28 Nisan 2015

VEN-NİHAYE 29 NCI BÖLÜM Ümeyye B. Halefin Öldürülmesi Ahmet İbn Kesîr'in


VEN-NİHAYE 29 NCU BÖLÜM

Ümeyye B. Halefin Öldürülmesi
Ahmet İbn Kesîr'in
îbn îshak, Yahya b. Abbad b. Abdullah b. Zübeyr tarikiyle Abdur-rahman b. Avf m şöyle
dediğini rivayet eder: Ümeyye b. Halef, Mekke'de benim dostum idi. Adım, Abdi Amr idi.
Müslüman olduğum zaman Ab-durrahman adını aldım. Biz Mekke'de idik. Mekke'de iken
bana rastlar ve şöyle derdi:
- Ey Abdi Amr, babanın seni adlandırdığı gibi addan yüz mü çevirdin?
Bende evet, derdim. O bana şöyle derdi:
- Ben Rahmanı tanımıyorum. Aramıza birşey koy ki seni o şeyle çağırayım. Sana gelince ilk
adınla baııa cevap vermiyorsun. Bana gelince, seni bilmediğim birşeyle çağıramam!
Beni «Ey Abdi Amr» diye çağırdığı zaman ona cevap vermezdim. Ona dedim ki:
- Ey Ebu Ali, dilediğini yap. Dedi ki:
- Sen Abdü'l-îlah'sm.
Ben de evet, dedim. Ona rastladığımda, Ey Abdü'1-İlah dediği zaman, ona cevap verir,
kendisiyle konuşurdum. Nihayet Bedir günü kendisine rastladım. Oğlu Ali b. Ümeyye ile
duruyordu. Elinden tutmuştu. Yanımda bir takım zırhlar vardı ki onları savaşta ele
geçirmiştim. Onları taşıyordum. Beni gördüğü zaman şöyle dedi:
-Ey Abdi Amr!
Ben ona cevap vermedim. Bu defa şöyle, hitap etti:
-EyAbdü'1-İlah!
-Evet...
- Senin bende birşeyin yok mudur? Ben yanındaki zırhlardan daha hayırlı değil miyim?
- Evet, vallahi böyledir, dedim. Elimdeki zırhları attım. Onun ve oğlunun elinden tuttum. Bu
esnada o şöyle diyordu:
- Şimdiye kadar bugünkü gibi hiç görmedim. Acaba sizin süte ihtiyacınız yok mudur? (îbn
Hişam'm ifadesine göre o, böyle demekle: «Beni esir alan kimseye sütü bol develeri fidye
olarak veririm.» demek istemişti.) Sonra onlarla birlikte yürümek üzere çıktım.
İbn İshak, Abdurrahman b. Avf m şöyle dediğini rivayet eder: «Kendisiyle oğlu arasına girip
ellerinden tutmuş olduğum halde Ümeyye b. Halef, bana şöyle dedi:
-Ey Abdü'1-İlah! Göğsünde deve kuşu yeleğiyle alametlenmiş şu adamınız kimdir?
- Bu, Hamza b. Abdülmuttalib'tir.
— Başımıza bu işleri getiren odur. "Abdurrahman b. Avf dedi ki:
- Vallahi ben, onların önlerine düşmüş getiriyordum ki, Bilal, onu benimle birlikte gördü.
Ona Mekke'de İslâmiyet'i terketmesi için işkence eden ve öfkelendiği zaman onu
Mekke'nin güneşten kızmış kumluğuna yatıran, sonra büyük bir kaya parçasının
getirilmesini ve göğsü üzerine konulmasını emreden, sonrada; «Ya böyle kalırsın ya Muhammed'in
dininden ayrılırsın,» diyen idi. Onun işkencelerine karşı «Allah birdir.» diyen
Bilal onu gördüğü zaman dedi ki:
- İşte küfrün başı Ümeyye b. Halefi Eğer o kurtulursa ben ölürüm! Dedim ki:
- Ey Bilal, benim esirimi mi kastediyorsun?
- Eğer o kurtulursa ben ölürüm (Daha sonra olanca sesiyle bağırdı:) Ey Ensârullah! Küfrün
başı Ümeyye b. Halef işte burada! Eğer o kurtulursa ben ölürüm!
Böyle demesi üzerine ashab etrafımızı kuşattı. Bizi çember içine aldılar. Ben de onu himaye
edip savunuyordum. Birden bir adam, kılıcını kınından çıkardı. Ümeyye'nin ve oğlunun
ayağına vurdu. Oğlu yere düştü. Ümeyye de daha önce benzerini işitmediğim bir çığlık attı.
Dedim ki:
- Sen kendini kurtar, sana kurtuluş yoktur. Vallahi ben senin için birşey yapamam.
Bunun üzerine onları kılıçlarıyla öldürdüler. Allah, Bilal'e rahmet etsin. Zırhlarım gitti.
Esirimi de ziyan etti.»
Buharı de sahihinde buna yakın ifadeler kullanarak böyle bir rivayette bulunmuş ve vekalet
babında şöyle demiştir: Abdülaziz, Abdurrahman b. Avf m şöyle dediğini rivayet eder:
Mekke'de bana meyilli yakınlarımı koruması ve benim de Medine'de ona meyilli yakınlarını
korumam üzerine Ümeyye b. Halefle bir sözleşme yaptım. İmza yerine adımı Abdurrahman
diye yazacak olduğumda o:
- Ben Rahmanı tanımam. Cahiliye dönemindeki adınla yaz, dedi. Ben de Abdi Amr diye
adımı yazdım. Bedir günü olduğunda insanlar uykuya daldıklarında onu korumak için dağa
çıktım. Ama Bilal, onu gördü. Çıkıp Ensâr'ın meclisi yanına gelip durdu. Ve: "Eğer Ümeyye
b. Halef kurtulursa ben ölürüm!" dedi. Onunla birlikte bizi takip etmek üzere bir grup Ensâr
yola çıktı. Bize kavuşacaklarım görünce korktum, oğlunu kendilerini oyalasın diye geride
bıraktım. Ama gelip onu öldürdüler. Sonra gelip bize ulaştılar. Ümeyye, ağır hareket eden
bir adamdı. Ensâr bize ulaştığında Ümeyye'ye: Çök, dedim. O da çöktü. Korumak için
üzerine kapandım. Ama altımda iken aradan lolıçlannı dürterek onu öldürdüler. Öyleki
Ensâr'dan birinin kılıcı ayağıma değdi." Abdurrahman b. Avf, ayağındaki kılıç izini bize
gösterdi. [1]
Ebu Cehil Mel'ununun Öldürülmesi
îbn Hişam dedi İn: Bedir savaşında Ebu Cehil, Recez bahrinden şu şiiri söyleyerek
çarpışıyordu:
"Avan savaşı benden intikam almaz. İki senelik azı dişlerim çıkmış, yaşım yenidir. Anam
beni bugün için doğurmuştur."
îbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), düşmanın işini bitirince, Ebu Cehil'in ölüler arasında
aranmasını emretti.
Ebu Cehil'in karşısına çıkan ilk kişi, Muaz b. Amr b. Cemuh (Beni Seleme'nin kardeşi) idi.
O zat şöyle demiştir:
"Ebu Cehilin ağaçlıklarda olduğunu duydum. Ona kimsenin ulaşa-mıyacağını söylüyorlardı.
Ben, bunu işittiğim zaman onu Öldürmeyi kafama koydum. O tarafa yönelip gittim. Fırsat
bulduğumda üzerine hamle yaptım. Ona öyle bir darbe indirdim ki, ayağını baldırının
yarısıyla birlikte uçurdum. Baldırı uçarken tıpkı öğütülmek üzere değirmen taşının altına
atılan hurma çekirdeğine benziyordu. Oğlu İkrime de onıuzu-ma bir darbe indirdi. Kolumu
kesti. Öyleki kolumla vücudum arasında sadece bir deri parçası kalmıştı. Bu durumda
savaşmak bana çok eziyet verdi. Gün boyunca kolumu sürükleyerek savaştım. Eziyete
dayanamaz hale geldiğimde ayağımı kolumun üzerine bastım. Böylece kolumu koparıp
attım."
İbn îshak'ın ifadesine göre Muaz b. Amr, Bedir savaşından sonra da yaşamış, Hz. Osman'ın
hilafeti zamanında vefat etmiştir.
Muavviz b. Afra, yaralı olan Ebu Cehil'e rastladı. Ona vurdu, yerinden kalkamaz hale
getirdi. Onu, can çekişirken bırakıp gitti. Müavviz, savaş sırasında öldürülen şehidler
arasındaydı.
Abdullah b. Mesud'da Ebu Cehil'e rastladı. Bütün bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m ölüler
arasında Ebu Cehil'in aranıp bulunmasını emrettiği zamanda olmuştu.
Bana gelen habere göre Rasûlullah (s.a.v.), ashabına şöyle emretmişti:
«Eğer o, ölülerin arasında sizden gizli kalıpta onu bulamazsanız, dizindeki bir yara izine
bakınız. Çünkü bir gün ben ve o, Abdullah b. Cud'an'm yemek sofrasında iken kalabalıktan
sıkıştık. Biz iki küçük çocuk idik. Ben ondan biraz yaşlı idim. Onu ittim. Oda dizleri üzerine
düştü ve o iki dizinden birinde bir tırtıklama meydana geldi ki, o tırtıklanmanın izi, dizinde
hala durmaktadır.»
Abdullah b. Mesud dedi ki:
"Ben, onu en son anında buldum. Son nefesini veriyordu. Kendisini tanıdım. Ayağımla
boynuna bastım. O, bir defasında beni Mekke'de elleriyle yakalamış, bana eziyet etmiş ve
beni yumruklamıştı. Sonra ona dedim ki:
- Ey Allah düşmanı! Allah seni rezil ve hakir etmedi mi?
- Beni ne ile rezil ve hakir etti? Kavminin Öldürdüğü adamdan daha üstün kim var? Bunu
bırak. Bana haber ver, bugün devran kimindir?
- Allah ve rasûlünündür! İbn îshak dedi ki:
Manzum oğullarından bir takım kimselerin iddiasına göre îbn Mesud şöyle diyordu: «Ebu
Cehil: "Ey koyunların çobancığı! Çetin, erişilmesi güç yukarılara çıkmışsın!" dedi. Sonra
onun başını kopardım. Onu Rasûlullah'a getirip dedim ki: «Ey Allah'ın Rasûlü! İşte Allah'ın
düşmanı Ebu Cehil'in başı!.."
Rasûlullah (s.a.v.):
- Kendisinden başka bir ilah bulunmayan Allah hakkı için bu Ebu Cehil'in başı mıdır? diye
sordu. Rasûlullah, yemin ederken böyle derdi. Ben de:
- Evet, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, bu Ebu Cehil'in
başıdır! dedim. Sonra başım Rasûlullah'ın önüne bıraktım. O da Allah'a hamd etti.»
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Yusuf b. Yakup b. Macişşun kanalıyla gelen bir rivayete
göre Abdurrahman b. Avf şöyle demiştir:
"Bedir gününde safta duruyordum. Sağıma ve soluma baktığımda Ensâr'dan iki delikanlı
arasında bulunduğumu gördüm, onlardan en zayıf olam arasında bulunmayı temenni ettim.
Onlardan biri beni dürterek:
- Amca, sen Ebu Cehil'i tanıyormusun? diye sordu. Ben de:
- Evet, tanıyorum. Senin onunla işin ne? diye sorunca, şu cevabı verdi:
- Duyduğuma göre o, Rasûlullah (s.a.v.)'a küfretmiş! Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a
yemin ederim ki, eğer onu görürsem ikimizden eceli daha çabuk gelecek olanımız ölünceye
kadar kendisinden ayrılmayacağım!
Delikanlının bu sözü hoşuma gitti. Diğeride beni dürtüp bana aynı şeyleri sordu. Çok
geçmeden Ebu Cehil'in insanlar arasında dolaşmakta olduğunu gördüm. Delikanlılara:
- Görüyor musunuz? İşte biraz önce sorduğunuz adamınız budur! dedim. Onlar da kılıçlarını
çekerek hemen saldırdılar. Vurup yere yıktılar ve öldürdüler. Sonra Peygamber'in yanma
gidip onu öldürdüklerini bildirdiler. Hz. Peygamber:
- Onu hanginiz öldürdünüz? diye sordu. İkisi de:
- Ben öldürdüm, diye cevap verdi. Hz. Peygamber:
- Kılıçlarınızın üzerindeki kanları şildiniz mi? diye sordu Onlar da:
- Hayır, diye cevap verdiler. Peygamber (s.a.v.), ikisinin kılıcına baktı ve:
- Her ikiniz onu öldürmüşsünüz, dedi. Ebu Cehil'in üzerindeki eşyaları ganimet olarak Muaz
b. Amr b. Cemuh'a vermeye hükmetti. Diğer genç ise Muaz b. Afra idi."
-Buharî, Yakub b. İbrahim kanalı ile Abdurrahman'm şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir günü safta duruyordum. Etrafıma baktığımda sağımda ve solumda genç yaşlarda iki
delikanlı gördüm. Durumlarından şüphelendim. Çünkü ikisinden biri diğerinden gizlice
bana: «Amca, bana Ebu Ce-hil'i göster." dedi. Ben de:
- Yeğenim, onunla işin ne? diye sordum. Dedi ki:
- Onu gördüğüm takdirde ya onu öldürmek ya da bu uğurda ölmek için Allah'a söz verdim.
Diğeri de, bundan gizli olarak bana aynı şeyleri söyledi. Bu ikisinin arasında
bulunmaktansa, yerlerinde bulunmak arzusunu duydum. Ebu Cehil'i onlara gösterdiğimde
iki doğan gibi koştular, yakalayıp onu öldürdüler. Bu delikanlılar, Afra'nın oğullarıydılar.»
Yine Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Enes b. Malik'in şöyle dediği rivayet edilir:
Rasûlullah (s.a.v.): «Ebu Cehil'in ne yapmakta olduğuna kim gidip bakar?» diye sordu. îbn
Mesud: «Ben gidip bakarım ya Rasûlallah.» diyerek bakmaya gitti. Ebu Cehil'i, Afra'nm iki
oğlunun öldürmüş olduğunu ve vücudunun tamamen soğuduğunu gördü. Sakalından tutup:
- Sen Ebu Cehil'sin değil mi? diye sordu. Ebu Cehil'de:
- Öldürdüğünüz bu adamdan daha üstün bir kimse var mıdır? (Yada: kavminin öldürdüğü bu
adamdan daha üstün biri var mıdır?) diye sordu.»
Buharî'nin, İsmail b. Kays'tan yaptığı rivayete göre İbn Mesud, Ebu Cehü'e gidip:
- Allah seni rezil ve hakir etti mi? diye sorrnuş, o da şu cevabı vermişti:
- Öldürdüğünüz adamdan daha üstün biri var mıdır?
A'meş, Ebu İshak kanalı ile Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder:
«Ebu Cehil'in yanına gittim. Yere düşmüştü. Başında bir miğfer, yanında da güzel bir kılıç
vardı. Benim yanımda ise adi bir kılıç vardı. Kılıcımla başına vurmaya başladım. Mekke'de
iken başıma vurduğu bir darbeyi hatırladım. Öyle bir darbe vurmuştu ki eli güçsüzleşmişti.
Kılıcını aldım. Başını kaldırıp bana şöyle dedi:
"Bugün devran kimindir? Bizim mi yoksa sizin mi? Sen ey Abdullah, Mekke'de bizim
çobancığımız değil miydin?!" Böyle demesi üzerine onu öldürdüm. Sonra Hz. Peygamber'in
yanına gidip: "Ebu Cehil'i öldürdüm." dedim. Peygamber:
- Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah hakkı için, onu gerçekten öldürdün mü? diye
sordu ve üç kez bana bu şekilde yemin verdi. Sonra kalkıp benimle birlikte müşrik
ölülerinin yanma geldi. Onlara beddua etti.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Vekf kanalı ile Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir gününde Ebu Cehil'in yanma vardım. Ayağından darbe yemişti. Kılıcıyla kendini
koruyor, insanları yanından uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Ben:
- Allah'a hamd olsun ki o seni rezil ve hakir etti ey Allah düşmanı! dedim. O da:
- O, kendi kavminin öldürdüğü bir adamdır! dedi. Ben de pek iyi olmayan kılıcımla ona
vurmaya başladım. Eline bir darbe indirdim. Küıcı düştü. Düşen kılıcım alıp onunla
kendisini vurup öldürdüm. Sonra âdeta yerde sürünürcesine Hz. Peygamber'e geldim ve
durumu anlattım. O da:
- Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah için doğru söyle, onu öldürdün mü? diye sordu.
Ve bu şekilde bana üç kez yemin verdirdi. Ben de:
- Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, onu öldürdüm! dedim.
