22 Nisan 2015

NİKAHIN ADABLARI 1 Giriş 2 Tâlim 3 Vika 4 Vilâdet İmam-ı Gazali




NİKAHIN ADABLARI
1 Giriş 
2 Tâlim 
3 Vika 
4 Vilâdet 
İmam-ı Gazali
 Giriş
Hamd Allah'a mahsustur. O Allah ki, vehimlerin okları onun beşer tâkatinin dışında bulunan sanatında isabet edecek hedef bulamaz. O Allah ki, akıllar ancak O'nun sanatından şaşkına dönerler. O Allah ki, O'nun birçok nimetleri kesintisiz olarak âlemler üzerine oluk gibi akmaktadır. İsteseler de istemeseler de o nimetler onların üzerine aralıksız akmaktadır. Sudan insan yaratmak, aralarında neseb bağıyla yakınlık kurmak, Allah'ın en garip lütuflarmdandır, O Allah ki, şehvet denilen bir kuvvet vasıtasıyla insanı tohum ekmeye mecbur etmiştir. O tohumla onların neslini irâdelerin dışında olduğu halde cebren ve kahren devam ettirmiştir. Daha sonra nesep bağının önemini büyüterek ona bir kıymet vermiştir. Nesep sebebiyle zinayı haram kılmıştır. İnsanları zinadan uzaklaştırmak için o fiilin çok kötü bir fiil olduğunu ilân etmiştir. Zinayı büyük bir suç ve acı bir hâdise olarak nitelendirmiştir. İnsanları, bazen emrederek, bazen de teşvik ederek nikaha yöneltmiştir. Ölümü kullarına takdir ederek onunla onları kasıp kavuran Allah Teâlâ her türlü eksiklik ve ortaklıktan uzaktır. Bu takdirden sonra, meni tohumlarını ana rahmine ekip serperek, ondan bir varlık yaratarak, istemedikleri halde cebren ölüm tırpanına düçar kılmıştır. Bütün bunlar, mukadderat denizlerinin âlemler üzerinde fayda, zarar, hayır şer, çekingenlik, kolaylık, toplama ve yayma açısından ne kadar coşkun olduğuna dair birer uyarı ve ikazdır.
Salât ve selâm; uyarma ve müjdeleme hasletleriyle donatılarak gönderilen Hz. Muhammed'in (s.a), onun âli'nin ve ashâbının üzerine olsun. Hadsiz hesabsız salât onların üzerine olsun. Yâ rabbî! Onları istenilmeyen hâdiselerden de emin kıl.
Bütün bunlardan sonra bilinsin ki nikâh dine yardım edici, şeytanları zelil düşürücü ve Allah düşmanının önüne gerilmiş, geçilmez ve aşılmaz bir kaledir. Yine nikâh, peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed'in (s.a) diğer peygamberlere karşı iftihar edeceği ümmetin çoğalmasına biricik sebep ve vesiledir.
Bu bakımdan nikâh, sebepleri araştırmaya, sünnet ve edepleri korumaya, maksat ve ihtiyaçları açıklamaya bölüm ve konuları tertip etmeye en fazla yakışan bir konudur.
Evlenme ahkâmından bilinmesi gereken şeyler üç bölümde açıklanabilir:
Birinci Bölüm: Nikâha teşvik ve nikâhtan sakındırma
İkinci Bölüm: Nikâhta ve nikâh yapanlar arasında gözetilmesi gereken âdâb
Üçüncü Bölüm: Nikâhtan, boşanmaya kadar riayet edilmesi gereken âdâb
Duâbe 
evlilikte şakalaşma nikah Hanımının sıkıntılarını gidermeye, onunla oynaşmaya ve şakalaşmaya çalışmalıdır. Çünkü bu tür hareketler kadınların kalbini hoş eder. Allah'ın Rasûlü (s.a) onlarla şakalaşıyordu. İşlerinde ve hareketlerinde onların seviyesine iniyordu. Hatta rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber (s.a) Âişe validemizle yarışıyordu. Birgün Hz. Âişe onu geçti. Bazı günlerde o Âişe'yi geçti ve 'Bugün kazandığım zafer, daha önce kazandığın zafere karşılık olsun'97 dedi.
Haberde şöyle gelmiştir: Hz. Peygamber herkesten daha iyi hanımlarıyla konuşan ve şakalaşan bir kimseydi.98 Âişe vâlidemiz şöyle anlatmaktadır:
Aşûre gününde birtakım Habeşlilerin mescidde kılıç kalkan oyunlarının seslerim duydum. Seslere dikkat ettiğimi gören Rasûlullah bana şöyle dedi: 'Onların oyunlarını görmek is ter misin?' Ben 'evet isterim' dedim. Rasûlullah onlara haber gönderdi, benim odamın kapısına geldiler. Rasûlullah kapı yanlarının arasında durdu. Elini kapının önüne koydu. Bir elini de arkaya uzattı. Ben de çenemi Rasûlullah'ın eli üzerine koydum. Onlar oynuyor, ben de böylece seyrediyordum. Rasûlullah zaman zaman bana 'Bu kadar yeter mi?' diyordu; ben ise, Rasûlullah'a iki veya üç defa 'sus (biraz seyredeyim)' dedim. Sonra Rasûlullah bana tekrar, 'Ey Aişe! Bu kadar yeter mi ?' dedi. Ben de 'evet' dedim. Bunun üzerine Rasûlullah Habeşlilere işaret etti. Onlar da dağılıp gittiler. Onlar gittikten sonra Hz. Peygamber 'Mü'minlerin iman yönünden en mükemmel olanları ahlâkı en güzel ve ailesine karşı en fazla lütufkâr olan kimsedir'99 dedi.
Ey ümmetim! Sizin en hayırlınız, zevcelerine en hayırlı olanınızdır. Ben ise zevcelerim için hepinizden daha hayırlıyım.100
Hz. Ömer (r.a) katılığına rağmen şöyle demiştir: 'Müslüman kişi aile efradı içinde çocuk gibi olmalıdır. Dışarıya karşı ise erkek olmalıdır'.
Lokman Hekim şöyle demiştir: 'Akıllı bir kişiye gereken hare-ket, aile efradının içinde çocuk gibi olmaktır. Ne zaman cemaate katılırsa, erkek olmalı'.
Allah, katı tabiatlı, sitemkâr, kibirli ve hiç kimseye ikramda bulunmayanlara buğzeder.101
Bu hadîsin tefsirinde şöyle denildi: 'Ca'zerî, aile efradına karşı merhametsiz olan kimse demektir. Cevvaz ise, gururlu ve mütekebbir olan kimse demektir'.
Hadîse verilen bu mânâ, şu ayete verilen mânâlardan biridir: 'O utüll'dür' (Kalem/13). Denildi ki: Utüll, lisânı bozuk, çoluk çocuğuna karşı kalbi katı demektir.
Hz. Peygamber, Câbire 'Neden bir bâkire kızla evlenmedin ki, sen onunla, o da seninle oynaşırdınız' demiştir. Bedevî bir kadın, ölen kocasını şöyle vasıflandırıyordu: 'Allah'a yemin ederim, o eve girdiği zaman, güler yüzlü idi. Çıktığında diline sahipti. Bulduğunu yer, kaybolanın nereye gittiğini sormazdı'.
97) Ebu Dâvud, Nesâî, İbn Mâce 98) Hasan b, Süfyan, Bezzar ve Taberânî 99) Nesâî, Tirmizî ve Hâkim 100) Tirmizî 101) Ebu Bekir b. Lâl 
Gayret (Kıskançlık) 
kadınların camiye gitmeleri kıskançlık kıskançlık hakkında hadisler Gayret ve kıskançlıkta mutedil hareket etmektir. Şöyle ki; koca, felâketlerinden korkulan işlerin başlangıcında gafil olmamakla beraber kötü zan, inat ve gizliyi araştırmakta da aşırı gitmemelidir.
Hz. Peygamber kadınların gizli taraflarını araştırmayı yasaklamıştır.107
Hadîsin başka bir rivayetinde 'kadınları meşakkat ve eziyete sokacak hareketleri yasaklamıştır' şeklinde gelmiştir. Hz. Peygamber (s.a) Tebûk'tan dönerken Medine'ye girmeden önce ashâba şöyle demiştir: Sakın geceleyin gidip hanımlarınızın kapılarını çalmayınız.108
Böyle demesine rağmen iki kişi Hz. Peygamber'in emrine muhalefet ederek ondan önce Medine'ye girdiler. Onların her ikisi de evinde nâhoş hadiselerle karşılaştılar.109
Kadın, kaburga kemiği gibidir. Eğer onu düzeltmek istersen onu kırarsın. Bu bakımdan onu kendi hâline bırak. Eğriliğiyle beraber ondan lezzetlenmeye bak.110
Bu hadîs, kadının ahlâkının düzeltilmesi için çaba sarfederken ona karşı şefkatli davranmak hakkında vârid olmuştur.
