28 Nisan 2015

VEN-NİHAYE 28 NCI BÖLÜM Uşeyre Gazvesi Ahmet İbn Kesîr'in


VEN-NİHAYE 28 NCI BÖLÜM
Uşeyre Gazvesi
Ahmet İbn Kesîr'in
Rasûlullah (s.a.v.), Uşeyr, Useyre veya Uşeyra denen bu gazve ile Kureyşlilere saldırmak
üzere sefere çıktı.
İbn Hişam dedi ki: Rasûlullah, bu gazve için Medine'den ayrılırken yerine Medine valisi
olarak Ebu Seleme b. Abdi'l-Esed'i tayin etti.
Vakidî dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'m bayrağı, Abdülmuttalib oğlu Hamza'da idi. Rasûlullah
(s.a.v.), Şam'a giden Kureyş kervanlarına saldırmak için yola çıkmıştı.
İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Beni Dinar dağ yolu üzerinde yürüdü. Sonra Hayar
kayasının üzerinden geçti ve İbn Ezher'in kumlu vadisindeki bir ağacın altına indi ki, ona
Zatü's-Sak denir. Ve orada namaz kıldı. Rasûlullah (s.a.v.)'m mescidi orada idi. O ağacın
yanında kendisi içinyapılan yemekten yedi. Beraberindekiler de onunla beraber yediler.
Orada çömlek taşlarının yeri malumdur. Orada kendisine Müşey-reb denen bir sudan içirildi.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) yola koyuldu ve Halayık mevMni sol tarafla bıraktı. Bir dağ
yolundan gitti. O yola Şube-i Abdullah denilir. Ve Yelyele indi. Sonra Ferşemelel yoluna
koyuldu. Yolda Yemam'm küçük taşlarına (çakıllarına) rastladı. Böylece yolunu doğrultmuş
oldu. Nihayet Yenbu vadisinden geçerek Uşeyre'ye indi. Orada cemaziyelevvel ayının kalan
kısmı ile cemaziyelahir aylarının birkaç gecesinde ikamet etti. Müdliç oğulları ve
müttefikleri olan Denire oğullarıyla saldırmazlık antlaşması yaptıktan sonra herhangi bir tuzakla
karşılaşmadan Medine'ye döndü.
Buharı, Abdullah kanalıyla Ebu İshak'm şöyle dediğini rivayet eder: «Ben, Zeyd b. Erkam'm
yanında idim. Ona şöyle soruldu:
- Rasûlullah (s.a.v.) kaç gaza yaptı?
- Ondokuz gaza yaptı. Ben de Zeyd'e sordum:
- Ya sen, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte kaç gazaya katıldın?
- Onyedi gazaya katıldım.
- Bunların ilki hangisi idi?
- Uşeyr ya da Useyr idi.
Ben, bunu Katade'ye anlattığımda o, ilk gazanın Uşeyr gazası olduğunu söyledi.»
Bu hadis, gazvelerin ilkinin Uşeyre ya da Useyre olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir.
Kimine göre bu gazvenin adı Uşeyr veya Useyrdir. Her ne ise Zeyd b. Erkam'm, Rasûlullah
(s.a.v.) ile birlikte katıldığı ilk gazvenin, Uşeyre gazvesi olduğu bu hadis ile anlatılmaktadır.
Bu demek değildir ki, Zeyd b. Erkam'm hazır bulunduğu bu gazveden önce bir gazve
yapılmış değildir. Böylece Muhammed b. îshakın ifadesi . ile bu hadis arasında birlik ve
uyum sağlanmış olmaktadır. Doğrusunu Allah bilir.
Muhammed b. İshak dedi ki: O gazvede Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye bazı şeyler söylemişti.
Yezid b. Muhammed b. Haysem, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî tarikiyle Ammar b. Yasir'in
şöyle dediğini rivayet eder:
"Uşeyre gazvesinde ben ve Ebu Talib oğlu Ali iki arkadaştık. Rasûlullah (s.a.v.) geldiğinde
orada bir ay müddetle ikamet etti. O süre zarfinda Müdliç oğulları ile barış yaptı. Onların
müttefikleri olan Denire oğullarıyla da saldırmazlık antlaşması yaptı. Ebu Talib oğlu Ali
bana dedi ki:
- Ey Eba Yakzan! Var mısın, şu pmar başında çalışan Müdliç oğullan grubunun yanma
gidelim de nasıl çalıştıklarını görelim?
Yanlarına giderek bir saat kadar onları seyrettik. Sonra uyku bastirdi. Yumuşak
topraklardaki küçük hurma ağaçlarının altına gidip uyumaya başladık. Uykuya dalmıştık.
Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.v.)'m ayağıyla bizi dürterek uyandırdığım gördük.
Üzerinde uyuduğumuz o yumuşak toprak üzerimize bulaşmıştı. Kalkıp oturduk. Rasûlullah
(s.a.v.), o gün Hz.Ali'ye -üzerine toprak bulaştığı için- Ey Eba Turab (Ey toprak babası),
diye hitab etti. Biz de neler yaptığımızı kendisine anlattık. Bize dedi ki:
- İnsanların en bahtsız iki kişisini size haber vereyim mi?
- Evet, haber ver ya Rasûlallah!
- Salih'in devesini kesen Semud'un Uhaymiridir. Diğeri de ey Ali, senin şuranı vuracak olan
adamdır. (Böyle derken Rasûlullah (s.a.v.) elini Hz. Ali'nin basma koyup şöyle dedi): Tald
şuralarına kan değip ısla-nıncaya kadar. (Böyle derken de elini Hz. Ali'nin sakalı üzerine
koydu.)" Bu hadis, bu yönü ile gariptir. Çünkü Rasûlullah'm Ali'ye bu ismi verişi değişik bir
kanal ile anlatılır.
Rasûlullah (s.a.v.)'m, Hz.Ali'ye toprak babası anlamına gelen "Ebu Turab" künyesini
takmasının -Buharî'nin sahihinde anlattığı gibi- bir başka sebebi de şudur: Hz. Ali, Hz.
Fatıma'ya kızarak evden çıkmış, mescide gelip uyumuştu. Rasûlullah (s.a.v.) da Ali'nin
evine gitmiş ve Fatıma'dan, Ali'nin nerede olduğunu sormuştu. Fatıma da kızıp mescide
gittiğini söylemişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), mescide gelip Ali'yi uykudan
uyandırmış ve üzerindeki toprağı silip temizleyerek: «Kalk ey Eba Turab, kalk ey Eba
Turab!» demişti. [1]
İlk Bedir Gazvesi
İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Uşeyre gazvesinden döndüğünde Medine'de fazla
durmadı. On geceden az bir zaman kaldı. Kürz b. Cabir el-Fihri, Medine'de otlatılmaya bnakılan
deve ve davarlar üzerine saldırdı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), onu yakalamak
için yola çıktı ve Bedir tarafındaki Safvan vadisine vardı. Bu, ilk Bedir gazvesi-dir.
Rasûlullah (s.a.v.), Kürz'ü daha önceden kaçıp gittiğinden yakalayamadı.
Vakidî der ki: Bu gazvede Rasûlullah (s.a.v.)'m bayrağı, Ebu Talib oğlu Ali'de idi.
İbn Hişam ile Vakidî dediler ki: Rasûlullah (s.a.v.), bu gazveye giderken Medine'ye Zeyd b.
Harise'yi vali tayin etti.
İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), bu gazveden döndüğünde Medine'de cemaziyelahir,
receb ve şaban aylarım geçirdi. Bundan önce sekiz Muhacirin başında seriyye kumandanı
olarak da Sa'd'ı yola çıkarmıştı. Yola çıkan Sa'd ve adamları, Hicaz toprağında Harrar
mıntıkasına ulaşmışlardı.
îbn Hişam dedi ki: İlim erbabından bazılarının anlattıklarına göre Sa'd, Hz. Hamza'nın
seriyyesinden sonra yola çıkmış, herhangi bir komplo ile karşılaşmadan geri dönmüştü.
îbn îshak, bu seriyyeleri kısaca anlatır. Vakidî'nin bu üç seriyye hakkındaki açıklamaları
daha önce geçmişti. Bu üç seriyyeden maksat, ramazan ayında yola çıkan Hz. Hamza
seriyyesi, şevval ayında yola çıkan Ubeyde seriyyesi ve zilkade ayında yola çıkan Sa'd
seriyyesidir ki, bunların üçü de hicri birinci senede olmuştu.
İmam Ahmed b. Hanbel, Abdu'l-Muteal b. Abdil-Vahhab kanalıyla Sa'db. Ebi Vakkas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Cüheyneliler
yanma gelip: «Aramıza kondun. Bize teminat ver ki, kavmimizle birlikte sana gelelim.»
dediler. Rasûlullah (s.a.v.), onlara teminat verdi. Onlar da gelip Müslüman oldular.
Sa'd b. Vakkas sözüne devamla şöyle diyor: Rasûlullah (s.a.v.), receb ayında bizi yola
çıkardı. 100 kişiden az idik. Cüheyne kabilesinin yanında Kinane oğullarından bir kabileye
baskın yapmamızı bize emretti. Onlara baskın yaptık. Sayıları çoktu. Cüheynelüere sığındık.
Bizi korudular ve: "Haram ayda niçin savaşıyorsunuz?" diye sordular. Biz de birbirimize:
"Ne diyorsunuz, fikriniz nedir?" diye sorduk.. Biri; "Allah'ın peygamberine gidip durumu
ona bildirelim." dedi. Topluluk ise; "Hayır burda kalacağız." dediler. Ben de yanımdaki
adamlarla beraber Kureyş kervanım karşılayıp yolunu keseceğimizi söyledim. O vakit
ganimet hükümlerine gory bir kimse, birşeyi düşmandan ele geçirirse o şey kendisinin
ganimeti olurdu. Kureyş kervanına doğru gittik. Ama arkadaşlarımız, Hz. Peygamberin
yanma giderek durumu ona anlattılar. Hz. Peygamber de öfkelenip yüzü kızararak şöyle
demişti:
"Benim yanımdan hep birlikte toplu olarak gittiniz ama bölünüp parçalanarak geri geldiniz!
Sizden Öncekileri helak eden şey, bölünüp parçalanmadır. Size, hayırlınız olmayan ama
açlığa ve susuzluğa karşı sizden daha dayanıklı ve sabırlı olan bir adamı göndereceğim."
Böyle dedikten sonra üzerimize komutan olarak Abdullah b. Cahş el-Esedî'yi gönderdi. O,
İslam tarihindeki ilk komutandır.»
"Delail" adlı eserde Beyhakî, Yahya b. Ebi Zaide kanalıyla Müca-led'den buna benzer bir
rivayette bulunmuş ve şu ilaveyi yapmıştır:
- Niçin haram ayda savaşıyorsunuz?
- Bizi haram beldeden (Mekke'den) çıkaran kimselere karşı haram ayda savaşıyoruz!.
Bu hadisten anlaşıldığına göre seriyyelerin ilki, Abdullah b. Cahş el-Esedî'nin
komutasındaki seriyyedir. İlk bayrağın, Ubeyde b. Haris b. Muttalib'e verildiğini söyleyen
İbn İshak'm ve ilk bayrağın Abdülmut-talib oğlu Hamza'ya verildiğini söyleyen Vakidî'nin
rivayetine, bu rivayet aykırı düşmektedir. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu yüce Allah
daha iyi bilir. [2]
Abdullah B. Cahş Seriyyesi
Bu, büyük Bedir gazvesine sebebiyet veren bir seriyyedir. Büyük Bedir gazvesi ki, o günde
İslâm ordusu ile müşrik ordusu karşı karşıya gelmiş ve hak ile batıl birbirinden ayrılmıştı.
Allah, her şeye güç yetiren-dir.
ibn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), ilk Bedir gazvesinden dönünce receb ayında Abdullah
b. Cahş b. Riab el-Esedî'yi sekiz Muhacirin başında seriyye komutanı olarak göreve
gönderdi. Bunların arasında Ensâr'dan bir kimse bulunmayıp adları şöyle idi: Ebu Huzeyfe
b. Utbe, Ukkaşe b. Mihsan b. Hursan (Bu, Beni Esed b. Hüzeyme'nin müttefikidir.) Utbe b.
Gazvan (Bu, Beni Nevfel'in müttefikidir.), Sa'd b. Ebi Vakkas. ez-Zührî, Amir b. Rabia el-
Vailî (Bu, Beni Adiyy'in müttefikidir.), Vakdd b. Abdullah b. Abdumenaf b. Arin b. Salebe b.
Yer-bü et-Temimî (Buda Beni Adiyy'in müttefikidir.), Halid b. Bükeyr (Bu, Beni Sa'd b.
Leys kabilesinden olup Beni Adiyy'in müttefikidir), Sehl b. Beyda el-Fihrî. Bunlar yedi
kişidirler. Sekizincileri ise, seriyye komutanları olan Abdullah b. Cahş'tır. Allah ondan razı
olsun.
Yunus, İbn îshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), bir mektup yazıp
Abdullah'a verdi. İki günlük yol gitmeden bu mektubu açıp bakmamasını emretti. İki günlük
yol gittikten sonra açıp bakmasını ve mektupta emredilen hususlara riayet ederek yola
devam etmesini ve arkadaşlarından her hangi birini de yola devama zorlam amasını buyurdu.
İki günlük yol gittikten sonra Abdullah, Rasûlullah (s.a.v.)'m mektubunu açtı, okudu,
mektupta şunlarm yazılı olduğunu gördü:
«Mektubuma baktığın zaman yoluna devam et. Meleke ile Taif arasındaki bir hurmalığa
varıncaya kadar yürü. Orada Kureyşlileri gözetle. Bizim için habeıierini öğren.»
Abdullah, mektuba baktığında, "İşittik ve itaat ettik" dedi. Mektupta yazılı olan emirleri
arkadaşlarına anlattı ve şöyle dedi: « Rasûlullah (s.a.v.), sizden herhangi birinizi yola
devama zorlamamı yasaklamıştır. Bizden her kim şehadeti ister ve arzularsa yola devam etsin.
Şehadeti istemeyen ise geri dönsün. Bana gelince; ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m emrini
yerine getirmek üzere yola devam edeceğim.» Böylece o yürüdü ve onunla birlikte
arkadaşları da yürüdüler. Onlardan hiç kimse geri kalmadı. Hicaz üzerine yürüdü. Nihayet
Maden'e vardı. Füruun üstünde bulunan o mıntıkaya Behran deniliyordu. O esnada Sa'db.
Ebi Vakkas ile Utbe b. Gazvan develerini kaybettiler ki, ona nöbetleşe biniyorlardı. Bunlar,
onu aramak üzere dolaşırlarken seriyyeden geri kaldılar. Abdullah b. Cahş ile diğer
arkadaşları yola devam ettiler ve nihayet Nahle'ye indiler. Oradan Kureyş'e ait bir ticaret
kervanı geçti. Kervanda Amr b. Hadremî de vardı. İbn Hişam'm anlattığına göre
Hadremî'nin adı Abdullah b. îbat'tır ki, o, Sakif kabilesinden biridir. Osman b. Abdullah b.
Muğire el-Mahzumî ile kardeşi Nevfel ve Hişam b. Muğire'nin azadlısı Hakem b. Keysan da
kervanda idiler. Kervandakiler, onları görünce çok korktular. Yakınlarına kadar gelmişlerdi.
Bunun peşinden Ukkaşe b. Mihsan göründü ve o başını tıraş etmişti. Onu gördüklerinde
rahatlayıp emin oldular ve dediler ki:
- Bunlar umrecilerdir, bunlardan size bir zarar gelmez. Sahabeler, kervan hakkında
müşavere ettiler. Vakit, recep ayının
son günü idi. Dediler ki:
- Vallahi, eğer bunları bu gece bırakırsanız Harem'e girerler ve onunla kendilerini sizden
korumuş olurlar. Eğer onları öldürürseniz elbette haram ayda onları öldürmüş olursunuz!
Ashab, böyle bir tereddüt geçirdi ve onların üzerine saldırmaktan çekindi. Sonra kendilerini
onlara karşı yüreklendirdiler. Öldürebilecekleri kimseyi öldürmeye ve onlarla birlikte olan
mallan almaya karar verdiler. Böylece Vakid b. Abdullah et-Temimî, Amr b. Hadremî'ye bir
ok atarak öldürdü. Osman b. Abdullah ile Hakem b. Keysan'ı da esir aldı. Nevfel b.
Abdullah, kafileyi kurtardı ve Müslümanlar onları yakala-yamadılar. Abdullah b. Cahş ve
arkadaşları ise, kafileyi ve iki esiri ele geçirdiler. Medine'deki Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma
geldiler.
Abdullah b. Cahş'm ailesinden bir adam onun, arkadaşlarına şöyle demiş olduğunu rivayet
etmişti. "Rasûlullah (s.a.v.) için bu ganimetlerin beşte birini ayırmamız gerekiyor." Böyle
dedikten sonra beşte birini Rasûlullah için ayırdı. Kalan kısmı arkadaşlarına paylaştırdı.
Böyle yapması, humusdan (ganimetlerinin beşte biri Allah'a ve Rasûlüne ait olduğunu
bildiren ayetin nazil olmasından) önce idi. İbn îshak'm anlattığına göre humus ayeti nazil
olduğunda tıpkı Abdullah'ın taksimatı gibi bir taksimatı öngördü. Seriyye, Rasûlullah
(s.a.v.)'in yanma döndüğünde Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle dedi:
«Haram ayda savaşmanızı size emretmedim.» Böyle diyerek kervanı ve iki esiri durdurdu.
Bunlardan birşey almaya yanaşmadı. Rasûlullah (s.a.v.), böyle dediğinde seriyyedekiler
yaptıklarına pişman olup helak olduklarını zannettiler. Yaptıkları şeyler yüzünden
Müslüman din kardeşleri onları ayıpladılar. Kureyşliler de şöyle dedi: Muhammed ve
ashabı, haı-am ayı helal gördü. O ayda kan döktüler. Malları aldılar, adamları esir ettiler.
Müslümanlardan Mekke'de bulunup da Kureyşlilere cevap veren kimseler ise, bunlar şaban
ayında olmuştur, diyorlardı.
Yahudiler, bununla Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı tefaül ederek şöyle dediler: Amr b. Hadramî'yi,
Vakid b. Abdullah öldürdü. Amr, harbi yaşattı. Hadremî de harpte hazır bulundu. Vakid b.
Abdullah ise harb ateşini tutuşturdu. Böylece Allah, bunu onların lehlerine değil de
aleyhlerine kıldı.
insanlar bu hususta çok ileri gittiklerinde yüce Allah, Rasûlüne şu ayeti inzal buyurdu:
«Ey Muhammed! Sana, hürmet edilen ayı, o aydaki savaşı sorarlar. De ki: «O ayda
savaşmak büyük suçtur. Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, Mescid-i Haram'a
engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük suçtur. Fitne çıkarmak
ise öldürmekten daha büyüktür.» Güçleri yeterse, dininizden döndürünceye kadar sizinle
savaşa devam ederler.» (ei-Bakara, 217.)
Yani eğer siz hürmet edilen ayda öldürdünüz ise, onlar da küfretmekle Allah yolundan
çevirdiler. Siz, oranın sakinleri ve sahipleri olduğunuz halde oradan çıkarılmanız, Allah
katında onlardan öldürdüğünüz kimsenin öldürülmesinden günahça daha büyüktür. «Fitne
çıkarmak ise öldürmekten daha büyüktür.» Yani onlar Müslümanı dininden saptırıyorlardı.
Ctyle ki, onu imanından sonra küfre geri döndürüyorlardı. Bu ise, Allah katında adam
öldürmekten daha büyük bir günahtır. «Güçleri yeterse, dininizden döndürünceye kadar
sizinle savaşa devam
ederler...»
İbn İshak dedi ki: Kur'ân-ı Kerim'in bu emri nazil olduğunda ve Genâb-ı Allah,
Müslümanların içinde bulundukları sıkıntıyı kaldırıp onları genişliğe kavuşturduğunda
Rasûlullah (s.a.v.), deveyi ve iki esiri alıkoydu. Kureyşliler, ona Osman b. Abdullah ve
Hakem b. Keysan'm fidyesi hakkında haber gönderdiler. Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:
«İki arkadaşımız yani Sa'd b. Ebi Vakkas ile Utbe b. Gazvan yanımıza gelmedikçe, o iki
esiri fidye karşılığında size vermeyiz. Çünkü biz arkadaşlarımıza bir kötülük yapılmasından
korkuyoruz. Eğer arkadaşlarımızı öldürürseniz, biz de sizin arkadaşlarınızı öldürürüz!»
Bunun üzerine Sa'd ve Utbe geldiler. Rasûlullah (s.a.v.) da onlardan, o iki esirin fidyesini
kabul etti. Hakem b. Keysan'a gelince, o Müslüman oldu ve İslamiyet'i güzelce yaşadı.
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında Bi'r-i Maune gününde şehid oluncaya kadar kaldı.
Osman b. Abdullah ise, Mekke'ye ulaştı ve orada kafir olarak öldü.
İbn İshak dedi ki: Kur'ân nazil olup da Abdullah b. Cahş ve onun arkadaşları, içinde
bulundukları belirsizlik durumu açıklanınca sevab ve mükafaat umarak şöyle dediler:
"Ey Allah'ın Rasûlü! Acaba içinde bizim için mücahidlerin sevabının verileceği bir gazve
olmasını isteyebilirmiyiz?" Böyle demeleri üzerine yüce Allah kendileri hakkında şu ayeti
nazil buyurdu:
«İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler Allah'ın rahmetini umarlar. Allah
bağışlar ve merhamet eder.» (ei-Bakara, 218.)
Böylece yüce Allah, bundan ötürü onlara büyük bir ümit verdi.
Şuayb, Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hadremî, Müslümanlarla müşrikler arasında vuku bulan çarpışmada Öldürülen ilk kişidir."
Abdülmelik b. Hişam'm dediğine göre Hadremî, Müslümanların öldürdüğü ilk şahıstır ve bu
çarpışmada Müslümanların elde ettikleri ganimet, ilk ganimet idi. Yakalanan Osman ve
Hakem b. Keysan adındaki esirler de Müslümanların ele geçirdikleri ilk iki esirdir.
Ben derim ki: Önceki sayfalarda da geçtiği gibi İmam Ahmed b. Hanbel, Sa'd b. Ebi
Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: İslâm tarihindeki ilk emîr, Abdullah b. Cahş'tır.
Tefsirimizde de buna dair isbatla-yıcı deliller naklettik. Bu nakillerde de İbn İshak'a
dayandık. Nitekim Hafiz Ebu Muhammed b. Ebi Hatim, babası vasıtasıyla Cündüp b. Abdullah'ın
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), bir kafile yola çıkardı. Başlarında Ebu Ubeyde b. Cerrah yahud Ubeyde
b. Haris'i koydu. Yola çıkacağı zaman bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'a olan aşkından ve onun
yanından ayrılmak istemeyişinden dolayı ağlamaya başladı ve yerinde oturdu. Onun yerine
Rasûluliah (s.a.v.), Abdullah b. Cahş'ı seriyye komutanı olarak yola çıkardı ve ona bir
mektup yazıp verdi, falan mevkiye varmadan açıp okumamasını emretti ve şöyle dedi:
«Mektubu açtığın zaman salan arkadaşlarından herhangi birini seninle birlikte yola devam
etmesi için zorlama.»
Yolda iken Abdullah b. Cahş, mektubu açıp okuduğunda, «İnna lil-lahi ve inna ileyhi
raciun» ayetini okuyup: "Emri işittik ve itaat ettik. Allah ve Resulünün buyruğuna uyduk."
dedi. Mektupta yazılanları arkadaşlarına okuyup durumu bildirdi. Seriyyedekilerden iki kişi
geri döndü. Kalanları, onunla birlikte yola devam ettiler. îbn Hadremî ile karşılaştıklarında
onu öldürdüler. Öldürdükleri günün receb ayından mı yoksa cemaziyelahir ayından mı
olduğunu bilemediler. Bunun üzerine müşrikler, Müslümanlara: «Haram ayda adam
öldürdünüz!» dediler. Yüce Allah da şu ayeti inzal buyurdu:
«Ey Muhammedi Sana, hürmet edilen ayı, o aydaki savaşı sorarlar. De ki: «O ayda
savaşmak büyük suçtur.» (el-Bakara, 217.)
