27 Nisan 2016

Elmalılı ve Evrim



Elmalılı ve Evrim


Elmalılı, Evrimden bahsetmemesine rağmen Evrimle ilişkilendirilme haksızlığına maruz kalmıştır: 



Bakara 39. Ayet Elmalılı Tefsiri: 

39-Buna karşılık küfre sapıp bizim hidayetimizi getiren ayetlerimizi, alâmetlerimizi, delillerimizi, hüccetlerimizi, gerek enfüsi (subjektif) ve gerek afâkî (objektif) vahdaniyet (birlik) ve ilahî şahitlerimizi, gerek âlemde ve Âdem'in yaratılışında yerleştirilmiş olan fıtri ve akli delillerimizi ve gerek peygamberler ve kitaplarla tebliğ olunan kelâmi ve naklî delillerimizi yalanlayanlar bunlar da yukarıda diye açıklanan ateşin, o dehşetli ateşin çırası ve kömürü olacak ve ondan ayrılmayacak olan arkadaşlarıdır, bunlar o ateşte daima, sürekli kalıcıdırlar. 
İşte yeryüzünde insanlığa ait hilafetin oluş şekli bu iniş ve bu vaat ve vaîd ile beraber olmuştur. Ve bu sıfat Âdem'den evladına intikal edecek, bunu bilenler birinci kısımdan, tanıyanlar ikinci zümreden olacaklardır. 
Biri, ilk fıtratın gereğine halef olacak, biri de geçici olan hatayı huy edinerek görünüşte Âdem'e, gerçekte şeytana halef ve arkadaş olacaklardır. Şu halde insanlar Kur'ân'ın bu kıssalarını iyi düşünmeli ve daima hatırında tutmalıdır.
Görülüyor ki, kıssanın sonunda beyanın ifade şekli bütün Âdem oğullarını hedef almakta ve Âdem ile Havva burada âdeta nesilleriyle beraber bir cinsi temsil etmektedirler. Sanki iniş, yani yeryüzünde beşer cinsinin ortaya çıkışı bir çokluk ile vaki olmuştur. 
Ve geçmişte açıklanan birlik, cinse ve akla ait birliktir denebilecek. Fakat iyi düşünülürse anlaşılır ki, bu hitabın geleceğe derin bir şümulü (kapsamı) vardır. Ve bunun içinde bugünkü ve yarınki, kıyamete kadar gelen insanların hepsi dahildir. Halbuki biz yeryüzünde ilk yayılan insanlar değiliz. Bununla beraber o inişte ve hitabında dahil bulunuyoruz. Ne şekilde? Çünkü babamız 
Âdem'in sulbünde fikir ve tasavvur olarak bulunuyorduk. 

