28 Nisan 2015

VEN-NİHAYE 27 NCI BÖLÜM Hicretin İlk Senesindeki Hadiseler Ahmet İbn Kesîr'in


VEN-NİHAYE 27 NCI BÖLÜM 
Hicretin İlk Senesindeki Hadiseler
Ahmet İbn Kesîr
Ashab, Hz. Ömer'in halifeliği zamanında hicretin onaltı, onyedi veya onsekizinci senesinde,
hicreti, İslâm tarihinin başlangıcı sayma hususunda görüş birliği etmişlerdir. Bu olayın
başlangıcı şöyle olmuştu: Mü'minlerin emiri Hz. Ömer'e, bir adamın başkası aleyhindeki
hücceti (çek) arzedilmişti. Hüccette, vadenin şaban ayında dolduğu yazılı idi. Hz. Ömer:
- Hangi şaban? İçinde bulunduğumuz senenin şabanı mı, geçen senenin şabanı mi, yoksa
gelecek senenin şabanı mı? diye sormuştu.
Daha sonra sahabeleri toplayarak bir tarih koyma hususunda görüşlerine başvurdu. Bu tarih
sayesinde borç ödemelerinin vadesi ve diğer hususlar bilinecekti. Adamın biri:
- Farsların (İranlılar) tarih koyusu gibi bir tarih koyun, dedi. Hz. Ömer, bundan hoşlanmadı.
Çünkü Farslar, peşpeşe gelen hükümdarlarının saltanatlarına göre tarih koyuyorlardı. Bir
sözcü de:
- Rumların tarih koyusu gibi bir tarih koyun, dedi. Rumlar, Makedonyalı İskender b.
Felebisin hükümdarlığı vaktinden başlayan bir zamana göre tarih koyuyorlardı. Hz. Ömer,
bunu da beğenmedi. Diğerleri ise: "Rasûlullah'm doğum tarihinden başlayan bir tarih
koyun." dediler. Başka biri, onun risaletle görevlendiriliş vaktinin tarih başlangıcı
yapılmasını; bir diğeri, hicretin tarih başlangıcı olarak belirlenmesini; bir başka grup da,
vefatının tarih başlangıcı olarak kabul edilmesini ileri sürdü. Hz. Ömer, herkesçe duyulduğu
ve meşhur olduğu için hicretin tarih başı olarak belirlenmesi görüşüne meyletti. Ashab, onun
bu fikri üzerinde ittifak etti. Sahih-i Buharî'de hicri tarihin başlangıcından bahsedilirken
Sehl b. Sa'd'm şöyle dediği rivayet edilir:
«Peygamber'in risaletle görevlendirilmesi vaktinden başlatmadıkları gibi, vefatı tarihinden
de başlatmadılar. Medine'ye gelişi vaktinden itibaren tarihi başlattılar.»
Vakidî dedi ki: İbn Ebu Zinad, babasımn şöyle dediğini bize nakletti: "Hz. Ömer, İslâm
tarihinin ne zamandan itibaren başlatılması hususunda sahabelerle görüş alış verişinde
bulundu. Onlar da hicretin, İslâm tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmesi hususunda görüş
birliği ettiler."
Ebu Davud et-Teyalisî, Muhammed b. Sirîn'in şöyle dediğini rivayet eder: Adamın birisi,
Hz. Ömer'e gidip şöyle dedi:
- Tarih koyun.
- Tarih koymakta ne demek?
- Acemlerin yaptığı bir şeydir. Falan senenin falan ayında... diye yazarlar,
- Güzel birşey.
- Öyleyse siz de tarih koyun, dedi.
Sahabeler, tarihin hangi seneden itibaren başlatılması konusunda değişik görüşler ortaya
koydular. Bir kısmı: "Hz. Peygamberin risaletle görevlendirildiği vakitten itibaren
başlatalım." dediler. Bir kısmı da: "Vefat tarihinden başlata-lim," dediler. Hicret vaktinden
itibaren başlatma hususunda görüş birliğine vardılar. Daha sonra; "Hangi aydan başlatalım?"
diye sordular. Kimi: "Ramazandan itibaren başlatalım." dedi. Kimi: "Muharremden itibaren
başlatalım." dedi. Çünkü muharrem ayında insanlar hac ibadetim tamamlayıp geri dönerler.
O, haram bir aydır. Bunun üzerine sahabeler, muharrem ayından itibaren hicri tarihi
başlatma hususunda ittifak ettiler.
İbn Cerir, şu ayetle ilgili olarak İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
«Fecre andolsun. Zilhicce ayının ilk on gecesine andolsun.» Bu ayette geçen fecr kelimesi
ile muharrem ayı kastedilmiştir. Çünkü senenin fecri, muharrem ayıdır.
Ubeyd b. Umeyr'in şöyle dediği rivayet edilir: «Muharrem, Allah'ın ayıdır. O, sene başıdır.
O ayda, Ka'be'ye Örtü geçirilir. O ay ile insanlar tarih koyarlar. O ayda para basılır.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Amr b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet eder: Kitaplara tarih koyan
ilk kişi, Yemenli Ya'la b. Ümeyye'dir. Rasûlullah (s.a.v.), rebiyülevvel ayında Medine'ye
geldi. İnsanlar o ayı, sene başı olarak belirlediler.
Muhammed b. îshak, Zührî'den rivayet eder ki, Muhammed b. Salih ile Şa*bı şöyle
demişlerdir: "İsmail oğulları, İbrahim'in ateşe atılışım tarih başı olarak belirlediler. Sonra
İbrahim ile İsmail'in, Ka'be'yi inşa edişlerini, tarih başı olarak tesbit ettiler. Sonra Ka'b b.
Lüeyy'in ölümünü tarih başı olarak belirlediler. Sonra fil hadisesini tarih başı olarak kabul
ettiler. Sonra Hattab oğlu Ömer, hicreti tarih başı olarak belirledi. Onun, tarih başlangıcı
olarak hicreti belirlemesi, hicri on yedi veya onsekizinci senede olmuştur." Biz, bu konuyu"
Hz. Ömer'in Sîreti" adlı eserde sened ve yollarıyla detaylı olarak anlatmışızdır. Hamd, Allah'adır.
Kısaca demek istediğimiz şudur ki ashab, hicreti, İslâm tarihinin başlangıcı olarak
belirlemiştir. Bu tarihin yılbaşısı da, meşhur kavle göre muharrem ayıdır. Cumhur-u ulemâ,
bu görüştedir. Süheylî ve diğerlerinin, İmam Malik'ten naklettiklerine göre o şöyle demiştir:
"îslâmî sene başı, rebiyülevvel ayıdır. Çünkü o ayda Rasûlullah, Medine'ye hicret etmiştir."
Süheylî, başka bir yerde de şu ayeti, bu görüşü teyid eden bir delil olarak ileri sürmüştür:
«İlk gününden beri Allah'a karşı gelmekten sakınmak için kurulan mescid....» (et-Tevbc,
108.) Yani Peygamber (s.a.v.)'in, Medine'ye geldiği ilk günden itibaren... Bu, sahabelerinde
hicri senenin başlangıcı olarak ittifak ettikleri gibi İslâmî tarihin ilk başlangıç günüdür.
Şüphesiz ki, İmam Malik'in bu sözleri doğrudur. Ancak teamül, bunun hilafmadır. Çünkü
Arap aylarının ilki muharrem ayıdır. Bu sebeble sahabeler, hicreti İslâm tarihinin başlangıç
senesi olarak, muharrem ayını da hicri sene başı olarak kabul etmişlerdir, ki, sistem ve
düzen bozulmasın. Nitekim bu böyle bilinmektedir. Doğrusunu Allah bilir.
Allah'ın yardımına sığınarak deriz ki: Hicri sene, Rasûlullah Mekke'de mukim iken
başlamıştır. O esnada Ensâr'la ikinci Akabe bey'atmı yapmıştı. Yani eyyam-ı teşrikin
ortalarında zilhicce ayının on ikinci gecesinde bu bey'at gerçekleşmişti. Bu da hicret
senesinden önce vuku bulmuştu. Sonra Ensâr, Medine'ye döndü. Rasûlullah (s.a.v.)'da,
Medine'ye hicret etmeleri için sahabelerine izin verdi. Bunun üzerine sahabelerden akın akın
Medine'ye hicret edenler oldu. Öyleki, Mekke'den çıkabilecek durumda olan hiçbir
Müslüman orada kalmadı. Sadece Rasûlullah (s.a.v.) kalmıştı. Ebu Bekir de,. Rasûlullah'la
yol arkadaşlığı etmek maksadıyla kendim Mekke'de tutmuştu. Daha önceki sayfalarda
anlattığımız gibi ikisi birlikte yola çıktılar. Peygamber'in yanındaki emanetleri sahiplerine
geri vermesi için Ebu Talib oğlu Ali, Peygam-ber'den sonra Mekke'de birkaç gün daha kaldı.
Daha sonra Mekke'den ayrılıp Medine'ye gitti. Yol üzerinde bulunan Küba'da Rasûlullah'a
pazartesi günü öğleye yakın ulaştı. O esnada ortalık iyice ısınmıştı.
Vakidî ve diğerleri dediler ki: Bu olayın vuku bulduğu esnada rebiyülevvel ayından iki gece
geçmişti. îbn İshak'm anlattığına göre henüz Peygamber, miraca çıkmamıştı. Onun tercih
ettiği görüşe göre bu olayın vukuu esnasında rebiyülevvel ayından oniki gece geçmişti.
Meşhur olan görüş budur ki, cumhur-u ulema da buna kaildirler. Bisetten sonra Peygamber,
kavillerin en doğrusuna göre Mekke'de onüç sene süre ile ikamet etmiştir. Bu, Hammad b.
Seleme'nin, İbn Abbas'tan yaptığı rivayettir. Bu rivayete göre İbn Abbas şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), kırk yaşında risaletle görevlendirildi. Ondan sona Mekke'de onüç sene
müddetle ikamet etti."
İbn Cerir'in, İbn Abbas'tan naklettiğine göre o şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'de
onüç sene müddetle ikamet etti." Önceki sayfalarda da geçtiği gibi İbn Abbas, Sırma b. Ebi
Enes b. Kays'm beyitlerini yazmıştır:
"Kureyş'in içinde on küsur sene kaldı. Uygun bir dosta kavuşsam diye düşünüyordu."
Vakidî, İkrime'den rivayet etti ki;İbn Abbas, Sırmanın şu kavlini delil olarak ileri sürmüştür:
"Kureyş içinde on küsur sene kaldı. Uygun bir dosta kavuşsam, diye düşünüyordu." İbn
Cerir, bunu böyle rivayet etmiştir. Vakidî, Peygamberin bisetten sonra Mekke'de onbeş yıl
süreyle ikamet ettiğini söylemiştir. Bu, cidden garip bir kavildir. Bundan daha garibi, İbn
Cerir'in söylediğidir:.
Ravh b.Ubade, Katade'nin şöyle dediğini ifade eder: Mekke'de sekiz, Medine'de de on yıl
müddetle Rasûlullah'a Kur'ân nazil olmuştur.
Hasan, Mekke'de on, Medine'de de on yıl müddetle Rasûlullah'a Kur'ân'm nazil olduğunu
söylemiştir. Hasan-ı Basrî'nin kabul ettiği başka bir kavle göre de Peygamber, bisetten sonra
Mekke'de on yıl süreyle ikamet etmiştir. Bu kavle Enes b. Malik, Aişe, Said b. Müseyyeb ve
Amr b. Dinar'da kail olmuştur. Bu, Ahmed b. Hanbel'in naklettiğine göre İbn Abbas'a ait bir
sözdür. Şöyle ki: Peygamber, kırküç yaşında iken risaletle görevlendirildi. Ondan sonra
Mekke'de on yıl müddetle ikamet etti. Önceki sayfalarda da naklettiğimiz gibi Şa'bî şöyle
demiştir:
"İsrafil, üç yıl müddetle Rasûlullah'a gelir, ona vahiy getirirdi." Bir rivayete göre Rasûlullah
(s.a.v.), İsrafil'in sesini işitir ama şahsını gör-mezmiş. Bundan sonra Cebrail, ona gelmiş.
Vakidî, hocalarından birinin, Şa'bî'nin bu kavlini reddettiğini nakletmiştir. İbn Cerir, bu kavli
ileri sürerek, Peygamberin bisetten sonra Mekke'de on yıl ikamet ettiğini söyleyenlerle, on
üç yıl ikamet ettiğini söyleyenlerin kavlini birleştirmeye ve bir uzlaşma sağlamaya
çalışmıştır. Doğrusunu Allah bilir. [1]
Fasıl
Peygamber (s.a.v.)'in kafilesi, Medine'ye geldiğinde ilk olarak Beni Amr b. Avf yurduna
konuk oldu. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi orası Küba köyü idi. Orada ikamet etti.
Rivayetlerin bazısına göre yir-miiki, bazısına göre onsekiz, bazısına göre de on küsur gece
orada ikamet etmiştir. Musa b. Ukbe'nin ifadesine göre ise, sadece üç gece ikamet etmiştir.
İbn İshak'm meşhur kavline göre Hz.Peygamber, Küba'da pazartesi gününden cuma gününe
kadar kalmıştır. Bu süre içinde Küba mescidini tesis (bina) etmiştir. Süheylî'nin iddiasına
göre Hz. Peygamber, Küba'ya gelişinin ilk gününde bu mescidi yapmış ve şu ayeti de bu
mescide dair bir ayet kabul etmiştir:
«İlk gününden beri Allah'a karşı gelmekten sakınmak için kurulan mescid...»
Bu, şerefli ve faziletli bir mescidtir. Hakkında şu ayet nazil olmuştur:
«İlk gününden beri Allah'a karşı gelmekten sakınmak için kurulan
mescidte bulunman daha uygundur. Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah, arınmak
isteyenleri sever.» (et-Tcvbc, ıos.)
İmam Ahmed b. Hanbel, Uveym b. Saide'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Küba
mescidine gelip şöyle demiştir:
"Mescidinizin kıssasından bahsederken temizlik hususunda Cenâb-ı Allah, sizi güzelce
övmüştür. Yapmakta olduğunuz bu temizlik
nedir?"
Orada bulunanlar dediler ki:
"Vallahi ya Rasûlallah, birşey bilmiyoruz. Sadece bizim bazı Yahudi komşularımız oldu.
Onlar, büyük abdest bozduklarında mak'adlarım yıkarlardı. Biz de onlar gibi yıkadık."
Ebu Davud, Tirmizî ve İbn Mace, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet ederler:
Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: «Bu ayet, Küba halkı ha-kmda nazil olmuştur. "Orada,
arınmak isteyen insanlar vardır. Allah, arınmak.isteyenleri sever." Çünkü Kübalılar, su ile
istinca yaparlardı. Bunun üzerine bu ayet, onlar hakkında nazil oldu.»
Yunus b. Haris, bu hadisin zayıf olduğunu söyler. Doğrusunu Allah bilir.
Peygamber (s.a.v.), daha sonraları Küba mescidini ziyaret eder, orada namaz kılardı. Her
cumartesi günü bazen yaya, bazen süvari olarak Küba mescidine gelirdi. Bir hadis-i
şerifinde bu mescidle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"Küba mescidinde kılman bir namaz, umre gibidir." Bir hadiste anlatıldığına göre Küba
mescidinin kıblesini, Cebrail gelip Peygamber'e işaret edip göstermiştir. Küba mescidi,
Medine'de İslâm tarihinde inşa edilen ilk mescidtir. Hatta bu dinde bütün insanlar için inşa
edilen ilk mescid, Küba mescidi olmuştur. İnsanlar için umumi mescid ifadesini
kullanmakla Ebu Bekir es-Sıddık'm Mekke'de iken kendi evinin kapısı yanında inşa ettiği,
orada namaz kılıp, ibadet yaptığı mescidi kapsam dışına çıkarmış olduk..Çünkü o mescid,
bütün insanlar için değil, sadece Ebu Bekir'in kendi şahsı içindi. Doğrusunu Allah bilir.
Peygamber (s.a.v.)'le ilgili müjdeler bölümünde Selman-ı Farisî'nin İslâm'a girişinden
bahsetmiştik. O bölümde anlattığımız Selman-ı Farisî, Rasûlullah in Medine'ye gelişini
duyduğunda yanma birşeyler alıp Küba'da bulunan Rasûlullah'a götürmüş ve: «Bu,
sadakadır.» demişti. Rasûlullah da elini, o sadakaya uzatmamış ve yememişti. Sadece
ashabına, o şeyi yemelerini emretmişti.İkinci kez Selman, yanma birşeyler alarak
Rasûlullah'a getirmiş ve: «Bu, hediyedir.» demişti. Bunun üzerine Rasûlullah, o hediyeden
yemiş, yemeleri için ashabına da emir vermişti. [2]
Abdullah B. Selamın Müslüman Oluşu
İmam Ahmedb. Hanbel, Abdullah b. Selamın şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.),
Medine'ye geldiğinde insanlar süratle ona doğru gittiler. Ben de gidenler arasında idim.
Yüzünü gördüğümde, o yüzün yalancı bir kimsenin yüzü olmadığını anladım. Ondan
duyduğum ilk söz şu oldu:
"Selamı yaygmlaştırm. Yemek yedirin. İnsanlar uyumakta iken geceleyin namaz lalın ve
selametle Cennet'e girin."
Bu hadisten anlaşıldığına göre Abdullah b. Selam, Peygamber'i ilk defa Küba'ya gelip, Beni
Amr b. Avf yurduna konuk olduğu esnada görmüştür.
Abdülaziz b. Süheyl'in, Enes'ten yaptığı rivayette de geçtiği gibi Abdullah b. Selam, Hz.
Peygamber'le ilk olarak Küba'da Neccar oğulları yurduna yerleştiğinde Ebu Eyyüb'ün
evinde bir araya gelmiştir. Belki de ilk olarak onu Küba'da görmüş, sonra da Neccar oğulları
yurduna gelerek onunla görüşmüştür. Doğrusunu Allah bilir.
Buharî'nin, Abdülaziz tariki ile Enes'ten yaptığı rivayete göre Hz. Peygamber, Medine'ye
geldiğinde Abdullah b. Selam ona uğramış ve şöyle demişti: "Senin hak olduğuna şahadet
ederim. Yahudiler, beni kendi efendileri, efendilerinin oğlu, en bilginleri ve en bilginlerinin
oğlu olarak bilmişlerdir. Onları çağır da, beni onlara sor. Müslüman olduğumu
öğrenmelerinden önce, beni onlara sor. Çünkü onlar, benim Müslüman olduğumu
öğrenirlerse bende bulunmayan şeyleri bana is-nad ederler."
Peygamber (s.a.v.), Yahudilere haber gönderip yanına çağırttı. Onlar yanma gelince
kendilerine dedi ki:
"Ey Yahudi topluluğu, yazıklar olsun size. Allah'tan sakının, kendisinden başka tanrı
bulunmayan Allah'a yemin ederim ki siz, benim Allah'ın gerçek Peygamberi olduğumu ve
size getirdiğim şeyin hak olduğunu bilmektesiniz. Şu halde Müslüman olun."
Yahudiler: "Bunun, böyle olduğunu bilmiyoruz." dediler.
Onlar, bunu peygamber Efendimiz'e üç kez söylediler. Hz. Peygamber de, bunu onlara üç
kez söyledi. Sonra şöyle sordu:
- Abdullah b. Selam, içinizde nasıl bir adamdır?
- O bizim efendimizdir. Efendimizin oğludur. Bizim, en bilgili olanı-mızdır. En bilgili
olanımızın oğludur.
- Eğer Müslüman olursa, ne dersiniz?
- Allah için bu olamaz. O, Müslüman olmaz.
- Ey İbn Selam, şunlarm yanma gel!
Hz. Peygamberin bu çağrısı üzerine Abdullah b. Selam, Yahudi topluluğunun karşısına çıkıp
şöyle dedi:
"Ey Yahudi topluluğu, Allah'tan korkun. Kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah'a yemin
ederim İd siz, bunun Allah'ın Rasûlü olduğunu ve getirdiği şeyin hak olduğunu elbette
bilmektesiniz!."
Yahudiler, onun bu sözlerine karşı: "Yalan söyledin." dediler. Bunun üzerine Rasûlullah da
onları yanından kovdu."
Başka bir rivayet de şöyle denmektedir:
Abdullah b. Selam, Yahudi topluluğunun karşısına çıkınca hak şahadeti getirdi. Onlar da
onun hakkında şöyle dediler:
"Abdullah, bizim en kötü adamımızdır. En kötü adamımızın oğludur." Böyle diyerek onu
ayıpladılar ve hakkında kötü sözler söylediler. Abdullah da şöyle dedi:
"Ya Rasûîallah, İşte korktuğum şey, onların böyle iftira etmeleri idi."
Beyhakî, Eııes'in şöyle dediğini rivayet eder: Abdullah b. Selam, kendi arazisinde iken
Peygamber (s.a.v.)'in gelişini duydu. Hz. Peygam-ber'in yanma gelip şöyle dedi:
"Sana üç şey soracağım, bunları peygamberden başkası bilemez. Kıyametin ilk alameti
nedir? Cennetliklerin yiyeceği ilk yemek nedir? Doğan çocuğun, erkek veya kız olması neye
bağlıdır?"
Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
- Bunları, az önce Cebrail bana haber verdi.
- Cebrail mi?! -Evet.
- Melekler arasında Yahudilerin düşmanı olan Cebrail. Hz. Peygamber:
«De ki: Cebrail'e düşman olan kimse, Allah'a düşmandır. Çünkü o, Kur'ân'ı, Allah'ın izniyle
kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine
indirmiştir.» ayetini okuduktan sonra şöyle cevap verdi:
- Kıyametin ilk alameti, doğudan insanlara çıkacak olan bir ateştir ki, onları batıya sevkeder.
Cennetliklerin yiyeceği ilk yemek, balığın ciğeridir (havyardır).
Çocuğun erkek veya kız olmasına gelince, erkeğin döl suyu, kadı-nınkinden önce gelirse
doğacak çocuk erkek olur. Ama kadının döl suyu, erkeğinkinden Önce gelirse, doğacak
çocuk kız olur."
Bunun üzerine Abdullah b. Selam şöyle dedi:
- Allah'tan başka ilah olmadığına, senin de Allah Rasûlü olduğuna şahadet ederim. Ya
Rasûlallah! Yahudiler iftiracı bir kavimdirler. Onlar beni kendilerine sormanda'n önce
Müslüman olduğumu öğrenirlerse bana iftira
ederler. '
Yahudiler geldiler. Rasûlullah, onlara sordu:
- Abdullah, aranızda nasıl bir adamdır?
- En hayırlmıızdır. En hayırlımızın oğludur. Efendimizdir. Efendimizin oğludur.
- Eğer o Müslüman olursa, ne dersiniz?
- Allah, onu bundan korusun. Abdullah karşılarına çıkıp şöyle dedi:
- Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim ve yine şahadet ederim ki, Muhammed
Allah'ın elçisidir.
Onun böyle şahadet getirmesi üzerine Yahudiler dediler ki:
- O, bizim en kötümüzdür. En kötümüzün oğludur.
Böyle diyerek onu ayıpladılar ve hakkında kötü sözler söylediler. Abdullah da dedi ki: "Ya
Rasûlallah, işte korktuğum şey bu idi." Muhammed b. İshak, Abdullah b. Selam ailesinden
bir adamın şöyle dediğini Yahya b. Abdullah'tan rivayet etti: "Büyük bir âlim olan Abdullah
b. Selam, Müslüman olduğu zaman şöyle demişti: Rasûlullah (s.a.v.)'m adını duyup isim,
evsaf ve şemailini Öğrendiğim zaman onun gelmesini bekliyorduk. Ben Küba'da sesimi
çıkarmaksızm bu meseleyi gizli tutuyordum. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldi.
Küba'da Beni Amr b. Avf yurduna misafir olduğunda kendime ait hurmalıktaki bir ağacın
üzerinde çalışmakta iken adamın biri gelerek Rasûlullah'm teşrif haberini verdi. O esnada
halam Halide binti Haris ağacın altında oturmakta idi. Rasûlullah'm geliş haberini
işittiğimde tekbir getirdim. Halam tekbirimi işittiğinde: "İmran oğlu Musa peygamberin
geliş haberini duysaydm bundan daha fazla sevinmezdin." dedi. Ben de ona şöyle cevap
verdim:
- Ey halacığım, Allah'a yemin ederim ki bu gelen zat, Imran oğlu Musa peygamberin
kardeşidir. Ve onun dini üzerindedir. Bu, onun getirdiği dini getirmiştir. Bunun üzerine
halam:
- Ey yeğenim, kıyametle birlikte peygamber olarak geleceğim haber aldığımız zat bu gelen
kişi midir? diye sordu.
- Evet.
- Madem öyle, bu beklenen peygamberdir.
Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gidip Müslüman oldum. Sonra aileme dönüp onların da
Müslüman olmalarını emrettim. Onlar da Müslüman oldular. Ben, İslâm'a girişimi
Yahudilerden gizleyip Rasû-lullah'a şöyle dedim:
"Ya Rasûlallah, Yahudiler iftiracı bir kavimdirler. Beni, evlerinden birine koyup onlardan
gizlemeni, sonra beni onlara sormanı ve onlarında kendi aralarında benim nasıl bir insan
olduğumu -İslâm'a girişimi öğrenmelerinden önce- sana bildirmelerini istiyorum. Çünkü
onlar benim İslâm'a girdiğimi öğrenirlerse bana iftira eder ve bana kusurlar is-nad ederler."
Nihayet ben Müslümanlığımı açıkladım. Ailemin de İslâm'a girdiğini söyledim. Halam
Halide binti Haris te Müslüman oldu."
Yunus b. Bükeyr, Safiye binti Huyey'in şöyle dediğini rivayet eder: Kardeşlerimle amcam
oğullarının beni sevdikleri kadar başka bir kimseyi sevdikleri vaki değildir. Babam ve
amcama rastlayıp da çocuklarına saldırdığım zaman mutlaka beni tutup yanlarına alırlardı.
Rasûlullah (s.a.v.), Küba'ya, Benî Amr b. Avf in yurduna geldiğinde babamla amcam Ebu
Yasir b. Ahta, sabahın alaca karanlığında yanma gittiler. Allah'a yemin ederimki, ancak
gün^batarken yorgun ve bitkin olarak döndüler. Sallanarak yürüyorlardı. Adeta
dökülüyorlardı. Daha önceleri yaptığım gibi, yine kendilerine doğru koşup gittim. Allah'a
yemin ederim ki ne babam, ne de amcam bana bakmadılar. Amcam Ebu Ya-sir'in, babama
şöyle dediğini duydum:
- Bu, omudur?
- Evet, vallahi odur.
- Sen, onu şekil ve evsafıyla tanıyor musun?
- Evet, vallahi tanıyorum.
- Ona karşı duyguların nasıldır?
- Vallahi hayatta olduğum müddetçe ona düşman kalacağım!
Musa b. Ukbe, Zührîden rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Ebu Yasir
b. Ahtap ona gitmiş, konuşmalarını dinlemiş, o da kendisine bazı şeyler söyledikten sonra
kavmine dönüp şöyle demiş:
- Ey kavmim, bana itaat edin. Şüphesiz Allah, beklemekte olduğunuz adamı size getirdi. Siz,
bu adama uyun. Sakın muhalefet etmeyin!
Bunun üzerine Ebu Yasir'in kardeşi Huyey b. Ahtap — O zaman o, Yahudilerin lideri idi. Bu
iki kardeş Nadir oğullarmdandırlar— Rasûlullah'ın yanma gidip oturdu. Konuşmalarını
dinledi. Sonra kavmine döndü. Kavmi tarafından itaat edilen bu adam, kavmine şöyle dedi:
- Öyle bir adamın yanından geliyorum ki, vallahi ben, ona ebediy-yen düşman olacağım!
Bunun üzerine kardeşi Ebu Yasir, ona şöyle dedi:
- Ey anamın oğlu! Bu hususta bana itaat et. Başka hususlarda bana isyan edebilirsin. Eğer bu
hususta bana itaat edersen, helak olmazsın. Bunun üzerine o:
- Hayır, vallahi bu hususta sana asla itaat etmeyeceğim, dedi.
Şeytan, ona galip geldi. Kavmi onun bu görüşüne uydu.
Ben derim ki: Ebu Yasir'in akibetinin nasıl olduğunu bilemiyorum Ama Safiyye nin babası
Huyey b. Ahtap, Hz. Peygamber'e azılı bir düşman oldu. Bu düşmanlığını, Kurayza oğulları
savaşında Rasûlullah in önüne bir küme gibi yığılıp öldürülüşüne kadar devam ettirdi. Allah
ona lanet etsin. Bununla ilgili açıklama inşaallah ileride de gelecektir. [3]
Fasıl
Rasûlullah (s.a.v.), Kasva adlı devesine binerek Küba'dan yola çıktı. Günlerden cuma idi.
Zeval vaktinde Beni Salim b. Avf yurduna vardı. Orada Müslümanlara cuma namazını
kıldırdı. Namaz kıldırdığı yere, Ramına vadisi deniyordu. Medine'de Müslümanlara
kıldırdığı ilk cuma namazı bu idi. Belki de İslâm tarihinde kıldırmış olduğu ilk cuma namazı
bu idi. Çünkü -Allah bilir ya- Mekke'de iken, o ve ashabı hutbeli ve va-azlı bir cuma namazı
kılmak için bir araya gelme imkanını bulamamışlardı. Çünkü müşrikler, onlara şiddetle
muhalefet ediyor ve ona eziyette bulunuyorlardı. [4]
Rasûlullah’ın O Gün İrad Ettiği Hutbe
îbn Cerir, Abdurrahman el-Cumhi oğlu Said'den rivayet eder ki, Peygamber (s.a.v.),
Medine'de Beni Salim b. Amr b. Avf yurdunda kıldırdığı ilk cuma namazında şu hutbeyi
irad etmiştir:
"Hamd, Allah'a mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan yardım diler, O'ndan mağfiret talep eder,
O'ndan hidayet dilerim. O'na iman ederim. O'nu inkar etmem. O'nu inkar edene düşmanlık
ederim. Allah'tan başka tanrı bulunmadığına, bir olduğuna, ortaksız olduğuna,
Muhâmmed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna; Muhammedi hidayet, hak din, nur ve fetret
döneminde Öğütle gönderdiğine tanıklık ederim. O ki, Muhammedi ilmin az olduğu,
insanlığın sapıklıkta bulunduğu, kıyametin yakın olduğu, vadenin yaklaştığı bir zamanda
elçi olarak göndermiştir. Allah'a ve Rasûlüne itaat eden, doğruyu bulmuştur. Onlara isyan
eden sapmış, ifrata gitmiş, (haktan) uzak bir sapıklığa düşmüştür.
Size, Allah'a karşı gelmekten sakınmanızı tavsiye ederim. Müslü-mamn Müslümana
yapacağa en hayırlı tavsiye, onu ahire te teşvik etmesi, Allah'a karşı gelmekten sakınmayı
ona emretmesidir. Allah'ın sîzi kendi nefsinden korkuttuğu şekilde, siz O'ndan korkup
sakının. Bundan daha faziletli bir öğüt, bundan daha üstün bir nasihat yoktur. Doğrusu bu,
Allah'tan korkup sakınarak amel eden kimseler için bir sakınma aracı ve takvadır. Arzu
ettiğiniz ahiret işleri için de gerçek bir dost ve yardımcıdır.Kendisiyle Allah arasındaki gizli
ve aşikar işleri düzelten ve bununla sadece Allah rızasını amaçlayan kimseye gelince, bu
yaptığı iş, onun dünyası için bir nasihat, ölüm sonrası için de bir azık olur. Çünkü o zaman
insan, dünyada yaptığı güzel amellere muhtaç olur. Dünyada salih amel işlememiş kimselere
gelince, onlar ahirette kendileri ile kötü amelleri arasına uzak bir mesafe konulmasını
isterler. Allah, sizi kendi nefsinden sakındırıyor. Allah, kullarına karşı şefkatlidir. Allah ki,
sözü doğrudur. O, vadini yerine getirir. Bu hususta asla hilaf yoktur. Çünkü O, şöyle
buyuruyor: «Benim katımda söz değişmez; Ben kullara asla zulmetmem.» (cl-Kaf, 29.)
Dünyada ve ahirette, gizli ve aşikar her hususta ve her zamanda Allah'tan korkun. Çünkü o
buyuruyor ki: «Kim Allah'ın buyruğuna karşı . gelmekten sakınırsa O, onun kötülüklerini
örter, ecrini büyültür. » (et- Talâk, 5.)
«Kim Allah'ın buyruğuna karşı gelmekten sakınırsa, şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş
olur.»
Allah'a karşı gelmekten sakınmak, insanı Allah'ın gazabına, azabına ve öfkesine karşı korur.
Allah'a karşı gelmekten sakınmak, insanın yüzünü ağartır, Rabbi hoşnud kılar, kişinin
derecesini de yüksel Ur.
Payınızı alın. Allah'ın hukuku hususunda ifrata gitmeyin. Allah, size kitabını öğretmiş,
yolunu göstermiştir ki, sadıklarla yalancıları bilsin. Allah, size nasıl ihsanda bulunduysa, siz
de ihsanda bulunun ve iyilik yapın. Onun, düşmanlarına karşı düşmanlık edin. Allah
yolunda hakkıyla cihad edin. O, sizleri seçti. Ve sizleri, Müslümanlar olarak adlandırdı ki
helak olanlar bir beyyineye dayalı olarak helak olsun, yaşayanlar da bir beyyineye (delile)
dayalı olarak yaşasınlar. Güç ve kuvvet, Allah indir. Allah'ı, çokça zikredin. Ölüm sonrası
için çalışın. Kendisiyle Allah'ın arasım düzelten kimsenin, insanlarla kendisi arasındaki
ilişkiler kendiliğinden düzelir. Çünkü Allah, insanlara hükmeder. İnsanlar, ona
hükmedemezler. O, insanlara maliktir. İnsanlar, O'na malik olamazlar. Allah, herşeyden daha
büyüktür. Güç ve kuvvet, yücelik ve ululuk Allah'a aittir."
Beyhakî, Hz. Peygamberin Medine'ye geldiğinde irad ettiği ilk hutbeden bahsederken, Ebu
Seleme b. Abdurrahman b. Avfın şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'de
ilk olarak şu hutbeyi irad etti: Cemaat huzurunda ayağa kalkıp Allah'a layıkıyla hamd-ü
senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu:
«Ey insanlar, kendiniz için birşeyler hazırlayın. Allah'a yemin ederim ki, ayılacaksınız.
Sonra sürünüzü çobansız olarak bırakacaksınız. Sonra Rabbiniz tercümansız ve perdesiz
diyecek ki:
"Rasûlüm, size tebliğ etmedi mi? Size mal vermedim mi, ihsanda bulunmadım mı?
Kendinize ne hazırladınız?"
Fakat insan sağına ve soluna bakar, birşey göremez. Sonra önüne bakar, Cehennem'den
başka birşey göremez. Madem böyle olacak, kendisini ateşten korumaya gücü olan, bir
hurmanın yansıyla da olsa bunu yapsın. Bunu bulamayan kimse, güzel bir söz söyleyerek
bunu yapsın. Çünkü onun sebebiyle iyilikler, on mislinden 700 misline kadar
mükafatlandırılır. Selam ve Allah'ın rahmetiyle bereketi, Rasûlullah'm üzerine olsun.»
Rasûlullah (s.a.v.), bir başka defasında da şu hutbeyi irad etmişti: «Hamd, Allah'a
mahsustur. O'na, hamdederim. Ve O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden ve
amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah, kime doğru yolu gösterirse, onu
sapıklıkta bırakacak kimse yoktur. Kimi de sapıklıkta bırakırsa, onu doğru yola iletecek
yoktur. Şahadet ederim ki, Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Yalnız O vardır.
O'nun ortağı yoktur. Sözlerin en güzeli, yüce Allah'ın kitabıdır. Allah'ın, kalbinde o kelamı
güzel gösterdiği ve küfürden sonra İslâm'a getirdiği ve o kelamı, insanların sözlerine tercih
eden kişi kurtulmuştur. O, sözün en güzeli ve en beliğidir. Allah'ın sevdiğini seviniz. Allah'ı,
bütün kalbinizle seviniz. Allah'ın kelamından ve zikrinden bıkmayınız. Kalbleriniz, O'na
karşı katı kalmasın. Çünkü Allah, yaratıklarından ve insanlardan seçer. Allah, seçtiği
amelleri, seçtiği kulları, sözün iyisini ve insanlara kıldığı her haram ile helali zikretmiş
,ismi-ni belirlemiştir. O halde Allah'a ibadet edin. O'na, hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve
O'ndan hakkıyla sakınıp takvalı olun. Ağızlarınızla söylediğiniz şeylerin iyisi ile Allah'a
doğru söz söyleyin. Ve ilahi bir ruhla birbirinizi sevin. Allah, ahdinin bozulmasına
gazaplamr. Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri üzerinize olsun.» [5]
Hz. Peygamber'in Ebu Eyyüb'un Evinde İkameti Esnasında Mescid-İ Nebevinin
İnşası
Hz. Peygamber'in, bu evde ne kadar kaldığı görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Vakidî,
bunun yedi ay olduğunu söyler. Diğerleri ise, yedi aydan daha az bir zaman olduğunu
söylerler. Doğrusunu Allah bilir. Buharî, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye vardığında Medine'nin üst taraflarına konakladı. Oraya Beni
Amr b. Avf yurdu deniyordu. Bu kabile arasında ondört gece kaldı. Sonra Neccar
oğullarının ileri gelenlerine haber gönderdi. Bunlar kılıçlarını kuşanmış olarak Rasûlullah'ı
karşılamaya geldiler. Ben, Rasûlullah'a bakıyordum. Bineği üzerinde idi. Ebu Bekir de
arkasında idi. Neccar oğulları ise, çevresini kuşatmışlardı. Nihayet Ebu Eyyüb'ün evinin
avlusuna geldi. Vakit geldiğinde namazını kılıyordu. Koyunların kaldıkları yerde namaz
kılıyordu. Sonra mescid yapılmasını emretti. Neccar oğullarının ileri gelenlerine haber
gönderdi. Yanına geldiklerinde onlara şöyle dedi:
- Şu bahçenizi bana satın.
- Hayır vallahi o bahçenin bedelini istemiyoruz. Yüce Allah'a bağışlıyoruz.
Ravi diyor ki: Size söyleyeceklerim şu şeyler, o bahçe içinde bulunuyordu: Bahçede
müşriklerin mezarları, bataklık ve hurma ağaçları vardı. Rasûlullah, müşriklerin
mezarlarının açılarak içindeki kemiklerin başka yere. nakledilmesini, bataklığın kurutulup
düzeltilmesini, hurma ağaçlarının da kesilip çıkarılmasını emretti. Sahabeler, hurma ağaçlarını
mescidin kıble duvarına dizdiler. İki yanma da taşlar koydular. O kaya parçalarım
taşırken recez bahrinden şiirler okuyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.) da onlarla birlikte şöyle
diyordu:
«Allah'ım, ahiret hayrından başka hayır yoktur. Ensâr ile Muhacirlere yardım et.»
Sahih-i Buharî'de Urve'nin şöyle dediği rivayet edilir: Mescid-i Nebevi'nin yeri, hurma
kurutma arsası olup Es'ad b. Zürare'nin vesaye-tindeki Sehl ve Süheyl adındaki iki öksüz
çocuğun mülkiyetinde idi.
Rasûlullah (s.a.v.), bu arsayı satın almak için Sehl ve Süheyl ile pazarlık etti. Onlar, şu
cevabı verdiler:
- Biz bu arsayı satmayız. Ey Allah'ın Rasûlü, ancak sana hibe ederiz.
Rasûlullah, hibe olarak arsayı almayı kabul etmedi. Bedeli ile satın alarak orayı mescid
arsası yaptı ve mescidi de oraya kurdurdu. Mescid inşaatı esnasında Rasûlullah ashabı ile
birlike toprak taşıyor ve şöyle diyordu:
"Bu yük, Hayber yükü gibi değildir. Ey Rabbimiz, bu daha iyi ve daha temizdir."
«Allahım ecir, ahire t ecridir.
Ensâr ile Muhacirlere merhamet et.»
Musa b, Ukbe'nin anlattığına göre Es'ad b. Zürare, o öksüz çocuklara Beyada mmtıkasındaki
bir hurmalığını bedel olarak verdi ve arsalarını mescid için bağışladı.
Bir rivayete göre ise Rasûlullah (s.a.v.), mescid arsasını o iki öksüz çocuktan satın almıştır.
Ben derim ki: Muhammed b. İshak'm anlattığına göre o hurma kurutma yeri, Muaz b.
Afra'mn vesayetindeki Amr oğullan olan Sehl ve Süheyl adındaki iki öksüz çocuğa aitti.
Doğrusunu Allah bilir. Beyhakî, Hasan in şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.),
mescidi inşa ederken ashabı da kendisine yardımcı oldu. O, onlarla birlikte kerpiç taşıyordu.
Öyleki göğsü tozlanıyordu. Sahabelerine: "Musa'nın binasının tavanı gibi bir tavan yapın."
demişti. Ben de Hasan'a: "Musa'nın tavanı nasıldı?" diye sormuştum. Hasan: "Ellerini
kaldırdığında tavana değiyordu." diye cevap vermişti."
Hammad b. Seleme, Ubade'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ensâr, kendi aralannda bir
miktar mal toplayıp, Rasûluüah'a getirip şöyle dediler: "Ya Rasûlallah, şu mescidi inşa edip
süsle. Ne zamana kadar hurma ağacının sapları ile Örülmüş şu yerde namaz kılacağız.?"
Rasûlullah buyurdu İd: "Kardeşim Musa'nın yaptığından dönecek değilim. Onunki gibi bir
tavan yeter."
Ebu Davud, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder; "Rasûlullah (s.a.v.)'ın mescidinin
direkleri üzerinde hurma dallan vardı. Direklerin üzeri hurma dallarıyla örtülmüştü. Tavan,
hurma lifleriyle örülmüştü. Sonra bu mescid, Ebu Bekir'in halifeliği döneminde harap oldu.