İsmail b. Abdurrahman es-Süddî el-Kebir, tefsirinde sahabelerden bir topluluğun yukarıdaki
ayetle ilgili olarak şöyle dediklerini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.), bir seriyye yola çıkardı. Seriyye yedi kişiden müteşekkil olup, başlarında
Abdullah b. Cahş komutan olarak bulunmaktaydı. Seriyyedeki adamların adları şöyleydi:
Ammar b. Yasir, Ebu Hüzeyfe b. Utbe, Sa'd b. Ebi Vakkas, Utbe b. Gazvan, Sehl b. Beyda,
Amir b. Füheyre ve Vakid b. Abdullah el-Yerbuî. Bu zat, Hz. Ömer'in müttefiki idi.
Rasûlullah (s.a.v.), bunları yola çıkarırken bir mektup yazıp seriyye komutanı Abdullah'a
verdi ve Batm Melele varmadıkça, bu mektubu açıp okumamasını buyurdu. Yola çıkan
seriyye, Batm Melele ulaşınca Abdullah mektubu açtı ve gördü ki içinde şunlar yazılıdır:
«Batm Nah-le'ye varıncaya kadar yola devam et.» Abdullah arkadaşlarına şöyle dedi:
" Ölmek isteyen kimse, yola devam etsin ve vasiyetini yapsın. Çünkü ben vasiyetimi
yapacak, Rasûlullah (s.a.v.)'m emrini uygulayacak ve yola devam edeceğim."
Yola devam ettiler. Sa'd ve Utbe, bineklerini kaybettikleri ve onu aramakla meşgul oldukları
için kafileden biraz geri kaldılar. Abdullah b. Cahş ve arkadaşları yola devam ederek Batm
Nahle'ye vardılar. Orada Hakem b. Keysan, Muğire b. Osman ve Abdullah b. Muğire ile
karşılaştılar.
Ravi, bu arada seriyyedeki sahabelerden Vakid'in, Amr b. Hadremî'yi öldürüşünü ve ganimet
ele geçirip iki esir tutarak Medine'ye geri dönüşlerini ve Müslümanların ele geçirdikleri ilk
ganimetlerinin de bu olduğunu anlatır. Bu hadise üzerine müşrikler şöyle demişlerdi:
"Muhammed , kendisinin Allah'ın buyruğuna uyup itaat ettiğini iddia ediyor. Oysa ki haram
ayların hürmetini hiçe sayan ilk kişi odur. Çünkü receb ayında bizim adamımızı öldürdü!"
Müslümanlar ise: "Biz onu cemaziyelahir ayında öldürdük." dediler.
Süddî dedi ki: Müslümanların Amr'ı öldürmeleri, receb ayının ilk
gecesi içinde olmuştu. Oysa onlar, o geceyi cemaziyelahir ayının son gecesi sanmışlardı.
Ben derim ki: Belki bu hadise'nin vuku bulduğu zamanda cemazi-. yelahir ayı yirmidokuz
çekmişti. Bu sebeple Müslümanlar, receb ayının birinci gecesini, cemaziyelahir ayının
otuzuncu gecesi sanmışlardı. Halbuki hilal o gecede görülmüştü. Doğrusunu Allah bilir.
Avfî de İbn Âbbas'm şöyle dediğim rivayet eder: Amr, cemaziyelahir ayının son gecesi
zannı ile Öldürülmüştü. Oysa o gece, receb ayının ilk gecesi idi. Ama Müslümanlar bunun
farkında değillerdi.
îbn İshak'm rivayetinde de geçtiği gibi bu hadise, receb ayının son gecesinde vuku
bulmuştu. Müslümanlar, bu ganimetleri ele geçirmek için mevcud fırsatı
değerlendirmedikleri takdirde müşriklerin hareme girecekleri ve artık onlara ilişmenin
imkansız olacağını bildikleri için haram ay olduğunu bile bile üzerlerine saldırdılar.
Zührî de Urve'nin böyle dediğini rivayet etmiştir ki, bu rivayeti Beyhakî nakletmiştir.
Bunlardan hangisinin doğru olduğunu ancak yüce Allah bilir.
Zührî, Urve'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bize ulaşan habere göre Rasûlullah (s.a.v.), İbn
Hadremî'nin diyetini ödemiş ve Önceden olduğu gibi yine haram ayın hürmete layık
olduğunu bildirmiştir. Sonunda yüce Allah, Hadremî'yi haram ayda öldürenlerin
affedildiğine dair Beraat ayetini inzal buyurmuştur.
Bu rivayeti, Beyhakî nakletmiştir.
îbn îshak dedi ki: Ebu Bekir es-Sıddık, Abdullah b. Cahş'm gazve-siyle ilgili olarak
müşriklerin, güya Müslümanların haram ayın hürmetini ihlal ettiklerine dair söyledikleri
sözlere bir cevap mahiyetinde şu şiiri söylemiştir. îbn Hişam ise, şiirin Abdullah b. Cahş'a
ait olduğunu
söylemiştir:
«Haram ayda adam öldürmeyi büyük günah sayıyorsunuz. Oysa doğru yolu arayan kimse
doğruyu bulduğunda sizin, Muhammed'in söylediği sözlerden insanları geri çevirmeniz,
Allah'ı inkar etmeniz, bundan daha büyük günahtır. Yaptıklarınızı Allah görüyor.
Allah'ın beytinde secde eden bir kimse görülmesin, diye ehlini Mes-cid-i Haram'dan çıkarıp
sürmeniz haram ayda adam öldürmekten daha büyük bir günahtır.
Her ne kadar adam Öldürme sebebiyle bizi ayıpladımzsa da İslâmiyet sebebiyle azgın ve
hasetci kişi sarsıldı.
Vakid, harbi ateşlediği zaman Nahle'de süngülerimizi îbn Hadremî'den akan kanlarla
suladık.
Abdullah'ın oğlu Osman aramızdadır. Boynuna takılan deriden bir kayış, kendisini ölüme
doğru sürüklemektedir!» [3]
Kıblenin Ka'be'ye Çevrilmesi
Bu hadise, Bedir vakasından önce hicretin ikinci senesinde vuku bulmuştur. Bazılan dediler
ki: Bu hadise, hicretin ikinci senesinin receb ayında vuku bulmuştur. Katade ile Zeyd b.
Eşlem böyle demişlerdir. Muhammed b. İshak da böyle bir rivayette bulunmuştur. Ahmed b.
Hanbel, İbn Abbas'tan da buna delalet eden rivayetleri nakletmiştir ki, bu rivayetler kuvvetli
rivayetlerdir. İleride de belirtileceği gibi Bera' b. Azib'in hadisi, buna dair bir delildir.
Doğrusunu Allah bilir. Kıblenin Ka'be'ye çevrilmesinin, hicri ikinci senenin şaban ayında
vuku bulduğunu söyleyenler de vardır.
İbn İshale, Abdullah b. Çalışın gazvesinden sonra kıblenin Kabe'ye çevrildiğini söylemiştir.
Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'ye gelişinin onse-kizinci ayının başında (şaban ayında)
kıblenin Kabe'ye çevrildiğini söyleyenler de olmuştur. İbn Cerir, Süddî vasıtasıyla bu kavli
nakletmiş ve İbn Abbas, İbn Mesud ile bir kaç sahabeye isnad etmiştir. Cumhur-u ulema ise,
kıblenin hicretin onsekdzinci ayı. başında, şaban ayının ortasında Ka'be'ye çevrilmiş
olduğunu söylemişlerdir. Muhammed b. Sa'd ise, Vakidî'nin şöyle dediğini nakletmiştir:
«Kıble, şaban ayının ortasında salı günü Ka'be'ye çevrilmiştir.»
Ancak bu kesin belirlemede ,ihtilaf vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Tefsirimiz de şu aşağıdaki ayetle ilgili açıklamayı yaparken bu konuda uzun uzadıya
izahatta bulunduk:
«Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın Kıb-le'ye seni, ey
Muhammed, elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir;
bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu kitap verilenler, bunun Rablerinden
bir gerçek olduğunu bilirler. Allah, onların yaptıklarından gafil değildir.» (ei-Bakara, 144.)
Bu ayetin öncesinde ve sonrasındaki ayetlerde de Yahudi ve münafıklardan olan
beyinsizlerin, aşağılık cahillerin buna dair ileri sürdükleri itirazlara da değinmişizdir. Çünkü
İslâm tarihinde vuku bulan ilk nesih budur. Şunu da belirtelim ki yüce Allah, Kur'ânî
ifadelerde bundan önce inzal buyurduğu bir ayet-i kerimede neshin caiz olacağını belirtmiştir:
«Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unuttu-rursak, onun yerine daha
hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah'ın herşeye kadir olduğunu bilmez misin?»
(el-Bakara, ıoe.)
Buharı, Ebu Nuaym kanalı ile Bera'ın şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), onaltı
ya da onyedi ay boyunca Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kıldı. Ama kıblesinin Ka'be'ye
çevrilmesini istiyordu. Ka'be'ye yönelerek kıldığı ilk namaz, ikindi namazı idi. Bir
toplulukla birlikte namaz kıldılar. O esnada yanında bulunanlardan bir adam çıkıp bir
nıescidde rükû halinde bulunan bir cemaate uğrayıp şöyle dedi: «Allah'ı şahid tutarım ki,
Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte Mekke'ye yönelerek namaz kıldım. Siz de onlar gibi Ka'be'ye
yönelerek namaz kılın.»
Kıblenin Ka'be'ye döndürülmesinden önce bazı sahabeler ölmüş ya da öldürülmüşlerdi.
Onlar hakkındaki hükmün ne olacağı bilinmiyordu. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, şu ayeti
inzal buyurdu.
«Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir,
merhamet eder.» (el-Bakara, 143.)
Müslim, bu hadisi başka bir yönden rivayet etmiştir:
İbn Ebi Hatim, İbn Ebi Zur*a kanalı ile Bera'ın şöyle dediğini rivayet etti:
« Rasûlullah (s.a.v.), onaltı ya da onyedi ay boyunca Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz
kıldı. Ka'be'ye döndürülme sini arzu ediyordu. Bunun üzerine yüce Allah, şu ayeti inzal
buyurdu:
«Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye seni, ey Muhammed,
elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir» (el-Bakara, 144.)
Ravi diyor ki: Bu ayetin nüzulü üzerine Rasûlullah (s.a.v.) Ka'be'ye yöneldi.
İnsanlardan bazı beyinsizler -ki onlar Yahudilerdir- şöyle demişlerdi: Onları üzerinde
bulundukları kıbleden döndüren sebeb nedir?
Bunun üzerine yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«De ki: "Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir.» (el-Bakara, 142.)
Özetle demek istediğimiz şu ki; İmam Ahmed b. Hanbel'in, îbn Ab-bas (r.a.)'dan da rivayet
ettiği gibi Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'de iken Ka'be yanında durduğu halde Kudüs'e
yönelerek namaz kılardı. Medine'ye hicret ettiği zaman hem Ka'be'ye hem de Kudüs'e
yönelerek namaz kılma imkanım bulamadı. Medine'ye ilk gelişinde Ka'be'yi arkasına alıp
Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kıldı. Bu hal, onaltı ya da onyedi ay müddetle devam
etti. Yani hicretin ikinci senesi receb ayına kadar bu halini sürdürdü. Doğrusunu Allah bilir.
Peygamber (s.a.v.), kıblesinin Ka'be'ye çevrilmesini arzuluyordu. Çünkü Ka'be, İbrahim
peygamberin kıblesi idi. Bu arzusunun gerçekleşmesi için yüce Allah'a çokça yalvarıp
yakarıyor ve niyazda bulunuyordu. Ellerini semaya kaldırıp gözlerini göğe dikerek bu
dileğini Rabbine arz ediyordu. Nihayet yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye seni, ey Muhammed,
elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram Semtine çevir» (cl-Bakara, 144.)
Kıblenin Ka'be'ye çevrilmesine dair emir nazil olunca Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanlara bir
hutbe irad etti ve bu hükmü onlara iletti. Vakit öğle vakti idi. Nitekim Neseî de Ebu Said b.
el-Mualla'dan böyle bir rivayette bulunmuştur. Bazı insanlar, kıblenin Ka'be'ye çevrilmesine
dair emrin iki namaz arasında nazil olduğunu söylemişlerdir. Mücahid ile diğerleri böyle
demişlerdir. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Be-ra'dan rivayet olunan hadis de bunu teyid
etmektedir. .Şöyle ki: «Peygamber (s.a.v.)'in, Medine'de Ka'be'ye yönelerek kıldığı ilk
namaz, ikindi namazı idi.» Tuhaftır ki, bu hadisenin ikinci günü sabah namazında bile haber
Kübalılara ulaşmamıştı. Nitekim Buharı ve Müslim'in sahihlerinde İbn Ömer'in şöyle dediği
n aide dilmektedir:
"İnsanlar, Küba'da sabah namazını kılmakta iken kendilerine birisi gelip şöyle dedi:
"Rasûlullah (s.a.v.)'a bu gece Kur'ân nazil oldu ve kıblesinin Ka'be'ye yönelik olmasına dair
emir geldi. Siz de Ka'be'ye yönelerek namaz kılın."
Sabah namazını kılmakta olan Kübalılar, Kudüs'e yönelmişlerdi. Bu haberi alınca Ka'be'ye
döndüler."
Sahih-i Müslim'de Enes b. Malik1 ten nakledilen böyle bir rivayet daha vardır.
Söylemek istediğimiz bir başka husus da şudur: Kıblenin Ka'be'ye çevrilmesine dair ayet
nazil olup da Kudüs'e yönelerek namaz kılma hükmü neshedildiğinde; bazı beyinsizler,
bilgisiz ve geri zekalılar, İslâm'a dil uzatarak: "Müslümanları eski kıblelerinden çeviren
sebep nedir?» demişlerdi.
Oysa kitap ehlinden olan kafirler, bu hükmün Allah'tan geldiğini bilmekte idiler. Çünkü
onlar, kitaplarında Hz.Peygamber'in evsafını, Medine'ye hicret edeceğini ve Ka'be'ye
yönelmekle emronulacağını haber veren ayetleri görmekte idiler. Nitekim yüce Allah da
bunu şu ayetle teyid etmiştir:
«Doğrusu kitap verilenler, bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu
bilirler.» (el-Bakara, 144.)
Cenâb-ı Allah, bununla birlikte onların sorularını cevaplandırarak şu ayeti inzal buyurdu:
«İnsanların beyinsizleri, "Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?" diyecekler. De ki;
"Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir.» (el-Bakara, 142.) Yani mülkün
sahibi ve mutasarrıfı O'dur. O, öyle bir hükroedicidir İd, hükmünü engelleyebilecek
herhangi bir kimse yoktur. O, yaratıkları üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunur. Vaz'
etmek istediği hükmü koyar. O, dilediğini dosdoğru yola ileten ve dilediğini de sırât-ı
müstakimden saptırandır. Bütün bu yaptıklarında hikmet vardır İd, bu hikmete razı olmak ve
teslimiyet göstermek gerekir. Bu ayetten sonra yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Böylece sizi insanlara şahid ve Örnek olmanız için tam ortada bulunan (hayırlı) bir ümmet
kıldık» (ci-Eakara, 143.}
Yani namaz kılarken sizleri en faziletli yöne, peygamberlerin atası İbrahim (a.s.)'in kıblesine
yönelttiğimiz, ondan sonra Musa'nın ve kendisinden önceki diğer peygamberlerin yönelerek
namaz kıldıkları Ka'be'ye çevirdiğimiz gibi, aynı şekilde siz ümmetlerin en hayırlısı, âlemin
hülasası, taifelerin en şereflisi, esinlerle yenilerin en kıymetlisi kıldık ki; kıyamet gününde
bütün insanlara karşı şahid olasınız. Çünkü onlar, kıyamet gününde sizin fazilet ve
üstünlüğünüz hususunda ittifak edeceklerdir.
Buharî'nin sahihinde Ebu Said'den merfu olarak nakledilen bir hadiste, Nuh peygamberin
kıyamet gününde bu ümmet lehinde şahadette bulunacağı söylenmiştir. Zamanı çok önce
olmasına rağmen Nuh peygamber, bu ümmet hakkında lehte şahadette bulunacağına göre,
ondan sonraki peygamberler haydi haydi lehte şahadette bulunacaklardır. Bulunmaları da
gerekir.
Yüce Allah, bu hadisenin vukuundan şüphe eden kimselerden intikam alacağı ve bu hadiseyi
tasdik edenlere de nimetini bahşedeceği hususunda hikmetini beyan ederek şöyle
buyurmuştur:
«Senin yöneldiğin yönü, peygambere uyanları, cayacaklardan ayırd etmek için kıble
yaptık.» (el-Bakara, 143.)
İbn Abbas dedi ki: «Senin yöneldiğin yönü, kimin peygambere uyduğunu, kimin de ondan
caydığını görmek için kıble yaptık.»
Doğrusu bu, büyük birşeydir. Yani kıblenin değiştirilmesi, çok ağır, önemli ve büyük bir
hadisedir. Ancak Allah'ın, kendilerini hidayete ilettiği kimseler, bu hadisenin Allah katından
geldiğine inanır ve tasdik ederler. Bu hususta asla şüphe etmezler. Aksine buna razı olur,
inanır ve gereğince amel ederler. Çünkü onlar, yüce Hakim'in kullarıdırlar. O Hakim ki,
uludur, kudret sahibidir. Yumuşak huyludur. Her şeyden haberdardır. Lütufkar ve bilgi
sahibidir.
«Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir» Yani daha önce Kudüs'e yönelerek kıldığınız
namazları geçersiz sayacak değildir. «Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.»
Bu konuda birçok hadis ve eserler vardır. Onları burada nakletmek fazla yer işgal edecektir.
Ancak onları tefsirimizde uzun uzadıya naklettik. "Ahkamü'l-Kebir" adlı eserimizde bu
konuda daha geniş açıklamalar yapacağız.
îmam Ahmed b. Hanbel, Ali b. Asım vasıtasıyla Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder.
Rasûlullah (s.a.v.), kitab ehli hakkında şöyle buyurdu:
«Allah'ın bize gösterdiği ve kendilerini ondan uzaklaştırdığı cuma günü ile Allah'ın bize
gösterdiği ve kendilerini ondan uzaklaştırdığı kıble ve imam arkasında amin deyişimiz
hususunda onlar bizi kıskandıkları kadar başka birşeyde kıskanmadılar.» [4]
Ramazan Orucunun Farz-Kılınması
Ramazan orucu, hicretin ikinci senesinde Bedir vakasından önce farz kılınmıştır.
îbn Cerir, hicretin ikinci senesinde ramazan orucunun farz kılındığını söyler. Ramazan
orucunun hicrî ikinci senenin şaban ayında farz kılındığım söyleyenler de vardır.
Anlatıldığına göre, «Rasûlullah (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde Yahudilerin aşure günü oruç
tuttuklarını gördü. Kendilerine niçin o günde oruç tuttuklarını sorduğunda şu cevabı
verdiler:
- Bu, yüce Allah'ın Musa'yı kurtardığı gündür. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
- Musa hususunda biz sizden daha çok hak sahibiyiz.
Böyle diyerek kendisi de aşure günü oruç tuttu ve Müslümanlara da o gün oruç tutmalarını
emretti.»
Bu hadis, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde sabit olup İbn Ab-bas'tan rivayet edilmiştir.
Yüce Allah buyurdu ki:
«Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten
sakmasunz diye, size de sayılı günlerde farz kılındı. İçinizden hasta olan veya yolculukta
bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar, bir
düşkünü doyuracak kadar fidye verir, kim gönülden iyilik yaparsa o iyilik kendisine-dir.
Oruç tutmanız -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. Ramazan ayı, ki onda Kur'ân,
insanlara yol göstererek -yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak- indirildi.
Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun. Hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin,
sayısınca diğer günlerde tutsun.» (el-Bakara, 183-185.)
Tefsirimizde konuyla ilgili hadis ve eserlerle, istifade edilecek ahkâmı yeterince naklederek
bu hususta geniş açıklamalarda bulunduk. Hamd Allah'a mahsustur.
İmam Alımed b. Hatibe!, Ebu'n-Nadr vasıtasıyla Muaz b. Cebel'in şöyle dediğini rivayet
eder: «Namazın farziyeti üç kademede oldu. Orucun farziyeti de üç aşama geçirdi.» Böyle
dedikten sonra Muaz, namazın farziyetinin aşamalarını anlattı. Sonra şöyle dedi: «Orucun
farziyetinin aşamalarına gelince; Rasûlullah (s.a.v.) Medine'ye geldi. Her aydan üç gün oruç
tuttu. Ve bir de aşure günü oruç tuttu. Sonra Cenab-ı Allah, ona orucu farz kıldı ve şu ayeti
inzal buyurdu:
«Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere farz- kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten
salanasmız diye, sayılı günlerde size de farz kılındı. İçinizden hasta olan veya yolculukta
bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar, bir
düşkünü doyuracak kadar fidye verir.» (el-Bakara, 183-184.)
Bu ayetin nüzulünden sonra Müslümanlardan dileyenler oruç tutuyor, dileyenler de düşkün
bir kimseye yemek yediriyor ve bunu orucun bedeli olarak yeterli görüyordu. Sonra Cenab-ı
Allah, başka bir ayet inzal buyurdu:
«Ramazan ayı, ki onda Kur'ân, insanlara yol göstererek -yol gösterici ve doğruyu yanlıştan
ayırıcı belgeler olarak- indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun.» (ei-
Bakara,i85.)
Artık mukim ve sıhhatli olan kimsenin oruç tutması gerekli bir hüküm haline geldi. Ancak
hasta ve yolcu kimseler için ruhsat tanındı. Oruç tutamayacak kadar yaşlı kimselerinse,
oruca bedel olarak düşkün kimselere yemek yedirmeleri de bir hüküm farziyeti ile ilgili iki
aşama idi.
Ravi dedi ki: Bu iki aşama zarfında Müslümanlar, iftardan sonra uyuyuncaya kadar yemek
yiyor, içiyor ve hammlanyla cinsel ilişkide bulunuyorlardı. Uykuya daldıktan sonra artık
yemekten,, içmekten ve hammlanyla cinsel ilişkide bulunmaktan uzak duruyorlardı. Sonra
Ensâr'dan Sırma adlı bir adam, gündüzleyin oruçlu iken akşama kadar çalışıyordu. Akşam
olunca evine gelip yatsı namazım kıldı. Sonra yemeden içmeden uykuya daldı. Sabah
olunca uyandığında yine oruca devam etti. Rasûlullah (s.a.v.), onun aşırı derecede zayıflayıp
bitkin düştüğünü gördü ve:
- Bana ne oluyor ki, senin aşırı derecede bitkin düştüğünü'görüyorum? diye sordu. Sırma da
başından geçenleri ona anlattı.
Hz. Ömer, geceleyin bir müddet uyuduktan sonra hanımıyla cinsel ilişkide bulunmuş,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelerek yaptığı bu işi ona haber vermişti. Bunun üzerine yüce
Allah, şu ayeti inzal buyurmuştu:
«Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı. Onlar sizin
örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güyenemeyeceğinizi biliyordu. Bu
sebeple tevbenizi kabul edip,sizi affetti. Artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için
takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yeyin,
için. Sonra orucu geceye kadar tamamlayın.» (el-Bakara, 187.)
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Hz. Aişe'nin şöyle dediği rivayet
olunur:
«Aşure günü oruç tutulurdu. Ama ramazan orucuyla ilgili farziyet ayeti nazil olunca, artık
dileyen kimse aşure günü oruç tutar, dileyen tutmazdı.»
Buharî, İbn Ömer ve İbn Mesud'dan bunun gibi bir rivayette bulunmuştur. Bu konuyu
tefsirimizde ve "Ahkamü'l-Kebir" adlı kitabımızda genişçe açıkladık. Allah'ın yardımına
sığınırız.
İbn Cerir dedi ki: O sene insanlar fitre vermekle de emrolundular Denilir ki: RasûluUah
(s.a.v.), ramazan bayramından bir veya iki gün önce insanlara hutbe irad etti ve fitre
vermelerini emretti.
Rasûlullah (s.a.v.), o sene bayram namazını insanlarla birlikte kılmak üzere namazgaha gitti,
ibadetini orada eda etti. Bu, kıldığı ilk bayram namazı idi. Önünde mızrakla gidiyorlardı. Bu
mızrağı Necaşi, Zü-beyre hediye etmişti. Bayramlarda RasûluUah (s.a.v.)'m önü sıra mızrakla
gidilirdi.