Gayretin bir kısmı vardır ki, Allah Teâlâ ondan nefret eder. O da şek ve şüphe olmadığı halde kişinin, hanımından şüphe etmesidir.111
Çünkü böyle bir kıskançlık Kur'an'da bizim için yasaklanan kötü zan hükmüne girmektedir. Oysa zannın bir kısmı günahtır.
Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: 'Sakın aşırı derecede karını kıskanma. Zira böyle yaptığın takdirde kendini haklı çıkarmak için ona kötülük nisbet etmek ve çamur atmak mecburiyetinde kalırsın'. Yerinde olan gayret ise, her müslümana lâzım bir haslettir ve dinen övülmüştür.
Muhakkak ki, Allah gayrete gelir. Mü'min de gayrete gelir. Allah'ın gayreti kişinin kendisine haram kılınan bir şeyi yapması demektir...112
Acaba sizler Sa'd'ın gayretinden hayret etmez misiniz? Allah'a yemin ederim, ben, Sa'd b. Ubâde'den daha gayretliyimdir. Allah da benden daha gayretlidir.113
Allah Teâlâ gayretinden ötürü fuhşiyâtın her çeşidini, gizlisini ve açığını yasaklamıştır. Oysa Allah'tan daha çok özrü seven hiç kimse yoktur. Zaten Allah'ın özrü kabul etmeyi sevdiğindendir ki, bu kadar uyarıcı ve müjdeleyici peygamberler gönderilmiştir ve yine Allah'tan daha fazla övülmeyi seven hiç kimse yoktur ve bu-nun içindir ki, Allah Teâlâ kullarına cenneti va'detmiştir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır: Mi'rac ecesi cennette bir saray gördüm. O sarayın bahçesinde bir cariye vardı. 'Şu saray kimindir?' diye sordum. Denildi ki: 'Bu saray Ömer'indir'. Ben o saraya bakmak istedim. Fakat ey Ömer! Senin kıskançlığını hatırlayarak (vazgeçtim).114
Rasûlullahın bu hadîsini işiten Ömer ağlayarak şöyle dedi: 'Sana karşı da mı kıskanırım ey Allah'ın Rasûlü?' Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Siz hanımlarınızın çarşı ve pazarlarda erkeklerle sıkışık bir şekilde gezmelerine müsamaha mı ediyorsunuz? Kıskanmayanı Allah berbat etsin?'
Hz. Peygamber aynı konuda şöyle buyurmaktadır: Gayretin (kıskanmanın) bir kısmı vardır ki, Allah onu sever. Diğer bir kısmı vardır ki, Allah ondan nefret eder. Gurur ve kibrin de bir kısmı vardır ki, Allah onu sever ve bir kısmı vardır ki, Allah ondan nefret eder. Allah'ın sevdiği gayret ve kıskanmak ise emare ve şüphe bulunduğu halde olan kıskançlıktır. Allah'ın buğzettiği gayret ise ortada şüphe olmadığı halde yapılan kıskançlıktır. Allah'ın sevdiği kibir ve gurur ise, savaş esnasında düşmanla karşı karşıya gelindiğinde kişinin kendisine güvenerek böbürlenmesidir. Allah'ın buğzettiği kibir ise bâtılda olan kibirdir.115
Muhakkak ki ben çok kıskancım. Kıskançlıktan mahrum olan deyyustur.116 İnsanı kıskançlıktan kurtaran yol şudur: Kişi ne hanımının yanına başka erkekleri sokmalı, ne de hanımını çarşılara bırakmalıdır. Hz. Peygamber (s.a) kızı Fâtıma'ya şöyle sordu:
'Kadın için en hayırlı şey nedir?' Fâtıma: 'Ne kadının erkeği, ne de erkeğin kadını görmesidir' dedi. Bu cevap üzere Hz. Peygamber, kızı Fâtıma'yı kucaklayarak şu ayeti okudu: '(Bunlar) birbirinden türeyen bir nesildir'. (Âlu İmran/34)
Bu hareketiyle, Hz. Fâtıma'nın sözünü makbul bir söz olarak kabûl ettiğini ilân ediyordu. Rasûlullah'ın ashabı, hanımlar erkeklere bakmasınlar diye duvarlarındaki delik ve pencereleri tıkıyorlardı. Muaz (r.a) hanımının pencereden baktığını gördüğünde hanımını dövdü. Bir defasında da hanımının, yarısını yemiş olduğu bir elmayı hizmetçisine verdiğini gördü ve yine onu dövdü.
Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Kadınları pek fazla giydirmeyiniz ki çadırlarından ayrılmasınlar'. Hz. Ömer, bu sözünü şu hikmete bi-naen söylemektedir: Kadınlar elbiseleri eski olduğu zaman çıkıp gezmeyi istemezler. Yine Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Hanımlarınızı Hayır ve Yok kelimelerine alıştırın'.
Hz. Peygamber (s.a) kadınlara câmiye gitmeleri için izin vermiştir. Fakat günümüzde en doğrusu ihtiyar hanımlar hariç, diğer kadınları mescide göndermemektir. Bizim bu fetvamız sahâbe-i kirâm zamanında bile doğru sayılmış bir fetvâdır. Nitekim Âişe vâlidemiz (r.a) diyor ki: 'Eğer Allah'ın Rasûlü, kendisinden sonra kadınların yaptıklarını bilseydi, onları evden çıkmaktan menederdi.117
İbn Ömer Hz. Peygamber'in 'Allah'ın câriyelerini (kızlarını) Allah'ın mescidlerinden menetmeyiniz' şeklindeki sözünü nak-lettiği zaman kardeşlerinden biri 'Evet, Allah'a yemin ederim, biz onları Allah'ın camilerinden menedeceğiz' diye karşılık verdi. Bunun üzerine İbn Ömer bu karşılığı veren kardeşine kızarak kendisini dövdü ve dedi ki: 'Ben "Hz. Peygamber 'Kadınları camiye gitmekten menetmeyiniz' dedi" diyorum. Sen ise buna karşılık 'Evet onları menedeceğiz' diyerek ısrar ediyorsun'.
İbn Ömer'in kardeşi bu hadîse insanların bozulmuş olduğunu kesinlikle bildiğinden muhalefet etmişti. İbn Ömer'in ona karşı duyduğu kızgınlık ise, onun özür beyan etmeksizin doğrudan Rasûlullah'ın hadîsine muhalefet etmesinden ileri geliyor. Hz. Peygamber de kadınlara sadece bayram günlerinde mescidlere gitmeye izin vermiştir. Buna rağmen o günlerde dahi ancak kocalarının rızasıyla çıkabilirlerdi. Şu zamanımızda da iffetli ve namuslu kadının kocası kendisine izin verirse bayram namazlarına gitmesi mübahtır. Fakat en doğrusu ve en selâmetli hareket müslüman kadın için evinde oturmaktır. En uygun hareket müslüman kadının ancak mühim bir mesele için evinden çıkmasıdır. Zira sadece herhangi bir şeyi seyretmek için veya mühim olmayan işler için müslüman bir kadının evinden çıkması mürüvvetine halel getirir. Çoğu, zaman da fesâda yol açar. Bu nedenle müslüman bir kadının evinden çıktığı zaman gözünü yabancı erkeklerden sakındırması gerekir. Biz bu sözümüzle 'kadının yüzü erkek için avret olduğu gibi erkeğin de kadın için avrettir' demiyoruz. Erkeğin yüzü kadın için, tüysüz bir gencin yüzünün bâliğ bir erkek için olduğu gibidir. Bu bakımdan sadece fitne sözkonusu ise, o va-kit bâliğ kişi tüysüzün yüzüne bakamaz. Eğer fitne sözkonusu değilse böyle "bir yasak yoktur. Zira asr-ı saâdetten bu yana erkeklerin yüzü çıplaktır. Kadınlar da peçeli olarak çıkmaktadırlar. Eğer erkeklerin yüzü kadınlar için avret olsaydı, muhakkak erkeklere de 'peçeli çıkınız' ve kadınlara da 'ancak zaruret halinde evinizden çıkabilirsiniz' diye emir verilirdi.
