Hülasâ-i Kelâm
İşte içyüzlerini ortaya koymaya çalıştığımız ahir zaman âlimlerin durumu budur. Kendilerine âlim süsü veren bu gibi kimseler, hem İslâm’ın ön safında görünmek isterler, hem de Din-i mübin-i kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar. İlâhî hükümleri değiştirmek ya da aslından uzaklaştırmak suretiyle bir takım çözümler ortaya koyarlar. Zamanın değişmesiyle ahkâmın da değişebileceğini, günün şartlarına göre hükümlerin ayarlanabileceğini ileri sürerler.
Bu ise apaçık bir küfürdür. Bu küfre rızâ göstermek de küfürdür.
Zira bir tek Âyet-i kerime’yi inkâr etmek küfre mucip olduğu gibi, bir küfrü hoş gören de aynı küfre ortaktır, o da küfre kayar.
Allah-u Teâlâ’nın helâl kıldığı şey kıyamete kadar helâldir, haram kıldığı şey de ebediyyen haramdır. Zira İslâm’ın hükümleri zaman ve zeminle sınırlı değildir. Mevki ve rütbesi ne olursa olsun; İslâm’ın helâl kıldığına haram, haram kıldığına da helâl demeye hiç kimsenin hakkı ve salâhiyeti yoktur.
Bazıları da hidayetten uzak kimseleri İslâm’a ısındırmak için din adına bazı tavizler vermekte bir mahzur görmezler. Böylece akıllarınca bir münkiri veya bir münafığı dine ısındıracağız derken hem kendileri dinden çıkıp uzaklaşırlar, hem de etraflarını dinden çıkarırlar.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor.
“Rabbinin dosdoğru yolu işte budur. Biz öğüt alacak bir topluluk için âyetleri uzun uzadıya açıkladık.” (En’am: 126)
Ancak Allah-u Teâlâ’nın haber verdiği esastır.
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’de:
“Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez.” buyuruluyor. (Fâtır: 14)
Bu Âyet-i kerime’ye gönülden iman eden kimsenin kurtulmasına vesile olduğu gibi, umursamayanların da helâkine vesile olur.
Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Reşit Rıza gibi tahripçi, reformcu, mason, sufli olan nakilci âlimlerin atmış olduğu fitne, fesad tohumları hâlâ günümüzde etkilerini sürdürmektedir.
Gerek İslâm’ı tahrif ve tahrip etmek isteyen reformcular, gerek din kurucular, gerekse ahir zaman âlimleri, bunların hepsi bu kapsamın içindedir. Şu kadar var ki bu yaptıkları yanlarına kalmayacak. Bu fitneleri, bu fesatları çıkardılar ve fakat yine onlara dönecek ve bunun zararını onlar çekecekler.
“Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı yine onlara dönecektir.” (Beyhakî)
Burada görülüyor ki bunlar gökkubbe altındaki en şerli ve en tehlikeli insanlardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde hevâ ve hevesine uyan kimselerden söz ederek, onların hidayete eremeyeceğini, doğru yolu bulamayacağını beyan buyurmaktadır:
“Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı; kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü?”(Câsiye: 23)
Böyle bir kimse dini, dünyası ve ahireti hakkında kendisine fayda verecek hiçbir şeyi işitmez. Kendisiyle hidayet bulacağı hiçbir şeye kulak verip anlamaz. Önünü aydınlatacak hiçbir delili görmez. Kendisine verilen öğütlerden etkilenmez. Çünkü hevâ ve heves gözü kör, kulağı sağır, kalbi duygusuz eder. O kimse âlim de olsa, bilgili de olsa, ilmine rağmen hakikatı duymaz olur.
“Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir?Hâlâ ibret almayacak misiniz?” (Câsiye: 23)
Bu uyarılar karşısında hevâ ve hevesleri bırakarak hak ve hakikatı anlamayacak mısınız?
Ey müslüman kardeş!
Yahudi ve hıristiyanların yapmak istediğini şimdi münafıklar yapmaya çalışıyor.
Reform adı altında din-i İslâm’ı tahrip ve tahrif ederek, dinimizi aslından çıkartıp yok etmek istiyorlar.
Senin dinini, vatanını yok etmek isteyen münafık olsun, sapıtıcı imam olsun, ahir zaman âlimi olsun, sen önce onu yok etki dinini, vatanını, namusunu kurtarmış olasın.