Ben derim ki: Müteahhirinden bazı kimselerin anlattıklarına göre o sene malın zekatı farz
kılındı. Nitekim bununla ilgili açıklamalar, Bedir vakasını anlatışımızdan sonra inşaallah
verilecektir. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır. Güç ve kuvvet, ancak ulu ve yüce Allah
sayesindedir. [5]
Büyük Bedir Gazvesi
Bu gazvede, hak ile batıl birbirinden ayrılmış, müşriklerle Müslümanlar karşı karşıya
gelmişlerdi. Bununla ilgili olarak yüce Allah, şöyle buyurmuştur:
«Andolsun ki, siz düşkün bir durumda iken, Bedir'de Allah size yardım etmişti; Allah'tan
sakının ki şükredebilesiniz» (Ai-iîmrân, 123.)
«Nitekim, Rabbin seni hak uğrunda evinden savaş için çıkarmıştı. Oysa Müslümanların bir
takımı bundan hoşlanmamıştı. Sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi, gerçek
ortaya çıktıktan sonra bile seninle tartışıyorlardı. Allah bu iki taifeden birini size vadetmişti;
siz, kuvvetsiz olanın size düşmesini istiyordunuz. Oysa, suçluların hoşuna gitmese de, hakkı
ortaya çıkarmak ve batılı, tepmek için, Allah sözleriyle hakkı ortaya koymak ve inkarcıların
kökünü kesmek istiyordu.» {el-Enfâl, 5-8.)
İbn İshak, Abdullah b. Cahş'm seriyyesini anlattıktan sonra şöyle der: Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), Ebu Süfyan b. Harbin, Kureyş'in mallarını ve ticaret eşyasını taşıyan büyük bir
kervanla Şam'dan döndüğünü işitti. Kafilede Kureyş'ten otuz ya da kırk kişi bulunmakta idi.
Aralarında Mahreme b. Nevfel ve Amr b. As da vardı.
Musa b. Ukbe, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bu hadise, İbn Hadremî'nin
öldürülmesinden iki ay sonra vuku bulmuştur. Kervanda Kureyş'in bütün mallarım
taşımakta olan 1000 deve vardı. Kervanda sadece Hüveytip b. Abdu'1-Uzza yoktu. Bu
sebeple o, Bedir savaşma katılmayıp geride kalmıştır.
îbn İshak, Muhammed b. Müslim b. Şihab vasıtasıyla İbn Abbaş'm şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Süfyan'm Şam'dan döndüğünü duyduğu zaman
Müslümanları çağırıp onlara şöyle dedi:
- İşte Kureyş'in kervanı! Onda Kureyşlilerin malları vardır. Öyleyse ona doğru gidiniz. Belki
de Allah sizi onunla ganimetlendirir.
Bunu duyan halk çağrıya icabet etti ve bazılarına hafif, bazılarına ise ağır geldi. Şundan ki;
Onlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m bir savaşla karşılaşacağını zannetmediler. Ebu Süfyan, Hicaz'a
yaklaştığında haberlere kulak verdi ve kafilesinden korktuğu için her rastladığı adama
sordu.
Nihayet bir kafileden şu haberi aldı: «Muhammed, ashabını senin ve başında bulunduğun
kervanın için savaşmaya gönderdi.»
O da, bu haber yüzünden korktu ve Damdam b. Amr el-Gıfarî'yi kiralayarak Mekke'ye
gönderdi. Kureyş'e gidip mallarına sahip çıkmalarını, Muhanımed'in ashabıyla birlikte o
kafileye görünmüş olduğunu onlara haber vermesini emretti. Damdam b. Amr da süratle
Mekke'ye gitti.
İbn İshak dedi ki: Kendisini yalancılıkla suçlayamayacağım bir kimse, İlerime ve İbn Abbas
tarikiyle Yezid b. Runıan ile İbn Abbas'm, Urve b. Zübeyr'den şu nakilde bulunduklarını
söyledi:
Atike binti Abdülmuttalib, Damdam'm Mekke'ye gelmesinden üç gece önce rüya görmüş,
gördüğü rüyadan korkmuş, bunun üzerine kar-,deşi Abbas b. Abdülmuttalib'e haber
göndererek şöyle demiş:
- Ey kardeşim! Allah'a yemin ederim ki bu gece beni korkutan bir rüya gördüm. Bu rüyadan,
senin kavminin üzerine bir kötülük ve musibetin gelmesinden korktum. Anlatacağım bu şeyi
benden duyduğunu gizle.
- Ne gördün?
- Kendi devesi üzerine binmiş olarak giden bir süvari gördüm ki, gitti Ebtah'ta durdu. Sonra
en yüksek sesiyle bağırdı: "İşte ey gaddarlar! Üç gün içinde öleceğiniz yerlere gidin!"
İnsanların orada toplandıklarını gördüm. Sonra o kişi mescide girdi. İnsanlar da onun
peşinden oraya girdiler. Bir ara onlar, onun etrafında iken devesi Ka'be'nin üzerine kalktı.
Sonra o kimse önceki defa bağırdığı gibi şöyle bağırdı:
"Ey gaddarlar! Üç gün içinde öleceğiniz yerlere gidin!" Sonra onun devesi onunla birlikte
Ebu Kubeys dağının zirvesine yükseldi. Yine öyle bağırdı. Sonra bir kaya parçası alıp
aşağıya yuvarladı. Ve kaya parçası, dağın eteğine vardığında dağıldı. Dağılan parçalardan
her biri, Mekke'deki evlerin içine girdi. Mekke'deki evlerin odalarından her birine o kaya
parçası muhakkak girmişti.
"Vallahi işte bu, gerçek bir rüyadır. Sen bunu gizle ve hiç kimseye anlatma."
Daha sonra Abbas dışarı çıktı. Velid b. Utbe b. Rabia'ya rastladı. Onun dostu idi. Rüyayı ona
anlattı ve kendisinden duyduğunu kimseye söylememesini, gizlemesini istedi. Velid ise,
rüyayı babası Utbe'ye anlattı. Böylece haber Mekke'de yayıldı. Öyle ki, Kureyşliler bu
rüyayı toplantı yerlerinde anlatmaya başladılar.
Abbas dedi ki: Ertesi sabah Ka'be'yi tavaf etmek için Mescid-i Ha-ram'a gittim. Ebu Cehil b.
Hişam'da Atike'nin rüyasını anlatmakta olan Kureyşlüerin meclisinde oturmuş idi. Ebu
Cehil, beni görünce şöyle dedi.
- Ey Ebu Fazl! Tavafım bitirdiğin zaman yanımıza gel.
Tavafı tamamlayınca yanlarına gittim. Onlarla beraber oturdum.
Ebu Cehil, bana şöyle dedi.
- Ey Beni Abdülmuttalib, sizin içinizde bu kadın peygamber ne zaman meydana çıktı?
- O nedir?
- Atike'nin gördüğü rüya işte! -Ne görmüş?
- Ey Beni Abdülmuttalib, siz erkeklerinizin peygamberlik iddiasında bulunmalarıyla kanaat
etmemiş miydiniz ki, kadınlarınız da peygamberlik iddia ediyor? Atike şöyle bir rüya
gördüğünü iddia etmiş ki; rüyasında gördüğü kişi kendisine şöyle demiş: «Üç gün içinde
ölüm yerlerinize gidin!» O halde sizi bu üç gün bekleriz. Eğer onun dediği gibi bir şey
görülmezse bu sizin aleyhinize olur, sizin aleyhinize bir yazı yazarız ki, siz Araplar arasında
en yalancı bir ailesinizdir.
Abbas dedi ki: Ben onunla ilgilenmedim ve böyle birşey olduğunu inkar ettim. Sonra
birbirimizden ayrıldık. Akşam olunca Abdülmuttalib oğullarından olan bütün kadınlar
yanıma gelip şöyle dediler:
"Şu yoldan çıkmış, pis Ebu Cehil'in erkeklerinize dil uzatmasına, sonra da kadınlarınıza dil
uzatmasına ses çıkarmadın. Söylediklerine razı oldun ve dediklerini inkar ettin. Ve hiç de
gayrete gelmedin!"
Onlara dedim ki:
"Vallahi ben bunu yaptım. Fakat ben onunla fazla ilgilenmedim. Allah'a yemin ederim ki,
onun karşısına çıkacağım. Eğer yeniden böyle yaparsa, elbette ben sizin yerinize onun
hakkından gelirim!"
Atike'nin rüya görüşünün üçüncü gününde sabahleyin dışarı çıktım. Hiddetli ve öfkeli bir
halde idim. Sanki ele geçirmek istediğim bir firsatı kaçırmış gibi idim. Mescide girdim ve
onu gördüm. Allah'a yemin ederim ki ben, ona doğru yürüyordum ki ona dokunayım da
dediği bazı şeyleri tekrarlasın. Ben de kavga edeyim istiyordum. O, hafif, hiddetli bir yüze,
lisana ve bakışa sahip bir adam idi. Mescidin kapısına doğru çıktığı zaman hızlı yürüyordu.
İçimden: «Ona ne oldu. Allah lanet etsin. Bu, benden mi kaçıyor?» dedim.
Bir de baktım ki o, benim duymadığım birşeyi duymuş: Damdam b. Amr el-Gıfarî'nin sesini
duymuştu. O ise, vadinin içinde devesinin üzerinde durarak bağırıyor. Devesinin burnunu
kesmiş, semerini ters çevirmişti. Gömleğini de yarmış vaziyette şöyle diyordu:
"Ey Kureyş topluluğu! Buğday ve güzel koku yüklü develer! Buğday ve güzel koku yüklü
develer! Mallarınız Ebu Süfyan'la beraberdi. Ama Muhammed ve arkadaşları, ona
saldırdılar. Artık imdada yetişebileceğinizi sanmıyorum. İmdat......İmdat......"
Dedi ki: Böylece ortaya çıkan durum, beni ondan, onu da benden alıkoydu. Böylece millet
süratle hazırlanmaya başlayarak şöyle dediler: "Muhammed ve onun arkadaşları, İbn
Hadremî'nin kafilesi gibi.olacağını mı zannediyorlar? Hayır, hayır, vallahi elbette bunun
başka birşey olduğunu bileceklerdir!"
Damdam b. Amr bu halde geldiğinde Kureyşliler, Atike'nin gördüğü rüyadan korktular.
Başları eğik ve zillet içinde yola koyuldular. Kureyşliler, ya bizzat kendileri gidiyor ya da
yerlerine bir adam tutup gönderiyorlardı. Nihayet Kureyşin hepsi gazveye çıkıp gittiler.
Sadece Ebu Leheb b. Abdülmuttalib, yerine Asi b. Hişam b. Muğire'yi gönderdi. Ebu
Leheb'in, Asi'de 4000 dirhem alacağı vardı. Ne var ki, Asi iflas etmişti. Ebu Leheb de bu
alacağına karşılık olarak onu kendi yerine savaşa göndermişti.
îbn îshak, îbn Ebi Necih'in şöyle dediğini rivayet eder: Ümeyye b. Halef, oturmaya karar
vermişti. İri cüsseli, ağır gövdeli bir ihtiyar idi. Ukbe b. Ebi Muayt ona geldi. O, mescidde
kavminin arasında oturmakta idi. Elinde taşıdığı bir buhurdanlık vardı. İçinde ateş ile buhur
vardı. O buhurdanlığı Ümeyye b. Halefin önüne koydu. Sonra şöyle dedi:
- Ey Ebu Ali, buhur yap. Çünkü sen kadınlardan birisin.
- Allah seni çirkin kılsın, getirdiğin şeyleri de çirkin kılsın. Böyle dedikten sonra kendisi de
hazırlık yapıp diğer insanlarla birlikte savaşmaya gitti.
İbn İshak'm bu kıssayla ilgili olarak söyledikleri bunlardan ibarettir.
Buharı, bunu başka bir tarikle rivayet etmiştir: Ahmed b. Osman, Sa'd b. Muaz'dan rivayet
etti ki; «Sa'd, Ümeyye b. Halefin dostu imiş. Ümeyye, Medine'ye geldiğinde Sa'd b. Muaz'a
konuk olurmuş. Sa'd da, Mekke'ye geldiğinde Ümeyye'ye konuk olurmuş.
Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Sa'd b. Mu&z umre niyetiyle Mekke'ye gitmiş ve
Ümeyye'ye konuk olmuştu. Ümeyye'ye şöyle demişti:
"Ka'be'yi tavaf edebilmem için bana tenha bir zaman ayarla." Ümeyye de onu öğleye yakın
bir zamanda çıkarıp Ka'be'ye götürmüştü. Ebu Cehil, onlarla karşılaştığında şöyle demişti:
- Ey Eba Safvan, şu yanındaki kimdir? Ümeyye:
- Bu Sa'd'dır, demişti.
Ebu Cehil, Sa'd'e dönüp şöyle demişti.
- Görüyorum ki, Mekke'de güven içinde Ka'be'yi tavaf ediyorsun. Oysa siz dinden çıkanları
barındırdınız. Onlara yardımcı olacağınızı söylediniz. Allah'a yemin ederim ki sen, Ebu
SafVan ile beraber olmasaydın ailene salimen dönemezdin!
Sa'd, sesini yükselterek: "Eğer sen beni Ka'be'yi tavaftan ahkoyar-san, ben seni bundan daha
ağır gelecek birşeyden alıkoyanın. Medine yolunu sana yasaklarım!"
Ümeyye, Sa'd'a şöyle dedi:
- Ey Sa'd! Ebu Hakem'e karşı sesini yükseltme. Çünkü o, bu vadide yaşayan insanların
efendisidir.
Sa'd dedi ki:
- Ey Ümeyye, bizi bırak. Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.v.)'m, senin Müslümanlar
tarafından öldürüleceğini söylediğini işittim.
- Mekke'de mi?
- Bunun üzerine Ümeyye, şiddetli bir korkuya kapıldı. Eve döndüğünde zevcesine şöyle
dedi:
- Ey Ümmü Safvan, Sa'd'm bana dediğini duydun mu?
- Sana ne dedi?
- Bana, Müslümanlar tarafından öldürüleceğimi, Muhammed'in kendilerine bunu haber
verdiğini söyledi. Ben de: "Mekke'de mi öldürüleceğim?" diye sordum O, bunu
bilemeyeceğini söyledi.
Ümeyye dedi ki: Vallahi ben de Mekke'den çıkmam.
Bedir günü geldiğinde Ebu Cehil, insanları savaşa çağırdı ve: "Kervanınıza ulaşıp kurtarın!"
dedi. Ama Ümeyye, Mekke'den çıkmak istemedi. Ebu Cehil, onun yanma gelip şöyle dedi:
"Ey Eba Safvan! Sen bu vadide yaşayanların efendisisin. Eğer insanlar senin sefere
çıkmadığını görürlerse onlar da seninle birlikte kalır ve sefere çıkmazlar."
Ebu Cehil, ısrarla onun savaşa gitmesini istedi. Nihayet Ümeyye şöyle dedi:
"Madem beni mağlup ettin. Öyleyse en güzel ve asil deveyi satın alacağım." Böyle dedikten
sonra eve gidip zevcesine şöyle dedi:
- Ey Ümmü Safvan, yol hazırlığımı yap.
- Ey Eba Safvan, Medineli kardeşininin (Sa'd'm) dedilderini unutmuşsun?
- Hayır, Mekke'den çok uzaklara gitmeyeceğim. Şu yakınlara kadar gideceğim.
Ümeyye, Mekke'den çıktıktan sonra konakladığı her yerde devesini bağlıyordu. Bu tedbirini
devam ettirdi. Nihayet Allah, onu Bedir'de öldürttü.»
İsrail'in rivayetine göre Ümeyye ile karısı arasında geçen karşılıklı konuşmada, karısı ona
şöyle demiş. «Allah'a yemin ederim İd, Muham-med asla yalan söylemez.»
İbn İshak dedi ki: Kureyşliler, hazırlıklarını tamamlayıp yürümeye başladıkları zaman
kendileriyle Beni Bekir b. Abdi Menat b. Kinane arasında geçen savaşları anlatmaya
başladılar ve şöyle dediler: Arkadan bize saldırmalarından korkuyoruz.
Kureyşliler ile Beni Bekir arasında vuku bulan savaş, Hafs b. Ah-yef in oğlu yüzünden
olmuştu. Hafs b. Ahyef, Beni Amir b. Lüey kabile-sindendir. Oğlunu, Beni Bekir
kabilesinden bir adam, Amir b. Yezid b. Amir b. Mülevvih'in teşviki üzerine öldürmüştü.
Sonra Hafs b. Ahyef in öldürülen oğlunun intikamım, diğer oğlu Mikrez almıştı. Mikrez,
Amir'i öldürüp kılıcım karnına saplamış, daha sonra da geceleyin onu getirmiş ve Ka'be'nin
örtüsüne asmıştı. Arada vuku bulan bu öldürmeler yüzünden korkmuşlardı...
îbn İshak, Yezid b. Ruman vasıtasıyla Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder:
Kureyşliler yola çıkmaya karar verdikleri zaman kendileriyle Beni Bekir kabilesi arasında
geçen savaşı hatırladılar. Bu hatırlamaları savaşa gidip gitmemek hususunda onlarda bir
tereddüt meydana getirdi. Bunun üzerine İblis, Süraka b. Malik b. Cüşum el-Müdlic suretine
bürünerek onlara göründü. O da, Beni Kinane kabilesi eşrafındandı. Kureyşlüere şöyle dedi:
«Kinanelilerin arkanızdan gelip de hoşlanmayacağınız birşeyi yapmayacaklarına dair size
teminat veriyorum. Ve sizi böyle birşeye karşı koruyacağım.»
Bunun üzerine Kureyşliler, hızla yola çıktılar.
Ben derim ki: Cenab-ı Allah'ın şu ayetinin manası işte budur:
«Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan menedenler
gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir.
Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve «Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur,
doğrusu ben de size yardımcıyım» dedi. İki ordu karşılaşınca da, geri dönüp, «Benim sizinle
ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi görüyorum. Ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum.
Allah'ın azabı şiddetlidir.» dedi. (ci-Enfâi, 47-48.)
İblis, Kureyşlileri aldattı. Allah ona lanet etsin.. Öyle ki, Kureyşliler onunla birlikte adım
adım, konak konak ilerlediler. îblis'in askerleri ve bayrakları da kendisiyle beraberdi.
Nihayet Kureyşlileri, ölecekleri yere kadar götürüp teslim etti. İşin ciddiyetini ve meleklerin
yardım için inmekte olduklarım görünce, Cebrail'i de karşısında açık bir şekilde görünce
gerisin geri kaçıp şöyle dedi:
«Benim sizinle ilgim yok, doğrusu sizin görmediğinizi görüyorum. Ve şüphesiz Allah'tan
korkuyorum. Allah'ın azabı şiddetlidir.» (ei-Enfâl,48.)
Yukarıdaki ayet, aşağıda nakttiğimiz ayet gibidir: «İki yüzlülerin durumu insana: «İnkar et!»
deyip, insan da inkar edince: «Doğrusu ben senden uzağım; âlemlerin Rabbi olan Allah'tan
korkarım.» diyen şeytanın durumu gibidir.» (cl-Haşr, 16.)
Bir başka ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«De ki: «Hak geldi, batıl ortadan kalktı. Zaten batıl ortadan kalkmaya mahkumdur.» (ciîsra,
8i.)
Lanetli İblis, meleklerin Müslümanlara yardım için Bedir gününde indiklerini görünce
gerisin geri dönüp kaçtı. O gün kaçanların ilki, o oldu. Halbuki daha önce müşrikleri
yüreklendirip gayrete getirmiş, onları koruyacağını söylemişti. Onları kışkırtmış, onlara
vaadlerde bulunmuş, kuruntulara kaptırmıştı. Ama şeytan, onlara aldatmadan başka birşey
vadetmiyordu.
Yunus, İbn îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kureyşliler, zorluk ve zillet içinde 950
savaşçı olarak, beraberlerinde de 200 at bulundurarak yola çıktılar. Def çalıp şarkı söyleyen,
Müslümanları hicveden şarkıcı kadınları da yanlarına aldılar.
İbn İshak, bu arada Kureyşlilere her gün kimin yemek yapacağını da anlatmıştır.
el-Ümevî der ki: Kureyşlilere Mekke'den çıktıkları ilk gün davar kesen kişi Ebu Cehil oldu.
Kureyş ordusu için on hayvan kesti. Sonra Usfan mevkiinde Ümeyye b. Halef, ordu için
dokuz hayvan kesti. Kadid mevkiine geldiklerinde Süheyl b. Amr da on hayvan kesti. Kadid
mevkiinden aşağılara deniz kıyısına doğru meyledip yola devam ettiler. Kıyıda bir gün
ikamet ettiler. O esnada Şeybe b. Rebia, müşrik ordusu için dokuz hayvan kesti. Cühfe'ye
geldiklerinde Utbe b. Rebia, onlara on hayvan kesti. Ebva'ya geldiklerinde Nebih ile
Münebbih (ki bunlar Hac-cac'm oğulları idiler), müşrik ordusu için on hayvan kesti. Abbas
b. Abdülmuttalib de müşrik ordusu için on hayvan kesti. Bedir suyuna, vardıklarında Ebu'l-
Bahterî de onlar için on hayvan kesti. Sonra azıklarını da yediler.
el-Ümevî, babası kanalı ile Ebu Bekir el-Hüzelî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Müşriklerin yanında altmış at ve 600 zırh vardı. Rasûlullah (s.a.v.)"m ordusunda ise iki at ve
altmış zırh vardı.
Müşriklerin Mekke'den çıkıp Bedir'e doğru giderken durumları bundan ibaretti.
İbn îshak, Rasûlullah'm durumu hakkında ise şöyle der:
Rasûlullah (s.a.v.), ashabıyla birlikte ramazan ayından birkaç gece geçtikten sonra yola
çıktı. Yerine Medine'de imam olarak îbn Ümmü Mektum'u görevlendirdi. Revha'ya
geldiğinde Ebu Lübabe'yi Medine valisi olarak görevlendirip Medine'ye gönderdi. Sancağı
Mus'ab b. Ümeyr'e verdi. Bu sancağın rengi beyazdı. Rasûlullah (s.a.v.)'ın önünde iki siyah
bayrak vardı. Bunlardan birisi, Ebu Talib oğlu Ali'nin elindeydi ki, bu bayrağa Ukab denirdi.
Diğeri ise, Ensâr'dan bir adamın elindeydi.
İbn Hişam'ın ifadesine göre Ensâr'ın bayrağı, Sa'd b. Muaz'm elinde idi. el-Ümevî ise,
Habbab b. Münzir'in elinde olduğunu söyler.
İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), ordunun son kısmının başına Kays b. Ebi Sa'sa'a'yı
getirdi. Bu, Beni Mazin b. Neccar'ın kardeşidir, el-Ümevî dedi ki: İslâm ordusunda iki at
vardı. Birinin üzerinde Mus'ab b. Ümeyr, diğerinin üzerinde Zübeyr b. Avvam vardı.
Rasûlullah (s.a.v.) ordunun sağ cenahına Sa'd b. Hayseme'yi, sol cenahına da Mikdad b. Esved'i
komutan tayin etti.
İmam Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Hz. Ali şöyle demiştir: «Bedir savaşında
aramızda Mikdad'tan başka bir süvari yoktu.»
Beyhakî, başka bir kanaldan Hz. Ali'nin, İbn Abbas'a şöyle dediğini rivayet eder: «Bedir
savaşında yanımızda sadece iki at vardı. Bunlardan biri Zübeyr'in, diğeri de Mikdad b.
Esved'in idi.»
el-Ümevî, babası kanalı ile Et-Teymî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: « Rasûlullah (s.a.v.)
ile birlikte Bedir savaşında iki süvari vardı. Bunlardan biri Zübeyr b. Avvam 'di ki, ordunun
sağ cenahında bulunuyordu. Diğeri de Mikdad b. Esved idi ki, ordunun sol cenahında
bulunuyordu.»
İbn İshale dedi ki: Müslümanlarla birlikte yetmiş deve vardı. Bunlara nöbetleşe biniyorlardı.
Rasûlullah (s.a.v.) ile Ali ve Mersed b. Ebi Mersed, bir deveye nöbetleşe biniyorlardı.
Hamza, Zeyd b. Harise, Ebu Kebşe ve Enes (ki bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m iki
azadlısıdırlar), bir deveye nöbetleşe biniyorlardı.