Tekrar hurma lifleri ve dallanyla onu inşa ettiler. Hz. Osman'ın zamanında da bu mescid
harap olunca orayı kireçle bina ettiler. Ve o mescid, şu ana kadar yerinde sabittir."
Bu, garip bir rivayettir.
Yine Ebu Davud, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: "Mescid-i Nebevi, Rasûlullah
(s.a.v.) zamanında kireçle inşa edilmişti. Tavanının üzerinde hurma dalları vardı. Sütunları
da hurma kütüklerinden ibaretti. Ebu Bekir, o mescidin binasına birşey ilave etmedi. Hz.
Ömer ilaveler yaptı. Rasûlullah zamanındaki gibi kerpiç ve hurma dallanyla inşa etti. Yalnız
sütunlarını ağaçtan yaptı. Hz. Osman, bu binayı değiştirerek bir çok ilaveler yaptı.
Duvarlarım nakışlı taşlar ve kireçle inşa edip süsledi. Sütunlarını da nakışlı taşlardan
yaptırdı. Tavanını saç ağacıyla ördü."
Ben derim İd: Hz. Osman b. AfFan, Peygamber Efendimiz'in şu kavlini tevil ederek Mescidi
Nebevi'ye ilaveler yaptı:
"Bağırtlak kuşunun yuvası kadar da olsa, her kim Allah için bir mescid inşa ederse, Allah da
Cennet'te onun için bir ev inşa eder."
Orada bulunan ashab, Hz. Osman'ın bu girişimine muvafakat etti ve daha sonra mescidin bu
yapısını değiştirmediler. Alimlerin tercihe şayan olan görüşüne göre bu girişim, mescide
yapılan ilavelerin de mescidin hükmüne tabi olacağına delalet etmektedir. Yani yapılan ilave
kısımlarda kılman namaz, diğer mescidlerde kılman namazdan daha fazla sevaba vesile
olacaktır. Rasûlullah'ın mescidine başka yerlerden gelip ziyarette bulnmamn sevap olduğu
nasıl kesin ise, o ilave kısımlara gelmek ve oraları ziyaret etmek de aynı hükme tabidir.
Dımaşk (Şam) camiinin banisi Velid b. Abdülmelik'in döneminde de Mescid-i Nebevi'ye
bazı ilaveler yapılmıştır. Velid'in Medine'deki valisi Ömer b. Abdülaziz, Velid'in emri
üzerine Mescid-i Nebevi'deki ilaveleri yapmış ve Peygamber hücresini de mescidin içine
almıştır. Daha sonra bir çok ilaveler daha yapılmıştır. Kıble cihetine ilaveler yapılmış, ravza
ile minber iç kısımlara alınmıştır ki, bugün de bu durum aynı şekilde görülebilir.
İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), mescid ve meskenlerini inşa edinceye kadar Ebu
Eyyüb'ün evine konuk oldu. O inşaatta, Müslümanlan çalışmaya teşvik etmek için
Rasûlullah'ın kendisi de çalıştı. Muhacirler ile Ensâr gayret sarfettiler. Çalışıp çabaladılar,
yoruldular. Müslümanlardan bir sözcü şöyle dedi:
"Andolsun ki, peygamber çalıştığı halde eğer biz oturursak, Bizden olan ancak sapık bir
çalışmadır."
Müslümanlar recez bahrinden, şiir söyleyerek mescidi inşa ederlerken şöyle diyorlardı:
"Ahiret yaşamından başka bir yaşam yoktur. Allah'ım, Ensâr ve Muhacirlere sen merhamet
et."
Rasûlullah'ın kendisi de şöyle diyordu:
"Ahiret hayatından başka hayat yoktur, Allah'ım, Muhacirlerle Ensâr'a rahmet et."
Ammar b. Yasir, Rasûlullah m yanma geldi. Sırtına taş yüklemişlerdi. «Ya Rasûlallah, beni
öldürdüler. Yüklenmedikleri şeyleri bana yüklediler.» dedi.
. Rasûlullah'ın hanımı Ümmü Seleme dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'m Ammar'm saçlarını eliyle
temizlediğini gördüm. O kıvırcık saçlı biri idi. Sonra Rasûlullah şöyle buyurdu:
'Yazık ey Sümeyye oğlu! Bunlar seni öldürecek değiller. Seni ancak azgınlar ve asiler
öldüreceklerdir."
Yine Ümmü Seleme'nin şöyle dediği rivayet edilir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Ammar'ı, asi ve azgın bir grup öldürecektir."
Başka bir rivayete göre de Ümmü Seleme, Rasûlullah (s.a.v.)'m, taş taşımakta olan Ammar'a
şöyle dediğini nakletmiş tir: "Yazık sana ey îbn Sümeyye! Seni asi ve azgın bir grup
öldürecektir."
Abdürrezzak, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı,
mescidi inşa ederlerken sahabelerin her biri birer kerpiç taşıyordu. Ammar ise biri kendi
yerine, diğeri de Rasûlullah'ın yerine olmak üzere ikişer kerçip taşıyordu. Rasûlullah
(s.a.v.), Ammar'm sırtına elini sürüp şöyle dedi:
"Ey Sümeyye'nin oğlu! Herkesin bir, senin ise iki sevabın vardır. Senin en son azığın, bir
içimlik süt olacaktır. Seni azgın, asi bir topluluk öldürecektir."
Beyhakî, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Mescid inşaatında bizler,
kerpiçleri birer birer taşıyorduk. Ammar ise, ikişer ikişer taşıyordu. Rasûlullah onu gördü.
Üzerindeki toprağı silkeleyip şöyle dedi:
'Yazık Ammar'a! Onu, asi ve azgın bir topluluk öldürecektir. O, onları Cennet'e davet
edecek, onlarsa onu Cehennem'e davet edeceklerdir."
Ammar ise, şöyle diyordu: "Fitnelerden Allah'a sığınırım."
Beyhakî, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Benden daha hayırlı olan birinin
bana verdiği habere göre Rasûlullah (s.a.v.), hendeği kazarken Ammar'm başını okşayıp ona
şöyle dedi:
"îbn Sümeyye'ye yazık! Onu, asi ve azgın bir topluluk öldürecektir."
Ebu Davud et-Tayalisî, Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), hendeği
kazarken insanlar kerpiçleri birer birer taşıyorlardı. Ammar, bir hastalıktan henüz yeni
kalkmış, nekahet döneminde olduğu halde kerpiçleri ikişer ikişer taşıyordu. Bazı
arkadaşlarımın bana anlattıklarına göre Rasûlullah (s.a.v.), Ammar'm başındaki tozları
silkeleyip şöyle demişti: 'Yazık sana ey İbn Sümeyye! Seni, asi ve azgın bir topluluk
öldürecektir."
Hendek kazımmda kerpiç taşımanın bir anlamı yoktur. Öyle anlaşılıyor ki, ravi bunu
birbirine karıştırmıştır. Belki de bu hadise, Mescid-i Nebevi'nin inşası esnasında cereyan
etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Bu hadis, peygamberliği ispatlayıcı delillerdendir. Çünkü
Hz. Peygamber, .Ammar'm, asi ve azgın bir topluluk tarafından öldürüleceğini önceden
haber vermiştir. Gerçekten Şamlılar, Sıffîn savaşında onu öldürmüşlerdir. O esnada Ammar,
Hz. Ali ile beraberdi. Hz. Ali, halifelik hususunda Muaviye'den daha çok hak sahibi idi.
Ancak Muaviye'nin arkadaşlarım, asi ve azgın olarak adlandırmak, onların kafirliklerini
gerekli kılmaz. Yalnız Şia'nın bazı sapık fırkaları ile diğerleri, böyle bir sonuca varmak için
çaba sarfetmektedirler. Muaviye'nin arkadaşları her ne kadar asi idiyselerde hakikatte savaş
hükmünü vermede müctehid idiler. Her müctehid, isabetli karar vermeyebilir. Yalnız isabetli
karar veren müctehid için iki sevab, hatalı karar veren müctehid için ise bir sevap vardır.
"Seni, asi ve azgın bir topluluk öldürecektir." mealindeki hadise; "Böylelerine kıyamet
gününde Allah şefaatimi ulaştırmasın." mealinde bir ilaveyi yapan kimse, Rasûlullah
(s.a.v.)'a iftirada bulunmuş olur. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), böyle birşey söylememiştir. Ve
söylediği de, kabul edilir bir kanaldan nakledilmiş değildir. Doğrusunu Allah bilir.
"Ammar, onları Cennet'e davet edecek, onlarsa onu Cehennem'e davet edeceklerdir." sözüne
gelince, Ammar ve arkadaşları, Şamlıları birleşmeye ve dostluğa davet etmişler; Şamlılar ise
halifeliği Hz. Ali'ye nisbetle daha az hakk eden birine vermeyi istiyorlardı. Müslümanların
bölünüp ayrı ve müstakil imamların yönetiminde kalmalarını arzulu-yorlardı ki, bu da
düşüncelerin ayrılmasına ve ümmetin parçalanmasına sebebiyet verecekti. Bu, onların
mezheplerinin bir gereği ve tuttukları yolun bir sonucu idi. Her ne kadar onlar böyle birşeyi
amaçlamamış-larsa da netice bu olacaktı. Doğrusunu Allah bilir.
Aslında bizim burada anlatmak istediğimiz, Mescid-i Nebevi'nin inşasının hikayesidir. Onu
inşa edene salat-ü selamların en üstünü olsun.
"Delail" adlı eserde Hafız el-Beyhakî, Peygamber'in azadlısı Sefı-ne'nin şöyle dediğim
rivayet eder:
Ebu Bekir, bir taş getirip yerine koydu. Sonra Ömer, bir taş getirip yerine koydu. Sonra
Osman, bir taş getirip yerine koydu. Rasûlullah şöyle buyurdu: "işte bunlar, benden sonra
yöneticilerdir."
Yine Sefme şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), mescidi inşa ederken bir taş koydu. Sonra
şöyle buyurdu: "Ebu Bekir de bir taş getirip benim koyduğum taşın yanma koysun. Sonra
Ömer, Ebu Bekir'in taşının yanına bir taş koysun. Sonra Osman, Ömer'in taşının yanma bir
taş koysun." Bunlar bu şekilde taşlarını koyduktan sonra Rasûlullah (s.a.v.): "İşte
bunlar, benden sonraki halifelerdir." dedi.
Bu ifadelerle, bu hadis gerçekten galiptir. Bilinen hadis, İmam Ah-med b. Hanbel'in rivayet
ettiği hadistir ki buna göre Sefine, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
duydum:
"Halifelik otuz yıldır. Ondan sonra hükümdarlık olacaktır."
Ebu Bekir'in halifeliği iki, Ömer'inki on, Osman'mki oniki, Ali'nin-ki altı yıl oldu.
Ebu Davud ile Tirmizî ve Neseî'nin rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
"Halifelik, benden sonra otuz yıldır. Ondan sonra ısına bir hükümdarlık olacaktır."
Ben derim ki: İlk inşa edildiği zaman Rasûlullah'm mescidinde, üzerine çıkılıpda insanlara
hutbe okunacak bir minber yoktu. O zaman Rasûlullah (s.a.v.), kıble duvarının yanında,
namaz kılmakta olduğu yerdeki bir hurma dalma dayanarak hutbe irad ederlerdi. Yeri
gelince açıklanacağı gibi Rasûlullah (s.a.v.)'a bir minber yapılıp ta o, hutbe okumak için
minbere yöneldiğinde hurma dalının önünden geçerken hurma dalı böğürdü ve doğurması
yakın dişi deve gibi inlemeye başladı. Çünkü artık Rasûlullah (s.a.v.)'m kendi yanında hutbe
irad etmeyeceğini ve sesini duyamayacağını anlamıştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.),
hurma dalının yanına döndü. Onu kucakladı. Artık o çocuk gibi sakinleşip sustu.
Bu hadisi rivayet ettikten sonra Hasan-ı Basrî, ne güzel bir söz söylemiştir:
"Ey Müslümanlar! Ona olan aşkından ve iştiyakından ötürü bir ağaç parçası, Rasûlullah için
inliyor. Ona kavuşmayı ümid eden kimselerin, ona daha çok arzu ve iştiyak duymaları
gerekmez mi?" [6]
Bu Şerefli Mescidin Faziletine Dair Birkaç Söz
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğim rivayet eder: Hudre
oğullarından bir adamla Amr b. Avf oğullarından bir adam, takva üzerine inşa edilen
mescidin, hangi mescid olduğu hususunda ihtilaf ettiler. Hudre oğullarından olan adam
şöyle dedi: "Bu mescid, Rasûlullah in mescididir."
Amr b. Avf oğullarından olan adam ise: "Hayır, bu Küba mescididir." dedi. İkisi,
Rasûlullah'm yanma gelip takva üzerine inşa edilen mescidin hangisi olduğunu sordular.
Rasûlullah: "O, benim şu mesci-dimdir." dedi. Ve Küba mescidi hakkında da: "Onda çok
hayır vardır." dedi.
Müslim'in sahihinde belirtildiğine göre Ebu Seleme b. Abdurrah-man'm, Abdurrahman b.
Ebi Said'e şöyle sorduğu rivayet edilir:
- Takva üzerine inşa edilen mescid hakkında babandan nasıl birşey duydun?
- Babam dedi ki: Ben, Rasûlulîah (s.a.v.)'a giderek takva üzerine inşa edilen mescidi ona
sordum. O da bir avuç çakıl alıp yere vurdu. Sonra: "O sizin şu mescidinizdir." dedi.
İmam Ahmed b. Hanbel, Sehl b. Sa'd'm şöyle dediğini rivayet eder:
« Rasûlullah (s.a.v.) zamanında iki kişi, takva üzerine inşa edilen mescidin hangi mescid
olduğu hususunda ihtilaf ettiler. Biri dedi ki: O mescid, Rasûluîlah'ın mescididir.
Diğeri ise, Küba mescidi olduğunu söyledi. İkisi birlikte Rasûlullaha gelip sordular.
Rasûlullah da şu cevabı verdi:
"O, benim şu mescidimdir."
İmam Ahmed b. Hanbel, Ubey İbn Ka'b'dan rivayet etti M Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Takva üzerine tesis edilen mescid, benim şu mescidimdir." Çeşitli yollardan gelen ve
katiyete yakın ifadeleri içeren bu rivayetlerden anlaşıldığına göre takva üzerine tesis edilen
mescid, Rasûlullah (s.a.v.)'m mescididir. Hz. Ömer ile oğlu Abdullah, Zeyd b. Sabit ve Said
b. Müseyyeb, bu görüşü kabul etmişlerdir. İbn Cerir de bu görüşü benimsemiştir. Diğerleri
dediler ki:
Ayet-i kerimenin -Önceden açıklandığı gibi- Küba mescidi hakkında nazil oluşu ile yukarıda
zikredilen şu hadisler arasında aykırılık yoktur. Çünkü Mescid-i Nebevi, ayette sözü edilen
sıfata daha layıktır. Çünkü Mescid-i Nebevi, dışarıdan göç (yük) bağlanarak ziyaret için
kendisine gelinen üç mescidden biridir. Nitekim Buhari ve Müslim'in sahihlerinde de Ebu
Hüreyre'nin hadisinde sabit olduğu gibi Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ancak üç mescide ziyaret için göç bağlanıp gelinir: Benim şu mescidim ile Mescid-i
Haram ve Mescid-i Aksa."
Sahih-i Müslim'de Ebu Said'ten rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Ancak üç mescide ziyaret için göç bağlanıp gelinir..."
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde de sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Benim şu mescidimde kılman bir namaz, -Mescid-i Haram dışında- diğer mescidlerde
kılman bin namazdan daha hayırlıdır."
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Evimle minberimin arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Ve benim minberim,
havuzumun üzerindedir."
Gerçekten, Mescid-i Nebevinin faziletlerine dair hadisler çoktur. O hadisleri, "el-Ahkamu'1-
Kebir" adlı kitabın Menasik kısmında inşaallah nakledeceğiz. Güvencimiz ve dayanağımız
Allah'tır. Hikmet sahibi yüce Allah'ın güç ve kuvvetinden başka güç ve kuvvetimiz yoktur.
İmam Malik ile arkadaşlarına göre Medine'deki Mescid-i Nebevi Mescid-i Haram'dan daha
faziletlidir. Çünkü Mescid-i Haram'ı inşa eden, İbrahim peygamberdir. Medine'deki Mescidi
Nebevi'yi ise Muhammed (s.a.v.) inşa etmiştir. Bilindiği gibi Muhammed (s.a.v.), İbrahim
peygamberden daha üstündür. Cumhur-u ulema ise bunun aksi görüşe kail olarak Mescid-i
Haram'm, Medine'deki Mescid-i Nebe-vi'den daha faziletli olduğu görüşündedir. Çünkü
Mescid-i haram, Cenâb-ı Allah'ın göklerle yeri yarattığı günde haram kılmış olduğu bir
beldede bulunmaktadır. Ki o beldeyi, İbrahim Halil (a.s.) ile son peygamber Muhammed
(s.a.v.)'e haram kılmışlardır. Başka beldelerde bulunmayan vasıflar, o belde de bir araya
gelmiştir. Bu konu başka bir yerde inşaallah teferruatlı olarak açıklanacaktır. Yardım
dileğimiz Allah'adır. [7]
Fasıl
Rasûlullah ve aile efradı için mesken olsun diye, Mescid-i Nebe-vi'nin çevresinde bazı
hücreler inşa edildi. Bu hücrelerin binası alçak, avluları dar idi. Hasan b. Ebu'l Hasan el-
Basrî -Ümmü Seleme'nin azad-hsı olan annesi Hayre'nin yanında bir çocuk iken- şöyle
demiştir: "Peygamber (s.a.v.)'in hücrelerinden en yükseğinin tavanına bile elimi uzatıp
değdirebiliyordum."
Ben derim ki: Hasan-ı Basrî, iri cüsseli, uzun boylu bir adam idi. Allah ona rahmet etsin.
Böyle olduğu için elini, hücrelerin tavanına uzatıp değdirebilmiştir.
"Ravz" adlı eserde Süheylî şöyle demişti: Hz. Peygamber'in hücreleri, hurma dallarından
yapılmış olup üzerine çamur sıvanmıştı. Bir kısmı da beyaz taşlardan inşa edilmişti.
Bununla beraber tamamının tavanları hurma dallarıyla kapatılmıştı.
Hasan-ı Basrî'nin yukarıdaki sözüne ek olarak şöyle dediği de nakledilmiştir: Hz.
Peygamber 'in hücreleri, Arar ağacından birbirine bağlı parçalardan inşa edilmişti
Buharî'nin tarihinde anlatıldığına göre Hz. Peygamber'in hücrelerinin kapılarına tırnakla
vurularak çalınırdı. Bu da gösteriyor ki hücrelerinin kapılarında kapıyı çalmak için halkalar
yoktu. Rasûlullah'm zevcelerinin vefatından sonra hücreleri, Mescid-i Nebeviye katılmıştır.
Vakidî, İbn Cerir ve diğerleri dediler ki:Abdullah b. Urayltit ed-Dilî Mekke'ye dönerken,
Rasûlullah (s.a.v.) ve Ebu Bekir, Mekke'deki ailelerini getirmeleri için Peygamberin
azadhları Zeyd b. Harise ile Ebu Rafii de beraberine kattılar. Kudeyd'ten (Kadid?) deve satın
almaları için onlarla birlikte 500 dirhem ve iki deve gönderdiler. Bunlar, Mekke'ye gittiler.
Rasûlullah (s.a.v.)'m kızları Patıma ve Ümmü Gülsüm ile Hz. Peygamberin eşleri Şevde ile
Aişe'yi, Aişe'nin annesi Ümmü Ruman'ı getirdiler. Yolculuk esnasında Hz. Aişe ile Annesi
Ümmü Ruman'm develeri ürküp kaçmaya başladı. Ümmü Ruman:
"Vah kizım, vah gelinciğim!" diye feryad etmeye başladı.
Hz. Aişe dedi ki: Görünmezlerden bir sesin: "Devenin yularını bırak." dediğini işittim. Ben
de devenin yularını salıverdim. O da Allah'ın izni ile durdu. Yüce Allah, bizleri kazadan
korudu.
Kafile yola çıktı. İlerlemeye başladı. Sunh denen yere vardılar. Sonra Rasûlullah (s.a.v.),
-ileride de açıklanacağı gibi- sekiz ay sonra şevval ayında Hz. Aişe ile gerdeğe girdi.
Bu kafile ile birlikte Ebu Bekir'in kızı Esma da gelmişti. Esma, Zü-beyr b. Avvam'm zevcesi
idi. Zübeyr'in oğlu Abdullah'a hamile idi. Doğumu yakındı. Bununla ilgili açıklama, hicretin
bu senesinin son kısmında yeri geldiğinde verilecektir. [8]
Muhacirlerin Medine Sıtmasına Yakalanmaları
Hz. Peygamber, Allah'ın güç ve kuvveti sayesinde bu hastalıktan kurtulmuştu. Rabbine dua
etmiş ve bu hastalığı Medine'den uzaklaştır-
Buharî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde
Ebu Bekir ile Bilal sıtmaya yakalanmışlardı. Yanlarına gidip şöyle dedim:
- Babacığım, kendini nasıl hissediyorsun?