107) Taberânî, Evsat 108) Ahmed, (İbn Ömer'den hasen bir senedle); Taberânî, Kebîr, (İbn Abbas'tan). Müslim ve Buhârî'de 'Kişinin geceleyin ansızın evine gelmesi yasaklanmıştır' hükmü vardır. 109) Bu hadiseyi Câbir şöyle rivayet etmektedir: Tebuk seferinden Medine'ye döndüğümüzde sabahı beklemeksizin evlerimize kavuşmak için acele ettik. Bunun üzerine Hz. Peygamber Yavaş olun ki geldiğimizin haberi Medine'ye gitsin de kadınlar temizlensinler' buyurdu. 110) Müslim ve Buhârî, (Ebu Hüreyre'den) 111) Ebu Dâvud, Nesâî ve İbn Hibban, (Câbir den) 112) Müslim ve Buhârî 113) Müslim ye Buhârî. Muğire b. Şu'be şöyle anlatır: Sa'd b. Ubâde'nin 'Eğer hanımımla beraber birisini görürsem tedkik etmeksizin onu kılıçla paramparça ederim' demesi üzerine Hz. Peygamber 'Siz Sa'd'ın gayretine hayret mi ediyorsunuz? İşte ben Sa'd'dan daha gayretliyim, Allah da benden daha gayretlidir' buyurdu. Bu olay, hanımına zinâ isnad edip sonra dört şâhid getiremeyen bir kimseye hadd vurulacağını beyan eden ayet nâzil olduğu zaman cereyan etmiştir. Bkz. İthaf"us-Saâde 114) Müslim ve Buhârî. Ancak onların rivayetinde 'mi'rac gecesi' tabiri yoktur. 115) Ebu Dâvud, Nesâî ve İbn Hibban, (Câbir'den) 116) Ebu Ömer et-Tukanî 117) Müslim ve Buhârî 
Karı Koca Arasındaki Adâb-ı Muâşeret ve Nikâhın Devâmını Sağlayacak Hususlar 
evlilik karı koca kocanın vazifeleri nikah 
A) Kocanın Vazifeleri Kocanın şu oniki hususta edep ve itidâli gözetmesi gerekir: 1. Velîme 2. Muâşeret 3. Duâbe 4. Siyâset 5. Gayret 6. Nafaka 7. Tâlim 8. Taksim 9. Naşize 10. Vikâ 11. Vilâdet 12. Talâk; boşanmada adalet ve âdâb
I. Velîme Velîme yemeği vermek müstehabdır. Enes (r.a) şöyle anlatır: Allah'ın Rasûlü (s.a) Abdurrahman b. Avf'ın üzerinde kına eseri görünce sordu: - Bu nedir? - Bir nevat (bir nev'i ölçü) ağırlığında altın mehir ile bir kadınla evlendim. - Allah senin için bereketli kılsın. O halde bir koyunla olsa dahi velime yemeğini yedir.78
Rasûlullah (s.a) Safiyye validemizle evlendiği zaman, hurma ve kavudu velîme yemeği olarak yedirmiştir.79
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Evlenmenin ilk gününde yemek yedirmek haktır. İkinci gü-nünde sünnettir. Üçüncü günün yemeği ise riya ve şöhret içindir. Kim yaptıklarını halka duyurmak isterse Allah Teâlâ'da kıyâmet gününde onu halka duyurur.80
Bu hadîsi sadece Ziyad b. Abdullah merfû olarak rivayet etmiştir. Oysa hadd-i zâtında garib'dir.
Evlenen bir kimseyi tebrik etmek müstehab dır. Tebrik eden şöyle demelidir: 'Allah mübarek etsin, bereketine kavuştursun. İkinizi hayırda birleştirsin'. Ebu Hüreyre (r.a) Hz. Peygamber'in kendisine yukarıdaki duâyı okumasını emrettiğini rivayet eder.81
Evliliğin açık bir şekilde yapılması müstehabdır.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) bu konuda şöyle buyurmuştur: Helâl ile haram arasını ayıran, def çalmak ve ses vermektir.82
Nikâhı ilân ediniz. Câmilerde yapınız ve nikâh merâsiminde def çalınız.83
Muavviz'in kızı er-Rübeyî diyor ki: 'Hz. Peygamber, evlendiğim gün odama girdi. Yatağımın üzerine oturdu. Bizim cariyeler de def çalıyorlar ve savaşta öldürülen ecdadımın şiirlerini okuyorlardı. Câriyelerin bu hareketleri devam etti, tâ ki biri şöyle deyinceye kadar: 'İçimizde bir peygamber vardır. Yarın ne olacağını bilir'. Câriyenin bu sözünü işiten Hz. Peygamber, câriyeye şöyle dedi: Bu sözleri söyleme! Bundan önce söylediklerine devam et!84
78) Müslim ve Buhârî 79) Sünen sahipleri, (Enes'ten) 80) Tirmizî, (İbn Mes'ud'dan) 81) Ebu Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce 82) Tirmizî ve İbn Mâce 83) Tirmizî ve Beyhâkî 84) Buhârî
Muâşeret 
kadınlara nasıl davranmalı nikah nikah adabı Kadınlarla iyi geçinmeli ve onlara karşı güzel ahlâklı olmalıdır. Kadınların aklı kısa olduğundan dolayı kocaları böyle yapmakla onlara merhamet etmiş olur. Zira Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyurmaktadır: Onlarla iyi geçinin. (Nisâ/19)
Onlar sizden sağlam bir teminat almışlardır. (Nisâ/21)
Yakın arkadaşınıza iyilik edin. (Nisâ/36)
Müfessirlerden bazıları 'yakın arkadaşları maksadın zevce olduğunu söylemişlerdir. Hz. Peygamber (s.a) son nefesinde üç şey hakkında vasiyette bulundu. Dili ağırlaşıncaya ve konuşması fısıltı hâlini alıncaya kadar bu üç şey hakkındaki tavsiyesini tekrarlayıp duruyor ve şöyle diyordu: Namaza dikkat ediniz. Bir de elinizde bulunan kölelerin hakkına riayet ediniz. Onların tâkatinin dışında kendilerine birşey yüklemeyiniz. Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Allah'tan! Zira kadınlar ellerinizde esirdirler; (esire benzerler). Onları Allah'ın emanetiyle tasarrufunuz altına almış bulunuyorsunuz. Onların nefislerini Allah'ın kelimesiyle kendinize helâl kılmış bulunuyorsunuz.85
Hanımının kötü huyuna karşı sabır gösteren bir müslümana Allah Teâlâ Hz. Eyyûb'a vermiş olduğu sevap kadarını verir. Hangi müslüman kadın, kocasının kötü huylarına karşı sabır gösterirse Firavun'un karısı Âsiye'nin" sevabı kadar kendisine Allah tarafından sevap verilir.86
Kadınla iyi geçinmek, sadece kadına eziyet etmemek demek değildir. Aksine kadına eziyet etmediği gibi, kadından gelen eziyete de tahammül etmektir. Kadının heyecan ve öfkesi ânında hilim ve sabır göstermelidir. Böyle yapmakla Hz. Peygamber'e uymuş olur. Çünkü Hz. Peygamber'in pâk zevceleri onun konuşmalarına karşılık verirlerdi. Hatta onlardan bazıları sabahtan akşama ka-dar Hz. Peygamber'e küserdi.87
Hz. Ömer'in zevcesi konuşmasına karşılık verince Hz. Ömer öfkelenerek 'Ey mendebur! Sen bana karşılık mı veriyorsun?' dedi. Kadın "Allah Rasûlü'nün hanımları bile ona karşılık veriyorlar. Oysa o, senden çok hayırlı ve üstündür' dedi. Hz. Ömer 'Kızım Hafsa, eğer Rasûlullah'a karşılık veriyorsa mahrum oldu ve zarar etti' diye dövündü. Sonra kızı Hafsa'ya şöyle dedi: 'Kızım Hafsa! Sakın İbn Ebî Kuhâfe'nin (Hz. Ebubekir'in) kızına (Âişe'ye) bakıp aldanma. Zira o, Rasûlullah'ın sevgilisidir, (Sen ise, onun kadar Rasûlullah nezdinde sevilmemektesin)'. Böylece Hafsa validemizi Rasûlullah'a karşılık vermekten sakındırdı.88
Rivayet ediliyor ki, Rasûlullah'm pâk zevcelerinden biri Hz. Peygamber'i göğsünden iteledi. O hanımı gören annesi, onun bu hareketini şiddetle kınayarak onu azarladı.
Bu durumu müşâhede eden Hz. Peygamber kayınvalidesine şöyle dedi: Onu azarlama, kendi hâline bırak. Onlar senin gördüğünden daha fazlasını yapıyorlar.89
Rasûlullah ile Aişe validemizin arasında bir münâkaşa cereyan etti. Öyle ki, Hz. Ebubekir es-Sıddîk'ı aralarında hakem yapmaya mecbur oldular. Bunun üzerine Rasûlullah, Âişe validemize şöyle dedi: - Sen mi konuşacaksın, yoksa ben mi? - Hayır, sen konuş! Fakat hakikatten ayrılma. Ancak hakkısöyle! Hz. Âişe'den bu sözü duyunca Hz. Ebubekir (r.a) öfkelenerek, ağzını kanatacak şekilde Âişe'yi tokatladı ve Âişe'ye hitâben dedi ki: 'Ey nefsinin düşmanı! Acaba Allah'ın Rasûlü haktan başkasını mı söyler?' Bu durum karşısında kalan Hz. Âişe, Rasûlullah'a sığındı ve arkasında oturmaya mecbur oldu.