İmam Ahmed b. .Hanbel, Affan kanalı ile Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir gününde, bizden her üç kişiye bir deve düşüyordu. Ebu Lü-babe ile Ali, Rasûlullah
(s.a.v.)'m arkadaşları idiler, yürüme nöbeti Rasûlullah (s.a.v.)'a geldiğinde arkadaşları ona:
"Senin yerine biz yürüyelim" dediler. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: «Siz benden daha güçlü
değilsiniz. Ve ben de en azından sizin kadar sevaba muhtacım.»
Ben derim ki: Belki de bu hadise, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Ebu Lüba-be'yi Revha'da Medine
valisi olarak tayin edip Medine'ye geri döndürmesinden önce olmuştur. Bundan sonra
Rasûlullah (s.a.v.)'m binek arkadaşları, Ali ile Mersed olmuşlardır. Mersed, Ebu Lübabe'nin
yerine geçmişti. Doğrusunu Allah bilir.
İmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Cafer kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet
eder:
«Bedir gününde Rasûlullah (s.a.v.), develerin boyunlanndaki çanların koparılarak
çıkarılmasını emretti.»
Buharî, Yahya b. Bükeyr kanalı ile Ka'b b. Malik'in şöyle dediğim rivayet eder:
« Rasûlulîah (s.a.v.)'m katıldığı gazvelerin hiç birinden -Tebük gazvesi müstesna- geri
kalmadım. Yalnız Bedir gazvesinden geri kalmıştım. Fakat bu gazveden geri kalan
kimselerden herhangi birini Cenab-ı Allah kınamadı. Rasûlullah (s.a.v.), Kureyş kervanını
ele geçirmek maksadıyla Medine'den yola çıktı. Nihayet Cenab-ı Allah beklenmedik bir
anda ve yerde iki tarafı karşı karşıya getirmişti.»
îbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'den Mekke'ye doğru olan Medine'nin dağ
içindeki yolu üzerinde, sonra Akik üzerinde, sonra Zü'1-Hüleyfe üzerinde, sonra Ulat-ı Ceyş
yolu üzerinde yürüdü. Sonra Türban'a vardı. Sonra Melel, sonra Gamsü'l-Hamam, sonra
Yemame kayacıkları, sonra Seyyale, sonra Feceü'r-Revha, sonra Sünüke yoluna vardı ki,
orası normal bir yoldu. Nihayet Irkı'z-Zabye'ye vardığında bedevilerden bir adamla
karşılaştı. Ona, bedevilerin durumunu sordular, ama bir haber alamadılar. Bunun üzerine
ashab ona dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'a selam ver. O da dedi ki:
- Rasûlullah (s.a.v.) aranızda mıdır?
- Evet, dediler.
Böylece o da Rasûlullah (s.a.v.)'a selam verdi. Sonra şöyle dedi: Eğer sen Rasûlullah (s.a.v.)
isen, bana şu dişi devenin karnındakini söyle.
Seleme b. Selame b. Vakş, ona dedi ki:
- Rasûlullah (s.a.v.)'a sorma. Bana gel, ben sana cevabını vereyim. Sen deveye bindin ve
devenin karnında senin çocuğun vardır!" Bunu duyan Rasûlullah (s.a.v.), Seleme'ye şöyle
dedi:
«Sus. Adama karşı fahiş sözler söyledin!» Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.),
Seleme'den yüz çevirdi.
Rasûlullah (s.a.v.), Sec'sec mevkiine indi. Burası Revha kuyusu-dur. Sonra buradan ayrılıp
yola devam etti. Munsaraf ta bulunduğu zaman Mekke'nin yolunu sol tarafa bırakarak sağ
taraftan Naziye üzerin-de yürüdü. Bedir'e doğru gidiyordu. Böylece oradan bir bucağa
yürüdü ve vadiyi enlemesine kat'etti. O vadiye Ruhkan deniliyordu. Naziye ile Madik safra
arasında bulunuyordu. Sonra Madik üzerinden yürüdü. Safra'ya yakın bir yere vardığında
Besbes b. el-Cühanî'yi -ki bu zat Beni Saide'nin müttefiki idi- bir de Adiy b. Ebi Zeğba el-
Cühenî'yi -ki bu da Beni Neccar'ın müttefiki idi- kendisi için keşifler yapıp Ebu Süfyan b.
Harb ve başkasından haberler toplamaları için Bedir'e gönderdi.
Musa b. Ukbe dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'den çıkmadan önce bu ikisini casus olarak
göndermişti. Dönüp de kendisine kervanının haberini verdiklerinde Rasûlulîah (s.a.v.),
insanları savaşa çağırmıştı.
Eğer Musa b. Ukbe ile îbn îshak'm söyledikleri sağlam bir rivayet ise, demek İd Rasûlullah
(s.a.v.), bu iki kişiyi iki defa göndermiştir. Doğrusunu Allah bilir.
îbn îshak, sözüne devamla dedi ki: Daha sonra Rasûlullah (s.a.v.) yola çıktı, biraz ilerledi.
İki dağ arasında bulunan Safra köyüne doğru döndüğü zaman bu dağların adlarım sordu.
Birinin Müslih, diğerinin Muhri olduğunu söylediler. Müslih s ahlandıncı, Muhri ise
pisleyici anlamına gelir. Buralarda yaşayan halkı sordu. Birinde yaşayan halka Ateşoğullan,
diğerinde yaşayana da Çakmakoğulları dendiğini söylediler. Bunlar Gufar kabilesinin iki
kolu idiler. Rasûlullah (s.a.v.), ikisi arasından geçmekten hoşlanmadı ve dağların adlarıyla
halkların adlarını tefaül yaptı. Bu iki dağı ve Safra köyünü soluna alarak yola devam etti.
Vadiyi enlemesine kat'ettikten sonra konakladı.
Kureyşlilerden Rasûlullah (s.a.v.)'a haber geldi ki, onlar kervanlarım korumak için yola
çıkmışlardır. Bunun üzerine o da ashabıyla istişare yaptı. Onlara Kureyş'ten haberler verdi.
Ebu Bekir es-Sıddık kalkıp güzel bir konuşma yaptı. Sonra Ömer b. Hattab kalkıp güzel bir
konuşma yaptı. Sonra Mikdad b. Amr kalktı ve şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'ın sana gösterdiği gibi yoluna devam et. Biz seninle beraberiz.
Vallahi, İsrailoğullanmn Musa'ya; «Sen ve Rab-bin gidin savaşın. Doğrusu biz burada
oturacağız!» dedikleri gibi demiyoruz. Ancak; «Sen ve Rabbin gidin savaşın. Doğrusu biz
de sizinle birlikte savaşacağız. Seni hak olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki, bizi
Berki'l-Gimad'a götürsen bile (Yemen'de bir yer adı.) oraya varıncaya kadar seninle birlikte
ve seninle omuz omuza savaşırız!»
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ona: "Hayırlı olsun" diyerek onun için hayır duada
bulundu.
Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra Ensâr'ı kastederek: «Ey insanlar, bana fikrinizi söyleyip yol
gösterin.» dedi. Çünkü Ensâr'm sayıları bir hayli çoktu. Onlar, Akabe'de peygamberle
bey'atleş tiki eri zaman şöyle demişlerdi:
"Ya Rasûlullah (s.a.v.)! Memleketimize kavuşuncaya kadar sen sorumluluğumuz altında
değilsin. Bize kavuştuğun zaman artık sen bizim zimmet ve himayemiz desin.
Çocuklarımızı ve kadınlarımızı koruduğumuz şeylere karşı seni de koruruz."
Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v.), Ensâr'ın Medine dışındaki düşmanlara saldırmayacakları
endişesiyle korkuyordu. Çünkü onlar, sadece Medine'de kendisini koruyacaklarına söz
vermişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.), bunu söyediği zaman Sa'd b. Muaz, ona şöyle dedi:
- Allah'a yemin ederim ki sanki sen bizi kastediyorsun ya Rasûlal-lah!
- Evet.
- Biz sana iman ettik. Seni tasdik ettik. Senin getirdiğin şeyin gerçek olduğuna şahadette
bulunduk. Bunun için sana itaat etmek ve emirlerini dinlemek üzere sana söz veriyoruz. Şu
halde istediğin şeye devam et ya Rasûlallah. Biz seninle beraberiz. Seni hak peygamber
olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, eğer bize şu denizi göstersen ve ona dalsan,
elbette seninle beraber biz de o denize dalarız ve hiç birimiz senden geri kalmayız. Bizim
düşmanlarımızı yarın bizimle karşılaştırmandan hoşnutsuzluk duymayız. Biz savaşta sabırlı
kimseleriz. Cephede karşılaşma anında sadakatliyiz. Umarız İd Allah, bizimle seni
sevindirir. Gözünü aydın kılar. Öyleyse Allah'ın bereketi üzerine yola devam et."
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) sevindi, sonra şöyle dedi.
«Yürüyün. Size müjdeler olsun. Çünkü yüce Allah, iki şıktan birini bana va'detmiştir.
Allah'a yemin ederim ki, şu anda sanki ben müşrik kavmin ölüm yerlerine bakıyorum."
Merhum îbn îshak'm rivayeti budur. Onun buna dair birçok vecih-ten sahicileri vardır.
Nitekim Buhari, sahihinde Ebu Nuaym kanalı ile İbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder:
"Mikdad b. Esved'in öyle bir durumuna şahid oldum ki, onun yerinde olmayı çok isterdim.
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. O esnada Rasûlullah müşriklere beddua ediyordu.
Mikdad dedi ki:
- Musa kavminin Musa'ya: "Sen ve Rabbin gidin savaşın. Doğrusu biz burada oturacağız."
dedikleri gibi demiyoruz. Aksine biz senin sağında, solunda, önünde, arkanda savaşacağız.
Peygamber (s.a.v.)'in bu sözler üzerine yüzünün aydınlandığını ve
sevindiğini gördüm."
İmam Ahmed b. Hanbel, Ubeyde kanalı ile Enes (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşına çıkıp çıkmamak hususunda ashabına danıştı. Ebu Bekir
(r.a.) görüşünü söyledi. Fakat Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'in görüşü ile yetinmeyip bir
daha sordu. Bu sefer Ömer (r.a.) görüşünü söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v.), Ömer'in görüşü
ile de yetinmeyip bir daha sordu. Bunun üzerine Ensâr'dan kimisi:
- Ey Ensâr topluluğu, Allah'ın peygamberi sizi kastediyor, dediler. Bunun üzerine Ensâr'dan
bazıları kalkıp:
-Ya Rasûlallah! Hoş, biz de sana İsrailoğullarımn Musa (a.s.)'ya: "Sen ve Rabbin gidin,
savaşın. Biz burada oturacağız." dedikleri gibi demiyoruz. Seni hak peygamber olarak
gönderen Allah'a yemin ederiz ki, develeri Berki'l-Gimad'a kadar sürsen senin arkandan
geleceğiz, dediler.»
İmam Ahmed b. Hanbel, yine Enes (r.a.)'den rivayette bulunarak
şöyle dedi:
«Peygamber (s.a.v.), Ebu Süfyan'm büyük bir kervanla geldiğini haber alınca ashabına
danıştı. Ebu Bekir (r.a.) görüşünü söyledi. Onu dinlemedi. Bunun üzerine Sa'd b. Ubade
(r.a.):
-Ya Rasûlallah! Sen bizi kastediyorsun. Hayatım kudret elinde bulunan Allah'a yemin
ederim ki, şu bineklerimizi denizlere daldırmamızı emretsen, onları daldıracağız. Ve eğer
Berki'l-Gimad'a kadar onları sürmemizi emretsen yaparız, dedi.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v,), halka yola çıkmalarını emretti.
Ravi diyor ki:
Yola çıktılar. Nihayet Bedir'e varıp konakladılar. Yanlarına su taşıyıcı bir deve kervanı geldi
ki, aralarında Haccac oğullarının siyahı bir kölesi vardı. Onu yakaladılar. Ebu Süfyan ile
arkadaşlarım ona sordular. O da dedi ki:
- Ebu Süfyan hakkında bilgim yoktu. Ama Ebu Cehil b. Hişam, Ut-be b. Rebia ve Ümeyye
b. Halef buradadırlar.
Böyle deyince onu dövdüler. Dövünce de şöyle dedi:
- Evet, size haber vereceğim. Burada Ebu Süfyan bulunmaktadır. Onu bıraktıklarında tekrar
sordular. O şöyle dedi:
- Ebu Süfyan hakkında bilgim yok. Ama Ebu Cehil, Şeybe, Utbe ve Ümeyye buradadırlar.
Böyle deyince onu yine dövdüler. Rasûlullah (s.a.v.) ise, namaz kılmaktaydı. Bu hali
görünce namazı bırakıp şöyle dedi:
- Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin olsun ki, bu köle doğru konuştuğu zaman siz
onu dövüyorsunuz. Ama size yalan söylediği zaman da bırakıyorsunuz.
Ravi diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.), orada Müslümanlara şöyle dedi: "Burası falan müşrikin
düşüp öleceği yerdir." Böyle derken elini şuraya ve şuraya koyuyordu. Düşüp öleceklerini
belirttiği yerlerde, o müşrikler düşüp ölmüşlerdir. Bir karış dahi öteye geçmemişlerdi.
Mutlaka belirtilen yere düşüp ölmüşlerdi.
İbn Ebi Hatim, tefsirinde Ebu Eyyüb el-Ensârî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Biz,
Medine'de iken Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştu:
«Ebu Süfyan'm kervanının gelmekte olduğu bana haber verildi. Şu kervana karşı gitmeye
var mısınız? Belki Allah, kervandaki malları bize ganimet olarak verir»
Biz de evet, diye cevap verdik. Birlikte yola çıktık. Bir ya da iki gün yol gittikten sonra bize
şöyle dedi:
- Şu kavim hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizin Medine'den çıktığınızı mutlaka haber
almışlardır.
- Allah'a yemin ederiz ki, hayır, bizim o kavimle savaşacak gücümüz yoktur. Biz sadece
kervanı ele geçirmek istemiştik.
- O kavimle savaşma hususunda ne düşünüyorsunuz?
- Hayır, Allah'a yemin ederiz ki, biz, o kavimle savaşacak güçte değiliz. Sadece kervanı ele
geçirmek istemiştik.
Mikdad b. Amr kalkıp şöyle dedi:
- Öyleyse ya Rasûlullah, Musa kavminin Musa'ya; «Git, sen ve Rab-bin savaşın. Biz burada
oturacağız.» dedikleri gibi demeyeceğiz.
Ravi Ebu Eyyüb diyor ki: Biz Ensâr topluluğu da Mikdad gibi söz söylemeyi temenni
etmiştik. Onun söylediği sözleri, büyük bir servete sahip olmaya tercih etmiştik. Bunun
üzerine yüce Allah, Rasûlüne şu
ayeti inzal buyurdu:
«Nitekim, Rabbin seni hak uğrunda evinden savaş için çıkartmıştı. Oysa Müslümanların bir
takımı bundan hoşlanmamıştı.» (ei-Enfâi, 5.)
İbn Mirdeveyh, Muhammed b. Amr b. Alkame b. Vakkas el-Leysî'nin babasından şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'e gitmek üzere yola çıktı. Revha denilen
yere vardığı zaman ashaba:
- Ne diyorsunuz, nasıl yapalım? diye sordu.
Ebu Bekir (r.a.):
-Ya Resûlallah, falanca yerde olduklarım haber aldık, dedi.
Peygamber (s.a.v.) tekrar:
- Ne diyorsunuz, ne yapalım? diye-sordu.
Bu defa Ömer (r.a.) de Ebu Bekir'in söylediklerini söyledi. Rasûlullah (s.a.v.), yine aynı
soruyu sordu. Bu defa Sa'd hMuaz (ra.) şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah ! Sen bizi kastediyorsun. Seni peygamberlikle şereflendiren ve sana kitap
indiren Allah'a yemin ederim ki ben, bu yoldan ne gittim, ne de bu yol hakkında herhangi
bir bilgim var. Eğer Ye-men'deki Berki'l-Gimad'a kadar da gitsen, biz seninle beraber
geleceğiz ve Musa peygambere: "Sen ve Rabbin gidin, savaşın. Biz burada oturacağız."
diyenler gibi demeyeceğiz. Sana: "Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz de seninle beraberiz."
diyeceğiz. Galiba sen Medine'den çıkarken bir maksat için çıktın da burada Cenab-ı Allah,
sana başka birşey emretti. Nereye gitmek istiyorsan git. Kimi bırakmak, kimi ezmek,
kiminle düşmanlık yapmak, kiminle dostluk kurmak istiyorsan yap. Malımızdan da istediğin
kadar alabilirsin."
İşte Sa'd'm, bu sözü üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:
«Nitekim, Rabbin seni hak uğrunda evinden savaş için çıkarmıştı. Oysa Müslümanların bir
takımı bundan hoşlanmamıştı.» (ei-Enfai, 5.)
el-Ümevî, "Meğazi" adlı eserinde Sa'd'm: «Malımızdan dilediğin kadar alabilirsin.»
sözünden sonra: «İstediğin kadar bize ver, istediğin kadar da bizden al. Bize vermenden çok
bizden almanı istiyoruz. Sen bize ne emredersen, senin emrine uyarız. Allah'a yemin ederim
ki, Yemen'in San'a şehrindeki Berkil-Gimad' köşküne kadar da gitsen seninle beraberiz.»
dediğini de kaydetmektedir.
İbn İshale dedi M: Rasûlullah (s.a.v.), Zafiran'dan yola çıkıp sarp yokuşlardan yürüdü.
Oralara Esafir denilir. Sonra Dabbe denilen bir beldeye indi. Hennan'ı sağ tarafına aldı.
Orası dağlar gibi büyük kum tepeleri idi. Sonra Bedir yalanlarına indi. O ve ashabından
birisi bineklerine bindi. İbn Hişam'm ifadesine göre ashabından olan o kişi, Ebu Bekir es-
Sıddıkidi. Nihayet bedevi bir ihtiyarın yanına geldiler. Rasûlullah (s.a.v.) ona, Kureyş,
Muhammed ve ashabının durumu hakkında oralarda ne gibi haberler dolaştığını ihtiyara
sordu. İhtiyar dedi ki:
- Kam olduğunuzu bana haber vermeden size birşey söylemem. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.):
- Sen bize haber verdiğin zaman, biz de sana haber veririz, dedi. İhtiyar adam:
- Ona karşı bu olur mu ?
- Evet, olur.
- Bana şöyle bir haber ulaştı. Muhammed ile ashabı, şu ve şu günde yola çıktılar. Eğer bana
haber veren adam doğru söylemişse, onlar bugün şöyle ve şöyle yerdedirler. (Böyle demekle
Rasûlullah (s.a.v.)'m bulunduğu yeri kastediyordu.) Bana şöyle bir haber de ulaştı ki;
Kureyşli-ler şöyle ve şöyle bir günde yola çıktılar. Eğer bana haber veren adam doğru
söylemiş ise, onlar bugün şöyle ve şöyle bir yerdedirler. (Böyle demekle de Kureyşlilerin
bulunduğu yeri kastediyordu.)
İhtiyar adam sözlerini tamamladığında:
- Siz kimlerdensiniz? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) cevab verdi:
- Biz sudanız.
Böyle dedikten sonra ihtiyar adamın yanından ayrıldı. İhtiyar diyordu ki:
- Sudanız demek de neyin nesi oluyor? Yoksa Irak suyundan mı? îbn Hişam'm ifadesine
göre o ihtiyar adam, Süfyan ed-Damrî'dir. Rasûlullah (s.a.v.), ihtiyarın yanından ayrıldıktan
sonra ashabının
yanına döndü. Akşam olunca Ali b. Ebi Talib, Zübeyr b. Avvam ve Sa'd b. Ebi Vakkas ı
ashabından bir toplulukla birlikte Bedir suyunun yanına gönderdi. Bunlar, bölge ile
müşrikler hakkında bilgi ve haberler elde edeceklerdi. Bu keşif kolu, su taşıyıcı bir kafileye
rastladı. Kafile arasında Beni Haccac'm kölesi Eşlem ile Beni As b. Said'in kölesi Ebu Yesar
da vardı. Keşifçiler, bu ikisini yakalayıp getirdiler ve bunlara sordular. Rasûlullah (s.a.v.)
ise, o esnada namaz kılmakta idi. Kıyam halinde îdi. Bu köleler sorulan şöyle
cevaplandırıyorlardı:
- Biz Kureyşlilerin sucularıyız. Kendilerine su temin etmemiz için bizi buraya gönderdiler.
Sahabeler, onların bu cevablanm beğenmediler. Onların, Ebu Süfyan'm adamları olduklarını
sandılar. Bunun için onları dövdüler. Onları linç edecekleri zaman dediler ki:
- Biz Ebu Süfyan'm adamlarıyız.
Bunun üzerine onları bıraktılar. Rasûlullah (s.a.v.) da rükû etti. İki secdesini yaptı. Sonra
selam verip şöyle dedi:
- Size doğru söyle diklerinde onları dövdünüz. Size yalan söylediklerinde onları bıraktınız.
Onlar doğru söylediler. Vallahi onlar, Kureyş ordusunun adamlarıdır. Bana Kureyş hakkında
bilgi verin. Bunun üzerine onlar dediler ki:
Vallahi, şu gördüğün kum tepesinin arkasındaki vadinin öteki yakasındadırlar. Sonra geri
getirildiler. Rasûlullah (s.a.v.) da onlara şöyle
sordu.
- Ordunuz ne kadardır?
- Çoktur.
- Sayıları ne kadar?
- Bilmiyoruz.
- Her gün kaç deve boğazlıyorlar?
- Bir gün dokuz, bir gün on tane.
- Demek 900 ile 1000 arasındadırlar. Onların içlerinde Kureyş'in eşrafından kimler vardır?
- Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Ebu'l-Behteri b. Hişam, Hakim b. Hizam, Nevfel b.
Hüveylid, Haris b. Amr b. Nevfel, Tuayme b. Esved, Ebu Cehil b. Hişam, Ümeyye b. Halef,
Nebih b. Haccac, Münebbih b. Haccac, Süheyl b. Amr, Amr b. Abdi Vüdd.
Adamların böyle demesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ashabına dönüp şöyle dedi:
- İşte Mekke, ciğerparelerini Önünüze atmıştır.
İbn İshak dedi ki: Besbes b. Amr ile Adiy b. Ebi Zağba yürüdüler. Bedir'e indiler. Develerini
suya yakın bir tepede çöktürdüler. Sonra yanlarındaki eski bir su tulumunu aldılar. İçine su
dol duruyorlar di. Mecdi b. Amr el-Cühenî de su başında idi, Adiy ile Besbes, suya gelen
topluluğun kadınlarından iki kadını dinliyorlardı. Onlar, suyun başında birbirleriyle borç
konusunu görüşüyorlardı. Borçlu olan kadın, arkadaşına şöyle diyordu:
"Ancak yarın ya da yarından sonra kervan gelir, ben de onlara çalışırım, sonra senin
alacağını öderim."
Mecdi de o kadına: "Doğru söyledin." dedi ve aralarını buldu. Adiy ile Besbes de bunu
dinlediler ve develerine binip gittiler. Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gelip duyduklarını
anlattılar.
Ebu Süfyan b. Harp döndü. Nihayet kaçıp kurtulmak için kafilenin yanına geldi, suya vardı.
Mecdi b. Amr'a sordu:
- Herhangi bir kimse gördün mü?
- Tanımadığım hiçbir kimseyi görmedim. Sadece iki süvari gördüm M, şu tepeye bineklerini
çöktürdüler. Sonra eskimiş su tulumlarıyla su
alıp gittiler.
Ebu Süfyan, onların develerini çöktürdükleri yere geldi. Develerinin dışkılarım yerden alıp
eliyle ufaladı ve dağıttı. Bir de baktı ki; dışkılar içinde hurma çekirdeği var. Dedi ki:
- Vallahi, bu Medine'nin yemleridir. Böylece arkadaşlarına doğru hızla ilerledi. Kafilenin
yönünü yoldan çevirdi. Sahil yolunu tuttu. Be-dir'i sol tarafta bıraktı. Sür'atle yoluna devam
etti.
Kureyşliler geldiler. Cühfe'ye indilderinde Cüheym b. Salt b. Mahreme b. Muttalib b.
Abdumenaf bir rüya gördü. Ve şöyle dedi;
- Ben tıpkı uyuyan bir kimsenin gördüğü gibisini gördüm. Uyku ile uyanıklık arasındaydım.
Bir adam gördüm. Atın üzerinde idi. Gelip yanıma durdu. Onunla birlikte bir devesi de
vardı. Sonra şöyle dedi:
- Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Ebül-Hakem b. Hişam, Ümeyye b. Halef falan falan
öldürüldü.
