28 Nisan 2015

VEN-NİHAYE 26 NCI BÖLÜM Mekke'den Medine'ye Hicret Ahmet İbn Kesîr


VEN-NİHAYE 26 NCI BÖLÜM
Mekke'den Medine'ye Hicret
Ahmet İbn Kesîr
Zührî, Urve'den, o da Hz. Aişe'den, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Mekke'de iken Müslümanlara şöyle
dediğini rivayet eder:
"Artık sizin hicret edeceğiniz yurd, iki kara taşlık arasında sürülmemiş hurmalık bir yer
olarak bana gösterildi."
Rasûlullah (s.a.v.) böyle deyince, bazı kimseler Medine tarafına hicret etti. Habeşistan'a
hicret etmiş olan Müslümanlar da Medine'ye döndüler.
Bunu, Buharı rivayet etmiştir.
Ebu Musa, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Rüyamda, Mekke'den hurmalık bir yere hicret ettiğimi gördüm. Orasının Yemame veya
Hecer olduğunu vehmettim. Ama orası Medine -Yesrib-imiş."
Buharı bu hadisi, bir kaç yerde uzun uzadıya senediyle birlikte nak-letmiştir.
Hafız Ebu Bekir el-Beyhakî, Cerir'den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.), şöyle
buyurmuştur:
"Doğrusu yüce Allah, bana şöyle vahyetti: Şu üç beldeden hangisine inersen orası senin
hicret diyarın olacaktır: Medine, Bahreyn ve Kmnes-rin."
İlim ehli kimseler dediler ki: Sonra Rasûlullah'ın Medine'ye gitmesine karar verildi. O da
oraya hicret etmelerini ashabına emretti. Bu hadis, cidden gariptir. Tirmizî de "Menakıb"
adlı eserinde Cerir'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Doğrusu yüce Allah, bana şöyle vahyetti: Şu üç şehirden hangisine inersen orası senin
hicret diyarın olacaktır: Medine, Bahreyn ve Kmnes-rin."
îbn îshak dedi ki: Cenâb-ı Allah, savaş için izin verdiğinde şu ayeti inzal buyurdu:
«Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin
verilmiştir. Allah, onlara yardım etmeye elbette Kadir'dir. Onîar haksız yere ve "Rabbimiz
Allah'tır." dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır." (el-Hacc, 39-40.)
Yüce Allah, Rasûlüne savaş için izin verdiği, Ensâr'dan olan bu kabilenin de İslâm'a ve ona
tabi olanlara yardım etmek üzere Peygam-ber'e bey'at ettiği, Müslümanları bağrına
bastıkları zaman , Muhacirlerden ve Mekke'deki Müslümanlardan olan ashabına, Medine'ye
hicret etmelerini, Ensâr'dan olan kardeşlerine kavuşmalarını emredip şöyle buyurdu:
"Doğrusu yüce Allah, sizin için kardeşler kıldı ve içinde emin olacağınız bir yurt kıldı."
Bunun üzerine Müslümanlar, gruplar halinde peşpeşe Medine'ye gitmeye başladılar. Hz.
Peygamber (s.a.v.) ise, Allah'tan hicret için izin bekleyerek Mekke'de kaldı. Rasûlullah'ın
ashabından Kureyşli Muhacirlerden Medine'ye hicret edenlerin ilki, Beni Mahzum
kabilesinden Ebu Seleme b. Abdi'l Esed b. Hilal b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum'dur. Akabe
ashabının bey'atinden bir sene önce Medine'ye hicret etti. Habeşistan ülkesinden Mekke'ye-
* Rasûlullah'm yanına gelmişti. Kureyşli-ler, ona eziyet verdiği ve Ensârî Müslümanların
İslâm'a girme haberi ona ulaştığı zaman Medine'ye Muhacir olarak gitti.
İbn îshak, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Seleme, Medine'ye gitmeye
niyetlendiğinde devesini benim için hazırladı. Sonra beni ona bindirdi. Oğlum Seleme b.
Ebu Seleme'yi de Önüme bindirdi. Sonra benimle yola çıktı. Binmiş olduğum deveyi
yediyordu. Beni Muğire b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum'un adamları onu gördüklerinde
yanına gelip şöyle dediler: "Haydi sen kendin ne ise, diyelim kendini bizden kurtardın.
Fakat şu arkadaşımıza ne dersin? Onu götürmene nasıl izin verelim?" Ümmü Seleme dedi
ki: "Devenin yularını onun elinden çektiler ve beni ondan aldılar. Bu esnada Beni Abdi'1-
Esed kabilesi öfkelendiler. Bunlar, Ebu Seleme'nin kavmi olup şöyle dediler:
- Hayır, vallahi biz oğlumuzu anasının yanında bırakmayız. Çünkü anasını adamımızdan
aldınız.
Ümmü Seleme dedi ki:
- Böylece oğlum Seleme'yi aralarında birbirlerinden çekmeye çalış-talar. Nihayet onu
bıraktılar. Beni Abdi'1-Esed kabilesi, onu alıp götürdü. Beni Muğire kabilesi de beni
yanlarında alıkoydular. Kocam Ebu Seleme ise Medine'ye gitti.Böylece benimle kocamı ve
oğlumu birbirimizden ayırdılar. Ben, her sabah çıkıp vadide oturuyor ve akşam oluncaya
kadar ağlıyordum. Bu hal, bir yıl boyunca devam etti. Bir gün amcam oğullarından biri -ki
Beni Muğire'dendir- bana rastladı. Başıma gelenleri gördü. Bana acıdı ve Muğire oğullarına
şöyle dedi:
- Şu biçare ve miskin kadına acımaz mısınız, bu yaptığınızdan sıkılmaz mısınız? Onunla
kocasını ve çocuğunu birbirlerinden ayırdınız.
Bunun üzerine onlar da dönüp bana şöyle dediler:
- Eğer dilersen kocana gidebilirsin..
Beni Abdi'1-Esed kabilesi de, bu esnada oğlumu bana geri verdi. Bunun üzerine devemi
yola çıkardım. Oğlumu da yanıma alarak Medine'de bulunan kocamın yanma gitmeğe
niyetlenerek yola çıktım. Beni kocama, götürmesini söyleyebileceğim hiçbir Allah'ın kuluna
rastlaya-mıyordum. Nihayet Ten'im'de olduğum zaman Osman b. Talha b. Ebu Talha'ya
rastladım. Bana şöyle sordu:
- Ey Ebu Ümeyye'nin kızı, nereye gidiyorsun?
- Medine'de ki kocamın yanını gitmek istiyorum. .
- Seninle beraber giden hiç kimse yok mu?
- Hayır, Allah'a yemin ederim, ancak Allah ve işte bu oğlum var.
- Seni yalnız bırakmak doğru olmaz, diyerek devemin yularım tuttu ve benimle birlikte
süratle yola koyuldu. Vallahi şimdiye kadar Araplardan, ondan daha keremli bir kimse
görmemiştim. Bir yere vardığımızda benim devemi çöktürür, sonra benden öteye gidip
dururdu. Nihayet indiğim zaman devemi kenara alır, yükünü indirir, sonra onu ağaca bağlar,
benden uzaklaşarak bir ağacın yanına gider, altına yatardı. Yola çıkma zamanı yaklaştığında
devemin yanma gelip onu bana takdim eder, yola koyar, sonra benden kenara çekilip durur
ve şöyle derdi: "Bin." Binip devemin üzerine kurulduğumda yularını tutar ve yederdi.
Nihayet beni indirinceye kadar böyle yapardı. Beni, Medine'ye götürün-ceye kadar hep
böyle davrandı. Küba mevkiinde Beni Amr b. Avf m köyüne bıraktığında şöyle dedi:
- Kocan, işte bu koydedir.(Gerçekten kocam Ebu Seleme, o köye inmişti.) Allah'ın
bereketiyle onun yanma git.
Böyle dedikten sonra kendisi Mekke'ye dönüp gitti.
Ümmü Seleme devamla şöyle diyordu:
-Alllah'a yemin ederim ki İslâmiyet'te Ebu Seleme ailesinin başına gelenlerin, başka hiçbir
ailenin başına geldiğini bilmiyorum. Osman b . Talha'dan daha mert bir arkadaşı da asla
görmedim.
Sözü edilen Osman b. Talha b.Ebu Talha el-Abderî, Hüdeybiye andlaşmasmdan sonra
Müslüman olup Halid b. Velid'le birlikte Medine'ye hicret etmiş, Uhud savaşında babası ve
kardeşleri Haris, Kilab ve Müsan ile amcası Osman b. Ebu Talha öldürülmüşlerdi.
Mekke'nin fethi gününde Rasûlullah (s.a.v.), ona ve amcası oğlu Şeybe'ye KaTbenin
anahtarlarını vermişti. Bu vazifeyi cahiliyette olduğu gibi İslamiyet'te de onların uhdesinde
bırakmıştı. Bu hususta yüce Allah'ın şu kavli nazil olmuştu:
«Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi emreder.» (en-Nisâ, 58.)
İbn îshak dedi ki: Ebu Seleme'den sonra Muhacirlerden Medine'ye gelenlerin ilki, Amir b.
Rebia oldu. Bu zat, Adiy oğulları kabilesinin müttefiki idi. Beraberinde hanımı Leyla binti
Ebi Hasme vardı. Sonra Abdullah b. Cahş b. Ri'ab b. Yamur b. Sabire b. Mürre b. Kebir b.
Ğanm b. Dudan b. Esed b. Hüzeyme hicret etti. Bu zat, Beni Ümeyye b. Abdu'ş-Şems'in
müttefikidir. Ailesi ve kardeşi Abd b. Cahş'ı yanma aldı. Karde.-şinin künyesi, Ebi
Ahmed'tir; Ebu Ahmed'in adı, îbn îshak'ın da anlattığı gibi Abd'tır. Sümame olduğunu
söyleyenler de olmuştur. Süheylî der ki: Birincisi, daha sahihtir. Ebu Ahmed, âmâ bir
adamdı. Yanında bir kimse olmaksızın Mekke'nin alt ve üst taraflarım dolaşırdı. Şair bir
kimse idi. Faria binti Ebu Süfyan b. Harp adındaki kadınla evliydi. Annesi Ümeyme binti
Abdülmuttalib b. Haşim'dir.
Hicretten dolayı Beni Cahş'm evi kilitlenip'kapandı. Utbe b. Rebia ve Abbas b.
Abdülmuttalib ile Ebu Cehil b. Hişam b. Muğire oradan geçtiler. Mekke'nin yukarılarına
doğru çıktılar. Utbe b. Rebia, o eve baktığında kapılarının ıssız, kimsesiz, boş, içerilerde
hiçbir kimsenin bulunmadığını görünce şöyle dedi:
"Her bir ev M, her ne kadar sağlam olarak durması uzun bir zaman alsa da, günün birinde
musibet ve acı ona ulaşır."
İbn Hişam dedi ki: Bu beyit, Ebu Duad el İyadî'ye aittir. Onun bir kasidesinden alınmıştır.
Süheylî dedi ki: Ebu Duad'm asıl adı, Hanzele b. Şarkî1 dir. Harise olduğunu söyleyenler de
vardır.
Sonra Utbe b. Rebia, şöyle dedi:
- Beni Cahş'm evi, ıssız hale gelmiştir. İçinde kimseler kalmamıştır.
Ebu Cehil dedi ki:
- Senin ağlaman, o evin yalnız kalmasındandır. Böyle dedikten sonra Abbas'a da şöyle dedi:
- Bu senin yeğeninin işlerindendir. O, bizim toplumumuzu dağıttı. İşlerimizi alt üst etti.
Münasebetlerimizi kopardı.
İbn İshak dedi ki: Ebu Seleme Amir b. Rebia ve Abdullah b. Cahş, Küba'da Mübeşşir b.
Abdi'l-Münzir'e konuk oldular. Sonra Muhacirler peşpeşe cemaat halinde geldiler. Beni
Ganm b. Düdan, Müslüman olmuştu. Medine'ye hicret için bütün erkek ve kadınları ile yola
koyulmuş,kendilerinden kimse geri kalmamıştı. Bunların adlarını şöylece sıralayabiliriz:
Abdullah b. Cahş, kardeşi Ebu Ahmed, Ükkaşe b. Mihsan, Suca, Ukbe (Suca ile Ukbe,
Vehb'in oğullarıdırlar.), Erbed b. Cümeyre, Mun-kiz b. Nubate, Said b. Rukayş, Mahrez b.
Nadle, Zeyd b. Rukayş, Kays b. Cabir Amr b. Mihsan, Malik b. Amr, Safvan b. Amr, Sakf b.
Amr, Rebia b. Eksem, Zübeyr b. Ubeyde, Temmam b. Ubeyde, Sahbere b. Ubeyde,
Muhammed b. Abdullah b. Cahş.
Bunların kadınlarının adları da şöyle idi:
Zeyneb binti Cahş, Hamne binti Cahş, Ümmü Habib binti Cahş, Cüdame binti Cendel,
Ümmü Kays binti Mihsan, Ümmü Habib binti Sümame, Amine binti Rukayş, Sahbere binti
Temim.
Ebu Ahmed b. Cahş, Medine'ye hicretleri ile ilgili olarak şöyle bir şiir okumuştu.
"Ahmed'in anası, beni gıyabında korktuğum ve kaçındığım bir kimsenin zimmetini
aldığımda gördü.
Dedi ki: Eğer mutlaka birşey yapacaksan bizde kal. Yesrib'den uzaklaş.
Ben de ona şu cevabı verdim: Aksine Yesrib, bugün bizim gidecek yönümüz dür.
Rahman diledikçe kul yol gider.
Yüzümün yönü, Allah ve Rasûlünedir.
Kim yüzünü Allah'a çevirirse hiçbir gün, hiçbir zaman eli boş çıkmaz.
Çok sıcak dostları bıraktık, göz yaşlarıyla ağlar ve ağıtlar yakan kadınları bıraktık.
Ey kadın, sen bizim beldelerimizden uzaklaşmamızı, intikam alma talebi olarak
zannedersin. Halbuki biz, hayırlı şeyler istediğimizi biliyoruz.
Beni Ganm'ı, kanlarının akıtılmaması için onların korunmasına destek olan hidayet ve hakka
davet ettim.
Allah'a hamdolsun İd, onları hakka ve kurtuluşa çağıran, çağırdığı zaman icabet edip hep bir
araya toplandılar. Arkadaşlarınız doğru yolda bizden ayrıldılar. Bize karşı silah ile
başkalarına yardımcı oldular. İki topluluk gibi ki:
Onlardan biri hak üzeredir, uygundur, doğruyu bilip, hidayete ermiştir.
Öbür topluluk ise, azaplanmıştır.
İşte bu berikiler azdılar ve yalan olmasını temenni ettiler. Onları İblis haktan ayırdı,
uzaklaştırdı. Onlarda kayba uğradılar ve uğratıldılar.
Peygamber Muhammed'in sözüne döndük ve güzel bir şekilde hakkın dostları olduk.
Hısımlarımızla onlara yakın olmaya çalıştık. Halbuki ey kadın, sen yaklaşmayınca, yakın
olmayınca hısımlıklarla yakınlık olmaz.
O halde bizden sonra hangi yeğen(kızkardeşin oğlu), size güven verir ve hışmından sonra
hengi hısım sizi gözetir.
Ey kadın, onlar ayrıldıkları ve insanların işi darmadağın olduğu zaman, yakında hangimizin
hakka daha yakın olduğunu bileceksin."
İbn İshak dedi ki: Daha sonra Hattab oğlu Ömer ile Ayyaş b. Ebi Rebia Mekke'den yola
çıkıp Medine'ye vardılar. Bu hususta, Hz. Ömer
şöyle der:
"Medine'ye hicret etmeyi kararlaştırdığımızda ben ve Ayyaş b. Ebi Rebia,ile Hişam b. As b.
Vail es-Sehmî, Beni Gifar kabilesinin Mekke'ye on mil mesafedeki Udad mevkiinde
Tenadip'de buluşmak üzere rande-vulaştık. Burası Şerif mevkiinin üst tarafmdadır.
Rendavulaşırken birbirimize şöyle demiştik:
«Hangimiz oraya gelemezsek, yakalanmış demektir. Bu bakımdan diğer arkadaşları
yollarına devam etsinler.»
Bundan sonra ben ve Ayyaş b. Ebi Rebia, Tenadip'de buluştuk. Hişam ise tutuklandı ve
dininden- ayrılmaya zorlanıp saptırıldı. Fitneye düşürüldü. Medine'ye vardığımızda Beni
Amr b. Avf m Kuba'daki evinin yanına indik. Ebu Cehil b. Hişam ve Haris b. Hişam, Ayyaş
b. Ebi Re-bia'nm peşine takıldılar. O, bunların amcalarının oğlu idi. Aynı zamanda onların
ana bir kardeşleri idi. Nihayet o ikisi, Medine'ye yanımıza geldiler. Rasûlullah ise, henüz
Mekke'de idi. Onlar, Ayyaş ile konuşup şöyle dediler:
"Annen, seni görmek için basma tarak vurmamaya, güneşe karşı gölgelenmemeye and içti.
Gel, ona acı."
Ben de ona dedim ki:
- Ey Ayyaş! Allah'a yemin ederim ki, kavmin seni sadece dininden döndürmek istemektedir.
Onlardan uzak dur. Vallahi eğer senin anana bir bit musallat olsa dahi, o saçını tarayıp ondan
kurtulmaya çalışır. Eğer Mekke sıcaklığı onu rahatsız edecek olursa gölgeye çekilir.
Ayyaş da şöyle cevap verdi:
- Annemin yeminini yerine getireceğim. Benim orada mallarım
vardır. Onu alırım.
Ben de ona şöyle dedim:
- Allah'a yemin ederim ki, sen de biliyorsun ki Kureyş'in zenginlerinden biri de benim.
Malımın yansı, senin olsun. Sakın, onlarla gitme.
Fakat Ayyaş beni dinlemedi. Onlarla birlikte gitmeye razı olunca ona şöyle dedim:
- Haydi dediğini yapıyorsun. Bari şu devemi al. Çünkü bu asil ve itaatkar bir devedir.
Sırtına sarıl, eğer içine kavminden bir şüphe düşerse, bununla kaçıp kurtulursun.
O da deveme binip arkadaşlarıyla birlikte gitti. Nihayet yolun bir yerine vardıklarında Ebu
Cehil, ona şöyle demiş:
- Yeğen! Devem beni taşıyamıyor, beni devenin üstüne almazmı-sın? O da:
- Evet, demiş.
Bunun üzerine o devesini çöktürmüş, onlar da çöktürmüşlerki, o devenin üzerine binip yer
değiştirsinler. Yere indikleri zaman Ayyaş'a saldırıp, elini kolunu bağlamışlar, sonra
Mekke'ye götürüp dininden
caydırmışlar.
Biz şöyle diyorduk: Allah, dininden dönenlerin teVbesini kabul buyurmaz.
Onlar da kendileri için aynı şeyi söylüyorlardı. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldi.
Yüce Allah da şu ayetleri inzal buyurdu:
«Ey Muhammed! De ki: "Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın
rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O,
bağışlayandır, merhametlidir." Rabbinize yönelin. Azap size gelmeden önce O'na teslim
olun; sonra yardım görmezsiniz. Size ansızın, farkına varmadan azap gelmeden Önce
Rabbinizden size indirilen en güzel söze, Kur'ân'a uyun.» (ez-Zümer, 53-55.)
Hz. Ömer dedi ki: Ben, bu ayeti bir kağıda yazıp Hişam b. As'a gönderdim.
Hişam da şöyle dedi: O yazı bana ulaştığında Zi-Tuva'da okumaya başladım.