Rasûlullah kalkıp benimle birlikte Ebu Cehil'in yanma geldi ve:
"Seni rezil ve hakir eden Allah'a hamd olsun ey Allah düşmanı! Bu, bu ümmetin Firavunu
olmuştu!" dedi.
Başka bir rivayete göre İbn Mesud: "Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Cehil'in kılıcını bana ganimet
olarak verdi." demiştir.
Ebu îshak el-Fezari, Sevrî kanalı ile İbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder: «Bedir
gününde Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gidip: «Ben Ebu Cehil'i öldürdüm.» dedim.
Rasûlullah: «Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah için doğru söyle, Öldürdün mü?»
diye sordu. Ben de: «Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah hakkı için onu öldürdüm.»
dedim. Bu sözümü, iki ya da üç kez tekrarladım. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
dedi:
«Allahu Ekber. Vadini gerçekleştiren, kuluna yardım eden ve yalnız başına fırkaları
hezimete uğratan Allah'a hamdolsun.» Böyle dedikten sonra bana: «Haydi gidelimde, onu
bana göster.» dedi. Ben de onunla birlikte gidip Ebu Cehil'in cesedini ona gösterdim. O da:
«O, bu ümmetin Firavun'udur!» dedi.
Vakidî dedi ki: « Rasûlullah (s.a.v.), Afra'nm iki oğlunun ölüp düştükleri yere gelip durdu ve
şöyle dedi:
"Allah, Afra'nm iki oğluna rahmet etsin. Onlar, bu ümmetin Fira-vun'unu ve küfür
liderlerinin başını Öldürmede ortaktırlar." Denildi ki: Ya Rasûlallah! Onu bunlarla birlikte
öldüren kimdi?
Buyurdu ki: "Melekler ile İbn Mesud, onu öldürme işine ortak oldu."
Beyhakî, el-Hakim tarikiyle Ebu İshak'm şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir gününde Ebu Cehil'in öldürüldüğüne dair haberi getiren müjdeci Rasûlullah'a
geldiğinde kendileri, müjdeciye: «Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah hakkı için
doğru söyle, sen onu Ölmüş halde gördün mü?» diyerek üç kez yemin ettirdi. Müjdeci de
yemin etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) secdeye kapandı.»
Beyhakî, Ebû Nuaym kanalı ile Abdullah b. Ebu Evfa'mn şöyle dediğini rivayet eder:
« Rasûlullah (s.a.v.), fetihle müjdelendiğinde ve Ebu Cehil'in başı kendisine getirildiğinde
iki rekat namaz kıldı.»
İbn Mace, Ebu Bişr Bekr b. Halef kanalı ile Abdullah b. Ebi Evfa'mn şöyle dediğini rivayet
eder:
«Ebu Cehil'in başının vurulduğu müjdesi kendisine getirildiği günde Rasûlullah (s.a.v.), iki
rekat namaz kıldı.»
îbn Ebi'd-Dünya, babası kanalı ile Şa'bi'nin şöyle dediğini rivayet eder: Adamın biri
Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedi:
«Ben, Bedir'e uğradım. Orada yerden çıkan bir adam gördüm. Öte yandan bir başka adamda
elindeki tokmakla vurarak onu yere batırı-yordu. Sonra tekrar çıkıyor, tokmaktı adam da
yine aynı şekilde vurup onu yere batırıyor ve bunu defalarca tekrarlıyordu.» Rasûlullah
(s.a.v.) buyurdu ki:
«O, Ebu Cehil b. Hişam'dır. Kıyamet gününe kadar azap görecektir.»
"Meğazi" adlı eserinde el-Ümevî, babası kanalı ile Amir'in şöyle dediğini rivayet eder:
Adamın birisi Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gelip şöyle dedi: «Bedir'de bir adamm oturmakta
olduğunu, bir başka adamın da elindeki demir bir direkle onun başına vurarak onu yere
batırıp kaybettiğini gördüm.»
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
«O, Ebu Cehil'dir. Başına bir melek görevlendirilmiştir. Yerden her çıktıkça ona böyle
yapacaktır. Kıyamet gününe kadar o yere batacaktır!»
Buhari, Ubeyd b. İsmail kanalı ile Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir gününde Ubeyde b. Said b. As'a rastladım. O zırha bürünmüştü. Sadece gözleri
görülüyordu. Ona Ebu Zati'l-Keriş künyesi ile hitap edilirdi. «Ben, Ebu Zati'l-Kirş'im» dedi.
Ben de mızrağımla ona saldırdım. Mızrağı gözlerine sapladım ve öldürdüm.»
Hişam dedi ki: Bana gelen habere göre Zübeyr şöyle demiştir: «Ayağımı onun gövdesi
üzerine koydum. Sonra bir gerindim ve mızrağı gözlerinden zorlukla çekip çıkardım.
Mızrağın iki ucu eğilmişti.»
Urve dedi ki: « Rasûlullah (s.a.v.) Zübeyr'den o mızrağı istedi. Zübeyr de ona verdi.
Rasûlullah vefat edince Zübeyr mızrağı aldı. Sonra Ebu Bekir istedi. Ona verdi. Ebu Bekir
vefat edince Hattab oğlu Ömer, Zübeyr'den mızrağı istedi. Zübeyr de ona verdi. Ömer vefat
edince Zübeyr mızrağı aldı. Sonra Osman ondan istedi. Osman'a verdi. Osman
Öldürüldüğünde mızrak Hz. Ali ailesinin eline geçti. Zübeyr'in oğlu Abdullah, mızrağı
onlardan istedi. Ve öldürülünceye kadar mızrak onun yanmda'kaldı.»
İbn Hişam dedi ki: Hattab oğlu Ömer, Said b. As'in yanına gidip ona şöyle dedi: "Sende
bana karşı birşeyler görüyorum. Öyle sanıyorum ki, babanı öldürdüğümü sanıyorsun. Eğer
onu öldürmüş olsaydım, senden özür dilemezdim. Ama ben dayım As b. Hişam b. Muğire'yi
öldürdüm. Babana gelince ben ona uğradım. O, öküzün boynuzuyla yeri eşelemesi gibi yeri
eşeliyordu. Ona dokunmadan yanından geçip gittim. Ama amcası oğlu Ali ona yönelerek
öldürdü."
îbn İshak dedi ki: Abdu'ş-Şeuis oğulları kabilesinin müttefiki olan Ukkaşe b. Mihsan b.
Hirsan el-Esedî, Bedir gününde kılıcıyla savaştı. Öyleki; kılıcı, elinde kırıldı. O da
Rasûlullah (s.a.v.)'a geldi. Rasûlullah, ona ağaçtan bir dal verip şöyle dedi: «Ey Ukkaşe! İşte
bununla savaş!»
Ukkaşe, o dalı Rasûlullah't an aldığı zaman salladı ve o dal, onun elinde uzunca, ağzı
sağlam, beyaz ve demirden bir kılıç haline geldi. Onunla savaştı. Nihayet Allah,
Müslümanlara fetih müyesser kıhncaya kadar savaşım sürdürdü. Avn adı verilen kılıç onun
yanında kaldı. Ukkaşe, o kılıçla savaşlarda Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında hazır bulundu.
Nihayet Ebu Bekir zamamnda irtidad hadisesinde öldürüldü. O zaman o kılıç, onun yanında
idi. Onu, Tulayha b. Hüveylid el-Esedî öldür-dü.Tulayha, bu hususta bir kaside söyledi:
"Akşamleyin İbn Akremî ve Ükkaşe el-Ganmî'yi dönüp dolaşma yerinde mukim olarak
bırakıp ayrıldım."İleride de açıklanacağı gibi bu hadiseden sonra Tulayha, Müslüman
olmuştur.
İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.): «Ümmetimden 70.000 kişi hesapsız ve azapsız olarak
Cennet'e girecektir.» dediği zaman Ukkaşe: «Allah'a dua et de beni onlardan biri kılsın.»
demiş, Rasûlullah da: «Alla-hım, Ukkaşe'yi onlardan biri kıl.» diye dua etmişti.
İbn İshak'm rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
- Araplar arasında bizim hayırlı bir süvarimiz vardır.
- O kimdir ya Rasûlallah?
- Ukkaşe b. Mihsan'dır.
Bunun üzerine Dırar b. Ezver dedi ki: -Ya Rasûlallah, o bizden bir adamdır.
- Sizden biri değildir. Fakat antlaşmadan dolayı o bizdendir.
Beyhakî, el-Hakim kanalı ile Ukkaşe b. Mihsan'm şöyle dediğini rivayet eder: «Bedir
gününde kılıcım elimde kırıldı. Rasûlullah, bana bir dal verdi. Bir de baktım ki o dal elimde
beyaz, uzunca bir kılıç haline gelmiş! O kılıçla savaştım. Nihayet Cenâb-ı Allah, müşrikleri
yenilgiye uğrattı.» Bu kılıç, vefatına kadar Ukkaşe'nin yanında kaldı.
Vakidî, Üsame b. Zeyd kanalı ile Abdü'l-Eşhel oğulları kabilesinden bir kaç adamın şöyle
dediklerini rivayet eder: "Seleme b. Haris'üı kı-lıa Bedir gününde kırıldı. Silahsız kaldı.
Rasûlullah ona İbn Tab hurma ağaçlarından bir dal vererek: "İşte bununla vur." dedi.
Seleme, bir de baktıki o dal, bir kılıca dönüşmüş. Bu kılıç Cisri Ebu Ubeyde günündeki
çarpışmada öldürülünceye kadar Seleme'nin yanında kaldı." [2]
Rasûlullah (S.A.V.)'In, Katade'nin Gözünü İyileştirmesi
Beyhakî, "Delail" adlı eserinde Katade b. Numan'm şöyle dediğini rivayet eder: «Bedir
gününde gözüm yanağımın üzerine aktı. Ashab, o gözümü koparıp atmak istedi. Bunu,
Rasûlullah'a sordular. O, hayır dedi. Beni yanma çağırdı. Avucunu göz bebeğimin üzerine
koydu. Böylece iyileştirdi. Ama hangi gözüm olduğunu bilemiyorum.»
Mü'minlerin emiri Ömer b. Abdülaziz, bize dedi M: Bu haberi, Asım b. Amr b. Katade bana
anlatmış, ayrıca ona şu şiiri de söylemiştir:
"Ben o adamın oğluyum ki, gözü yanağının üzerine aktı ve o gözü Muhammed Mustafa'nın
avuç içi ile -her ne kadar soğumuş idiysede- yerine yerleşti."
Merhum Ömer b. Abdülaziz, bunu bize anlatırken Ümeyye b. Ebi's-Salt'm, Seyf b. Zi-Yezen
hakmda söylemiş olduğu bir şiiri konuyla irtibatlandırarak yerinde söyledi:
"Bunlar yüce ahlaklardır. Su ile karışan süt kapları değildir ki, o sütler daha sonra idrara
dönüşsünler." [3]
Buna Benzer Başka Bîr Kıssa
Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hafiz kanalı ile Rafı b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Bedir günü olduğunda insanlar, Ubey b. Halefin üzerine toplandılar. Ben de zırhının bir
parçasına baktım ki koltuk altındaki kısmı parçalanmış. Kılıcımla orasından kendisine
darbemi vurdum. Bedir gününde bana bir ok isabet etti. Gözüm çıktı. Rasûlullah (s.a.v.),
gözüme tükürüp benim için dua etti. Artık o darbeden bir eziyet duymadım. "Bu olay bu
açıdan gariptir.
İbn Hişam dedi ki: Ebu Bekir es-Sıddık, oğlu Abdurrahman'ı yanına çağırdı. Abdurrahman,
o zaman müşriklerle beraberdi. Ona dedi ki:
- Ey Habis! Malım nerede? Abdurrahman da dedi ki:
"Çok koşan at ve beyaz saçlı dalalettekileri öldüren keskin kılıçtan başka birşey kalmadı."
Yani sadece savaş teçhizata ile atlar kaldıM, o atlar üzerinde sapıklıktaki ihtiyarlar
savaşırlar.
Abdurrahman küfür halinde iken böyle diyordu. el-Ümevî'nin,
"Meğazi" adlı eserinde anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Bedir gününde Ebu Bekir es-
Sıddık ile birlikte müşriklerin Ölüleri arasında dolaşırken şöyle demiş: «Başlan yararız.»
Ebu Bekir es-Sıddık'ta şöyle demiş:
"Bize karşı güçlü olan adamların başlarını yararız. Onlar çok zalim ve çok asi idiler!" [4]
Bedir Gününde Küfür Liderlerinin Cesetlerinin Kuyuya Atılması
îbn İshak, Yezid b. Ruman kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.), ölülerin kuyuya atılmalarım emretti. İçine atıldılar. Ancak Ümeyye b.
Halef kuyuya sığmadı. Çünkü o, zırhı içinde şişmiş ve zırhını doldurmuştu. Onu kuyuya
atmak için uğraştılarsa da vücudu dağılmaya başladığından yerinde bıraktılar, üzerini toprak
taş gibi şeylerle kapattılar. Diğerlerini kuyuya attıkları zaman Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:
- Ey kuyu halkı! Siz, Rabbinizin vadettiği şeyin gerçek olduğunu gördünüz mü? Ben,
Rabbimin bana vadettiği şeyin gerçek olduğunu gördüm!
Ashab, ona dedi ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Ölmüş bir kavimle mi konuşuyorsun?
- Onlar, Rablerinin kendilerine vadettiği şeyi öğrendiler. Hz. Aişe dedi ki:
İnsanlar, Rasûlullah'm: "Onlara dediğim şeyi muhakkak işittiler." şeklinde dediğini
söylerler.Oysaki Rasûlullah sadece "Onlar muhakkak öğrendiler." dedi.
İbn İshak, Humayd et-Tavü kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.)'ın ashabı, geceleyin kendisini dinlediler. O şöyle diyordu:
- Ey kuyu halkı! Ey Utbe b. Rebia, ey Şeybe b. Rebia, ey Ümeyye b. Halef ve Ey Ebu Cehil
b. Hişam! -Böylece onlardan kuyuda olan kimseleri saydı- Rabbinizin vadettiği şeyin gerçek
olduğunu gördünüz mü? Ben, Rabbimin bana vadettiği şeyin gerçek olduğunu gördüm.
Bunun üzerine Müslümanlar dediler ki:
- Ey Allah'ın RasûlüîÖlen bir kavme mi sesleniyorsun?
- Siz, benim söylediklerimi onlardan daha iyi işitecek değilsiniz. Ne varki onlar, bana cevap
verme gücünü bulamazlar.»
İbn İshak dedi ki: Bazı ilim erbabı kimselerin bana anlattıklarına göre Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle demiştir:
"Ey kuyu halkı! Peygamber'ine en kötü davranan peygamber aşireti sizsiniz. Beni
yalanladınız. Oysaki insanlar beni doğruladılar. Beni aranızdan çıkaııp sürdünüz. Oysaki
insanlar beni aralarında barındırdılar ve siz benimle savaştınız, insanlar ise bana yardım
ettiler. Rabbinizin size vadettiği şeyin gerçek olduğunu gördünüz mü? Ben, Rabbimin bana
vadettiği şeyin gerçek olduğunu gördüm."
Ben derim ki: Bu, Hz. Aişe'nin te'vil ettiği hadislerden biridir. Nitekim onun tevil ettiği
hadisler, bir cüzde bir araya getirilmiştir. Hz. Aişe, bu hadislerin bazı ayetlerle çeliştiklerine
inanmaktaydı. Mesela, bu hadis, şu ayetle çelişir görünmektedir:
"Ey Muhammed! Sen, kabirlerde olanlara işittiremezsin." (ei-Fâtır, 22.) Aslında yukarıdaki
hadis, bu ayetle çelişmemektedir. Doğrusu, ashabın cumhurunun ve onlardan sonra gelen
ulemanın kavlidir. Hz. Aişe'nin görüşü bu hususta doğru değildir. Allah ondan razı olsun ve
onu hoşnud kılsın.
Buharı, Hz. Ubeyd b. İsmail kanalı ile Urve'nin şöyle dediğini rivayet eder: İbn Ömer'in,
ölünün mezarında aile efradının ağlaması yüzünden azap göreceğine dair bir hadisi, Hz.
Peygamber'den merfu olarak rivayet ettiği kendisine anlatıldığında Hz. Aişe şöyle demişti:
Rasûlullah (s.a.v.), sadece şöyle dedi: «Ölü, kendi hata ve günahı yüzünden azap görür ve
onun aile efradı da şu anda onun üzerine ağlar.» Bu da Rasûlullah (s.a.v.)'m şu sözüne
benzer: Rasûlullah (s.a.v.), içinde Bedir'de öldürülmüş olan müşriklerin cesedi bulunan
kuyunun başında durdu ve onlara bazı şeyler söyledi. Sonra: «Doğrusu bunlar, benim
söylediklerimi işitmekte ve söylediğim şeyin hak olduğunu bilmektedirler.» dedi. Ben de
kendisine şu ayetleri okudum:
«Ey Muhammed! Tabiidir ki sen ölülere kat'iyyen işittiremezsin.»