Bedir gününde Kureyş'in eşrafından öldürülen bir takım adamları saydı. Sonra adamın,
kendi devesinin göğsüne vurarak ordunun içine gönderdiğim gördüm. Ordunun
çadırlarından bütün çadırlara onun kanından bulaştı.
Bu haber Ebu Cehil'e ulaşınca dedi ki:
«Bu da yine Muttalib oğullarından başka bir peygamber! Eğer yarın düşmanlarımızla
karşılaşırsak, kimin öldürüleceğini görürler!»
İbn İshak dedi ki: Ebu Süfyan, kafilesini koruyup kurtarmış olduğunu gördüğü zaman
Kureyş'e şöyle bir mektup gönderdi:
"Şüphesiz İd siz sadece kafilenizi, adamlarınızı ve mallarınızı korumak için sefere çıktınız.
Allah onları kurtarmıştır. Artık dönün."
Bunun üzerine Ebu Cehil b. Hişam dedi ki:
- Allah'a yemin ederim İd Bedir'e ulaşıncaya kadar dönmeyiz. (Bedir, Arapların panayır
yerlerinden biri idi. Onlar için orada her sene panayır düzenlenirdi.) Biz, orada üç gün süre
ile ikamet ederiz. Develerimizi boğazlar, yemeğimizi yer, şarabımızı içeriz ve oyuncu
kadınlar oynayıp bize şarkı söylerler. Araplar da bu yaptıklarımızı işitir ve bizim gittiğimiz
yeri, toplantımızı duyar, bizi dinlerler. Böylece bundan sonra sonsuza dek bizden korkarlar.
O halde yola devam ediniz!
Zühre oğullarının müttefiki Ahnes b. Şerik b. Amr b. Vehb es-Sakafî, Zühre oğulları
Cühfe'de bulunurken onlara şöyle dedi: "Ey zühre oğulları! Allah, mallarınızı ve arkadaşınız
Mahreme b. Nevfel'i kurtarmıştır. Siz, sadece onu ve malını korumak için yola çıkmıştınız.
Korkaklığı bana bırakanda artık geri dönün. Çünkü bir menfaat olmaksızın sefere çıkmanıza
gerek yoktur. Şu adamın (Ebu Cehil'in) söylediklerine aldırmayın."
Bunun üzerine Zühre oğullan geri döndüler ve Zühreli hiçbir kişi orada hazır bulunmadı.
Ahnes'e itaat ettiler. Ahnes, onlar arasında sözü dinlenir bir kimse idi. Beni Adiy b. Ka'b'tan
başka Kureyş kabilesinin her kolundan mutlaka orada kalanlar oldu. Zühre oğullan ise,
Ahnes b. Şerik ile birlikte tamamen geri döndüler ve bu kabileden hiçbir kimse Bedir'de
hazır bulunmadı.
Nihayet ordu yürüdü. Talib b. Ebi Talib ile Kureyş'ten birisinin arasmda karşılıklı
konuşmalar oldu. Talib, Kureyş kavminin içinde idi , kendisine dediler ki:
- Vallahi ey Haşim oğullan! Andolsun biliyoruz ki, her ne kadar siz bizimle birlikte
gelmişseniz de gönlünüz Muhammed'le beraberdir!
Bunun üzerine Talib, dönenlerle birlikte Mekke'ye döndü ve bu hususta şöyle bir şiir
söyledi:
"Onlar, işte bu at sürülerinden bir sürü içinde müttefik, muharip olan eğer topluluk
arasındaki Talib'le savaşırlarsa, artık onlar mağlup edilip yağmalansınlar ve kendilerine
saldırılsın."
îbn İshak dedi ki: Kureyşliler yürüdüler. Vadinin Medine'ye en uzak olan kenarına indiler.
Burası, kum tepelerinin ve vadi karnının ar-dmdadır. Bu vadinin adı Yelyel idi. Bedir ile
Kureyş'in bulunduğu kum tepelerinin arasındadır. Su kuyuları, Bedir'de Yelyel vadisinden
Medine'ye en yakın olan kenarda idiler.
Ben derim ki: Bu hususta yüce Allah şöyle buyurdu:
«Siz vadiye en yakın ve onlarda en uzak yamaçta idiler. Kervanın süvarileri sizden daha
aşağıdaydı, (yani sahil tarafindaydı.).. Savaş için buluşmak üzere sözleşmeye kalksaydınız,
vaktini tayinde anlaşmazlığa düşerdiniz. Fakat Allah -mahvolan, apaçık belgeden ötürü
mahvolsun; yaşayanda apaçık belgeden ötürü yaşasın diye- olacak işi yaptı.» (el-Enfâi, 42.)
Allah bir yağmur gönderdi. Vadi yumuşaktı. Ayaklar içine batıyordu. Rasûlullah (s.a.v.) ile
ashabı, kendileri için yeri ıslatan ve yürümelerini engellemeyen bir suya kavuştular.
Kureyş'in de başına gökten bir yağmur indi ki, bu yağmur onların yürümelerini engelledi.
Ben derim ki: Bu hususta yüce Allah şöyle buyurdu: «Sizi arıtmak, sizden şeytan
vesvesesini gidermek, kalblerinizi pekiştirmek ve sebatınızı artırmak için gökten size su
indirmişti.» (el-Enfsi, 11.)
Kavinin anlattığına göre bu yağmur, Müslümanları zahiren ve batmen temizledi. Ayaklanın
yere sağlam bastırdı. Yüreklerine cesaret verdi, şeytanın nefislerine verdiği korku, ürküntü
ve vesveseleri giderdi. Yardımsız kalacaklarına dair vehimleri yok etti ki, bu da hem
batınını, hem zahirini sağlamlaştınlıp sebata kavuşturulması idi. Cenab-ı Allah, semadan
üzerlerine yardım indirdi. Bunu şu ayetle açıkladı:
«Rabbin meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin» diye vahyetti. «Ben inkar
edenlerin kalblerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını
doğrayın» dedi. (ki elleriyle silah tutamasınlar.) Bu, onların Allah'a ve peygamberine karşı
koymalann-dandır. Kim Allah'a ve peygamberine karşı koyarsa; bilsin ki, Allah'ın cezası
şiddetlidir. İşte bunu tadın, inkar edenlere Cehennem azabı da vardır.» (cl-Enfal, 12-14.)
îbıı Cerir, Harun b. İshak kanalı ile Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir savaşının yapılacağı sabahın gecesinde üzerimize hafif bir yağmur yağdı. Ağaçların
ve kalkanların altına koşup yağmurdan sakınmaya çalıştık. Rasûlullah (s.a.v.)'da o geceyi
namaz kılarak geçirdi. Mü'minleri savaşa teşvik etti."
İmam Alımed b. Hanbel, Abdurrahman b. Mehdî kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Bedir gününde Mikdad'tan başka aramızda bir süvari yoktu. Rasûlullah'taıı başka herkes
uyamakta idi. O bir ağacın altında sabaha dek namaz kılıp ağladı."
Mücahid dedi ki: «O gece üzerlerine bir yağmur yağdı. Yağmur ile tozlar yok oldu. Yer biraz
sertleşti. Gönülleri sükun buldu. Ayaklarına da sebat geldi.»
Ben derim ki: Bedir gecesi, hicri ikinci sene ramazan ayının onye-dinci gecesi idi ki, o gece,
bir cuma.gecesi idi. Rasûlullah (s.a.v.), geceyi bir ağaç dibinde namaz kılarak geçirdi.
Secdesinde çokça: "Ya hayy, ya kayyum" diyordu. Bu zikri fazlaca tekrarlıyordu.
İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), ashabını suya koşturdu. Yola çıkıp Bedir'e en yakın bir
su başına geldiği zaman oraya inip konakladı.
Seleme oğullan kabilesinden bazı kimseler bana dediler ki: Hab-bab b. Münzir b. Cemuh,
Hz. Peygamber'e şöyle sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Burayı nasıl gördün? Allah mı seni buraya yerleştirdi ki, buradan ne
bir adım ileriye geçebilelim, ne de bir adım geri durabilelim? Yoksa sen kendi görüşün ve
savaş taktiğin gereği olarak mı buraya yerleştin?
- Hayır bu bir görüş, bir harp ve taktik gereğidir.
- Ey Allah'ın Rasûlü! Burası karargah kurulacak bir yer değildir. Orduyu buradan al ve
Kureyş'e en yakın bir su başına gidip oraya karargah kuralım. Sonra o suyun ötesindeki
kuyuların sularım bozalım. Sonra orada bir havuz yapıp içini su ile dolduralım ki
Kureyşlilerle savaştığımızda biz içelim, onlar içemesinler.
Bunun üzerine Allah elçisi:
- Gerçekten iyi bir yol gösterdin.
el-Ümevî, babası kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bir ara Rasûlullah
(s.a.v.) halkı topluyordu. Cebrail de sağ tarafında duruyordu. Meleklerden biri gelip şöyle
dedi:
- Ya Muhammedi Allah sana selam söylüyor. Rasûlullah (s.a.v.):
- O Selamdır. Selam O'ndandır. Selam O'nadır, dedi. Melek dedi ki:
- Yüce Allah sana diyor ki: Yapılması en uygun olan, Habbab b. Münzir'in sana teklif ettiği
şeydir.
Rasûlullah (s.a.v.) sordu:
- Ey Cebrail, şunu tanıyor musun?
- Göktekilerin hepsini tanımıyorum, ama bu doğru söylüyor, bu şeytan değildir!
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) ve beraberindekiler kalkıp Ku-reyş ordusuna en yakın
suyun yanına gittiler. Rasûlullah, öbür kuyuların kapatılmasını emretti. Yanma karargah
kurduğu kuyunun üzerine bir havuz yaptırdı. İçini su ile doldurdu. Sonra kaplarını içine
attılar.
Bazılarının anlattıklarına göre Habbab b. Münzir, mezkûr teklifini Rasûlullah (s.a.v.)'a arz
ettiğinde gökten bir melek geldi. O esnada Cebrail de Hz. Peygamberin yanında
bulunuyordu. Melek dedi ki:
- Ya Muhammedi Rabbin sana selam söylüyor ve diyor ki: Uyulması gereken görüş,
Habbab'm görüşüdür.
Rasûlullah (s.a.v.), Cebrail'e baktı. Cebrail şu cevabı verdi:
- Bütün melekleri tanımam, ama bu melektir, şeytan değildir.
el-Ümevî'nin anlattığına göre Müslümanlar, gece yarısı müşriklere yakın kuyunun yanma
gelip ordugah kurdular. Kuyuya inip su çektiler. Havuzları doldurdular. Öyleki havuzlar
dolup taştı. Kuyuda, müşrikler için su kalmadı.
İbn İshale, Abdullah b. Ebi Bekr kanalı ile Sa'd b. Muaz'ın, Hz. Peygamber'e şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
- Ey Allah'ın Peygamberi! Senin için altında duracağın bir gölgelik yapalım ve senin
yanında bineklerini de hazır tutalım. Sonra düşmanlarımızla karşı karşıya gelelim. Eğer
Allah bizi güçlü kılar ve bizi düşmanlarımıza galip ederse bu, zaten bizim istediğimiz
birşeydir. Ama öbür türlüsü olursa, sen bineklerin üzerinde oturur ve bizim ardımızdaki
kavmimizden olan kimselere gidip kavuşursun. Senden birçok kavimler geride kalmıştır. Ey
Allah'ın Peygamberi! Onlar bizden daha fazla seni seviyorlar. Şayet senin bir savaşla
karşılaşacağını zannetselerdi, senden geri kalmazlardı. Allah, seni onlar vasıtasıyla korur.
Seninle istişarede bulunurlar ve seninle birlikte cihad ederler.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd'a övgüde bulundu ve hayır dua etti. Sonra Rasûlullah
(s.a.v.) için bir gölgelik yaptırıldı.
îbn İshak dedi ki: Kureyşliler, sabahleyin yola çıkıp geldiler. Rasûlullah, onların kum
tepelerinden aşağı vadiye doğru indiklerini görünce şöyle dedi:
- Allahım, işte Kureyş tekebbür ve kendini beğenmişlik ile gelmiştir. Sana düşmanlık
etmekte ve senin rasûlünü yalanlamaktadırlar. Bana söz verdiğin yardımına sığınırız ey
Allahım. Sabahleyin onları mahvet!
Rasûlullah (s.a.v.), kavminin içinde kırmızı erkek devesi üzerinde .duran Utbe b. Rebia'yı
görünce şöyle dedi: Eğer onlardan birinde bir hayır varsa, o bayır, kırmızı erkek devenin
sahibinde olur. Eğer ona itaat ederlerse doğru yolu bulurlar.
Ravi dİ3'or İd: Hufaf b. Ejona b. Ralıada ya da babası Eyma b. Raha-da el-Gifarî kesilmiş
bir kaç deveyi oğluna vererek Kureyşlilere hediye olarak gönderdi ve şöyle dedi: Size silah
ve adamlarla takviye göndermemizi isterseniz bunu yapar ve size yardımcı oluruz.
Kureyşliler de, ona oğlu ile birlikte şu haberi gönderdiler:
«Teşekkür ederiz. Sen görevini yaptın. An dolsun İd eğer biz, insanlarla savaşacak olursak
bilesin ki bizde zaaf ve güçsüzlük yoktur. Ama biz -Muhammed'in iddia ettiği gibi- Allah ile
savaşacaksak hiçbir kimse Allah ile savaşmaya güç yetiremez!»
Ravi, sözüne devamla şöyle diyor: İnsanlar ordugaha geldikleıi zaman Kureyş'ten bir
topluluk geldi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın havuzuna vardı. Aralarında Hakim b. Hizam da vardı.
Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:
- Onlara ilişmeyiniz. Onlan kendi hallerine bırakınız.
O gün müşriklerden havuzun suyunu içen herkes öldürüldü. Sadece Hakim b. Hizam
öldürülmekten kurtuldu. Sonra o Müslüman oldu ve İslâmiyet'i güzelce yaşadı. Kuvvetli bir
yemin ettiği zaman: «Hayır ,Be-dir gününde beni kurtarana and olsun ki... » derdi.
Ben derim ki: Bedir savaşında Müslümanlar 313 kişi idiler. Nitekim Bedir savaşını
anlattıktan sonra buna dair detaylı açıklamalarda bulunacak ve savaşa katılan sahabelerin
adlannı alfabetik sıraya göre inşaallah nakledeceğiz.
Buhari'nin sahihinde Bera'nm şöyle dediği rivayet edilir: «Biz kendi aramızda konuşurken
Bedir savaşma katılan sahabelerin 310 küsur olduklarını söylüyorduk İd, bunlar Talut'la
birlikte ırmağı geçen askerlerinin sayısı kadar idiler. Onunla birlikte nehri ancak mü'min
kimseler geçebilmi şler di.»
Yine Buharı, Bera'nm şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir savaşında ben ve İbn Ömer, küçük görünmüştük. Bedir savaşma katılan
Muhacirlerin sayısı altmış küsur idi. Ensârîler ise, 240 küsur kişi idiler.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Nasr b. Riab kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
"Bedir savaşma 313 kişi katılmıştı. Muhacirlerin sayısı yetmiş altı idi. Bu savaş, ramazan
ayının onyedisinde yapılmıştı. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Allah onları uykunda sana az gösteriyordu, Çok göstermiş olsaydı, yılacak ve bu hususta
çekişmeye başlayacaktınız. Fakat Allah sizi kurtardı.» (el-Enfâl, 43.)
Rasûlullah, savaşın yapılacağı günün gecesinde bir rüya görmüştü. Denildiğine göre o,
gölgelikte uyumuş ve kendilerine izin vermedikçe savaşmamaları için insanlara emir
vermişti. Müşrik ordusu, İslâm karargahına yaklaştığında Ebu Bekir es-Sıddık, Rasûlullah'ı
şu sözlerle uyarmaya başlamıştı:
"Ya Rasûlallah! Bize yaklaştılar. Uyan artık." Rasûlullah uyumakta iken Cenâb-ı Allah,
müşrik ordusunun sayısını ona az göstermişti." Bunu, el-Ümevî rivayet etmiştir ki, bu
cidden gariptir.
Yüce Allah buyurdu ki:
«Karşılaştığınızda, olacak işi oldurmak için, onları gözlerinize az gösteriyor ve sizi de
onların gözünde azaltıyordu.» (ci-Enfâi, 44.)
İki ordu karşılaştığında Cenâb-ı Allah, her birini diğerinin gözüne az gösterdi ki, birbirlerine
karşı cesaretli olsunlar. Bunda da Cenâb-ı Allah'ın sonsuz bir hikmeti vardı. Bu husus, Al-i
Imrân süresindeki şu ayete ters düşmemektedir:
«Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır. Biri Allah yolunda
savaşanlardır. Diğeri inkarcılardır ki, bunlar karşı tarafı, gözleriyle kendilerinin iki misli
görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler.» (Âl-i îmrân, 13.)
Bu hususta nakledilen ild kavlin en doğru olanına göre yukarıdaki ayetin manası şöyledir:
Kafir grup, mü'min grubu kendi sayılarının iki misli kadar görüyordu. Kılıçların çekilmesi
ve savaşın kızışması esnasında mü'minleri kendilerinin iki misli sayıda görmüşlerdi. Allah
kalplerine korku bırakmışta. Bu sebeple kafirler önceleri mü'minleri az miktarda
görmüşlerdi. Sonra Allah, onlara kendi nusreti ile yardımcı oldu. Onları kafirlerin gözlerine
iki misli gösterdi. Bunun üzerine gevşediler. Zaaf gösterip mağlup oldular. Bu yüzden yüce
Allah buyurmuş ki:
«Allah dilediğini yardımıyla destelder. Bunda görebilenler için ibret vardır.» (Âl-ı Imrân,
13.)
İsrail, Ebu Ubeyd ile Abdullah'ın şöyle dediklerini rivayet etmiştir: Bedir gününde onlar
gözlerimize az gösterilmişlerdi. Öyleki ben yanımda duran bir adama:
- Şu karşıdakiler yetmiş kişi kadar var mı? diye sordum. O da bana:
- Onları 100 ldşi kadar görüyorum, demişti.
İbn İshak, babası kanalı ile Ensâr'dan bazı yaşlıların şöyle dediklerini rivayet eder:
Kureyşliler, Bedir'e yerleştiklerinde Ümeyr b. Vehb el-Cümehî'yi gönderdiler ve ona şöyle
dediler:
- Bizim için Muhammed'in ashabım tahmin et. Zanmnı ortaya koyarak takdir et.
Miktarlarını bize bildir.
O da atıyla çabukça askerin etrafını dolaştı. Sonra onlara dönüp şöyle dedi.
- Aşağı yukarı 300 kişidirler. Ama bizim için hazırlanmış gizli kuvvetler veya yardım olup
olmadığını görmem için bana süre tanıyın.
Böylece vadiye yürüyüp uzaklaştı. Birşey görmedi. Sonra Kureyşli-lere dönüp şöyle dedi:
- Birşey bulamadım. Fakat ey Kureyş topluluğu! Develer ölüleri yükler. Medine develeri
kesin ölümü taşıyorlar. Medineliler öyle adam-larki, kılıçlarından başka onlarla beraber ne
bir koruyucu kuvvet, nede bir sığınak vardır. Allah'a yemin ederim ki, sizden bir adam
öldürmeden onlardan bir adamın öldürüleceğine manasım gelmiyor. Bu sebeple de onlar,
kendi ölüleri sayısınca sizden adam Öldürdükten sonra artık hayatta ne hayır kalır, varın
düşünün!
Hakim b. Hizam, bu sözleri duyduğunda insanların arasında dolaştı. Utbe b. Rebia'ya gelip
şöyle dedi:
- Ey Eba Velid, sen Kureyş'in büyüğü, efendisi ve liderisin. İtaat olunan, sözü dinlenen bir
adamsın. İstermisin ki, sonsuza dek onların arasında hayır ile anılasm?
Utbe sordu:
- Ey Hakim, nedir o?
- Milleti çevir ve müttefikin olan Amr b. Hadremî'nin işini yüklen.
- Hadi yaptım. Sen bu işi, bana bırak. O, benim müttefikimdir. Onun diyeti ve malından
giden şeyler bana aittir. O değil de İbn Hanze-le'ye (Ebu Cehil'e) git. Çünkü insanların işini,
ondan başka karıştırıp fesadlık yapacak başka birinden korkmuyorum.
Sonra Utbe, kalkıp insanlara hitaben şöyle dedi:
- Ey Kureyş topluluğu! Vallahi siz Muhammed ve ashabıyla karşılaşmakla birşey
yapamayacaksınız. Allah'a yemin ederim ki siz, eğer ona vurursanız, adam, bakmak
istemediği bir adamın yüzüne bakmaya mecbur kalacak. Çünkü adam, ya amcasının oğlunu
veya dayısının oğlunu yahud aşiretinden bir adamı öldürecektir. O halde geri dönün ve
Muhammed'i diğer Araplarla başbaşa bırakın. Onlar, eğer ona vururlarsa sizin'istediğiniz
zaten budur. Eğer bundan başkası olursa, o sizi bulur ve murad ettiğiniz şey konusunda
ondan size bir zarar gelmez.
Hakim dedi ki: Ben de yürüyüp Ebu Cehil'in yanma vardım. Onu, dağarcığından kendisine
ait olan bir zırhı çıkarırken buldum. Zırhını onanyordu. Ona şöyle dedim:
"Ey Eba Hakem! Utbe beni şu ve şu seb'eble sana gönderdi." Ebu Cehil, kibirlenerek şöyle
dedi: Muhammed'le ashabını görünce, vallahi korkusundan Utbe'nin ödü koptu. Hayır,
vallahi bizimle Muhammed'in arasında Allah hükmünü verinceye kadar geri dönmeyiz!
Utbe, böyle söyleyecek bir adam değildir. Ancak o, Muhammed ile arkadaşlarının deve
yeyicileri olduklarını görünce, oğlunun da onlar arasında bulunduğunu anlayınca böyle dedi
ki, sizi onlara karşı korkutsun.
Sonra Âmir b. Hadremî'ye haber gönderip şöyle dedi:
- Bu senin müttefikindir. Milleti geri döndürmek istiyor. Halbuki sen onların senden aldığı
intikamı gözünle görmüştün. O halde kalk, Kureyş'in sana olan ahidlerini ve kardeşinin
öldürülmesini yüksek sesle duyur.
Bunun üzerine Amir b. Hadremî kalktı. Kendini gösterdi ve şöyle bağırdı:
- Alı Amr, vah Amr!
Bunun üzerine savaş kızıştı, insanlar sertleştiler. Savaşma niyetlerini kesinleştirdiler.
Utbe'nin propagandasını yaptığı görüş, ters tepki doğurdu.
Utbe'ye, Ebu Cehl'in: «Vallahi, onun ödü koptu.» şeklindeki haberi ulaştığında şöyle dedi:
- Yakında altına pislemeyi görür. Bakalım, benim mi ödüm kopmuş, yoksa onun mu?
Utbe, başına geçirmek için bir miğfer aradı. Başı büyük olduğundan dolayı askerler arasında
başına uygun bir miğfer bulamadı. Hal böyle olunca başına, kendisine ait olan bir kumaş
parçasını sarık olarak sardı.
Müsevver b. Abdülmelik el-Yerbuî kanalıyla İbn Cerir, Said b. Mü-seyyeb'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
Bir ara biz, Mervan b. Hakem'in yanında idik. Mabeyincisi yanına gelip:
- Hakim b. Hizam yanınıza gelmek için izin istiyor? diye sordu. Mervan da:
- İçeri girmesine izin verin, dedi. Hakim içeri girince Mervan ona:
- Merhaba ey Eba Halid, yaklaş bakalım, dedi ve meclisin baş tarafından inip onun yanma
geldi. Aralarında sadece bir yastık vardı. Onu karşılayıp şöyle dedi:
- Bize Bedir hadisini anlat. Hakim söze şöyle başladı:
«Yola çıktık. Cühfe'ye geldiğimizde Kureyş kabilelerinden biri ta-mamiyle geri döndü. O
dönen kabilenin müşriklerinden hiçbiri Bedir'de hazır bulunmadı. Sonra yola devam ettik.
Ayet-i kerimede Allah'ın sözünü ettiği Bedir yakasına geldik. Utbe b. Rebia'ya gidip şöyle
dedim:
- Ey Eba Velid! Hayatta kaldığın sürece bu günün şerefine sahip olmak ister raisin?