Zorlanıyordum. Bir türlü anlayamıyordum. Nihayet: "Allahım, bunun manasım bana
kavrat." dedim. Bu ayetin bizim hakkımızda, bizim söylediğimiz sözler hakkında ve bizler
için başkaları tarafından söylenen şeyler hakkında nazil olduğuna dair Cenâb-ıAllah, kalbime
bir ilham bıraktı. Deveme döndüm. Üzerine binip Medine'ye Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanma geldim.
İbn Hişam'm anlattığına göre Hişam b/As ile Ayyaş b. Ebi Rebia'yı Medine'ye getiren kişi,
Velid b. Muğire'dir. Onları Mekke'den kaçırıp kendi devesine bindirerek Medine'ye
getirmişti. O da onlarla birlikte yaya olarak yol almıştı. Yolda tökezleyince ayağının
parmağı kanamış ve şöyle demişti:
"Sen sadece kanayan bir parmaksın, Başına gelenler ise, Allah yolunda olan şeylerdir."
Buharı, Bera'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bize ilk olarak hic-. ret edip gelen Mus'ab
b. Ümeyr ile İbn Ümmü Mektum olmuştur. Sonra Ammar ile Bilal geldiler.
Muhammed b. Beşşar, Ebu îshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Be-ra b. Azib'in şöyle
dediğim işittim: Bize ilk olarak hicret edip gelen, Mus'ab b. Ümeyr ile İbn Ümmü Mektum
olmuştur. Bunlar, insanlara Kur'ân öğretiyorlardı. Bunlardan sonra Bilal, Sa'd ve Ammar b.
Yasir hicret edip geldiler. Bunların ardı sıra yirmi kadar sahabe ile birlikte Hattab oğlu Ömer
hicret edip geldi. Bunlardan sonra da Peygamber (s.a.v.) geldi. Medineliler, onun gelişine
sevindikleri kadar başka hiçbirşeye sevinmemişlerdi. Öyleki Medineli cariyeler şöyle
diyorlardı: Rasûlullah (s.a.v.) teşrif etti. O gelince ben, el-A'lâ sûresini okudum.
İbn İshak dedi ki: Hattab oğlu Ömer ve ailesi ile kavminden yanlarında bulunanlar
Medine'ye geldiler. Beraberinde kardeşi Zeyd b. Hattab, Amr ile Abdullah b. Süraka b.
Mutemer, Hüneys b. Hüzafe es-Sehmî (Hz. Ömer'in kızı Hafsa'nm kocası), amcası oğlu Said
b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Vakid b. Abdullah et-Temimî (onların müttefiki), Havle b. Ebi
Havle, Malik b. Ebi Havle (Beni îcil kabilesinden olup onların müttefikidir.), Bükeyr
oğullarından İyaz, Halid, Akil, Amir ve bunların Beni Sa'd b. Leys kabilesinden olan
müttefikleri de vardı. Bunlar, Küba'da Beni Amr b. Avf yurdunda Rufaa Abdu'l-Münzir b.
Züneyr'e konuk
oldular.
İbn îshak dedi ki: Muhacirler peşpeşe geldiler. Allah, onlardan razı olsun. Talha b.
Ubeydullah ile Süheyb b. Sinan, Sünh'te bulunan Belha-ris b. Hazreç'in kardeşi Ubeyd b.
İsafa konuk oldular. Talha'nm, Es'ad b. Zürare'ye konuk olduğunu söyleyenler de vardır.
İbn Hişam'a göre E.bu Osman En-Nehdî şöyle demiştir: Bana ulaşan habere göre Süheyb,
hicret etmeye niyetlendiğinde Kureyşli kafirler ona şöyle demişler:
- Bize fakir ve hakir olarak geldin. Yanımızda malın çoğaldı, yükseldin, sonra da malınla
birlikte gitmek istiyorsun. Allah'a yemin ederiz ki, bu asla olmayacak birşeydir!
Süheyb de onlara şu cevabı vermiş:
- Malımı size verirsem, yolumdan çekilir misiniz?
- Evet...
- Öyle ise malımı size bıraktım.
Bu haber, Rasûlullah'a ulaştığında o şöyle demişti:
- Süheyb kazandı, Süheyb kazandı!
Beyhakî, Süheyb'ten naklederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Hicret yurdunuz iki kara taşlık arasmda, çorak bir yer olarak bana gösterildi. Orası ya
Hecer ya da Yesrib olmalıdır."
Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'le birlikte Medine'ye gitmek üzere yola çıktı. Ben de onlarla
birlikte gitmek istediysem de bazı Kureyşli gençler, bana engel oldular. Ben de bütün gece
hiç oturmadan ayakta durdum. Gençler birbirlerine şöyle dediler: "Bunun karnı ağrıyor."
diyerek beni hasta sanıp yattılar. Halbuki hasta değildim. Gizlice oradan ayrılıp bir miktar
yol aldım. Onlar da beni geri çevirmek için arkadan bana yetiştiler. Onlara:
- Benim bir kaç yüz dirhem ağırlığında bir külçem vardır. Onu, size versem benden
vazgeçer misiniz? dedim. Onlar da; "Evet" dediler. Bunun üzerine onlarla birlikte geri
döndüm. Ve onlara:
"Kapının alt pervazının altını kazm, benim külçem oradadır. Ayrıca falanca kadına gidin,
onda da iki tane cübbem vardır. Onlar da sizin olsun." deyip yola çıktım. Hz. Peygamber,
daha Küba'da iken kendisine yetiş tim.Beni görünce:
- Ya Eba Yahya, alış verişin karlı oldu, dedi.
- Ya Rasûlallah, benden önce kimse senin yanına gelmemiştir. Bunu sana söyleyen
Cibril'den başkası değildir, dedim."
İbn İshak dedi ki: Hamza b. Abdülmuttalib, Zeyd b. Harise, Ğanevli ve Hz. Hamza'nın
müttefikleri Ebu Mersid Kinaz b. Husayn ile oğlu Mersid, Rasûlullah'm azadhları Ense ile
Ebu Kebşe, Küba'da Beni Amr b. Avf m kardeşi Kelsüm b. Hednı'e konuk oldular. Bunların,
Sa'd b. Heyseme'ye konuk olduğunu söyleyenler olduğu gibi, sadece Hz. Ham-za'nın Es'ad
b. Zürare'ye konuk olduğunu söyleyenler de vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Ubeyde b. Haris ile kardeşleri Tüfeyl ve Husayn, Mistah b. Esase,. Süveybit b. Sa'd b.
Hüreymile (Beni Abdü'd-Dar'm kardeşi), Tüleyb b. Ümeyr (Beni Abd b. Kusayy'ın kardeşi),
Utbe b. Gazvan'm azadlısı Hab-bab, Küba'da Bilaclan'ın kardeşi Abdullah b. Seleme'ye
konuk oldular.
Abdurrahman b. Avf ile Muhacirlerden bir kaç erkek, Sa'd b. er-Ra-bia'ya konuk oldular.
Zübeyr b. Avvam ile Ebu Sebre b. Ebu Ruhm, Beni' Cahcebi yurdunda Usbe mevkiindeki
Münzir b. Muhammed b. Ukbe b. Uhayha b. Cü-lah'a misafir oldular.
Mus'ab b. Ümeyr, Sa'd b. Muaz'a konuk oldu. Ebu Hüzeyfe b. Utbe ile azadlısı Salim,
Seleme'ye misafir oldular.
İbn İshak'a göre el-Ümevî, bunların Ubeyd b. İsafa konuk olduklarını söylemiştir ki,
Hübeyb, Beni Harise'nin kardeşidir.
Utbe b. Gazvan, Abbad b. Bişr b. Vakaş'a konuk oldu. Bunun evi, Abdu'l-Eşhel oğulları
yurdunda idi.
Osman b. Affan, Beni Neccar yurdunda Hassan b. Sabit'in kardeşi Evs b. Sabit b. Münzir'in
misafiri oldu.
İbn İshak dedi ki: Muhacirlerden bekar olan bazı erkekler, Sa'd b. Hayseme'ye konuk
oldular. Çünkü o zaman, o da bekar idi. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu yüce Allah,
elbetteki daha iyi bilir.
Yakup b. Süfyan, îbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Mekke'den geldiğimizde Küba'da
Usbe mevkiine indik. Hattab oğlu Ömer, Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Ebu Hüzeyfe'nin azadlisı
Salim'le birlikte idik. Bize, Ebu Hüzeyfe'nin azadlısı Salim imamlık yapıyordu. Çünkü
Kur'ân'ı en iyi okuyanımız o idi. [1]
Resûlullah (S.A.V.)'In Hicret Sebebi
Yüce Allah buyurdu:
«De ki: "Rabbim! Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et; çıkaracağın
yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver.» (eilsrâ,
80.)
Cenâb-ı Allah, peygamberine bu duayı okumasını ilham edip gösterdi ki, bu dua sayesinde
onun için yakın bir genişlik ve erken bir çıkış yolu yaratsın. Nihayet Medinetü'l-
Nebeviyye'ye hicret etmesine yüce Allah izin verdi. O Medine ki, orada dostları ve
yardımcıları vardı. O Medine ki, onun için yurt ve yerleşim merkezi oldu. O Medine ki,
halkı onun için yardımcılar oldular.
Ahmed b. Hanbel ile Osman b. Ebi Şeybe, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet ederler:
Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'de idi. Hicret etmekle em-rolundu. Ve ona şu ayet nazil oldu:
«De ki "Rabbim! Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et, çıkaracağın
yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver.» (cl-
Isrâ, 80.)
Katade dedi ki: "Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et." cümlesindeki
yerden kasıt, Medine'dir. "Çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar."
cümlesindeki yerden kastedilen de Mekke'dir. «Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver."
cümlesinde geçen destekleyici kuvvetten maksat, Allah'ın kitabı, farzları ve hududu (yasakları)
dur.
îbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), hicret eden ashabından sonra Mekke'de kaldı.
Kendisine hicret için Allah'tan izin verilmesini bekliyordu. Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir es-Sıddık
ve yakalanıp dinlerinden caydı-rüanlar hariç, Mekke'de hiçbir sahabe kalmadı. Ebu Bekir de
zaman zaman Rasûlullah'tan hicret için izin isteğinde bulunuyordu. Ancak Rasûlullah ona
şöyle diyordu: "Acele etme. Belki Allah senin için bir arkadaş kılar." Böylece Ebu Bekir,
arkadaşının Rasûlullah olmasını ümid
ediyordu.
Kureyş, Rasûlullah'm taraftar bulduğunu ve memleketlerinden başka bir yerde ashabının
çoğaldığını, Muhacirlerden olan ashabının onlara katıldıklarını gördüklerinde, onların bir
yurda yerleşmiş olduklarını ve bir kuvvet teşkil ettiklerini anladı. Rasûlullah'ın, onlara katılmasından
çekindiler. Zira biliyorlardı ki o, kendilerine karşı savaş için ashabını toplamıştır.
Bunun üzerine Darü'n-Nedve'de toplandılar. Burası, Kusay b..Kilab'm evi idi. Kureyşliler,
bütün kararlarım hep orada alırlardı. Rasûlullah'm durumundan korktukları zaman, ona ne
yapacaklarını tartıştılar.
îbn îshak dedi ki: Kendilerini yalancılıkla suçlayamıyacağımız bazı arkadaşlarımız Abdullah
b. Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
Bu işe karar verdikleri ve Darü'n-Nedve'ye Rasûlullah'm durumu hakkında tartışmak için
toplanmayı kararlaştırdıkları günün sabahında toplandılar. O güne, "zahmet günü"
denilmişti. İblis, büyük bir ihtiyar adam kılığında onlara görünmüştü. Üzerinde kalınca bir
elbise vardı. Evin kapısı önünde durdu. Orada durduğunu gördüklerinde şöyle dediler:
- Kimdir bu ihtiyar adam? O da:
-Necid halkındanım, dedi. Muhammed hakkında toplanacağınızı işittiğimden sizi dinlemeye
geldim. Sizden görüş ve nasihatlerimi esirgemeyeceğimi ümit ediyorum.
Öyleyse gir bakalım, dediler.
O da içeri girdi. Orada Kureyş'in ileri gelenleri toplanmışlardı. Toplantıya Utbe, Şeybe, Ebu
Süfyan, Tuayme b. Adiy, Cübeyr b. Mut'im b. Adiy, Haris b. Amir b. Nevfel, Nadr b. Haris,
Ebu'l-Bahteri b. Hişam, Zem'a b. Esved, Hakim b. Hizam, Ebu Cehil b. Hişam, Haccac'm
oğulları Nebih ile Münebbih, Ümeyye b. Halef ile sayılamıyacak kadar çok miktarda
Kureyşli katılmıştı.
Birbirlerine şöyle dediler:
- Bu adamın (Muhammed (s.a.v.)) işi, gördüğünüz gibi gelişiyor. Biz, onun ve ona tabi
olanların bize saldıracaklarından emin değiliz. Artık onun hakkında ortak bir görüş
belirlememiz gerekiyor.
Böylece müşavere yaptılar. Sonra onlardan Ebu'l-Bahteri b. Hişam dedi ki:
- Onu demir parmaklıklar içine hapsedin. Üzerine kapıyı kilitleyin. Sonra ondan önceki
benzerleri olan Züheyr ve Nabiğa gibi şairlerin başına gelenlerin, onun başına da gelmesini
bekleyin.
Necidli Şeyh (İblis) dedi ki:
- Hayır, Allah'a yemin ederim ki, bu sizin için yararlı bir görüş değildir. Vallahi eğer
dediğiniz gibi onu hapsederseniz, elbette_onun haberi ve tebliğleri kapının ötesine çıkar.
Siz, ashabına karşı onun kapısını kapatırsanız, yakında size saldırırlar ve sizi yenecek kadar
çoğalırlar. Onu, sizin elinizden kurtarırlar. Bu, iyi bir görüş değildir. Başka birşey düşünün
ve müşaverenizi yapın.
Sonra onlardan biri şöyle dedi:
- Onu aramızdan çıkaralım ve memleketimizden uzaklaştıranın. Bizden ayrıldığı zaman
nereye giderse gitsin ve nereye düşerse düşsün, karışmayız, yeter ki bizden uzak olsun.
Böylece biz, ondan kurtulalım. Böylece işimiz düzelir. Ve münasebetlerimiz eski haline
döner.
Bunun üzerine Necidli ihtiyar dedi ki:
- Hayır, Allah'a yemin ederim ki, bu da sizin için iyi bir görüş değildir. Onun güzel sözlerini
ve tatlı konuşmasını görmüyor musunuz? Yaptığı şeylerle adamların gönüllerini kazanır.-
Vali ahi eğer bunu yapsanız, Araplardan bir kabilenin yanına yerleşmesinden emin
olamazsınız. Çünkü o bir kabileye giderse, sözleriyle onları etkiler. Nihayet onlar da ona
uyarlar. Sonra onlarla birlikte size gelir ve memleketinizde sizi ezip geçerler. Böylece işinizi
elinizden alır, sonra size dilediğini yapar. Onun hakkında bundan başka bir görüş
belirleyin.Bunun üzerine Ebu Cehil fc. Hişam dedi ki:
- Vallahi, onun hakkında daha önce değinmediğiniz bir görüşüm
vardır.
- Ey Ebu'l Hakim, nedir o görüş?
- Görüşüm şu ki, her kabileden kuvvetli, kavmi arasında şerefli, nesebi yüksek genç birer
adam alalım. Sonra onlardan her birine keskin birer kılıç verelim.Gitsinler ve o kılıçlarla bir
tek adamın vuruşu gibi Muhammed'e vursunlar. Böylece biz de ondan kurtulalım. Zira
onlar, onu öldürdüklerinde onun kanı, kabilelerin hepsinin üzerine dağılır. Abdumenaf
oğulları, bütün kavimlerle savaşmaya güç yetiremezler. Diyet ödememize razı olurlar. Biz
de onlara, Muhammed'in diyetini öderiz.
Bunun üzerine Necidli ihtiyar dedi ki:
- Söz, bu adamın sözüdür. Bu görüşten başka bir görüşü tasvib etmem!
Böylece topluluk bu görüş üzerinde ittifak edip dağıldı. Öte yandan Cebrail, Rasûlullah'a
gelip;
- Bu gece yatağında yatma, dedi.
Gecenin ilk üçte biri geçtiğinde, Rasûlullah'm kapısında toplandılar. Ne zaman uyuyacağını
kolluyorlardı ki üzerine atılsınlar, Rasûlullah, onların yerlerini aldıklarını görünce Hz. Ali'ye
şöyle dedi:
- Benim yatağımda yat. Benim bu yeşil Hadramî cübbemle örtün ve içinde uyu. Sana
hoşlanmadığın hiçbirşey isabet etmeyecektir.
Rasûlullah (s.a.v.), hep bu cübbenin içinde uyurdu. Rasûlullah'm kapısı önünde toplananlar
arasında bulunan Ebu Cehil, kapının önünde dururken şöyle dedi:
- Muhammed'in iddiasına göre eğer sizler, onun dediklerim yapmak üzere kendisine tabi
olursanız, Araplarla Acemlerin hükümdarları olursunuz. Ölümünüzden sonra yeniden
dirilirsiniz. Sizin için Ürdün'ün bahçeleri gibi Cennetler kılınır. Eğer yapmazsanız, onun sizinle
savaşma hakkı olurmuş. Ölümünüzden sonra yeniden diriltilecek-mişsiniz. Sonra da
sizin için, sizi yakacak bir ateş olacakmış! O ateşte yanacakmışsmız!
Rasûlullah (s.a.v.) evinden dışarı çıktı. Bir avuç toprak aldı ve: "Evet, ben bunu söylüyorum.
Ve sen de o ateşte yanacaklardan birisin!" dedi.
Cenâb-ı Allah, müşriklerin gözlerine perde çekti. Rasûlullah'ı göremez oldular.O da elindeki
toprağı üzerlerine savurarak de şu ayeti okudu: .
«Yâsîn. Ey Muhammed! Kur'ân-ı Hakîm'e and olsun ki, sen doğru yol üzere gönderilmiş
peygamberlerdensin. Bu, babaları uyanlmadığm-dan gani kalmış bir milleti uyarman için
güçlü ve merhametli olan Allah'ın indirdiği Kur'ân'dır. Andolsun ki, hüküm çoğunun
aleyhine gerçekleşmiştir. Bunun için artık inanmazlar. Boyunlarına, çenelerine kadar varan
demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır. Önlerine ve arkalarına sed
çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden artık göremezler.» (Yâsîn, 1-9.)
Savurulan toprak, orada bulunanların tamamına isabet etmişti. Sonra Rasûlullah (s.a.v.),
gitmek istediği tarafa yönelerek hareket etti. Bilahare daha kendileri ile birlikte bulunmayan
bir adam yanlarına gelip şöyle dedi:
- Burada ne bekliyorsunuz?
- Muhammed'i bekliyoruz.
- Allah müstehakınızı versin! Vallahi Muhammed çıkıp gitti. Hepinizin başına da toprak
savurdu. Gitmek istediği yere gitti. Başınızda neler olduğunu görmüyor musunuz?
Her biri elini başına götürdüğünde başında toprak olduğunu gördü. Sonra içeri bakmaya
başladılar. Ali, Rasûlullah'ın cübbesine bürünmüş uyuyordu. "Allah'a yemin ederiz ki, işte
Muhammed uyuyor, üzerinde de cübbesi var." diyorlardı. Sabaha kadar öylece yerlerinde
kala kaldılar. Hz. Ali, yataktan çıkınca dediler ki: "Vallahi bize haber veren kişi doğru
söylemiş!"
îbn tshak dedi ki: O gün ve onların yapmak için toplandıkları iş hakkında Cenâb-ı Allah'ın
indirdiği ayetlerden biri de şu idi:
«İnkar edenler, seni bağlayıp bîr yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen
kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen
yapanların en iyisidir.» (ei-Enfâi, 30.)