(cr-RÛm, 52,)
«Ey Muhammed! Sen, kabirlerde olanlara işittiremezsin.» (ci-Fâtır, 22.) Benim bu ayetleri
okumam üzerine Rasûlullah dedi ki: «Onların ateşteki yerlerini hazırladıkları zaman
öyledir.» Defnedildikten sonra ölünün dışarıda söylenen sözleri işitebileceğine dair birden
fazla sarih hadis varid olmuştur. Nitekim bunu "Ahkamü'l-Kebir" adlı kitabımızın cenazeler
bölümünde anlatacağız. Buharı, Osman kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:
«Peygamber (s.a.v.), Bedir kuyusunun başında durup şöyle dedi:
«Rabbinizin size vaad ettiği şeyin gerçek olduğunu gördünüz mü?» Daha sonra sözlerine
devamla şöyle dedi:
«Onlar, şu anda benîm kendilerine söylediklerimi işitiyorlar.» Bu sözler, Hz. Aişe'ye
anlatıldığında kendisi şöyle dedi: Peygamber (s.a.v.): «Kendilerine söylediğim sözün gerçek
olduğunu onlar şimdi biliyorlar.» dediğinde ben kendisine:
Ey Muhammedi Tabiidir ki sen ölülere kat'iyyen işittiremezsin.» er-Rûm, 52.) ayetini
okudum.»
Buharı, Abdullah b. Muhammed kanalı ile Ebu Talha'dan rivayet etti ki, Bedir gününde
Rasûlullah (s.a.v.), öldürülen Kureyş büyüklerinden yirmi dört kişinin, içi taşlarla örülü pis
bir kuyuya atılmalarını emretti. Müşriklere galip olduğunda, üç gece orada ikamet etti.
Üçüncü gün yüklerin bağlanmasını ve yola çıkarılmasını emretti. Sonra kendisi yürümeye
başladı. Ashabı da kendisini izledi ve: «Herhalde bir ihtiyacını görmek için yürüyor.»
dediler. Nihayet Hz. Peygamber, kuyunun ağzına gelip durdu ve baba adlarıyla birlikte
adlarını sıralayarak onlara seslendi: «Ey fulan b. fulan. Ey fulan b. fulan! Allah'a ve
Rasûlüne itaat etmek hoşunuza gider miydi? Doğrusu biz, Rabbimizin bize vaad ettiğinin
gerçek olduğunu gördük. Siz de Rabbinizin size vaad ettiği şeyin gerçek olduğunu gördünüz
mü?!»
Hz. Ömer dedi ki:
- Ya Rasûlallah! Ruhsuz cesetlerle ne diye konuşuyorsun? ı
- Muhammed'in nefsi elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, söylediğim sözleri siz
onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz!»
Katade dedi ki: «Cenâb-ı Allah, o müşrikleri diriltti ve Rasûlü'nün sözlerini onlara işittirdi.
Onları kınamak, alçaltmak, onlardan öç almak, onları pişman edip hasret çektirmek için
böyle yaptı.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Yunus b. Muhammed kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'de öldürülen müşrikleri üç gün yerde bıraktı. Nihayet kokuştular.
Sonra yanlarına gidip durdu ve şöyle dedi:
- Ey Ümeyye b. Halef, Ey Ebu Cehil b. Hisara, Ey Utbe b. Rebia, Ey Şeybe b. Rebia!
Rabbinizin size vadettiği şeyin gerçek olduğunu gördünüz mü? Doğrusu ben, Rabbimin
bana va'dettiği şeyin gerçek olduğunu gördüm.
Enes diyor ki: Rasûlullah'ın sesini duyan Ömer gelip dedi ki:
- Ya Rasûlallah! Ölümlerinden üç gün sonra mı bunlara sesleniyorsun? Bunlar senin sesini
duyarlar mı? Oysa Cenâb-ı Allah buyurmuş ki: «Ey Muhammed! Tabii ki sen ölülere
işittiremezsin.» Bunun üzerine Hz. Peygamber:
- Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, söylediklerimi siz bunlardan daha
iyi işitiyor değilsiniz. Ne var ki bunlar, cevap verme gücünü bulamamaktadırlar.»
îbn îshak, Hassan b. Sabitin bu konuda aşağıdaki şiiri okuduğunu söyler.
"Zeyneb'in kumdan tepelerdeki diyarını bildim. Tıpkı yeni bir kağıttaki yazı satırı gibi idi.
Rüzgar birbirini izler ve bahar yağmurundan her bir kara bulut akıcı ve dökücüdür.
Onun resmi akşama doğru eskidi ve sevgili sakininden sonra akşama doğru çorak bir arazi
oldu. O halde sen, her gün hatırlamayı terket ve Özgün kalbin hararetini geri çevir.
Yalancının haber vermesinden başka, doğrulukla kendisinde ayıp bulunmayan kimseyi
söyle.
Melikler melikinin Bedir'de bizim için müşriklerde olan nasibe dair yaptığı şeyi anlat.
Sabahleyin sanki onların toplanması Hira dağı gibidir ki, onun etrafı güneş batmaya
meylettiği zaman göründü.
Bizden bir topluluk ile onlarla karşılaştık.
Tıpkı orman arslanlan gibi gençler ve ihtiyarlar olarak,
Muhammed'e gelince, düşmanlara karşı savaşların ateşinde ve sıcağında ona yardımda
bulundular.
Ellerinde keskin kılıçlarla ve kınlarını dolduran, parıldayan bütün kılıçlarla,
Efendiler olan Beni Evs'le Beni Neccar, kuvvetle dine yardım ettiler.
Biz de Ebu Cehil'i ve Utbe'yi yıkılmış olarak bırakıp gittik, yeryüzüne terk ettik.
Şeybe'yi bir soylu kimseye nisbet olundukları zaman, hasep sahibi erkekler arasında
bıraktık.
Onları cemaatler halinde kuyuya attığımızda Rasûlullah, onlara şöyle sesleniyordu:
Benim sözümün gerçek olduğunu görmediniz mi? Allah'ın emri kalbleri almaz mı?
Onlar ise konuşmadılar ve eğer konuşsalardı şöyle derlerdi: Doğru söyledin ve sen doğruyu
bulan bir fikir sahibisin!"
îbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), müşrik ölülerinin kuyuya atılmasını emrettiği zaman
Utbe b. Rebia'nm cesedi alınıp kuyuya doğru sürüklendi. O esnada Rasûlullah (s.a.v.), Ebu
Hüzeyfe b. Utbe'nin yüzüne baktı. Onun üzgün olduğunu ve renginin değiştiğini farketti:
«Ey Hüzeyfe, babandan ötürü üzgün olduğunu sanıyorum. Öyle mi?» diye sordu. Hüzeyfe
de şöyle dedi:
"Hayır, vallahi ya Rasûlallah, babam ve öldürülüşü hakkında şüphe etmedim. Yalnız
babamın görüş sahibi, yumuşak huylu ve faziletli bir kimse olduğunu biliyordum. Bu güzel
hasletleri sebebiyle İslâm'a girip hidayet bulacağını umuyordum. Ama başına gelen bu
felaketleri gördükten ve bunca ümidimden sonra küfür halinde öldüğünü gördükten sonra
üzüldüm."
Rasûlullah (s.a.v.), böyle demesi üzerine Hüzeyfe'ye hayır duada bulundu. Ve ona iyi şeyler
söyledi.
Buharı, el-Humeydî kanalı ile İbn Abbas'ın: «Allah'ın verdiği nimeti nankörlükle
karşılayanlar...» (İbrahim, 28.) ayet-i kerimesiyle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet eder:
«Vallahi bu ayette sözü edilenler, Kureyş kafirleridir.»
Amr dedi ki: "Yukarıdaki ayette sözü edilen nankörler, Kureyş kafirleridir. Allah'ın nimeti
ise Muhammed'dir." «Ve milletlerini helak olacakları yere götürenler.» ayetinde sözü edilen
helak yerinden kasıt da Bedir savaşındaki ateştir, dedi."
İbn İshak dedi ki: Hassan b.Sabit konuyla ilgili olarak şu şiiri söyler:
"Benim kavmim o kimselerdir ki yer halkı inkar ederken onlar Peygamberlerini konuk edip
onu tasdik ettiler.
Onlar ancak kavimlerin haslandırlarki, salihlerin öncüleridirler. Ensâr'la beraber
yardımcılardır.
Aslı kerim, seçilmiş olan zat onlara geldiğinde Allah'ın taksimiyle müjdelenmiş olarak,
Hoş geldiniz, safa geldiniz , merhaba, güven ve bolluk içinde olasınız.
Ne güzel peygamber ve ne güzel taksim eden, ne güzel komşudur.
Onu bir eve konuk ettiler ki, orada kötülüklerden korkulmaz.
Onlara komşu olan eve, ev denilir.
Orada ona Muhacir olarak geldiklerinde malları taksim ediniz.
İnkarcının nasibi ise ateştir.
Biz ve onlar, Bedir'e onların helaki için yürüdük, şayet kesin bir bilgi ile bilselerdi
yürümezlerdi.
Hile ile onların başını aldatarak iş açtı. Sonra onları yardımsız bıraktı. Çünkü o habis, dostu
olduğu kimseleri çok aldatıcıdır.
Dedi ki: Ben sizin komşunuzum. Sizi himaye ederim. Onları, kendisinde aşağılık ve hakirlik
ile utanç bulunan geliş yerlerinin kötüsüne getirdi.
Sonra karşılaştık. Ve onlar, liderlerinden yüz çevirdiler. Onlardan yükseklere gidenler
olduğu gibi, derin yerlere, aşağılara dağılanlar da oldu."
İmam Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Ebi Bekr kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet
eder: Rasûlullah (s.a.v.), ölülerle işini tamamladıktan sonra kendisine denildi ki :"Sen
kervana bak, ondan başka birşey yoktur." Abbas, bağlar içinde bağlı iken Rasûlullah'a
seslendi: "Bu sana layık değildir." Rasûlullah sordu:
- Niçin?
- Çünkü Allah, sana iki taifeden birini vadetti ve sana vadettiğini de yerine getirdi.
Bedir'de kafirlerden yetmiş kişi öldürülmüştü. Bu savaşta 1000 melek de hazır bulunmuştu.
Cenâb-ı Allah'ın ezeldeki takdirine göre geride kalan müşriklerin bir çoğu Müslüman
olacaklardı. Şayet Cenâb-ı Allah dileseydi, bir melek ile onları baştan sona helak ederdi.
İnsanlar, sadece tamamen hayırsız olanları öldürmüşlerdi. Melekler arasında Cebrail de
vardı ki, Cenâb-ı Allah, ona emir vermiş, o da bu emir üzerine Lut kavminin yaşadığı
şehirleri yerinden söküp altüst etmişti. Yedi şehri batırmıştı ki, onlarda çeşitli ümmetler,
hayvanlar, arazi ve tarlalar
vardı.
Allah'tan başkasının bilmediği şeyler de vardı. Onları yerden kaldırıp semanın ucuna kadar
kanadıyla yükseltmiş, sonra ters çevirip yere bırakmış, üzerlerine taşlar bırakmıştı. Nitekim
bunları, Lut kavminin kıssasında anlatmıştık.
Cenâb-ı Allah, mü'minlere, kafirlerle cihad etmelerini emretmiş ve bunun hikmetini
açıklayarak şöyle buyurmuştu:
«Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Sonunda onlara üstün
geldiğinizde onları esir alın. Savaş sona erince onları ya karlışıksız, ya da fidye ile serbest
bırakın. Allah isteseydi, onlardan başka türlü de öç alabilirdi. Bunun böyle olması, kiminizi
kiminizle denemek içindir.» (Muhammcd, 4.)«Onlarla savaşın ki Allah, sizin elinizle onları
azaplandırsm. Rezil etsin ve sizi üstün getirsin de mü'minle-rin gönüllerini ferahlandırsın,
kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder.» (et-Tevbe, i4-ıe.)
Ebu Cehil, Ensâr'dan bir gencin eliyle öldürülmüştü. Sonra Abdullah b. Mesud, yanı başına
gelip durmuş, sakalım tutmuş, göğsüne çıkmıştı. Ebu Cehil, ona şöyle demişti: "Ey koyun
çobancığı! Zorlu bir yere çıktın!" Bundan sonra Abdullah, başım kesip Rasûlullah'ın
huzuruna getirip bırakmıştı. Böylece Cenâb-ı Allah, mü'minlerin kalblerindeki öfkeyi
yatıştırmış ti. Ebu Cehil'in bu şekilde öldürülmesi, onun yıldırım çarpması yahud evinin
tavanının çökmesi, ya da normal ölümle ölmesinden daha çok mü'minlerin hoşuna gitmişti.
Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak'm anlattığına göre Müslüman olup Mekke'de kalmış ve Kureyş tarafından savaşa
mecbur edilerek Bedir'e gelmiş bir grup, Bedir'de öldürüldüler. Bunlar zulme uğradıkları ve
İslâmiyet'ten dönmeye zorlandıkları için imanlarını gizlemişlerdi. Haris b. Zem'a b. Esved,
Ebu Kays b. Fakih (Ebu Kays b. Velid b. Muğire), Ali b. Ümeyye b. Halef ve As b:
Münebbih b. Haccac bunlardandı. Cenâb-ı Allah, bunlar hakkında şu ayeti inzal buyurdu:
«Kendilerine yazık edenlerin canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?»
deyince «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik.» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş
değil iniydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabım verecekler. Onların varacakları yer
Cehennem'dir. Orası ne kötü dönülecek yerdir!» (cn-Nisâ, 97.)
Bedir'de Mekkelilerden yetmiş kişi esir alınmıştı. Nitekim ileride bunu açıklayacağız.
Esirler arasında Rasûlullah (s.a.v.)'m amcası Ab-bas, amcası oğlu Akil b. Ebi Talib ve
Nevfel b. Haris b. Abdülmuttalib gibi akrabaları da vardı. Şafii, Buharı ve diğerleri bunu
delil olarak ileri sürerek akrabalık bağı bulunan herkesin azad edilmesinin gerekli olmadığını
söylemişler ve İbn Semure'nin bu konudaki hadisine muarız olmuşlardır.
Doğrusunu Allah bilir. Esirler arasında Ebul-As b. Rebi b. Abdu'ş-Şems b. Ümeyye de vardı
ki, bu, Rasûlullah in kızı Zeyneb'in kocası idi. [5]
Fasıl
Ashab, esirlerin Öldürülmeleri veya fidye karşılığında serbest bırakılmaları konusunda
görüş ayrılığına düşmüşlerdi. Nitekim İmam Ah-med b. Hanbel, Ali b. Asım kanalı ile Enes
b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Bedir gününde esirler konusunda
sahabelerle müşavere yapıp şöyle dedi: «Doğrusu Allah, onları sizin elinize bıraktı.»
Hz. Ömer kalkıp şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah! Boyunlarını vurayım mı?
Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ömer'in bu görüşüne iltifat etmedi. Sonra tekrar insanlara aym şeyi
sordu. Ebu Bekir es-Sıddık kalkıp şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah! Onları affetmeni ve fidyelerini kabul etmeni uygun görüyoruz.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v. )'m yüzündeki keder kayboldu, esirleri affetti. Fidye
vermelerini kabul etti. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir
azap erişirdi.» (ei-Enfai, 68.)
İmam Ahmed b. Hanbel, Ömer b. Hattab'ın şöyle dediğini rivayet eder:
«Rasûlullah (s.a.v.), Bedir gününde ashabına baktı. Onlar, 300 küsur kişi idiler. Müşriklere
baktı. Onlar da 1000'den fazla idiler. Müşriklerden yetmiş kişi öldürüldü. Yetmiş kişi de esir
alındı.
Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir, Ali ve Ömer'e danıştı. Ebu Bekir şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah! Bunlar amca oğullarıdırlar. Aşiretin ve kardeşlerindirler. Bence bunlardan
fidye alman daha doğru olur. Bunlardan aldığımız fidyeler, kafirlere karşı bizim için bir
kuvvet olur. Umulur ki Allah, bunlara hidayeti nasib eder, onlar da bize destek olurlar.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Ey Hattab'm oğlu, sen ne düşünüyorsun? diye sordu. Hz. Ömer diyor ki: Ben de şöyle
dedim:
-Vallahi ben, Ebu Bekir gibi düşünmüyorum, falanı (akrabalarımdan birini) bana ver ki
boynunu vurayım. Akil'i de Ali'ye ver ki, Ali onun boynunu vursun. Hamza'ya da falan
kardeşini ver ki, Hamza onun boynunu vursun, Taki Allah bizim kalblerimizde müşriklere
karşı bir yumuşama kalmadığını bilsin. Bunlar, Kureyşlilerin varlıklıları, liderleri ve
komutanlarıdırlar.