- Ey Bilal, ya sen kendini nasıl hissediyorsun? Ebu Bekir'i sıtma nöbeti tuttuğunda şöyle
derdi:
"Her kişi ki aile efradı arasında sabahlamıştır.
Ölüm ise, onun ayakkabısının bağından ona daha yakındır."
Bilal, sıtma nöbetinden kurtulduğunda sesini yükselterek şöyle derdi:
"Keşke bilseydim ki acaba bir gece bir vadide etrafımda İzhir (İzher?) ve Hemmam otları
bulunduğu halde geceler miyim? Acaba bir gün Mecinne sularına gelir miyim? Acaba sana,
Şa'me ve Tafıl görünür mü?"[9]
Hz. Aişe dedi ki: Gelip durumu Rasûlullah'a anlattım, o da şöyle dedi:
«Allah'ım, Mekke'yi sevdiğimiz kadar ya da daha fazla bir sevgi ile Medine'yi bize sevdir.
Burayı bizim için hastalıksız kıl. Sa' ve müddünü (ölçeklerini) bizim için bereketli kıl.
Sıtmasını da Cuhfe'ye gönder.»
Buharî'nin rivayetine göre Bilal, mezkur şiiri okuduktan sonra şöyle demiştir:
«Allahım! Utbe b. Rebia'ya, Şeybe b. Rebia'ya ve Ümeyye b. Halefe lanet et. Onlar nasıl
bizi vebalı yere sürgün ettilerse, sen de onlara lanet et."
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Allahım, Mekke'yi sevdiğimiz kadar veya daha fazlasıyla Medine'yi bize sevdir.
Medine'nin sa' ve müddünü (ölçeklerini) bizim için bereketli kıl. Burayı bizler için sağlıklı
bir yer haline getir. Sıtmasını da Cuhfe'ye naklet."
Hz. Aişe diyor İd: "Medine'ye geldik. Orası Allah'ın en vebalı yeri idi. Buthan'da rengi ve
tadı bozuk bir su akıyordu."
Muhammed b. İshak'tan rivayette bulunan Ziyad, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini nakleder:
"Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde orası, Allah topraklarının en vebalı sıtma yeri idi.
Ashabına orada bela ve hastalık isabet etti. Allah da bu hastalığı, peygamberinden
uzaklaştırdı. Ebu Bekir, Amir. b. Füheyre ve Bilal -İd bu ildsi Ebu Bekir'in azadlılan idilerbir
tek odada idiler. Ve onlar da sıtmaya yakalanmışlardı. Yanlarına ziyaret için gittim. Bu
hadise, örtünmemize dair emrin nazil olmasından önce idi. Onlarda, Allah'tan başka
kimsenin bilmediği hastalık eleminin şiddeti vardı. Ebu Bekir'e yanaşıp sordum:
— Kendini nasıl buluyorsun babacığım? Ebu Bekir cevaben, şöyle dedi:
"Her kişi ki, kendi ailesi arasında sabahlamıştır.
Ölüm ise, onun ayakkabısının bağından ona daha yakındır."
Ben de: "Vallahi babam ne dediğini bilmiyor." dedim. Amir b. Fü-heyre'ye yanaşıp ona da
sordum:
- Ey Amir, kendini nasıl buluyorsun? Amir, şu cevabı verdi:
"Şüphesiz ölümü, onu tadmadan önce buldum. Korkak kişinin ölümü başı ucundadır.
Her kişi, kendi gücüyle gayret sarfedicidir. Tıpkı derisini boynuzuyla koruyan öküz gibi."
Vallahi Amir de ne dediğini bilmiyor, dedim. Bilal, sıtma nöbetine yakalandığı zaman evin
avlusunda uzanır, sonra sesini yükselterek şöyle derdi:
"Keşke bilseydim ki, acaba bir gece Fahd'da1 etrafımda İzhir ve Nemmam otları bulunduğu
halde geceler miyim? Acaba bir gün Mecinne sularına gelir miyim? Acaba Şa'me ve Tafıl
dağları bana görünür mü?"
Hz. Aişe diyor ki: Bunların söylediklerini Rasûlullah'a anlatarak: "Bunlar saçmalıyorlar ve
sıtmanın şiddetinden ötürü ne söyle diklerini bilmiyorlar." dedim. Bunun üzerine
Rasûlullah, şöyle dua buyurdu:
"Allahım, Mekke'yi bize sevdirdiğin kadar ya da daha fazlasıyla Medine'yi bize sevdir.
Medine'nin müd' ve sa'ını (ölçeklerini) bizler için bereketli kıl. Medine'nin vebasını,
Mahyaa'ya (Cuhfe'ye) naklet."
İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Ebu Bekir ile azadlüarı Amir b. Füheyre ve Bilal
hastalandılar. Onları ziyaret etmek için Rasûlullah'tan izin istedim. O da bana izin verdi.
Ebu Bekir'e uğrayıp:
"Kendini nasıl buluyorsun?" diye sordum.
O da şöyle cevap verdi:
"Her bir kişi ki, aile efradı içinde sabahlamış tır.
Ölüm ise, onun ayakkabısının bağından kendisine daha yakındır."
Amir'e de, kendisini nasıl hissettiğini sordum. Bana şu cevabı verdi:
"Şüphesiz ki ölümü, onu tatmadan önce buldum.
Korkak kişinin ölümü başı ucundadır."
Bilal'e.kendisini nasıl hissettiğini sorduğumda bana şu cevabı verdi:
"Keşke bilseydim ki acaba bir gece Fahd'da[10] etrafımda İzhir ve Nemmam otlan
bulunduğu halde( geceler miyim?"
Bunları ziyaret ettikten sonra Rasûlullah'm yanına geldim. Durumlarını ve söylediklerini
ona anlattım. O da semaya bakıp şöyle dedi:
"Allahım! Mekke'yi bize sevdirdiğin kadar, ya da daha fazlasıyla Medine'yi bize sevdir.
Allahım, Medine'nin sa' ve müddünde (ölçeğinde) bizler için bereket ihsan et. Medine'nin
vebasını da Mehyaa'ya (Cuhfe'ye) naklet."
Beyhakî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde
orası Allah'ın en vebalı yeri idi. Medine'nin Buthan vadisinde rengi ve tadı bozuk bir su
akıyordu.
Hişam dedi İd: Medine vebası, cahiliye döneminde de bilinen bir veba idi. Bir kimse vebalı
bir vadiye yaklaştığında ona merkep gibi anırması tavsiye edilirdi. Eğer böyle yaparsa, o
vadinin vebası ona zarar vermezdi. Şairin biri, Medine'ye yaklaştığında şu şiiri okumuştu:
"Ömrüme yemin olsun ki ben, alçak kimsenin korkusundan ötürü merkep gibi anırırsam,
şüphesiz ki ben korkak ve sabırsız kimseyim."
Buharı, Salim'in babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
"Saçı başı dağınık, siyahı bir kadının, Medine'den çıkıp gittiğini ve Mehyaa'da (Cühfe'de)
durduğunu (rüyamda) gördüm. Bu rüyayı, Medine vebasının Mehyaa'ya nakledilişi şeklinde
yorumladım."
Hişam dedi ki: "Cühfe'de doğan bir çocuk, buluğa ermeden sıtma sebebiyle düşüp ölürdü."
Beyhakî bunu, "Delailü'n-Nübüvve" adlı eserde nakletmiştir.
Yunus, İbn îshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde
orası vebalı idi. Medine'de ashabına bela ve hastalık bulaştı. Onlar bitkin düştüler. Ama
Cenâb-ı Allah, hastalığı peygamberinden uzaklaştırdı.
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde belirtildiğine göre İbn Abbas şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı, umretu'1-kaza senesinde Mekke'ye geldiler. Müşrikler: "Size,
Yesrib (Medine) sıtmasının zayıf düşürdüğü bir heyet geliyor." dediler. Rasûlullah (s.a.v.) da
ashabına remel yaparak (Safa ve Merve arasındaki) iki sütun arasında yürümelerim emretti.
Bütün şartlarda remel yapmak isterlerdi. Ancak hastalıkları ağırlaşır, diye bunu yapmadılar.
Ben derim ki: Umretu'1-kaza, hicretin yedinci senesinin zilkade ayında yapılmıştır. Şu halde
ya Peygamberin, vebanın Medine'den başka yere nakline dair yaptığı dua gecikmiştir. Ya da
o esnada veba kalkmıştır da azıcık izleri kalmıştır. Yahud sahabelerde vebanın izleri o
süreye kadar kalmıştır. Doğrusunu Allah bilir.
Ziyad, Abdullah b. Amr b. As'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) ve ashabı,
Medine'ye geldiklerinde Medine sıtmasına yakalandılar. Ağır şekilde hastalandılar. Allah, bu
hastalığı Peygamberinden uzaklaştırdı. Sahabelere gelince onlar, ancak oturarak namaz
kılabiliyorlardı. Bu halde namaz kıldıkları esnada Rasûlullah yanlarına gelip kendilerine
şöyle dedi:
"Bilesiniz ki oturarak namaz kılan kimsenin sevabı, ayakta namaz kılanın sevabının yarısı
kadardır." Bunun üzerine Müslümanlar, daha fazla sevap elde etmek maksadıyla
hastalıklarına rağmen ayağa kalkarak namaz kılmaya gayret sarfettiler. [11]
Hz. Peygamber'in Muhacirlerle Ensâr Arasında Dostluk Ve Kardeşlik Tesis
Etmesi Ve Medine'deki Yahudilerle Saldırmazlık Antlaşması Yapması
Medine'de Kaynuka oğulları, Nadir oğulları ve Kurayza oğulları gibi Yahudi kabileleri,
vardı. Taberî'ye göre bu Yahudi kabileleri, Ensâr'dan çok önceleri Buhtü'n-Nasr'm Kudüs'ü
tahrip ettiği zamanlarda Hicaz'a gelip yerleşmişlerdi. Sonra Seylu'l-Arinı olduğunda
Sebe'deki halk sağa sola gruplar halinde dağıldıklarında Evsliler ve Hazreçliler, Medine'ye
gelip Yahudilerin yamna yerleştiler. Onlarla ittifaklar akdedip onlara benzemeye çalıştılar.
Çünkü peygamberlerden nakledile gelen ilim hususunda, Yahudilerin kendilerinden üstün
olduklarını görmüşlerdi. Lakin Cenâb-ı Allah, müşrik olanları hidayete ve İslâm'a
kavuşturarak lütfuna mazhar kıldı. Yahudileri çekememez-likleri, azgınlıkları ve halika tabi
olma karşısında büyüklük taslamaları sebebiyle yardımından ve rahmetinden uzaklaştırdı.
İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.),
Enes b. Malik'in evinde Muhacirlerle Ensâr arasında ittifak akdetti.
İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.), benim evimde Kureyşlilerle Ensâr arasındla ittifak akdetti.
İmam Ahmed b. Hanbel, Amr b. Şuayb'm dedesinin şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber
(s.a.v.), Muhacirlerle Ensârarasmda, birbirlerinin diyetlerini ödemede yardımcı olmak,
esirlerinin fidyesini örfe uygun olacak ölçüde ödemek ve Müslümanların arasını ıslah etmek
şartı üzerine ittifak akdi yapmıştı.
Sahih-i Müslim'de Cabir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a.v-), her batın
üzerine diyet ödeme yükümlülüğü yazmıştır.
Muhammed b. İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Muhacirlerle Ensârarasında birleştirici bir
akid olmak üzere bir belge düzenledi. Bu belgede, Yahudilerle saldırmazlık akdi yaptığını,
onları dinleri ve malları üzerine bıraktığım ve onlara karşı bazı şartlar ileri sürdüğünü, onlara
bazı haklar tanıdığını beyan ederek şöyle dedi:
"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu peygamber Muhammed (s.a.v.)'den, Kureyş ve
Medineli mü'min ve Müslümanlarla, onlara tabi olup onlara katılanlar ve onlarla birlikte
cihad edenler arasında bir antlaşmadır. Onlar, insanlardan ayrı olarak bir tek ümmettirler.
Ku-reyş'ten olan Muhacirler, İslâm'dan önceki halleri üzere, aralarında diyetlerini verirler.
Esirlerinin fidyelerini mü'minler arasında iyilik ve adaletle paylaşıp öderler. Avf oğulları da
eski halleri üzere ilk diyetlerini, aralarında paylaşarak öderler. Her taife, esirlerinin
fidyelerini mü'minler arasında iyilik ve adaletle paylaşıp öderler..."
Peygamber böyle dedikten sonra Ensâr'dan her batnı ve her aileyi zikretti. Saide oğulları,
Cüşem oğlulan, Neccar oğulları, Amr b. Avf oğulları, Nebit oğulları gibi aileleri saydı.
Sonra şöyle dedi:
"Mü'minler, aralannda borcu ağır olan, çoluk çocuğu fazla olan bir kimseyi, gerek fidye
hakkında, gerek diyet hakkında insansız ve yar- . dımsız bırakamazlar. Hiçbir mü'min, diğer
bir mü'minin kölesiyle, o müminin kendisi olmaksızın ittifak akdi yapamaz. Muttaki
mü'minler, azgınlık yapan veya büyük bir zulüm, yahud günah veya düşmanlık ya da
mü'minler arasında fesad meydana getirmek isteyen kimseye karşıdırlar. Onun hakkından
gelirler. Bütün müminlerin elleri, onun üzerine bir tek yumruk gibidir. O fesadçı kişi,
onlardan birinin çocuğu olsa dahi yine böyle yaparlar. Hiç bir mü'min bir mümini, kafire
karşılık olarak öldürmez ve mü'mine karşı kafire yardım etmez. Allah'ın himayesi, herkes
için eşittir. Onlara karşı, onların en zayıfım himaye eder. Mü'minler, insanlar içinde
birbirlerinin dostları ve sahipleridirler.
Yahudilerden bize tabi olanlar için, bizden onlara yardım ve sahip çıkma vardır. Zulme
uğramayacaklar ve baskı altına alınmayacaklardır. Mü'minlerin barış antlaşması birdir. Bir
mü'min, öteki mü'min yerine Allah yolundaki bir savaşta barış anlaşmasını, ancak mü'minler
arasında eşitlik ve adalet üzere yapar. Bizimle birlikte savaşan her kadın, birbirlerine
yardımcı olurlar. Mü'minler, birbirlerini Allah yolunda canlarına erişen musibetlere karşı
korurlar. Takvalı mü'minler, en güzel gidişat ve en doğru yol üzeredirler. Hiçbir müşrik
Kureyşli'nin, ne malını ne de canını himaye edemez. Bir mü'mine karşı, onun önünde duramaz.
Bir mü'mini, öldürülmesini gerektiren bir suçu olmaksızın bey-yine ile sabit olan bir
öldürme ile Öldürürse, o, o sebeble kısasa tabi tutulur. Ancak maktulün velisi razı olursa
müstesna. Mü'minlerin hepsi, ona karşı olurlar. Onlar için ancak, ona karşı koymak helal
olur. Bu sa-hifedeki hususları ikrar edip kabul eden, Allah'a ve ahiret gününe iman eden
hiçbir mü'min için, dinden olmayan birşeyi icad eden bid'atçi kimseye yardım etmemesi ve
onu barındırması helal olmaz. Kim ona yardım eder ve onu barındırırsa, Allah'ın lanet ve
gazabı kıyamet gününde onun üzerine olur. Ne tevbesi, ne de sadakası kabul olunur. Bir
konuda ayrılığa düştüğünüz zaman, Allah ve Rasûlüne müracaat edin. Mü'minler
savaştıkları sürece, Yahudiler onların savaş, masraflarına katkıda bulunurlar.
Beni Avf Yahudileri, mü'minlerle beraber bir topluluktur. Yahudilere, kendi dinlerine bağlı
kalma hakkı vardır. Müslümanlara da, kendi dinlerine bağlı kalma hakkı vardır. Gerek
köleleri olsun, gerek kendileri olsun bu hüküm böyledir. Ancak zulmeden ve kötülük yapan
müstesnadır. Çünkü o, ancak kendisini ve ailesini mahveder.
Neccar oğulları, Haris oğulları, Saide oğulları, Cüşem oğulları, Evs oğulları, Salebe oğulları,
Cefne oğullan, Şütaybe oğulları ve Yahudileri için, Avf oğulları Yahudilerine tanınan
hakların ve yüklenen yükümlülüklerin aynısı vardır. Yahudi kabilelerinin batınları da, o
kabilelerin kendileri gibidir. Muhammed (s.a.v.)'in izni olmadan, hiç kimse onlardan
ayrılamaz. Yaralama kısasını yapmaktan imtina edemez. Kim yaralama veya öldürme
suretiyle yahut herhangi bir surette bir hakkı çiğnerse, kendisi ve ailesi ile bu hak ödettirilir.
Ancak zulmeden müstes-na'dır. Allah böyle ister.
Yahudilerin nafakaları, kendilerine aittir. Müslümanların nafakaları da kendilerine aittir. Bu
düsturu kabul edenlere karşı savaşanlarla savaşmak için aralarında yardımlaşacaklar,
birbirlerinden yararlanacaklar ve iyilik edeceMerdir. Birbirlerine zarar vermeyeceklerdir.
Hiç kimse, müttefikine kötülük yapmayacaktır. Mazluma yardım edilecektir. Yesrib'in içi,
bu belge ehli için haremdir.
Komşu zarar vermedikçe ve kötülük yapmadıkça, ev sahibi gibidir. Hiçbir ev halkı,
sahibinin izni olmaksızın himaye edilmez.
Bu sahifeyi kabul eden taraflar arasında bir ihtilaf veya hadise meydana gelirde fesadından
korkulursa, Allah ve Rasûlünün hakemliğine başvurulsun. Allah, bu sahifedeki hayırlı ve iyi
şeyleri kabul eder. Kureyş himaye edilmez. Onlara yardım edenler de himaye olunmaz. Bu
sahifeyi kabul edenler, Medine'nin etrafına ansızın saldırılıp kuşatılması durumunda,
saldırganlara karşı aralarında yardımlaş acaklar dır. Barış yapacakları ve kabul edip
yüklenecekleri bir barışa çağrıldıkları zaman bu barış akdini yapar ve kabul edip yüklenirler.
Onlar barışa çağrıldıkları zaman, müminlere karşı hakları olur. Ancak dine karşı savaşanlar,
bundan müstesnadırlar. Herkesin eski borçları, aynen devam eder. Bu sahife, zalim veya
günahkarların ceza görmesine engel olmaz. Medine'den çıkan, Medine'de oturan kimse
güvenliktedir. Ancak zulmeden veya günah işleyen müstesnadır. İyilik edip takvalı olan
kimseyi, Allah korur."
İbn İshak, bu muahedeyi bu şekilde nakletmiştir. Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam,"Garip" adlı
kitabında bundan uzun uzadıya söz etmiştir. [12]
Hz. Peygamber'in Muhacirlerle Ensar'ı Kardeş Yapması
Yüce Allah buyurdu ki:
«Daha önceden Medine'yi yurd edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler,
kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir
çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden
önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.
» (el-Haşr, 9.)
«Kendileriyle yeminleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz. Doğrusu Allah her şeye
şahiddir.» (cn-Nisâ, 33.)
Buharı, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: ayetiyle mirasçılar kastedilmiştir.
«Kendileriyle yeminleştiğiniz kimseler» sözüyle şu mana kastedilmiştir: Muhacirler,
Medine'ye geldiklerinde Muhacir akrabalarına değil de Ensâr'dan olan kimseye mirasçı
oluyorlardı. Çünkü Peygamber (s.a.v.), Muhacirlerle Ensârarasmda kardeşlik tesis etmişti.
ayeti nazil olunca bu hüküm neshedildi. Böyle dedikten sonra İbn Abbas: "Kendileriyle
yeminleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz.» mealindeki ayeti okudu ve: "Onların yardım,
nasihat ve yiyecek yardımından hisselerini verin. Ama mirasçı olma durumu kalktı.
Böyleleri için vasiyet edilir." dedi.
İmam Ahmed b. Hanbel dedi M: Süfyan'ajAsım'm, Enes'ten rivayet ederek şöyle dediğini
duydum: Peygamber (s.a.v.), bizim mekanımızda Ensârile Muhacirler arasında karşılıklı
anlaşma ve ittifak yaptırdı." şeklinde bir söz söylendi.
Süfyan der ki: Sanki o, aralarında kardeşlik tesis etti, diyordu.
Muhammed b. îshak dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.), ashabından olan Muhacirlerle Ensâr
arasında kardeşlik tesis etti."
Aynı zat, sözüne devamla şöyle dedi: Bize ulaşan bir habere göre -ki söylemediği bir sözü
kendisine isnad etmekten Allah'a sığınırız- Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah rızası
için ikişer ikişer kardeş olun." Böyle dedikten sonra Hz. Peygamber, Ebu Talib oğlu Ali'nin
elinden tutarak: "İşte bu, benim kardeşimdir." demiştir.