«Yoksa senin için şöyle mi derler: "Şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz."
De ki: "Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlemekteyim." (et-Tûr, 30-31.)
İşte o esnada yüce Allah, Peygamber (s.a.v.)'e hicret iznini verdi. [2]
Rasûlullah (S.A.V.)'In Ebu Bekîr Es-Sıddık'la Birlikte Mekke'den Medine'ye
Hicreti
Hz. Ömer'in sîretinde de açıkladığımız gibi onun hilafeti döneminde ashabın ittifakı ile
hicret, İslam tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
Buharî, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), kırk yaşında risaletle
görevlendirildi. Mekke'de on üç yıl süre ile kendisine vahiy geldi. Sonra hicret etmekle
emrolundu. Medine'ye hicret etti. Orada on sene kaldı. Altmışüç üç yaşında iken vefat etti.
Bisetinin on üçüncü senesinin rebiyüleevvel ayının pazartesi gününde hicret etmişti.
İmam Ahmedb. Hanbel'in rivayetine göre îbn Abbas şöyle demiştir:
"Peygamberimiz pazartesi günü doğdu, pazartesi günü Mekke'den hicret etti, pazartesi günü
risaletle görevlendirildi, pazartesi günü Medine'ye girdi ve pazartesi günü vefat etti."
Muhammed b. İshak dedi ki: Ebu Bekir, Rasûlullah'tan hicret için izin istediğinde
Rasûlullah ona şöyle demişti: "Acele etme. Belki Allah senin için bir arkadaş kılar."
Rasûlullah, bunu kendisine söylediği zaman of bununla sadece kendisini kasdettiğini
umuyordu. Bunun üzerine iki binek devesi satın aldı, bu iş için hazırlık olarak yemlerini
vererek evinde tuttu. Vakidî'nin ifadesine göre develeri 800 dirheme satın almıştı.
İbn İshak, mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Hz. Peygamber, bize ya sabah ya akşam gelir, gelmediği gün olmazdı. Ancak Cenâb-ı
Allah'ın, kendisine Mekke'den hicret etmek için izin verdiği günde, bize gelmek itiyadında
olmadığı bir saatte kavminin arasından çıkıp geldi. Babam onu görünce:
- Rasûlullah (s.a.v.), hiç^bu saatte gelmezdi. Muhakkak gelişinin önemli bir sebebi olmalı,
dedi.
Hz. Peygamber içeri girince babam, oturduğu yerden inip yerini ona verdi. Babamın
yanında ben ve kız kardeşim Esma'dan başka kimse yoktu. Peygamber (s.a.v.), babama:
- Bunları dışarı çıkar. Seninle gizli konuşacağım, dedi.
Babam:
- Ya Rasûlallah, ikiside benim kızîarundır. Anam babam sana feda olsun, acaba işin nedir?
diye sordu.
Rasûlullah:
- Cenâb-ı Hak, bana Mekke'den çıkmak ve hicret etmek için izin verdi, dedi.
Babam:
- Ya Rasûlallah, arkadaşlık var mı? diye sordu. Peygamber (s.a.v.) de:
- Evet, arkadaşlık var, dedi.
O güne kadar her hangi bir kimsenin, sevincinden ağladığını görmemiştim. Babam
sevincinden ağladı ve sonra:
- Ya Rasûlalîah, şu iki deveyi bu iş için hazırlamıştım, dedi. Sonra kendilerine kılavuzluk
yapması için Abdullah b. Erkat'ı kiraladılar."
İbn Hişam der ki: Ona, Abdullah b. Uraykit denirdi. Beni Dil b. Bekr kabilesindendi.
Annesi, Beni Sehm b. Amr kabilesinden olup müşrikti. Rasûlullah'la Ebu Bekir'e rehberlik
edecekti. îki bineklerini ona teslim ettiler. Yolculuk gününe kadar develeri o besleyecekti.
îbn İshak dedi ki: Bana ulaşan habere göre Rasûlullah (s.a.v.)'m Mekke'den çıkışını Ebu
Talib oğlu Ali ile Ebu Bekir es-Sıddık ve onun ailesinden başka kimse bilmiyordu.
Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye insanların daha önce emanet olarak verdikleri mallan sahiplerine
geri vermesi için kendisine halef olmasını emretmişti. Mekkelilerden bir kimse, muhafazasından
korktuğu malını emanet olarak Rasûlullah'ın yanma bırakırdı. Çünkü onun
doğruluk ve emanete riayetini biliyorlardı.
îbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'den çıkmaya karar verdiğinde Ebu Bekir b. Ebu
Kuhafe'nin yanma geldi. Ebu Bekir'in evinin arkasındaki küçük bir kapıdan çıktılar.
Ebu Nuaym, İbrahim b. Sa'd kanalıyla Muhammed b. îshak'm şöyle dediğini rivayet eder:
Bana ulaşan habere göre Rasûlullah (s.a.v.), hicret için Mekke'den çıkıp Medine'ye
yöneldiğinde şöyle dua etmiştir:
"Ben hiçbir şey değilken, beni yaratan Allah'a hamdolsun. Allahım, dünyanın zorluklarına
karşı bana yardım et. Zamanın kötülüklerine, günlerin ve gecelerin musibetlerine karşı bana
yardımcı ol. Allahım* yolculuğumda benimle beraber ol. Ailemi gözet. Bana rızık olarak
verdiğin şeyleri bereketli kıl. Beni kendine muti kıl. iyi ahlak üzere beni dos-' doğru kıl.
Beni, kendine sevdir. İnsanların insanna bırakma beni. Ey güçsüzlerin Rabbi, sen benim
Rabbimsin. Senin göklerle yeri aydınlatan yüce Zatına sığınırım. O zatın ki, karanlıklar
kendisiyle aydınlanmış, öncekilerle sonrakilerin işi, onun sayesinde düzelmiştir. Beni gazabına
maruz bırakma. Öfkeni üzerime indirme. Nimetinin zail olmasından, intikamının
aniden üzerime gelmesinden, afiyetini üzerimden gidermenden ve bütün gazablarmdan sana
sığınırım. Şikayetim sanadır. Yapabileceklerimin en hayırlısı, benim yammdadır. Güç ve
kuvvet, ancak seninledir,"
İbn İshak dedi ki: Yolculuk sırasında Rasûlullah'la Ebu Bekir, Sevr mağarasına yöneldiler.
Sevr, Mekke'nin alt tarafındaki bir dağın adıdır. O mağaraya gidip içeri girdiler. Ebu Bekir
es-Sıddık, oğlu Abdullah'a; gündüz, insanların kendisi ile Rasûlullah hakkında
söylediklerine kulak vermesini, akşamleyin günün haberlerini kendilerine getirmesini
emretti.
Azatlısı Amir b. Füheyre'ye de gündüz koyunlarını otlatmasını, akşam olunca mağaraya
getirmesini emretti.
Abdullah b. Ebu Bekir, gündüz Kureyşlilerin arasında bulunuyor, onların komplo
kararlarına kulak veriyor. Rasûlullah'la Ebu Bekir hakkında söylediklerini dinliyor, akşam
olunca haberleri getirip babasıyla Rasûlullah'a iletiyordu.
Amir b. Füheyre, Mekkeli çobanlarla birlikte Ebu Bekir'in koyunlarını otlatıyordu. Akşam
olunca koyunları mağaraya doğru getiriyor. Sütünü sağıyor, daha sonra da birisini
kesiyorlardı. Sabahyelin Abdullah b. Ebu Bekir, Rasûlullah'la babasının yanından ayrılıp
Mekke'ye geliyor, peşisıra Amir b. Füheyre'de davar sürüsünü oradan geçirerek Abdullah'ın
ayak izlerini yok ediyordu.
İbn Cerir, bazı kimselerden naklederek Rasûlullah (s.a.v.)'m Ebu Bekir'den önce sevr
mağarasına gittiğini anlatır. Rasûlullah, Hz. Ali'ye kendilerinden sonra yola çıkıp
kendilerine ulaşmasını emretmişti. Hz. Ali de yolda iken onlara ulaşmıştı.
Bu, cidden garip bir rivayet olup meşhur olan rivayetlere uymamaktadır. Meşhur rivayete
göre Rasûlullah'la Ebu Bekir birlikte yola çıkmışlardır.
îbn îshak dedi ki: Esma binti Ebu Bekir, akşam olduğu zaman Rasûlullah'la Ebu Bekir'e iyi
yemekler getiriyordu.
Esma şöyle demiştir: Rasûlullah ile Ebu Bekir Mekke'den çıktıklarında, Kureyşten bir
topluluk bize geldi. Aralarında Ebu Cehil b. Hi-şam'da vardı. Ebu Bekir'in kapısının Önünde
durdular. Ben de karşılarına çıktım. Dediler ki:
- Ey Ebu Bekir'in kızı, baban nerededir?
- Vallahi babamın nerede olduğunu bilmiyorum! dedim. Bunun üzerine Ebu Cehil elini
kaldırdı. O, edepsiz ve murdar birisi
idi. Yanağıma bir tokat indirdi. Tokatm şiddetinden kulağımdan küpem fırladı. Sonra
evimizin önünden ayrılıp gittiler.
Rasûlullah, Mekke'den çıktığında Ebu Bekir de onunla birlikte yola çıkmıştı. Ebu Bekir,
malının tamamını; 5000 veya 6000 dirhemi beraberinde alıp, götürmüştü. Yanımıza dedem
Ebu Kuhafe geldi. Gözleri kör olmuştu. Şöyle dedi:
- Vallahi ben görüyorum ki, o malım kendisiyle birlikte götürüp sizi perişan etmiştir. Dedim
ki:
- Hayır ey babacığım, Ebu bekir bize çok mal bıraktı.
Bunun üzerine bir takım taşlar aldım ve onları evdeki bir küvete koydum. Babam da malını
oraya koyardı. Sonra onların üstüne bir bez koydum. Ebu Kuhafe'nin elini tutup şöyle
dedim:
- Ey babacığım, elini bu malın üzerine koy. O da elini taşların üzerine koyup şöyle dedi:
- Eh, sizin için bunu bıralanca çok iyi etmiş oldu. Bunda size yetecek kadar vardır.
Hayır, vallahi, halbuki Ebu Bekir bize hiçbir şey bırakmamıştı. Sadece ihtiyarı bununla
sakinleştirmek istemiştim.
İbn Hişam, ilim ehlinden bazılarının kanalıyla Hasan b. Ebi'l-Hasan el-Basrî'nin şöyle
dediğini rivayet eder: Rasûlullah'la Ebu Bekir, geceleyin mağaraya vardılar. Ebu Bekir,
Rasûlullah'tan önce mağaraya girdi.îçinde bir canavar ya da yılan olup olmadığını anlamak
için eliyle mağarayı kontrol etti. O, Rasûlullah'ı koruyordu.
Ebu'l-Kasım el-Beğavî, îbn Ebi Müleyke'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v),
Ebu Bekir'le birlikte Sevr mağarasına çıkarlarken Ebu Bekir gah Rasûlullah'm önüne, gah
arkasına geçiyordu. Rasûlullah'm niçin böyle yaptığını sorması üzerine Ebu Bekir şu cevabı
vermişti: "Arkana geçtiğimde Önden sana saldınlmasmdan korkuyorum. Önüne geçtiğimde
de arkadan sana saldınlmasmdan korkuyorum."
Nihayet Sevr mağarasına vardılar. Ebu Bekir dedi ki:
"Ya Rasûlallah, olduğun yerde dur. Önce elimle içeriyi kontrol edeyim. Temizliyeyim. Eğer
içeride bir canavar varsa, senden önce bana isabet etsin."
Nafî dedi ki: "Bana ulaşan habere göre o mağarada bir delik varmış. Ebu Bekir oradan bir
canavar veya herhangi birşey çıkıpta Rasûîullah'a eziyet vermesin diye korkusundan
ayağıyla bu deliği kapamıştı."
Beyhakî, Muhammed b. Sirîn'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Hz. Ömer'in halifeliği zamanında bazı kimseler, birşeyler söylemişlerdi. Bu sözleriyle
sanM Hz. Ömer'i, Ebu Bekir'e üstün kılmak istemişlerdi Bu sözleri duyan Hz. Ömer şöyle
demişti: "Allah'a yemin ede-Tİm_Jâ, Ebu Bekir'in o gecesi, Ömer'in bütün ailesinden daha
hayırlıdır ve Ebu Bekir'in o günü de, Ömer'in ailesinden daha hayırlıdır!"
Rasûlullah (s.a.v.), mağaraya gittiği gece evden çıkarkan Ebu Bekir'de onunla beraberdi.
Gah önünden, gah arkasından yürüyordu. Nihayet Allah'ın peygamberi, bunun farkına
vararak sordu:
- Ey Eba Bekir, neden gah önümden, gah arkamdan gidiyorsun?
- Ya Rasûlallah, arkadan takip edildiğin ihtimalini düşünerek arkadan yürüyorum. Yolun
kenarında oturup seni gözetledikleri ihtimalini düşünerek de önüne düşüyorum!
- Bir tehlike baş gösterirse, benim yerime senin başına gelmesini arzu ediyor musun?
- Evet, seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki senin yerine benim
başıma gelmesini istiyorum!
Mağaranın ağzına vardıkları zaman Ebu Bekir, Hz. Peygamber'e
şöyle dedi:
-Ya Rasûlallah, sen dur, mağaraya girip içini temizleyeyim, sonra
sen gir.
İçeri girip temizledikten sonra da: "Buyur, gir." dedi.
Ömer daha sonra şöyle demiştir: "Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Ebu
Bekir'in o gecesi, Ömer'in bütün ailesinden daha hayırlıdır!"
Beyhakî, bunu başka bir şekilde de Ömer'den rivayet etmiştir. Bu rivayette şöyle
denmektedir:
Ebu Bekir, gah Rasûlullah'm önünden, gah arkasından yürüyor. Kah sağma geçiyor, gah
soluna geçiyordu. Rasûlullah'm ayakları yürümekten Ötürü ağrımaya başlayınca Ebu Bekir
es-Sıddık, onu omuzuna aldı. Mağaraya girdiğinde de oradaki deliklerin tamamını kapadı.
Sadece bir delik kaldı. Ona tıkayacak birşey bulamayınca da, o deliği topu-ğuyla kapadı.
Delikteki yılanlar, topuğunu parçalamaya başlayınca Ebu Bekir'in gözlerinden yaşlar
akmaya başladı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle dedi: "Üzülme. Şüphesiz
Allah, bizimle beraberdir."
Bu ifadelerde gariplik ve münkerlik vardır.
Beyhakî, Cündüp b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Bekir, Rasûlullah (s.a.v.)'la
birlikte mağarada iken eline bir taş değdi. Bunun üzerine şöyle dedi:
"Sen ancak kanayan bir parmaksın,
Başına gelen ise, Allah yolunda olan birşeydir."
imam Ahmed b. Hanbel, îbn Abbas'm aşağıdaki ayet-i kerime hakkında şöyle dediğini
rivayet eder:
«înkar edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya Öldürmek, ya da sürmek için düzen
kuruyorlardı. (el-Enfâl,30.)
Kureyşliler, geceleyin Mekke'de bir araya gelip fikir alış verişinde bulundular. Biri şöyle
demişti: "Sabah olunca Muhammed'i bağlayın."
Bir başkası; "Onu öldürün." Bir diğeri de: "Onu sürgün edin." demişti. Bütün bu
konuşulanları Cenâb-ı Allah, Peygamber (s.a.v.)'e bildirmişti. O gece Hz. Ali, Rasûlullah'm
yatağına girip uyumuştu.
Rasûlullah da geceleyin evinden yolculuğa çıkmış, nihayet mağaraya ulaşmıştı. Müşrikler,
Rasûlullah zannederek Hz. Ali'yi o gece sabaha dek beklemişlerdi. Sabah olunca içeriye
hücum ettiklerinde yatakta uyuyanın Hz. AH olduğunu görmüşlerdi. Allah, onların düzen ve
hilelerini boşa çıkarmıştı. Hz. Ali'ye:
- Arkadaşın nerede? diye sordular. Hz. Alide:
- Bilmiyorum, diye cevap verdi.
Bunun üzerine Rasûlullah in izini takibe başladılar. Dağa vardıklarında izi karıştırdılar.
Nihayet dağa çıkıp mağaraya ulaştılar. Mağaranın kapısında örümcek ağı gördüklerinde:
"Eğer buradan bir kimse içeri girmiş olsaydı, kapıda örümcek ağı olmazdı." dediler.
Rasûlullah mağarada üç gece kaldı."
Bu, güzel bir senettir. Mağaranın kapısında örümcek ağının teşekkül etmesi, Allah'ın,
Rasûlullah'ı himayesinin bir tezahürü idi.
Hafız Ebu Bekir Ahmed b. Ali b. Said el-Kadî, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Peygamber, Ebu Bekir ile mağaraya girdiler. Kureyşliler, Peygamber (s.a.v.)'i ararlarken
mağaranın kapısında örümcek ağını görünce:
- Buraya kimse girmemiştir, dediler.
O sırada Hz. Peygamber ayakta durup namaz kılıyor, Ebu Bekir de etrafi gözlüyordu.
Peygamber (s.a.v.)'e:
- Bunlar senin kavmindir, seni arıyorlar, Allah'a yemin ederim ki, ben kendim için üzülüp
kaygılanmıyorum. Bütün üzüntü ve kaygım senin içindir, dedi.
Allah'ın elçisi ona:
- Ey Ebu Bekir, korkma, Allah bizimle beraberdir, dedi."
Bu rivayette Hz. Peygamber'in mağarada namaz kıldığı şeklinde bir fazlalık vardır. Hz.
Peygamber, bir işten üzüldüğünde namaz kılardı,
Ebu Bekir Ahmed b. Ali el-Kadî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Bekir
oğluna şöyle demişti:
"Ey oğulcuğum! İnsanlar arasında bir hadise meydana geldiğinde Rasûlullah'la birlikte
gizlendiğim mağaraya gel, orada ol. Rızkın, sabah akşam orada sana gelecektir."
Şair'in birisi, bunu şu mısralarında dile getirmiştir:
"Mağaradakileri, Davud'un dokuduğu zırh korumadı., Sadece örümceğin dokusu korudu."
Nakledildiğine göre iki güvercin de gelip mağaranın kapısına yuva kurmuşlardı. Sarsari, bu
hadiseyi bir şiirinde şöyle ifade eder:
"Örümcek, Örgüsüyle mağaranın kapısını örttü. Güvercin de mağara kapısına gelip
yumurtladı."
Hafız İbn Asakir, Ebu Mus'ab el-Mekkî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Zeyd b. Erkanı ile
Muğire b. Şube ve Enes b. Malik'in sohbetlerini duydum. Bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m
mağarada bulunduğu gecede yüce Allah'ın bir ağaca emir vererek Rasûlullah'ı perdelediğini
anlatmışlardı. Ayrıca yine o gecede Cenâb-ı Allah bir örümcek göndermiş, Ebu Bekir ile
Rasûlullah ı, ağı ile perdelemişti. İki yaban güvercini de göndermiş, bu güvencinler kanat
çırparak örümcek ağı ile ağaç arasına girmişlerdi. Ellerinde değnekleri, sopaları, yayları ve
okları bulunan Ku-reyşli delikanlılar, mağaranın yanma gelmişlerdi. 200 zira mesafeye
kadar mağaraya yaklaştıklarında kılavuzları Süraka b. Malik b. Cu'şum el-Müdlicî, onlara
şöyle demişti:
- İşte bu taşa kadar izi getirdim. Ama bundan sonra o ayağını nereye atmıştır, bilemem,
deyince gençler:
- Sen bu geceden şaşmadın.
