Gönüldeki Gerçek İmanı Açığa Çıkaran En Büyük Ölçü, Allah’ın ve Peygamber’in Hükmüne
Tereddütsüz Boyun Eğmektir.
Tereddütsüz Boyun Eğmektir.
“Hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamber’e muhalefet edip inananların yolundan başkasına uyan kimseyi döndüğü yolda bırakırız. Ahirette de kendisini cehenneme sokarız. Ne kötü bir dönüş yeridir orası!” (Nisâ: 115)
Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümleri karşılarına çıkınca alevinin etekleri alevlendi. İkiyüzlü münafıkların cehennemdeki cübbesi katrandan olacak, varacakları yer de esfel-i safilin olacak. Orası ne kötü bir yer olacak! |
Hazret-i Muhammed
Aleyhisselâm’a İtaat:
Resulullah Aleyhisselâm’a itaat etmek, getirmiş olduğu esasların hepsini kabul etmeyi, Sünnet-i seniye’sine sımsıkı sarılmayı, ahlâkı ile ahlâklanıp edebiyle edeplenmeyi gerektirir.
Ona itaat etmekle Allah-u Teâlâ’nın emrine itaat edilmiş olur. Ona itaat etmeyen ise Allah-u Teâlâ’ya da, gönderdiğine de iman ve itaat etmemiş olur.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Resulullah size ne verdiyse onu alınız, neyi yasak ettiyse ondan sakınınız!” (Haşr: 7)
Bu emr-i ilâhî’yi bizzat Allah-u Teâlâ buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.
Sünnet-i seniye’yi inkâr edenler bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar. Böylece küfre kayıyorlar.
Resulullah Aleyhisselâm’a itaat, onun Sünnet-i seniye’sine uymaktan ibarettir. Bunun içindir ki Sünnet-i seniye’ye uymak, İslâm’ın ve imanın bir gereğidir.
Ona itaat etmek, verdiği hükme râzı olmak, söylediği söze boyun eğmek, getirdiği her şeyi tereddütsüz kabul etmek mümin olmanın şartıdır. Aksi takdirde inanmanın mânâsı kalmaz. Ona muhalefet ederek Allah-u Teâlâ’ya itaat etmek düşünülemez.
Bu kesin hüküm iman esaslarından oldugu halde; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizi, onun nezih hayatini, Sünnet-i seniye’sini, Hadis-i şerif’lerini hafife alıp inkâr eden, o yüce Peygamber’i rencide edici beyanlarda bulunan kimseler eskiden olduğu gibi günümüzde de çıkmakta böylece hem din-i İslâm’ı tahrip ve tahrif etmek, hem de müslümanları saptırmak istemektedirler.
Âlim gibi görünen ve fakat aslında kapkara câhil olan bu gibi kimseler, gerçekten imansız ve saptırıcıdırlar. Bunlar yolun başına oturmuş, halkı saptıran âhir zaman ulemâsıdır. Halkı dinden imandan ayırıyorlar. Ve fakat halk hâlâ onların bir şey bildiğini zannediyor.
Oysa Resulullah Aleyhisselâm’ın her emrine itaat etmek farz olup, aykırı hareket etmek ise haramdır.
Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh- Hazretleri:
“Resulullah Aleyhisselâm’ın hiçbir sünnetini terk etmedim. Eğer terk edersem, hak ve hidayetten sapıtmadan korkarım.” buyurmuşlardır. (Buhâri)
İşte gerçek iman edenler bunlardır. Bu sağlam imandan mahrum olanlar ise imansızlıkları sebebiyle onun her emr-i şerif’ini hafife alırlar. Bugün olduğu gibi.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Biz hiçbir peygamberi, Allah’ın izni ile kendisine itaat edilmesinden başka bir hikmetle göndermedik.” buyuruyor. (Nisâ: 64)
Bu bir Âyet-i kerime’dir, ilâhî bir hükümdür. Allah-u Teâlâ: “İtaat et!” buyuruyor, o ise: “İtaat etmem!” diyor, Âyet-i kerime’nin hükmünü inkâr ediyor. Halbuki bir tek Âyet-i kerime’yi dahi inkâr eden kâfir olur.
Bunlar zanları ile ortaya çıkmakta, şeytanın kuklası ve oyuncağı olduklarını görememekte ve bilememektedirler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
Güya inandıklarını söylüyorlar. Fakat nefislerini ilâh edinerek Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini hükümsüz sayıyor, kendi arzularını hüküm yerine koyuyorlar.
Emr-i ilâhî’yi bırakıp kendi arzularını hüküm yerine koyan, nefsin arzusunu ilâh edinen kimse; hem şirke düşmüş, hem de küfre girmiştir. Şeytanın yolunda gittiği için İslâm dininden çıkmıştır. Bunun böyle olduğunu kesin olarak bilin. Onlara tâbi olanlar da onlarla beraberdirler ve şeytanın fırkasındadırlar. Esas budur. Öz, Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, Resulullah Aleyhisselâm’ın beyanıdır.
Bu gibi din hırsızları hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.
Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Öz ve özden alanlar öz söyler, özden nasipdar olmayanlar söz söyler. Bu sözleri söyleyenler nefis putuna dayanarak, şeytandan ilham alarak ve zanna uyarak söylerler. Bunların da alâmeti budur.
Nur ehlinin kaynağı Hazret-i Allah ve Resul’üdür. Diğerlerinin kaynağı ise şeytanın iğvâsı ve kendi zannıdır.
Birisi Allah ehli, diğeri dalâlet ehlidir.
Allah-u Teâlâ’nın hükmü esastır, mahlûkun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O’na aittir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise:
“Hüküm, yücelerin yücesi Allah’ındır.” buyuruluyor. (Mümin: 12)
Onlar ise kendi zanlarını yürüterek delilsiz ve mesnedsiz konuşmaktadırlar.
Onlar bu Âyet-i kerime’yi bilmiyor, görmüyor, görmek de istemiyorlar. Bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar.
Hem Allah-u Teâlâ’nın hükmünü değiştirip kendi hükmünü koyuyorlar, hem de inkâra kalkıyorlar. Bu ise din-i İslâm’ı ifsattır, küfrün üzerinde bir küfürdür.
Bunlar gök kubbe altındaki insanların en şerlileridir.