Rasûlullah (s.a.v.), peygamberlerin efendisi, takva sahibi kimselerin önderi, âlemlerin eşsiz
ve benzersiz Rabbinin elçisi idi. Ebu Talib oğlu Ali ile o, iki kardeş idiler. Allah ve
Rasûlünün aslanı, Rasûlullah'ın amcası Abdülmuttalib oğlu Hamza ile Rasûlullah'ın azadlısı
Harise oğlu Zeyd de iki kardeş idiler. Rasûlullah, Uhud savaşında Hamza'ya göz kulak
olmasını Zeyd'e vasiyet etmişti. Ebu Talib oğlu Cafer-i Tayyar --harpte iki kolu kesilip şehid
olduğu için Rasûlullah tarafından kendisine iki kanatlı anlamına gelen bu unvan verilmiştirile
Muaz b. Cebel de iki kardeş idiler.
İbn Hişam der ki: O günde (Uhud savaşında) Cafer, Habeş diyarında, uzaklarda idi.
İbn İshak der ki: Ebu Bekir ile Harice b. Zeyd el-Hazrecî iki kardeş idiler. Hattab oğlu Ömer
ile Malik oğlu Utban iki kardeş idiler. Ebu Ubeyde ve Sa'd b. Muaz; Abdurrahman b. Avf ve
Sa'd b. er-Rebî, Zübeyr b. Avvam ve Seleme b. Selame b. Vakş de iki kardeş idiler. Zübeyr
b. Av-vam'ın, Abdullah b. Mes'ud ile kardeş olduğunu söyleyenler de vardır. Osman b. Affan
ile Evs b. Münzir en-Neccarî, Talha b. Ubeydullah ile Ka'b b. Malik, Said b. Zeyd ile Übey
b. Ka'b, Mus'ab b. Ümeyr ile Ebu Eyyüb, Ebu Hüzeyfe b. Utbe ile Abbad b. Bişr, Ammar ile
Abdüleşhel'in müttefiki Hüzeyfe b. Yeman el-Absî iki kardeş idiler. Ammar'm, Sabit b. Kays
b. Şemmas ile kardeş olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Ebu Zer Berir b. Cünade ile hızlı koşan Münzir b. Amr, Hatib b. Ebi Beltaa ile Uveynı b.
Saide, Sehnan ile Ebu Derda, Bilal ile Abdullah b. Revaha iki kardeş idiler.
Rasûlullah (s.a.v.)'ın, aralarında kardeşlik tesis edildiğini bildirdiği bazı sahabelerin adları
üzerinde tartışılabilir. Şöyle ki;
Peygamber'in kendini Hz. Ali ile kardeş ilan ettiğine ilişkin haberi, bazı âlimler kabul
etmemekte ve sahih olmadığını söylemektedirler.
Bu görüşlerine dayanak olarak da mezkur kardeşliğin, bazı sahabeleri birbirlerine kenetleme
ve gönüllerini birbirine ısındırma amacıyla tesis edilmiş olduğunu göstermektedirler.
Bunlara göre Peygam-ber'in kendini herhangi bir sahabe ile, Hamza ile Zeyd b. Harise
örneğinde olduğu gibi bir Muhaciri başka bir Muhacirle kardeş kılmasının anlamı yoktu.
Yalnız şu hususu göz önünde bulundurmak gerekir ki, Peygamber Efendimiz, Hz. Ali'nin
idare ve menfaatini başkasına havale etmeyi uygun görmediği için, Ali üe kardeş olduğunu
ilan etmiş olabilir. Çünkü Hz. Peygamberin, geçimlerini temin ettiği kimselerden biri de Hz.
Ali'dir. Henüz küçük yaşta ve babası Ebu Talib de hayatta iken, Peygamber onun nafakasını
üstlenmişti. Daha önce bundan bahsederken
Mücahid ve diğerlerinin bu görüşte olduklarını söylemiştik. Aym şekilde Hz. Hamza da,
azadlüarı Zeyd'in çıkarlarını korumayı üstlenmiş ve bu sebeple onunla kardeş olmuş olabilir.
Doğrusunu Allah daha iyi bilir. Abdülmelik b. Hişam'm da işaret ettiği gibi Cafer-i Tayyar
ile Muaz b. Cebel'in kardeşlikleri konusu üzerinde ihtilaf vardır. İleride de açıklanacağı gibi
EbuTalib oğlu Cafer-i Tayyar, hicri yedinci sene başlarında, Hayber fethi esnasında
Medine'ye gelmiştir. Böyle olunca Peygamberin Medine'ye gelişinin ilk günlerinde Cafer ile
Muaz'ı kardeş kılmış olması nasıl mümkün olur? Yalnız ileriki bir zamanda Medine'ye
geldiği takdirde, Cafer'le kardeş kılınması için Hz. Peygamber, Muaz'ı yedekte tutmuş
olabilir.
Muhammed b. îshak'm; "Ebu Ubeyde ile Sa'd b. Muaz da iki kardeş idiler." sözü, İmam
Ahmed b. Hanbel'in şu rivayetine ters düşmektedir:
Enes b. Malik'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Ubeyde b. Cerrah ile
Ebu Talha'yı kardeş yaptı.
Müslim de, Abdüssamed b. Ab dül varis'ten şöyle bir rivayette bulunmuştur ki bu, Ebu
Ubeyde iîe Sa'd b. Muaz'm kardeş kılındıklarına dair İbn İshak in anlattıklarına nisbetle
daha doğrudur. Allah, doğru olanı daha iyi bilir.
Sahih-i Buharî'de Hz. Peygamberin ashabını birbiriyle nasıl kardeş kılmış olduğu
bölümünde Abdurrahman b. Avf der ki:
"Peygamber (s.a.v.), Medine'ye geldiğimizde benimle Sa'd b. Rebii kardeş yaptı."
Ebu Cuhayfe dedi ki: "Peygamber (s.a.v.), Selman-ı Farisî ile Ebu Derda'yı kardeş yaptı."
Muhammed b. Yusuf, Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Abdurrahman b. Avf, Medine'ye
geldi. Peygamber (s.a.v.), onunla Ensâr'dan Sa'd b. Rebii kardeş yaptı. Sa'd, kendi malını ve
zevcelerinin yansım, Abdurrahman'a vermeyi teklif etti. Abdurrahman: "Malını ve aileni Allah
sana mübarek etsin, yalnız sen, bana çarşının yolunu göster." dedi. Çarşıya gidip alış
veriş yaptı. Kazanç olarak biraz yağ ve çökelek elde etti. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra
Hz. Peygamber, onunla karşılaştı. Üzerinden safran kokusu geliyordu. Ona: "Bu nedir ey
Abdurrahman?" diye sordu. Abdurrahman: "Ya Rasûlallah, Ensâr'dan bir kadınla evlendim»
cevabını verdi. Peygamber: "Ona ne kadar mehir verdin?" diye sorunca o da: "Bir hurma
çekirdeği kadar altın verdim." dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bir
koyun keserek de olsa, düğün yemeği ver."
İmam Ahmed b. Hanbel, Enes (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet eder: Abdurrahman b. Avf,
Medine'ye geldi. Rasûlullah (s.a.v.), onunla Sa'd b. Rebi el-Ensârî'yi kardeş yaptı. Sa'd,
Abdurrahman'a şöyle bir teklifte bulundu: "Medine halkının en zenginiyim. Malımın
yarısını al, senin olsun. Nikahlı iki karım var... Bak, hangisini beğeniyorsan onu senin için
boşayayım da onunla evlen."
Bu teklife Abdurrahman şu cevabı verdi:
"Allah, malım ve aileni sana mübarek kılsın. Yalnız siz, bana çarşının yolunu gösterin."
Çarşının yolunu kendisine gösterdiler: Gitti, alışveriş yaptı, kazandı, biraz yağ ve çökelek
getirdi. Aradan Allah'ın dilediği kadar bir süre daha geçtikden sonra, Safran kokusu
sürünmüş olarak geldi, Rasûlullah (s.a.v.), "Bu da ne?" diye sorunca, Abdurrahman: "Bir
kadınla evlendim ya Rasûlallah" dedi. "Ona ne kadar mehir verdin?" diye sorunca, "Bir
çekirdek ağırlığınca altın verdim." dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): "Bir koyun
keserek de olsa düğün yemeği yap." emrini verdi. Abdurrahman, bir defasında şöyle
demişti:
"Nihayet kendimi öyle bir halde gördüm ki, yerden bir taş kaldır-sam, altında mutlaka altın
ve gümüş bulacağımı umardım."
îmam Ahmed b. Hanbel, Enes'ten rivayet etti ki, Muhacirler şöyle demişlerdi:
"Ya Rasûlallah! Aralarına geldiğimiz bu Medine halkı kadar iyi bir kavim görmedik.
Gelirleri az olduğu zaman bizimle paylaşırlar. Çok olduğu zaman ise, bize hissemizden kat
kat fazla verirler. Vallahi bütün ecir ve sevabı, kendilerinin götürmesinden korkuyoruz."
Hz. Peygamber, onlara şöyle cevap verdi:
"Hayır, siz onları övdüğünüz ve onlara dua ettiğiniz müddetçe size de ecir verilir."
Buharı, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki; Ensâr, Rasûlullah'a şöyle dedi:
- Hurmalıkları bizimle (Muhacir) kardeşlerimiz arasında taksim et.
Rasûlullah:
- Hayır, diye cevab verdi.
Bu kez Ensâr, Muhacirlere yönelerek:
- Masrafları karşılarsanız, sizi ürüne ortak yaparsak olur mu? diye sordular.
Muhacirler: .
- Bu teklifinizi duyduk ve teklifinize uyduk, dediler.
- Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem, Rasûlullah (s.a.v.)'m Ensâr'a şöyle dediğini rivayet eder:
- (Muhacir) kardeşleriniz mal ve evladlannı bırakıp size gelmişlerdir.
- Malımızı onlarla paylaşacağız.
- Başka birşey yapsanız olmaz mı?
- Başka şey nedir?
- Onlar, çalışmayı bilmeyen kimselerdir. Onların yerine siz çalışın da ürünü onlarla paylaşın.
- Evet, olur.
Ensâr'm faziletine ve güzel karakterlerine dair hadislerle eserleri, «Daha önceden Medine'yi
yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler...» (cl-Haşr, 9.) ayetinden
bahsederken nakletmişizdir. [13]
Ebu Ümame Es'ad B. Zürare'nin Vefatı
Es'ad b. Zürare'nin şeceresi (soy kütüğü) şöyledir: Es'ad b. Zürare b. Ades b. Ubeyd b.
Salebe b. Ğanm b. Malik b. Neccar. Bu zat, Akabe gecesinde Neccar oğullarının temsilcisi
idi. Yani ikinci Akabe bey'atındaki oniki temsilciden biri idi. Akabelerin her üçüne de
katılmıştır. İkinci Akabe gecesinde bir görüşe göre Rasûlullah ile ilk bey*atleşen kişidir. O
zaman, genç bir şahıstı. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Medine'de Hezmu'n-Nebit
mıntıkasının Nakiü'l-Hadamat kısmında ilk cuma namazını kıldıran kişidir.
Muhammed b. îshak dedi ki: O aylarda mescid inşa edilmekte iken Ebu Umame Es'ad b.
Zürare boğaz ağrısına ve hıçkırığa yakalanarak vefat etti.
İbn Cerir de, tarihinde Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Vücuduna diken batan Es'ad b.
Zürare'yi, Rasûlullah (s.a.v.) dağlamıştı.
İbn îshak, Yahya b.Abdullah b.Abdurrahman b.Es'ad b. Zürare'den rivayet etti ki; Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ebu Umame, Yahudilerle Arap münafıkları için ne kötü bir
ölüdür. Onlar diyorlar ki: Eğer Muhammed peygamber olsaydı arkadaşı ölmezdi. Halbuki
Allah'tan gelen birşeye karşı ne kendimi, ne de arkadaşımı koruyabilirim."
Bundan da anlaşılıyor ki Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden sonra vefat eden ilk
Müslüman, Es'ad b. Zürare'dir.
ibn Esir, "Üsdu 1-Gabe" adlı eserinde, Es'ad b. Zürare'nin hicretten yedi ay sonra şevval
ayında vefat ettiğini ifade etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Muhammed b. îshak, Asım b. Amr b. Katade nin şöyle dediğini rivayet eder: Neccar
Oğullan, Ebu Umame Es'ad b. Zürare'den sonra kendileri için bir temsilci belirlemesini
Rasûlullah'a arzettiler. O da şöyle cevap verdi:
"Siz benim dayılarımsımz. Aranızda ben varım. Ve sizin temsilciniz de benim." Hz.
Peygamber böyle diyerek onlardan birini, diğerlerinden ayırd etmemek istemişti. Neccar
oğulları, Rasûlullah'ın kendi temsilcileri olduğunu ileri sürerek kavimlerine karşı üstünlük
iddiasında bulunuyorlardı.
îbn Esir dedi ki: Bu da, Ebu Nuaym ile îbn Mendeh'in; "Es'ad b. Zürare, Saide oğullarının
temsilcisi idi." mealindeki sözlerini çürüt mektedir. Çünkü o, Neccar oğullarının temsilcisi
idi.
îbn Esir'in bu sözü doğrudur. Ebu Cafer b. Cerir, tarihinde şöyle der: Peygamber (s.a.v.)'in
Medine'ye gelişinden sonra Müslümanlardan ilk vefat eden kişi, Peygamber Efendimiz'in ev
sahibi Külsüm b Hedm'dir. Peygamberin Medine'ye gelişinden sonra çok geçmeden vefat
etmiştir. Ondan sonra Es'ad b. Zürare vefat etmiştir. Es'ad, Hz. Pev-gamber'in Medine'ye
geliş senesinde mescid inşası tamamlanmadan boğaz ağrısına ve hıçkırığa yakalanarak vefat
etmiştir.
Ben derim ki: Külsüm b. Hedm b. İmru'1-Kays b. Haris b. Zeyd b. Ubeyd b. Zeyd b. Malik
b. Avf b. Amr b. Avf b. Malik b. Evs el-Ensârî el-Evsî, Beni Amr b. Avf oğulları
kabilesinden olup yaşlı bir kimse idi. Hz. Peygamber'in Medine'ye gelişinden önce
Müslüman olmuştu. Peygamber Efendimiz gelip Küba'ya yerleştiğinde Külsüm b. Hedm'in
evine konuk olmuştu. Geceleri orada kalırdı. Gündüz Sa'd b. Rebiin evinde ashabı ile sohbet
ederdi. Neccar oğulları yurduna taşımncaya kadar böyle yapmıştı.
İbn Esir dedi ki: Anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'ye gelişinden sonra ilk
vefat eden Müslüman, Külsüm b. Hedm'dir. Ondan sonra Es'ad b. Zürare vefat etmiştir.
Taberî, bunu bu şekilde nakleder. [14]
Abdullah B. Zübeyr'in Hicri Birinci Senenin Şevval Ayında Doğumu
Hz. Peygamber'in, Medine'ye hicretinden sonra Muhacirlerin doğan ilk çocuğu, Abdullah b.
Zübeyr'dir. Nitekim hicretten sonra Ensâr'dan doğan ilk çocuk da Numan b. Beşir'dir.
Bazılarının ifadesine göre Abdullah b. Zübeyr, hicretin yirminci ayında doğmuştur. Ebu'l-
Es-ved böyle demiştir. Vakidî de Muhammed b. Yahya b. Sehl b. Ebi Has-me'den böyle bir
rivayette bulunmaktadır.
Söylendiğine göre Numan, Abdullah b. Zübeyr'den altı ay kadar Önce, yani hicretin
ondördüncü ayında doğmuştur. Bununla beraber doğru olan, bizim daha önce
söylediğimizdir.
Buharî'nin, Hişam b. Urve'den rivayet ettiğine göre Esma, Abdullah b. Zübeyr'e hamile iken
şöyle demiştir: Mekke'den cilttim. Medine'ye geldim. O esnada doğum yaklaşmıştı. Küba'ya
indim. Abdullah'ı Küba'da doğurdum. Sonra onu alıp Rasûlullah'a getirdim. Onu kucağına
aldı. Sonra biraz hurma getirilmesini emretti. Hurma getirdiler. Hurmayı ağzma alıp çiğnedi.
Sonra Abdullah'ın ağzına tükürdü. Böylece onun karnına giren ilk şey, Rasûlullah'm
tükürüğü oldu. Sonra ağzına hurma sürdü. Ona dua etti. Mübarek olmasını diledi. Abdullah,
hicretten sonra doğan ilk çocuk oldu.
Kuteybe, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: İslâm döneminde Medine'de doğan ilk
çocuk, Abdullah b. Zübeyr oldu. Onu alıp Rasûlullah'a getirdiler. Rasûlullah, biraz hurma
alıp çiğnedi. Sonra onu Abdullah'ın ağzına koydu. Böylece Abdullah'ın karnına giren ilk şey,
Rasûlullah'm tükürüğü oldu.
Bu rivayet, Vakidî ve diğerlerine karşı bir hüccet (delil) dir. Çünkü onun anlattığına göre
Peygamber (s.a.v.) Mekke'ye dönerken, Abdullah b. Uraykit'le birlikte Zeyd b. Harise ile
Ebu Rafii de göndermişti. Bunları kendi ailesiyle Ebu Bekir'in ailesini getirmekle
görevlendirmişti. Bunlar, Peygamber (s.a.v.)'in hicretinin ardı sıra o aileleri getirmişlerdi. O
esnada Esma, doğurması yakın olan bir hamile idi. Doğururken sevinen Müslümanlar,
yüksek seslerle tekbir getirdiler. Çünkü Müslümanların aldıkları haberlere göre Yahudiler,
hicretten sonra Müslümanların çocuklarının olmaması için güya onlara büyü yapmışlardı.
Yahudilerin bu iddiasının asılsız olduğunu Cenâb-ı Allah isbatla-mıştı. [15]
Bu Senede Rasûlullah (S.A.V.)'In Aişe İle Gerdeğe Girmesi
İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.),
şevval ayında benimle evlendi. Şevval aynıda da benimle gerdeğe girdi. Rasûlullah 'm
yanında hangi zevcesi benden daha şanslıdır?"
Hz. Aişe, kendi kabilesinden olan kadınların şevval ayında evlenmelerini isterdi.
Buna göre Rasûlullah (s.a.v.), hicretin yedinci veya sekizinci ayında Hz. Aişe ile gerdeğe
girmiş oluyor. İbn Cerir, hem yedinci ayda, hem de sekizinci ayda gerdeğe girdiğine dair iki
kavil nakletmiştir. Önceki sayfalarda Hz. Peygamber, Medine'ye gelmeden önce Şevde ile
evlenişi, geldikten sonra da Aişe ile gerdeğe girişi ve gerdeğe girişinde gündüzieyin Sünh
mevkiinde gerçekleştiği hakkında açkılamalarda bulunmuştuk. Bu da insanların bugün
itiyad haline getirdikleri teamüle muhaliftir. Hz. Peygamber'in, şevval ayında gerdeğe girişi
de güya eşlerin birbirinden ayrılmalarına sebep olacağı endişesiyle iki bayram arasında
gerdeğe girmeyi mekruh sayan bazı kimselerin vehimlerini boşa çıkarmaktadır. Bunun aslı
yoktur. Çünkü Hz. Aişe, bu vehme kapılanlara reddiye olsun diye şöyle demiştir:
"Rasûlullah, şevval ayında benimle evlendi. Şevval aymda da benimle gerdeğe girdi. Onun
kadınlarından hangisi, benim kadar şanslıdır?"
Bu da gösteriyor ki Hz. Aişe, Rasûlullah'm bizzat kendisinden, zevçeleri arasında en çok
kendisini sevdiğini duymuş ve anlamıştır. Açık delillere dayanarak biz de diyoruz ki, bu
şekilde anlaması doğrudur. Şu hadis, bunu isbatlamak için yeterlidir. Buharı, Anır b. As'tan
şu rivayeti yapmaktadır:
- Ya Rasûlallah, insanlar arasında en çok sevdiğin kimdir?
- Aişe'dir.
- Ya erkeklerden en çok kimi seversin?
- Aişe'nin babasını... [16]
Fasıl
îbn Cerir dedi ki: Bu sene, yani hicretin birinci senesinde -söylendiğine göre- ikamet
halindeki namaz artırıldı. Üzerine iki rekat eklendi. Daha önce hem ikamet namazı, hem de
yolculuk namazı iki rekat idi. ikamet namazına (yolculuk dışında normal zamanlardaki
namaza) iki rekatın eklenmesi, Peygamber (s.a.v.)'in Medine'ye gelişinden sonra rebiyülahır
ayının on ikinci gecesinden sonra olmuştur.
Vakidî, Hicaz ehli arasında bu hususta ihtilaf bulunmadığını ifade etmiştir.
Ben derim ki: Daha önce belirtildiği üzere Buharî'nin rivayet ettiği bir hadiste, Hz. Aişe'nin
şöyle dediğini nakletmiştik:
"İlk farz kılındığında namaz, iki rekat olarak farz kılınmıştı. Yolculuk halindeki namaz, yine
iki rekat olarak kaldı. Ama ikamet halindeki namaz artırıldı."
Beyhakî, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğim rivayet eder: ikamet halindeki namaz, ilk farz
kılınırken dört rekat olarak farz kılınmıştı. Doğrusunu Allah bilir.