Sabahladıklarında, «Mağaraya bakalım.» dediler. Bir kısmı mağaraya doğru geldi.
Rasûlullah'a elli zira1 kadar yaklaştılar. Onlardan birisi, kapıda iki güvercin bulunduğunu
görünce geri döndü. Ona:
- Niye mağaraya bakmadan geri döndün? diye sordular. Oda:
- Orada, mağara ağzında iki yaban güvercini gördüm. Mağara içinde kimsenin
bulunmadığını anladım. Onun için geri döndüm, dedi.
Peygamber (s.a.v.), onların konuşmalarını duydu. Bu güvercinler vasıtasıyla Cenâb-ı
Allah'ın onları kendilerinden uzaklaştırdığını anladı. O güvercinleri yüce Allah, mübarek
kılıp Harem'e yolladı. Orada çoğaldılar. Mekke'deki güvercinlerin tamamı, o iki güvercinin
soyundan gelmektedir.
Yüce Allah buyurdu ki:
«Muhammed'e yardım etmezseniz, bilinki, inkar edenler onu Mekke'den çıkardıklarında
mağarada bulunan ik kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşı Ebi Bekir'e
«Üzülme, Allah bizimledir» diyordu. Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle
onu desteklemiş, inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah
güçlüdür, Hakimdir.» (ct-Tevhe, 40.)
Yüce Allah, Rasûlü ile cihaddan geri kalanları kınayarak diyor ki: Eğer siz ona yardım
etmezseniz, şüphesiz Allah ona yardım edecek, onu teyid edip zafere kavuşturacaktır.
Nitekim kavuşturdu da. İnkar edenler, onu Mekke'den çıkardıklarında ve o da Mekke'den
kaçıp gittiğinde beraberinde dostu ve arkadaşı Ebu Bekir'den başka kimse yoktu.
Bu sebeple yüce Allah onun için; "Mağarada bulunan iki kişiden bin olarak....»
buyurmaktadır. Yani onlar mağaraya sığınmışlar, orada peşleri sıra yapılan takibat
yavaşlasın ve sona ersin, diye üç gün ikamet etmişlerdi. Zira müşrikler, daha önce
belirtildiği gibi onları aramaya çıktıklarında her tarafa koşmuşlardı. İkisini ya da birini
bulup getirene yüz deve mükafat vadetmişlerdi. İzlerini takibe çıkmışlar, nihayet izlerini
karıştırmışlardı. Kureyşlilere izcilik yapan kişi Süraka b. Malik b. Cu'şum idi. Sevr dağına
çıkmışlar, mağaranın kapısı Önüne gelmişlerdi. Ayakları, mağaranın kapısının hizasına
gelmişti ama Rasûlullah'la Ebu Bekir'i görememişlerdi. Çünkü Allah, onları müşriklere karşı
korumuştu. Nitekim Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'ten rivayet ederek Ebu Bekir'in Enes'e
şöyle dediğini nakletmiş tir: «Peygamber (s.a.v.)'e mağarada iken şöyle demiştim: Eğer
müşriklerden birisi, ayaklarının ucuna bakacak olursa bizi ayaklarının altında mutlaka görür.
O zaman Rasûlullah da bana şu cevabı vermişti: - Ey Ebu Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki
kişiyi sen ne sanıyorsun?» Bazı siyercilerin anlattıklarına göre Ebu Bekir, Resulullah'a böyle
dediğinde Rasûlullah ona şöyle cevap vermiştir:
"Eğer onlar şuradan gelirlerse, biz de buradan çıkıp gideriz." Rasûlullah böyle deyince Ebu
Bekir mağaranın öbür tarafina bakmış ve oradan bir kapı açıldığını, kapının öbür yanında
denizin bulunduğunu, denizde de kapı ağzına halatla bağlı bir gemi durduğunu görmüştü.
Allah'ın yüce kudreti bakımından bu kabul edilmeyecek birşey değildir. Ancak bu konuda
kuvvetli ya da zayıf bir sened varid olmuş değildir. Biz de bu hususta herhangi birşeyi
kendiliğimizden tesbit edecek durumda değiliz. Yalnız senedi sahih veya hasen olan şeyleri
söyleriz. Doğrusunu Allah bilir.
Hafız Ebu Bekir el- Bezzar, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Ebu Bekir, kendi oğluna şöyle
demiştir:
"Ey oğulcuğum! Eğer insanlar arasında bir hadise vuku bulursa, Rasûlullah'la birlikte içinde
gizlendiğimizi gördüğün mağaraya gel, içinde dur. Çünkü orada sabah-akşam rızkın sana
gelecektir."
Yunus b. Bükeyr, Muhammed b. İshak'm şöyle dediğini nakleder: Peygamberle birlikte
mağaraya girişlerinden, mağaradan çıkıp yolculuğa başlamalarından, Süraka ile aralarında
geçen şeylerden Ebu Bekir bize bahsetmişti. Bu hususta bir şiir de söylemişti:
«Peygamber dedi ki: Ben korkmuyorum. Beni teskin ediyordu. Biz mağaranın karanlığında
iken dedi ki:
"Hiçbirşeyden korkma. Çünkü üçüncümüz Allah'tır. Bana destek olacağına teminat
vermiştir.»
Ebu Nuaym, bu kasideyi Ziyad kanalıyla Muhammed b. İshak'tan rivayet edip uzun uzadıya
zikretmiştir. Beraberinde başka bir kasidesinden de bahsetmiştir. Hakikati en iyi bilen yüce
Allah'tır.
îbn Lehia, Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Ensârla bey'at
yaptığı hac mevsiminden sonra zilhiccenin kalan kısmı ile muharrem ve safer aylarını
Mekke'de geçirdi. Sonra Kureyş
müşrikleri, Rasûlullah'ı öldürmek üzere bir araya gelip suikast planı yaptılar. Onu
öldürmeye veya hapsetmeye ya da sürgün etmeye karar verdiler. Bu kararlarını yüce Allah,
peygamberine bildirdi. Bu hususta da şu ayeti inzal buyurdu:
«İnkar edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen
kuruyorlardı.» (ei-Enfâl, 30.)
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), yatağında yatmasını Hz. Ali'ye emretti. Kendisi de Ebu
Bekir'le birlikte Mekke'den çıkıp gitti. Sabah olduğunda müşrikler her tarafa adamlar
göndererek onları aramaya başladılar.
Musa b. Ukbe de "Meğazî" adlı eserinde böyle anlatır. Peygam-ber'in Ebu Bekir'le birlikte
geceleyin Sevr mağarasına gittiklerini de
söyler.
Buharı, Hz. Peygamberin zevcesi, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
«Aklım ereli beri ebeveynim dine bağlı idiler. Üzerimizden bir gün geçmezdi ki Rasûlullah
(s.a.v.), sabah akşam bize uğramasın. Müslümanlar, mihnete düştükleri zaman Ebu Bekir,
Habeşistan'a hicret etti. Yolda iken Berki'l-Gimad mevkiine vardığında el-Kare kabilesinin
efendisi İbnu'd-Dağine kendisine rastlamıştı. İbnu'd-Dağine, onu Mekke'ye geri getirip
himayesine almıştı. Nihayet günün birinde Ebu Bekir, Allah'ın himayesine razı olup Îbnu'd-
Dağine'nin himayesini reddetmişti. O zaman Peygamber (s.a.v.) Mekke'de idi.
Müslümanlara şöyle dedi: "Hicret diyarınız iki taşlık arasında, hurmalık bir yer olarak bana
gösterildi."
Bazı kimseler Medine'ye doğru hicrete başladılar. Daha önce Habeşistan tarafina hicret
etmiş olan bir takım sahabeler de geri dönüp Medine'ye hicret ettiler. Ebu Bekir, Medine'ye
hicret etmek için hazırlıklara başladı. Peygamber (s.a.v.), ona şöyle dedi:
- Yavaş ol. Ümid ederim ki,, hicret için bana da izin verilir. Ebu Bekir de şöyle dedi:
- Anam babam sana feda olsun. Sen bu iznin verileceğini ümid edi-yormusun?
- Evet.
Ebu Bekir, Hz. Peygamberle hicret arkadaşlığı yapmak için sabırla bekledi. Hicreti erteledi.
Yanındaki iki deveyi de semur ağacının yap-raklarıyla besledi. Dört ay böylece bekledi.
Bazılarının anlattığına göre altı ay beklemiş ve develeri beslemişti.»
İbn Şihab, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Bir gün öğleyin Ebu Bekir'in evinde
oturmakta idik. Adamın birisi, Ebu Bekir'e:
- İşte Rasûlullah, daha Önce alışık olmadığı bir saatte başına bir sargı sarmış olarak geliyor!
dedi. Ebu Bekir de:
- Anam babam ona feda olsun, Allah'a yemin ederim ki önemli bir iş olmadıkça bu saatte
gelmek onun âdeti değildi, dedi.
Hz. Aişe, sözüne şöyle devam eder:
- Rasûlullah (s.a.v.), kapıya geldi. İçeri girmek için izin istedi. Kendisine buyur, denildi.
Bunun üzerine içeri girdi. Ardı sıra onunla Ebu Bekir arasında şöyle bir konuşma geçti:
- Yanında kim varsa dışarı çıkar!
- Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah, onlar senin ailen sayılırlar. Yabancı yoktur.
- Ey Ebu Bekir! Mekke'den Medine'ye hicret etmeme izin verildi.
- Ya Rasûlallah, anam babam sana kurban olsun, arkadaşlık var mı?
- Evet. Sende beraberimde olacaksın.
- Babam sana kurban ya Rasûlallah, şu iki deveden birini beğen de al, deyince Rasûlullah:
- Ancak bedeliyle satın alabilirim, dedi. Hz. Aişe sözünü şöyle sürdürüyor:
Biz, Rasûlullah ile Ebu Bekir'in yol tedarikini yaptık. îkisi için bir dağarcık içine bir miktar
azık düzenleyip koyduk. Ağzı bağlanacağı sıra Ebu Bekir'in kızı kardeşim Esma, kemerinin
bir parçasını kesip onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bu sebeple Esma'ya «Zatü'n-Nitakayn»
iki kemerli, denildi. Sonra Rasûlullah ile Ebu Bekir, Sevr mağarasına gittiler. Orada üç gece
kaldılar. Her gece yanlarında Ebu Bekir'in oğlu Abdullah da kalırdı. Abdullah maharetli,
kavrayışlı, genç bir delikanlı idi. Seher vakti Rasûlullah ile Ebu Bekir'in yanından çıkıp
Mekke'ye gelir, orada gecelemiş gibi Kureyşlilerle birlikte sabahlardı. Abdullah, Rasûlullah
ile Ebu Bekir hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu şeyleri aklında tutar,
karanlık bastırınca gelip Rasûlullah ile babasına anlatırdı. Ebu Bekir'in kölesi Amir b.
Füheyre (o civarda) bol sütlü, sağmal koyun otlatır ve akşamdan bir müddet geçince
Rasûlullah ile Ebu Bekir'e getirirdi. Onlar da sağıp taze süt içerek gecelerdi. O süt, kendi
sağmallarının sütü idi ve içine kızgın taş konularak ısıtılmış idi. Nihayet gecenin sonunda
Amir b. Füheyre, mağaranın önüne gelir, sağmal koyuna seslenir, alıp otlatmaya götürürdü.
Rasûlullah ile Ebu Bekir'in mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Amir, süt işini
böylece halletmişti.
Rasûlullah ile Ebu Bekir Mekke'de iken, Abd İbn Adiy İbn Dil kabilesinden kılavuzlukta
usta bir kişi olan Abdullah b. Uraykit adındaki bir adamı kiralamışlardı. Bu adam, As b. Vail
es-Sehmî oğulları hakkında müttefik olarak yemin edip elini kana batırmıştı. Hala Kureyş
kafirlerinin dini üzerine idi. Fakat doğruluğuna, güvenirliğine itimad ederek Rasûlullah ile
Ebu Bekir develerini ona teslim etmişler ve üç gece sonra develeriyle birlikte Sevr dağında
buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Bu kılavuz kişi, Rasûlullah ile Ebu Bekir'in develeriyle
birlikte üçüncü gecenin sabahında Sevr mağarasına geldi. Rasûlullah ve Ebu Bekir ile beraber
Amir b. Füheyre ve kılavuz Abdullah İbn Uraykit de yola çıktılar. Kılavuz, yolcular için
sahil yolunu izleyerek Medine'ye doğru hareket ettiler.
Müdlic oğullarından Süraka İbn Cu'şunı der ki: "Rasûlullah'm hicret yolu Müdliç oğulları
sınırından geçtiği sırada Kureyş müşriklerinin etrafa saldıkları adamları bize geldiler.
Anlaşıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir'den her birini öldüren veya esir eden
kimse için müşrikler ayrı ayrı ödüller koymuşlardı. O günlerde ben, kavmim olan Müdlic
oğullarının toplantılarından birinde oturuyordum. O sırada Kureyş adamlarından birisi
çıkageldi ve biz otururken o ayakta dikilip şöyle dedi:
- Ey Süraka! Ben, hemen önüm sıra sahile doğru yollanan bir kaç yolcu karaltısı gördüm.
Öyle samyorum ki bunlar, Muhammed'le arkadaşlarıdır!
Derhal anladım ki, o adamın sözünü ettiği yolcular, Muhammed ile arkadaşlarıdır. Fakat
meseleyi ondan gizli tutmak için ona şöyle karşılık verdim:
- Gördüğün karaltılar, Muhammed'le arkadaşları değildir. Sen, falan ve falanca kişileri
görmüş olmaksın! Şimdi onlar, bizim gözlerimizin önünden geçip gitmişlerdi.
Sonra harekete geçişimi meclistekiler anlamasınlar, diye bir müddet daha mecliste
bekledim. Sonra kalkıp evime gittim ve cariyeme, atımı alıp çıkmasını, yüksek tepenin
arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım
ve kargımın parıltısı dikkatleri çekmesin diye, alt taraûnı yerde sürüklemiş, üst tarafını da
aşağıya doğru tutmuştum. Atıma bindim ve beni hedefime ulaştırması için hayvanı dört nala
kaldırarak sürdüm. En sonunda Rasûlullah ile arkadaşlarına yetişip yaklaştım. Bu sırada
atım sürçtü. Yere kapaklandı. Ben de yere düştüm. Fakat hemen toparlanıp kalktım ve elimi
fal okları kabına uzattım. Fal oklarını çıkarıp -Muhammed'le arkadaşlarına zarar
verirmiyim, yoksa vermezmiyim? diye- fal açtım. Fal sonucunda hoşlanmadığım (yani
onlara zarar veremiyeceğim) şeklinde bir sonuç çıktı. Bunun üzerine ben, yine atıma
bindim, falın ters çıkmasına rağmen atımı yine dört nala kaldırdım ve beni Rasûlullah ile
arkadaşına yaklaştırmasına çalıştım ve yaklaştım da. Öyie ki, Rasûlullah (s.a.v.)'m
okuyuşunu işittim. Rasûlullah, dönüp arkasına bile bakmıyordu. Ebu Bekir ise çok
bakmıyordu. Rasûlullah'm okuyuşunu işittiğim sırada, atımın iki ön ayağı yere, kum içine
battı. Hatta bu batış dizlerine kadar erişti. Ben de attan düştüm. Sonra ben, hayvanı
kalkmaya zorladım. O da kalkmaya çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını kumdan çıkaramadı.
Hayvan hayli zorlukla homurdanarak kalkıp durunca, hemen iki ayağının gömülen izinden
göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklanyla
tekrar fal açtım. Yine hoşlanmadığım sonuç çıktı. Sonra ben, Muhammedle arkadaşına:
"İmdad!" diye haykırdım. Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek yanlarına vardım.
RasûluUah ve arkadaşını taarruzumdan koruyan bunca harikalarla karşılaştığım o anda
gönlümde kesin bir inanç meydana geldi. Rasûlullah'm durumu yakında kuvvetlenecek,
peygamberlik davasıda güçlenecektir. Bu kesin inanç üzerine Rasûlul-lah'a şöyle dedim:
- Kavmin olan Kureyşliler, senin öldürülmen veya esir edilmen için ödüller koydular!
Kureyşlilerin ona ve arkadaşına karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer
anlattım. Kendilerine yol azığı ve levazımı vermeyi teklif ettim. Fakat benden birşey
almadılar. Hiç birşeyde almak istemediler. Yalnız RasûluUah ile Ebu Bekir bana:
- Ey Süraka, bizim yolculuğumuzu gizle! dediler. Bunun üzerine ben, Rasûlullah'tan benim
için bir emanname yazmasını istedim. Rasûlullah'da Amir b. Füheyre'ye emretti. Amir de
deri parçasına yazıp verdi ve sonra RasûluUah yoluna devam edip gitti.
Muhammed b. İshak, Süraka'mn bu macerayı anlattığını rivayet eder. Ancak bu rivayete
göre Süraka, takip işi için kendi evinden çıkmadan önce fal açtığım ve hoşlanmadığı bir
sonuçla karşılaştığım ifade etmiştir. Atının dört kez tökezlediğini, her tökezlemeden sonra
fal açtığını, hoşlanmadığı yani Rasûlullah'a zarar veremeyeceğini belirten bir sonuçla
karşılaştığını, nihayet Rasûlullah'tan eman dilediğini, kendisi için bir emanname yazması
için ondan dilekte bulunduğunu anlatmış ve şöyle demiştir: "Rasûlullah, benim için kemik ,
deri yahud bir bez parçası üzerine bir emanname yazdı. Aradan zaman geçti. Fetih esnasında
Taif dönüşünde Cirane mevkiinde bu emannameyi kendisine gösterdiğimde bana şöyle dedi:
"Bugün, söz üzerinde durma, iyilik yapma günüdür. Getir bakalım emannameni." Ben
de.yanına yaklaştım ve Müslüman oldum."
Süraka, hicret yolundaki Rasûlullah'la arkadaşlarının yanından döndükten sonra yolda onları
aramakta olan herkesi geri çeviriyor ve: "Bu taraflarda onları bulamazsınız." diyordu. Ama
Rasûlullah'm Medine'ye ulaştığı haberi ortaya çıktıktan sonra Süraka, başından geçenleri,
Rasûlullah'ta gördüğü fevkaladelikleri, atının tökezlemesini insanlara açıkça anlatmaya
başladı. Kureyş reisleri, onun kendilerine zarar vermesinden ve birçok insanın da bu sebeple
İslâm'a girmelerinden korktular. Çünkü Süraka, Müdliç oğullarının emîr ve reisi idi. Cehil,
Müdliç oğullarına şu şiiri yazıp göndermişti:
"Ey Müdliç oğulları! Beyinsiziniz Süraka'mn, Muhammed'e yardım için insanları
saptırmasından korkuyorum. Dikkat edin, topluluğunuzu dağıtmasın. Güç ve hakimiyetten
sonra sizi darmadağın etmesin."
Süraka b. Malik de, bu şiirine karşı Ebu Cehil'e şu cevabî şiiri gönderdi:
"Ey Ebu Cehil, Allah'a yemin ederim M, ayakları kuma gömüldüğü zaman atımın durumunu
görseydin şaşardın.
.Muhammed'in rasûl ve burhan olduğunda şüphen kalmazdı. Ona karşı kim direnebilir?
Sen, kavmini ondan uzak tutmaya bak. Çünkü günün birinde onun işaretlerinin açığa
çıkacağını sanıyorum.
O öyle bir duruma gelecek ki, ona yardım etmek isteyeceksin. Onlar ve bütün insanlar, ona
tamamen teslim olacaklar."
el-Ümevî de bu şiiri "Meğazi" adlı eserinde İbn İshak'tan naklet-miştir. Ebu Nuaym de
Ziyad yolu ile İbn îshak'tan rivayet etmiş ve Ebu Cehil'in şiirine, beliğ bir küfrü içeren
beyitler eklemiştir.