Rasûlullah (s.a) Hz. Ebubekir'e hitaben şöyle dedi: Biz seni onu dövmek için çağırmadık ve senden vurmanı da istemedik.90
Bir ara Âişe validemiz, Rasûlullah'ın yanında öfkelenerek şöyle dedi: 'Allah'ın peygamberi olduğunu iddia eden bir kimsesin sen!' Bu söz karşısında Hz. Peygamber tebessüm etti. Halim ve kerim sıfatına bürünerek buna da tahammül gösterdi.91
Hz. Peygamber (s.a), Âişe validemize şöyle dedi: - Ben senin öfkeli olup olmadığını biliyorum. - Nasıl biliyorsun? - Sen hoşnut olduğun zaman 'Hayır, Muhammed'in ilahına yemin ederim' dersin, öfkelendiğin zaman da 'Hayır, İbrâhim'in ilahına yemin ederim' dersin. - Doğru söylüyorsun, sana öfkelendiğim zaman senin ismini terkediyorum. (Peygamberliğinden ise, hiçbir zaman şüphe etmiyorum).92
Deniliyor ki: İslâm'da ilk sevgi, Rasûlullah'ın Hz. Âişe'ye olan sevgisidir.93
Hz. Peygamber, Âişe validemize derdi ki: Ebu Zer, Ümmü Zer'e nasıl idiyse, ben de sana öyleyim. Ancak ben seni boşamam.94
Hz. Peygamber pâk zevcelerine şöyle demiştir: Âişe hakkında beni üzmeyiniz! Zira Allah'a yemin ederim, onun dışında hiçbirinizin yatağında bana vahiy nâzil olmuş değildir.95
Enes (r.a) der ki: 'Allah'ın Rasûlü, çocuklar ve kadınlar hakkında herkesten daha merhametli ve şefkatli idi'.96
85) Nesâî ve İbn Mâce 86) İmam Irâki bu hadisin aslına rastlamadığını söylemektedir. 87) Müslim ve Buhârî 88) Müslim ve Buhârî 89) İmam Irâkî bu hadisin aslına rastlamadığını söylemektedir. 90) Tebârânî ve Hatib 91) Ebu Ya'la, Ebu Şeyh 92) Müslim ve Buhârî 93) Müslim ve Buhârî 94) Müslim ve Buhârî 95) Buhârî 96) Müslim 
Nafaka cimrilik nafaka vermek 
Nafaka vermekte mutedil olmak gerekir. Bu bakımdan müs-lüman bir kişiye hanımlarına nafaka vermek hususunda cimrilik yapmak yakışmaz ve aynı zamanda israfa kaçmak da uygun değildir. Aksine normal bir şekilde hareket etmelidir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Yeyin, için, israf etmeyin. (A'raf/31)
Elini boynuna bağlama. (Cimri olma) ve büsbütün de onu açıp israf etme ki, sonra kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın. (İsrâ/29)
Hz. Peygamber de bir hadîs-i şerifinde bu hususta şöyle buyurmaktadır: Sizin en hayırlınız ailesi için en lütufkâr olanınızdır.118
Bir altın vardır ki, onu Allah yolunda infak ediyorsun. Diğer bir altın vardır ki, onu bir köleyi âzâd etmek için infak ediyorsun. Başka bir altın da vardır ki, onu ailene infak etmiş bulunuyorsun. İşte bu altınların ecir bakımından en büyüğü ailene infak ettiğin altındır.119
Hz. Ali'nin dört zevcesi vardı ve dört günde bir, her birine bir dirhemlik et satın alırdı.
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Selef-i Sâlihîn ailelerini ve ev işlerini idare etmek bakımından titizdiler. Evin eşyası ve giyim kuşam hususuna ise önem vermiyorlardı'. (Yâni nafaka hususunda çok genişlik tanıyorlar, süs hususunda ise; gayet itinalı hareket ediyorlardı).
İbn Şîrin şöyle demiştir: 'Her cuma ailesine paluze yapmak her müslüman kişi için müstehabdır'. Helva, her ne kadar önemli ve zarurî nafakalardan değilse de, onu tamamen terketmek, âdet bakımından cimrilik demektir. Müslüman kişiye en uygun olan hareket, hanımına fazla yemekleri fakirlere sadaka vermesini emretmektir ve yine evde bırakıldığı takdirde bozulacak şeylerin fazlasının sadaka olarak verilmesine izin vermektir. Böyle bir hareket ise, hayır derecelerinin en az derecesidir. Kadına gereken vazife böyle hususlarda, kocasının açıkça izni yoksa bile hâlin hüküm ve karineleriyle amel etmektir. Müslüman kişiye ailesi olmaksızın güzel bir yemek yemek, uygun bir hareket değildir. Yani tek başına yeyip onlara yedirmemek çirkin kaçar ve kalplerinde kendisine karşı bir tiksinti uyandırır, onlarla muaşeret etmekten kendisini uzaklaştırır. Eğer o yemeği tek başına yemek azmindeyse hiç olmazsa gizlice ve çoluk çocuğuna sezdirmeksizin yemelidir... Onlara yedirmek istemediği bir yemeği yanlarında anlatmamalıdır. Kişi yediği zaman, bütün aile bireyleri sofrasına oturmalıdır.
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Toplu halde yiyen bir ev halkına meleklerin ve Allah'ın salâvat-ı şerife getirdikleri bize bildirilmiştir'.
İnfak hususunda gözetilmesi vâcib olan şeylerin en önemlisi, helâlinden yedirmektir. Ailesine sarfetmek için şüpheli şeylerden kazanmamalıdır. Zira böyle bir kazancın aileye yedirilmesi bir cürümdür ve onların hiçbir zaman lehinde bir hareket değildir. Biz evlenmenin âfetlerini anlatırken bu hususta ki hadîsleri orada zikretmiştik.
118) Tirmizî 119) Tirmizî 
Nikâh Akdinde ve Nikâh Yapanlar Arasında Riayet Edilmesi Gereken Âdâb güzel ahlak nikah nikah adabı nikah akdi Nikâh Akdi Nikâh akdine gelince, tam akid olması ve helâl olması için dört şartı vardır: 1. Kadının velisinin izni. Eğer kadının velisi yoksa devlet başkanı onun velîsidir. O zaman, devlet başkanının izni lâzımdır. 2. Eğer kadın bâliğ ve dul ise, rızasını almaktır. Eğer bâkire ve bâliğe ise, kendisini evlendirmek isteyen de babası veya dedesi değilse, yine rızâsı alınmalıdır. 3. Zâhirde âdil olan iki şahidin hazır bulunmasıdır. Eğer şahidlerin durumları kapalı ise yine ihtiyaç olduğu için onların şahitlikleriyle o nikâhın doğru olduğuna hükmederiz. 4. İcap ve hemen akabinde gelen kabûl sigalarıdır. Bu icap ve kabûl sigaları evlendirmek mânâsına gelen Nikâh veya Tezvic veya bu iki kelimenin özel mânâsını ifâde eden herhangi bir lisandan gelen herhangi bir kelimedir. Bu icap ve kabul âkil ve bâliğ olan iki şahıstan çıkmalıdır. Bu iki şahıs kadın olmamalıdır. Bu iki şahıs damat veya velisi veya dâmat ile gelinin vekilleri olabilir.
Nikâh Âdâbı Nikâh akdinin âdâbına gelince, müstakbel gelinin velisiyle beraber Hitbe (isteme ve sözleşme) olmalıdır. Fakat bu isteyiş kadının iddet beklediği zamanda olmamalıdır. İddet bekleyen hanımın iddeti tamam olduktan sonra gidip velisinden istemelidir. Bir de başkasının daha önce istediği bir kadını istememelidir. Çünkü Hz. Peygamber başkasının istediği bir kadını istemeyi yasaklamıştır.50
Nikâh akdinin edeplerinden biri de nikâhtan önce bir hutbenin okunmasıdır. İcap ve kabûl ile Allah'ın hamdini karıştırmaktır.
Meselâ kızın vekili ve kızı evlendiren şöyle demelidir: 'Hamd Allah'a mahsustur. Salât ve selâm Allah'ın Rasûlü üzerine olsun. Ben sana kızım filânı (ismini vererek) verdim'.
Dâmat da şöyle demelidir: 'Hamd Allah'a mahsustur. Salât ve selâm Allah Rasûlü'nün üzerine olsun. Senin kızın filânı şu kadar mehir ile kabul ettim'.
Nikâh akdinde zikredilen mehir, belli ve az olmalıdır. Nikâh akdinden önce okunan hutbeden önce Allah'a hamdetmek de müstehabdır.
Nikâh akdinin edeplerinden birisi de dâmadın kimliği ve durumunu gelin olacak kıza duyurmaktır. Her ne kadar gelin namzedi bâkire olsa da böyle bir duyurma, duyurmamaktan daha uygun ve müstakbel dâmat ile gelinin arasındaki muhabbet ve ülfete daha münasiptir. İşte bu sırra binaen nikâhtan önce dâmadın müstakbel geline bakması müstehabtır. Zira böyle bir hareket gelecekte aralarındaki kaynaşmaya daha uygun düşer. Nikâh akdinin edeplerinden biri de salâh ve takvâ sahiplerinden bir grubu nikâh meclisinde hazır bulundurmaktır. Tabiidir ki, bu grup nikâh şahidlerinin dışında bir gruptur. Çünkü şahidler nikâhın doğru olmasının rükünleridir. Onların olması mecburidir.