Nisa sûresinde şu ayet-i kerimeden bahsederken bu konuda fikrimizi beyan etmiştik:
«Yolculuk ettiğinizde, kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı
kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur.» (101.) [17]
Ezan
Peygamber (s.a.v.)'in Medine'ye gelişinden sonra ezan meşru kılındı.
îbn Ishak dedi ki:. Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye yerleşip huzur bulduğu zaman Muhacir
kardeşleri onun yanına gelip toplandılar. Sonra Ensâr da gelip toplandı. İslâm'ın işi
sağlamlaşmış, namaz yerleşmiş, zekat ve oruç farz kılınmış, hadler vazedilmiş, helal ve
haram yasalaşmış, islâmiyet nallan arasına yerlemişti. Medine'de iman eden bir Ensâr topluluğu
oluşmuştu. Rasûlullah oraya geldiği zaman insanlar, namaz vakitleri için davetsiz
olarak toplanıyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), oraya geldiği zaman bir boru edinmek istedi.
Tıpkı Yahudilerin kendi namazlarına çağırırken kullandıkları boru gibi. Sonra borudan
hoşlanmadı. Sonra çan çalınmasını emretti ki, Müslümanlar namaza onunla çağrılsınlar.
Aralarında bunu düşünürlerken Abdullah b. Zeyd b. Salebe b. Abdi Rebbih -ki bu zat,
Belharis b. Hazreç'in kardeşidir- namaza çağrı ile ilgili şeyi rüyasında gördü. Rasûlullah'a
geldi ve şöyle dedi:
- Ey Allah'ın elçisi! Bu gece biri benim yanımda dolaştı, bana uğradığında, üzerinde iki yeşil
elbise vardı. Elinde bir çan taşıyordu. Ona dedim ki:
- Ey Allah'ın kulu! Bu çanı satar mısın?
- Ne yapacaksın, dedi. Dedim ki:
- Onunla namaza çağırmak istiyorum.
- Sana bundan, daha hayırlı birşeyi göstereyim mi, dedi?
- Nedir o hayırlı şey? dedim.
- Bunun üzerine dedi ki:
- Şöyle dersin: Allahu Ekber Allahu Ekber. Allahu Ekber Allahu Ekber. Eşhedü enlâ ilahe
illallah. Eşhedü enlâ ilahe illallah. Eşhedü en-ne Muhammeden Rasûlullah. Eşhedü enne
Muhammeden Rasûlullah. Hayye alessalah. Hayye alessalah. Hayye alel felah. Hayye alel
felah. Allahu Ekber. Allahu Ekber. Lâ ilahe illallah.
Abdullah b. Zeyd, bunu Rasûlullah (s.a.v.)'a anlattığında kendileri şöyle buyurdu:
«Muhakkak bu gerçek bir rüyadır inşaallah, o halde Bilal'in yanına git ve bunu ona öğret. O,
bununla namaz vakitlerini bildirsin. Çünkü onun senden daha tesirli ve uzaklara ulaşan sesi
vardır.»dedi. Bilal ezan okuduğu zaman Ömer b. Hattab bunu evinde iken işitti. Cübbesini
giyerek Rasûlullaltın yanma gelip şöyle dedi:
"Ey Allah'ın peygamberi! Seni hak rasûl olarak gönderene yemin ederim ki, Abdullah'ın
gördüğü rüyanın aynısını ben de gördüm."
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) «Hamd Allah'a mahsustur.» dedi.
Ebu Davud'taki bir rivayete göre Abdullah b. Zeyd'in rüyada gördüğü kişi, ona ikameti de
öğretmiş, ezanı öğrettikten sonra ona şöyle demiş: Sonra namaza durduğunda şöyle dersin:
Allahu Ekber Allahu Ek-ber. Allahu Ekber Allahu Ekber. Eşhedü enlâ ilahe illallah. Eşhedü
enlâ ilahe illallah. Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah. Eşhedü enne Muhammeden
Rasûlullah. Hayye alessalah. Hayye alessalah. Hayye alel felah. Hayye alel felah.
Kad'kametis salah. Kad'kametissalah. Allahu Ekber. Allahu Ekber. Lâ ilahe illallah.
Ebu Ubeyd, Abdullah b. Zeyd el-Ensârî'nin bu konuda şöyle bir şiir okuduğunu söylemiştir:
"Celal ve ikram sahibi Allah'a hamdolsun. Ezan nimetini bahşettiğinden ötürü büyük
övgüler O'na olsun.
Çünkü Allah katından bana ezanı, bir müjdeci getirdi. O müjdeci benim katımda çok
mükerremdir.
Üç gece peşpeşe bana geldi. Her geldiğinde beni daha çok ağırlardı."
Ben derim ki: Bu garib bir şiirdir. Bundan anlaşıldığına göre güya Abdullah, rüyadaki adamı
üç gece peşpeşe görmüş, sonra gelip rüyasını Rasûlullah'a anlatmıştır. Doğrusunu Allah
bilir.
İbn Mace'nin Salim'in babasından naklettiğine göre namaza çağrı konusu kendilerini
düşündürdüğünde Rasûlullah (s.a.v.), bu işi insanlarla müşavere etti. Ona, borazan
çalınmasını teklif ettiler. Yahudiler, borazan kullandıkları için Rasûlullah bu teklin hoş
görmedi. Sonra ona çan çalınmasını teklif ettiler. Hristiyanlar çan çaldıklarından bu teklifi
de hoş görmedi. O gece Ensâr'dan Abdullah b. Zeyd adındaki bir adama ve Ömer b. Hattab'a
rüyada ezan anlatıldı. Ensârî geceleyin Rasûlullah'a gelip rüyasını nakletti. Rasûlullah da
Bilal'e emir verdi. Bilal de rüyada anlatıldığı şekilde ezan okudu.
Zührî der ki: Sabah ezanında Bilal, ezana: «Namaz uykudan daha hayırlıdır» sözlerini iki
kez ekledi. Rasûlullah, bu ilaveyi onayladı. Hz. Ömer dedi ki:
"Ya Rasûlallah, Abdullah'ın gördüğü rüyanın aynısını ben de gördüm. Ne var ki o benden
önce sana anlattı."
Bu bahsin tafsilatı, "Ahkam-ı Kebir" adlı kitabın ezan babında inşaallah verilecektir.
Güvencimiz ve dayanağımız yüce Allah'dır.
Süheylî'nin, Ali b. Ebi Talib'ten naklettiği hadise gelince o burada îsrâ hadisini anlatarak
şöyle demiştir: "Perde arkasından bir melek çıkıp şu ezanı okudu. Her bir kelimeyi telaffuz
ederken yüce Allah, onu tasdik ediyordu. Sonra melek, Muhammed (s.a.v.)'in elinden tutup
onu öne geçirdi. O da -aralarında Adem ve Nuh da olmak üzere- gök halkına imamlık etti..."
Süheylî'nin iddia ettiği gibi bu sahih bir hadis değil, aksine münker bir hadistir. Cameliye
fırkasının kendisine nisbet edildiği Ziyad b. Mün-zir Ebu'l-Carud'tan başka bunu rivayet
eden yoktur ki, o da rivayet hususunda töhmet altında bulunan kimselerdendir. Şayet
Rasûlullah (s.a.v.), böyle birşeyi îsrâ gecesinde duymuş olsaydı, hicretten sonra hemen
namaza çağrı esnasında bu ifadelerin söylenmesini emrederdi. Doğrusunu Allah bilir.
İbn Hişam, Ubeyd b. Ümeyr'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Peygamber (s.a.v.) ile ashabı, çan ile namaza çağrı yapılması hususunda meşveret
ediyorlardı. Bir ara Hattab oğlu Ömer, çan için iki ağaç satın almak istedi. O sırada Hattab
oğlu Ömer, uykusunda "Bu işi çanla yapmayın. Namaz için ezan okuyun."diye rüyasında
gördü.
Bunun üzerine Ömer, Peygamber (s.a.v.)'e rüyasını anlatmak için gitti. Halbuki Hz.
Peygambere bu konuda az önce vahiy gelmişti. Ömer, Bilal'in ezan okumasını istiyordu.
Bunu Rasûlullah'a söylediğinde o bu-yurduki: «Vahiy senden önce geldi.»
Bazılarının açıkça ifade ettikleri gibi bu rivayet, Abdullah b. Zeyd b. Abdi Rebihî'nin
gördüğü rüyayı tasdik edecek şekilde vahiy geldiğini ispatlamaktadır. Doğrusunu yüce Allah
bilir.
İbn İslıak, Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Neccar oğullarından bir kadın
şöyle dedi:
«Benim evim, mescidin etrafındaki evlerin en yükseği idi. Bilal, her sabah evimin üzerine
oturuyor ve fecrin ufukta uzandığını gördüğü zaman şöyle diyordu:
"Allahım, ben sana hamdeder, Kureyş'in senin dinine karşı koymasına karşı senden yardım
dilerim." Allah'a yemin ederimki, bir tek gece dahi, onun bu duayı terkettiğini görmedim.»
[18]
Hz. Hamza'nın Serîyyesi
îbn Cerir dedi ki: Vakidî'nin ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.), ramazan ayında, yani
hicretinin yedinci ay başında Abdülmuttalib oğlu Hamza için beyaz bir bayrak hazırladı.
Onu, otuz Muhacirin başına komutan yaptı. Bunlar, Kureyş kervanlarına taarruz
edeceklerdi. Göreve giden Hz. Hamza, 300 kişilik Ebu Cehil liderliğinde bulunan Kureyşli
bir kervana rastladı. Aralarına Mecdî b. Amr girdi ve^savaş olmadı. Bu seriyyede Hz.
Hamza'mn bayrağım, Ebu Mersed el-Ganevî taşıyordu. [19]
Ubeyde B. Harîs B. Abdülmuttalîb'in Seriyyesî
İbn Ceıir dedi ki: Yine Vakidî'nin ifadesine göre Peygamber (s.a.v.), hicretin sekizinci ay
başında (şevval ayında) Ubeyde b. Haris için de beyaz bir bayrak hazırladı. Kendisinin,
adamlarıyla birlikte Batnı Rabiğ'a gitmesini emretti.
Ubeyde'nin bayrağı Mistah b. Üsase'de idi. Seniyetü'l-Mürre'ye vardılar. Orası Cühfe
taraflarında bir yerdir. Bu seriyyede altmış Muhacir vardı. Aralarında Ensâr'dan kimse
yoktu. Ahya suyu yanında Muhacirlerle müşrikler karşılaştılar. Kılıç çekmeksizin ok
atıştılar.
Vakidî der ki: Müşrikler 200 kişi idiler. Başlarında Ebu Süfyan Sahr b. Harp vardı.
Başlarında Mikrez b. Hafs'm bulunduğunu söyleyenler de olmuştur. [20]
Fasıl
Vakidî dedi ki: Hicretin birinci senesinin zilkade ayında Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd b. Ebi
Vakkas için de beyaz bir bayrak hazırladı. Bayrağı Mikdad b. Esved taşıyordu. Harar'a
gitmelerini emretti. Sa'd'ın oğlu Amir şöyle demiştir: Babam bana dedi ki: Yirmi kişiyle
birlikte piyade olarak yola çıktık. Gündüzleri gizleniyor, geceleri gidiyorduk. Beşinci günün
sabahında Harar mevkiine vardık. Rasûlullah (s.a.v.), Harar mevkiini geçmememizi bana
emretmişti. Ama müşrik kervanı benden bir gün önce oradan geçmişti.
Vakidî dedi ki: Müşrik kervanında altmış kişi vardı. Sa'd'm beraberindekilerin tamamı,
Muhacirlerdendi.
Ebu Cafer b. Cerir dedi ki: İbn İshak nezdindeki rivayete göre bu üç seriyyenin tamamı,
hicretin ikinci senesinde olmuştur.
Ben derim ki: İbn İshak'm sözleri -düşünen kimseler için- Ebu Cafer'in sözlerine göre sarih
değildir. Nitekim bunu hicretin ikinci senesinin baş kısmındaki "Meğazi" kitabında bu
konudan sonra gelecek olan bölümde açıklayacağız. Belki de o bu seriyyelerin, hicrî birinci
senede teşkil edildiklerini söylemek istemiştir. İlgili kısma geldiğimizde inşa-allah bu
konuyu tafsilatıyla izah edeceğiz. Vakidî de güzel olan bazı fazlalıklar vardır. O, bu
konunun önde gelen liderlerindendir. Şahsiyet olarak doğru sözlüdür. Çok rivayetleri vardır.
Nitekim onun adalet ve cerhinden «et-Tekmil fi Ma'rifeti's-Sikati ve'd-Duafai ve'1-Mecahil»
adlı kitabımızda uzun uzadıya bahsetmişizdir. Övgü ve minnet Allah'adır. [21]
Fasıl
Hicretin birinci senesinde doğan çocuklardan birisi de Abdullah b. Zübeyr'dir. Hicretten
sonra Medine'de Müslümanların doğan ilk çocuğu odur. Nitekim Buharı, onun annesi Esma
ile teyzesi ümmü'l-mü'minin Hz. Aişe'nin de böyle dediklerim rivayet etmiştir. Bu iki kadın,
Ebu Bekir es-Sıddık hazretlerinin kızlarıdır.
Bazıları demişler ki: Numan b. Beşir, Abdullah b. Zübeyr'den altı ay önce doğmuştur. Şu
halde Abdullah İbn Zübeyr, hicretten sonra Muhacirlerin doğan ilk çocuğudur. Bazılarının
anlattıklarına göre Abdullah b. Zübeyr ile Numan b. Beşir, hicretin ikinci senesinde
doğmuşlardır. Kuvvetli olan, birinci görüştür. Nitekim bununla ilgili açıklamayı önceki
sayfalarda vermiş bulunmaktayız. Övgü ve minnet Allah'adır. Hicri ikinci senenin
sonlarında ikinci kavle de işaret edeceğiz.
İbn Cerir dedi ki: Anlatıldığına göre Muhtar b. Ebi Ubeyd ile Ziyad b. Sümeyye, hicri
birinci senede doğmuşlardır. Doğrusunu Allah bilir.
Hicri birinci senede vefat eden sahabelerden birisi, Külsüm b. Hedm el-Evsî'dir. Rasûlullah
(s.a.v.) Küba'da bu zatın evine yerleşmiş, misafiri olmuştur. Buradan Neccar oğulları
yurduna intikal etmiştir.
Külsüm b. Hedm'den sonra Ebu Umame Es'ad b. Zürare vefat etmiştir. O da Neccar
oğullarının temsilcisi idi. Rasûlullah, mescidi inşa ederken o vefat etmişti. Allah her
ikisinden razı olsun, onları da hoşnud kılsın.
İbn Cerir dedi ki: Hicri birinci senede Ebu Uhayha Taif te, Velid b. Muğire ile As b. Vail es-
Sehmî de Mekke'de ölmüşlerdir.
Ben derim ki: Bunlar müşrik olarak ölmüşlerdir. Yüce Allah'a teslim olmamış ve İslâm'a
girmemişlerdir. [22]
Hicri İkinci Senede Meydana Gelen Hadiseler
Bu senede birçok gazalar yapılmış, seriyyeler teşkil edilmiştir. Bunların en büyüğü ve
önemli olanı, hicri ikinci senenin ramazan ayında vuku bulan büyük Bedir gazvesidir. Bu
gazvede Cenâb-ı Allah, hak ile batılı, hidayet ile sapıklığı birbirinden ayırmıştır. Bu
bölümde gazvelerden ve seriyyelerden bahsedeceğiz. Allah'ın yardımına sığınarak söze
başlayacağız. [23]
Kîtabu'l-Megazî
İmam Muhammed b. îshak b. Yesar, "es-Sîre" adlı kitabında Yahudi âlimlerinden ve onların
Müslümanlara, İslâmiyet'e karşı düşmanlık yapmalarından, onlar hakkında nazil olan
ayetlerden bahsetmiş ve uzun uzadıya tafsilat vermiştir. Yahudi âlimleri şunlardı: Hüyey b.
Ahtap ile kardeşleri Ebu Yasir ve Cüdeyy, Sellam b. Mişkem, Kinane b. Rebi b. Ebu'l-
Hukayk, Sellam b. Ebi'l-Hukayk (Bü Ebu Rafı el-A'ver'dir. Hicazlılarm taciridir. îleride de
açıklanacağı gibi sahabeler bunu Hay-ber'de öldürmüşlerdir.), Rebi b. Rebi Ebi'l-Hukayk,
Amr b. Cahhaş Ka'b b. Eşref (Bu Tay kabilesinden, Nebhan oğullarından dır. Annesi ise
Nadir oğulları Yahudilerindendir. Sahabeler bunu -ileride açıklanacağı gibi- Ebu Rafi'den
önce öldürmüşlerdir.), Ka'b'in müttefikleri Haccac b. Amr ile Kerdem b. Kays. Allah bunlara
lanet etsin. Bu saydıklarımız, Nadir oğulları Yahudilerinden diler.
Sa'lebe b. Fityevn oğullarından olan Yahudi âlimlerine gelince bunların adları da şöyle
sıralanabilir:
Abdullah b. Suriya (Bundan sonra Hicaz mıntıkasında kendisinden daha âlim ve Tevrat'ı çok
daha iyi bilen bir Yahudi görülmemiştir. Ben derim ki: Bunun Müslüman olduğunu
söyleyenler de vardır.), îbn Saluba Muhayrik (Bu, ileride de açıklanacağı gibi Uhud
savaşında Müslüman olmuştur. Kavminin bilgin şahsiyetidir.).
Kaynuka oğullan Yahudilerinin âlimlei'ine gelince bunların isimleri şöyledir:
Zeyd b. el-Lasit, Sa'd h. Hanif, Mahmud b. Seyhan, Uzayz b. Ebi Aziz, Abdullah b. Dayf,
Süveyd b. Haris, Rufaa b. Kays, Finhas, Eşya, Numan b. Eda, Bahri b. Amr, Şas b. Adiy, Şas
b. Kays, Zeyd b. Haris, Nu-man b. Amr, Sükeyn b. Ebi Sükeyn, Adiy b. Zeyd, Numan b. Ebi
Evfa, Ebu Enes, Mahmud b. Dahya, Malik b. Sayf, Ka'b. b. Raşit, Azir, Rafî b. Ebi Rafî,
Halid b. Ezar, Ezar b. Ebi Ezar, Rafı b. Harise, Rafi b. Hüreym ile Rafi b. Harice, Malik b.
Avf, Rufaa b. Zeyd b. Tabut ve Abdullah b. Selam.
Bu zatın (Abdullah b. Selam) islâm'a girişi, daha Önceki sayfalarda
anlatılmıştı.
îbn îshak dedi ki: Abdullah b. Selam, Yahudilerin derin âlimi ve bilgin şahsiyeti idi. Adı
Husayn idi. Müslüman olunca Rasûlullah (s.a.v.) ona Abdullah adını verdi.
îbn îshak dedi ki: Kurayza oğulları Yahudilerine gelince bunların bilginleri şunlardır:
Zübeyr b. Bata b. Vehb, Azal b. Samoyel, Ka'b b. Esed (Bu, onların Hendek savaşında iken
bozdukları akidlerini yapmış kişidir.), Samoyel b. Zeyd b. Ka'b, Vehb b. Zeyd, Nafi b. Ebi
Nafi, Adiy b. Zeyd, Haris b. Avf, Kerdem b. Zeyd, Üsame b. Habib, Rafi b. Rümeyle, Cebel
b. Ebi Küşeyr ve Vehb b. Yahuza.
îbn İshak dedi ki: Zürayk oğulları Yahudilerinin bilgim ise Lebid b. A'sem idi. Rasûlullah'a
büyü yapan bu şahıstı.
Harise oğulları Yahudilerinin bilgim, Kinane b. Suriya idi.
Amr b. Avf oğullan Yahudilerinin bilgim, Kerdem b. Amr idi.
Neccar oğullan Yahudilerinin bilgini ise, Silsile b. Berham idi.
İbn îshak dedi ki: Bu kişiler, Yahudilerin bilginleri ve Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabına karşı
şer üretip düşmanlık yapan kimseler idiler. Rasûlullah'ı zor durumda bırakmak, inatçılık
yapmak, kafirliklerini daha da ileri götürmek için ona birçok soru soran kimseler bunlardı.
Bunlardır İd, İslâmiyet'i söndürmek için İslâm'a ve Müslümanlara düşman kesilmişlerdi.
Sadece Abdullah b. Selam ile Muhayrik bunlardan müstesnadırlar.
Daha sonra îbn îshak, Abdullah b. Selam ile halası Halide'nin İslâm'a girişlerini de anlatır.
Nitekim biz, bu hadiseyi daha önce nakletmiştik. Yine îbn İshak, Muhayrik'in Uhud
gününde İslâm'a girişini ve kendi kavmine cumartesi günü şöyle dediğini de nakleder:
- Ey Yahudi topluluğu! Allah'a yemin ederim ki siz, Muhammed'e yardım etmenin sizin
üzerinize bir yükümlülük olduğunu elbetteld bilmektesiniz!
- îyi ama bugün cumartesi günüdür.
- Sizin için cumartesi yoktur!