Buharı, Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), hicret yolunda
iken Şam'dan gelmekte olan ve Müslümanlara ait bir ticaret kervanıyla karşılaştı.
Kervandaki adamlardan biri de Zübeyr idi. Zübeyr, Rasûlullah ile Ebu Bekir'e beyaz
elbiseler giydirdi.
Medine'de Müslümanlar, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Mekke'den yola çıktığını işitmişlerdi. Onu
karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı bastırmcaya
kadar teşrifini beklerlerdi. Yine bir gün Müslümanlar, bekleyişleri uzadıktan sonra evlerine
dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahudilerden bir kişi, kendisine ait bir işini görmek
üzere Yahudi kulelerinden bir kulenin üzerine çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken
Rasûlullah ile arkadaşlarını, beyazlar giyinmiş oldukları halde sıcaktan meydana gelen serap
ve sis manzaralarını yararak geldiklerim gördü. Artık Yahudi, bu muhteşem kafilenin
teşrifini gizlemeye muktedir olamıyarak en yüksek sesiyle:
"Ey Arap topluluğu! İşte beklediğiniz o devletli misafiriniz geliyor." diye haykırdı. Bu sesi
işiten bütün Müslümanlar, silahlarına sarılarak evlerinden çıkıp Rasûlullah'ı karşılamaya
koştular. Harre denilen kara taşlık yolunda Rasûlullah'a kavuştular. Tekbir sedalarıyla arz-ı
tazim gören Rasûlullah, maiyeti ve karşılayıcıları ile birlikte Medine'nin sağ tarafına doğru
yönelerek yol aldı. Nihayet maiyetiyle beraber Amr b. Avf ailesinin yurduna indi ve onların
konuğu oldu. Oraya rebiyülevvel ayının pazartesi gününde ulaşmıştı.
Karşılayıcılara karşı kabul merasimini Ebu Bekir yapmış, onlarla görüşmüş, Rasûlullah ise
sessizce bir tarafa oturmuştu. Hattta Ensâr'dan Rasûlullah'ı daha evvel görmeyerek Küba'ya
hoşgeldine gelenler, Ebu Bekir'i daha evvelce tanıdıklarından ötürü ilk önce ona selam
veriyor, onu tebrik ediyorlardı. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.)'a güneş isabet edip de hemen Ebu
Bekir varıp kendi abasıyla Rasûlullah'm üzerine gölgelik yapınca o zaman kendisini herkes
tanıdı. Rasûlullah (s.a.v.), Amr b. Avf oğullan arasında on küsur gece misafir kaldı. Bu
müddet zarfında takva üzerine kurulan mescidini tesis etti ve içinde namaz kıldı. Sonra
Rasûlullah (s.a.v.) devesine bindi. İnsanlarla birlikte yola çıkıp Medine'ye yöneldi. Nihayet
Medine'ye varıldığında deve, Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'deki mescidinin yerine çöktü.
Burasını Müslümanlar o sırada namazgah edinmişlerdi. Daha önce de Sa'd b. Zü-rare'nin
kefaletinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki yetim çocuğa ait olup hurma kurutacak harman
yeri idi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın devesi, bu arsaya gelip çökünce Rasûlullah:
"înşaallah burası bizim menzilimiz ve makamımızdır." dedi. Daha sonra bu iki genci çağırıp
burasını mescid yapmak üzere rayiç bedeliyle onlardan satın almak istedi. Bu gençler de:
"Ey Allah'ın, elçisi, burayı sana bağışlarız." dediler. Fakat Rasûlullah, çocuklardan bağış
suretiyle almak istemedi. Sonunda muayyen bir bedel karşılığında satın aldı. Sonra Mescid-i
Saadet'i oraya inşa etti. Mescidin inşası sırasında Rasûlullah (s.a.v.), ashabıyla bera-bar
mescid duvarlarına kerpiç taşımaya başladı. Taşırken şu beyitleri okudu:
«Ey Rabbimiz! yüklenip taşıdığımız şu balçıktan dizilmiş ham kerpiç yükü, Hayber'in
ürünlerinden daha hayırlı ve daha temizdir.
Şüphesiz ki hayır ve menfaat, ahiretin ecir ve sevabıdır. Allahım! Sen Ensâr'a ve
Muhacirlere merhamet eyle.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Ebu Bekir, babam Azib'den on üç dirhem karşılığında bir at eğeri satın aldı ve babama:
- Bera'ya söyle, eğeri bizim evimize kadar götürsün, dedi. Babam ona:
- Sen ve Rasûlullah hicret ederken başınızdan geçenleri bana anlatmadıkça göndermem,
dedi.
Bunun üzerine Ebu Bekir, hicret olayım anlatmaya başlayarak şöyle dedi:
- Biz geceleyin yola çıktık. O gün ile o geceyi hızlı bir yürüyüşle yolda geçirdik. Öğle vakti
oldu. Güneş tepemize yükseldi. O zaman herhangi
bir yerde bir gölge bulamaz mıyız? diye göz gezdirdim. Gözüm bir kayalığa ilişti. İnip
baktım. Kayalığın az bir gölgesi kalmıştı. Rasûlullah (s a.v.)'a gölgelik yeri temizledim ve
kürkümü serip:
- Ya Rasûlallah, biraz uzan, dedim. O da uzandı, sonra bizi takip edenlerden herhangi birini
görür müyüm, diye çıkıp etrafa baktım. O sırada bir koyun çobanı gördüm,, ona:
- Delikanlı, sen kimin yanında çalışıyorsun? diye sordum. Tanıdığım bir adamın adını
vererek:
- Falanca'mn yanında çalışıyorum, dedi.
Ona:
- Süründe sütlü koyunlar var mıdır? diye sordum.
- Vardır, dedi.
- Bize biraz süt sağar mısın? dedim.
- Sağarım, dedi ve bir koyunun boynundan tutup getirdi.
Ona:
- Ellerini ve koyunun memesini tozdan temizleyip sil, dedim. Bende, ağzı mendille bağlı bir
matara vardı. Çoban mataraya biraz
süt sağdıktan sonra onu bardağa boşalttım. Süt biraz soğuyunca o sırada uyanmış olan Hz.
Peygamber'e götürüp verdim. Sütü alıp içtikten sonra kendisine:
- Artık gitmeyelim mi? diye sordum. Bunun üzerine tekrar yola çıktık.
Bizi arayanlar arkamızda bizi takip ediyorlardı. Fakat kimse bize yetişemedi. Ancak Süraka
b. Malik, bir atın sırtında bize yetişmek üzere idi. Hz. Peygamber'e:
Ya Rasûlallah! Bu adam bizi yakalayacak, dedim.
Bana:
- Korkma, Allah bizimle beraberdir, dedi. Süraka da gittikçe bize yaklaşıyordu. Nihayet
aramızdaki mesafe bir yada iki mızrak boyu kadar kalınca Rasûlullah (s.a.v.)1 a:
- Bu adam bizi yakaladı, dedim ve ağladım. Peygamber (s.a.v.):
- Niçin ağlıyorsun? dedi.
-Ya Rasûlallah! Allah'a yemin ederim ki kendim için değil, senin için ağlıyorum, dedim.
Bunun üzerine:
- Allah'ım, bize yardım et ve bizi onun şerrinden koru, diye dua etti. Bu duayı yapar
yapmaz, Süraka'nın atı -yer çamurmuş gibi- karnına kadar yere gömüldü. Süraka, atının
sırtından yere düştü. Oysa ki yer kupkuru idi. Hz. Peygamber'e:
- Biliyorum, bunu sen yaptın. Bari, Allah'a dua et de beni bu durumdan kurtarsın. Allah'a
yemin ederim ki, ben senin izini kaybettirmeye çalışacağım ve arkamda olanlara:
- Geri dönün, Muhammed bu yoldan gitmemiştir, diyeceğim. Bu da benim okluğumdur.
Ondan bir ok çek, falanca yerde benim deve ve koyunlarım vardır. Yolun oradan geçiyor.
Oku çobanlarıma göster. Sana ne kadar koyun ve deve lazımsa al götür, dedi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber:
- Senin malına ihtiyacım yok, dedi ve ona dua etti.
Süraka da kurtulup arkadaşlarının yanına geri döndü. Biz de Medine'ye varıncaya kadar
yolumuza devam ettik. Medine'ye vardığımızda halk, Allah elçisini karşılamaya çıkmıştı.
Damlar ve üzerleri, insanlarla dolu idi. Köleler ile çocuklar koşuşup tekbir getiriyor ve:
- Allah'ın peygamberi geldi. Muhammed (s.a.v.) geldi, diyorlar, Hz. Peygamber'i misafir
etmek için birbirleriyle çekişiyorlardı.
Peygamber (s.a.v.) de, gönüllerini almak için o gece dedesi Abdülmutta-lib'in dayıları olan
Neccar oğulları kabilesinde misafir oldu. Ancak ertesi gün, Allah'ın kendisine emrettiği yere
indi.
Bera dedi ki: «Muhacirlerden bize ilk olarak Beni Abdüd-Dar'm kardeşi Mus'ab b. Ümeyr
gelmişti. Ondan sonra Beni Fihr kabilesinden âmâ (kör) İbn Ümmü Mektum gelmişti. Daha
sonra yirmi kadar süvariyle birlikte Hattab oğlu Ömer gelmişti. "Rasûlullah ne yaptı?" diye
sorduğumuzda o: «Rasûlullah arkamızdadır.» diye cevap verdi. Ben, mufassal sûrelerden
birini okuyup bitirdikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'le birlikte geldi."
Ibn îshak dedi M: Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'le birlikte mağarada üç gece kaldı.
Kureyşliler, onları bulup getirene yüz deve ödül vadet-tiler. Üç gece geçtikten ve insanlar da
artık onları takipten vazgeçtikten sonra kılavuzluk için Ebu Bekir'in kiraladığı adam, kendi
devesi ve Ebu Bekir'in iki devesiyle birlikte mağaraya geldi. Ebu Bekir'in kızı Esma da
yemen sofrasım onlara getirmişti. Ancak sofranın ağzını bağlayacak bir ip getirmeyi
unutmuştu. Yola çıktıklarında sofrayı bağlamak için ip bulamayınca Esma, kemerini kesip
sofrayı onunla bağladı. Bu sebeple ona iki kemerli anlamına gelen "Zatü'n-Nitakayn" adı
verildi.
İbn İshak dedi ki: Ebu Bekir, o iki deveyi Rasûlullah'ın yanma getirdiğinde en iyisini ona
takdim etti ve sonra:
- Anam babam sana feda olsun, bin ya Rasûlallah, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
- Bana ait olmayan bir deveye binmem, dedi. Ebu Bekir:
- Bu sana ait olsun ya Rasûlallah, anam babam sana feda olsun, deyince. Rasûlullah:
- Hayır, ama sen bunu kaça satın aldın? diye sordu. Ebu Bekir de:
-Şukadara satın aldım, dedi.
Rasûlullah da:
- Ben de deveyi şu kadar bedelle senden satın aldım, dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir:
- Deve senindir ya Rasûlallah, dedi.
Vakidî'nin rivayetine göre, o iki deveyi 800 dirheme satın almıştır.
İbn İshak dedi ki: İkisi deveye binip yola çıktılar. Ebu Bekir, yolda kendilerine hizmet
etmesi için, azadlısı Amir b. Füheyre'yi de terkisine bindirdi.
Konuyla ilgili olarak Ebu Bekir'in kızı Esma şöyle demiştir:
"Rasûlullah ve Ebu Bekir yolculuğa çıktıktan bir süre sonra Kureyş'ten birkaç kişi bize
geldi. Aralarında Ebu Cehil b. Hişam'da bulunuyordu. Kapının önünde durdular:
- Ey Ebu Bekir'in kızı, baban nerededir?
- Vallahi, babamın nerede olduğunu bilmiyorum.
Bunun üzerine Ebu Cehil yanağıma bir tokat attı. Ondan dolayı küpem düştü.Sonra ayrılıp
gittiler. Biz üç gece bekleyip kaldık. Rasûlullah'ın nerede olduğunu bilmiyorduk. Nihayet
Mekke'nin aşağı taraflarından cinnî bir adam bize geldi. Araplar gibi bir şiirin beyitlerini
okuyordu. Halk onun peşine düştü. Sesini dinliyorlardı. Ama onu göre-miyorlardı. Nihayet
Mekke'nin üst tarafında şöyle diyerek ortaya çıktı:
"İnsanların Rabbi, hayırlı mükafatıyla Ümmü Mabed'in iki çadırına yerleşen iki arkadaşı
mükafatlandırdı.
Onlar yere indiler, sonra dinlendiler ve Muhammed'in arkadaşı olan kişi kurtuluşa erdi.
Ka'b oğullarının genç kadınının yeri ve mü'minler için bir dinlenme yeri, bir gözetleme yeri
olarak mübarek olsun."
Onun sözünü dinlediğimiz zaman, Rasûlullah'm hangi tarafta olduğunu, Medine'ye doğru
gittiğini anladık. Onlar dört kişi idiler. Rasûlullah, Ebu Bekir, azadlısı Amir b. Füheyre ve
kılavuzları Abdullah b. Uraykit."
Meşhur kavle göre kılavuzun adı, Abdullah b. Uraykit ed-Dilî'dir. O zamanlar henüz müşrik
bir kimse idi.
îbn îshak dedi M: Kılavuzları Abdullah b. Uraykit, onlarla yola çıkınca kendilerini
Mekke'nin aşağılarından götürüp sonra sahil tarafına geçtiler. Bilahare Usfan mevkiinin
aşağısında yoldan ayrıldılar. Daha sonra da onları Emeç'in altından götürdü. Nihayet
Kudeyd'i geçtikten sonra yol ayrıldı. Sonra ordan gitmeye devam etti. Harrar'a kadar gittiler.
Sonra Seniyyetü'l-Mürre'ye geldiler. Oradan Likfİn'e ulaştıklarında kendisi, onları Likfin
geyik yatağına götürdü. Sonra onları Nicac'm geyik yatağında vadiye indirdi. Sonra onları
Nicac yamacına götürdü. Sonra onları Zü'1-Uzveyn'den olan yamaçlardan vadiye indirdi.
Sonra Zîkesir vadisine götürdü. Oradan da Cedecid yanını daha sonra Ecred yanı yoluyla
Ti'hin geyik yatağının düşmanlarının vadisinden olan Zü-seleme götürdü. Sonra Ababidin
yanma gittiler. Oradan Kahe'ye geçtiler. Kahe'den de Arc'a indiler. Yanlarındaki bir kısım
yükleri, onları geciktirmişti. Bunun üzerine kendisine Evs b. Hücr denilen Eslemli bir adam,
Medine'ye kadar Rasûlullah'ı İbn Rida' adındaki erkek devesine bindirdi. Onunla birlikte
kendisine Mesud b. Hüneyde denilen bir hizmetçisini gönderdi. Sonra kılavuzları onları
Arç'dan çıkartıp Rekû-be'nin sağ yanından Seniyetü'1-Aire götürdü. İbn Hişam'm ifadesine
göre oraya Seniyetü'1-Gair de denir. Nihayet onları Rim vadisine indirdi. Sonra onları
Küba'ya, Beni Amir b. Avf m yurduna ulaştırdı. O sırada rebiyüllevvel ayından on iki gece
geçmişti. Bu bir pazartesi günü idi. Gündüz vakti hayli ilerlediği bir sırada güneşin tam
tepeye gelmeye yaklaştığı bir anda idi.
Ebu Nuaym da Vakidî kanalıyla bu menzillere dair hemen hemen aynı ifadeleri kullanmıştır.
Ancak bazı değişik menzil adları söylemiştir ki doğrusunu Allah bilir.
Ebu Nuaym, Malik b. Evs el-Eslemî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) ile
Ebu Bekir hicret ettiklerinde Cuhfe'deki bir devemizin yanından geçmişlerdi. Rasûlullah:
- Bu deve kimindir? diye sormuş. Oradakiler de:
- Eslemli bir adamındır, demişlerdi. Bunun üzerine Ebu Bekir'e dönüp şöyle demişti:
- înşaallah salim oldun (kurtuldun). Daha sonra adama:
- Adın nedir senin? Oda:
- Mesud'dur, diye cevap verdi. Yine Ebu Bekir'e dönüp şöyle dedi: înşaallah Mesud oldun.
Ravi diyor ki: "Babam yanıma geldi. Onu Îbnü'r-Rida denen bir deveye bindirdi."
Ben derim ki: Daha önce belirtildiği gibi ibn Abbas'a ait olan bir rivayete göre
Rasûlullah(s.a.v-), pazartesi günü Mekke'den çıkmış, pazartesi günü de Medine'ye girmiştir.
Öyle anlaşılıyor ki, Mekke'den çıkışı ile Medine'ye girişi arasında onbeş günlük bir zaman
geçmiştir. Çünkü Sevr mağarasında üç gün ikamet etmiş, sonra sahil yolundan Medine'ye
gitmişti ki, bu da yolların en uzağı idi. Yolda iken Ümmü Mabed binti Ka'b b. Beni Ka'b b.
Huza'a adındaki bir kadına uğramıştı. Kadın, Huza'a kabilesindendi. Adı Atike binti Halef b.
Mabed b. Rebia b. As-rem'dir. İbn Hişam böyle der. el-Ümeviye gelince o der ki: Ümmü
Ma-bed'in adı Atike binti Tebî'dir. Beni Munkız b. Rebia b. Asrem b. Sanbis b. Haram b.
Hayse b. Ka'b b. Amr kabilesinin müttefîklerindendir. Bu
kadının; Mabed, Nadre, Hüneyde adında üç oğlu vardır. Kocasının adı Ebu Mabed'tir. Asıl
adı ise, Eksem b. Abdüluzza b. Mabed b. Rebia b. Asrem b. Sanbis'tir. Birbirini teyid eden
rivayetlere göre Ümmü Mabed'in meşhur bir .kıssası vardır.
Evet, Ümmü Mabed el-Hüzaiyye'nin meşhur kıssası şudur: Yunus, İbn İshak'm şöyle
dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.), Ümmü Mabed'in çadırına uğradı. Ümmü
Mabed'in adı Atike binti Halef b. Mabed b. Rebia b. Asrem'dir. Ondan, kendilerine yiyecek
vermesini istediler. O da:
- Allah'a yemin ederim ki yanımızda ne yemek, ne de verilecek birşey var. Sadece kısır
koyunlarımız vardır, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.)'da kısır koyunlarından birini getirmesini istedi. Kadın koyunu getirince
Rasûlullah, memesine el sürüp Allah'a dua etti. Büyük kaba sağmaya başladı. Öyle ki kab
dolup köpürmeye başladı. Sonra Rasûlullah:
- İç bakalım ey Ümmü Mabed, dedi. Ümmü Mabed'de:
- Sen iç. İçme hususunda sen, benden daha çok hak sahibisin, dedi. Ancak Rasûlullah bu
emrini tekrarlayınca Ümmü Mabed sütü içti.
Sonra Rasûlullah, başka bir kısır koyun getirmesini istedi. O da getirdi. Aynı şekilde onu da
dua edip sağdıktan sonra bu defa kendisi, o sütten içti. Daha sonra bir başka kısır koyun
getirmesini istedi. Getirince onu da sağıp sütünü yol kılavuzuna içirdi. En sonunda başka bir
kısır koyun daha getirmesini istedi. Ümmü Mabed, getirince onu da sağdı. Sütünü Amir b.
Füheyre'ye içirdi. Daha sonra yollarına devam ettiler.