Âdabdan biri de nikâhtan gayesi Allah Rasûlü'nün sünnetini yerine getirmek, gözünü haramdan alıkoymak, çocuk istemek ve daha önce zikredilen diğer faydaları kazanmak olmalıdır. Evlenmekten, sadece nefsinin hevasını ve geçici lezzeti düşünmemelidir. Şayet evlenmekten gayesi; sadece bu ise, o vakit ameli dünya amellerinden olur. Oysa evlenmeyi âhiret amellerinden kılan yukarıdaki niyet hiç de kendisini zevk ve safâdan menetmemektedir. Çünkü birçok hakikatler vardır ki, nefsin isteğiyle bir arada meydana gelir.
Ömer b. Abdülâziz (r.a) şöyle demiştir: 'Hak, hevâ-i nefis ile birleştiği zaman, o kaymaklı hurmadır'. Nefsin isteği ile dinin hakikati beraberce bir işe iteleyici olabilirler ve böyle olmaları imkânsız da değildir. Nikâhın mescidde yapılması müstehabdır. Şevval ayında yapılmasının müstehab olduğu gibi.
Zira Âişe vâlidemiz (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber benimle Şevval ayında nikâhlandı ve yine Şevval ayında benimle evlendi.51
Kadın Hakkında Riayet Edilmesi Gereken Hususlar Kadın hakkında iki şeye dikkat etmek gerekir. Biri helâl olması, ikincisi ise güzel bir hayat sürmek ve evlenmekten beklenen faydaları temin etmektir. Helâl olması için nikâh edilen bir hanımda dikkate alınması gereken birinci şey budur: Kadın evlenmeye mâni olan durumlardan uzak olmalıdır. Evlenmenin mânileri ise, ondokuz tanedir: 1. Kadının başkasının nikâhı altında olmasıdır. 2. İddet bekliyor olmak. İster o iddet kocasının vefat iddeti olsun, isterse boşama iddeti veya şüphe ile cinsî münasebette bulunma iddeti olsun veya kadın cariyelik münasebetinden rahmini istibra etmek için beklemekte olsun. 3. Kadının dinden irtidâd etmesidir. Bu irtidad keyfiyeti, küfrü icabettiren herhangi bir kelimenin ağzından çıkması olabilir. 4. Kadının ateşperest olmasıdır. 5. Kadının putperest veya herhangi bir kitap veya peygambere intisap etmeyen zındıka olmasıdır. (Yasak tanımayan ve her şeyi helâl bilen) ibâhî mezhebine inanan kadınlar da bunlardandır. Böyle kadınlarla da evlenmeleri helâl değildir. Bozuk olan herhangi bir mezhebe ki o mezhebe inanan bir kimsenin kâfir olduğu bir mezhebe bağlı bulunan kadının da nikâh edilmesi câiz değildir. 6. Tahrit edildikten sonra bir dine girmesi veya İsrailoğulları'nın nesebinden gelmediği halde Hz. Muhammed Mustafa'nın peygamber olarak gönderilmesinden sonra hristiyanlığa veya yahudiliğe girmesidir. Bu iki haslet olmadığı zaman böyle bir kadınla evlenmek helâl değildir. Eğer sadece kadının nesebi yok olursa böyle bir kadınla evlenilip evlenilmeyeceği hususunda fakihlerin ihtilâfı vardır. 7. Kadının cariye olmasıdır. Câriye olan kadınla evlenmek isteyen kişi, kendisi gibi hür olan bir kadınla evlenecek kadar imkânlara sahipse veya hür bir kadınla evlenmeye gücü yetmiyor ve cariye ile evlenmese de zina yapmaktan korkmuyorsa böyle bir kişinin câriye ile evlenmesi câiz değildir. 8. Kadının tamamı veya bir kısmı kendisi ile evlenmek isteyen bir kimsenin mülkü ve câriyesi olmaktır. (Böyle bir kadınla evlenmek istediği zaman önce hürriyetini kendisine bahşedip âzâd etmesi ve ondan sonra kendisiyle evlenmesi gerekir. Bu meselenin tedkik ve izâhı fıkıh kitaplarında yapılmıştır). 9. Kendisiyle evlenilmek istenilen kadının evlenmek isteyen kişiye yakın olmasıdır. Meselâ soy itibariyle o kadın, kendisini isteyenin annesi, kızı, torunu, büyük annesi olması gibi... Dâmat namzedinin aslından gayemiz, anneler ve ninelerdir. Faslından gayemiz ise, kız kardeşleri ve onların kız çocuklarıdır. Her asıl ki, ondan sonra diğer bir asıl vardır, onların ilk faslından gayemiz ise; teyzeler ve halalardır. Fakat teyzeler ve halaların kız çocuklarıyla evlenebilir. 10. Süt ile nikâhı kendisine düşmeyen bir kimse olmasıdır. Soy ile nikâhı haram olan ve daha önce bahsi geçen asıl ve fasıllar süt ile de haram olurlar. Fakat süt ile kadını haram eden durum; beş defa kana kana emmektir. Eğer beş defadan az kana kana emmiş ise bu durumda kişiye haram olmaz. (Bu hüküm Şafiî mezhebine göredir). 11. Müşâheret (dünürlük) sebebiyle haram olmaktır. Şöyle ki: Evlenmek isteyen kişi istediği hanımın kızı ile veya ninesiyle daha önce nikâh yapmış veya daha önce şüphe akdiyle veya cariyelik akdiyle istediği kadının kızını veya ninesini nikâh etmiştir veya bu kimselerle şüpheli bir akidle temasta bulunmuştur. Yahut da evlenmek istediği hanımın annesiyle veya ninesiyle sahih veya şüpheli bir akidle ilişki kurmuştur. Bu bakımdan kadına yapılan mücerred nikâh akdi, onun annelerini nikâh sahibine ebediyyen harâm eder. Ancak bu kadının kızı ve torunları kendisiyle sadece nikâh akdi eden kişiye haram olmaz. Ancak kendisiyle cinsî münâsebette bulunursa veya evlenmek istediği kadınla daha önce ba-bası veya oğlu nikâhlanmışsa bu takdirde de o kadınla evlenemez. 12. Nikâh ettiği kadının nikâhında olan beşinci kadın olmasıdır. Yani bu kadından başka nikâhının altında dört kadın daha varsa, işte bu takdirde beşinci kadını nikâh etmesi helâl değildir. Eğer nikâhının altında bulunan kadınlardan birisi üç talâk ile boşanmışsa ve iddet bekliyorsa, böyle bir durumda beşincisiyle evlenmek yasak değildir. 13. Kadınla evlenmek isteyen kişinin nikâhı altında kadının kızkardeşi, halası veya teyzesinin bulunmasıdır. Böylece kadını nikâh etmekle kızkardeşi ile teyzesi ve halası ile bir araya getirmiş olur. (Bu ise caiz değildir). Akraba olan iki kadın ki aralarında eğer birisi erkek, diğeri kadın olursa evlenmek caiz değildir bu iki kadının bir kişinin nikâhı altında bir araya getirilmesi caiz değildir. 14. Damat namzedi olan kişi, daha önce aynı kadını üç talâk ile boşamış olmalıdır. Bu bakımdan kişi tarafından üç talâk ile boşanmış bir hanım sahih bir nikâh ile başka birisi ile evlenip onunla karı koca hayatı yaşamadıkça (ve ondan kendi isteğiyle boşanıp iddetini bitirmedikçe) ilk kocasına ikinci bir defa helâl olmaz. 15. Damat namzedinin, evlenmek istediği kadınla mülâanet52 etmesidir. Kendisiyle mülâanet ettiği hanım, lian muamelesinden sonra ebediyyen kendisine haram olur. 16. Kadının hac veya umre ihramında bulunmasıdır veyahut da kocası olacak şahsın hac veya umre ihramında bulunmasıdır. Bu bakımdan eşlerden herhangi birisi veya her ikisi de hac veya umre ihramında bulunurlarsa bu durumda nikâh kıyılamaz. Ancak nikâhın kıyılması ihramdan çıktıktan sonra mümkün olabilir.53 17. Kadının küçük (baliğ) olmamakla beraber dul olmasıdır. Bu bakımdan evlenme çağma varmayan dul bir hanımın ancak bâliğ olduktan sonra nikâhı sahih olabilir. 18. Kadının yetim olmasıdır. Yetim bir kız, ancak bâliğ olduktan sonra eylendirilebilir. 19. Rasûlullah'ın pâk zevcelerinden birisi olmasıdır. İster Rasûlullah vefat ettiği zaman onun nikâhı altında bulunanlardan olsun isterse daha önceden nikâhladığı herhangi bir kadın olsun. Bunlarla evlenmek haramdır.Çünkü Rasûlullah'ın zevceleri (ayetin nassı ile) mü'minlerin anneleridir. Böyle bir muamele zaten zamanımızda mümkün de değildir.