Rasûlullah (s.a.v.), benim dediğime değil, Ebu Bekir'in dediğine uydu ve esirlerden fidye
aldı. Ertesi gün Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gittim. Baktım ki Ebu Bekir'le birlikte
ağlamaktadır. 'Ya Rasûlallah, bana, seni ve arkadaşım ağlatan şeyin ne olduğunu söyle.
Ağlamayı gerektiren bir sebeb varsa ben de ağlarım, eğer ağlamayı gerektiren bir sebeb
yoksa, sizin ağlamanızdan'ötürü ben de ağlamaya çalışırım." dedim.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Arkadaşlarının, bana esirlerden fidye almayı tekliflerinden ve benim o teklifleri kabul
etmemden ötürü ağlıyorum. Azabınızın şu ağaçtan daha yakın olduğu bana gösterildi.
(Böyle derken yakındaki bir ağacı gösterdi.)
Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu: «Yeryüzünde savaşırken, düşmanı
yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz.
Oysa Allah ahireti kazanmanızı ister. Allah güçlüdür. Haldm'dir. Daha önceden Allah'tan
verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azap erişirdi.» (ei-Enfiaı,
67-68.)
Bundan sonra Müslümanlara gaminetler helal kılındı.» imam Ahmed b. Hanbel, Ebu
Muaviye kanalı ile Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder: Bedir günü olduğunda
Rasûlullah (s.a.v.):
- Şu esirler hakkında ne diyorsunuz? diye sordu. Ebu Bekir şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, bunlar senin kavmin ve ailendirler. Bunları hayatta bırak ve haklarında
vereceğin hükmü geciktir. Umulur ki Allah, tevbelerini kabul buyurur.
Ömer ise şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, bunlar seni memleketinden çıkardılar. Seni yalanladılar. Onları bana
yaklaştırda boyunlarını vurayım!
Abdullah b. Revaha da şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, odunu bol bir vadiye bak. Bunları oraya sok, sonra bunları ateşte yak!
Rasûlullah (s.a.v.), yanlarından ayrılıp evine gitti. Bazıları:
- Ebu Beldr'in sözünü tutacaktır, dedi. Bir kısmı:
- Ömer'in sözünü tutacaktır, dedi. Bazıları da:
- Abdullah b. Revaha'mn sözünü tutacaktır, dedi. Rasûlullah (s.a.v.), tekrar yanlarına gelip
şöyle dedi:
- Doğrusu Allah, bazı kimselerin kalblerini yumuşatacaktır. Öyle-ki yumuşaktan daha
yumuşak olacaktır. Bazılarının da kalblerini katı-laştıracaktır. Öyleki taşlardan daha katı
olacaktır. Ey Ebu Bekir, senin durumun İbrahim'in durumu gibidir ki o şöyle demişti: «Bana
uyan bendendir. Bana karşı gelen kimseyi sana biralarım. Sen bağışlarsın, merhamet
edersin.» (îbrâhîm, 36.)
Ey Ebu Bekir, senin durumun, İsa'nın durumu gibidir ki, o şöyle demişti: «Onlara azap
edersen, doğrusu onlar senin kullarındır; onları bağışlarsan, güçlü olan, Hakim olan
şüphesiz ancak sensin.» (ei-Mâide,ıi8.)
Ey Ömer, senin durumun, Nuh'un durumu gibidir ki, o, şöyle demişti:
«Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma.» (Nüh, 26.)
Ey Ömer, şüphesiz senin durumun, Musa'nın durumu gibidir ki; o, şöyle demişti:
«Rabbimiz! Mallarım yok et, kalblerini sık; çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe
inanmazlar.» (Yûnus, 88,)
Siz, muhtaç ve fakir kimselersiniz. Esirlerden fidyesiz, ya da boynu vurulmamış, hiç kimse
kalmasın!
Abdullah dedi ki:
- Ya Rasûlallah! Sadece Süheyl b. Beyda kalsın. Çünkü onun İslâmiyet'i andığını işittim.
Rasûlullah, onun bu sözleri üzerine sükut etti.
Abdullah diyor ki: O günkü gibi hiçbir zaman gökten üzerime taş düşeceğinden korkmuş
değildim. Nihayet Rasûlullah: «Sadece Süheyl b. Beyda hariç.» dedi. Bunun üzerine Cenâbı
Allah, şu ayet-i kerimeleri inzal buyurdu:
«Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz.
Geçki dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah ahireti kazanmanızı ister. Allah güçlüdür,
Hakimdir.
Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir
azap erişirdi.» (ei-Enfâi, 67-68.)
İbn Mirdeveyh, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:
Bedir gününde ele geçirilen esirler arasında Abbas'da vardı. Onu Ensâr'dan bir adam esir
almıştı. Ensâr, onu öldürmeye karar vermişlerdi. Bu haber, Peygamber (s.a.v.)'e ulaştığında
o şöyle buyurdu: «Bu gece
amcam Abbas yüzünden uyuyamadım, Ensâr, onu öldüreceklerini ifade etmişlerdir.»
Hz. Ömer:
- Onlara gideyim mi? diye sordu. Peygamber (s.a.v.):
- Evet, dedi.
Ömer, Ensâr'm yanma gidip onlara şöyle dedi:
- Abbas'ı bırakın. Onlar:
- Hayır, vallahi onu bırakmayız!
- Eğer Rasûlullah'm bu işte rızası varsada mı?
- Eğer onun rızası varsa Abbas'ı al götür, dediler. Ömer, Abbas'ı alıp götürdü. Yolda iken ona
şöyle dedi:
- Ey Abbas, Müslüman ol. Allah'a yemin ederim ki senin Müslüman olman, Hattab'm
Müslüman olmasından benim için daha hoştur. Çünkü ben Rasûlullah'm, senin Müslüman
olmam arzuladığım gördüğüm için bu görüşteyim.
Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'e danıştı. Ebu Bekir şöyle dedi:
- Bunlar senin aşiretindirler. Bunları salıver. Ömer'e danıştı. O da:
- Bunları Öldür, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.), esirleri fidye karşılığında serbest bıraktı. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah,
şu ayeti inzal buyurdu:
«Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz.»
(oi-Enfai, 67.)
Tirmizî, Neseî ve İbn Mace, Süfyan es-Sevrî kanalı ile Ali'nin şöyle dediğini rivayet ederler:
Cebrail, Peygamber (s.a.v.)'e gelip şöyle dedi:
- Ashabım esirler konusunda serbest bırak. Dilerlerse fidye alsınlar, dilerlerse onları
öldürsünler. Yalnız, gelecek seneye onlardan bir bu kadarını öldürmeleri şartı ile.
Ashab dedi ki:
- Ya fidye alırız veya bizden adam öldürülür. Bu, garip bir hadistir
İbn İshak, îbn Ebi Necih kanalı ile îbn Abbas'm; «Daha önceden Allah'ın verilmiş bir hükmü
olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azap erişirdi.» ayet-i kerimesi hakkında
şöyle dediğim rivayet eder:
- Cenâb-ı Allah, yukarıdaki ayette şunu kastediyor: «Eğer bana asi olanı azaplandıracak
olmasaydım, aldığınız fidye yüzünden size büyük bir azap dokunurdu.»
A'meş dedi ki: Cenâb-ı Allah'ın ezelde verdiği hükme göre Bedir savaşma katılan
Müslümanlardan hiçbiri azaplandırılmayacaktır.
Mücahid ile Sevrî: «Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hülüm olmasaydı...» ayet-i
kelimesindeki hükmün, mağfiretle ilgili hüküm olduğunu söylemişlerdir.
Valibî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: «Ümmü'l-Kitab'ta önceden verilen hükme
göre ganimetler ve esirlerden alman fidyeler sizler için helaldir. Bu sebepledir ki müteakip
ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah, şöyle buyurmuştur:
«Elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helal olarak yeyin.» (ei-Enfti, 69.) Bu kavil, tercine
şayandır. Zira Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Cabir b. Abdullah'tan rivayet olunduğuna
göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Benden önceki peygamberlerden hiç birine verilmeyen l>eş şey bana verildi. Düşmanların
korkutulmasıyla yardım olundum. Yeryüzü benim için mescid ve pak kılındı. Ganimetler,
bana helal kılındı. Oysa benden önce hiç kimseye helal kılınmamıştı. Bana şefaat verildi.
Önceki peygamberler, sadece kendi kavimlerine gönderilirlerdi. Halbuki ben bütün
insanlara gönderildim.»
A'meş, Ebu Salih kanalı ile Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Bizden başka kara başlılara ganimetler helal kılınmadı.»
Bu sebepledir ki, yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helal olarak yeyin.» (ei-Enfâi, 69.) Cenâb-ı Allah,
ganimetleri yemeye ve esirlerden fidye almaya izin verdi.
Ebu Davud, Abdurrahman b. Mübarek el-Absî kanalı ile İbn Ab-bas'tan rivayet etti ki, «
Rasûlullah (s.a.v.), cahiliye ehlinin fidyesini Bedir gününde 400 dirhem olarak belirlemişti.
Bu, esirlerden birinin vereceği en az fidye idi. En çok fidye verenlerinin ki ise, 4000 dirhem
idi.»
Cenâb-ı Allah, esirlerden alman fidyenin -iman etmeleri halinde-dünya ve ahirette yerinin
doldurulacağını vaad edip şöyle buyurdu:
«Ey Peygamber! Elinizde bulunan esirlere, «Allah kalblerinizde bir iyilik bulursa, size
sizden almandan daha hayırlısını verir, sizi bağışlar.» de.» (ei-Enfâi, 70.)
Valibî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Yukarıdaki ayet-i kerime, Abbas hakkında
nazil oldu. O da kendi şahsı için fidye olarak kırk okye altın verdi. Ve şöyle dedi: «Allah,
bana kırk köle verdi.» Yani bunların her biri onun için ticaret yaparlardı. Abbas yine şöyle
dedi: «Allah'ın vaad ettiği mağfireti ümid ediyorum.»
İbn îshak, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: «Bedir gününde Rasûlullah (s.a.v.),
akşamladığında esirler zincirlere bağlanmış halde idiler. Rasûlullah, gecenin ilk kısmım
uykusuz geçirdi. Ashabı ona:
- Ya Rasûlallah, neyin var, niçin uyumuyorsun? diye sordu. O da şöyle buyurdu:
- Amcam Abbas'm, zincir bağları içinde inleyişini işittim. Böyle demesi üzerine Abbas'ı
serbest bıraktılar. Kendisi de sustu ve uyudu.
İbn İshak dedi ki: Abbas, varlıklı bir adamdı. Kendi şahsı için yüz okye altın fidye verdi.
Ben derim ki: Bu 100 okyelik altın fidye, Abbas'm kendisi ile yeğenleri Akil ile Nevfel ve
müttefiki Utbe b. Amr içindi. Utbe, Haris b. Fihr oğullan kabile sindendi. Abbas, Müslüman
olduğunu iddia ettiği zaman bu kadar fidyeyi vermesini Rasûlullah, ona emretmiş ve şöyle
demişti:
- Dış görünüşün bizim aleyhimizedir. Ama Allah, senin Müslüman olup olmadığım daha iyi
bilir ve amelinin karşılığını verir.
Abbas, yanında malı bulunmadığını iddia etmiş, Rasûlullah, ona şöyle demişti:
- Sen ve Ümmü Fadl'm birlikte yere gömdüğünüz mal nerede? Sen ona demiştin ki: «Eğer
bu yolculuğumda öldürülürsem bu mal, oğullarım Fadl, Abdullah ve Kusem'in olsun.»
Abbas şöyle demişti:
- Allah'a yemin ederim ki, senin Allah'ın Rasûlü olduğunu bildim. Çünkü bu işi, ben ve
Ümmü Fadl'dan başka kimse bilmiyordu.»
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Enes b. Malikin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ensâr'dan
bazı adamlar, Rasûlullah (s.a.v.)'dan Mn isteyip şöyle dediler:
- Bize izin ver, kız kardeşimiz oğlu Abbas'm fidyesini kendisine bırakalım.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Hayır vallahi, onun bir dirhemini bile bırakmayın!»
Buharî, İbrahim b. Tahman vasıtasıyla Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Peygamber
(s.a.v.)'e Bahreyn'den bir mal getirildi. «Bu malı mescide saçın» dedi. Bu, Rasûlullah'a
getirilen en fazla mal idi. O esnada Abbas yanma gelip: "Ya Rasûlallah, bana ver. Çünkü ben
kendim ve Akil için fidye verdim." dedi. Rasûlullah da: «Al» dedi. Elbisesinin eteğine
birazcık koydu. Sonra onu azımsadı. Buna rağmen taşıyamadı. Rasûlullah'a: "Birine emir
ver de bunu bana yüklesin." dedi. Rasûlullah, "Hayır" deyince: "Öyleyse sen bana yükle"
dedi. Rasûlullah yine, "Hayır" deyince kendisi omuzuna almaya çalıştı. Bir miktar yere
dökül-dü.Sonra çekip gitti. Gözden kayboluncaya kadar dönüp dönüp arkasından yerdeki
dirhemlere bakıyordu. Acaip bir hırsı vardı. Bu yüzden böyle yapıyordu. Yerdeki dirhemler
durduğu halde Rasûlullah yerinden kalkıp o dirhemleri almadı.»
Beyhaki, el-HaMm kanalı ile İsmail b. Abdurrahman es-Süddı nin şöyle dediğim rivayet
eder: Abbas'm kardeşi oğulları Akil b. Ebi Talib ile Nevfel b. Haris b. Abdülmuttalib'ten her
birinin fidyesi 400 dinar idi. Sonra Cenâb-ı Allah, diğerlerini tehdid buyurarak şöyle dedi:
«Esirler sana hıyanet etmek isterlerse, bilsinler ki esasen daha önce de Allah'a hıyanet
etmişlerdi. Allah bundan ötürü onları yenmen için sana imkan verdi. Allah bilendir,
Hakimdir.» (el-Enfâl, 71.) [6]
Fasıl
Meşhur kavle göre Bedir savaşında müşriklerden yetmiş kişi esir alınmış, yetmiş kişi de
öldürülmüştü. Nitekim bu husus, birden fazla hadiste beyan edilmiştir. Bu hadisler önceki
sayfalarda geçtiği gibi, in-şaallah ileriki sayfalarda da gelecektir. Bera b. Azib'in Sahih-i
Buharı1 de nakledilen hadisinde de belirtildiği gibi Bedir savaşında müşriklerden yetmiş
kişi öldürülmüş, yetmiş kişi de esir alınmıştı.
Musa b. Ukbe dedi ki: "Bedir savaşında Kureyşli Müslümanlardan altı kişi, Ensâr
Müslümanlarından da sekiz kişi şehid olmuştu. Müşriklerden ise, kırk dokuz kişi
öldürülmüş, otuz dokuz kişi esir alınmıştı." Beyhakî de Musa b. Ukbe'den bu şekilde
rivayette bulunmuştur.
Beyhakî, el-Hakim Muhammed b. İshak'm şöyle dediğini rivayet eder: "Bedir savaşında
Müslümanlardan onbir kişi şehid oldu. Bunların dördü Kureyş'ten, yedisi de Ensâr'dan idi.
Müşriklerden ise yirmi küsur kişi öldürülmüştü."
Başka bir yerde de Muhammed b. İshak şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m beraberinde
kırk esir vardı. Bir bu kadarı da müşriklerden öldürülmüştü."
Beyhakî, Ebu Salih tariki ile Zührî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Müslümanlardan şehid
düşen ilk şahıs, Mihca idi. Bu zat, Hz. Ömer'in azadlısı idi. Ayrıca ilk şehid düşenlerden biri
de, Ensâr'dan bir adamdı. O gün müşriklerden yetmişten fazla kişi öldürülmüş, bir o
kadarıda esir alınmıştı."
Beyhakî'nin rivayetine göre Bera b. Azib şöyle demiştir: "Uhud savaşında Rasûlullah
(s.a.v.), okçuların başına Abdullah b. Cübeyrİ komutan olarak atadı. Onlar, bizden yetmiş
kişiyi öldürdüler. Peygamber (s.a.v.) ile ashabı Bedir gününde müşriklerden 140 kişiyi ele
geçirdiler. Bunların yetmişi ölü, yetmişi de esir idi."
Ben derim ki: Doğrusu, müşriklerin tamamı 900 ile 1000 arasında idi. Katade, onların 950
kişi olduklarım açıkça beyan etmiştir. Belkide, o bu görüşünü bizim anlattıklarımızdan
almıştır. Doğrusunu Allah bilir.