Kureyşliler, Rasûlullah (s.a.v.)'ı aramakta iken Ümmü Mabedin yanına vardılar ve ona:
- Şu, şu evsafta Muhammed adında birini gördün mü? diye sordular ve Rasûlullah'm
Özelliklerini ona bildirdiler. Ümmü Mabed de:
- Ne dediğinizi anlamıyorum. Sadece kısır koyunları sağan bir genç bize geldi, dedi.
Kureyşliler:
- Aradığımız adam işte odur, dediler.
Hafız Ebu Bekir el-Bezzar, Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu
Bekir hicret etmek üzere Mekke'den çıkıp Sevr mağarasına girdiler. Mağarada bir delik
gördüler. Ebu Bekir, o deliği sabaha dek topuğuyla kapatıp durdu. Rasûlullah'a zarar verecek
birşeyin oradan çıkmasından korktuğu için böyle yapmıştı. Mağarada üç gece kaldılar.
Sonra oradan çıkıp yolculuğa devam ettiler. Yolculuk esnasında Ümmü Mabed'in çadırına
vardılar. Ümmü Mabed, Rasûlullah'a haber salıp şöyle bir mesaj iletti: «Ben güzel yüzlü
kimseler görmekteyim. Aslında kabilem, size ikramda bulunma hususunda benden daha
kuvvetlidirler."
Onun yanında akşamladıklarında Ümmü Mabed, küçük oğlu ile onlara bir bıçak ve koyun
gönderdi. Rasûlullah (s.a.v.) çocuğa: "Bıçağı geri götür. Bize büyük bir kap getir." dedi.
Ümmü Mabed de şu haberi gönderdi: «Bizde süt ve kuzu yok.» Ancak Rasûlullah: "Bize
kab getir." diye emrini tekrarladı. Ümmü Mabed de bir kap getirdi. Rasûlullah (s.a.v.),
koyunun sırtına vurdu. Koyun geviş getirip süt vermeye başladı. Rasûlullah da sütü sağdı.
Kabı doldurdu. Kendisi içti, Ebu Bekir'e de içirdi. Sonra yine sağdı. Kabtaki sütü, bu defa
Ümmü Mabed'e gönderdi."
Haûz el-Beyhakî, Ebu Bekir es-Sıddık'm şöyle dediğini rivayet eder:
"Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Mekke'den çıktım. Arap kabilelerinden birine vardık.
Rasûlullah (s.a.v.), uzaktaki bir eve bakıp oraya yöneldi. Evin yanma vardığımızda orada
sadece bir kadın vardı. Kadın şöyle dedi:
- Ey Allah'ın kulu, ben yalnız bir kadınım, beraberimde kimse yoktur. Eğer konukluk
istiyorsanız, kabilenin büyüğüne gidin.
Rasûlullah, ona cevap vermedi. Vakit akşamdı. Nihayet kadının oğlu, gütmekte olduğu bir
kaç keçiyle birlikte geldi. Kadın, ona şöyle dedi:
- Ey oğulcuğum, şu keçiyi ve bıçağı alıp şu İM adama götür ve onlara de ki: "Annem, şu
keçiyi kesip yemenizi ve bize de yedirmenizi söylüyor." Çocuk, yanına gelince Rasûlullah
ona:
- Bıçağı götür, bana bir kab getir, dedi.
Çocuk da keçinin kısır olduğunu, sütünün bulunmadığını söyleyip gitti ve bir kab getirdi.
Rasûlullah (s.a.v.), keçinin memesine el sürdü. Sonra sağmaya başladı. Kabı doldurdu.
Sonra çocuğa: "Al bunu, annene götür." dedi. Ümmü Mabed, kana kana o sütü içti.
Rasûlullah, çocuğa:
- Bunu götür, başka bir keçi getir, dedi. Çocuk gidip başka bir keçi getirdi. Rasûlullah onu
da sağdı, sütünü bana (Ebu Bekir'e) içirdi. Başka bir keçi getirdiler. Onu da sağdı. Bu defa
sütünü kendisi içti. İki gece orada kaldık. Sonra yoİumuza devam ettik. Ümmü Mabed,
Rasûlullah'a mübarek diyordu. Zamanla koyunları çoğalmış, bir çoban bulmak için
Medine'ye gelmişlerdi. Önlerinden geçtiğimde oğlu, beni görüp tanıdı. Annesine şöyle dedi:
- Anne bu, mübarekle beraber olan adamdır. Annesi kalkıp yanıma geldi ve şöyle dedi.
- Ey Allah'ın kulu, seninle beraber olan o adam kimdi?
- Onun, kim olduğunu bilmiyor musun?
- Hayır.
- O, Allah'ın peygamberidir.
- Öyleyse beni ona götür.
Onu alıp Rasûlullah'a götürdüm. Rasûlullah da ona yemek yedirdi ve ikramda bulundu. Ona
birşeyler de verdi."
İbn Abdan, rivayetinde şu ilavelerde bulunmuştur: "Ümmü Mabed, Ebu Bekir'e:
- Beni Rasûlullah'a götür, dedi. Ebu Bekir de onu Rasûlullah'a götürdü. O, Rasûlullah'a
çökelek ve biraz da bedevilere ait eşyalar hediye etti. Rasûlullah, ona bir elbise giydirip
çeşitli hediyeler verdi. Ümmü Mabed de Müslüman oldu."
Beyhakî, Ebu Mabed el-Hüzaî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), hicret
ettiği gece Mekke'den Medine'ye doğru Ebu Bekir, Amir b. Füheyre ve kılavuzları Abdullah
b. Uraykit el-Leysî ile birlikte yola çıktı. Ummü Mabed el-Hüzaiye'nin çadırına uğradılar.
Ümmü Mabed, güçlü, kuvvetli bir kadın olup çadırın avlusunda oturuyor, sonra su ve yemek
veriyordu. Ondan satılık et ya da süt istediler. Fakat yanında o anda birşey bulamadılar.
Ümmü Mabed dedi ki:
- Eğer yanımızda birşey bulunsaydı, istemenize gerek kalmazdı. O sene halk, kıtlık ve
kuraklık içindeydi. Rasûlullah, çadırın açığından bir koyuna baktı ve şöyle dedi:
- Ey Ümmü Mabed, nedir bu koyun?
- Zayıflığı,'onu sürüden geri koydu.
- Onda süt var mıdır?
- O süt veremiyecek kadar güçsüzdür.
- Onu sağmama izin verir misin?
- Eğer sütü varsa, sağ bakalım.
Rasûlullah (s.a.v.), koyunu istedi. Memesine el sürüp Allah'ın adım zikretti ve dua etti.
Koyun da ona karşı ayaklarını açıp arayı genişletti. Geviş getirdi ve süt vermeye başladı.
Kabın içi süt doldu. Sonra içmesi için sütü kadına verdi. Kadın kana kana içti, sonra
arkadaşlarına verdi. Onlar da kana kana içtiler. En sonunda kendisi içti. Sonra onlar, kablanna
süt doldurdular. Rasûlullah, ikinci kez sağdı. Yine kab doldu. Sonra sütü, kadının yanına
bıraktı. Bunun üzerine kadın, islâm üzere Rasûlullah'la be/atleşti. Kafile onun yanından
ayrılıp yollarına gitti. Çok geçmeden kadının kocası Ebu Mabed geldi. Zayıf bir takım
koyunlarını güdüyordu. Ebu Mabed, sütü görünce şaştı ve şöyle dedi:
- Ey Ümmü Mabed, bu süt sana nereden geldi? Halbuki bu koyun zayıf ve güçsüzdür, evde
de süt yoktu.
- Hayır, vallahi bize mübarek bir adam uğradı. Şu, şu vasıfta idi.
- Anlat, ey Ümmü Mabed. Allah'a yemin ederim ki, Kureyşlilerin aradıkları adamın o
olacağını sanıyorum.
- Parlak yüzlü, güzel huylu, yakışıklı bir yüze sahip bir adam gördüm. Ne göbekli idi, ne de
başı küçüktü. Düzenli ve ölçülü idi. İri gözlü, uzun kirpikli idi. Sesi kısık, gözleri şehla olup
hilal kaşlı idi. Boynu uzun, sakalı sık idi. Sustuğunda vakarlı, konuştuğunda da heybetli ve
yüce idi. Konuşması tatlı, açık seçik olup saçmalamazdı. Sözleri ipe dizilen boncuklar gibi
idi. İnsanların en yakışıklısı ve en güzeli idi. Uzaktan öyle görünürdü. Yakından da hüsnü
cemal sahibi olduğu müşahede edilirdi. Orta boylu idi. Uzaktan bakanlar onu çirkin
görmezler, yakından bakan gözler de onu nahoş halde görmezlerdi. İki dal arasındaki bir dal
gibiydi. Üç kişi arasında bulunduğunda, onların en parlak yüzlüsü idi. Endamı en güzel
olandı. Etrafını çevreleyen arkadaşları vardı. Konuştuğunda sözünü dinlerlerdi. Emir
verdiğinde emrini derhal yerine getirirlerdi. Etrafına toplanır ve ona yardımcı olurlardı. Asık
suratlı ve yalancı değildi, dedi.
Ümmü Mabed'in kocası da şöyle dedi:
- Vallahi bu, Kureyşlilerin aradıkları adamdır. Eğer ona rastlasaydım, onunla arkadaş olmak
isterdim. Ona ulaşabilecek bir yol bulursam, ulaşmak için gayret sarfederim.
Ravi diyor ki: Mekke'de göklerle yer arasında bir ses duyuldu. Ama sesin sahibi
görünmüyordu. Sesin sahibi şöyle diyordu:
"İnsanların Rabbi, hayırlı mükafatıyla, Ümmü Mabed'in iki çadırına yerleşen iki arkadaşı
mükafatlandırdı.
Onlar yere indiler, sonra dinlendiler, Muhammed'in arkadaşı olan kimse kurtuluşa erdi, ey
Kusay ailesi!
Allah, mükafatsız işleri ve efendiliği, sizden uzaklaştırmasın. " Bacınız Ümmü Mabed'e,
koyununu ve süt kabını sorun.
Koyuna sorsanız, o bile size tanıklık eder.
Rasûlullah, ondan kısır bir koyun getirmesini istedi.
Koyunun memeleri, açıktan açığa ona köpüklü süt verdi.
Sonra yoluna koyulup gitti, koyunu orada sağıcısına bıraktı.
Koyun da her gidiş gelişinde ona süt veriyordu."
İnsanlar, Mekke'de sabahladılar. Ama Peygamberleri aralarından çıkıp gitmişti. Araştırmaya
başladılar. Ümmü Mabed'in çadırına geldiler. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaştılar.
Hassan b. Sabit de o görünmez kişinin şiirine karşı şu cevabî şiiri söyledi:
"Peygamberleri aralarından çıkıp giden kavim kayba uğradı.
Geceleyin gidip sabahleyin yanlarına vardığı kavim de sevindi.
Akılsız bir kavmin yanından ayrılıp gitti.
Bir kavme yepyeni bir nurla konuk oldu.
Körlüklerinden Ötürü beyinsizlik yapan kavmin sapıkları ile hidayet kaynağından doğru
yolu bulan doğru kimseler bir olur mu hiç?
İnsanların görmediklerim gören bir peygamber ki, hazır bulunduğu her yerde Allah'ın
kitabını okur.
Günün birinde gayba dair bir söz söylese, bugün ya da yarın kuşluk vakti (gibi) sözü
doğrulanacaktır.
Ona arkadaşlık etmek için gayret sarfeden Ebu Bekir'in mutluluğu kutlu olsun, Allah'ın
mutluluk verdiği kimse mutlu olur.
Ka'b oğullarının genç kadınının yeri ve mü'minler için bir dinlenme yeri, bir gözetleme yeri
olarak mübarek olsun."
Abdülmelik b. Vehb der ki: Bana ulaşan habere göre Ümmü Mabed'in kocası Ebu Mabed,
Müslüman olmuş, hicret edip Peygamber (s.a.v.)'in yanma gitmiştir.
Hafız Ebu Nuaym da, Abdülmelik b. Vehb el-Mezhicî kanalıyla böyle bir rivayette
bulunarak hemen hemen aynı şeyleri söylemiş, rivayetinin sonuna da şunu eklemiştir.
Abdütmelik dedi ki: Bana ulaşan habere göre Ümmü Mabed, hicret edip Müslüman olmuş,
Rasûlullah 'in yanına gitmiştir.
Sonra yine Ebu Nuaym, ashabtan Hubeyş b. Halidın şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah
(s.a.v.), Ebu Bekir, Amir b. Füheyre ve yol rehberleri Abdullah b. Uraykit el-Leysî ile
birlikte hicret için Mekke'den çıktıktan sonra Ümmü Mabed'in çadırına uğramıştı. Ümmü
Mabed, güçlü, Kuvvetli bir kadın olup evinin avlusunda durup halka su ve yemek verirdi.
Ebu Nuaym, Sulayt el-Bedrî'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir, Amir b. Füheyre ve yol rehberleri İbn Uraykit İle birlikte
hicret için Mekke'den çıktıktan sonra yolda Ümmü Mabed el-Huzaî'nin çadırına uğramıştı.
Ümmü Mabed, onu tanımıyordu. Rasûlullah, ona şöyle demişti:
- Ey Ümmü Mabed, yanında süt var mıdır?
- Hayır, vallahi koyunlarımız kısırdır.
- Ya gördüğüm şu koyun nedir?
- Takatsizliğinden ötürü sürüden geri kalmıştır, dedikten sonra daha önce geçenleri aynen
nakleder.
Beyhakî, bu kıssaların tamamının aynı kıssa olması ihtimalini ifade ettikten sonra Ümmü
Mabed el-Huzaiye'nin kıssasına benzer başka bir kıssa anlatarak şöyle der: Ebu Abdullah el-
Haüz, Kays b. Numan'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.) ile Ebu Bekir
gizlice Mekke'den çıktıklarında koyun gütmekte olan bir köleye uğradılar. Or dan süt
istediler. Ama o şöyle dedi:
- Yanımda sağılacak koyun yok. Ancak şurada bir oğlak var. Kışın başında hamile kalmıştı.
Bir düşük yapmıştı. Sütü de kalmamıştır.
- Rasûlullah:
- Onu buraya getir, dedi.
Köle, oğlağı oraya getirdi. Rasûlullah, onu bağladı. Sonra memesine el sürüp dua etti.
Bunun üzerine memesine süt indi. Ebu Bekir, bir kalkan getirip sütü onun içine sağdı.
Sağılan sütü içti. Yine sağdı. Bu defa çoban içti. Üçüncü kez yine sağdı. Bu defa Rasûlullah
içti. Çoban dedi ki:
- Allah aşkına söyle, sen kimsin? Allah'a yemin ederim ki, senin gibisini asla görmedim.
Rasûlullah:
- Beni'gördüğünü saklar mısın ki, sana kim olduğumu anlatayım? Köle:
- Evet, dedi.
- Ben, Allah Rasûlü Muhammed'im! Köle:
- Kureyşlilerin dinden çıktığını iddia ettikleri adam sen misin?
- Onlar böyle söylüyor, dedi.
- Şahadet ederim ki sen peygambersin. Ve yine şahadet ederim ki senin getirdiğin şey haktır.
Çünkü senin yaptığını, ancak bir peygamber yapabilir. Ve ben, sana uydum, dedi.
- Sen bugün bunu yapamazsın. Ne zaman benim güçlenip ortaya çıktığımı duyarsan
yanımıza gel." dedi."
Ebu Nuaym, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder: "Ben yetişkin bir gençtim.
Mekke'de Ukbe b. Ebi Muayt'ın koyun sürüsünü güdüyordum. Müşriklerden kaçmış olan
Rasûlullah ile Ebu Bekir, yanıma gelip şöyle dediler:
- Ey çocuk, bize içirecek sütün var mı?
- Ben emanetçi bir kimseyim. Başkasının sütünü size içiremem, dedim.
- Üzerine koç otlamamış (kısır) koyunun var mı?
- Evet, var.
Böyle dedikten sonra koyunu yanlarına getirdim. Ebu Bekir, koyunu tuttu. Rasûlullah da
memesine el sürüp dua etti. Memesi süt doldu. Ebu Bekir, çukurumsu bir taş getirdi. Sütü
oraya sağdı. Sonra Rasûlullah ile Ebu Bekir, o sütü içtiler. Bana da içirdiler. İçtikten sonra
memeye: "Geri çekil." dedi. Meme de geri çekilip büzüldü.
Daha sonra Rasûlullah'm yanına geldim ve:
- Bana şu güzel sözden (Kur'ân'dan) biraz, öğret, dedim. Rasûlullah (s.a.v.):
- Sen, eğitilmiş ve Öğretilmiş bir çocuksun, dedi. Ben, onun mübarek ağzından yetmiş sûre
dinleyip öğrendim ki, bu hususta hiç kimse benimle tartışamaz."
Bu rivayette geçen «müşriklerden kaçmışlardı.» cümlesinden kasıt, hicret vaktindeki kaçış
değildir. Bu, hicretten önceki bazı hallerde vuku bulan kaçışlardan biri idi. Ibn Mesud, ilk
zamanlarda Müslüman olup Habeşistan'a hicret edenlerdendir. Bilahare Mekke'ye
dönmüştür. Bu kıssası, sahih hadis kitaplarında sabit olup aslı bulunan bir kıssadır.
Doğrusunu Allah bilir.
İmam Ahmed b. Hanbel, Abadilin azadlısı Faid'in şöyle dediğini rivayet eder: "İbrahim b.
Abdurrahman b. Sa'd'le birlikte yola çıktık. Areç mevkiine vardığımızda İbn Sa'd ki, Rekube
yolunu Rasûlullah'a gösteren kılavuzdur. İbrahim, İbn Sa'd'e sordu:
- Baban sana neler anlattı?
- Babam bana dedi ki; "Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir kendilerine gelmişler, Ebu Bekir'in
bizim yanımızda süt emmekte olan bir kız çocuğu vardı. Rasûlullah, kısa yoldan Medine'ye
ulaşmak istemişti. Babam Sa'd, ona şöyle demişti:
- Şurası Rekube'ye yakın Gamir köyüdür. Burada, Eşlem kabilesinden iki hırsız vardır.
Kendilerine (hakir bir kişi anlamına gelen) "Me-hanan" denmektedir. İstersen onları kılavuz
ediniriz.
Rasûlullah:
- Onları bize kılavuz edin, dedi. Babam Sa'd dedi ki:
- Yola çıktık. Gamir köyüne vardık. İki hırsızdan birinin, diğerine: "Bu, Yemanî'dir."
dediğini işittik. Rasûlullah, onları çağırdı. Onlara İslâmiyet'i arzetti. Onlar da Müslüman
oldular. Sonra adlarını sordu. Onlar, adlarının (hakir iki kişi anlamına gelen) "Mehanân"
olduğunu söylediler. Bunun üzerine Rasûlullah, onlara (şerefli bir kişi anlamına gelen): "Siz
Mükreman'sınız." dedi. Kendilerine Medine'ye gelmelerini emretti. Biz yola devam ettik.
Küba'nın ilk evlerine ulaştık, orada onu Beni Amr b. Avf kabilesi karşıladı. Rasûlullah
(s.a.v.), Ebu Ümame Es'ad b. Zürare'yî sordu. Sa'd b. Haysem'e: "O, benden önce vuruldu ya
Rasûlallah, onu sana anlatayım mı?" dedi.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.), yoluna devam etti. Hurmalığa geldi. Pınar başının insanlarla dolu
olduğunu gördü. Ebu Bekir'e, dönüp şöyle dedi:
"Ey Ebu Bekir, menzil burasıdır. Müdliç oğullarının havuzları gibi havuzlara indiğimi
görüyorum." [3]
Peygamber (S.A.V.)'İn Medînerye Gîrîşi Ve Evi
Daha önce de belirtildiği gibi Buharî'nin, ez-Zührî vasıtasıyla Ur-ve'den yaptığı rivayete
göre Peygamber (s.a.v.), öğle vakti Medine'ye girmişti.