- Tabii ki isterim. Ama ne yapmam gerekiyor?
- Siz Muhammed'den, İbn Hadremî'nin kanından başka birşey istemeyeceksiniz. O senin
müttefikindir. Onun diyetini yüklen, insanlar geri dönsünler.
- Hadi yaptım. Sen bu işi bana bırak. Ama İbn Hanzele'ye (Ebu Cehil'e) git ve ona şöyle de:
- Bugün yanındaki adamlarla amcan oğlunun yanından geri dönmeye var mısın?
Ebu Cehü'in yanma vardım. O önünde ve arkasında yığılı bulunan bir kalabalık içinde idi.
Hadremî de yanı başında duruyor ve şöyle diyordu:
"Abdu'ş-Şems oğullan ile aramızdaki akdi feshettim. Bugün benini akdim,
Mahzumoğullanyladır."
Ona dedim ki:
- Utbe b. Rebia, sana şöyle diyor: "Bugün yamndakilerle birlikte geri dönmeye var
mısın?"
Ebu Cehil, bana şu cevabı verdi;
- Senden başka bir elçi bulamadı mı?
- Hayır. Ben ondan başkasının elçisi olacak adam değilim! Hakim diyor ki: Süratle Utbe'ye
gittim ki, haberi kaçırmayayım.
Yanma vardığımda Utbe, Eyma b. Rahada el-Ğifarî'ye yaslanmıştı. Müşriklere on deve
hediye etmişti. Ebu Cehil'in yüzünde şimşekler çakmış ve Utbe'ye: "Ödün koptu öyle mi?"
diye sormuştu. Utbe de; "Kimin ödünün kopacağım göreceksin." demişti. Ebu Cehil, kılıcım
çekerek atının sırtına vurdu. Eyma b. Rahada da: "Bu ne kötü fal!" dedi ve o esnada savaş
başladı.
Rasûlüllah (s.a.v.), ashabım sıraya koydu ve güzel bir şekilde onları saf halinde dizip
yerleştirdi.»
Tirmizî, Abdurrahman b. Avf m şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir savaşında Rasûlüllah (s.a.v.), bizi geceleyin sıraya koydu."
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir savaşında Rasûlüllah (s.a.v.), bizi sıraya koydu. Bizden bazıları safin ilerisine
çıkmışlardı. Rasûlüllah onlara bakıp: «Benimle beraber, benimle beraber." dedi."
İbn İshak, Habban b. Vasi b. Habban'm, kavminin yaşlılarından bazılarının kendisine şöyle
dediklerini rivayet ettiğim söyler:
Rasûlüllah (s.a.v.), Bedir gününde ashabının saflarını düzeltti. Elinde bir ok vardı. Safları o
okla düzeltiyordu. Sevad b. Gaziye'ye rastladı. Bu zat, Beni Adiyy b. Neccar kabilesinin
müttefiki idi. Sevad, safın ilerisine çıkmıştı. Rasûlüllah, onun karnını ok ile itip şöyle dedi:
- Ey Sevad, hizaya gel.
- Ya Rasûlallah, canımı acıttın. Halbuki Allah, seni hak ve adaletle göndermiştir. Sana kısas
uygulamama imkan ver.
Rasûlüllah (s.a.v.) karnını açıp:
- İşte kısası uygula, dedi. Bunun üzerine Sevad'ta Rasûlullah'ı kucaklayıp karnını öpmeye
başladı.
Rasûlüllah, ona sordu:
- Ey Sevad, neden böyle yaptın?
- Ya Rasûlaîlah, görüyorsun ki savaş olacak. Benim seninle olan son demimde ciltlerimizin
birbirine temas etmesini arzuladım.
Bunun üzerine Rasûlüllah, ona hayır duada bulundu ve hayır tavsiye etti.
îbn İshak, İbn Afra'mn şöyle dediğini rivayet eder:
- Ya Rasûlallah! Kulun hangi ameli Rabbi güldürür?
- Düşmana süngüsüz ve miğfersiz saldırması...
Bunun üzerine İbn Afra, üzerindeki zırhı çıkarıp attı. Kılıcını alıp savaşmaya başladı.
Nihayet öldürüldü. Allah ondan razı olsun.
İbn İshak dediki: Daha sonra Rasûlüllah (s.a.v.) saflara döndü. Gölgeliğe girdi. Ebu Bekir de
onunla birlikte gölgeliğe girdi. Orada yanlarında başka bir kimse yoktu.
îbn İshak ve diğerleri dediler ki: "Sa'd b. Muaz (r.a.), kılıcım kuşanmış olarak Ensâr'dan
birkaç adamla birlikte gölgeliğin kapısında durmuş, Rasûlullah'm düşmanlar ve müşrikler
tarafından saldırıya uğramasından korktukları için nöbet tutuyorlardı. Yan taraftada iyi
develer bekletiliyordu. Eğer ihtiyaç duyulursa, Rasûlüllah onlara binip Medine'ye dönecekti.
Nitekim Sa'd b. Muaz, ona böyle bir teklifte bulunmuştu."
"Müsned" adlı eserinde Bezzar, Muhammed b. Ukayl'm şöyle dediğini rivayet eder: «Hz.
Ali, bize hitapta bulunarak;
- Ey insanlar! İnsanların en cesuru kimdir? diye sordu.
- Sensin, ey mü'minlerin emiri! dendi.
- Evet, her kim benimle çarpıştıysa ben onu yendim. Bununla beraber ben değilim.
İnsanların en cesuru Ebu Bekir'dir. Biz savaşta Rasûlüllah için bir gölgelik yapmıştık.
Onun yanında kim nöbet tutacak ki, müşriklerden herhangi biri ona saldırmasın? diye
sorduğumuzda, Allah'a yemin ederim ki bizden hiç kimse bu nöbete yanaşmadı. Sadece Ebu
Bekir kılıcım çekip Rasûlullah'm yanı başında nöbet tutmaya başladı ki, her kim
Rasûlullah'a saldırırsa, onu vurup yere yıkıyordu. İşte insanların en cesuru odur.
Rasûlüllah (s.a.v.)'ı, Kureyşlilerin yakalayıp meydan okuduklarını, yakasından tutup
çekiştirdiklerini ve ona şöyle dediklerini gördüm: "Sen misin bütün ilahları atıp bir tek ilaha
tapmamızı isteyen?" Allah'a yemin ederim İd Ebu Bekir'den başka hiç birimiz ona yardıma
yanaşamadık. Ebu Bekir ki, onu, aralarına alıp tartaklayanlardan birini vuruyor, birini itij'or,
birini de çekiştiriyor ve şöyle diyordu:
- Yazıklar olsun size! Rabbim Allah'tır, dediği için mi bir adamı öldüreceksiniz?!
Böyle dedikten sonra Hz. Ali, üzeiindeki abasını kaldırıp ağladı. Öyleki gözlerinden akan
yaştan sakalı ıslandı. Sonra şöyle dedi:
- Allah aşkına söyleyin, Firavun hanedanından olan ve Musa'ya yardıma gelen mü'min kişi
mi daha hayırlı, yoksa Ebu Bekir mi daha hayırlıdır?
Onun bu.sorusu karşısında orada bulunanlar sustular. Cevabı yine Hz. Ali verdi:
- Allah'a yemin ederim ki, Ebu Bekir'in bir saati, Firavun hanedanından olan o mü'min
kişinin yeryüzü doluşunca yapacağı iyiliklerden daha hayırlıdır. Çünkü o imanını gizleyen
bir adamdı. Bu ise imanını açığa vuran bir kimsedir.»
Bu, Hz. Ebu Bekir es-Sıddık'a ait bir özelliktir. Çünkü o, gölgelikte Rasûlullah'la beraberdi.
Mağarada da onunla beraberdi. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnud kılsın.
Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşında çokça dua ediyor, tazarru ve niyazda bulunuyordu.
Duasında şöyle diyordu:
«Allah'ım, eğer şu bir avuç topluluğu mahvedersen, artık yeryüzünde sana ibadet
edilmeyecektir!»
Rasûlullah (s.a.v.), Aziz ve Celil olan Rabbinden meded dileyerek şöyle diyordu:
«Allahım, bana verdiğin sözleri yerine getir. Allahım, yardımını istiyoruz.»
Ellerini dua esnasında semaya kaldırmış, öyleki, omuzundaki abası yere düşmüştü. Hz. Ebu
Bekir de arkasından abasını kaldırıp tekrar omuzuna bırakıyor ve fazlaca yalvarıp
yakarışından ötürü ona şefkat göstererek şöyle diyordu:
"Ya Rasûlallah, Rabbine yaptığın yalvarmalardan bazı şeyleri iste. Çünkü Allah, senin için
vaad ettiklerini yerine getirecektir."
Süheylî, Kasım b. Sabit'ten böyle rivayette bulunmuştur ki, Ebu Bekir es-Sıddık, Hz.
Peygamber'e sadece şunu söylemiştir: "Yalvarma esnasında Rabbinden bazı şeyleri iste.»
Ebu Bekir, Peygamber Efendimiz'e şefkatinden ötürü böyle demişti. Çünkü o, Peygamberin
dua, tazarru ve niyaz esnasında yorulup bitkin düştüğünü görmüştü. Öyleki, omuzundaki
abası yere düşmüştü. Bunun üzerine Ebu Bekir ona: «Bunların bazısını iste ya Rasûlallah»
demişti. Yani kendini bu kadar yorma, Allah sana yardım edeceğine söz vermiştir.
Ebu Bekir (r.a.), Peygamber'e karşı aşırı derecede şefkatli ve yufka yürekli bir kimse idi.
Süheylî, Şeyhi Ebu Bekir b. Arabi'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), korku
makamında idi. Ebu Bekir es-Sıddîk ise, umut makamında idi. Savaş vaktinde korku
makamında bulunmak daha mükemmeldir. Çünkü Allah, dilediğini yapma kudretine
sahiptir. Hz. Peygamber, mü'minlerin öldürülmesi halinde artık Allah'a yeryüzünde ibadet
edilmeyeceğinden korkmuştu. Onun korkusu ibadet içindi.
Ben derim M: Bazı sûfilerin; "Bu makam, Hira mağarasında bulunma günündeki makamın
karşılığıdır." diye söyledikleri söze gelince; bu, sahibine iade olunacak bir sözdür. Çünkü bu
sözü. söyleyen kimse, sözlerindeki noksanlığı düşünmemiş ve üzerine vazife olmayan
şeyleri söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir.
İki grup karşılaştı.İki fırka karşı karşıya geldi. İki hasım, Rahman olan Allah'ın huzurunda
bir araya geldi. Peygamberlerin efendisi, Rabbinden meded diledi. Sahabeler de duaları
işiten, belaları kaldıran, göklerle yerin Rabbine çeşitli dualarla seslerini yükselttiler.
Müşriklerden öldürülen ilk kişi, Esved b. Abdi'1-Esed el-Mahzumî oldu.
İbn îshak dedi ki: «Esved, yaramaz ve kötü huylu bir adamdı. Şöyle demişti: "Allah'a söz
veriyorum ki, Müslümanların havuzlarından su içeceğim. Bunu yapamazsam o havuzu
yıkacak ya da bu uğurda öleceğim." Havuza doğru geldiği esnada karşısına Hamza b.
Abdülmuttalib çıktı. Karşılaştıkları zaman Hamza, ona bir darbe indirerek ayağını baldırının
yansıyla birlikte kopardı. O ise, havuzun önünde idi. Sırtı üzerine düştü. Ayağı,
arkadaşlarına doğru kan akıtıyordu. Sonra elleri ve dizleri üzerine havuza doğru süründü.
Kendini suya bıraktı. Yeminini yerine getirmek istiyordu. Hamza da peşi sıra gitti. Ona bir
darbe daha indirdi. Onu havuzun içinde Öldürdü.
el-Ümevî der ki: «O esnada Utbe b. Rebia, gayrete geldi. Yiğitliğini göstermek istedi.
Kardeşi Şeybe b. Rebia ile oğlu Velid b. Utbe saftan ayrılıp Müslümanları mübarezeye
çağırdı. Bunun üzerine Ensâr'dan üç genç yiğit ona karşı çıktılar. Bunlar, Haris'in oğulları
Avf ile Muaz (analarının adı ise Afra idi) ve Abdullah b. Revaha idi. Kureyşliler, bunlara
sordular:
- Siz kimlersiniz?
- Ensâr'dan bir topluluğuz.
- Sizinle ahp veremeyeceğimiz birşey yok. (Başka bir rivayete göre ise Kureyşliler bunlara:
Siz tam bize denk olan şerefli kimselersiniz, ancak siz gidin de amcazadelerimizi bize karşı
çıkarın, demişlerdi.)
Sonra Kureyşlilerden biri, yüksek sesle çağırdı:
- Ey Muhammedi Bize kavmimizden emsallerimizi'karşımıza çıkar.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu:
- Kalk ey Ubeyde b. Haris, kalk ey Hamza, kalk ey Ali! el-Ümevî'nin rivayetine göre
Ensâr'dan o üç kişilik grup, Kureyşlilere
karşı çıktıklarında Rasûlullah bunu uygun görmemişti. Çünkü o, düşmanlarıyla
yapılacak olan ilk karşılaşmada kendi aşiretinden olanların düşmanlara karşı düelloya
çıkmalarını arzulamıştı. Bu yüzden Ensâr'ı geri döndürdü ve Kureyş'ten üç kişinin ortaya
çıkmalarını emir buyurdu.
İbn İshak dedi ki: «Kureyş'ten üç kişilik grup, yerlerinden çıkıp müşriklere yaklaştıklarında,
müşrik Kureyşliler dediler ki:
- Siz kimsiniz? Ubeyde dedi ki:
- Ubeyde'yim! Hamza dedi ki:
- Ben Hamza'yım! Ali de dedi ki:
- Ben Ali'yim!
Bunun üzerine onlar dediler ki:
- Evet, şerefli emsallersiniz.»
Böylece Ubeyde -İd bu kavmin en yaşlısı idi-, Utbe b. Rebia ile karşılaştı. Hamza, Şeybe b.
Rebia ile karşılaştı. Ali de Velid b. Utbe ile karşılaştı. Hamza, Şeybe'yi kısa zamanda
öldürdü. Ali'ye gelince o, Velid'i öldürmeyi ihmal etmedi. Ubeyde ile Utbe ise aralarında
vuruştular. İkisi-de birbirlerini yerlerinden kımıldayamayacak hale getirmişlerdi. Hamza ile
Ali, kılıçlarıyla Utbe ye hücum ettiler. Ölümünü hızlandırdılar. Arkadaşlarını yüklenip
Müslümanların ordugahına ulaştırdılar. Allah onlardan razı olsun.
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Zerrİ, yemin ederek şu aşağıdaki ayet-i kerimenin,
Hz. Hamza ile düello yaptığı müşrik Şeybe ve Utbe ile düello yapan Müslüman hakkında
nazil olduğunu söylemiştir. Tabi bunlar, Bedir savaşında müşriklerle düello yapmışlardı.
Ayet-i kerime şudur:
«İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf...» (ol-Hacc, 19.)
Buharî, Hz. Ali b. Ebi Talib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Husumet konusunda Aziz ve
Celil olan Rahman'm huzurunda kıyamet gününde ilk oturacak olan benim.»
Kays dedi ki: «Şu ayet, onlar hakkında nazil olmuştur:
«îşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf...» Bu ayet, Bedir savaşmda düello yapan
Ali, Hamza, Ubeyde, Şeybe b. Rebia, Utbe b. Rebia ve Velid b. Utbe hakkında nazil
olmuştur.»
Tefsirimizde bu konuda yeterli açıklamalarda bulunduk. Hamd ve minnet Allah'adır.
el-Ümevî, Muaviye b. Amr kanalı ile Abdullah el-Behiyy'in şöyle dediğini rivayet eder:
Utbe, Şeybe ve Velid, mübareze için ortaya çıktılar. Karşılarına Hamza, Ubeyde ve Ali
geldi. Müşrikler bu üç cengavere:
- Konuşun ki sizi tanıyalım, dediler. Hamza:
- Ben Allah'ın arslanıyım, Rasûlullah'm arslanıyım, Abdülmutta-lib oğlu Hamza'yım, dedi.
Karşısındaki adam:
- Şerefli bir emsal, dedi. Ali:
- Ben Allah'ın kuluyum, Rasûlullah'm kardeşiyim, dedi. Ubeyde:
- Ben o kimseyim ki, müttefikler arasmdayım.
Mübareze edenlerden her biri rakibine karşı çıktı. Savaştılar. Allah müşrikleri öldürdü. Bu
konuda Hind, şu şiiri söyledi:
"Ey gözlerim, akan yaşlarım cömertçe sal. Hindef mıntıkasının en hayırlısına ağla.
O ki, sabahleyin aşireti onun için çağrıştı. Aşireti Haşimoğull arıyla Muttalib oğullarıdır.
Ona kılıçlarının keskin ağızları ile acı tattırırlar. Yere düşmesinden sonra peşpeşe ona
vururlar."
Bunun üzerine Hind, Hamza'nm ciğerini yemeye yemin etti.
Ben derim İd: Düelloda ağır j'aralanan Ubeyde b. Haris b. Muttalib b. Abdumenafı
Rasûlullah'm yanma getirip yatırdılar. Rasûlullah ayağım uzattı ve Ubeyde'nin yanağını,
mübarek ayağının üzerine koy-du.Ubeyde dedi ki:
- Ya Rasûlallah! Eğer Ebu Talib beni görseydi, söylemiş olduğu şu sözü, benim söylemeye
daha çok hak sahibi olduğumu anlardı:
"Onun uğruna yere düşüp ölmedikçe, çocuklarımızdan ve zevcelerimizden ayrı düşmedikçe
(Muhammed'i) size teslim etmeyiz ey müşrikler."
Böyle dedikten sonra vefat etti. Allah ondan razı olsun. Rasûlullah (s.a.v.)'da ona: «Senin
şehid olduğuna tanıklık ederim.» dedi. Bunu, merhum Şafii rivayet etmiştir.
Savaşta ilk şehid düşen Müslüman, Hz. Ömer'in azadlısı Mihca' idi. Atılan bir oktan isabet
alarak şehid düşmüştü.
İbn İshak dedi ki: İlk şehid düşen Mihca' oldu. Ondan sonra Harise b, Süraka şehid düştü İd,
o da Beni Adiy b. Neccar kabilesindendir. Havuzdan su içmekte iken müşrikler tarafından
atılan bir ok boğazına isabet edince vefat etti.
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Enes'in şöyle dediği rivayet edilir: Harise b. Süraka, Bedir
savaşmda şehid düştü. Gözcülük görevi yapıyordu. Garb ağacından yapılma bir mızrak, ona
isabet edip öldürdü. Anası gelip şöyle dedi: Ya Rasûlaîlah, Harise'nin durumunu bana bildir.
Eğer Cennet'te ise sabredeyim. Yoksa ne yapacağımı Allah bana göstersin. Yani ağıt mı
dökeyim, yoksa ne yapayım? (O zaman ağıt henüz yasaklanmış değildi.) Rasûlullah (s.a.v.),
ona şöyle cevap verdi:
"Yazıklar olsun sana. Delirdin mi? Doğrusu sekiz Cennet vardır Ve senin oğlun en yüksek
Cennet olan Firdevs-i Âla'ya kavuşmuştur "
İbn İshak dedi ki: Daha sonra insanlar toplandı. Birbirlerine yaklaştılar. Rasûlullah (s.a.v.),
ashabına kendisi emir vermeden savaşa girişmemelerini buyurarak şöyle dedi: «Eğer
müşrikler sizi kuşatma altına alırlarsa, oklarla onları kendinizden uzaklaştırın.»
Buharî'nin sahihinde Ebu Üseyd'den rivayet olunur ki;Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşında
Müslümanlara şu buyruğu vermişti: «Müşrikler üzerinize hücum ederlerse onları mızrakla
vurun. Oklarınızı yerinde bırakın.»
Beyhakî, el-Hakim kanalı ile Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir savaşında Rasûlullah (s.a.v.), Muhacirlerin parolası olarak: «Ya Beni Abdirrahman»
sözünü; Hazreçlilerin parolası olarak: «Ya Beni Abdillah» sözünü, Evslilerin parolası olarak
da: «Ya Beni Ubeydullah» sözünü belirlemişti. Kendi atma da Allah'ın atı anlamına gelen
"Haylul-lah" ismini vermişti.»
İbn Hişam'm ifadesine göre ashabın Bedir savaşındaki parolası; «Ehad, Ehad» sözleri idi.
İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) gölgelikte idi. Yanında Ebu Bekir (r.a.) vardı.
Rasûlullah, Aziz ve Celil olan yüce Rabbinden imdad diliyordu. Nitekim Allah da bundan
bahisle şöyle buyurmuştur:
«Rabbinizin yardımına sığınıyordunuz. O, «Ben size, birbiri peşinden 1000 melekle yardım
ederim» diye cevap vermişti. Allah bunu ancak bir müjde olması ve kalblerinizin yatışması
için yapmıştı. Yardım ancak Allah katmdandır. Doğrusu Allah güçlüdür, hakimdir.» (el-
Enfâl, 9-10.)
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Nuh Kurad vasıtasıyla Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet
eder:
«Bedir savaşı olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) ashabına baktı. Onlar 300 küsur kişi idiler.
Müşriklere baktı ki onlarda 1000 kişiden daha fazla ich"!er. Bunun üzerine kıbleye yöneldi.
Üzerinde rida ve izan vardı. Sonra şöyle dedi:
«Allahım! Bana vaad ettiğini gerçekleştir. Allahım, eğer şu İslâm ehlinden olan bir avuç
topluluk helak olursa, artık yeryüzünde ebediyen sana ibadet edilmez!» Rabbine dua etmeye
devam etti. Nihayet omuzun-daki ridası yere düştü. Ebu Bekir gelip ridasını yerden aldı.
Tekrar omu-zuna yerleştirdi. Sonra şöyle dedi:
"Ya Rasûlallah, bu kadarı sana yeter. Rabbinden dilekte bulunurken bazı şeyleri iste. O, sana
vaad ettiğini gerçekleştirecektir." Bunun üzerine yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«Rabbinizin yardımına sığınıyordunuz. O, «Ben size, birbiri peşinden 1000 melekle yardım
ederim.» diye cevap vermişti.» (el-Enfâl, 9.)
Birden fazla ravi, îbn Abbas, Süddî ve İbn Cerir'den bu rivayette bulunmuşlardır ki,
yukarıdaki ayet, Peygamber (s.a.v.)'in Bedir günündeki duası üzerine nazil olmuştur. elÜmevî
ile diğerlerinin anlattıklarına göre Bedir savaşında Müslümanlar, Aziz ve Celil olan
Allah'a sığınıp yardım dilerken yüksek sesle dua ve niyazda bulunmuşlardır.
Ali b. Ebi Talha el-Valibî, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
"Yüce Allah, peygamberine ve mü'minlere 1000 melekle yardım etti. Cebrail 500 melekle
bir tarafta, Mikail'de 500 melekle diğer tarafta bulunuyorlardı." Meşhur olan rivayet budur.
Ama İbn Cerir, el-Müsenna kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder:
«Cebrail, 1000 melekle inip Peygamber (s.a.v.)'in sağ tarafında durdu. Orada Ebu Bekir'de
vardı. Mikail de 1000 melekle inip Peygamber (s.a.v.)'in sol yanında durdu. Ben de o tarafta
bulunuyordum.»
"Delail" adlı eserde Beyhakî, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet ederek şu ilavede
bulunmuştur: "İsrafil de 1000 melekle yardıma geldi. "Bu rivayette Hz. Ali'nin anlattığına
göre kendisi o gün bir mızrak darbesi yemiş, öyleki koltuğunun altı kana bulanmıştı. Ve
3000 melek yardım için semadan yere inmişlerdi."
Bu, garip bir rivayettir. Senedinde zayıflık vardır.
Beyhakî, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir gününde biraz savaştıktan sonra sür'atle gelip Rasülullah'm yanma vardım. Ne
yaptığını görmek istedim. Yanına vardığımda onun secde halinde şöyle dediğini işittim: «Ya
Hayy, ya Kay-yum, ya Hayy ya Kayyum!» Bundan fazlasını söylemiyordu. Cepheye dönüp
savaşmaya başladım. Sonra yine geldiğimde Rasûlullah'ın secde halinde ve aynı şeyleri
söylediğini gördüm. Tekrar cepheye gidip savaştım. Sonra yine geldim. Secde halinde yine
aynı şeyleri söylüyordu. Nihayet Allah, onun vasıtasıyla fethi müyesser kıldı."