Hz. Ömer'in, daha önceki sayfalarda geçen hadisine göre müşriklerin sayısı 1000'den fazla
idi. Sahih olan, ilk görüştür. Zira Peygamber (s.a.v.), onlar hakkında şöyle buyurmuştur: «O
kavim, 900 ile 1000 arasındadır.»
Sahabelere gelince, o gün onlar 310 küsur idiler. Nitekim ileride bu husus, kesin olarak
açıklanacaktır. Ayrıca bunların isimleri de verilecektir.
Hakem'in, Maksem tarikiyle İbn Abbas'tan naklettiğine göre Bedir savaşı, ramazan ayının
on yedinci gününde (cuma günü) yapılmıştır. Urve b. Zübeyr, Katade, İsmail, Süddî el-
Kebir ve Ebu Cafer el-Bakır da böyle demişlerdir.
Beyhakî, kadir gecesi hakkında Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder: "O
geceyi, ramazanın son on gününün birinde araştırın. Çünkü onun sabahında Bedir savaşı
yapılmıştı,"
Beyhakî, Kuteybe kanalı ile Zeyd b. Erkam'dan kadir gecesinin ne zaman olduğu
sorulduğunda, şu cevabı verdiğini rivayet eder: «Kadir gecesi, ramazanın on dokuzuncu
gecesidir. Bunda şüphe yoktur. O günde hak ile bâtıl birbirinden ayrılmış ve iki topluluk
(Müslümanlarla müşrikler) karşı karşıya gelmişlerdir.»
Beyhakî dedi ki: Meğazi âlimlerinden nakledilen meşhur görüşe göre Bedir savaşı, ramazan
ayından onyedi gece geçtikten sonra yapılmıştır.
Beyhakî, Ebu'l-Hüseyn b. Buşran tariki ile Amr b. Osman'ın şöyle dediğini rivayet eder:
"Musa b. Talha'nın şöyle dediğini işittim: Ebu Ey-yüb el-Ensârî'ye Bedir savaşının ne zaman
yapıldığı sorulduğunda şöyle cevap verdi: Ya ramazandan onyedi gün geçtikten veya onüç
gün geçtikten sonra yapılmıştır. Yahud ramazanın kalan son on gününden birinde ya da
kalan onyedi gününden birinde yapılmıştır."
Bu, gerçekten garip bir rivayettir.
Kubaş b. Eşyem el-Leysî'nin tercüme-i halinden bahsederken, Ha-fiz îbn Asakir şöyle
demiştir: Kubaş, müşriklerle birlikte Bedir savaşma katılmıştı. Rasûlullah'ın ashabının
sayıca az olmasına rağmen müşriklerin hezimete uğrayışlarını anlatıp şöyle demiştir: Kendi
kendime şöyle dedim: "Bunun gibi birşeyle karşılaşmadım. Bundan herkes kaçtı. Sadece
kadınlar kaçmadı. Allah'a yemin ederim ki, Kureyş kadınları müvata cinsi yaylarıyla bu
savaşa gelselerdi bile Muhammed ve ashabını geri püskürtürlerdi." Hendek savaşından
sonra da şöyle dedim: "Medine'ye gideyim de Muhammed'in söylediklerine bir bakayım." O
esnada kalbime îslâm'a girme düşüncesi yerleşmişti. Medine'ye gittim. Muhammed
(s.a.v.)'in nerede olduğunu sordum. «İşte o, ashabıyla birlikte mescidin gölgesinde duruyor.»
dediler. Yanma gittim. Ashabının arasında onu tanıyamadım. Selam verdim. Bana: «Ey
Kubaş b. Eşyem! Bedir gününde: «Bu iş gibisini görmedim. Bundan herkes kaçtı, sadece
kadınlar kaçmadı.» diyen sen misin? dedi. Ben de şöyle dedim:
"Şahadet ederim ki sen Allah'ın Rasûlü'sün. Çünkü ben bunu hiç kimseye anlatmamıştım.
Sadece kendi içimden söylemiştim. Eğer sen Peygamber olmasaydm, bundan haberin
olmazdı. Gel de İslâm'a girmek üzere sana bey'at edeyim.» Böyle dedikten sonra Müslüman
oldum."[7]
Fasıl
Bedir günü ashab, müşriklerden alman ganimetin kimlere verilip kimlere verilmeyeceği
hususunda ihtilaf etti. O gün müşrikler kaçarlarken Müslümanlar üç sınıf idiler:
Bir smıf, Rasûlullah'ın etrafım çevrelemişti. Müşriklerin dönüpte ona bir kötülük
yapmalarından korktukları için etrafında nöbet tutmuşlardı.
Bir sınıf, müşriklerin peşi sıra koşmuşlar, bir kısmını öldürmüş, bir kısmını da esir
almışlardı.
Üçüncü sınıf ise, çeşitli yerlerden ganimet toplamışlardı.
Bunlardan her bir sımf, diğerlerine nisbetle daha önemli işler yap^-tıklarım söyleyerek
ganimet üzerinde daha fazla hakka sahip olduğunu iddia etmişti.
İbn İshak, Abdurrahman b. Haris kanalı ile Ebu Ümame el-Bahilî'nin şöyle dediğini rivayet
eder: Ganimetlerin hükmünü, Ubade b. Samit'e sorduğumda bana şöyle dedi: İhtilafa
düştüğümüz ve ahlaksızlık yaptığımız esnada biz Bedir savaşçıları hakkında ayet nazil oldu.
Bu ganimetleri Allah, elimizden alıp Rasülüne bıraktı. O da bu ganimetleri Müslümanlar
arasında eşit şekilde dağıttı. Yani ganimeti toplayan sınıfa, düşmanı takip eden sınıfa ve
bayrağın altında durup Rasûlullah'ı bekleyen sınıfa eşitçe taksim etti. Birini, diğerine üstün
kılmadı. Ama bu, ganimetin beşte birinin Allah'a ve Rasülüne ayrılıp gerekli yerlere sarfına
engel değildir. Nitekim bazı âlimler, böyle bir vehme kapılmışlardır İd, bunlardan biri, Ebu
Ubeyde ve arkadaşlarıdır. Doğrusunu Allah bilir. Hatta Rasûlullah (s.a.v.), kılıcı zülfikarı,
Bedir ganimetlerinden elde etmişti.
İbn Cerir dedi M: Rasûlullah (s.a.v.), bu savaşta Ebu Cehü'in bir devesini de ganimet olarak
kendine ayırmıştı ki o devenin burnunda gümüş bir halka vardı. Bu da ganimetlerin beşte
birinin çıkarılıp ayrılmasından önce alınmış bir ganimetti.
İmam Ahmed b. Hanbel, Muaviye b. Amr tariki ile Ubade b. Sa-mit'in şöyle dediğini rivayet
eder: Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte yola çıktık. Onunla birlikte Bedir'de hazır bulundum.
İnsanlar karşı karşıya geldiler. Allah, düşmanı hezimete uğrattı. Bir grup Müslüman,
düşmanı takip etti. Onları hezimete uğratıp öldürdü. Bir grup Müslüman, ganimetlerin
üzerine kapandı. Toplamaya başladı. Diğer bir grup Müslüman da Rasûlullah (s.a.v.)'m
etrafim çevreledi ki, düşmanlar ona saldırıda bulunmasınlar. Vakit gece olup insanlar
yanyana geldiklerinde ganimet toplamış olanlar: "Bunları biz topladık. Kimsenin bunlarda
payı yoktur." dediler. Düşmanı takibe gitmiş olanlar da: "Hiç kimsenin bizim kadar ganimet
üzerinde hakkı yoktur. Çünkü düşmanı bu malların üzerinden biz sürüp kovaladık ve
yenilgiye uğrattık." dediler, Rasûlullah (s.a.v)'in etrafım çevreleyip nöbet tutanlar ise:
"Düşmanın, Rasûlullah'a saldırmasından korktuk. Bu sebeple onu korumakla meşgul
olduk." dediler. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«Ey Muhammedi Sana ganimetlere dair soru sorarlar, dedi: «Ganimetler, Allah'ın ve
Peygamberindir. İnanıyorsanız Allah'tan sakının, aranızdaki münasebetleri düzeltin, Allah'a
ve Peygamberine itaat
edin.»(ei-Enfâi,ı.)
Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'de elde edilen ganimetleri Müslümanlar arasında taksim etti.
Rasûlullah (s.a.v.), düşman toprağına hücum ettiğinde ele geçen ganimetlerin dörtte birini
alırdı. Dönerek geldiğinde üçte birini alırdı. Asıl maksad olarak ganimet elde etmekten
hoşlanmazdı.
Ebu Davud, Neseî, İbn Hibban ve Hakim, Davud b. Ebu Hind vasıtasıyla İbn Abbas'm şöyle
dediğini rivayet ederler: Bedir savaşı olduğunda Rasûlullah (s.a.v.): «Şöyle ve şöyle yapana
şöyle ve şöyle vardır.» dedi. Bunun üzerine genç adamlar, ganimet ele geçirmek için koştular.
Yaşlılar ise, bayrakların altında kaldılar. Ganimetler ele geçince gelip paylarını talep
ettiler. Yaşlılar şöyle dediler:
- Kendinizi bizden daha fazla hak sahibi görmeyin. Çünkü biz arkadan size destek olduk.
Eğer arkanızı açık bıraksaydık, bize dönerdiniz?
Böyle diyerek birbirleriyle çekiştiler. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah şu ayeti inzal bulurdu:
«Ey Muhammedi Sana, ganimetlere dair soru sorarlar, de ki: «Ganimetler Allah'ın ve
Peygamberindir. İnanıyorsanız Allah'tan sakının, aranızdaki münasebetleri düzeltin, Allah'a
ve peygamberine itaat edin.»(ei-Enfâi,ı.)
Yani ganimetlere dair hükmü, Allah ve Rasûlü verir. Onlar, kulların dünya ve ahiretine
uygun olacak şekilde ganimetlerle ilgili hükümlerini verirler. Bu sebepledir ki yüce Allah,
şöyle buyurmuştur:
«De ki: «Ganimetler Allah'ın ve Peygamberindir. İnamyorsanız Allah'tan sakının, aranızdaki
münasebetleri düzeltin. Allah'a ve peygamberine itaat edin.»
Sonra ravi, Bedir kıssasından ve nihayetinden bahsederek şu ayeti zikreder:
«Eğer Allah'a ve -hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde- kulumuz
Muhammed'e indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetlerin beşte biri
Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır.» (ei-Enfâl,
41.)
Açıkça anlaşıldığına göre bu ayet, Allah'ın, ganimetlerle ilgili hükmü, kendine ve Rasûlüne
tahsis ettiğini ifade etmektedir. Cenâb-ı Allah, bu hükmü açıklamış ve kendi iradesine uygun
hüküm vermiştir.
Bu, Ebu Zeyd'in kavlidir.
Ebu Ubeyd Kasım b. Selîam'm ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.), Bedir ganimetlerini -beşte
birini kendine ayırmaksızm- insanlar arasında eşitçe paylaştırmış far. Bundan sonra, önceki
hükmü neshedici beşte bir (humus) hükmü nazil olmuştur.
el-Valibî, İbn Abbas'tan bu şekilde rivayette bulunmuştur. Mücahid, İkrime ve Süddî de bu
görüştedirler. Ancak bunda ihtilaf vardır. Doğrusunu Allah bilir. Çünkü beşte birin
ganimetlerden ayrılmasından bahseden Önceki ayetlerle sonraki ayetlerin tamamı, Bedir
gazvesinden bahseder. Bu da gösteriyor ki, bütün bu ayetler, birbirinden ayrı olmaksızın
aynı zamanda nazil olmuşlardır. Hal böyle olunca, bunlardan birinin diğerini neshetmesi
düşünülemez.
Sonra Buharî ve Müslim'in sahihlerinde de Hz. Ali'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Hz.
Hamza'mn (sarhoş iken), hörgüçlerini kestiği gibi devemden birini. Bedir gününde
ganimetlerin beşte birlik payından almıştım.»
Bu ifadeler, Ebu Ubeyd'in, "Bedir ganimetlerinin beşte biri ayrılmamıştı." şeklindeki
ifadesini açıkça reddetmektedir. Doğrusunu Allah bilir. Şu halde Bedir ganimetlerinin de
beşte biri ayrılmıştı. Nitekim Buhari, Ibn Cerir ve diğerleri de böyle demişlerdir. Tercihe
şayan olan sahih görüş te budur.
Doğrusunu Allah bilir. [8]
Hz. Peygamberin Bedir'den Medine'ye Dönüşü
Daha önce anlatıldığı gibi Bedir savaşı, hicri ikinci senenin ramazan ayının onyedinci
gününde (cuma günü) yapılmıştır.
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde açıkça belirtildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), müşrikleri
mağlup ettiğinde Bedir arazisinde üç gün ikâmet etti. Pazartesi günü devesine binip kuyuya
atılan müşrik ölülerine seslendi. Sonra yanında bir çok esir ve ganimetler olduğu halde yola
çıktı. Fetih ve ilahi nusret zaferini Medinelilere bildirmeleri için iki müjdeciyi önden
gönderdi. Bunlar Cenâb-ı Allah'ın, müşriklere ve inkarcılara karşı Müslümanlara yardım
edip zafer ihsan ettiğini müjdelemekle görevlendirilmişlerdi. Müjdecilerden biri Abdullah b.
Revaha idi ki, Medine'nin üst taraflarına müjdeyi ulaştıracaktı. Diğeri ise Zeyd b. Harise idi
ki, müjdeyi Medine'nin aşağı taraflarına ulaştıracaktı.
Üsame b. Zeyd dedi ki: Rasûluîlah'm kızı Rukiyye'nm defin işini tamarnladıktan sonra bize
haber geldi. Rukiyye'nin kocası Osman b. Affan'dı. Eşinin yanında alıkonmuştu.
Rasûluîlah'm emri üzerine ona hastabakıcıhk yapıyordu. Rasûlullah, Bedir'de onun için pay
ve ücret tayin etti,
Üsame dedi ki: "Babanı Zeyd b. Harise geldiğinde yamna vardım. O musallada duruyordu.
İnsanlar etrafını çevrelemişlerdi. Şöyle diyordu: «Utbe b. Rebia, Ebu Cehil b. Hişam, Zem'a
b. Esved, Ebu'l-Bahteri el~As b. Hişam, Ümeyye b. Halef, Haccac'm oğulları Nebih ile
Münebbih öldürüldüler."
Dedim ki:
- Babacığım, bu söylediklerin gerçek mi?
- Evet, vallahi ey oğlum, gerçektir.
Beyhakî, Hammad b. Seleme vasıtasıyla Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Peygamber (s.a.v.), Osman ile Üsame b. Zeyd'i, kızının yanında bıraktı. Zeyd b. Harise,
Rasûluîlah'm devesine binmiş olarak müjdeyi getirdi. Sesi duyduğumda dışarı çıktım.
Baktım ki Zeyd müjde getirmiş. Allah'a yemin ederim ki, esirleri görünceye kadar onu
tasdik etmedim. Rasûlullah, Osman'ın payını belirlemişti."
Vakidî dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'den dönüşünde Esil mıntıkasında ikindi namazını
kıldı. Bir rek'at kıldığında tebessüm buyurdu. Niçin tebessüm buyurduğu sorulduğunda
şöyle dedi:
- Mikail göründü. Kanadında toz vardı. Bana tebessüm ederek: "Müşrikleri takip
etmekteyim." dedi.
Bedir'deki müşriklerle savaşma işini tamamladığında Cebrail, bir at üzerinde Rasûluîlah'm
yanma geldi. At dişi idi. Perçemi düğümlenmişti. Yelesinin iki tarafı tuzlanmıştı.
Rasûlullah'a şöyle dedi:
- Ya Muhammed, Rabbim beni sana gönderdi. Ve sen razı oluncaya kadar yanından
ayrılmamamı bana emretti. Razı oldun mu?
- Evet.
Vakidî dedi ki: "Anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Zeyd b. Harise ile Abdullah İbn
Revaha'yı Esil'den gönderdi. Onlar, kuşluk vakti güneş yükseldiğinde pazar günü geldiler.
Abdullah b. Revaha, Akik mıntıkasında;, Zeyd b. Harise'den ayrıldı. Ve bineği üzerinde iken
şöyle seslendi:
- Ey Ensâr topluluğu! Size müjdeler olsun. Rasûlullah selamettedir. Müşrikleri öldürdü. Bir
kısmım esir aldı. Rebia'mn oğullarıyla Haccac'ın oğulları, Ebu Cehil, Zem'a b. Esved,
Ümeyye b. Halef öldürüldü. Süheyl b. Amr esir alındı!"
Asım b. Adiy dedi ki: «Abdullah b. Revaha'ya doğru gittim. Onu biraz uzaklaştırıp
kendisine şöyle dedim:
- Ey İbn Revaha, doğru mu söylüyorsun?