Böyle dedikten sonra silahını alıp kavminden geride kalanlara şöyle demişti:
- Eğer bugün öldürülürsem, malım Muhammed (s.a.v.)'in olsun. O, Allah'ın kendisine
bildirdiği gibi malımı sarfetsin.
Zengin bir kişi olan Muhayrik, Rasûlullah'm yanına vardı. Safları arasına katıldı. Şehid
düşünceye kadar savaştı.
Rasûlullah (s.a.v.), onun hakkında şöyle demiştir:
«Muhayrik, Yahudilerin en hayırhsıdır." [24]
Fasıl
îbn İshak, Yahudilerden olan bu zıt şahıslara Evs ve Hazreç münafıklarından meyleden
kimselerin adlarını da sıralamıştır. Evs kabilesinden belirttiği isimler şunlardır:
Züveyy b. Haris, Cülas b. Süveyd es-Samid el-Ensarî ki onun hakkında şu ayet nazil
olmuştur:
«Andolsun ki, Müslüman olduktan sonra inkar edip küfür sözünü söylemişler iken,
söylemedik diye Allah'a yemin ettiler.» (et-Tevbe, 74.)
Cülas, Tebük gazvesine katılmayıp geride kaldığı esnada: "Eğer şu adam (Muhammed)
doğru sözlü ise biz eşeklerden daha kötüyüzdür!" demiş ve yukarıdaki ayet-i kerime bu
münasebetle nazil olmuştu.
Üvey oğlu Ümeyr b. Sa'd, Cülas'm bu sözü, Rasûlullah (s.a.v.) hakkında söylediğini iddia
etmişti. Ancak Cülas bunu inkar etmiş ve böyle demediğine dair yemin etmişti. Bu sebeple
yukarıdaki ayet onun hakkında nazil olmuştur. Anlatıldığına göre o, bundan sonra tevbe
etmiş ve tevbesini güzelce tutmuş, öyleki İslâmiyet'ini muhafaza ederek hayırlı bir kimse
olarak bilinip tanınmıştı.
Evs kabilesindeki adamları sayan îbn İshale, sıralamaya devam ederken, Cülas b. Süveydin
kardeşi Haris b. Süveyd'in, Mücezzer b. Zi-yad el-Belevî ile Kays b. Zeyd'i öldürdüğünden
de bahseder. Kays, Du-bay'a oğulları kabile sin dendir. Bunları Uhud gününde öldürmüştü.
Müslümanlarla birlikte Uhud savaşma giden Haris, münafık bir kimse idi. Bu iki şahsı
görünce üzerlerine saldırarak öldürmüş, sonra da kaçıp Kureyşlilerin saflarına katılmıştı.
İbn Hişam dedi ki: Mücezzer'in babası, cahiliye devrindeki savaşlardan birinde Haris'in
babası Süveyd b. Samit'i öldürmüştü. Böylece Haris, Uhud savaşında babasının öcünü almış
oldu.
İbn İshak'm ifadesine göre Süveyd b. Samit'i öldüren kişi, Muaz b. Afra1 dır. Muaz,
Süveyd'i Buas savaşından önce ok ile öldürmüştür.
ibn Hişam, Haris'in, Kays b. Zeyd'i öldürmüş olmasını kabul etmeyerek şöyle der: "Çünkü
İbn İshak, Uhud'ta öldürülen kimseler arasında Kays b. Zeyd'ten bahsetmemektedir."
İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) -yakaladığı takdirde- Haris'i öldürmesi için Hattab oğlu
Ömer'e emir verdi. Bunun üzerine Haris, tevbe etmek ve kavmine dönmek istediğine dair
bir mektubu kardeşi Cülas'a gönderdi. İbn Abbas'tan bana ulaşan bir habere göre Cenâb-ı
Allah, onun hakkında şu ayeti inzal buyurdu:
«İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şahadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten
sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola
eriştirmez.» (Âl-ilmrân, 86.)
îbn İshak, Evs kabilesindeki münafıkların adlarını sıralarken, şöyle der: Bicad b. Osman b.
Amir, Nebtel b. Haris. Bu sonuncu şahıs hakkında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Şeytana bakmak isteyen, şuna baksın.»
Nebtel, iri cüsseli, sarkık dudaklı, dağınık saçlı, kızarık gözlü ve mor yanaklı idi.
Rasûlullah'tan dinlediği sözleri götürüp münafıklara ulaştırırdı. Bu şahıs, Rasûlullah
hakkında şöyle diyordu: «Muhammed sadece bir kulaktır. Birisi ona birşey söylediğinde
hemen tasdik eder.» Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, onun hakkında şu ayeti inzal buyurdu:
«İki yüzlülerin içinde «O her şeye kulak kesiliyor» diyerek peygamberi incitenler vardır.»
(et-Tevbe, eı.)
îbn îshak, Evsli münafıkların adlarını sıralamaya devam ederek
şöyle der:
Ebu Habibe b. Ez'ar (Bu , mescid-i Dırar'ı inşa edenlerdendi.), Sa'le-be b. Hatip, Muattip b.
Kuşeyr... Bu iki kişi, Allah'a söz vererek: «Eğ;er Allah bize lütfundan verirse, muhakkak ki
biz sadaka veririz.» demişlerdi. Ama Allah kendilerine lütfedip mal verince bu sözlerini
yerine getirmemişlerdi. Bunun üzerine haklarında kmayıcı bir ayet nazil olmuştu. Muattip,
Uhud gününde şöyle demişti: «Bu işte fikrimiz alınsaydı, biz burada öldürülmezdik.» Böyle
demesi üzerine ayet-i kerime nazil oldu. O, Hendek savaşında da şöyle demişti:
"Muhammed, Kisra ile Kayserin hazinelerini yiyeceğimizi bize va'd ediyor. Oysa bizlerden
herhangi biri, def-i hacete gitmek için dışarıya çıkarken bile güvenlikte değildir!" Böyle
demesi üzerine şu ayet-i kerime nazil olmuştu:
«İki yüzlüler ve kalblerinde hastalık olanlar: «Allah ve peygamberi bize sadece kuru
vaadlerle bulundular.» diyorlardı.» (el-Ahzâb, 12.)
İbn İshak, Evsli münafıklar arasında Haris b. Hatib'in adını da vermektedir.
İbn Hişam dedi ki: Muattip b. Kuşeyr, Sa'lebe b. Hatip ve Haris b. Hatip,Ümeyye b. Zeyd
oğulları kabilesinden olup Bedir savaşma katılmışlardır. Münafıklardan değildirler.
Kendilerine güvendiğim ilim ehli kimseler, bunu bana böyle anlatmışlardı. Salebe b. Hatip
ile Haris b. Hatib'in adlarını îbn İshak, Bedir savaşına katılanların adlarını verirken Ümeyye
b. Zeyd oğulları kabilesinin adamları arasında saymıştır.
îbn İshak dedi ki: Evsli münafıkların arasında şunlar da vardı: Ab-bad b. Hüneyf (Selh b.
Hüneyfin kardeşi), Bahzeç (Dırar mescidini inşa edenlerden biridir.), Amr b. Hizam,
Abdullah b. Nebtel, Cariye b. Amir b. Attaf, Cariye'nin oğulları Yezid ile Mucma. Bunlar
Dırar mescidini inşa edenlerdendir. Mucma, genç bir delikanlı olup Kur'ân'm çoğunu hıfzetmişti.
Onlara Dırar mescidinde imamlık yapardı. Tebük gazvesin-. den sonra Dırar
mescidi yıkıldığında Hz. Ömer'in hilafeti zamanında Kübalılar Mucma'm kendilerine imam
olarak tayin edilmesini Hz. Ömer'den istemişler. Ancak Hz. Ömer, onlara şu cevabı vermişti:
- Hayır! Vallahi olmaz. O, Dırar mescidinde münafıkların imamı değil miydi?
Bunun üzerine Mucma yemin ederek münafıklarla ilgisi bulunmadığını ve onların
durumunu bilmediğini söylemiştir. Bildirildiğine Hz. Ömer, imamlık yapmasına daha sonra
müsaade etmiştir.
İbn İshak, Evsli münafıkların adlarım açıklamaya devam ediyor:
Vedia b. Sabit (Bu da Dırar mescidini inşa edenlerden olup şöyle demiştir: "Biz sadece lafa
dalıp eğleniyoruz." Böyle demesi üzerine hakkında ayet nazil olmuştu.), Hizan b. Halid (Bu
da kendi evinin arsasının bir kısmını Dırar mescidine tahsis etmiştir).
İbn Hişam, Evs kabilesinden Nebit oğulları ailesinin münafıklarından bahsederek İbn
İshak'm sözüne şu ilavede bulunur: Zeyd'in oğulları Beşir ile Rafi de münafıklardandı.
İbn İshak, Evs kabilesinin münafıklarını sıralamaya devam ederek şöyle der:
Mirba' b. Kayzî. Bu, âmâ bir kimse idi. Uhud'a giderken bahçesinin içinden geçen
Rasûlullah'a: "Eğer bir peygamber isen bahçemden geçmene müsaade etmem ve bunu sana
helal etmem." diyen adam budur. Eline bir avuç toprak almış, sonra Rasûlullah'a şöyle
demişti: "Vallahi, bu toprağın senden başkasına isabet etmeyeceğini bilseydim, bunu
mutlaka sana karşı savururdum (atardım)." Böyle demesi üzerine orada bulunan
Müslümanlar kendisini öldürmek istemişlerdi. Ancak Rasûlullah, onlara engel olarak şöyle
demişti: «Bırakın bunu. Bu, hem kalbi hem de basireti kör olan bir kimsedir.» Ama yine de
Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî, yayı ile vurarak kafasını yarmıştı.
îbn İshak, Evsli münafıkların adlarını sıralamaya devam ediyor: Mirba'nın kardeşi Evs b.
Kayzî, Bu şahıs Hendek savaşında:«Evlerimiz açıktır.» demiş, bunun üzerine yüce Allah, şu
ayeti inzal buyurmuştu:
«Oysa evleri açık değildi. Sadece kaçmak istiyorlardı.» (ei-Ahzâb, 13.)
İbn îshak, Hatip b. Ümeyye b. Rafiin de Evsli münafıklardan olduğunu söylemiştir. Hatip,
cahiliyet devrinde yaşlanmış, iri cüsseli, ihtiyar bir kimse idi. Yezid b. Hatip adında bir oğlu
vardı. Müslümanların seçkinlerinden olan bu oğlu, Uhud savaşında yaralanmıştı. Öyleki
yaraları, onu hareket edemez hale getirmişti. Asım b. Amr b. Katade'nin bana anlattığına
göre ölürken orada bulunan Müslüman erkeklerle kadınlar başına toplanmışlar ve ona:
- Ey İbn Hatip, sana Cennet'i müjdeleriz! demişlerdi.
Bu sırada münafıklığım açığa vuran babası şöyle demeğe başladı:
- Evet, bitkiden bir Cennet! Valllahi siz bu zavallıyı aldattınız!
İbn îshak, Büşeyr b. Übeyrik Ebu Tu'ma'nm da Evsli münafıklardan olduğunu söylemiştir.
Büşeyr, zırh hırsızlığı yapan bir kimse idi. Cenâb-ı Allah, onun hakkında şu ayeti inzal
buyurmuştu:
«Kendilerine hainlik edenlerden yana uğraşmaya kalkma.» (en-Nisâ, 107.)
îbn İshak, Kuzman'ı da Evsli münafıklardan sayar. Kuzman, Zufur oğullarının müttefikidir.
Uhud savaşında yedi kişiyi öldürmüştür. Yaralarının ağn ve ızdırabma tahammül edemez
olunca kendini öldürüp intihar etmiş ve «Vallahi, sırf kavmimden utandığım ve onları
korumak istediğim için savaştım.» demiş, sonra Ölmüştü. Allah ona lanet etsin.
İbn İshak: Abdü'l-Eşhel oğulları kabilesinde kadın veya erkek bir münafıkm bulunduğunun
bilinmediğini söylemektedir. Sadece Dah-hak b. Sabit, münafık ve Yahudileri sevmekle
itham edilirdi.
Bütün bunlar, Evs kabilesindendi.
İbn İshak, Hazreç kabilesinin münafıklarının adlarını da şöyle sıralar:
Rafi b. Vedia, Zeyd b. Amr, Amr b. Kays, Kays b. Amr b. Sehl, Ced b. Kays (Bu, savaşa
gidileceği zaman Rasûlullah'a: Bana izin ver, beni fitneye düşürme, demişti.), Abdullah b.
Übey b. Selül (Bu, münafıkların ve Hazreçlilerle Evs İn kabile başkanı idi. Cahiliye
döneminde bunu başlarına hükümdar yapmaya karar vermişlerdi. Ama Allah, onları İslâm'a
eriştirince bundan vazgeçtiler. Mel'un Abdullah b. Übey, arzusuna kavuşamadığından bu
durum onu çok öfkelendirdi. O ki, Hendek savaşında şöyle demişti: «Eğer bu savaştan
Medine'ye dönersek, and olsun ki, şerefli kimseler alçakları oradan çıkaracaktır!» O ve
Vedia hakkında birçok ayet nazil olmuştur. Vedia, Avf oğulları kabilesindendir.), Malik b.
Ebi Kavkal, Süveyd, Dais. Bunlar da Abdullah b. Übey b. Selül grubundandırlar. İçten içe
Nadir oğulları Yahudilerine meyledince, bunlar hakkında şu ayet nazil olmuştu: «And olsun
ki, onlar çıkarılmış olsalar, onlarla beraber çıkmazlar.» (ci-Haşr, 12.) [25]
Fasıl
îbn İshak, daha sonra Yahudi bilginlerinden takiyye yolu (içi başka dışı başka) ile
Müslüman olanları (görünenleri) saymış ve bunların kalben kafir olduklarını bildirmiştir.
Bunları da münafıklar sınıfına katarak en şerlilerinin adlarım şöyle sıralamıştır:
Sa'd b. Hüneyf, Zeyd b. Lüsayt. Bu adam, Rasûlullahin devesi kaybolduğu zaman şöyle
demişti:
- Muhammed, kendisine gökten haber geldiğini iddia ediyor ama devesinin nerede olduğunu
bilemiyor!
Rasûlullah da şöyle demişti:
- Vallahi, Allah'ın bana öğrettiğinden başka birşey bilemem. Ama Cenâb-ı Allah, devemin
nerede olduğunu bana bildirdi. îşte devem şu anda filan yerdedir. Yuları bir ağaca takıldığı
için orada durmaktadır.
Bunun üzerine Müslümanlardan bir kaç kişi gidip deveyi Hz. Pey-gamber'in bildirdiği yerde
bulmuşlardı.
îbn İshak, takiyye yolu ile islâm'a giren Yahudi bilginlerinin adlarını sıralamaya devam eder:
Numan b. Evfa, Osman b. Evfa, Rafi b. Hüreymile. Bu, Rasûlul-lah'm:
«Münafıkların büyüklerinden bir büyük bugün öldü!» dediği kimsedir.
îbn İshak, Rufaa b. Zeyd b. Tabut'ım takiyye yolu ile İslâm'a giren Yahudi bilginlerinden
olduğunu söyler. Onun öldüğü gün Rasûlullah Tebük'ten dönmekte idi. Şiddetli bir rüzgar
estiğini gördü ve şöyle dedi:
«Bu rüzgar, kafirlerin büyüklerinden bir büyüğün ölümü yüzünden esmektedir.»
Müslümanlar, Medine'ye geldiklerinde Rufaa'nın, rüzgarın şiddetlice estiği günde öldüğünü
öğrendiler.
İbn İshak; Silsile b. Bürham ile Kinane b. Suriya'nın da takiyye yolu ile İslâm'a giren
Yahudi bilginlerinden olduğunu söyler.
Yukarıda adları verilen bu Yahudi münafıkları, İslâm'a takiyye yolu ile girmişlerdi.
İbn İshak dedi ki: Bu münafıklar, mescide gelirler, Müslümanların konuşmalarına kulak
verir, onlarla alay eder, dinleri ile istihza ederlerdi.
Bir gün mescidde bunlardan bir grup toplanıp bir araya geldiler. Rasûlullah (s.a.v.)'da
bunların kendi aralarında fisıldaştıklarmı gördü. Âdeta birbirlerine yapışmış vaziyette idiler.
Bunun üzerine Rasûlullah, onların mescidden çıkarılmalarını emretti. Mescidden
çıkartılanlar şunlardır: Ebu Eyyüb (Ki bu Halid b. Zeyd'dir.), Amr b. Kays'a yöneldi. (Ki
buda Beni Ganm b. Malik b. Neccar kabilesindendir. Cahiliyet devrinde bu kabilenin
ilahlarının sahibi idi), ayağından tutup sürükleyerek mescidden çıkardı. O çıkarılırken şöyle
diyordu:
- Ey Eba Eyyüb! Beni, Sa'lebe oğullarının hurma kurutma yerinden mi çıkarıp kovuyorsun?!
Ebu Eyyüb, bu sefer de Neccar oğullarından Rafi b. Vediaya döndü. Boynundan ridasıyla
tuttu. Sonra onu şiddetli bir şekilde sürükledi, yüzüne bir tokat indirdi. Sonra da onu
mescidden çıkardı. Çıkarırken, Ebu. Eyyüb ona şöyle diyordu:
- Ey murdar münafık, sana yazıklar olsunl Ey münafık, Rasûlullah'm mescidinden çık ve
geldiğin yere geri dön!
Ammare b. Hazm, Zeyd b. Amr'e doğru kalkıp yürüdü. Bu, sakalı uzun bir adamdı. Onu
sakalından tutup şiddetli bir şekilde çekti ve mescidden çıkardı. Sonra Ammare ellerini
birleştirip onun göğsüne şiddetli bir yumruk indirince yere düştü. O da:
- Ey Ammare! Beni hırpaladın, diyordu. Ammare de ona şöyle dedi:
- Ey Münafik! Allah seni rahmetinden uzak etsin. Allah'ın senin için hazırlamış olduğu azap
bundan daha şiddetlidir. Bundan böyle Rasûlullah'm mescidine yaklaşma!
Ebu Muhammed Mes'ud b. Evs b. Zeyd b. Asrem b. Zeyd b. Salebe b. Ganm b. Malik b.
Neccar (Bedir savaşma katılmıştır.) kalkıp Kays b. Amr b. Sehl'e yöneldi. Amr, genç bir
adamdı. Münafıklar arasında ondan başka bir genç yoktu. Ebu Muhammed, onu mescidden
kafası üzere sürüyerek çıkardı.
Beni Hudre kabilesinden bir adam da, Haris b. Amr adındaki perçemli bir münafıka yöneldi.
Perçeminden yakalayıp şiddetli" bir şekilde sürüyerek mescidden çıkarda. Çıkardığı
münafık ona şöyle diyordu:
- Ey Eba Haris, doğrusu çok kaba davrandm! Ebu Haris te ona şöyle dedi:
- Sen buna layıksın ey Allah'ın düşmanı! Çünkü senin hakkında ayet nazil olmuştur. Artık
Rasûlullah'm mescidine yaklaşma. Çünkü sen murdar bir adamsın.
Beni Amr b. Avf kabilesinden bir adam da, onun Züvey b. Haris admtlaki kardeşine yöneldi.
Onu da şiddetli bir şekilde sürüyerek mescidden dışarı çıkarıp attı ve ona çok öfkelendi.
Sonra da:
- Şeytan ve hükmü sana galip oldu, dedi.
İbn îshak, bundan sonra bu münafıklar hakkında nazil olan el-Ba-kara ve et-Tevbe
sûrelerindeki ayetleri nakletti. Bunların tefsirinden güzelce bahsetti. Allah kendisine rahmet
etsin. [26]
Ebva Gazvesi
Buna Veddan gazvesi de denir. Seriyyelerin ilkini teşkil eder. Me-ğazide de anlatılacağı gibi
bu, Hamza b. Abdülmuttalib veya Ubeyde b. el-Haris 'in başkanlığındaki bir seriyyedir.
Buhari, "Kitabü'l-Meğazi"sinde İbn îshak'm şöyle dediğini nakleder: Rasûlullah (s.a.v.)'m
gerçekleştirdiği ilk gazve, Ebva gazvesidir. Bundan sonra Buvat ve Uşeyre gazveleri
gerçekleştirilmiştir.
Buharı, Zeyd b. Erkam'ın kendisine yöneltilen: "Rasûlullah (s.a.v.) kaç gazve yaptı?"
sorusuna şu cevabı verdiğini rivayet eder: "Ondokuz gazve gerçekleştirdi. Bunların yedisine
katıldı. İlki Usayre veya Uşeyre'dir.
Sahih-i Bulıarî'de belirtildiğine göre Büreyde, Allah elçisinin onaltı gazve yaptığını
söylemiştir. Keza Müslim'de de Büreyde'nin Rasûlullah ile onaltı gazveye katıldığı anlatılır.
Yine Büreyde, Rasûlullah in ondo-kuz gazve gerçekleştirdiğini ve bunlardan sekiz tanesinde
fiilen savaştığım söyler.
Hüseyin b. Vakıd, Büreyde'nin oğlundan naklen babasının şöyle dediğini anlatır: Rasûlullah,
onyedi gazve gerçekleştirdi. Bunların sekizinde fiilen savaştı. Bedir, Uhud, Hendek,
Müreysî, Kudeyd, Hayber, Mekke'nin fethi ve Hüneyn gibi gazvelerde fiilen savaştı.