Demek ki bu düşünce halinde çokluk, bilfiil ilk inen insanın Âdem ve Havva'dan ibaret tek bir çift olmasına aykırı değildir. Ve beşere özgü üremenin başlangıcı olan ilk harika (olağanüstü yaratılış) -ki yer sonradan olma olduğu için zaruridir- yeryüzünün her tarafında birden ortaya çıkmış, çeşitli, çok harikalar değil, esaslı iki harikaya ve bir asli tohuma dayanır. Ve burada hitabın geneli hedef alması, Kur'ân'a muhatap olan sonradan gelen insanların bizzat aydınlanmaları ve insanlığa mahsus hilafetin genelleştirilmesi ve insani kardeşliğin hatırlatılması hikmetine dayanmaktadır. 
Gerçekte bunu te'yit eden diğer bir ayet vardır ki orada Dedi ki: "Birlikte, ikiniz, oradan inin." (Tâhâ, 20/123) diye Âdem ve eşi tesniye (ikili) olarak tahsis edilmiştir. Demek ki cennetten yeryüzüne bilfiil ilk çıkanlar bunlardır. Ve bu çıkış da birdenbire olmamıştır. Hem de nesilleri olan bütün beşer cinsi de bunlarda zihinde mevcut olarak beraber çıkmıştır. Ve insanlar aslında hakikaten kardeştirler. Tabiat ilimleri ve yeryüzünde bilfiil insanın oluşumu açısından düşünecek olursak, bunun başlangıcını bu inişte arayacağız. Burada Kur'an bize fazla açıklama yapmıyor. Asıl olayın başlangıcı olan harika (olağanüstü) olayı en küçüğüne döndürerek bildiriyor. 
Çünkü ilahî ayet olacak olan budur. Sonrası bildiğimiz üreme kanunudur. Şüphe yok ki, tabiat ilimleri bu kanundan çıkamaz, çıkınca tabiatın manası kalmaz. Bununla beraber, mantıki bir zorunluluk ile yerin sonradan olduğuna ve sonradan teşekkülüne hükmeden şimdiki Fizik ilmi, beşerin oluşumunda da bugünkü bilinen üreme ve çoğalma kanununun ezelî olmadığı ve başlangıçta bir tohumun, bir aslın sonradan olduğunu da zorunlu olarak kabul etmektedir. Bu konuda bundan başka müşahedeye dayanan bir bilgi yoktur ki Kur'ân'ın bu ayetini, onun gözüyle de bir mülahaza edelim. Eskiden bazı tabiat bilimciler, beşeriyetin yeryüzünde ezelî olduğunu iddia ederlermiş. Fakat bugünkü tabiat bilimlerinde bunların yeri yoktur. 
Fakat bazı tahminciler görüyoruz ki bunlar, yeryüzü kıt'alarındaki beşer ırklarının ta esasında başka başka asıllardan gelmiş olmasını ve buna göre insanlar arasında genel bir kardeşliğin tabii (doğal) olamayacağını zannetmek istiyorlar. "Zenciler, Avrupalılar, Amerikalılar nasıl kardeş olur?" demek istiyorlar. Bunlar şunu düşünmüyorlar ki, ilim daima "asıl birlik" nokta-i nazarını (görüşünü) takip eder. 
Ve mümkün olduğu kadar olağanüstü olmanın azalmasını ister. Ve bu konuda verilecek hüküm, şimdiki halin müşahedesine dayanan bizzat bir mantık işidir. Bütün bunlar ise üremenin, tek başlangıçtan başladığına hükmeder. Bunlara karşılık Zooloji'de istihale (başkalaşma) ve tekamül nazariyesi (varsayımı)ni takip edenler vardır. Ve bu görüş felsefi bakımdan esas itibariyle uygun, vahdet (birlik) kanununa ve terbiyeye de mutabıktır. 
Fakat hayvanlara tatbikinde müşahede ve fiilî tecrübeyi aşan şahsi bir hüküm hatasını içermektedir. Hakikatte bütün hayvanların cesetleri mükemmel bir tasnif ile tertip edildiği zaman görülüyor ki, aralarında eksikten tama (nakıstan kâmile) doğru giden bir dereceler zinciri (silsile-i meratip) arz etmektedirler.
 Aralarındaki büyük farklara rağmen bu tekamül (evrim) ortaya çıkıyor. Bununla beraber hiçbir türün, diğer türden ürediğine dair bir tecrübeye, bir şahide (delile) de rastlanmıyor. İnsan, insandan doğuyor; arslan arslandan; at attan; maymun maymundan, köpek köpekten... 
Böyle olmakla beraber, bu tecrübeye rağmen, asıl birlik esasına dayanarak burada bir mantık yapılıyor. Hayvanların iş bu türlerinin dereceleri, tam olanı eksik olandan istihale ederek (başkalaşarak) veya tekamül etme suretiyle doğarak gelmiş, bu şekilde bir gün gelmiş ki hayvanın biri (ve mesela bir görüşe göre maymunun biri) veya birkaçı insan doğuruvermiş ve insanlar bunlardan türemiş. 
Şu halde insanlar arasında insanlık kardeşliği şüpheli ise de, maymunluk veya hayvanlık kardeşliği şüphesiz olmuş oluyor. Biz daima göğsümüzü gere gere ve ilmî görüşten hiç ayrılmayarak deriz ki, "asıl birlik davası" doğrudur. Evvela bütün hayvanlar için bu "tek asıl" maddedir. Basit unsurlardır. Daha açık olmak için topraktır ve bu maddeden hayatın ortaya çıkışı bir yapıcı nedene bağlıdır ki, o eksiğe kemal versin ve mademki tabiatın çeşitlenmelerini görüyoruz, demek ki tabiat, ilk yapıcı değil, nihayet ikinci derecede bir faildir. 
Eksikten tabiatıyla bir tam çıkamaz. 