- Evet, vallahi... Yarın Rasûlullah esirleri getirecektir. Esirler birbirlerine bağlı halde
geleceklerdir.
Böyle- dedikten sonra Medine'nin üst taraflarında dolaşmaya ve Ensâr'ın evlerine birer birer
uğrayıp onları müjdelemeye başladı. Çocuklar da onunla birlikte şiirler okuyup şöyle
diyorlardı: "Kafir Ebu Cehil öldürüldü!"
Nihayet Beni Ümeyye'nin evine vardılar. Zeyd b. Harise ise, Rasûlullah'm dişi devesi Kasva
üzerinde dolaşarak Medinelileri müjdeliyordu. Namazgaha geldiğinde bineği üzerinde şöyle
seslendi:
- Rebia'nm oğulları Utbe ile Şeybe, Haccac'm oğulları, Ümeyye b. Halef, Ebu Cehil, Ebu'l-
Bahteri, Zem'a b. Esved öldürüldüler, iri dişli Süheyl b. Amr ile birçok müşrik esir alındılar!
Bazı kimseler, Zeyd'in sözlerim doğrulamıyor ve: «Zeyd b. Harise hezimetten başka birşey
getirmedi. Kendisi de yenik düştü.» diyorlar ve Müslümanları öfkelendirip korkutuyorlardı.
Biz, Bakf mezarlığında Rasûlullah'm kızı Rukiyye'yi defnedip mezarını örttüğümüz zaman
Zeyd gelip bu duyuruyu yaptı. Münafıklardan biri, Üsame'ye:
- Adamınız (Muhammed) ve beraberindekiler öldürüldüler, dedi. Bir başkası da Ebu
Lübabe'ye:
- Arkadaşlarınız dağıldılar. Artık bir araya gelmezler. Muham-med'in ashabı da kendisi de
Öldürüldü. İşte Zeyd'in getirdiği bu deve onundur. Bunu tanıyoruz. Zeyd de korkudan ne
dediğim bilmiyor. Hezimetten başka birşey getirmemiş, dedi.
Ebu Lübabe ise ona:
- Allah, senin sözlerini yalan çıkaracaktır! dedi. Yahudiler:
- Zeyd, hezimete uğramış olarak geldi, dediler. Üsame dedi ki: Babamın yanma geldim.
Onunla başbaşa konuştum. Ona şöyle dedim:
- Söylediklerin doğru mudur?
- Evet, valllahi ey oğlum, söylediğim şeyler gerçektir.
Ben kendimi güçlü buldum. Ve o münafıkm yanma gidip şöyle dedim:
- Sen, Rasûlullah'm ve Müslümanların aleyhinde kötü sözlere daldın. Rasûlullah geldiğinde
seni ona götürecek ve boynunu vuracağız. Bunun üzerine o:
- Ben, insanları, bu sözleri söylediklerini duydum. Kendim söylemedim.
Esirler getirildiler. Başlarında da Rasûlullah'm azadlısı Şakran vardı. Şakran, Bedir'de
Müslümanlarla birlikte savaşmıştı. Esirler kırk dokuz kişi idiler."
Vakidî dedi ki: Aslında üzerinde ittifak edilen görüşe göre esirler yetmiş kişi idiler. Bunda
şüphe yoktur.
Rasûlullah (s.a.v.), Revha'da halkın liderleriyle karşılaştı. Allah'ın
kendisine nasib ettiği fetihten ötürü onu tebrik ettiler. Üseyid b. Hu-dayr şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah! Seni zafere kavuşturan ve gözlerini aydın kılan Allah'a hamd olsun. Allah'a
yemin ederim ki ya Rasûlullah, ben düşmanla karşılaşacağını zannedip de Bedir savaşma
katılmamazlık etmiş değilim. Yalnız kervanla karşılacağım zannettiğim için gelmedim. Eğer
düşmanla karşılacağım bilseydim asla bu savaştan geri durmazdım.
Rasûlullah; «Doğru söyledin.» dedi.
İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), esirlerle birlikte Medine'ye yöneldi. Esirler arasında
Ukbe b. Ebi Muayt ile Nadr b. Haris de vardı. Rasûlullah, ganimetlerin üzerine bekçi olarak
Abdullah b. Ka'b b. Amr b. Avf b. Mebzul b. Amr b. Ganm b. Mazin b. Neccar'ı
görevlendirmişti.
îbn Hişam'm ifadesine göre Adiy b. Ebu'z-Zeğba adındaki bir Müslüman, recez bahrinden şu
şiiri okudu:
"Ey Besbes, onlar için onların göğüslerini yukarı kaldır ki, Zu't-Talh'da onlar için
dinlenecekleri yer yoktur.
Gumeyr sahasında da alıkonacak yer yoktur.
Çünkü kavmin binek hayvanları ahkonmazlar.
O halde onları yol üzerinde götürmek daha akıllıcadır.
Allah yardım etmiştir. Burnunun ucu sivri ve ortası çökük kimse ise kaçmıştır."
Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra Medine'ye doğru yürüdü. Nihayet Safra boğazından
çıktığında boğaz île Naziye arasındaki kum tepesinin üzerine indi. Oraya Seyer denilir.
Oradaki bir otlağa oturdu ve burada Allah'ın müşriklerden Müslümanlara kazandırdığı
ganimeti eşit şekilde taksim etti. Rasûlullah, daha sonra yola çıktı ve Revha'ya vardığında
Müslümanlar, Allah'ın ona müyesser kıldığı fetih sebebiyle kendisi ve beraberindeki
Müslümanları kutlayarak karşıladılar. Seleme b. Sela-me b. Vakş, Asım b. Amr ile Yezid b.
Ruman'ın da bana anlattıkları gibi-dedi ki:
- Niçin bizi kutluyorsunuz? Allah'a yemin ederim ki biz, ancak bağlanmış bir takım develer
gibi başlarının saçları dökülmüş acizlerle karşılaştık ve onları boğazladık.
Bunun üzerine Rasûlullah, tebessüm buyurup şöyle dedi:
- Ey kardeşimin oğlu! Onlar eşraf ve reislerdir. [9]
Nadr B. Haris İle Ukbe B. Ebî Muayttn Öldürülmeleri
İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Safra'ya geldiğinde Nadr b.Haris öldürüldü. Onu Ebu
Talib oğlu Ali öldürdü. Mekkelüerden ilim erbabı biri bana böyle haber verdi.
Rasülullah, daha sonra yoluna devam etti. Irk-ı Zabye'ye geldiğinde Ukbe b. Kbi Muayt
öldürüldü. Rasülullah, onun öldürülmesini emrettiğinde Ukbe şöyle dedi:
- Ey Muhammedi Çocuklara kim bakacak?
- Ateş!
Onu, Asım b. Sabit b. Ebu'l-Akleh öldürdü. Bu zat, Beni Amr b. Avfin kardeşidir. Nitekim
Ebu Ubeyde b. Muhammed b. Ammar b. Ya-sir de bana böyle anlatmıştır. Musa b. Ukbe,
"Meğazi" adlı eserinde böyle demiş ve Rasülullah (s.a.v)'m ondan başka herhangi bir esiri
öldürt-mediğini ifade etmiştir. Asım b. Sabit öldürmek için üzerine vardığında Ukbe şöyle
demişti:
- Ey Kureyş topluluğu! Şu kadar adam arasında ben niye öldürülüyorum?
- Allah ve Rasûlüne düşmanlığından ötürü öldürülüyorsun!
Hammad b. Seleme, Ata b. Saib kanah ile Şabi'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Peygamber
(s.a.v.), Ukbe'nin öldürülmesini emrettiğinde o: 'Ya Muhammed! Kureyş arasında sadece
beni mi öldürüyorsun?" diye sordu. Peygamber (s.a.v.) de şöyle cevap verdi:
- Evet.. Bunun bana ne yaptığım biliyor musunuz? Ben, Makam-ı İbrahim'in arka tarafında
secde halinde iken yanıma geldi. Ayağını boynuma bastı. Ayağını boynuma öyle bastırdı ki,
kaldırmadı. Nihayet gözlerimin yuvalarından fırlayacaklarım zannettim. Bir başka defa
koyun işkembesi getirip secde halinde iken basmam üzerine bıraktı. Fatıma gelip onu
başımdan aldı ve başımı yıkadı.
İbn Hişam dedi ki: Ukbe'yi Ebu Talib oğlu Ali öldürdü. Zührî ve diğer ilim erbabı böyle
anlatırlar.
Ben derim ki: Bu iki adam (Nadr b. Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt), Allah'ın en şerli, en kafir,
en inatçı, en taşkın, en hasetçi, en hicivkar kullarıydılar. Bunlar, gerek Müslümanlara
gerekse İslâm'a karşı çok hicivde bulunurlardı. Allah ikisine de lanet etsin. Nitekim lanet etti
de.
İbn Hişam dedi ki: Nadr b. Harisin bacısı Kuteyle binti Haris, kardeşinin ölümü üzerine şu
şiiri söyledi:
"Ey süvari! Esil, beşinci seferin sabahında başarı için bir yerdir.. Orada bir ölüye bildir ki
selamet olsun.Orada iki nitelikli, hızlı giden develer eksik olmaz.
Benden akmayla çoğalan, başka bir zaman boğaz tıkayan, yere dökülmüş kanlı göz yaşı
akar.
Eğer kendisine seslenirsem, acaba Nadr beni işitir mi?
Konuşamayan bir ölü nasıl işitir?
Ey Muhammed! Kavmi içinde asil, şereflilerin hayırlısı ve şerefli olan bir adamı, şayet
lütfunla salıverseydin sana zarar vermezdi. Çok kere genç kişi, aşırı bir öfke içinde olduğu
halde lütfeder, öldürmez, bırakır.
Ya da fîdye kabul etmez miydin ki, vereceği fidyenin en kıymetlisiy-le infak edip verseydi.
Eğer azad olunacak bir azad etme varsa Nadr, yakınlık yönünden ailedekilere en yakın ve
onların haldi olanıdır.
Kardeşlerinin kılıçları onu ele aldılar. Allah için, orada kesilen çok akrabalık bağları vardır.
Eli kolu bağlı olarak yorgun haldedir. Bağlı bir esir olarak ağır bir yürüyüşle ölüme çekilir
bir halde sokuldu."
İbn Hişam dedi ki: Anlatıldığına göre bu şiir, Rasülullah (s.a.v.)'a ulaştığında şöyle demiştir:
"Eğer bu, onun öldürülmesinden önce elime geçseydi, elbette onu korurdum!"
İbn İshak dedi ki: O mevkide Rasülullah (s.a.v.), Ferve b. Amr el-Beyadî'nin azadhsı Ebu
Hind ile karşılaştı. Ebu Hind ,onun hacamatçısı idi. Yanında ild keşk dolu bir tuluk vardı.
Bunu, Rasûlullah'a hediye olarak takdim etti. Rasülullah, onun hediyesini kabul etti ve
Ensâr'a ona iyi davranmalarını tavsiye etti.
Sonra Rasülullah, yola çıkıp esirlerden bir gün önce Medine'ye vardı.
İbn İshak dedi ki: Beni Abdü'd-Dar'm kardeşi Vehb oğlu Nebih, bana dedi ki: Rasülullah
(s.a.v.), esirlerle birlikte geldiğinde onları ashabına dağıttı ve onlara iyi davranmalarını
tavsiye etti.
Ebu Aziz b. Umeyr b. Haşim, Mus'ab b. Ümeyr'in Öz kardeşi olup esirler arasında idi. Ebu
Aziz şöyle demişti:
«Kardeşim Mus'ab b. Ümeyr yanıma geldiğinde Ensâr'dan bir adam beni esir almıştı.
Adama şöyle dedi:
- İyi tut. Elinden kaçırma. Çünkü bunun annesinde çok eşya vardır. Umulur ki, bunu
kurtarmak için sana fidye verir.
Beni, Bedir'den getirdikleri zaman Ensâr'dan bir topluluk içindeydim. Sabah ve akşam
yemeklerini getirdikleri zaman ekmeği özellikle bana verirler, kendileri hurma yerlerdi.
Çünkü Rasülullah, bizim için onlara tavsiyede bulunmuştu. Onlardan bir adamın eline bir
ekmek kırığı düşmezdi ki onu bana vermesin. Ben de utanıyor, onlardan birine o ekmeği
veriyordum. O da bunu ihtiyacı olan kimseye veriyordu.»
İbn Hişam dedi ki: Ebu Aziz, Bedir'de Nadr b. Haris'ten sonra müşriklerin sancaktarı idi.
Kardeşi Mus'ab b. Ümeyr, Ebu Yusr'e (ki bu onu esir alan kimse idi) birşey söylediği zaman
Ebu Aziz ona şöyle dedi:
- Senin ev sahibin bu mudur?
Mus'ab'da ona, şöyle dedi:
- Benim kardeşim odur, sen değilsin.
Bunun üzerine annesi, Kureyş esirleri için verilen fidyenin en fazla ne kadar olacağını
sordu. Ona:
- En fazla fidye 4000 dirhemdir, denildi.
Bunun üzerine 4000 dirhemi, gönderdi ve böylece oğlunun fidyesini ödemiş oldu.
Ben derim ki: Yukarıda adı geçen Ebu Aziz'in asıl adı Zürare idi. îbn Esîr,"Üsdü'l-Gabe" adlı
eserinde böyle demiştir. Halife b. Hayyat, ashabın adlarını sayarken onu zikretmiştir. Ebu
Aziz, Mus'ab b. Ümeyr'in baba bir kardeşiydi. Bunların başka bir kardeşleri de vardı. O da,
baba tarafından kardeşleri idi. Adı Ebü'r-Rum b. Ümeyr idi. Uhud gününde kafir olarak
öldürüldüğünü söyleyen kimse yanılmıştır. Uhud gününde kafir olarak öldürülen, Ebu Azze
idi. Nitekim bu, yeri geldiğinde de açıklanacaktır. Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak, Abdullah b. Ebu Bekr kanalı ile-Yahya b. Abdullah b. Ab-durrahman b. Sa'd b.
Zürare nin şöyle dediğini rivayet eder: «Esirler getirildikleri zaman Rasûlullah'm hanımı
Şevde binti Zem'a, Afra ailesinin yanında, Afra'nın iki oğlu Avf ve Muavviz'nin
konaklarında bulunuyordu. Bu, hanımların üzerine örtünme emri nazil olmasından önce idi.
Şevde şöyle diyordu:
- Vallahi ben, onların yanında idim. Bize bir takım adamlar getirildi. Denildi ki:
- işte bunlar esirlerdir, getirilmişler,
Ben de odama dönüp baktım. Rasûlullah oradaydı. Bir de baktım ki, Ebu Yezid Süheyl b.
Amr odanın bir köşesinde elleri bir ip ile boynuna bağlanmış. Vallahi Ebu Yezid'i böyle
görünce kendimi tutamayıp şöyle dedim;
- Ey Ebu Yezid! Kendiliğinizden teslim oldunuz. Şerefle ölseydiniz daha iyi olmaz mıydı?
Vallahi odada beni, ancak Rasûlullah'm şu sözü uyandırdı:
- Ey Şevde! İnsanları Allah'a ve Rasûlüne karşı mı kışkırtıyorsun?
- Ya Rasûlallah, seni hak peygamber olarak gönderene yemin ederim ki; Ebu Yezid'i, elleri
boynuna bağlanmış halde gördüğümde kendimi tutamadım. Bu yüzden deminki sözleri
söyledim.» [10]
Necaşi (R.A.)'Nin Bedir Zaferine Sevinmesi
Hafiz el-Beyhakî, Ebu'l-Kasım Abdurrahman kanalı ile Abdurrah-man'dan rivayet etti ki:
«San'alı bir adam şöyle demiştir: Günün birinde Necaşi, Cafer b. Ebi Talib ile arkadaşlarına
haber gönderip yanına çağırttı. Onlar makamına girdiklerinde onun bir odada eski elbiseler
içinde toprak üzerinde oturmuş olduğunu gördüler. Cafer dedi ki:
- Onu bu halde görünce kendisinden korktuk, yüzümüzdeki vaziyeti görünce şöyle dedi:
- Size hoşunuza gidecek bir müjde veriyorum. Sizin diyarınızdan bir casusum geldi.
Allah'ın, peygamberine yardım ettiğini, düşmanlarını mahvettiğini, falan falan adamların
esir alındığını, falan falan adamların da öldürüldüğünü bana haber verdi. Ben de orayı
seyreder gibi oldum. Casusum dedi ki: "Beni Damre oğullarından olan efendimin develerini
gütmekte idim."
Cafer ona dedi ki:
- Neyin var ey hükümdar? Toprak üzerinde oturmuşsun. Altında bir sergi yok. Üzerinde de
şu eski elbiseler var?