A'meş, Ebu îshak kanalı ile Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bedir
savaşında Muhammed (s.a.v.) gibi şiddetli bir dua yapan başka bir kimse görmedim. O şöyle
diyordu:
"Allahım, verdiğin sözü ve vaadi sana hatırlatırım. Ve bunu senden isterim. Allahım, eğer şu
bir avuç topluluk ölürse artık sana ibadet edilmeyecektir!" Böyle dedikten sonra yüzünü
bize çevirdi. Sanki ayın yüzü yarılmıştı. O gece, müşriklerin düşüp ölecekleri yerleri görür
gibi oluyordum.»
İbn Mesudun bu hadisinden şöyle bir mana anlaşılıyor: Peygamber (s.a.v.), müşriklerin
düşüp ölecekleri yeri savaşın yapıldığı günde haber vermiştir M, bu münasiptir. Ama Enes
ile Ömer'den rivayet edilen diğer iki hadis, Hz. Peygamber'in bu haberi bir gün önce
verdiğine delalet etmektedir. Bu ilci hadisi birleştirmek mümkündür. Buna göre Hz.
Peygamber, müşriklerin ölüp düşecekleri yeri savaştan bir gün, ya da daha çok önce haber
vermiş olabilir. Aynca savaştan bir saat öncede haber vermiş olabilir. Doğrusunu Allah bilir.
Buharı, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Pej'gamber (s.a.v.), Bedir gününde kendisine mahsus
kubbesi içinde şöyle dua etmiştir:
«Allahım, ahdini ve vadini yerine getirmeni istiyorum. Allahım, eğer istersen bu günden
sonra artık ebediyyen sana ibadet edilmeyecektir.»
Ebu Bekir, böyle dua eden Peygamber'in elinden tutup şöyle dedi:
'Ya Rasûlallah! Rabbine bu kadar ısrarda bulunduğun yeter." Nihayet o, zırhının içinden
süratle çıkarak şöyle dedi:
«Toplulukları dağıtılacak, yüz geri edeceklerdir. Kıyamet, onların azap ile vade dil dikleri
gündür. O ne korkunç, ne acı bir gündür!» (cî-Ka-mer, 45-46.)
Bu ayet, Mekkidir. Ama tasdiki Bedir gününde gelmiştir. Nitekim İbn Ebi Hatim de böyle
bir rivayette bulunarak şöyle demiştir: Babam, İlerime'niıı şöyle dediğini bize anlattı:
«Toplulukları dağıtılacak, yüz geri edeceklerdir.» ayet-i kerimesi nazil olduğunda Hz. Ömer
dedi ki:
- Hangi topluluk hezimete uğrayacak ve hangi topluluk galip olacak?
Yine Hz. Ömer diyor İd: Bedir günü geldiğinde Rasûlüllah (s.a.v.)'m zırh içinde şöyle
diyerek yerinden fırladığım gördüm:
«Toplulukları dağıtılacak, yüz geri edeceklerdir. Kıyamet, onların azap ile vade dil dikleri
gündür. O ne korkunç, ne acı bir gündür!»
İşte o gün, bu ayetin te'vilini (manasını) öğrendim.»
Buharî, İbn Cüreyc kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben, oyun
oynamakta olan bir kız çocuğu iken şu ayet Mekke'de Muhammed (s.a.v.)'e nazil oldu:
«Toplulukları dağıtılacak, yüz geri edeceklerdir. Kıyamet, onların azap ile vade dil dikleri
gündür. O ne korkunç ne acı bir gündür!»
İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Rabbinin yardım vaadini yerine getirmesini isteyerek
şöyle diyordu: «Allahım, eğer bugün şu bir avuç topluluğu helak edersen, artık sana ibadet
edilmez.»
Ebu Bekir de ona şöyle diyordu:
«Ey Allah'ın peygamberi, yaptığın dualarda Rabbinden bazı şeyleri iste. Çünkü Allah, sana
vaad ettiği şeyleri yerine getirecektir.»
Peygamber (s.a.v.) gölgelikte iken biraz uyudu. Sonra uyandığında şöyle dedi:
«Müjdeler olsun sana ey Ebu Bekir, sana Allah'ın yardımı geldi. İşte Cebrail, tozlu dizleri ve
dirsekleri ile yedmekte olduğu bir atın yularından tutmuş.»
Sonra Rasûlüllah (s.a.v.), ashabının yanma gitti, onları teşvik edip şöyle dedi:
«Muhammed'in nefsi elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, bugün her hangi bir adam
sabredip sevabını bekleyerek gidip de geri dönemezse, Allah onu Cennetine sokacaktır.»
Bunun üzerine Ümeyr b. el-Hümam (Beni Seleme'nin kardeşidir.), elinde, yemekte olduğu
bir takım hurmalar olduğu halde:«Bakm, bakın benimle Cennet'e girmenin arasında ancak
müşriklerin beni öldürmesi vardır.» dedi. Sonra elindeki hurmaları atıp kılıcını aldı ve
müşriklerle savaştı. Nihayet öldürülüp şehid oldu. Allah ona rahmet etsin.
İmam Ahmed b. Hanbel, Haşim b. Süleyman kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet eder:
« Rasûlullah (s.a.v.), Kureyş kervanının nerede olduğunu öğrenmek için Besbes'i gözcü
olarak gönderdi. Besbes, döndüğü zaman Pey-gamber'in yanında benden başka kimse yoktu.
Yalnız hanımlarından kimse varmıydı, bilemiyorum. Besbes, gördüklerini anlattıktan sonra
Peygamber (s.a.v.) dışarıya çıkıp:
- Bir yere gitmek istiyoruz. Kimin hazır bir devesi varsa, bizimle beraber binip gelsin, dedi.
Bir kaç kişi:
- Develerimiz, Medine'nin yukarısmdadııiar, bizi bekleyin, gidip getirelim, dedilerse de Hz.
Peygamber onlara:
- Hayır,bekleyemeyiz. Develeri hazır olanlar binip gelsin, dedi. Ashabı ile birlikte yola çıkıp
müşrikleri geçtiler. Onlardan önce Bedir'e varıp yerlerim aldılar.
Daha sonra müşrikler geldi. Rasûlullah (s.a.v.):
- Benden habersiz kimse birşey yapmasın, dedi. Müşrikler yaklaştıkları zaman:
- Haydi, genişliği göklerin ve yerin genişliği kadar olan bir Cennet'i kazanmaya kalkın, dedi.
Ümeyr b. Hümam:
- Ya Rasûlallah, genişliği, göklerin ve yerin genişliği kadar olan bir Cennet'i mi? dedi.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Evet, Öyle bir Cennet'i, dedi. Ümeyr:
- Ne güzel, ne güzel, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
- Niçin güzel, ne güzel diyorsun? diye sordu. Ümeyr:
- Ya Rasûlallah, Beni sevindiren, o Cennet'i kazanacağımı ümid etmemden başka birşey
değildir, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Sen, o Cennet'i kazananlardansın, buyurdu.
Ümeyr, okluğundan bir kaç hurma çıkarıp yemeğe başlamıştı. Fakat hurmaları daha
bitirmeden:
- Ben, bu hurmaları yeyinceye kadar beklersem uzun bir zaman geçmiş olur, dedi ve hemen
hurmaları atıp savaşa başladı. Şehid düşünceye kadar savaştı. Allah ona rahmet etsin.»
İbn Cerir'in anlattığına göre Ümeyr, savaşırken şöyle diyordu:
«Ahiret için yaptığımız ameller ile takvadan başka bir azığımız olmaksızın Allah'a doğru
koşalım.
Bir de Allah için cihada dayanalım. Diğer bütün azıklar tükenmeye mahkumdur. Sadece
takva, iyilik ve doğru yol azığı tükenmez.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Haccac kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder:
«Medine'ye geldiğimizde oranın meyveleri bize dokundu. Havasından rahatsız olup
hastalandık. Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'den zor kalktı. Müşriklerin üzerimize gelmekte
olduklarını haber aldığımızda Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'e yöneldi. Bedir'de bir kuyu vardı.
Müşriklerden önce oraya vardık. Biri Kureyşlilerden, diğeri de Ukbe b. Ebi Mu-ayt'ın
azadlısı olmak üzere orada iki adama rastladık. Kureyşli kaçıp kurtuldu. Ukbe b. Ebi
Muayt'm azadhsmı yakaladık, ona sorduk:
- Müşrik topluluğu ne kadardır?
- Vallahi sayıları çoktur, güçleri fazladır.
Böyle deyince ashab onu dövdü. Nihayet onu, Rasûlullah'm huzuruna getirdiler. Rasûlullah
ona sordu:
- Müşrik ordusunun sayısı ne kadar?
- Vallahi onların sayısı çoktur, güçleri fazladır.
Sayılarını tam olarak bildirmesi için Rasûlullah onu sıkıştırdı ama o, kesin cevap vermeye
yanaşmadı. Sonra Rasûlullah tekrar ona sordu:
- Günde kaç deve kesiyorlar?
- Her gün on deve kesiyorlar. Bunun üzerine Rasûlullah;
- Müşrik ordusunun sayısı 1000 kişidir. Her 100 kişiye bir deve kesilir, dedi.
Sonra geceleyin üzerimize hafif bir yağmur yağdı. Yağmurdan korunmak için ağaçların ve
kalkanların altına koşup sığındık. Rasûlullah, o geceyi Rabbine dua ederek geçirdi. Dua
esnasında şöyle diyordu:
«Allahım, eğer şu topluluk helak olursa, artık sana ibadet edilmez!»
Fecir doğunca: "Ey Allah'ın kulları! Haydi namaza!.." diye çağrı yapıldı. İnsanlar, ağaçların
ve kalkanların altından çıkıp geldiler. Rasûlullah, bize namaz kıldırdı ve savaşa teşvik edip
şöyle buyurdu:
«Kureyş topluluğu, şu dağın kızıl yamacının eteğindedir.»
Müşrikler yaklaşıp da saflarımız karşı karışya geldiğinde kızıl renkli bir deveye binmiş bir
adamlarını gördük. Aralarında dolaşıyordu. Rasûlullah (s.a.v.):
- Ey Ali! Hainza'ya seslen, dedi. Hamza, müşriklere en yakın noktada bulunuyordu.
Rasûlullah ona sordu:
- Kızıl renkli deve üzerindeki adam kimdir?
- Utbe b. Rebia'dır. Müşrikleri savaştan menediyor ve onlara şöyle diyor:
- Savaştan vazgeçme işinin sorumluluğunu bana yükleyin ve; "Utbe b. Rebia korktu," deyin.
Siz de biliyorsunuz ki ben sizin en korkak adamınız değilim.
Ebu Cehil, bu sözleri işitince şöyle dedi:
- Bunları sen mi söylüyorsun? Allah'a yemin ederim ki bu sözleri senden başkası söyleseydi,
onu dişlerimle paralardım. Yüreğin karnına korku doldurmuş.
- Beni mi kınıyorsun ey altına pisleyen ve ödü kopan adam? Bugün hangimizin korkak
olduğunu göreceksin?
Bundan sonra Utbe ile kardeşi Şeybe ve oğlu Velid gayrete gelip ortaya çıktılar.
Müslümanlardan mübareze için karşılarına adam çıkarmalarını istediler. Bunlara karşı
Ensâr'dan üç delikanlı çıktı. Utbe:
- Biz, bu gençleri istemiyoruz. Ancak amcazadelerimiz olan Abdülmuttalib oğullarıyla
çarpışmak istiyoruz, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Kalk ey Hamza! Kalk ey Ali! Kalk ey Ubeyde b. Haris b. Muttalib! Mübareze sonucunda
yüce Allah, Utbe ile Şeybe b. Rebia ve Utbe'nin
oğlu Velid'i öldürdü. Müslümanlardan da Ubeyde yaralandı. Bu savaş neticesinde
müşriklerden yetmiş kişi öldürüldü. Yetmiş kişi de esir alındı.
Ensâr'dan bir adam, Abdülmuttalib oğlu Abbas'ı esir alıp getirmişti. Abbas şöyle demişti:
- Ya Rasûlaüah, bu adam beni esir almadı. Beni alaca bir at üzerinde insanların en güzel
yüzlüsü olan, başının iki yanındaki saçları açılmış olan bir adam esir aldı ki, onu
topluluğunuz arasında göremiyorum.
Ensâr'dan olan adam ise:
- Onu ben esir aldım ya Rasûlallah, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Ensâr'dan olan adama şöyle dedi:
- Sus, Allah, sana takviye olarak şerefli bir melek göndermiş (onun yardımıyla Abbası esir
almışsın.)
Hz. Ali diyor ki: O savaşta Abdülmuttalib oğullarından Abbas'ı, Ukeyl'i, Nevfel b. Haris'i
esir aldık.»
Rasûlullah (s.a.v.), gölgelikten çıkıp insanların arasına geldiğinde onları savaşa teşvik etti. O
esnada da insanlar saf bağlamışlar, sabırlı vaziyette bekliyorlar. Allah'ı da çokça
zikrediyorlardı. Nitekim yüce Allah, onlara emrederek şöyle demişti:
«Ey inananlar! Bir toplulukla karşılaşırsanız dayanın; başarıya erişebilmeniz için Allah'ı
çokça anın.» (d-Enrai, 45.)
el-Ümevî, Muaviye b. Amr kanalı ile Evzaî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Deniliyordu ki:
Bir kavim ayakta durma hususunda çok az sebat edebilir. O esnada yapabilen kişi oturur
veya gözünü yumar ve Allah'ı zikrederse ümid ederim ki o kişi, riyadan kurtulur.
Utbe b. Rebia, Bedir gününde arkadaşlarına şöyle demişti: « Rasûlullah'm ashabının
bekçiler gibi, diz üstü çökmüş vaziyette olduklarını görmüyor musun? Tıpkı yılanlar gibi
dillerini çıkarıyorlar!»
"Meğazi" adlı eserinde el-Ümevî şöyle der: Peygamber (s.a.v.), Müslümanları savaşa teşvik
etmiş ve müşriklerin mallarından her kim ne ele geçirirse o malı ganimet olarak elde
edebileceğini bildirmiş, sonra şöyle demişti:
«Muhammed'in nefsi kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, bu gün herhangi bir
adam sabredip sevabını bekleyerek gidip geri dö-nemezse Allah, onu Cennet'ine
koyacaktır.»
Böyle dedikten sonra Peygamber (s.a.v.), mübarek bedeniyle bizzat savaşa girişmiş ve
şiddetlice çarpışmıştı. Aynı şekilde Ebu Bekir es-Sıddık da savaşmıştı. Ayrıca onlar
gölgelikte de dua ve niyazda bulunarak cihad etmişlerdi. Sonra gölgelikten çıkıp insanları
savaşa teşvik etmişler. Bedenen de çarpışmışlardı. Böyle yapmakla onlar, iki şerefli makamı
bir araya getirmişlerdi.
İmam Ahmed b. Hanbel, Vekf kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir gününde düşmana en yakın noktada bulunan Rasûlullah (s.a.v.)'a sığındığımızı
gördüm. O gün o, insanların en şiddetli savaşanı idi.»
Neseî, Harise'den rivayet etti ki; Hz. Ali şöyle demiştir: "Savaş kızıştığında düşmanla
karşılaştığımızda Rasûlullah (s.a.v.)'m arkasına gizlendik. Ona sığındık."
İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Nuaym vasıtasıyla Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Bedir gününde Ali'ye ve Ebu Bekir'e şöyle denildi: Birinizin beraberinde Cebrail,
diğerinizin beraberinde de Mikail vardı. İsrafil, büyük bir melek olup savaşta hazır bulunur
ama savaşmazdı." Bu, önceki sayfalarda geçen hadise benzemektedir: "Ebu Bekir, ordunun
sağ cenahında bulunuyordu. Bedir gününde melekler yere indiklerinde Cebrail, 500 melekle
birlikte Ebu Bekir'in bulunduğu sağ cenaha yerleşti. Diğer cenaha ise 500 melekle birlikte
Mikail inmişti. Bunlar ordunun sol cenahına yerleşmişlerdi. Bu cenahta da Ebu Talib oğlu
Ali vardı."
Ebu Ya'lâ'mn, Muhammed b. Cübeyr b. Müt'im kanalı ile rivayet ettiği bir hadiste Hz. Ali
şöyle demiştir:
"Bedir gününde kuyuda yüzüyordum. Şiddetli bir rüzgar esti, yine Öyle bir rüzgar daha esti.
Üçüncü kezde şiddetli bir rüzgar estikten sonra 1000 melekle birlikte Mikail yeryüzüne indi.
Gelip Rasûlullah (s.a.v.)'m sağ yanında durdu. Orada Ebu Bekir de vardı. İsrafil de 1000
melekle birlikte inip Rasûlullah'ın sol yanma geldi ve orada durdu. Orada ben de vardım.
Cibril de 1000 melekle indi. Gelip şöyle dedi: O gün koltuk altıma varıncaya kadar su
üzerinde durdum, batmadım."
"İkd" adlı eserin sahibi ile diğerlerinin anlattıklarına göre Arapların söyledikleri beyitlerin
en güzeli ve övgüye en layık olanı, Hassan b. Sabit'in şu beyitidir:
"Bedir kuyusunda Cebrail, bayrağımız altında Muhammed'le birlikte onların geçişlerine
engel oluyordu."
Buharı, İshak b. İbrahim kanalı ile Bedir savaşma katılanlardan Rafi ez-Zürkî'nin şöyle
dediğini rivayet eder:
«Cebrail, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip:
- Bedir savaşma katılan adamlarınızı ne gözle görürsünüz? diye
sordu.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Onları Müslümanların en faziletlisi olarak görürüz, dedi. Cebrail de:
- Bedir'de hazır bulunan melekleri de meleklerin en faziletlileri
olarak görürüz, dedi.»
Yüce Allah buyurdu ki:
«Rabbin Meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin.» diye vahyetti. «Ben inkar
edenlerin kalplerine korku salacağım. Artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını
doğrayın.» dedi. (ei-Enfâi,i2.)
Sahih-i Müslim'de İkrime b. Ammar yoluyla gelen bir rivayette İbn Abbas şöyle demiştir:
«Bir ara Müslümanlardan bir adam, bir müşrikin peşi sıra koştu. Onu kovaladı. Üst
taraflardan bir kırbaç şakırtısı duydu ve bir süvarinin de: "İlerle ey Hayzum." dediğini işitti.
Önündeki müşrike baktığında onun sırt üstü yere düşmüş olduğunu gördü. Baktı ki burnu
ezilmiş, yüzü de kırbaç darbesiyle yarılmış. Ensâr'dan olan bu zat, gelip gördüklerini
Rasûlullah'a nakletti. Rasûlullah da ona şöyle dedi:
- Doğru söylüyorsun. Bu, üçüncü semadan gelen bir imdaddır.
O gün yetmiş müşrik öldürülmüş, yetmiş müşrik de esir alınmıştı.» İbn İshak, Abdullah, b.
Ebi Bekr b. Hazm kanalı ile İbn Abbas'tan rivayet etti ki; "Beni Gifar kabilesinden bir adam
şöyle demiştir: Ben ve amcamoğlu müşrik iken, Bedir savaşında hazır bulunduk. Bir dağın
te-"pesinde savaşı seyrediyorduk. Sonucun kimin aleyhine olacağım bekliyorduk. Bir bulut
geldi. Dağa yaklaştığında içinden at kişnemeleri duyduk ve bir sesinde şöyle dediğini işittik:
"ilerle ey Hayzum." Yanımdaki amcam oğlunun ödü koptu. Oracıkta düşüp öldü. Ben de
korkudan ölmek üzere idim. Sonra silkinip kendime geldim."
İbn îshak, Abdullah b. Ebi Bekr kanalı ile Bedir savaşma katılan Ebu Üseyd Malik b.
Rebia'mn -gözleri kör olduktan sonra- şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Eğer bugün Bedir'de bulunsaydım ve gözlerimde görür olsaydı, meleklerin Bedir savaşında
içinden çıkıp geldikleri yeri size gösterirdim. Ayrıca meleklerin çıktığı yer hususunda da
asla şüphem olmazdı."
Bedir savaşında melekler inip savaş alanına geldiklerinde İblis, onları görmüş, Cenâb-ı
Allah'ta meleklere şöyle vahyetmişti: «Ben gizinle-yim, inananları destekleyin."
Evet, melekler ashaba, tanıdıkları adamların kılığına bürünerek geliyor ve onlara şöyle
diyorlardı:
"Müjdeler olsun size! Müşrik ordusunun gücü çok azdır. Onlar birşey değildirler. Allah
sizinle beraberdir. Siz onlara saldırın!"
Vakidî, îbn Ebi Habibe kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
«Melekler, sahabelere tanıdıkları adamların kılığına bürünerek-yaklaşıyor ve şöyle
diyorlardı: «Ben, müşrik ordusuna yaklaştım. Onların şöyle dediklerim işittim: "Eğer
Müslümanlar bize saldırırlarsa, biz sebat edemeyiz." Gerçekten de müşrik ordusunun gücü
yoktur...»
Cenâb-ı Allah'ın şu kavli de bunu göstermektedir:
«Rabbin Meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin.» diye vahyetti.» (ei-Enfâi, 12.)
İblis, melekleri görünce gerisin geri kaçmaya başladı ve Süraka'nın kılığına bürünerek
müşriklere şöyle dedi: «Doğrusu ben sizden uzağım. Şüphesiz ben sizin görmediklerinizi
görüyorum!»
Ebu Cehil, gelip arkadaşlarını savaşa teşvik etti ve-şöyle dedi:
"Süraka'nm sizden ayrılması sizi korkutmasın. Çünkü o, Muham-med'e ve arkadaşlarına söz
vermiştir. Lat ve Uzza'ya yemin ederim ki, Muhammed'i ve arkadaşlarım dağlara
sürmedikçe buradan ayrılıp geri dönmeyeceğiz. Sakın onları öldürmeyin. Yakalayıp getirin."
Beyhakî, Ebu Üseyd'in -gözleri kör olduktan sonra- şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ey kardeşim oğlu, Allah'a yemin ederim ki, ben ve sen şu anda Be-dir'de bulunsaydık,
sonrada Allah gözlerimi tekrar bana verseydi, Bedir savaşında meleklerin çıktıkları yeri sana
gösterir ve onların nereden çıktığı hususunda da asla şüphe etmezdim."
Buharı, İbrahim b. Musa tarikiyle İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Bedir gününde Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur;
«İşte bu Cebrail'dir. Atının başını tutmuş, üzerinde de savaş malzemesi vardır.»
Vakidî, İbn Ebi Habibe kanalı ile Hakim b. Hizam'm şöyle dediğini rivayet eder:
«Savaş başlayacağı esnada Rasûlullah (s.a.v.), ellerini göğe kaldırıp Allah'tan yardım diledi
ve Allah'ın kendisine vaad ettiği şeyleri gerçekleştirmesini istedi. O, şöyle dedi:
«Allahım! Eğer müşrikler şu bir avuç topluluğa galip olurlarsa, müşriklik ortaya çıkar,
güçlenir ve artık senin dinin ayakta duramaz.»
O esnada Ebu Bekir de Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle diyordu:
«Yemin ederim ki Allah, sana yardım edecek ve yüzünü ağartacaktır.» Bunun üzerine yüce
Allah, düşmanın yaklaşması anında peşpeşe gelen 1000 meleği yardıma gönderdi.
Rasûlullah (s.a.v.) da Ebu Bekir'e şöyle dedi:
«Ey Ebu Bekir, müjdeler olsun sana! İşte Cebrail, karşımızda duruyor. Başına sarı bir sarık
sarmış, atının yularını tutmuş, gök ile yer arasını doldurmuş. Yeryüzüne indiğinde bir saatlik
bir zaman kadar benden ayrılıp kayboldu. Sonra tekrar karşıma çıktı. Dizleri ve ayaklan
üzerinde de toz vardı. Şöyle diyordu: Dua ettiğin ve yardımını istediğin zaman Allah'ın sana
yardımı geldi!»
Beyhakî, Ebu Ümame b. Sehl'den rivayet etti ki, onun babası şöyle demiştir:
"Ey Oğul! Bedir gününde öyle bir duruma geldik ki, bizden biri bir müşrikin başına işaret
ettiği zaman kılıç ona ulaşmadan başı cesedinden kopup yere düşüyordu!"
