi bilerek namaz kılmamızla mümkündür. Namazı anlamadıkları
kelimelerin tekrarıyla kılanlar, namazı bitirdikten sonra bir an dursunlar
ve kendilerine Allah’a ne kadar yönelebildiklerini sorsunlar. Allah’ın istediği
şekilde aklı işletmek, Allah’ın delilleri üzerinde düşünmek, Allah’tan
günahlara bağışlanma dilemek, ancak kişinin ne söylediğinin bilincinde olmasıyla
mümkündür. Allah savaşta ve korku zamanında bile namaz kılmamızı
özel tedbirlere bağlayıp emreder. Kuran’a göre kişilerin namaz kılmamaları
gereken tek durum vardır; o da kişinin ne söylediğinin farkında
olmayacak şekilde sarhoş olduğu durumdur. Ne söylediğinin farkına varacak
şekle gelen içkili kişinin bile Kuran’a göre namaz kılması gerekir (Bakınız:
4-Nisa Suresi 43).
Ne yazıktır ki ülkemizde “dinci gazete” diye bilinen bazı gazeteler,
Kuran’ın anlaşılmasının gereksizliğinin baş savunucularıdır. Örneğin bir
gazetenin “Bir Bilen” köşesinde şu izahlar yazılmıştır: “Hiç kimseye Kuran
tercümelerini tavsiye etmiyoruz... Kuran tercümesi okumak fayda yerine
zarar verir... Herkesin Kuran’ı anlamasını tavsiye etmek büyük sapıklıktır...
Kuran’ı hiç okumayıp sırf hayır ve bereket için evinde saklamak caiz
ve sevaptır... Anlamadan Kuran okunmaz diyenler büyük sapıktır.” Bu yüksek
tirajlı gazetenin iddiaları hiç de şaşırtıcı değildir. Zaten Kuran’ın yüzyıllarca
Türkçe’ye çevrilmesini engelleyen hep bu kafadır. Kuran’ın anlaşılması
için çaba sarfedilmesi Allah’ın emridir. Öyle ki Kuran’ın sırf anlamamız için
kolaylaştırıldığı Kuran’da geçmektedir. Kuran’ı herkesin anlamasını tavsiye
edenlere “sapık” diyenler, başta Kuran’da bunun söylendiğinden nasıl habersiz
oluyorlar? Mezheplerinin hatırı için Kuran ile çelişen kafa kendisine
“Bir Bilen” adını takmış. Bileni buysa, bilmeyeni nasıldır acaba! Böyle bilenler
oldukça, Müslümanlar’ın kendi dışında düşmanlar aramasına hiç gerek
yok, kendisini “bilen Müslümanlar” ilan edenlerin zihniyeti dine zaten
en büyük zararı vermektedir.
463
anlaşılan dilde ibadet ve son sözler
Arapça’yı öğrenenlerin Kuran’ı vahyedildiği dilde okumaları elbette
güzeldir. Fakat Müslüman toplumların büyük kısmını oluşturan Endonezyalı,
Türk, Hintli, İranlı gibi topluluklardan Arapça’yı gereğince öğrenecek
olanların ufak bir yüzdeyi geçemeyeceği realitesi ortadadır. Arapça bilmeyen
Müslümanlar’ı Arapça ibadet etmeye zorlamak, Allah’ın bizden manasını
anlamadığımız ibadetler istediğini iddia etmek Arapça’yı kutsallaş-
tırmanın, dini mantıksızlaştırmanın bir ürünüdür. Bildiğimiz dilde Allah’a
daha bilinçli, daha güzel bir şekilde yönelebiliriz. Allah her dili bilmektedir.
sonuç olarak...
Kitabın tümü boyunca Kuran dışı kaynakların niye dinin kaynağı olamayacağını
gösterdik. Anlattığımız, savunduğumuz metot çok açıktır: Kuran’ı
elimize alıp, Kuran’ın dışında “din” diye ortaya sürülenlerin dinle bir ilişkisi
olmadığını belirlemek. Israrla vurguladık ve yine vurguluyoruz; Kuran dine
eşittir. Dinin % 100’ünü Kuran oluşturur. Her kim olursa olsun hiç kimsenin
dine, yani Kuran’a bir ilave veya Kuran’dan bir eksiltme yapması kabul
edilemez. Maksadımız dinin, yani Kuran’ın, onun sahibi olan Allah’ın tekeline
girmesidir. Allah’ın tekelinde olana ortaklık etmeye kalkmak, biraz da
olsa kendi fikrini, geleneğini, şahsi görüşünü dine sokuşturmak kabul edilemez.
Allah’ın hüküm konusunda hiçbir ortağı yoktur. Kuran’a dönüş hareketi
her şeyden önce Allah dışında hüküm koyucu bırakmama hareketidir.
Dini belirleme ve dini anlama gayretinde temel prensibimiz olan Kuran’ın
dinin tek kaynağı kabul edilmesinin, fikri ve pratiği ile tüm dinin bu yönteme
göre şekillenmesinin; dinimizi boğmuş olan karanlıkları dinimizin üstünden
ve insanların zihninden kaldırmada temel şart olduğu kanaatindeyiz.
Ayrıca Kuran’ın emri olan bu temel prensibi yerine getirmek, dinci yobazlar
kadar popülist zihniyetlerin ve şahsi görüşünü dinselleştirmek isteyen
menfaatçi zihniyetlerin de dini bozmasını önleyecektir. Kuran’da aldatıcıların
insanları Allah’ı kullanarak aldattıkları söylenmektedir (Bakınız: 35-Fatır
Suresi 5 ve 31-Lokman Suresi 33). Kısacası Allah adına, din adına yapı-
lan konuşmalarda aldatılma ihtimalimizi hiç unutmamalı ve aldatılmamak
464
UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
için din adına söylenen her şeyi, dinin tek kaynağı olan Kuran’ın süzgecinden
geçirmeliyiz.
Kuran kendi tabirleriyle detayları veren kitabımızdır, her şeyi açıklayı-
cıdır, rahmettir, müjdedir, ışıktır, anlamamız, uygulamamız için indirilmiş
rehberimizdir. Elimizde Allah’ın böyle nitelendirdiği mucize kitabımız varken,
niye başka dini kaynaklar arayalım? Kuran her yaramıza merhem, her
derdimize şifa, zihnimize aydınlık, yolumuza rehber olacaktır. Yeter ki biz
Kuran’ı, yalnız ve yalnız Kuran’ı rehber edinelim. Unutmayalım ki ahirette,
Allah’ın vahyi olan Kuran’dan sorumlu tutulacağız:
43- Sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen dosdoğru yol üzerindesin.
44-Ve şüphesiz O (Kuran) sana ve toplumuna bir hatırlatmadır.
O’ndan sorumlu tutulacaksınız.
43-Zuhruf Suresi 43, 44