İşte buraya kadar saydıklarımız nikâha engel teşkil eden durumlardır. Evlilik hayatını güzelleştiren ve kadın alınırken akdin devam etmesi için kadında aranan hasletlere gelince, onlar da sekiz tanedir: 1) Dindar olmak 2) Ahlâklı olmak 3) Güzel olmak 4) Mehri az olmak 5) Çocuk doğurabilmek 6) Bâkire olmak 7) Soylu olmak 8) Yakın akrabalardan olmamak
Dindar Olmak Kadının dindar ve sâliha olmasıdır. Kadında esas olarak bu vasıf aranmalıdır ve bu vasfa diğer vasıflardan fazla itina gösterilmelidir. Çünkü kadın nefsinin ve namusunun korunması hususunda dinî zafiyete sahip ise kocasını rezil edip halk arasında yüzünü karartır. Bu hareketinden ötürü kocasının kalbi karma karışık olur. Hayatı karmakarışık bir hâl alır. Eğer bu durum karşısında kalan koca, kıskanma ve gayret yolunu takip ederse, daimi bir şekilde felâketten felâkete sürüklenip gidecektir. Eğer müsamaha yolunu tercih ederse, o vakit dini ve nâmusu hakkında gevşek davranmış olur ve gayretsizliğe nisbet edilir. Eğer kadın fâsık olmakla beraber güzel de olursa o zaman ondan gelen felâket daha da şiddetli olur. Zira kocası kötü huylarına göz yummayacağı gibi, kendisinden ayrılmaya da güzel olduğu için tahammül gösteremez. Tıpkı Hz. Peygamber'e müracaat eden kişi gibi olur. Zira rivayet ediliyor ki, adamın birisi Hz. Peygamber'e geldi ve dedi ki: - Ey Allah'ın Rasûlü! Benim bir hanımım var. Uzatanın elini geri çevirmez. - Boşa! - Ama ben onu seviyorum. - O hâlde boşama, yanında dursun.54
Hz. Peygamber (s.a) bu adama hanımını boşamamasını şu hikmetten ötürü emretmiştir: Çünkü bu kişi, kalben sevdiği bu hanımı boşadığı takdirde bu sefer kendisi arkasına düşüp zinâ felâketine düçâr olabilir. Kadının bozulduğu gibi adam da bozulacak. Bu nedenle kadınla beraber durup sıkıntı çekmesini, onu boşadıktan sonra fesâda uğramasından daha hayırlı görmüştür.
Eğer kadın, kocasının malını telef etmek suretiyle veya başka bir şekilde dinî zâfiyete sahipse, yine kocasının bu durumda hayatı karışır. Eğer koca, kadının bu durumuna göz yumar ve ses çıkarmazsa kendisi de günahta kadının ortağı olur ve Allah Teâlâ'nın Tahrim sûresinin altıncı ayetinde 'Nefsinizi ve ehlinizi ateşten koruyunuz' emrine muhalif düşer. Eğer bu durumundan hoşlanmayıp onunla mücadele ederse hayatı boyunca rahat yüzü görmeyecektir.
İşte bu sırra binâen Hz. Peygamber (s.a) tekrar tekrar dindar bir kadınla evlenmeyi teşvik ederek şöyle demiştir: Kadın, malı, soyu sopu, güzelliği veya dindarlığı için tercih edilir. Sen dindar olan kadını tercih et.55
Herhangi bir kimse kadını malı veya güzelliği için nikâh ederse o kimse, kadının hem güzelliğinden, hem de malından mahrum olur. Bir kimse kadını sadece dindarlığından ötürü nikâhlarsa Allah Teâlâ ona hem kadının malını ve hem de güzelliğini ihsan eder.56
Kadını güzelliği için nikâh etmeyin. Kadının güzelliğinin kadını felâkete sürüklemesi mümkündür. Aynı zamanda kadını, malı için de nikâh etmeyin. Zira kadının malının kadını baştan çıkarması mümkündür. Kadını, sadece dindarlığından ötürü nikâhlayın.57
Hz. Peygamber'in bütün bu hadîslerinde dindar kadınlarla evlenmeyi ısrarla teşvik etmesinin hikmeti şudur: Dindar olan kadın, kocasına, din hususunda yardımcı olur. Eğer kadın dindar değilse, kocasını dinî sahadan geri bırakır ve hâlini altüst eder.
Güzel Ahlâk Dine yardım bakımından ve sadece dinî sahada ilerlemek için, boş vakit elde etmek ancak güzel ahlâk temeline dayanır. Çünkü güzel ahlâk bu sahada önemli bir temeldir. Zira kadın geveze, kötü ahlâklı, saldırgan ve nankör olursa ondan gelen zarar umulan faydadan çok fazladır. Kadınların gevezelikleriyle denenen ve bu sahada sabreden, Allah'ın velî kullarıdır.
Araplardan birisi der ki: Kadınlardan şu altı çeşidiyle evlenmeyiniz: a) Ennâne, b) Mennâne, c) Hannâne, d) Haddâke, e) Berrâka, f) Şeddâka.
Ennâne; çokca inleyen, şikayette bulunan ve daima başı ağrıyormuş gibi başını sarmak suretiyle naz yapan kadın demektir. Bu bakımdan hastalıklı olan veya yapmacıktan kendisini hasta gösteren bir kadınla evlenmekte hiçbir hayır yoktur.
Mennâne ise; kocasına karşı 'Ben senin için şunu yaptım, bunu yaptım' demek suretiyle minnette bulunan kadın demektir.
Hannâne; başka bir adamın aşkıyla yanıp tutuşan veya başka bir kocadan olan çocuğunun aşkıyla yanan hanım demektir. Bu hanımdan da sakınmak ve böyle bir hanımla evlenmemek gerekir.
Haddâke; her şeye göz dikip isteyen hanım demektir. Böyle bir hanımın oburluğu, kocasını gücünün yetmeyeceği yüklerin altına sokar.
Berrâka; iki mânâya gelme ihtimali vardır: a) Sûni bir parlaklık için bütün gün boyunca yüzünü süsleyen kadın demektir. b) Kocasıyla beraber sofrada oturup yemekten hoşlanmaz, ancak tek başına yer ve her şeyden müstakil bir paya sahip olmak ister. Bu kelime Yemen Arapçasıdır. Yemenliler çocuk veya kadın yemekte kızdığı zaman, Berrakat'il-Mer'e (Kadın yemeğe küstü) veya Berraka's-Sabî (Çocuk yemeğe kızdı) derler.
Şeddâka'ya gelince, çenesi düşük ve çokça konuşan kadın demektir. Hz. Peygamber'in şu hadîs-i şerifi de bu mânâyı ifade eder:
Allah Teâlâ, çenesi düşük olanlara buğzeder.58
Rivayete göre Sâlih el-Ezdî, bir seyahatında Hz. İlyas ile bir araya geldi. İlyas (a.s) Sâlih'e evlenmesini tavsiye etti ve evlilikten kaçıp ibadete dalmayı yasakladıktan sonra kendisine şöyle dedi: Sakın şu dört grup kadın ile evlenme: a) Muhtelia, b) Mübariye, c) Âhire, d) Naşize.
Muhtelia, her zaman sebepsiz bir şekilde kocasından para karşılığında talâkını satın almak teklifinde bulunan kadın demektir.
Mübâriye, kendi nefsiyle değil de, başka şeylerle ve dünyevî sebeplerle kocasına karşı böbürlenen kadın demektir.
Âhire, dostu olarak bilinen fâsık kadın demektir. Allah Teâlâ böyle bir kadın hakkında Nisâ suresinin 25. ayetinde şöyle buyurmaktadır: 'Gizli dost da edinmeyerek..
Nâşize, fiil ve sözleriyle daima kocasından yüksekte görünmeyi arzulayan kadın demektir. Zira Nâşiz kelimesi yüksek olan tümseklere denir.
Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: 'Erkekler için şerli haslet sayılanlar, kadınlar için, hayırlı haslet sayılır. O hasletler de şunlardır: a) Cimri olmak, b) Katı olmak, c) Korkak olmak'.
Zira kadın cimri olduğu zaman, hem malını, hem de kocasının malını korur, muhafaza eder. Katı ve mağrur olduğu zaman, kocasının dışında herhangi bir kimse ile şüphe verici ve yumuşak bir şekilde konuşamaz. Korkak olduğu zaman da, her şeyden korkar, evinden çıkmaz ve böylece şüpheli yerlerde tabii olarak bulunmak-tan ve kocasının korkusundan korunmuş olur. İşte bu hikâyeler, seni nikâh konusunda istenilen ahlâkların tamamına irşad etmektedirler.
Güzel Olmak Yüz güzelliği de nikâhlanmak istenilen kadında aranan bir sıfattır. Çünkü kadının güzel yüzlü oluşu sayesinde kocası başka felâketlerden korunmuş olur. Zira insanoğlunun tabiatı çoğu zaman çirkin bir kadınla yetinmez. İnsanoğlunun tabiatı nasıl olur da çirkin yüzle yetinir? Oysa denildi ki; güzel yaradılış ile güzel ahlâk çoğu zaman biri diğerinden ayrılmaz.