îbn İshak, babası vasıtasıyla Ebu Vakid el-Leysî'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Müşriklerden birini öldürmek için takip ettim. Ama kılıcım ona ulaşmadan başı
gövdesinden kopup yere düştü. Onu, benden başkasının öldürdüğünü anladım."
Yunus b. Bükeyr, İsa b. Abdullah et-Teymî kanalı ile Rebi b. Enes'in şöyle dediğini rivayet
eder:
"İnsanlar, kendi öldürdükleriyle meleklerin öldürdüklerini birbirlerinden ayırd
edebiliyorlardı. Çünkü meleklerin öldürdükleri adamların boyunları ve parmakları üzerinde
ateş dağı gibi izler vardı. Sanki ateşle dağlanıp yakılmışlardı."
îbn îshak, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir gününde meleklerin işareti beyaz sarıklardı. Bu sarıklarının uçlarını sırtlarına
sarkıtmışlardı. Yalnız Cebrail'in sarığı sarı idi."
Yine îbn Abbas demiş ki:
«Bedir savaşı dışında melekler, herhangi bir savaşta muharebe etmemişlerdir. Bedir savaşı
dışındaki diğer savaşlarda melekler sayı ve teçhizat olarak gelip hazır bulunurlar, ama
kimseyi vurmazlardı.»
Vakidî, Abdullah b. Musa b. Ebi Ümeyye kanalı ile Süheyl b. Amr'm şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Bedir gününde beyaz şimali adamlar gördüm ki, alaca atlar üze-rindeydiler. Gök ile yer
arasını doldurmuşlardı. Hepside işaretli idi. Müşrikleri öldürüyor ve esir alıyorlardı."
Ebu Üseyd, gözleri kör olduktan sonra diyordu ki:
"Eğer şu anda gözlerim açık olsaydı, Bedirde sizinle beraber bulun-saydım, Bedir savaşında
meleklerin çıktıkları yeri size gösterirdim. Onların çıktıkları yer hususunda asla şüphem
yoktur."
Harice b. İbrahim, babasından rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Cebrail'e şöyle bir soru
sormuş:
- Bedir gününde "îlerle ey Hayzum" diyen melek kimdi?
- Ey Muhammed, gökteküerin hepsini tanıyamam.
Ben derim ki: Bu, mürsel bir rivayettir. Hayzum kelimesinin, Cebrail'in atının adı olduğunu
iddia edenlerin sözlerini reddetmektedir. Doğrusunu Allah bilir.
Vakidî, İshak b. Yahya vasıtasıyla Hamza b. Süheyb'ten babasının şöyle dediğini rivayet etti:
«Bedir gününde kesilen nice eller, darbelenen karınlar ve kanama-yan yaralar gördüm.»
Meleklerin vurdukları darbeler, ateş yanığı gibi bir iz bırakıyor, kan çıkmıyordu.
Muhammed b. Yahya, Ebu Ukayl kanalı ile Ebu Bürde b. Niyar'm şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Bedir gününde üç kişinin başını getirip Rasûlullah'ın Önüne bırakarak şöyle dedim:
«Şu iki kişinin başını ben vurup kopardım. Üçüncüsüne gelince ben, bunu uzun boylu bir
adamın vurup kopardığım gördüm!"
Rasûlullah (s.a.v.): «Bunu, falan melek öldürmüştür.» dedi.
Vakidî, Muhammed b. İbrahim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Saib b. Ebi Hubeyş, Hz.
Ömer zamanında şöyle demişti: "Vallahi, insanlardan herhangi biri beni esir almadı!"
Kendisine: "Peki, ya seni esir alan kimdi?" diye sorduklarında şu cevabı vermişti:
"Kureyşliler, hezimete uğradıklarında ben de onlarla birlikte hezimete uğramış, yenik
düşmüştüm. Beyaz bir at üzerindeki uzun saçlı bir adam, beni yakalayıp bir direğe bağladı.
Abdurrahman b. Avf gelip beni direğe bağlı bulunca askerler arasında: "Bunu kim esir aldı?"
diye yüksek sesle bağırdı. Nihayet beni Rasûlullah'm yanına götürdü. Rasûlullah, bana:
"Seni kim esir aldı?" diye sorunca ben, gördüklerimi ona anlatmak istemediğim için:
"Tanımıyorum." dedim. Rasûlullah (s.a.v.):
- Seni meleklerden biri esir almıştır, dedi. Sonra İbn Avf a dönerek:
- Ey İbn Avf, esirini al götür, dedi.»
Vakidî, Abid b. Yahya kanalı ile Hakim b. Hizam'm şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir gününde kendimizi öyle bir halde gördük ki, gökten bir çizgili elbise yere düştü.
Bütün ufku kapladı. Birde baktım ki, o esnada vadiler dolu dolu akıyor! Kalbime öyle bir
his geldi ki gökten düşen bu elbise, Muhamnıed'i takviye edip güçlendirmek için gelmiştir.
Ve müşrikler mutlaka hezimete uğrayacaktır. Melekler gelecektir.»
îshak b. Raheveyh, Cübeyr b. Mut'im'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Müşriklerin hezimete uğramalarından önce insanlar savaşmakta iken gökten siyah ve
çizgili elbise gibi birşey indi. Siyah karıncayı andırıyordu. Bunun meleklerden geldiğine ve
bu sebeple müşrik kavmin hezimete uğrayacağına dair şüphem kalmadı."
Melekler yardım için yeryüzüne indikleri sırada Rasûlullah da azıcık uykuya dalıp
uyandıktan sonra onları görmüştü. Sonra bu hadiseyi Ebu Bekir'e müjdeleyerek şöyle
demişti:
«Ey Ebu Bekir, sana müjdeler olsun! İşte bu Cebrail'dir. Atını sürüyor, dizleri ve ayakları
üzerinde toz vardır.»
Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra zırhını giyinip gölgelikten çıktı. Müslümanları savaşa teşvik
etti. Onları Cennetle müjdeledi. Meleklerin indiğini söyleyerek onları yüreklendirdi. Bu
esnada insanlar henüz saflarında idiler. Düşmanlarına saldırmamışlardı. Üzerlerine sükûn ve
dinginlik inmişti. Azıcık uykuya dalmışlardı. Ki bu da sebat, iman ve sükûnetin bir delili idi.
Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:
«Allah kendi katından bir güven işareti olarak sizi hafif bir uykuya daldırmıştı.» (ei-Enfâl,
ıı.)
Nitekim bundan sonra Uhud gününde de Müslümanlar böyle hafif bir uykuya
daldırılmışlardı. Bu yüzden İbn Mes'ud şöyle demiştir: Savaş saflarında hafif bir uykuya
dalmak iman alametindendir. Namazda ise, böylece uykuya dalmak münafıklık
alametindendir.
Yüce Allah buyurdu ki:
«Ey İnkarcılar! Zafer istiyorsanız, işte zafer geldi size; (aleyhinize çıktı.) Peygamber'e karşı
gelmekten vazgeçerseniz sizin iyiliğinize olur, yok, tekrar dönerseniz biz de döneriz;
topluluğunuz çokda olsa size hiçbir fayda vermez, Allah inananlarla beraberdir.» (ei-Enfâi,
19.)
İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid b. Harun kanalı ile iki safın karşı karşıya geldiği esnada Ebu
Cehil'in şöyle dediğini rivayet eder:
«Allahım, Muhammed akrabalık bağlarımızı kopardı. Bilmediğimiz şeyleri bize getirdi.
Yarın onu helak et.» Böyle demekle o, helaki istedi.
el-Ümevî, yukarıdaki ayetle ilgili olarak Mütrif in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Cehil
dedi ki: «Allahım, iki grubun en aziz olanına iki kabilenin en kıymetli olanına, iki fırkanın
en çok olanına yardım et >> Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil olmuştu:
«Ey inkarcılar! Zafer istiyorsanız, işte zafer geldi size, (aleyhinize çıktı.)» (el-Enfâl, 19.)
Ali b. Ebi Talha: «Allah, bu iki taifeden birini size vadetmişti.» <ei-Enfâl, 7.) ayet-i
kelimesiyle ilgili olarak İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Mekke kervanı, Şam'a doğru yola çıktı. Bu haber, Medinelilere ulaştı. Rasûlullah ile
birlikte kervanı vurmak için yola çıktılar. Mekke-lüer bundan haberdar olduklarında kervana
ve onunla giden adamlara baskın yapmasınlar, diye yola çıktılar. Rasûlullah ve adamları
yetişmeden önce kervan geçip gitmişti. Allah, iki taifeden birini Rasûlul-lah'a vereceğini
vadetmişti.
Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberindeki Müslümanlar, Mekkelüeri mağlup etmek için yola
devam ettiler. Mekkelilerin güçlü olduklarını düşünen Medineli Müslümanlar, onlarla
karşılaşmak istememişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberindeki Müslümanlar, Bedir'e gelip
konakladılar. Onlarla Bedir suyu arasında yuvarlak bir kum tepesi vardı. Müslümanlara
şiddetli bir zaaf isabet etmişti. Şeytan, kalblerine vesvese ve öfke bırakmıştı. Şeytanın,
onların kalbine bıraktığı vesvese şu idi: "Siz aranızda Rasûlullah bulunduğunu ve Allah'ın
dostları olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Oysa müşrikler sizden önce suyu ele geçirdiler. Siz
ise şu halde bulunuyorsunuz!"
Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, üzerlerine kuvvetli bir yağmur yağdırdı. Müslümanlar
yağmur suyunu içip temizlendiler. Allah, şeytanın vesvesesini onlardan giderdi. Ordugah
kurdukları kumluk arazi biraz sertleşti. Artık Müslümanlar, o arazi üzerinde yürüyebilir hale
geldiler. Binekleri de rahatça yürümeye başladı. Artık müşriklere doğru yürümeye
başladılar. Cenâb-ı Allah, peygamberini ve beraberindeki mü'minleri 1000 melek ile takviye
etti. Ordunun bir tarafında 500 melekle birlikte Cebrail, diğer tarafında da 500 melekle
birlikte Mikail bulunuyordu. Öte yandan İblis te beraberindeki şeytan askerleri ve zürriyetiyle
birlikte gelmişti. Onlar, Müdliç oğullarının adamları kılığına bürünmüşlerdi.
Şeytanın kendisi de Süraka b. Malik b. Cü'şum suretine bürünerek müşriklere şöyle demişti:
"Bugün insanlardan sizi yenecek yoktur ve ben sizi koruyacağım."
İnsanlar, saflara koyulup dizildiklerinde Ebu Cehil şöyle demişti: "Allahım, hangimiz hakka
daha yakın isek ona yardım et."
Rasûlullah (s.a.v.) da ellerini kaldırarak şöyle demişti: , «Ya Rab, eğer şu bir avuç topluluk
helak olursa artık yeryüzünde sana ebediyyen ibadet edilmez!»
Cebrail, gelip Rasûlullah'a: «Bir avuç toprak al.» dedi. Rasûlullah bir avuç toprak alıp
müşriklerin yüzlerine savurdu. Bu toprak bütün müşriklerin gözlerine ,burunlarına ve ile
ağızlarına isabet etti. Hepsi geri dönüp kaçtılar.
Cebrail, İblis'e doğru gitti. Onun ellerinin bir müşrikin elinde olduğunu gördü. İblis, elini o
müşrikin elinden çekti, sonra adamlarıyla birlikte dönüp kaçtı. Müşrik adam ona şöyle dedi:
"Ey Süraka! Sen bize yardımcı olacağını söylememişmiydin?"
İblis dedi ki:
«Doğrusu ben sizin görmediğinizi görüyorum. Ve Şüphesiz Allah'tan korkuyorum.» (cl-
Enfâi, 48.) İblis, melekleri gördüğünde böyle deyip kaçmıştı.»
Bu rivayeti, "Delail" adlı eserde Beyhakî nakletmiştir.
Taberanî, Mas'ada b. Sa'd el-Attar kanalı ile Rufaa b. Rafli'n şöyle dediğini rivayet eder:
"İblis, meleklerin Bedir günüde müşriklere neler yaptıklarını görünce, kendisine bir zarar
gelmesinden korkup kaçtı. Haris b. Hişam -onun Süraka b. Malik olduğunu zannederekyakasına
sarıldı. İblis, Haris'in göğsüne bir yumruk vurup kaçtı. Ellerini kaldırıp şöyle dedi:
"Allahım, bana bakmanı diliyorum. Beni koru." Kendisinin de öldürülmesinden korktuğu
için böyle demişti. Ebu Cehil, dönüp insanlara şöyle
demişti:
- Ey Ahali! Süraka b. Malik'in aramızdan ayrılması sizi korkutmasın. O Muhammed'e söz
vermiştir. Şeybe ile Utbe ve Velid'in öldürülme-leri de sizi korkutmasın. Onlar acele ettiler.
Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki, biz Muhammed ve adamlarım şu dağlara sürmedikçe,
buradan geri dönmeyeceğiz. Sizden herhangi birinin Müslümanlardan birini öldürmüş
olduğunu sakın görmiyeyim. Ama onları yakalayıp getirmenizi istiyorum ki, onların
yaptıkları işin kötülüğünü kendilerine anlatalım. Sizden ayrılmalarının, Lat ve Uzza'dan yüz
çevirmelerinin ne kadar kötü bir davranış olduğunu kendilerine bildirelim.
Daha sonra Ebu Cehil, şöyle bir şiir söyledi:
"Aksi savaş benden intikam almaz. İki senelik azı dişlerim çıkmış, yaşım yenidir. Anam,
beni böyle bir gün için doğurmuştur!"
Vakidî, Musa b. Yakub kanalı ile Ebu Hatme'nin şöyle dediğini rivayet eder: Mervan b.
Hakem'in, Bedir savaşını Hakim b. Hizam'dan sorduğunu işittim. Ama Hakim b. Hizam, o
savaşı anlatmak istemiyordu. Mervan ısrar edince Hakim şöyle dedi:
"Düşmanla karşı karşıya gelip vuruştuk. Semadan tıpkı bir çakılın leğen içine düşerken
çıkardığı ses gibi bir sesin geldiğim işittim. Peygamber (s.a.v.)'de yerden bir avuç toprak
alıp üzerimize savurdu. Biz de bunun üzerine yenilgiye uğradık."
Vakidî, İshak b. Muhammed b. Abdurrahman kanah ile Nevfel b. Muaviye ed-Dilî'nin şöyle
dediğini rivayet eder:
"Bedir gününde yenilgiye uğradık. Bir çakıl tanesinin, tasın içine düşerken çıkardığı sesi
andıran bir ses işittik. Bu bizim kalbimize ve gerideki kısımlarımıza tesir etti. Bizi şiddetli
bir korku kapladı."
el-Ümevî, Abdullah b. Sa'lebe b. Sükayr'm şöyle dediğini rivayet eder: İki taraf karşı karşıya
geldiğinde Ebu Cehil şöyle dedi:
"Allahım! Akrabalık bağlarını hangimiz daha fazla koparmışsak ve bilmediğimiz şeyleri
kim bize getirmiş ise, sen onu yarm helak et." Böyle demekle helaki isteyen, bizzat kendisi
olmuştu. Onlar bu halde iken Cenâb-ı Allah, Müslümanları düşmanlarıyla karşılaşmak için
yüreklendirmiş, düşmanların sayısını onların gözlerine az göstermişti ki, onlar düşmanlarına
karşı savaşmaya cesaretli olsunlar. Rasûlullah (s.a.v.), gölgeliğinde hafif bir uykuya dalmış,
sonra uyanıp şöyle demişti:
«Ey Ebu Bekir! Sana müjdeler olsun. İşte Cebrail gelmiş, başına bir sarık sarmış, atının
yularını tutmuş güdüyor. Dizleri ve ayakları üzerinde toz var. Allah, va'd ettiği yardımım
sana göndermiştir.»
Rasûlullah (s.a.v.), aldığı emir üzerine yerden avucuyla bir miktar çakıl taşı aldı. Sonra
müşriklere yönelerek: «Yüzler çirkin olsun.» dedi ve avucundaki taşları üzerlerine savurdu.
Arkadaşlarına da: «Saldırın.» dedi. Sonuç, müşrikler için hezimet oldu. Müşriklerin ileri
gelenlerinden bir kısmını Cenâb-ı Allah öldürdü. Bir kısmını da esir olarak Müslümanlara
verdi.
Ziyad, İbn İshak'm şöyle dediğini rivayet eder: « Rasûlullah (s.a.v.), bir avuç çakıl taşını
yerden alıp Kureyşlilerin üzerine fırlatarak: «Yüzler çirkin olsun.» dedi. O taşları
müşriklerin üzerine savurdu. Ashabına da: «Haydi saldırın.» dedi. Sonuç, müşriklerin
hezimete uğraması şeklinde zuhur etti. Cenâb-ı Allah, Kureyş ileri gelenlerinden bir kısmını
öldürdü. Eşraûndan bir kısmını da esir olarak Müslümanlara verdi.»
Süddî el-Kebir dedi ki: Bedir gününde Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye: «Bana yerden bir miktar
çakıl taşı ver.» dedi. Eline aldığı çakıl taşları-nm üzerinde biraz toprak vardı. O taşlan
müşriklerin yüzüne savurdu. Müşriklerin gözlerine o topraklı taşlar isabet etti. Sonrada
Müslümanlar, onları öldürmeye ve bir kısmım da esir almaya başladılar. Bununla ilgili
olarak Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«Onları siz öldürmediniz. Fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın. Fakat
Allah atmıştı.» (eî-Enfâi, 17.)
Urve, İkrime, Mücahid, Muhammed b. Ka'b, Muhammed b. Kays, Katade, İbn Zeyd ve
diğerleri, yukarıdaki ayet-i kerimenin Bedir gününde nazil olduğunu söylemişlerdir.
Peygamber (s.a.v.), Hüneyn gazvesinde de böyle yapmıştı. Nitekim bu hususu, yeri
geldiğinde inşaallah açıklayacağız. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır.
İbn İshak'm anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), ashabını savaşa teşvik ettiğinde müşriklere
bir miktar çakıl taşı savurmuş ve nihayet Allah da onları hezimete uğratmıştı. Rasûlullah
(s.a.v.), Ebu Bekir'le birlikte gölgeliğe doğru çıkmış, Sa'd b. Muaz ile beraberindeki Ensâr,
gölgeliğin kapısında yalın kılıç nöbet tutmakta idiler. Müşriklerin dönüp Rasûlullah (s.a.v.)'a
saldırmalarından korktukları için bu nöbeti tutuyorlardı.
İbn İshak dedi ki: «Müslümanlar, müşrikleri esir almaya başladıklarında Rasûlullah (s.a.v.),
Sa'd b. Muaz'm yüzünde bir hoşnutsuzluk sezdi. Müslümanların, müşrikleri esir almalarını
tasvip etmediğini anf ladı ve ona şöyle dedi:
- Ey Sa'd! Öyle sanıyorum ki Müslümanların yaptıklarını beğenmiyorsun. Öyle değil mi?
- Evet vallahi, Ey Allah'ın Rasûlü! Bu, Cenâb-i Allah'ın müşriklere vurduğu bir darbedir.
Onların bellerinin kırılıp öldürülmeleri, bence esir alınıp hayatta bırakılmalarından daha
iyidir!»
İbn îshak, Abbas b. Abdullah tarikiyle Abdullah b. Abbas'tan rivayet ederek Peygamber
(s.a.v.)'in, Bedir gününde ashabına şöyle dediğini nakleder:
«Haşim oğulları ve diğerlerinden bazı adamların istemeyerek savaşa katıldıklarını
biliyorum. Onları öldürmemize gerek yok. Sizden birisi, Haşim oğullarından herhangi birine
rastlarsa onu öldürmesin. Ebu'l-Bahteri b. Hişam b. Haris b. Esed'e rastlayan kişi onu
öldürmesin. Rasûlullah'm amcası Abbas b. Abdülmuttalib'e rastlayan onu öldürmesin.
Çünkü o, istemeyerek savaşa gelmiştir.»
Ebu Hüzeyfe b. Utbe b. Rebia ise, Rasûlullah'm bu sözleri üzerine
şöyle demişti:
- Babalarımızı, oğullarımızı ve kardeşlerimizi öldüreceğiz de Ab-bas'ı hayatta bırakacağız
öyle mi?! Vallahi eğer ona rastlarsam kılıcımla onun derisini yüzerim!
Bu sözleri duyan Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ömer'e şöyle demişti:
- Ey Eba Hafs! Rasûlullah'm amcasının yüzüne kılıçla vurulur mu hiç?
Hz. Ömer diyor ki:
- Allah'a yemin ederim ki, ilk olarak o gün Rasûlullah (s.a.v.), bana Ebu Hafs künyesi ile
hitap etmişti.
Rasûlullah'ın bu sitemkar sorusu üzerine Hz. Ömer, şu cevabı vermişti:
- Ya Rasûlallah, bırakta onun boynunu vurayım. Allah'a yemin ederim ki o münafık oldu!
Ebu Hüzeyfe dedi ki:
- O gün söylemiş olduğum o sözden emin değilim. Ve hâlâ ondan korkmaktayım. Ancak
şehid olursam, belki o sözümden ötürü kazandığım günahtan kurtulurum ve şehidîiğim o
günahıma keffaret olur.
Ebu Hüzeyfe, Yenıame savaşında şehid. düşmüştü. Allah ondan razı olsun. [6]
Ebu'l-Bahteri B. Hişam'ın Öldürülmesi
İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanları, Ebu'l-Bahte-ri'yi öldürmekten men
etmişti. Çünkü O, Mekke'de iken Rasûlullah (s.a.v.)'a müşrikler arasında ilişmeyen hatta onu
en çok koruyan kimselerden biri idi. Rasûluüah'a eziyet etmez ve hoşlanmadığı bir işi yapmazdı.
Hatta boykot belgesinin yırtılması için teşebbüste bulunanlardan biri de o olmuştu.
Mücezzir b. Ziyad el-Belevî (Ensâr'm müttefiki), Ebu'l-Bahteri'ye rastlamış ve ona şöyle
demişti;
- Rasûlullah (s.a.v.), bizi seni öldürmekten menetti. Ebu'l-Bahteri'nin yanında Mekke'den
kendisiyle birlikte gelen
Cünade b. Meliha adında bir arkadaşı vardı. Bu arkadaşı, Beni Leys ka-bilesindendi. Ebu'l-
Bahteri, Mücezzir'e şöyle demişti:
- Arkadaşımı da öldürmeyeceksin değil mi? Mücezzir:
- Hayır vallahi! Senin arkadaşını hayatta bırakacak değiliz. Çünkü Rasûlullah, sadece seni
öldürmememizi bize emretti, demişti.
Ebu'l-Bahteri:
- Allah'a yemin ederim ki hayır! Öyleyse ben de arkadaşımla birlikte öleceğim. Çünkü
Kureyşli kadınların, Mekke'de benim aleyhimde konuşarak hayatta kalmak amacıyla
arkadaşımı bıraktığımı söylemelerini işitmek istemiyorum, dedi.
"İbn Hürre (Ebu'l-Bahteri) arkadaşını bırıkmayacaktır. Ölünceye ya da serbest bırakıldığını
görünceye kadar mücadele edecektir!"
Böyle dedikten sonra Ebu'l-Bahteri ile Mücezzir çarpıştılar. Nihayet Mücezzir b. Ziyad onu
öldürdü. Ve bu hususta şu şiiri söyledi:
"Ya soyumu bilmedin, ya da unuttun. Nisbetimi sabit kıl ki, ben Belî kabile sindenim. Zi-
Yezen süngüsüyle süngüleyenler ve kavmin liderini, helak olmasına kadar vuranlardanım.
Bahterî'nin çocuklarını müjdele^ ya da onun gibisiyle oğullarını benden müjdele.
Ben, o kimseyim ki, aslım Beli kabile sindendir, denilir. Süngü ile iki kat oluncaya kadar
dürterim. Ve savaşta direnen kini' şeyi, meşrefî keskin kılıçla öldür.
Sütü zor gelen devenin yavrusuna Özlem duyduğu gibi ölüme özlem duyarım.
Öyleyse Mücezzir'in hayret verici birşey yaptığını göremezsin."
Daha sonra Mücezzir, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip şöyle dedi: "Seni hak peygamber
olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Ebu'l-Bahteri'yi esir alıp sana getirmek için çok
çaba harcadım. Ama o, benimle savaşmak istedi. Ben de mecbur kalıp onu öldürdüm." [7]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/364-366.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/367-368.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/368-374.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/375-379.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/380-382.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/383-428.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/428-429.
 


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...