Yirmidört tane de seriyye gönderdi.
Yakub b. Süfyan, Muhammed b. Osman ed-Dımaşkî et-Tennuhî kanah ile Hz. Peygamberin
onsekiz gazve yaptığını, bunların sekizinde fiilen savaştığını söyler. Bunların ilki ise
Bedir'dir. Daha sonra Uhud, Hendek, Kurayze, Bir-i Maune[27], Beni Mustalık,
Hayber,Mekke'nin fethi, Hüneyn ve Taif gazveleridir.
Bir-i Maune gazvesinin, Kurayza gazvesinden sonra yapıldığına dair geçen ifade, ihtilaf
götüren bir ifadedir. Sahih kavle göre Bir-i Maune, Uhud gazvesinden sonra gerçekleşmiştir.
Nitekim bununla ilgili açıklama ileride gelecektir.
Yakub, Seleme b. Şebib vasıtasıyla Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah, onsekiz gazve gerçekleştirdi. Başka bir defa; "Rasûlullah, yirmidört gazve
gerçekleştirdi." diye söylediği bu söz bir vehimmiydi, yoksa söylediklerinin bir kısmını mı
duymuştum, bilemiyorum.
Taberanî, Zührî'nin şöyle dediğini nakleder: "Rasûlullah, yirmidört gazve gerçekleştirdi."
Abdurrahman b. Hümeyd, "Müsned" adlı eserinde Cabir'in şöyle dediğim rivayet etmiştir;
«Rasûlullah (s.a.v.), yirmibir gazve gerçekleştirmiştir.»
Hakim, Hişam tariki ile Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir; «Rasûlullah (s.a.v.)'m
gazve ve seriyyeleri toplam olarak kırküç idi.»
Sonra Halâm demişti ki: «Belki de Katade, bu sayı ile gazveleri değilde sadece seriyyeleri
kasdetmiştir. Çünkü "İklil" adlı eserde sırasıyla anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.)'ın
seriyyeleri yüzden fazladır.»
Hakim dedi ki: Buharî'nin, Ebu Abdullah Muhammed b. Nasr'm kitabında şu ibareyi
okumuş olduğunu bana bildirdiler: « Savaşlardan ayrı olarak Rasûlullah m seriyye ve
heyetleri yetmiş küsur kadardır.»
Hakim'in bu anlattığı gerçekten gariptir. Katade'nin sözlerini de kendi düşüncesini te'3dd
etmek için ileri sürmüş olması da ihtilâf mahallidir.
Ahmed b. Hanbel, Ezher b. Kasım er-Rasıbî kanalı ile Katade'nin
şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah'm gazve ve seriyyeleri nin tamamı kırküçtür.
Bunların yirmidördü seriyye, ondokuzu da gazve idi. Kendisi bunların sekizinde bizzat hazır
bulunmuştu. Bunlar: Bedir, Uhud, Hendek, Müreysi, Hayber, Mekke'nin fethi, Hüneyn ve
Taif idi. Musa b. Ukbe, Zührî kanah ile Rasûlullah'm savaşlarını şöyle anlatır:
Bedir Gazvesi: Bu gazve, hicretin ikinci senesi ramazan ayında yapıldı.
Uhud Gazvesi: Hicri üçüncü sene şevval ayında yapıldı.
Hendek Savaşı: Buna, Ahzap ve Beni Kurayza savaşı da denir. Hicri dördüncü sene şevval
ayında yapıldı.
Mustalik oğullarıyla Lahyan oğullarına karşı verdiği savaş: Bu savaşlar, hicri beşinci sene
şaban ayında yapılmıştır.
Hayber Savaşı: Bu savaş, hicri altıncı senede yapıldı.
Mekke Fethi: Bu fetih, hicri sekizinci sene ramazan ayında yapıldı.
Hüneyn Gazvesi: Hicri sekizinci sene şevval aymda yapılan bu savaşta, Taifliler kuşatma
altına alındı. Sonra Ebu Bekir, hicri dokuzuncu senede haccetti. Hicri onuncu senede de
Rasûlullah (s.a.v.), veda haccını yaptı. Ayrıca içinde savaş vuku bulmayan on iki gazve de
yaptı. Bu gazvelerin ilki de Ebva gazvesi idi.
Hanbel b. Hilal, îshak b. A'la vasıtasıyla Zührî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Savaş
hakkında nazil olan ilk ayet şudur:
«Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin
verilmiştir.» (ci-Hacc, 39.) Bu ayetten sonra, Rasûlullah'ın katıldığı ilk savaş, Bedir savaşı
idi. Bu savaş, hicri ikinci senenin onyedi ramazanında (cuma günü) başlamıştı.
Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşından sonra hicretin üçüncü senesinde Nadir oğullarıyla
savaştı. Daha sonra şevval ayında Uhud savaşına katıldı. Hicretin dördüncü senesi şevval
ayında Hendek gazvesine katıldı. Hicretin beşinci senesi şaban aymda Beni Lahyan
kabilesiyle savaştı. Hicretin sekizinci senesi şaban ayında Mekke'yi fethetti. Aynı senenin
ramazan ayında Hüneyn gazvesine katıldı.
Rasûlullah (s.a.v.), bizzat kendisinin savaşmadığı onbir gazve gerçekleştirdi.
Gerçekleştirdiği gazvelerin ilki Ebva, sonra Uşeyre, Gata-fan, Beni Süleym, Hudeybiye,
Safra ve son olarak da Tebük gazvesidir. Ravi, bundan sonra onun göndermiş olduğu
seriyyelerden bahseder.
Hafız İbn Asakir'in tarihinden yaptığım iktibas budur ki, bu cidden gariptir. Doğrusu, ileride
bizim düzenli ve sistemli bir şekilde anlatatacaklarımızdır.
Megâzi konusunda eser yazmak, itina isteyen, hazırlıklı olmayı gerektiren ve dikkatli
olmayı icap ettiren bir iştir. Nitekim Muhammed b. Ömer el-Vakidî, Ali b. Hüseyin'in şöyle
dediğini rivayet eder:
«Kur'ân sûresini öğrendiğimiz gibi, Peygamber (s.a.v.)'in gazvelerine dair malumatı da
öğrenirdik.»
Vakidî dedi ki: Muhammed b. Abdullah'ın şöyle dediğini duydum: Amcam Zührî diyordu ki;
Megâzi ilminde, dünya ve ahiretin bilgisi vardır.
"el-Meğazi" adlı eserde Muhammed b. İshak, Önceki sayfalarda adlarını verdiğimiz Yahudi
ve münafıklardan küfrün başları olan kimseleri (Allah onların tamamına lanet etsin ve
hepsini esfel-i safüinde bir araya getirsin) sıraladıktan sonra şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra savaşa hazırlandı ve Allah'ın kendisine emrettiği gibi
düşmanla cihad etmek üzere teşebbüse geçti. Kendisini takip eden müşriklerle savaşmak
için hazırlığa başladı. .
Rasûlullah (s.a.v.), öğle sıcağı şiddetlendiğinde rebiyülevvel ayının on ikinci gününde
Medine'ye geldi. O sıralarda kendisi elliüç yaşında idi. Yani Allah'ın kendisine risalet
görevini vermesinden onüç sene sonra Medine'ye gelmişti. Rebiyülevvel ayının kalan
kısmını, rebiyülahir, cemaziyelevvel, cemaziyelahir, receb, şaban, ramazan, şevval, zilkade,
zilhicce ve muharrem aylarını Medine'de geçirdi. Medine'ye gelişinin on ikinci ayında, safer
ayında gaza için Medine dışına çıktı. îbn Hişam'a . göre Medine'de vali olarak Sa'd b.
Ubade'yi bıraktı.
İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) Veddan'a vardı. Orası Ebva gazvesinin yapıldığı yerdir.
îbn Cerir'in anlattığına göre orada yaptığı gazveye, Veddan gazvesi de denir. Rasûlullah
(s.a.v.), Kureyşlilerle Beni Damre b. Bekir b. Abdumenaf b. Kinane ile savaşmak niyetiyle
oraya gelmişti. Böylece Beni Damre, Peygamber (s.a.v.) ile orada barış yaptı. Onlardan
barış antlaşmasını akdeden kişi, Beni Damre kabilesinin reisi olan Mahşi b. Amr ed-Damrî
idi. Bu barış akdi yapıldıktan sonra Rasûlullah (s.a.v.), herhangi bir tuzak ve komployla
karşılaşmadan Medine'ye döndü. Safer ayının kalan kısmı ile rebiyülevvel ayının ilk günlerinde
Medine'de kaldı.
İbn Hişam, bunun Rasûlullah (s.a.v.)'m yaptığı ilk gazve olduğunu
söyler. .
Vakidî dedi ki: Bu gazvede Rasûlullah (s.a.v.)'m sancağı beyaz renkli olup amcası
Hamza'nın elinde idi.
İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'deki bu ikameti esnasında Ubeyde b. Haris b.
Muttalib b. Abdumenaf b. Kusay'yı, Muhacirlerden altmış ya da seksen süvarinin başında,
aralarında Ensâr'dan hiçbir kimse bulunmadığı halde gönderdi. Nihayet Hicaz'daki bir suya
vardı. Burası Seniyyetü'l-Mürre'nin alt tarafında idi. Burada Ku-reyş'ten büyük bir
toplulukla karşılaştı. Aralarında bir savaş olmadı. Yalnız Sa'd b. Ebi Vakkas, o gün bir ok
attı. İslâm tarihinde Allah yolunda atılan ilk ok bu idi'.
Sonra halk, kavimden ayrılıp uzaklaştı. Müslümanları himaye etmeye başladılar. Mikdad b.
Amr el-Behranî, Müslümanlara doğru kaçtı. Bu, Beni Zühre'nin müttefiki idi. Utbe b.
Gazvan b. Cabîr el-Mazinî de kaçtı. Bu ikisi, Müslüman idiler. Ama kafirlere kavuşmak için
oradan çıkıp gittiler.
İbn İshak dedi ki: O gün müşriklerin başında İkrime b. Ebu Cehil vardı.
İbn Hişam in, Ebu Amr el-Medenî'den rivayet ettiğine göre o gün müşriklerin başında
Mikrez b. Hafs vardı.
Ben derim M: Vakidî, bu konuda iki görüş ileri sürmüştür: Bu görüşlerden birine göre
müşriklerin başında o gün Mikrez vardı. İkinci görüşe göre Ebu Süfyan Sahr b. Harb vardı.
Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak, daha sonra bu seriyye ile ilgili olarak Ebu Bekir Es-Sıd-dık'a nisbet edilen şu
kasideyi nakleder:
"Selman'm hayalinden mi yumuşak kumlarla dolu büyük derelerde ve aşiret içinde meydana
gelen bir işten dolayı mı kan akıttın?
Lühey'den bir fırkayı görsün ki, onu küfürden, ne bir hatırlatma, ne de bir gönderilmiş
peygamberin uyarısı alıkoymaz.
Bir elçidir ki size gelmiştir. Doğru sözlüdür, siz ise ona karşı yalanlamada bulundunuz. Ve
dediler ki: Bizim içimizde sen kalamazsın.
Onları hakka davet ettiğimiz zaman yüz çevirdiler ve susuzluktan ağızları kuruyan
hapsedilmiş köpeklerin yerlerinden fırlaması gibi fırladılar."
îbn îshak, bu kasideye karşı Abdullah b. ez-Zibara'nm şöyle dediğini de nakleder:
"Kum yığınlanyla ot bitirmeyen yurdun resminden mi, yaşı dinmeyen bir gözle ağlarsın?
Günlerin ve zamanın hepsinin acayipliğindendir ki, onun için geçmişlerden ve şimdi
meydana gelen şeylerden tuhaflıklar vardır.
Çokluk ve şiddet sahibi bir ordu için bize geldi. Onu Ubeyde yönetiyordu. Savaşta İbn Haris
diye çağrılıyordu.
Varis için, intikal eden kıymetli miraslar alarak Mekke'de duran putları terketmemiz için."
Bu kasideyi tamamiyle burada nakletmemizi engelleyen husus şudur: İmam Abdülmelik b.
Hişam, Arap dilinde bilgin ve otorite bir kimse idi. Onun anlattığına göre ilim erbabının
çoğu, bu iki kasidenin uygunluğunu kabul etmemişlerdir.
İbn İshak dedi ki: Sa'd b. Ebi Vakkas, mezkur okunu atarken şöyle demişti:
"Oklarımın ucuyla arkadaşlarımı koruduğumun haberi, Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaşmadı mı?
Orada onların evvellerini, her sert ve yumuşak topraklı yerde bir kovmakla defederim.
Ya Rasûlallah! Benden önce hiç kimse, düşmana ok atmış sayılmaz.
Bu da şundan dolayıdır ki, senin dinin doğruluk dinidir ve hakür ki sen onunla ve adaletle
geldin.
Müminler onunla kurtuluşa ererler. Kafirlerse kendilerine süre tanındıkça ceza görürler.
Yavaş ol bakalım, sen mahvolmuşsun, beni de diri diri mahvolmaya ve helake hazırlama.
Yazıklar olsun sana ey İbn Cehl!"
îbn Hişam dedi ki: İlim ehlinin çoğu, bu şiirin Sa'd b. Ebi Vakkas'a ait olduğunu kabul
etmezler.
îbn îshak dedi ki: Bana gelen haberlere göre Rasûlullah (s.a.v.)'m İslâm tarihinde
Müslümanlardan birine verdiği ilk sancak, Ubeyde'ye vermiş olduğu sancaktır.
Zührî ile Musa b. Ukbe ve Vakidî bu görüşü kabul etmezler. Onlara göre Hamza'nın
seriyyesi, Ubeyde b. Haris'in seriyyesinden önce göreve çıkmıştır. Doğrusunu Allah bilir.
Sa'd b. Ebi Vakkas'm hadisinde de geleceği gibi ilk seriyye kumandanı Abdullah b. Cahş el-
Esedî'dir.
îbn İshak dedi ki: Bazı âlimlerin iddiasına göre Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Cahş el-
Esedî'yi, Ebva gazvesinden döndüğünde Medine'ye henüz varmadan önce seriyye
kumandanı olarak seriyyesiyle göndermiştir. Musa b. Ukbe, Zührî'den böyle bir rivayette
bulunmuştur. [28]
Fasıl
İbn îshak dedi ki: Bu ikametinde Rasûlullah (s.a.v.), Hamza b. Ab-dülmuttalib b. Haşimî, İs
nahiyesinde Sif el-Bahr'e doğru otuz kişilik bir süvari birliği ile gönderdi. Aralarında
Ensâr'dan hiç kimse yoktu Hz. Hamza, Ebu Cehil b. Hişam ile bu sahilde karşılaştı. O,
Mekkeli 300 süvarinin komutanı idi. Aralarına Mecdî b. Amr el-Cühenî girdi. Bu iki fırkanın
arasında barış akdini yapan o idi. Böylelikle millet birbirinden ayrılıp uzaklaştı ve
aralarında bir çarpışma olmadı.
İbn îshak'm naklettiğine göre adamın biri şöyle diyor: Hamza'mn bayrağı, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın Müslümanlardan biri için hazırladığı ilk bayrak idi. Çünkü onun ve Ubeyde'nin
gönderilmesi, aynı anda olmuştu. Dolayısıyle bu konuda bayrağın hangisine verildiği şüphe
konusu oldu.
Ben derim İd: Musa b. Ukbe'nin, Zührî'den naklettiğine göre Hz. Hamza'mn seriyyesi,
Ubeyde b. Haris'in seriyyesinden önce yola çıkarılmıştı. Zührî'nin kesin ifadesine göre Hz.
Hamza'mn seriyyesi, Ebva gazvesinden önce yola çıkarılmıştı. Rasûlullah (s.a.v.), Ebva
gazvesinden döndüğünde Ubeyde b. Haris'i, altmış kişilik bir Muhacir seriyyesinin başında
yola çıkarmıştır.
Daha önce de ifade edildiği üzere Vakidî şöyle demişti: Hz. Ham-za'nm seriyyesi, hicri
birinci senenin ramazan ayında yola çıkarıldı. Ondan sonra şevval ayında Ubeyde'nin
seriyyesi yola çıkarıldı. Doğrusunu Allah bilir.
îbn îshak'm, Hz. Hamza'dan nakletmiş olduğu bir şiir, onun bayrağının İslâm tarihinde
hazırlanarak kendisine verilen ilk bayrak olduğuna delalet etmektedir. Ancak İbn îshak der
ki: Eğer Hamza, bu şiiri söylemişse, inşaallah doğru söylemiştir ve ancak hak olarak
söylemiş-, tir. O halde bunun hangisinin doğru olduğunu ilim erbabından dinlediğimize göre
Ubeyde b. Haris, kendisi için bayrak akdedilenlerin ilkidir ye rivayete göre Hz. Hamza'mn
söylediği kaside de şudur:
"Haberiniz olsun ki ey millet, ağır başlı görünmeye özenmekten, cahillikten ve adamların
görüşlerindeki eksiklikten, diyetten ve zulüm irtikap eden kimselerden Ötürü, onlar için olan
mer'aya gönderilen develeri ve halkın mahrem şeylerini çiğnemeyiz.
Güya biz onlara saldırdık. Oysa ki bizim dinimizde onlar için iffetli olmak, adalet ve îslâm
ile emretmekten başka bir saldırı yoktur.
Onlarsa, bunu kabul etmiyorlar ve onlardan bazıları bunu saçma görüyorlar.
Yerlerinden ayrılmadılar. Nihayet onlara saldırı için çağrıda bulundum. Fazlın rahatını
istediğim halde yerleştiler.
Rasûlullah (s.a.v.)'m emri ile üzerinde sancağın dalgalandığı ilk kimse
olarak,
Öyle ki sancak benden önce kimsede görülmemişti.
Bu sancak ki; onun katından keramet sahibi aziz ilahtan yardım vardır. Onun fiili, fiillerin
en faziletüsidir.
Akşam toplandıkları halde yürüdüler. Hepimizin tencereleri karşı taraftakilerin kızmazından
kaynıyor.
Birbirimizi gördüğümüz zaman onlar, bineklerini çöktürdüler ve onları bağladılar.
Biz de bir ok atımı mesafedeki yakın bir yerde bineklerimizi bağladık.
Onlara dedik ki: Allah'ın ipi, bizim yardımcımızdır. Sizin içinse bir ip yoktur, ancak sapıklık
vardır.
Bunun üzerine Ebu Cehil, öfkelenerek yerinden kalktı ve kayba uğradı. Allah, Ebu Cehü'in
hilesini boşa çıkardı.
Biz sadece otuz süvariyiz. Onlarsa 200 kişiydiler. Ey Lüey! Azgınlarınıza uymayınız ve
kolay olan yola, İslâm'a dönünüz.
Çünkü üzerinize azabın dökülmesinden dolayı pişmanlık, kayıp ve hüzünle vaveyla
etmenizden korkarım."
Mel'un Ebu Cehil b. Hişam, bu kasideye şu cevabı verdi;
"Gazabın ve cehaletin sebebleri için, muhalefet ve batıl ile şerre tahrik ediciler için ve hasep
ve neseblerle büyük efendiliklere sahip olan dedelerimizi üzerinde bulunduğumuz şeyleri
terk edenler için hayret ettim."
İbn Hişam dedi ki: İlim erbabının çoğu, bu kasidelerin Hz. Haraza ile mel'un Ebu Cehil'e
aidiyetini kabul etmemektedirler. [29]
Buvat Gazvesi
İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Kureyş'i hedef alarak hicri ikinci sene rebiyülevvel
ayında gazaya gitti.
İbn Hişam dedi ki: Bu gazveye giderken Rasûlullah (s.a.v.), Medine'de yerine Sa'd b. Muaz'ı
vekil tayin etti. Rasûlullah (s.a.v.), 200 süvari ile yola çıktı. Bayrağı, Sa'd b. Ebi Vakkas'da
idi. Kureyş kervanını ele geçirmek amacını güdüyordu. O kervanda Ümeyye b. Halef ile
100 adam ve 2500 deve vardı.
İbn İshak dedi ki: Nihayet Radva bucağındaki Buvat mevkiine vardılar. Sonra Medine'ye
hiçbir hile ile karşılaşmadan döndüler. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.), rebiyülahır ayının
kalan kısmı ile cemaziye-levvel ayının bir kısmını Medine'de geçirdi. [30]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/309-312.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/312-313.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/314-318.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/318.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/318-320.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/321-326.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/326-328.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/328-329.
[9] Şa'me ve Tafil, Mekke'deki iki dağ adıdır.
[10] Fah.dr Mekke'nin dış tarafında bir yerdir.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/330-333.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/333-336.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/337-341.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/341-342.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/342-343.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/343-344.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/344.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/344-347.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/347-348.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/348.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/348-349.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/349.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/350.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/350-352.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/352-355.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/355-357.
[27] Bir-i Maune gazve değildir. Rasûlullah'm, Ebu'1-Bera komutasında Necid'e gönderdiği heyete yapılan bir baskındır (Kazıcı).
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/357-362.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/362-364.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/364.
 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...