Bizim daha önce dindar kadın ile evlenmeyi teşvik eden hadîsleri nakletmemiz ve 'kadın sadece güzelliği için nikâh edilmez' deyişimiz, insanı güzelliğin aranmasından menedici bir özellik taşımaz. Onların ifade ettikleri şudur: 'Kadının dini zayıf olduğu hâlde sadece güzelliğinden ötürü alınırsa, bu durum kötüdür'; zira çoğu zaman sadece kadının güzelliği, insanoğlunu kendisiyle evlenmeye iter ve onun dindarlık durumu pek dikkate alınmaz. İşte bu sırra binaen 'kadın sadece güzelliğinden ötürü nikâh edilmez' denilmiştir. Sevgi ve muhabbetin çoğu güzellikle olduğundan, güzelliğe iltifat etmenin gerekliliğine işaret etmektedir. İslâm nizamı eşlerin arasında sevgi oluşturan sebeplerin gözetilmesini teşvik etmiştir ve bu sırra binaen de kendisiyle evlenmek istediği hanıma bakmayı müslüman erkek için müstehab kılarak Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ herhangi birinizin kalbine bir hanımla evlenmeyi attığı zaman, o kimse evlenmek istediği hanımı dikkatle incelesin. Çünkü evlenmeden önce bakıp sonra hüküm vermek, eşlerin arasında muhabbet meydana getirmeye daha elverişlidir.59
Medinelilerin gözlerinde hastalık vardır. Bu nedenle Ensar'dan bir kadınla evlenmek isteyen, onlara dikkatle bakmalıdır.60
Bu hadîs-i şerifi tefsir eden bazı âlimler, 'Ensar'dan olan kadınların gözlerinde gece körlüğü vardır', bazıları da 'gözleri küçücük olurdu' demişlerdir, Takvâ ehlinden bazıları Ensar'ın kızlarına ancak dikkatle baktıktan sonra, onlarla evlenirlerdi. Böyle yapmaktaki gayeleri, aldanmaktan emin olmalarıdır.
A'meş şöyle demiştir: 'Bakmaksızın ve tedkik etmeksizin olan her evliliğin sonu üzüntü ve sıkıntıdır'. Herkesin malumudur ki, kadına bakmak, onun ahlâkını, din ve malını göstermez. Bakmakla ancak onun güzelliği çirkinliğinden ayırdedilir.
Rivayet ediliyor ki: Adamın biri Hz. Ömer'in hilâfeti za-manında saçlarını (beyazlarını örtmek için) boyatarak evlendi. Bir zaman sonra saçlarının boyası dökülünce beyaz saçlar görünmeye başladı. Bu manzara karşısında kadının tarafı adamı âdil halîfenin huzuruna götürdüler ve halîfeye dediler ki: 'Biz onu genç zannederek kızımızı ona verdik'. Bu durumu öğrenen Hz. Ömer, adamı incitecek derecede döverek şöyle demiştir: 'Sen bu insanları aldatmışsın'.
Rivayet edildi ki, Bilâl Habeşî ve Suheyb-i Rumî (r.a) Araplardan bir kabileye giderek kızlarını istediler. Kız tarafı 'Siz kimsiniz?' diye sordu. Bilâl (r.a) 'Ben Bilâl'im, bu da kardeşim Suheyb'dir. İkimizde daha önce dalâlette idik. Allah bizi hidâyete kavuşturdu. Biz köle idik, Allah bizi âzâd eyledi. Biz fakirdik, Allah bizi zengin kıldı. Bu bakımdan eğer siz kızlarınızı bize verirseniz, Allah'a hamd ü senâlar olsun. Eğer bizi reddeder kabul etmezseniz, o zaman Allah her türlü eksiklikten münezzehtir deriz'. Bu söze muhâtap olan kabile halkı 'Sizi reddetmiyoruz, bilâkis size kızlarımızı vereceğiz ve hamd de Allah'a mahsustur' dediler. Daha sonra Suheyb (r.a) Bilal'e dedi ki: 'Keşke sen bizim İslâm uğrunda katıldığımız savaşlardan ve Rasûlullah ile beraber olan durumlarımızdan bahsetseydin'. Bunun üzerine Bilâl, Suhayb'e 'sus' dedi; 'sen doğru söyledin ve doğruluk da seni evlendirdi'.
Aldatmak bazen hem güzellikte, hem de ahlâkta olur. Bu bakımdan güzellikteki aldatma, bakmak ve tedkik ile giderilebilir. Ahlâktaki aldatma ise, istenilen kadının durumunu tarif etmek ve dinlemek ile giderilir. O hâlde evlenmeden önce güzelliğine aldanmamak için müşteri gözüyle kadının güzelliğini tedkik etmelidir. Kadının gerek ahlâkını ve gerekse güzelliğini doğru, basiret sahibi, zahir ve bâtına vakıf olabilen birisinden öğrenmelidir. Kendisiyle istişâre edilen kişi, istenilen kıza fazla taraftar olmamalı ki kendisinde bulunmayan vasıfları mübalâğalı bir şekile anlatmasın ve aynı zamanda istenilen kıza hased eden bir kimse de olmamalı ki, onun iyi vasıflarını söylemeyip, meziyetlerinden gereği gibi bahsetmesin. Zira tabiatlar nikâhın başlangıcında ve kendisiyle evlenilmek istenen hanımların vasfında ya ifrâta veya tefrite meyledicidir. Bu hususta normal hareket edip doğruyu söyleyen pek azdır. Böyle ihtiyatlı hareket etmek zevcesinden başkasına gönül vermekten korkan bir mü'min için çok önemlidir.
Zevcesinden sadece sünnet-i seniyyeyi tatbik etmesini isteyen veya çocuk doğurmasını isteyen veya ev işlerini iyi bilmesini bekleyen bir kimseye gelince; eğer bu kimse güzelliğe önem vermez, sadece yukarıda sayılan hasletleri dikkate alırsa, zâhidliğe daha yakın bir hareketi seçmiş olur. Çünkü evlenmek şöyle böyle dünyadan bir kapı olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar bazı kimseler için din hususunda yardımcı olursa da bu herkes için değildir.
Ebu Süleyman ed-Dârânî şöyle demektedir: 'Herşeyde zühd vardır. Hatta kadında bile. Kişi dünyada zahidliği tercih ettiği için bazen yaşlı bir kadınla evlenir'.
Mâlik b. Dinar şöyle derdi: "Herhangi biriniz öksüz bir kızla evlenip onunla evlendiği için neden sevap işlemeyi terkediyor? Oysa böyle bir kimse ile evlenirse ona yedirdiği ve giydirdiği zaman o az ile yetinir ve onun nafakası hafif olur. (Buna rağmen) bunu yapmamaktadır. Dünyaperestlerin kızlarını tercih ediyor ve böylece zevcesi şehvetlere dalıp 'Bana şu şu şeyleri giydir' diyor".
Ahmed b. Hanbel, tek gözlü bir hanımı, ondan daha güzel olan kızkardeşine tercih etmiştir. İkisinden hangisi daha akıllıdır' diye sormuş kendisine 'Gözünde körlük olanı daha akıllıdır' demişler. 'O halde onunla evlendirin' demiştir.
Evlenmekten sadece dünyanın zevk ve safâsını düşünmeyenlerin âdeti böyle idi. Neşesini artıran ve güzelliğiyle zevk ve safâsmı tatmin eden bir hanımı olmadığı takdirde dininden korkan bir kimse, eş olarak güzel kadını tercih etmelidir. Zira helâl ile lezzetlenmek din için koruyucu bir kaledir. Denilmiştir ki, kadın güzel, ahlâklı, kara kaşlı, siyah saçlı, iri gözlü beyaz renkli oluğu zaman, kocasının sevgilisi olur. Kocasının gözünü haramdan uzaklaştırır. Böyle bir kadın elâ gözlü, cennet hurîlerinin misâlidir.Çünkü Allah Teâlâ cennet kadınlarını bu sıfat ile tavsif ederek şöyle buyurmuştur: Cennetlerin hepsinde huyları iyi olan güzel yüzlü hanımlar... (Rahman/70)
Allah Teâlâ bu ayet-i celîledeki 'hayrat' kelimesinden güzel ahlâklıları kasdetmiştir. Yine cennet kadınları şöyle tavsif edilmektedir: O cennetlerde gözlerini kocalarından başkasına çevirmeyen hanımlar vardır... (Vakıa/56)
Böylece onları hep bâkire kızlar, kocalarına âşık yaşıtlar yaptık. (Vâkıa/36-37)
Âyetteki 'urub' tâbiri, kocasına âşık olan ve kocasını cinsel duygulara sevkeden kadın demektir. Böyle bir kadının verilmesiyle ehl-i cennetin lezzetleri tamamlanır. Hûr kelimesi, beyaz demektir. Havra, elâ gözlü ve siyah saçlı kadın demektir. Ayna ise gözü geniş hâtun demektir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kadınlarınızın en hayırlısı, öyle bir kadındır ki, kocası kendisine baktığı zaman, kocasını sevindirir. Kocası kendisine emrettiği zaman, kocasına itaat eder ve kocası hazır bulunmadığı zaman da kocasının namusunu ve malını korur.61
Hanım kocasını sevdiği zaman, kocası kendisine bakmakla sevinir.