Ben de derim ki: Belki de zeval vaktinden sonra girmiştir. Çünkü Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde sabit olan bir hadise göre hicretle ilgili olarak Ebu Bekir şöyle demiştir:
"Geceleyin Medine'ye vardık. Hz. Peygamber'i konuk etme hususunda halk birbirleriyle
çekişti. Hz. Peygamber, onlara şöyle dedi:
"Abdülmutttalib'in dayıları olan Neccar oğullarına konuk olacağım. Böylece onlara ikramda
bulunacağım."
Öyle sanıyorum ki Hz. Peygamber, Küba'ya geldiği gün öğle sıcağında Medine yakınlarına
varmış, orada hurmalığın ağaçlarından birinin altında dinlenmiş, sonra Müslümanlarla
birlikte geceleyin gelip Küba'ya konaklamıştır. Yukarıda geçen zeval sonrası sözü ile gece
kastedilmiştir. Muhtemelen o, Küba'dan hareket ettikten sonra akşamleyin Neccar oğulları
yurduna ulaşmıştır. Nitekim bu husus, ileride de açıklanacaktır. Doğrusunu Allah bilir.
Buharî'nin Urve'den yaptığı rivayete göre Hz. Peygamber, Küba'da Beni Amr b. Avf
yurduna konuk olmuş, orada onlar arasında on küsur gece ikamet etmiş, ikameti esnasında
da Küba mescidini tesis etmiştir. Daha sonra insanlarla birlikte yola çıkıp Medine'ye gelmiş,
hayvana, bugünkü Mescid-i Nebevi yerine çökmüştü. Orası, Sehl ve Süheyl adındaki iki
öksüz çocuğa ait hurma kurutma ve harman etme yeri idi. Arsayı onlardan satın alıp mescid
edindi. Arsa, Neccar oğulları kabilesinin bulunduğu yerde idi.
Muhammed b. İshak, Abdurrahman b. Üveym b. Saide'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Kabilemden olup Rasûlullah'm sahabeleri arasında yer alan bazı adamlar bana dediler ki:
"Rasûlullah'ın Mekke'den çıkışını duyduğumuz ve gelişini bekleyip gözettiğimiz zaman,
sabah namazını kılınca şehrimizin dışına Rasûlullah'ı gözetlemek üzere çıkıyorduk. Allah'a
yemin ederim ki, güneş gölgeleri bastırıncaya kadar bekliyorduk. Bir gölge bulamadığımız
zaman ise evlerimize gidiyorduk. Bu hararetli
günlerde idi. Nihayet Rasûlullah'm geldiği gün, yine eskiden beklediğimiz gibi bekliyorduk.
Gölge kalmadığı zaman evlerimize girdik. Rasûlullah ise, evlerimize girdiğimiz zamanda
geldi. Onu ilk gören, Yahudilerden bir adamdı. Bizim, Rasûlullah'm gelmesini beklediğimizi
görmüştü. Sesinin en yüksek tonu ile bağırdı:
- Ey Kayle oğulları! işte dedeniz geldi.
Bunun üzerine Rasûlullah'ı karşılamaya çıktık. O, bir hurma ağa-cmm gölgesinde idi.
Yanında Ebu Bekir vardı. Yaşça akran idiler. Çoğumuz Rasûlullah'ı daha önce görmemiştik.
İnsanlar, onun etrafım kuşattılar. Ebu Bekir'den ayırd edip tanıyamıyorlardı. Nihayet gölge
Rasûlullah'ın üzerinden çekilince, Ebu Bekir kalkıp abasıyla onu gölgelendirdi. İşte o anda
biz Rasûlullah'ı tanıdık."
İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet
eder:
"Çocuklar arasında oynuyordum.
- Muhammed geldi, diyorlardı. Oynuyor, kimseyi goremiyordum.
Sonra yine:
- Muhammed geldi, diyorlardı. Yine koşuyor, kimseyi goremiyordum.
Nihayet kendisi ile arkadaşı Ebu Bekir geldiler. Biz, Medine'nin yıkık evleri içinde
gizlendik. Sonra Medine'nin halkına geldiklerini haber vermek için birisini gönderdiler. 500
kişi civarında kalabalık bir halk kitlesi karşılamaya çıkıp büyük saygı ve sevgi gösterisi
içinde onları alıp Medine'ye getirdiler. Hz. Peygamber ile arkadaşı, büyük kalabalık içinde
Medine'ye girerlerken, bütün Medine halkı evlerden çıktılar. Öyleki onu görmek için
yetişkin kızlar damlara çıkmış birbirlerine:
- Hangisidir, hangisidir? diye soruyorlardı.
O günkü manzara gibi ihtişamlı bir manzara görmedik."
Enes (r.a.) diyor ki:
"Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'ye geldiği günü de, vefat ettiği günü de gördüm. Bu iki gün
gibi gün görmedim."
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde hicret hadisi ile ilgili olarak Ebu Bekir'in şöyle dediği
rivayet edilmiştir:
"insanlar, bizim Medine'ye gelişimiz esnasında yollara ve evlerin üzerlerine çıktılar.
Çocuklarla köleler tekbir getirerek:
"Rasûlullah geldi, Muhammed geldi, Muhammed geldi, Rasûlullah geldi" diyorlardı.
Sabah olunca yola devam etti ve emrolunduğu yere gitti."
Beyhakî, îbn Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiği
zaman kadınlarla çocuklar şu beyitleri okuyarak sevinçlerini izhar ediyorlardı:
"Dolunay Seniyyetu'1-Veda tarafından üzerimize doğdu.
Allah'a davet eden davetçi bulundukça, bize şükretmek gerekir."
Muhammed b. îshak dedi ki: Küba'ya Külsüm b. Hedm'in yanma konuk olduğu zaman
Rasûlullah (s.a.v.), Beni Amr b. Avf m yanma vardı. O, Beni Ubeyd kabilesindendir. Sa'd b.
Hayseme'ye konuk olduğunu söyleyenler de vardır. Külsüm b. Hedm'in yanma misafir
olduğunu söyleyenler derler ki:
"Rasûlullah (s.a.v.), Külsüm b. Hedm'in evinden çıktığında halkla rahatça görüşebilmek için
Sa'd b. Hayseme'nin evine gidip oturdu. Çünkü o, bekar bir kimse idi. Evinde kimseler
yoktu. Orası, Rasûlullah'm Muhacirlerden olan ashabından bekarların evi haline gelmişti.
Bundan dolayı Sa'd b. Hayseme'nin yanma misafir olduğu söylenir. Sa'd b. Hayseme'nin
evine bekarlar evi denirdi.
Ebu Bekir es-Sıddık hazretleri de, Hubeyb b. İsafın yanma konuk oldu. Bu zat, Beni Haris
b. Hazreç kabilesindendir. Sünh'de bulunuyordu. Ebu Bekir'in, Beni Haris b. Hazreç'in
kardeşi Harice b. Zeyd b. Ebi Züheyr'e konuk olduğunu söyleyenler de vardır.
Ali b. Ebu Talip Mekke'de üç gün üç gece kaldı. Rasûlullah (s.a.v. )'m yerine, onun
yanındaki emanetleri sahiplerine verdi. Bu işleri bitirdiği zaman yola çıkıp Rasûlullah'a
kavuştu. Onunla birlikte Külsüm b. Hedm'in yanına konuk oldu. Hz. Ali'nin, Kuba'daki
ikameti sadece bir veya iki gece idi. O şöyle diyordu:
"Küba'da, kocası olmayan Müslüman bir kadın vardı. Gece ortasında adamın birinin, o
kadının evine gelip kapışım çaldığım, kadının ona doğru çıktığını, o kişinin de yanında olan
birşeyi kadına verdiğini, onun da bu şeyleri aldığım gördüm. Adamın durumundan
şüphelenerek kadına dedim ki:
- Ey Allah'ın cariyesi! Her gece senin kapım çalan bu adam kimdir ki, sen ona çıkıyor ve o
da sana birşeyler veriyor, onun ne olduğunu bilmiyorum. Halbuki sen Müslüman bir
kadınsın. Kocan da yoktur.
Kadın dedi ki:
- Bu, Sehl b. Hüneyf tir. Benim kimsesiz bir kadın olduğumu öğrenmiş. Akşam olduğu
zaman kavminin putlarının yanma gider, onları kırar, sonra onları bana getirir ve:
- İşte bunu odun edip yak, der.
Sehl b. Hüneyf, Hz. Ali'nin yanında Irak'ta vefat ettiği zaman o, onun bu durumunu ve
yaptığı işleri insanlara anlatmıştı."
İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Küba'da Beni Amr b. Avf yurdunda pazartesi, salı,
çarşamba ve perşembe günleri kaldı ve mescidini tesis etti. Sonra Allah onu, cuma günü
onların arasından çıkarttı. Beni Amr b. Avf kabilesinin ifadesine göre Rasûlullah, aralarında
bundan daha uzun bir zaman kalmıştır.
Abdullah b. İdris, Muhammed b. İshak'm şöyle dediğim rivayet eder: Beni Amr b. Avf m
ifadesine göre Rasûlullah, aralarında onsekiz gece kalmıştır.
Ben de derim ki: Büharî'nin, Urve'den yaptığı rivayete göre Rasûlullah, aralarında on küsur
gece ikamet etmiştir.
Musa b. Ukbe, Mücma' b. Yezid b. Harise'nin şöyle dediğini nakleder: Rasûlullah (s.a.v.)
Küba'da, bizim yanımızda yani Beni Amr b. Avf kabilesi arasında yirmi iki gece kalmıştır.
Vakidî dedi ki: Rasûlullah, onların arasında ondört gece kaldı.
İbn İshak dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.), Beni Salim b. Avf kabilesi içinde iken cuma günü
oldu. Ranuna vadisinde ilk cuma namazını kıldı. Medine'de kıldığı ilk cuma namazı budur.
Sonra Utban b. Malik ve Abbas b. Ubade b. Nadle, Beni Salim b. Avf kabilesinden bir kaç
kişiyle birlikte yanma gelip dediler ki:
-Ey Allah'ın Rasûlü, sayımızın çokluğundan, hazırlık bakımından güç ve himaye açısından
dolayı yanımızda kal.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Devemin yolunu açın. Çünkü o, emrolunmuştur.
Onlar da devenin yolunu açtılar. Deve gitti. Nihayet Beni Beyaza'nm evinin hizasına gelince
Ziyad b. Lebid ve Ferve b. Amr, Beni Beyaza'dan bir takım kişilerle onu karşıladılar ve
dediler ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bize gel, sayımız, hazırlığımız ve kuvvetimiz tamamdır.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Devemin yolunu açın. Çünkü o, emrolunmuştur.
Onlar da devenin yolunu açtılar. Deve gitti, nihayet Beni Saide'nin evine uğradığı zaman
Sa'd b. Ubade ve Münzir b. Amr, Beni Saide'den bir takım kişilerle onun önüne çıkıp şöyle
dediler:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bize gel, bizde sayı, bizde hazırlık, bizde güç vardır.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Devenin yolunu açın. Çünkü o, emrolunmuştur.
Onlar da onun yolunu açtılar ve deve gitti. Nihayet Beni Harise b. Hazreç'in evinin hizasına
geldiğinde, Sa'd b. Rebi, Harice b. Zeyd b. Abdullah b. Revaha, Beni Haris b. Hazreç'ten bir
kaç erkek ile ortaya çıkıp şöyle dediler:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bize gel. Sayımız, hazırlığımız, emniyet ve gücümüze gel.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Devemin yolunu açın. Çünkü o, emrolunmuştur.
Onlar da devenin yolunu açtılar. Deve gitti. Nihayet Beni Adiy b. Neccar'ın evinin önünden
geçerken -ki onlar onun yakın dayılarıydılar. Abdülmuttalib'in annesi Selma binti Amr
onlardandı- Salit b. Kays ve Ebu Salit b. Useyre b. Ebi Harice, Beni Adiy b. Neccar
kabilesinden birkaç kişiyle birlikte karşısına çıkıp şöyle dediler:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Dayılarına gel. Sayımıza, hazırlığımıza, koruyucu gücümüze gel.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Devenin yolunu açın. Çünkü o, emrolunnıuştur.
Onlar da devenin yolunu açtılar ve deve gitti. Nihayet Beni Malik b. Neccar'in evinin önüne
geldiğinde Rasûlullah'm mescidinin kapısı önünde çöktü. O zaman orası Malik b. Neccar
oğullarından olan iki öksüz çocuğa ait bir hurma kurutma yeri idi. Bu çocuklar, Muaz b.
Afra'nın velayetinde idiler."
Ben derim ki: Buharî'nin, ez-Zührî kanalıyla Urve'den yaptığı rivayette de geçtiği gibi bu iki
öksüz çocuk, Es'ad b. Zürare'nin velayetinde idiler. Doğrusunu Allah bilir.
Musa b. Ukbe'nin anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), yoldan geçmekte iken Abdullah b.
Übey b. Selül un evinin kapısına geldi. O esnada Abdullah evde idi. Rasûlullah, kendisini
eve davet etmesini bekledi. O zaman o, Hazreçlüerin lideri idi. Abdullah, ona şöyle dedi:
- Seni davet edenlere bak. Git, onlara misafir ol.
Rasûlullah (s.a.v.), onun böyle deyişini Ensâr'dan bir kaç kişiye anlatınca Sa'd b. Ubade,
özür dileyerek şöyle karşılık verdi.:
- Ey Allah'ın Rasûlü, Rabbimiz seninle bize lütufta bulundu. Sen gelmeden Önce biz,
Abdullah b. Übeyy'in başına taç geçirip kendimize onu hükümdar yapacaktık.
Musa b. Ukbe dedi ki: Rasûlullah'm Beni Amr b. Avf yurdundan hareket etmesinden önce
Ensâr, onun devesinin çevresinde yürümeye başladı. Birbirleriyle çekişip duruyorlardı.
Devenin yularını ellerine geçirmek isteyen herkes, Rasûlullah'a saygı ve tazimde bulunmak
için onu konuk edinmek istiyordu. Ensâr'dan her bir şahsın evinin önünden geçerken, onu
evlerine davet ediyorlar. Rasûlullah ise şu cevabı veriyordu:
- Devemin yolunu açın. Çünkü o, emrolunmuştur. Allah'ın, beni konuk edeceği yere konuk
olacağım.
Ebu Eyyüb el-Ensârî'nin evinin önüne geldiğinde deve kapıya çöktü. Rasûlullah da inip Ebu
Eyyüb'ün evine girdi. Oraya yerleşti. Mescidini ve hane-i saadetini inşa edinceye kadar o
evde kaldı.
îbn İshak dedi ki: Deve çöktüğü zaman Rasûlullah onun üzerinde idi. İnmedi ve devenin
üzerinde kaldı. Deve, çok uzak olmayan bir yere yürüdü ve Rasûlullah, onun yularım
bırakmıştı, onu durdurup, menet-miyordu. Sonra deve arka tarafına bir baktı ve ilk defa
çöktüğü yere döndü. Oraya çöktü, yerinde kalıp hareket etmedi. Yorgunluktan kalkamaz
oldu. Boynunun altını ve göğsünü yere koydu. Rasûlullah da üzerinden indi. Ebu Eyyüb
Halid b. Zeyd, onun göç eşyasını yüklenip evine koydu. Rasûlullah, onun yanında idi. O,
hurma kurutma yerinin kime ait olduğunu sordu. Muaz b. Afra, ona dedi ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü, orası Amr'ın iki oğlu Sehl ile Süheyl'e aittir. Onlar, benim velayetim
deki iki öksüzdürler. Yakında arsa için onları razı ederini. Oraya mescid edinebilirsiniz.
Rasûlullah (s.a.v.), bir mescid yapılmasını emretti. Kendisi, Ebu Eyyüb'ün evine yerleşti.
Nihayet mescidinin ve meskenlerinin inşa olunmasına kadar onun yanında kaldı. Rasûlullah
(s.a.v.)'la Muhacir ve Ensâr Müslümanlar da o inşaatlarda çalıştılar. Bununla ilgili açıklama
inşaallah yakında gelecektir.
Beyhakî, "Delail" adlı eserde, Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.),
Medine'ye geldi. Yanımıza geldiğinde kadınıyla, erkeğiyle Ensâr gelip:
- Bize gel ya Rasûlallah, dediler. Rasûlullah:
- Devemin yolunu açın. Çünkü o, emrolunmuştur, dedi. Devesi, Ebu Eyyüb'ün kapısı önüne
gelip çöktü. Neccar oğulları kabilesinin cariyeleri, def çalarak geldiler ve şu şarkıyı
okudular:
"Biz, Neccar oğullarının cariyeleriyiz. Muhammed, ne güzel bir
komşudur!"
Bu şarkıyı okuyan cariyelerin yanana giden Rasûlullah (s.a.v.), onlara şöyle sordu:
- Beni seviyor musunuz?
- Evet, vallahi, ya Rasûlallah!
-Vallahi, ben de sizi seviyorum. Vallahi ben de sizi seviyorum. Vallahi ben de sizi
seviyorum, dedi.
Beyhakî, Enes'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Peygamber (s.a.v.), Neccar oğullarından bir kabileye uğradı. Bir de baktı ki cariyeler def
çalıp şu şarkıyı okuyorlar:
"Biz, Neccar oğullarının cariyeleriyiz. Muhammed, ne güzel komşudur!"
Rasûlullah (s.a.v.), onlara dedi ki: "Allah biliyor ki, kalbim sizi seviyor." Sahih-i Buharı'de
Enes'in şöyle dediği rivayet edilir: «Peygamber (s.a.v.), kadınlarla çocukların -zannedersemdüğünden
geldiklerini görünce dikilip karşılarına-çıkmış ve onlara şöyle demişti: "Allah için
siz, insanlar içinde en çok sevdiğim kimselersiniz." Bu sözü, üç kere tekrarlamıştı.
İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malikin şöyle dediğini rivayet eder:
« Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'i terkisine alarak Medine'ye yönelmisti. Ebu Bekir, yaşlı bir
kimse olup tanınmakta idi. Rasûlullah ise, genç biri olduğundan tanınmıyordu. Adamın biri,
Ebu Bekir'le karşılaştığında ona şöyle sormuştu:
- Ey Ebu Bekir, önündeki şu adam kimdir?
- Bu, bana yol gösteren bir adamdır.
Bilmeyenler, Ebu Bekir'in bu sözü ile Rasûlullah'm yol kılavuzu olduğunu söylemek
istediğini sanıyorlardı. Oysa o, hayır yolunu gösteren bir rehber olduğunu söylemek
istiyordu.
Yolda iken Ebu Bekir dönüp arkasına baktı. Bir süvarinin kendilerini yakalamak üzere
olduğunu gördü ve:
- Ey Allah'ın peygamberi, şu süvari bizi yakalamak üzere, dedi. Rasûlullah arkasına dönüp
baktı ve: "Allah'ım, at sürçsün." dedi.
Bunun üzerine at süvarisini yere attı ve kalkıp kişnemeye başladı. Sonra adam şöyle dedi:
- Ey Allah'ın elçisi, bana dilediğini emret. Rasûlullah, ona şöyle buyurdu:
- Yerinde dur ve kimsenin gelip bize ulaşmasına müsaade etme. Ravi diyor ki: O adam,
sabahleyin Rasûlullah'a saldıran bir kimse
idi. Ama akşamleyin onun koruyucusu oldu.