- Allah'ın İsa'ya indirdiği ayetlerde gördüğümüze göre insanlar, bir nimete kavuştuklarında
tevazu gösterip bu nimeti söylemek mecburiyetindedirler. Bu, Allah'ın onlar üzerindeki bir
hakkıdır. Madem ki Allah, peygamberine yardım etmiş, bu nimetlere bizleri kavuşturmuştur.
O halde ben de tevazu göstererek bu nimeti ifade etmek mecburiyetindeyim.» [11]
Müşriklerin Bedîr'de Uğradıkları Musibet Haberinin Mekke'ye Ulaşması
İbn îshak dedi ki: Kureyş'in başına gelen musibeti, Mekke'ye ilk haber veren, Haysuman b.
Abdullah el-Hüzaî oldu. Mekke'dekiler dediler ki:
- Senin ardında neler oldu?
- Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Ebu'l-Hakem b. Hişam, Ümeyye b. Halef, Zem'a b. Esved.
fİaccın oğulları Nübeyh ile Münebbih ve Ebu'l-Bahteri b. Hişam öldürüldüler!
Kureyş'in eşrafını saymaya başlayınca SafVan b. Ümeyye -ki o, o esnada Hicir'de
oturmaktaydı- şöyle dedi:
- Vallahi eğer bunun aklı varsa, benim durumumu kendisine sorun.
Onlar da Haysuman'a sordular:
- SafVan b. Ümeyye ne yapmaktadır?
- İşte o, burada Hicir'de oturmaktadır. Vallahi onun babasını ve kardeşini, öldürüldükleri
sırada gördüm!
Musa b. Ukbe dedi ki:
Haber, Mekkelilere ulaştığında ve araştırıp haberin doğruluğunu anladıklarında kadınlar
saçlarını kestiler. Birçok at ve deve boğazlandı.
Süheylî, Kasım b. Sabit'in, "Delail" adlı kitabında şöyle dediğini rivayet eder: Bedir vakası
olduğunda Mekkeliler, görünmeyen bir cinin şöyle seslendiğini duydular:
"Hanifler (Müslümanlar), Bedir'in başına öyle bir iş getirdiler ki, o işten ötürü Kisra ile
Kayser'in saraylarının duvarları çökecektir.
Bu iş, Lüey kabilesinden bazı adanılan helale etti. Hasretlerinden ve pişmanlıklarından ötürü
bellerini vuran hurdaları ortaya çıkardı.
Muhammed'e düşman olarak akşamlayan kimseye yazıklar olsun. Doğru yoldan sapıp
şaşkınlığa düşmüştür!"
İbn İshak, Hüseyn b. Abodullah kanalı ile Rasûlullah'm azadhaı Ebu Rafıi'n şöyle dediğim
rivayet eder:
"Abbas b. Abdülmuttalib'in kölesi idim. Ailece Müslüman olduk. Abbas Müslüman oldu.
Ümmü Fadl'da Müslüman oldu. Ben de Müslüman oldum. Abbas, kavminden korkar ve
onlara muhalefet etmekten hoşlanmazdı. Müslümanlığını gizlerdi. Çok mal sahibi idi. Malı,
kavminin elinde kalmıştı. Ebu Leheb, Bedir savaşına katılmamış, yerine As b. Hişam b.
Muğire'yi göndermişti. Çünkü Kureyşliler, savaşa katılmadıklarında yerlerine adam tutup
gönderirlerdi. Bedir savaşma katılan Kureyşli müşrilderin başına gelenleri Ebu Leheb haber
aldığı zaman Allah, onu zelil ve hakir etti. Biz de içimizde kuvvet ve izzet bulduk. Ben,
zayıf bir adamdım. Ok yapıyordum. Onları, Zemzem kuyusu yanındaki çadırımda
yontuyordum. Bir ara orada oturmuş, oklarımı yontuyordum. Yanımda da Ümmü Fadl
oturuyordu. Gelen haber, bizi sevindirmişti. O esnada uğursuz Ebu Leheb çıkageldi ve
çadırın kenarında oturdu. Sırtı sırtıma bakıyordu. Bir ara oturmakta iken millet şöyle dedi:
- İşte Ebu Süfyan b. Haris b. Abdülmuttalib geldi. Ebu Leheb de ona şöyle sordu:
- Ey kardeşimin oğlu, anlat hele. Milletin durumu nasıl oldu?
- Vallahi biz, bir kavim ile karşılaştık. Onlara sırtlarımızı verdik ki bizimle nasıl dilerlerse
öyle savaş etsinler. Ve bizi diledikleri gibi esir etsinler. Allah'a yemin ederim ki bununla
beraber Kureyşlileri kınamadım. Gök ile yer arasında alaca atlar üzerinde beyaz adamlarla
karşılaştık. Vallahi hiç birşey bırakmaz ve hiç birşey onlara karşı koyamaz.
Ebu Rafi. dedi ki:
- Bunun üzerine çadırımın kenarım elimle kaldırdım. Sonra dedim ki:
- İşte vallahi onlar meleklerdir!
Bunun üzerine Ebu Leheb, elini kaldırdı ve yüzüme sert bir tokat indirdi. Ben de karşılık
vermek üzere ona yöneldim. O beni kucakladı ve yere vurdu, Sonra üzerime çöktü ki beni
vursun. Ben zayıf bir adamdım. Bununla beraber Ümmü Fadl, çadırın direklerinden bir
direğe doğru koştu. Onu aldı, onunla Ebu Leheb'e bir darbe vurdu. Başında ağır bir yarık
meydana getirdi ve dedi ki:
- Efendisi burada olmayan bir köleyi zayıf mı buldun? Böylece o, geçisin geri alçalmış
olarak kalkıp gitti. Vallahi o, ancak
yedi gece yaşadı ki, Allah ona Adese -denilen öldürücü bir yara verdi. Onu mahvetti, yara
onu öldürdü."
Yunus, İbn îshak'tan ayrı olarak yukarıdaki rivayete şunları ekledi:
"Oğulları onu, ölümünden üç gün sonrasına kadar defnetmediler. Nihayet kokuştu.
Kureyşliler vebadan kaçınır gibi Adese yarasından kaçınırlardı. Öyle ki Kureyşlilerden bir
adam şöyle demişti:
- Yazıklar olsun size, utanmıyor musunuz, babanız Ölmüş, evinde kokuşmuş olduğu halde
onu defnetmiyorsunuz?
- Bu yaranın bize de sıçramasından korkuyoruz?
- Haydin bakalım, bu işte size yardımcı olacağım!
Vallahi cenazesine yaklaşmaksızm, uzaktan su dökerek Ebu Le-heb'i yıkadılar. Sonra onu
Mekke'nin yukarı taraflarına götürüp bir duvara dayadılar. Üzerim taşlarla örttüler."
Yunus, Yahya b. Abbad b.Abdullah b. Zübeyr'den, o da babasından rivayet etti M,
mü'minlerin annesi Hz. Aişe, Ebu Leheb'in cesedinin bulunduğu yerden geçerken elbisesine
bürünür ve oradan geçinceye kadar yüzünü açmazdı.
İbn îshak, Yahya b. Abbad'm şöyle dediğini rivayet eder:
Kureyşliler, ölüleri üzerine ağladılar, sonra dediler ki:
"Ağlamayınız. Çünkü Muhammed ve ashabı bunu duyarlarsa size gülerler. Esirleriniz için
de ona adam göndermeyin. Böylece Muhammed ve- ashabı, fidye istemekte şiddet
göstermesinler."
Ben derim ki: Allah, böylece Kureyşli müşriklerin hayatta kalanlarını tam bir şekilde
azaplandırmış oldu. Çünkü ölüleri üzerine ağlaya-maz hale gelmişlerdi. Oysa ölüler üzerine
ağlamak, kederli kimsenin gönlünü ferahlatır ve serinletir.
İbn İshak dedi ki: Esved b. Muttalib'in oğullarından üçü öldürülmüştü: Zem'a, Akil ve Haris.
O, oğullarının üzerine ağlamak istiyordu. Bu durumda iken bir ara geceleyin ağıtçı bir
kadının sesini işitti. Gözleri görmez olduğu için kölesine dedi ki: «Bak bakalım, ölüler
üzerine ağlamaya müsaade edildi mi? Kureyşliler ölüleri için mi ağlıyorlar? Böyle ise belki
ben de Ebu Hakime'nin (yani oğlum Zem'a'nm) ölümüne ağlarım. Çünkü içim yanıyor!»
Köle geri döndüğünde şöyle dedi:
- Ağlayan bir kadındır. Yitirmiş olduğu devesi için ağlıyor!
Bu olay esnasında Esved, şöyle demişti:
"Bir devesini yitirdiği için mi ağlar ve onu uyanıklık mı uykudan men'eder.
Genç deveye ağlama, fakat Bedir'e ağla ki, şanslar ona kavuşmadılar.
Bedir'e ki, Beni Husays, Manzum ve Ebû'1-Velid'in kavminin liderleri üzerine ağla.
Ey kadın, eğer ağlarsan Akil'in üzerine ağla ve arslanlar arslanı Haris'e ağla.
Onlara ağla ve hepsine de melul, mahzun olma. Ebu Hakime'nin ise bir eşi ve benzeri
yoktur.
Haberin olsun ki, onlardan sonra bir takım adamlar liderliğe erdiler ki, eğer Bedir günü
olmasaydı onlar bu liderlik ve efendiliğe eremezlerdi." [12]
Kureyş'in, Esirlerinin Fidyesi İçin Rasûlullah'a Heyet Göndermesi
İbn İshak dedi ki: Esirler arasında Ebu Veda'e b. Dubayre es-Sehmî de vardı. Resûlullah
(s.a.v.), onun hakkında şöyle buyurdu:
- Onun Mekke'de zeki, akıllı, tacir, mal sahibi bir oğlu var. Sanki o, size babasının fidye ile
kurtulmasını talep için gelmiştir.
Kureyşliler: "Esirlerinizin fidyesi için acele etmeyin ki, Muham-med ve ashabı size karşı
esirlerin fidyesinin alınmasında şiddet goster-mesinler." dedikleri zaman Muttalib b. Ebi
Veda'e -ki bu Rasûlullah'm kasdettiği kimsedir- dedi ki:
- Doğru söylediniz. Acele etmeyiniz.
Böyle diyen Muttalib, geceleyin gizlice gitti. Medine'ye gelip babası için 4000 dirhem fidye
verdi. Böylece babasını alıp götürdü.
Ben derim ki: Bu, fidye karşılığında serbest bırakılan ilk esirdi. Sonra Kureyşliler,
esirlerinin fidyesini gönderdiler. Mikrez b. Hafs b. Ahyef, Süheyl b. Amr'ın fidyesini getirdi.
Süheyl'i, Malik b. Duhşum esir almıştı. Malik, Beni Salik b. Avfın kardeşidir. Bu hususta
şöyle demiştir:
"Süheylî esir aldım, onu hiçbir esire değiştirmem,
Hindef bilir ki, hakiki genç yiğit, onların Süheyl'idir.
Zulme uğradığı zaman kılıçla vurdum, nihayet o iki kat kesildi.
Dudağı yarık kimseye karşı nefsimi zorladım."
îbn İshak, Muhammed b. Amr b. Ata kanalı ile Ömer b. Hattab'm Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle
dediğini rivayet eder:
- Ya Rasûlallah! Beni bırakta Süheyl b. Amr'ın ön dişlerini sökeyim. Böylece dili dışarı
çıksın. Artık hiçbir yerde çıkıp senin aleyhine konuşamasın!
- Ben, onun uzuvlarına (organlarına) böyle zarar vermem. Eğer böyle yaparsam peygamber
dahi olsam, Allah da bunu bana yapar!
Ben derim ki: Bu, mürsel, hatta mu'dal bir hadistir.
İbn İshak dedi ki: Bana gelen habere göre Rasûlullah (s.a.v.), bu konuda Ömer'e şöyle
demiştir:
«Belki o, kötülemeyeceğin bir makama gelir.»
Ben derim ki: Süheyl'in Mekke'de erdiği bu makam, Rasûlullah vefat ettiği, Araplardan
bazıları irtidad ettikleri ve Medine ile diğer yerlerde münafıklık zuhur ettiğinde o Mekke'de
kalkıp insanlara hitapta bulunmuş ve onların Hanif dinde sebat etmelerine vesile olmuştu.
Nitekim bunu, yeri geldiğinde açıklayacağız.
İbn İshak dedi ki: "Mikrez, Süheyl'i esir olarak ellerinde bulunduran ashabla mukavele
yapıp rızalarını elde ettiğinde onlar:
- Haydi bakalım, hakkımızı ver, dediler. Mikrez:
- Onun yerine beni alıkoyun, onu bırakın ki, gidip fidyesini göndersin, dedi.
Onlar da Süheyl'i bıraktılar, yerine Mikrez'i yanlarında alıkoydular."
Mikrez, alıkonduğu zaman bir şiir söyledi. Ancak îbn Hişam, onun böyle bir şiir söylediğim
kabul etmemiştir. Doğrusunu Allah.bilir.
îbn İshak, Abdullah b. Ebi Bekr'in şöyle dediğini rivayet eder: Esirler arasında Amr b. Ebu
Süfyan Sahr b. Harp da vardı. Anası, Ukbe b. Ebu Muaytm kızı idi. îbn Hişam'm ifadesine
göre anası, Ebu Muayt'ın kız kardeşi idi. Onu esir alan kişi, Ebu Talib oğlu Ali idi.
îbn îshak, Abdullah b. Ebi Bekr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir. Ebu Süfyan'a:
- Oğlun Amr'ın fidyesini öde,denildi. O da dedi ki:
- Kanım gittiği gibi malımda mı gitsin? Hanzele'yi öldürdüler. Amr'ın da fidyesini mi
vereyim! Onu, onların ellerinde bırakın. İstedikleri zamana kadar yanlarında tutsunlar.
Amr, bu halde Medine'de Rasûlullah'm yanında mahpus iken Sa'd b. Numan b. Ekkal, umre
yapmak üzere yola çıktı. Bu, Beni Amr b. Avfın kardeşidir. Ayrıca Beni Muaviye'den de
biridir. Yanında eşi de bulunuyordu. Baki'de kendisine ait bir koyun sürüsü olan Müslüman
bir ihtiyar adamdı. Oradan umre için yola çıktı. Kendisine yapılan şeyden korkmuyordu.
Mekke'de hapsolunacağım zannetmedi.Ancak umre yapmak üzere gelmişti. Çünkü
Kureyşlilerle antlaşma yapmışlardı. Antlaşmaya göre Kureyşliler, hac ya da umre için
Mekke'ye gelecek olan herhangi bir kimseye iyilikten başka birşey yapmayacaklardı. Fakat
Ebu Süfyan b. Harp Mekke'de ona saldırdı. Onu, oğlu Amr'm karşılığında hapsetti. Sonra
Ebu Süfyan şöyle dedi:
"Ey İbn Ekkal'm kavmi! Onun çağrısına cevap verin. Genç efendiyi yardımsız bırakmaya
sözleşmiştiniz.
Eğer bağlanmış esirlerin bağını çözmezlerse demek ki, Beni Amr kabilesi aslı bozuk
kimselerdir."
Hassan b. Sabit te ona şu cevabı verdi:
"Eğer Sa'd, Mekke önünde serbest bırakılmış olsa, elbette sizin içinizde esir olunmazdan
önce maktulleri çoğaltırdı.
Keskin kılıç ya da Neb'a ağacının yaylanyla -ki onların kirişi uzatıldığı zaman ses çıkarıroku
atarlar."
Beni Amr b. Avf, RasûluUah'a gitti. Durumu anlattılar. Amr b. Ebu Süfyan'ı kendilerine
vermesini istediler. Karşılığında da onların arkadaşını serbest bırakacaklarım birdirdiler.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Amr'ı serbest bırakıp Ebu Süfyan'a gönderdi. Dolayısıyla
Sa'd'm serbest bırakılma yolu açıldı.
îbn îshak dedi ki: Esirler arasında Ebu'l-As b. Rebi b. Abdu'1-Uzza b. Abdu'ş-Şems b.
Ümeyye de vardı. Bu, Rasûlullah (s.a.v.)'m damadı olup kızı Zeynep ile evli idi.
îbn Hişam dedi ki: Onu, Hiraş b. Simme esir aldı. Bu Hiraş, Beni Haram kabilesindendi.
îbn İshak dedi ki: Ebu'l-As, Mekke'nin malca, emanete riayetçe ve ticaretçe sayılı
şahsiyetlerindendi. Hale Binti Hüveylid'den doğma idi. Hatice, Rasûlullah'tan, onu kendi
kızı Zeynep'le evlendirmesini istemişti. Rasûlullah, Hatice'ye muhalefet etmezdi. Bu
evlendirme işi, vahyin nüzulünden önce idi.