Mesela bir okkalık ağırlık, iki okkalık ağırlığı sürükleyemez; çıktığı, sürüklediği farz edilirse bir şeyin yok iken sebepsiz, illetsiz geldiğini kabul etmek gerekir ve o zaman akıl, ilim ve fen yoktur. Zira illet (sebep, neden) ve tezâyüf-i illet (hükmün illete izafesi) kanunu inkâr edilirse hiçbir şey bilinemez. Şu halde bir kurttan bir kelebek bile çıkarsa tabiatı ile değil, ilk failin (yapıcının) tesiriyle, onun seçmesiyle çıkar. Yumurtadan civcivin çıkması bile haricî bir ısının tesirine bağlı değil midir? Aşılarda da durum böyledir. 
İlmin hiç ayrılmaması gereken bu prensiplerden dolayı, aralarında yakınlık derecesi bulunan aynı cins hayvanları, tecrübenin tersine olarak, muhakkak birbirinden başkalaşım yaptırmak veya doğurtmak ne doğaldır, ne de zorunludur. Bir olayla ilgili önerme olsun söyleyebilmek üzere, "kurbağalar balıktan doğmuş, dönmüş" demek için, tecrübe ile ilgili bir örnek görmeğe ihtiyaç vardır. Tecrübenin delaleti ve mantıki gereklik yokken böyle bir hüküm vermek, fen ve felsefeye uygun bir hüküm değildir. 
Sözün doğrusu, hayvanların derecelerinin bütün tekamül sınırlarında başlı başına ilk yapıcıdan gelen ve örnekleri geçmediğinden dolayı olağanüstü olan fazladan bir hadise vardır ve insanda, hepsinden başka olarak bir külli (tümel) ruh vardır. İnsan bir hayvandan doğsaydı, yine tabii olmayan bir harika olurdu. Şu halde aradaki gelişme silsilesi, tümüyle beraber tabii değil, gayr-i tabii (doğal olmayan)dir ve Allah'ın eseridir. Bunun hangisinin hangisinden doğduğunu sade mantık bilimi bildiremez. Bunu ya müşahede (gözlem) veya tecrübe (deney) veya vahiy bildirir. 
Tabiat düzenli olduğu halde, şimdiye kadar, balıktan kurbağa, maymundan insan doğduğu asla görülmemiştir. Ve tecrübe mahsulü (ürünü) olan Pastör nazariye (teori)sine de tamamen aykırıdır. Tek cins içindeki aşılar şahit olamaz. Vahiy ise bize insanların maymunluğa inişi hakkında bazı hatırlatmalarda bulunuyorsa da, aksini haber vermiyor. Ve bize: "Siz insansınız, insan olunuz, kardeş olunuz, hep bir babanın evladısınız." diyor. Şu halde esasında ilmî bir hakikati içeren, tekamül ve başkalaşım teorisinin yanlış bir uygulamasını kabul etmek için bugün hiçbir akla uygun sebep yoktur. 
Bütün bunlardan yakından bildiğimiz bir şey varsa, o da ilk insanın yeryüzünün sinesinde doğmuş olmasıdır. Ve bunda bir seçim vardır. Fakat bu seçme, tabii değil, Allah'a aittir. Âdem Allah'ın yaratmasıdır. (Mü'minûn) suresine bak. "Andolsun biz insanı çamurdan bir süzmeden yarattık." (Mü'minûn, 23/12). Ancak şunu da hatırlatmak gerekir ki, yeryüzüne Âdem'in inişinden zamanımıza kadar geçen tarih, zannedildiği gibi, beş on bin senelik bir müddetten ibaret olmaması gerekir. Bu kadar zamanda insanlığın yeryüzüne tam yayılması, tecrübeye göre, akla uygun değildir. 
Endülüs'lü İbnü Hazm "Fisâl"inde dokuz asır önce bunun dinimizce kat'i (kesin) belli bir miktarı olmadığını ve yüz binlerle seneye ulaşabileceğini ve bununla beraber ne ezelî, ne ani de olmadığını çok güzel anlatmıştır. Ve şüphesiz Amerika yerlileri bile Âdem sülalesidir. Bütün insanlarda asli fıtrat bir fakat huy çeşitlidir. Tînet (yaratılış) ayrıdır. Bu bakımdan insan fertleri arasındaki derece farkı, hayvanlardaki tür farkından çok mühimdir. Bunların en geniş sınıfları da, mümin-kâfir tasnifidir. 
Cenâb-ı Hak bütün bu akla uygun ve normal incelemeleri bize bırakarak Kur'ân'ında bunların esası olan takdirin, Allah'ın hükümlerinin tek şekil (yeknesak) üzere cereyanını ve bundan özellikle insanlara tahsis edilen ilahî rahmet ve nimetleri hatırlatmış ve kendimizi, kendi derecemizi, vekalet yetkimizi, kardeşliğimizi, Rabbimizi tanıyarak; geleceğe, ahirete, ona göre hazırlanmamızı ve insanlar arasındaki bütün düşmanlıkların kalkmasının, ilk fıtrata dikkat etmek şartıyla mümkün olduğunu bu kıssada genel olarak açıklamış ve Resulüne hatırlatmış ve sonucunu manen "ey insanlar" hitabına bağlamıştır. 
Bundan sonra da bilhassa bu kıssayı kitaplarında okuyup bilen Beni İsrail'e (İsrail oğullarına), yani asr-ı saadetteki, Resulullah zamanındaki yahudilere özel hitabını aşağıda geleceği şekilde yöneltmiştir ki, genel hitabıyla Âdem kıssasından sonra bu hitap çeşidi ne kadar beliğdir.
Not: Parantez içlerinin sonradan sadeleştirme adına koyulduğu anlaşılıyor..O nedenle parantez içinde verilen evrim kelimesi yanıltıcı olmasın..Orijinalinde evrim geçmez..

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...