Ravi diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'nin kara taşlık mevkiinde durdu. Ensâr'a haber
gönderdi. Onlar da gelip kendilerine selam verdiler ve Ebu Bekir'le ona:
- Güven içinde ve itaat görerek bineklerinize binin, dediler. Rasûlullah ile Ebu Bekir de
bineklerine binip yola çıktılar. Ensâr da çevrelerini silahlarla kuşatıp onları koruma altına
aldılar. Medine'de Peygamber Efendimiz'in geliş haberi yayıldı, onu karşılamak üzere
çıktılar ve: «Allah'ın peygamberi geldi.» dediler.
Rasûlullah yürümeye devam etti. Nihayet Ebu Eyyüb'ün evinin yanına geldi. Ev halkı ile
konuşmakta iken Abdullah b. Selam, onun sesini duydu. Abdullah, kendi ailesine ait bir
hurmalıkta çalışmakta idi. İşini çabucak bitirmek için acele etti. Sonra gelip Rasûlullah'm
yanına oturdu. Onun sözlerini dinleyip ailesine döndü.
Rasûlullah: "Yakınlarımızdan hangisinin evi, buraya daha yakındır?" diye sorunca Ebu
Eyyüb, kendi evinin oraya yalan olduğunu söyleyerek evini ve kapısını gösterdi. Rasûlullah
da ona:
- Git, bizim için bir istirahat yeri hazırla, dedi. Ebu Eyyüb gidip istirahat yeri hazırladı ve
gelip:
- Ey Allah'ın Rasûlü, sizin için istirahat yeri hazırladım, Allah'ın bereketiyle kalkıp gelin ve
istirahat edin, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.), istirahat yerine geldiğinde Abdullah b. Selam, yanma gelip şöyle dedi:
"Senin, Allah'ın hak peygamberi olduğuna şahadet ederim. Getirdiğin şeylerin gerçek
olduğuna tanıklık ederim. Yahudiler bilirler ki, ben onların efendisi ve efendilerinin
oğluyum. Onların en bilgilisi ve en bilgin şahsiyetlerinin oğluyum. İstersen onları çağır ve
bunu kendilerine de sor,"
Yahudiler, Rasûlullah'm yanma geldiler. Rasûlullah, onlara şöyle dedi:
"Ey Yahudi topluluğu, yazıklar olsun size. Allah'tan korkun. Kendisinden başka tanrı
bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, siz de benim Allah'ın gerçek rasûlü olduğumu
bilmektesiniz. Ve yine benim getirdiğim şeylerin gerçek olduğunu da bilmektesiniz. Öyleyse
Müslüman
olun!"
Yahudiler, onun böyle demesine karşılık olarak üç kez: "Gerçek olduğunu
bilmiyoruz."dediler.
İbn İshak, Ebu Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet eder: «"Rasûlullah (s.a.v.), benim evime
konuk olduğu zaman alt kata indi. Ben ve Ümmü Eyyüb (eşim) üst katta idik. O'na dedim
ki:
- Ey Allah'ın peygamberi! Babam ve anam sana feda olsun. Senin üstünde bulunmaktan ve
senin de benim altımda bulunmandan hoşlanmıyorum. Bu, benim ağrıma gidiyor. Lütfen,
sen üst kata çık, bizde alt kata inelim.
Buyurdu ki:
- Ey Ebu Eyyüp, bize ve bizim etrafı mızdakilere en uygun olan, evin alt katında
olmamızdır.
Rasûlullah (s.a.v.), evin alt katında kaldı. Biz de onun üst katında idik. İçi su dolu bir
kovamız kırıldı. Bunun üzerine ben ve eşim ümmü Eyyüb, bizim olan bir kadifeyi alıp
onunla suyu silmeye başladık. Ondan başka bir örtümüz de yoktu. Suyun, Rasûlullah'm
üzerine damlamasından ve ona eziyet vermesinden korkmuştuk.
Akşamları onun için yemek yapıyor, ona gönderiyorduk. Fazlasını bize geri verdiği zaman
ben ve eşim ümmü Eyyüp onun elinin değdiği yeri uğurlu sayıyorduk. Ondan bereket ümid
ederek yiyorduk. Bir gece içinde soğan ve sarımsakta bulunan akşam yemeğini
gönderdiğimizde Rasûlullah, onu geri verdi. Onda elinin bir izini göremedim. Ben, ona
korkarak geldim ve dedim ki:
- Ey Allah'ın rasûlü, babam ve anam sana feda olsun. Akşam yemeğini yemeyip geri verdin.
Yemekte senin el izini göremedim. Onu bize geri verdiğin zaman ben ve eşim Ümmü Eyyüp
senin elinin izini uğurlu ve bereketli buluyorduk. Bu bekereti talep ediyorduk.
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
- Ben, yemekte o bitkinin kokusunu buldum. Ben, Allah'a dua eden, münacatta bulunan bir
kişiyim. Ama siz onu yiyebilirsiniz.
Biz de o yemeği yedik. Fakat daha sonra artık o bitkiden yemeğe koymadık." Beyhakî, Ebu
Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.), evimizin alt katına gelip yerleşti.
Biz ise üst kattaydık. Bir süre sonra kendime geldim ve aileme dedim ki:
- Biz, Rasûlullah'm tepesi üzerinde dolaşıyoruz. Bu olacak şey değildir. Evin bir köşesine
çekilip yatın.
Sonra ben, bunu Rasûlullah'a arzettim. Ama o:
- Alt katta kalmak bizim için daha münasiptir, dediyse de ben:
- Senin alt katta bulunduğun bir evin üst katma çıkmam, deyip direttim. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), üst kata çıktı. Ben de alt kata indim.
Ebu Eyyüb, Rasûlullah'a yemek hazırlayıp götürür, Rasûlullah da yemeği yedikten sonra
artan kısmı geri verirken, Ebu Eyyüb onun parmaklarının nereye değdiğini kendisine sorar,
o da onun parmaklarının değdiği yerden yerdi. Bununla bereket talep ederdi. Yine bir gün
yemek yaptı, içine sarımsak kattı. Getirip Rasûlullah'a verdi. Yemek kabmı geri alırken
parmak izlerini sordu. Fakat Rasûlullah, yemekten yemediğini söyleyince korkarak:
- Yemek haram mıydı? diye sordu Rasûlullah:
- Hayır, ama ben ondan hoşlanmadım, dedi. Ebu Eyyüb de:
- Senin hoşlanmadığın yemekten ben de hoşlanmam, dedi. Rasûlullah (s.a.v.), kendisine
melek geldiği için sarımsaklı yemekten yemek istememişti."
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde sabit olan bir hadiste Enes b. Malikin şöyle dediği rivayet
edilir: Rasûlullah (s.a.v.)'a yuvarlak bir tabak -bir rivayete göre tencere- içinde bakla ve
sebze yemeği getirildi. Rasûlullah, ne yemeği olduğunu sorduğunda yemekteki sebzeler ve
katkı maddeleri kendisine anlatıldı. Yemeği görünce yemek istemedi ve: "Sen ye. Çünkü
ben, senin kendisiyle konuşmadığın kimse ile konuşmaktayım." dedi.
Vakidî, Rasûlullah (s.a.v.)'m Ebu Eyyüb'ün evine konuk olduğu esnada Es'ad b. Zürare'nin
Rasûlullah'm devesinin yularım aldığım ve bu yuların onun yanında kaldığım rivayet eder.
Zeyd b. Sabit'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ebu Eyyüb'ün evine konuk olduğunda
Rasûlullah'a sunulan ilk hediye, benim ona getirdiğim bir çanak yemekti. Çanakta, süt ve
yağa doğranmış ekmek vardı. Ona:
- Bu çanağı annem gönderdi, dedim. O da:
- Allah sana bereket versin, dedi. Ashabını çağırdı. Hep birlikte yediler. Sonra Sa'd b.
Ubade'nin tirid ve et çanağı geldi. Her gece Hz. Ali'nin kapısında üç, dört kişi bulunur,
bunlar ona yemek getirirlerdi. Bu işi, nöbetleşe yaparlardı. Rasûlullah, Ebu Eyyüb'ün evinde
yedi ay
kaldı. Ebu Eyyüb'ün evinde iken azadlısı Zeyd b. Harise ile Ebu Rafı'e 500 dirhem verip iki
deveye bindirerek kızları Fatıma ile Ümmü Gül-süm'ü, eşi Şevde binti Zem'a'yı ve Üsame b.
Zeydî getirmek üzere gönderdi. O sıralarda Rasûlullah'm kızı Rukiye, kocası Osman'la
beraber hicret etmişti. Zeynep de kocası Ebu'l-As b. Rebi'in yanında Mekke'de idi. Zeyd b.
Harise'nin zevcesi Ümmü Eymen beraberlerinde gelmişti. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah,
aralarında mü'minlerin annesi Hz. Aişe olmak üzere Ebu Bekir'in aile efradım da yanma
alarak onlarla birlikte Medine'ye gelmişti. Rasûlullah, o zamana kadar Hz. Aişe ile gerdeğe
girmemişti.
Beyhakî, Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye
geldi. Devesi, Cafer b. Muhammed b. Ali'nin evi ile Hasan b. Zeyd'in evi arasında bir yere
çöktü. İnsanlar, yanına gelip onu evlerine davet ettiler. Ama devesi tekrar kalkıp harekete
geçti. Kendisi de orada bulunanlara:
"Onun yolundan çekilin. Çünkü o, emrolunmuştur." dedi. Sonra oradan kalkıp Mescid-i
Nebevinin minberinin bulunduğu yere geldi. Oraya çöktü. Rasûlullah orada devesinden indi.
Orada bir gölgelik vardı. İnsanlar, orayı gölgelik yapmışlar, orada toplanıyor ve
serinliyorlardı. Rasûlullah, gölgeliğe yönelip geldi, oturdu. Ebu Eyyüb yanma gelip:
- Ey Allah'ın Rasûlü, buraya en yakın ev, benim evimdir. Eşyalarını evime taşıyalım, olmaz
mı? diye sordu. Rasûlullah da, "evet" cevabını verince eşyasını alıp Ebu Eyyüb'ün evine
götürdüler.' Kendisi de oraya gitti. Sonra adamın biri yanına gelip sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü, nereye konacaksın?
- Kişinin yükü nerede ise, kendisi de orada olur.
Rasûlullah (s.a.v.), mescid yapılıncaya kadar o gölgelikte on iki gece kaldı. Bu, Ebu Eyyüb
Haîid b. Zeyd için büyük bir menkıbedir. Çünkü Allah'ın rasûlü, onun evine konuk olmuştu.
Yezid b. Ebi Habib, Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:
Ebu Eyyüb Basra'ya geldiğinde İbn Abbas, orada Hz. Ali'nin tayin ettiği vali olarak görev
yapıyordu. İbn Abbas, evinden çıkıp Ebu Eyyüb'ü karşıladı. Onu alıp tıpkı Rasûlullah'ı
konuk edişi gibi, kendi evinde konuk etti. Evinin içindeki her şeyin mülkiyetini ona verdi.
Ebu Eyyüb, oradan ayrılmak isteyince İbn Abbas, ona 20.000 altın ve kırk köle verdi.
Ebu Eyyüb'den sonra evi, azadlısı Eflah'a intikal etti. Muğire b. Ab-durahman b: Haris
hHişam da 1000 dinar vererek evi Eflab'tan satın aldı. Evin harap olan kısımlarım onarıp
Medineli fakir bir aileye hibe etti.
Rasûlullah'm, Neccar oğullarının yurduna misafir olması ve Allah'ın ikamet yeri olarak
kendisine orayı seçmesi de büyük bir menkıbedir. O zaman Medine'de dokuz kadar mahalle
vardı. Her mahailede müstakil meskenler, hurmalıklar, tarlalar ve insanlar vardı. Birbirine
bitişik o köy ve mahalleler arasında Cenâb-ı Allah, Malik b. Neccar oğullan mahallesini,
Rasûlü için ikamet mahalli olarak seçmişti.
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Şube, Enes b. Malikin şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a,v.), şöyle buyurdu:
"Ensâr evlerinin en hayırlısı, Neccar oğullan yurdudur. Sonra Haris b. Hazreç oğulları
yurdudur. Sonra Saide oğulları yurdudur. Ensâr'm bütün evlerinde hayır vardır."
Sa'd b. Ubade dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.)'m herkesi bize üstün kıldığım gördüm. Denildi ki:
O, sizleri bir çoklarına üstün kılmıştır."
Bu, Buharî'nin lafzıdır.
Buharı, Ebu Hünıeyd'in rivayet ettiği bir hadise şunu ilave eder: Ebu Üseyd, Sa'd b.
Ubade'ye şöyle dedi: "Görmedin mi ki Peygamber (s.a.v.), bütün Ensâr'm hayırlı olduğunu
söyledi ve bizi en sona bıraktı?"
Bunun üzerine Sa'd, Peygamber (s.a.v.)'e gelip şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ensâr'm
evlerinin hayırlı olduğunu söyledin. Bizi en sona bıraktın. Bu ne demektir?"
Peygamber (s.a.v.), cevaben şöyle buyurdu:
"Sizin hayırlılardan olmanız size yetmez mi?"
Medine halkından olan bütün Müslümanlara -ki bunlar Ensâr'dır-dünya ve ahirette, şeref ve
üstünlük verilmiştir. Yüce Allah buyurdu ki:
«İyilik yansında önceliği kazanan Muhacirler ve Ensâr ile onlara güzelce uyanlardan Allah
hoşnud olmuştur. Onlar da Allah'tan hoşnud-durlar. Allah onlara, içinde temelli ve ebedi
kalacaklan, içlerinden ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır- İşte büyük kurtuluş budur.»
(et- Tcvbe,100.)
«Daha Önceden Medine'yi yurd edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler,
kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir
çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onlan kendilerinden
önce tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete
erenlerdir.» (ei-Haşr, 9.)
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Eğer hicret olmasaydı, ben Ensâr'dan biri olurdum. Bütün insanlar bir vadi ve mahalleye
doğru gitseler bile ben, Ensâr'm vadi ve mahallesine doğru giderdim. Doğrusu Ensâr iç
çamaşır, diğer insanlarsa üst kaftan durumundadırlar."
Başka bir münasebetle Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
"Ensâr, benim dostum ve sırdaşım dır."
Rasûlullah (s.a.v.), başka bir vesile ile Ensâr'dan bahsederken şöyle der:
"Onlarla banş içinde olanlarla barışık olurum. Onlarla savaşanlarla da savaşırım."
Buharı, Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini
işittim:
"Ensâr'ı ancak mü'min olan sever, Ensâr'a ancak münafık olan buğ-zeder. Onlan seveni
Allah sever. Onlara buğzedene de Allah buğzeder."
Buharî, Enes b. Malik'in.'şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
"İmanın alameti, Ensâr'ı sevmektir. Münafıklığın alameti ise, Ensâr'a buğzetmektir."
.Ensâr'm faziletine dair ayet ve hadisler gerçekten çoktur.
Ensâr şairlerinden Ebu Kays Sırma b. Enes'in, Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'ye gelişi ve
Medineli Müslümanları^, ona ve ashabına yardım edişi, iyilikte bulunuşu hakkında
söylediği şiir ne güzel bir şiirdir.
İbn îshak der ki: Ebu Kays Sırma b. Enes, Allah'ın kendilerine İslâmiyet'i nasib ederek
ikramda bulunuşu ve Rasûlünü özel olarak kendilerine gönderişini anlatırken şöyle bir şiir
okur:
"Kureyş'in içinde on küsur sene kaldı. Uygun bir dosta kavuşsam, diye düşünüyordu.
Kendini hac mevsimlerine gelenlere arzediyor, kendisini barındıracak ve davet edecek hiç
kimseyi görmüyordu.
Bize geldiği zaman, Allah onun dinini üstün laldı ve Medine'de, razı olarak mesrur, sevinçli
hale geldi.
Bir dost buldu, onunla arkadaşlık kurdu, onun için Allah'tan açıkça bir yardım oldu.
Bize, Nuh'un kavmine dediğini ve Musa'mn, kendisine nida edene icabet ettiği zaman
söylediği şeyleri anlatıyor.
İnsanlardan hiç kimseden korkmaz hale geldi, ne yakından, ne de uzaktan.
Helal malımızdan mallanmızı ve nefislerimizi, savaş esnasında ve yardımlaşma vaktinde
ona verdik.
Biliyoruz ki, Allah'tan başka bir ilah yoktur ve biliyoruz ki Allah, hidayetçilerin en
üstünüdür.
İnsanlara saldırıp, düşmanlık eden kimselere hep birlikte saldınr, düşman oluruz.
Her ne kadar önceden öz dostumuz olmuş olsa da.
Derim ki, seni her bir mescidte çağırdığım zaman mübarekleşi-yorsun, senin ismini
çağıranlar çoğahyorlar.
Derim ki, korkulu bir yerden geçtiğim zaman şefkat ve merhametten sonra bize şefkat ve
merhamet eyle ve düşmanlan üzerimize galip kılma.
Adımlanan geniş bas, çünkü ölümün sebebleri çoktur ve sen nefsini ebedileştiremezsin.
Allah'a yemin ederim ki kişi, Allah onun için bir koruyucu kılmadığı zaman nasıl
korunacağını bilmez.
Rabbine susamış hurma ağacı, suya kanmış ve yerinde kalmış olduğu zaman gam yemez."
[4]
Fasıl
Medine, Peygamber (s.a.v.)'in hicreti sebebiyle şereflendi. Orası Allah'ın dostları ve salih
kulları için bir sığınak, Müslümanlar için müstahkem bir kale, âlemler için bir hidayet yurdu
haline geldi. Medine'nin faziletine dair birçok hadisler vardır. Bunları, yeri geldiğinde inşaallah
nakledeceğiz.
Buharı ve Müslim'in sahihlerindeki Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
"Yılanın kendi deliğine sığındığı gibi, iman da Medine'ye sığınır."
Yine Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
"Bütün kasabaları yiyen (içine alan) bir kasabaya gitmekle emro-lundum. Derler ki, orası
Yesrib yani Medine'dir. Orası, körüğün demirdeki pislikleri giderdiği gibi insanları
arındırır."
Beyhakî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allahım, beni şehirler arasında en çok sevdiğim şehirden çıkardın. Öyleyse beni şehirler
arasında en çok sevdiğim şehre yerleştir." Böyle demesi üzerine Cenâb-ı Allah, Rasûlullah'ı
Medine'ye yerleştirdi.
Bu, garip bir hadistir. Cumhur-u ulemâdan nakledilen meşhur görüşe göre Mekke,
Medine'den daha üstündür. Ancak Medine'de peygamberin cesedini barındıran yer
müstesnadır. Cumhur-u ulemâ, buna dair birçok deliller ileri sürmüşlerdir ki, onlara burada
zikretmek uzun sürer. O delilleri "el-Menasik Mine'l-Ahkam" adlı kitabımızda anlatmışızdır.
Bu konuda en meşhur delil, İmam Ahmed b. Hanbel'in, Abdullah b. Adiy b.
Hamra'dan rivayet ettiği şu hadistir: Abdullah b. Adiy, Hazve-re'de Mekke çarşısında duran
Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini işit-miştir:
"Vallahi sen (ey Mekke), Allah'ın yerlerinin en hayırlısısın. Ve Allah'ın yerleri arasında en
çok sevdiğim sensin. Eğer ben senden çıkanl-masaydım, kendiliğimden çıkıp gitmezdim."
imam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder; Rasûlulîah (s.a.v.),
Hazvere mevkiinde durup şöyle dedi:
"Bildim ki (ey Mekke) sen, Allah'ın yerlerinin en hayırlısısın. Ve Allah'ın en çok sevdiği
yersin. Eğer halkın, beni senden çıkarıp sürgün etmeseydi, ben kendiliğimden çıkıp
gitmezdim." [5]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/258-266.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/266-270.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/271-295.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/296-308.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/308.
 


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...