Rasûlullah (s.a.v.), kızı Rukiyye veya Ümmü Külsûmu Ebu Le-heb'in oğlu Utbe ile
evlendirmişti. Vahiy geldiğinde Ebu Leheb: «Muhammedi kendi nefsi ile meşgul edin." dedi
ve oğlu Utbe'ye emir vererek Rasûlullah'm kızını boşattı. Utbe, daha gerdeğe girmemişken
Rasûlul-lah'm kızını boşadı. Osman b. Affan (r.a.), Rasûlullah'm boşanan bu kızı ile evlendi.
Bunun üzerine Ebu'1-As'a gidip ona şöyle dediler:
- Hanımından ayni. Biz seni Kureyş'ten dilediğin herhangi bir kadınla evlendiririz.
- Hayır, vallahi ben hanımımdan ayrılmam ve hanımım yerine Ku-reyşten bir hanımımın
olmasını da istemem!
Bana gelen habere göre Rasûlullah (s.a.v.), damatlığı bakımından Ebu'1-As'ı överdi.
Ben derim ki: Rasûlullah'm, Ebul-As'ın damatlığını övmesi, sahih hadisle sabittir. Nitekim
bu konu ileride de gelecektir.
îbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'de iken helal ve haram hükümlerini
belirlememişti. Kendi işi üzerine mağlup olmuştu, islâmiyet, Rasûlullah'm kızı Zeynep'le
Ebu'1-As'ı birbirinden ayırmıştı. Ama Rasûlullah, bunları birbirinden ayıracak güce sahip
değildi.
Ben derim M: Cenâb-ı Allah, hicretin altıncı senesi olan Hudeybiye
muahedesi senesinde Müslüman kadınları, müşrik kocalarına haram kılmıştır. Bununla ilgili
açıklama da ileride gelecektir.
îbn îshak, Yahya b. Abbad kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Mekkeliler,
esirlerinin fidyelerini gönderdiklerinde Rasûlullah'm kızı Zeynep de kocası Ebu'l-As'm
kurtuluşu için fidye olarak bir gerdanlık göndermişti. Bu gerdanlığı Ebu'l-As ile gerdeğe
girdiğinde annesi Hatice (r.a.) kendisine hediye etmişti. Rasûlullah, bu gerdanlığı görünce
yüreği aşırı derecede duygulandı ve şöyle dedi:
- Eğer uygun görürseniz Zeyneb'in esirini serbest bırakın ve kendisine ait bu gerdanlığı da
iade edin.
Ashab da: "Olur ya Rasûlallah." diyerek Ebul-As'ı serbest bırakarak gerdanlığı iade ettiler.
İbn İshak dedi ki: Fidye vermeksizin serbest bırakılma kendilerine lütfolunan esirler
arasında Beni Abdu'ş-Şems b. Abdumenaf tan Ebu'l-Âs b. Rebi b. Abdi'1-Uzza b. Abdu'şŞems
vardı. Rasûlullah (s.a.v.), kızı Zeyneb'in fidye göndermesinden sonra onu bağışladı.
Beni Mahzum b. Yakaza'dan da Muttalib b. Hantab b. Haris b. Ubeyd b. Ömer b. Mahzum
vardı. Beni Haris b. Hazreç'in adamı idi. Ve onların ellerine bırakıldı. Nihayet onu serbest
bıraktılar. O da gidip kavmine kavuştu.
İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Ebu'1-As'ı serbest bırakırken, Zeyneb'i serbest
bırakmasını, yani Medine'ye hicretine müsaade etmesini şart koştu. Ebu'l-As da bu şartı
kabul etti ve yerine getirdi. Nitekim bununla ilgili açıklama ileride gelecektir. Önceki
sayfalarda da Abbas b. Abdülmuttalib'in kendi şahsı, Akil ve Nevfel adındaki yeğenleri için
100 okiye altını fidye olarak verdiğini anlatmıştık.
îbn Hişam dedi ki: Ebul-As'ı esir alan kişi, Ebu Eyyüb Halid b. Zeyd idi.
îbn İshak dedi ki: Sayfî b. Ebi Rifaa b. Abid b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum, sahiplerinin
eline bırakıldı. Onun fidyesini ödeme hususunda hiç kimse gelmeyince fidyesini onlara
göndersin, diye ondan söz alındı ve serbest bırakıldı. Ama o sözünde durmadı. Bunun
üzerine Hassan b. Sabit, bu hususta şöyle bir şiir söyledi:
"Sayfi borcu ödeyecek değildir. Tilkinin kafası bazı yerlerde çalışmaz."
îbn îshak dedi ki: Ebu Azze Amr b. Abdullah b. Osman b. Üheyb b. Hüzafe b. Cumah,
kızları çok olan muhtaç bir kimse idi. Rasûlullah ile konuşup şöyle dedi:
'Ya Rasûlallah, bilirsin ki malım yok, ben muhtaç ve çoluk çocuk sahibi bir kimseyim. Beni
bağışla." Rasûlullah (s.a.v.) de ona lütfetti, fidyesini almadı ve RasûluUah'a karşı başka
kimseye yardımcı olmamak şartıyla onu serbest bıraktı. Ebu Azze, bu hususta Rasûlullah'ı
övdü, üstünlüğünü kavmi içinde anarak şöyle dedi:
"Benden Muhammed Rasûhıllah'a kim bildirecek ki, sen haksin, Melik'de Hamid'dir.
Sen, hak ve hidayete davet eden bir kişisin. Senin için büyük Allah'tan şahid vardır.
Sen, bizim içimizde bir mertebeye gelensin ki, mertebenin dereceleri vardır.
Sen kiminle savaşırsan elbette o yeniktir, bahtsızdır, mutsuzdur. Ve kiminle de barışırsan, o
elbette mutludur, bahtiyardır.
Fakat Bedir ve onun ehli bana hatırlatıldığında, bendeki hasret ve ümitsizlik geri dönüyor."
Ben derim ki: Sözü edilen bu Ebu Azze, Rasûlullah'a verdiği sözü tutmadı. Müşrikler onun
aklıyla oynadılar. O da onlara geri döndü. Uhud savaşında yine esir alındı. Yine
Rasûlullah'tan, kendisine lütfetmesini talep etti. Ama Rasûlullah şöyle dedi: «Yanaklarını
şilesin ve: "Muhammed'i iki kez aldattım!" diyesin diye seni bırakacak değilim!»
Bundan sonra Rasûlullah, emir vererek onu öldürttü. Nitekim bu konu, Uhud gazvesi
anlatılırken ele alınacaktır. Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Azze hakkında şöyle demiştir:
«Mümin, aynı delikten iki defa ısınîmaz.» Bu, ancak Rasûlullah'tan duyulabilecek bir darb-ı
meseldir.
İbn İshak, Muhammed b. Cafer b. Zübeyr kanalı ile Urve b. Zü-beyr'in şöyle dediğini
rivayet eder: Umeyr b. Vehb el-Cümehî, Safvan b. Ümeyye ile birlikte Bedir'e katılan
Kureyşlilerin başına gelenlerden sonra Hicir'de birazcık oturdu. Umeyr b. Vehb, Kureyş
şeytanlarından ve Rasûlullah ile ashabına eziyet verenlerdendi. O, Mekke'de iken ondan
meşakkat ve zahmetler gördüler. Oğlu Vehb b. Umeyr, Bedir'de esir almanlar arasındaydı.
İbn Hişam dedi ki: Beni Zürayk kabilesinden Rifaa b. Rafı, onu esir
etti.
İbn İshak, Muhammed b. Cafer kanalı ile Urve'nin, Bedir kuyusuna atılan ve musibete
maruz kalan müşrikleri anlatmasından sonra Safvan'm şöyle dediğim rivayet eder:
- Vallahi onlardan sonra yaşamakta hayır yoktur. Umeyr de şöyle dedi:
- Vallahi doğru söyledin. Vallahi eğer üzerimde borç ve benden sonra zayi olmasından
endişe ettiğim çoluk çocuğum olmasaydı, elbette atıma biner, Muhammed'e gider ve onu
öldürürdüm. Bedir'dekilerden önce oğlum, onların ellerinde esirdir.
Safvan da fırsatı ganimet bilip şöyle dedi:
- Borcunu ben öderim. Bu bana ait olsun. Çoluk çocuğun da benimkilerle birlikte kaldıkları
sürece onlara ihsanda bulunurum. Elimize geçen nimeti onlarla paylaşırız. Onlar zorluk
içinde ilçen ben rahat etmem.
Bunun üzerine Umeyr, ona şöyle dedi: -Durumumuzu gizle.
- Olur, gizlerim.
Sonra Umeyr, kılıcını getirmelerini, keskinletilmesini ve zehir sürülmesini emretti. Bunlar
yapıldıktan sonra yola çıktı ve Medine'ye geldi. Bir ara Ömer b. Hattab, Müslümanlardan
bir cemaatle beraber, Bedir gününden söz ediyorlardı. Ve Allah'ın kendilerine ücram ettiği
şeyleri düşmanlarından onlara gösterdiğini konuşuyorlardı. O esnada Ömer, Umeyr b.
Vehb'in, mescidin kapısı önünde, kılıcım kuşanmış vaziyette bineğini çöktürdüğünü gördü
ve şöyle dedi:
- Bu, Allah'ın düşmanı Umeyr b. Vehbtir. Allah'a yemin ederim ki, o ancak kötülük için
gelmiştir. O değilimdir ki aramızı bozdu ve Bedir günü de Kureyş için sayımızı takdir ve
tahmin etti.
Daha sonra Ömer, Rasûlullah'ın yanma gidip şöyle dedi:
- Ey Allah'ın peygamberi! Bu, Allah düşmanı Umeyr b. Vehb kılıcını kuşanmış olarak
gelmiştir. Rasûlullah:
- Onu yanıma gönder, dedi.
Bunun üzerine Ömer, dönüp geldi ve boynundaki kılıcının kayışını tutup göğsüne bağladı.
Ensâr'dan yanında bulunan adamlara şöyle dedi:
- Rasûlullah'ın yanma girin. Yamnda oturun ve onu bu müşrikten koruyun. Çünkü bu, emin
ve güvenilir bir kişi değildir.
Böyle dedikten sonra onu Rasûlullah'ın yanma getirdi. Rasûlullah (s.a.v.), Ömer'in onun
kılıcının kayışından tutup boynuna bağladığını gördüğü zaman dedi ki:
- Ey Ömer, onu serbest bırak, Ey Umeyr yaklaş. O da yaklaştı ve şöyle dedi:
- Bol nimetli iyi sabahlar! (Cahiliyet devri adamları, kendi aralarında böyle diyerek
selamlaşırlardı.).
Rasûlullah (s.a.v.), şöyle karşılık verdi:
- Ey Umeyr! Allah bize senin selamlaşmandan daha hayırlı bir selamlaşmayı ikram etmiştir.
Bu da cennetliklerin selamlaşması olan «selam»dır.
O da dedi ki:
- Allah'a yemin ederim ki Ey Muhammed, ben bu selamlaşmayı yeni işitiyorum.
- Ey Umeyr, seni buraya getiren sebeb nedir?
- Elinizde bulunan şu esir için geldim. Onu bağışlayın.
- O halde senin boynundaki kılıcın işi ne?
- Allah, kılıçların belasını versin. Onlar bize ne sağladı ki?
- Bana doğruyu söyle, niçin geldin?
- Başka birşey için gelmedim. Sadece bu iş için geldim.
- Hayır, aksine sen ve Safvan b. Ümeyye, Hicir'de oturdunuz. Ku-reyşlilerden kuyuya
atılanları andınız. Sonra sen dedin ki:
«Eğer üzerimde borç olmasa ve çoluk çocuğum olmasa, elbette çıkıp gider, Muhammed'i
öldürürdüm!» Böylece Safvan, senin borcunu ve çoluk çocuğunun bakımını, beni öldürmen
karşılığında üstlendi. Allah ise, yapmayı tasarladığın bu işine engel oldu.
Umeyr dedi ki:
- Şahadet ederim ki şüphesiz sen, Allah'ın Rasûlüsün. Ey Allah Rasûlü! Biz göğün
haberinden bize getirmiş olduğu şeylerde ve senin üzerine inen vahiyde seni yalanlamıştık.
Bu işte ben ve SarVan'dan başka kimse yoktu. Allah'a yemin ederim ki bu haberi, ancak
Allah sana bildirmiştir. Beni İslâm'a kavuşturan, beni işte bu yere sevkeden Allah'a
hamdolsun.
Böyle dedikten sonra hak şahadeti getirdi. Rasûlullah da şöyle buyurdu:
- Kardeşinize dinini öğretin ve ona Kur'ân'ı öğretin. Esirini de salıverin.
Ashab, bu emri yerine getirdi.
Sonra Umeyr şöyle dedi:
"Ya Rasûlallah, ben Allah'ın nurunu söndürmeye gayret eden ve Allah'ın dini üzere olan
kimselere şiddetli eziyet veren birisi idim. Ben diliyorum ki, bana izin veresin de Mekke'ye
gideyim ve onları Allah ile Rasûlüne ve İslâm'a davet edeyim. Umulur ki Allah, onları
hidayete kavuşturur. Yoksa daha önce senin ashabına dinleri hususunda eziyet verdiğim gibi,
dinleri hususunda onlara eziyet veririm."
Rasûlullah da ona izin verdi. O Mekke'ye vardı.
Umeyr b. Vehb, Mekke'den çıkıp Medine'ye gitmekte iken Safvan şöyle demişti:
"Şimdi bir kaç gün içinde gelecek olan vak'a ile müjdeleniniz. O, size Bedir vak'asını
unutturacaktır."
SarVan, kafilelerden Umeyr'i sorardı. Nihayet bir süvari geldi. Onun, İslâm'a girdiğini haber
verdi. Bunun üzerine SafVan, onunla asla konuşmamaya ve ona asla menfaat sağlamamaya
yemin etti.
İbn İshak dedi ki:
Umeyr, Mekke'ye geldiğinde İslâm'a davet ederek orada ikamet etti ye kendisine muhalefet
eden kimselere şiddetli eziyetler verdi. Onun vasıtasıyla çok kimseler Müslüman oldu.
Ibn İshak dedi ki: Umeyr b. Vehb veya Haris b. Hişam, Bedir gününde îblis'in gerisin geri
dönüp kaçtığını görmüş ve şöyle dediğini işitmiştir: «Benim sizinle ilgim yok; doğrusu,
sizin görmediğinizi görüyorum.» (el-Enfâl, 48.)
O gün İblis, Müdliçlilerin emiri Süraka b. Malik b. Cu'şum suretinde görünmüştü. [13]
Fasıl
İmam Muhammed b, İshak, daha sonra Bedir kıssası hakkında Kur'ân-ı Kerîm'den nazil olan
kısımlardan söz etti ki, bu kısım, el-Enfâl sûresinin başından sonuna kadar olan kısımdır.
İbn îshak, bu konuda güzel ve faideli şeyler söylemiştir. Tefsirimizde bu konuda detaylı
açıklamalarda bulunduk. Daha fazla bilgi almak isteyenler, tefsirimize müracaat etsinler.
Övgü ve minnet Allah'adır. [14]
Fasıl
îbn îshak, daha sonra Bedir savaşma katılan Müslümanların adlarını sıralamaya başlamış
olup ilk önce Muhacirlerin, sonra Evs ve Haz-reç kabilesi ile Ensâr'm adlarını zikrederek
nihayette şöyle demiştir: Bedir savaşma katılan Muhacir ve Ensâr ile payı ve hissesi
belirlenenler, toplam olarak 314 kişidirler. Muhacirlerden seksen üç kişi, Evsliler-den altmış
bir kişi, Hazreçlüerden ise 170 kişi bu savaşa katılmışlardır.
Buharı, "Sahih" adlı hadis kitabında Bedir savaşma katılan sahabelerin adlarını alfabetik
sıraya göre iki mertebe halinde sıralamıştır. Başta Rasûlullah'm, sonra Ebu Bekir'in, sonra
Osman ve Ali'nin adlarını zikretmiştir.
İşte Bedir savaşma katılan Müslümanların adları, alfabetik sıraya göre iki mertebe halinde
sıralanmıştır. Hafız Ziyaeddin Muhammed b. Abdü'l-Vahid el-Makdisî'nin "Ahkamü'l-
Kedir" adlı kitabında ve diğer kitaplarda böyle bir sıralama takip edilmiştir. Başta
mücahidlerin reisi, medarı iftiharı, Adem oğullarının efendisi Muhammed Rasûlullah
(s.a.v.)'ın ismi zikredilmiştir. Ondan sonra diğer sahabelerin adlan sıralanmıştır. [15]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/429-431.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/432-438.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/439.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/439-440.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/440-446.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/446-452.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/452-454.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/454-456.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/456-459.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/459-462.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/462-463.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/463-466.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/466-473.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/473.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/473.
 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...