Mehri Az Olmak Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kadınların en hayırlısı, yüzce en güzeli ve mehirce en hafif olanıdır.62
Hz. Peygamber, mehirlerde ifrata kaçmayı yasaklamıştır.63
Hanımlarından bazısıyla on dirhem ve ev eşyası karşılığında evlenmiştir. Ev eşyası ise, bir el değirmeni, bir su testisi, yüzü deri içi hurma yapraklarıyla dolu bir yastıktan ibaretti. Bazı hanımlarına da iki avuç arpa velimesi vererek evlenmiştir. Diğer birine de iki avuç hurma ve iki avuç kavut vererek evlenmiştir.64
Hz. Ömer (r.a), mehirler hususundaki ifratı yasaklamıştır. Bu hususta derdi ki: 'Allah'ın Rasûlü evlendiği ve kızlarını evlendirdiği zaman, dört yüz dirhemden fazla mehir vermemiştir'.65
Eğer kadınların mehrinde ifrata kaçmak bir şeref olsaydı, muhakkak ki herkesten önce Hz. Peygamber bu şerefi elde etmeye gayret ederdi. Hz. Peygamber'in bir kısım ashabı beş dirhem kıymetinde bulunan altın çekirdekleri mehir vererek ev-lenmişlerdir.66
Said b. Müseyyeb, kızını iki dirhem mehirle Ebu Hüreyre'ye götürmüş ve kapıdan kızını içeriye soktuktan sonra geri dönmüştür. Yedi gün sonra kızının hâlini sormak üzere gitmiş ve ona selâm vermiştir. Eğer kişi ulemânın ihtilâfından kurtulmak için, on dirhem mehir ile evlenirse, iyi bir iş yapmış olur.67
Kadının çabuk evlenmesi, çabuk doğurması ve mihrinin kolay olması, onun bereketli oluşundandır.68
Hâtunların en bereketlisi, mehir yönünden en az mehirli olanıdır.69
Kadın tarafından mehirde ifrâta kaçmak mekruh olduğu gibi koca için de kadının malının ne kadar olduğunu sormak mekruhtur. Hiçbir zaman servetine göz dikerek kadınla evlenmek uygun bir hareket değildir. Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: "Kişi evlendiği zaman 'Acaba kadının bir şeyi var mıdır?' derse bil ki o kişi, hırsızdır".
Kişi kayınpederine birşey hediye ettiği zaman, onları daha fazlasını hediye etmeye mecbur etmek gayesiyle hediye etmemelidir. Zira böyle hareket etmek uygun değildir. Kızın ana ve babası da damatlarına bir hediye verdikleri zaman hediyelerinden daha fazlasını istemek niyeti taşırlarsa, onların bu niyetleri bozuk ve çirkin bir niyettir. Hiçbir şey beklemeksizin sadece insanlık için verilen hediyeler ise müstehabdır ve böyle bir hediye muhabbete vesile olur.
Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Hediyeleşiniz ve dolayısıyla sevişiniz.70
Verdiği hediyeden daha fazlasını beklemek ise Allah Teâlâ'nın kötülediği ahlâka dahildir. Az birşey verip karşılığında çok şey isteme. (Müddessir/6)
Yani daha fazlasını almak için başkasına hediye verme. Aynı zamanda böyle bir hareket Allah Teâlâ'nın şu hükmünün kap-samına girer! İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz faiz Allah katında artmaz. (Rum/39)
Çünkü ayetteki 'Ribâ' kelimesi fazlalık demektir. Bu ise, zımnen fazlayı istemektir. Her ne kadar faiz olmasa bile bütün bunlar mekruh ve nikâh hususundaki bid'atlerdir. Ticaret ve ku-mara benzer. Nikâhın da esas hedeflerini ifsâd eder.
Çocuk Doğurabilmek Eğer kısır olduğu bilinen bir kadın ise onunla evlenmekten kaçınmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Sevimli ve doğurgan kadınla evleniniz!71
Eğer kadın daha önce evlenmiş değilse ve doğurup doğurmayacağı bilinmiyorsa, onun sağlık ve gençliğine bakmalıdır. Zira kadında sıhhat ve gençlik olunca çoğu zaman doğurgan olur.
Bâkire Olmak Hz. Peygamber (s.a) dul bir kadınla evlenen Câbir'e şöyle demiştir:
Neden oynaşabileceğiniz bir bâkire ile evlenmedin.72 Bâkirelikte üç fayda vardır: a) Bâkire olan bir hanım kocasını sever ve onunla ünsiyet ka-zanır. Böylece onun bu durumu muhabbete tesir eder. Hz. Peygamber de 'sevimli olan ile evleniniz' dememiş midir? Tabiatlar ilk dost üzerinde titizlikle duracak şekilde yaratılmıştır. Daha önce erkekleri denemiş, onların hâllerini görmüş bir kadın ise, çoğu zaman göreneklerine zıt düşen bazı vasıflara razı olamaz. Dolayısıyla kocasından soğur. b) Bâkire olmak, kocası tarafından daha fazla bir şekilde sevilmeye vesile olur. Çünkü tabiat, başka bir kimse tarafından ellenmiş bir hanımdan az da olsa ürker ve kocası bu durumu hatırladıkça tabiatına ağır gelir. Hele bazı tabiatlar bu konuda daha ürkektirler. c) Dul olan bir kadın, daima ilk kocasını hatırlar. Zira muhabbet çoğunlukla ilk dost ile güçlü olur. Soylu Olmak Kişinin evleneceği kadın dindar ve sâlih bir ailenin kızı olmalıdır. Çünkü böyle bir kadın çocuklarını dindar olarak yetiştirir. O halde kadın, terbiye görmemiş ise, çocuklarına edep ve terbiye vermeyi nasıl bilir?
Bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Mezbelelikte biten yeşillikten (çiçekten) sakınınız.73
Bunun üzerine kendisine şöyle soruldu: 'Mezbelelikte biten yeşillik de nedir?7 Hz. Peygamber (s.a) 'Kötü bir ailede yetişen güzel kadın demektir' diye cevap verdi. Tohumlarınız için (münbit bir arazi) seçiniz. Zira damar çok çekicidir.74
Yakın Akrabalardan Olmamak Çok yakınlarından olmamalıdır. Zira yakınlık derecesi ne kadar fazlaysa şehveti o nisbette azaltır.
Hz. Peygamber (s.a) bu konuda şöyle buyurmuştur: Pek yakınınız olan bir kadınla evlenmeyiniz. Çünkü çocuk cılız olur.75
Böyle bir evlenmenin mahzuru olan çocuğun cılız olması, şehvetin azalmasına vesile olmasından ileri gelir. Zira şehvet ancak bakış ve dokunuşla kabaran hissin kuvvetiyle gelişir. Hissin kuvvetlenmesi ise hoşa giden ve yeni karşılaşılan şeylerde daha fazla olur. Öteden beri görüp tanıdığı bir kadına karşı bu his zayıflar ve şehvet uyanmaz olur.
İşte buraya kadar saydığımız hasletler insanı kadınla evlenmeye teşvik eden hasletlerdir. Kadının velisinin de damat olacak kimsenin hasletlerine dikkat etmesi gerekir. Bu nedenle baba, kızı için iyi bir damat seçmelidir. Kızını ahlâk veya şekil bakımından çirkin olan, yahut da dini zayıf olan veya kızının hakkını yerine getirmekten aciz bulunan veya nesepte kızına denk olmayan birisiyle evlendirmemelidir.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Nikâh köleliktir (köleliğe benzer). Bu bakımdan kızınızı kime verdiğinize dikkat edin.76
Kadın hakkında ihtiyatlı hareket etmek, daha önemlidir. Çünkü kadın nikâh ile (âdeta) köleleştirilir. Kadın için bu durumdan kurtuluş yolu yoktur. Koca ise, her an boşayabilir. Bu bakımdan kişi kızını zâlim, fâsık, bid'atçı veya içkici bir kimse ile evlendirirse dinine saldırmış olur ve kendisini sıla-i rahmi gözetmediği ve ahlâklı dâmat seçmediği için Allah'ın şiddetli kahrına mâruz bırakır.
Kızının tâlipleri çok olan bir kimse, Hasan Basrî'ye 'Kızımı şu kimselerden hangisine vereyim?' diye sorunca şöyle cevap verdi: 'Kim Allah'tan daha fazla korkarsa ona ver. Çünkü böyle bir kimse kızını severse onu ikrâma garkeder. Eğer ondan hoşlanmazsa ona zulmetmez'.
Hz. Peygamber de bu konuda şöyle buyurmuştur: Kızını fâsık bir kimse ile evlendiren, kızı ile olan ilgisini kesmiş demektir.77
50) Müslim ve Buhârî, (İbn Ömer'den) 51) Müslim 52) Mülâanet veya lian, kocanın, doğan çocuğun kendisinden olmadığını, veled-i zinâ olduğunu, dolayısıyla hanımının zinâ ettiğini iddia etmesi; şahidleri olmadığı için ancak fıkıhta belirtilen şekilde dört kez yemin ederek hanımının zina ettiğini gördüğünü söylemesi ve beşincisinde 'Eğer ben hanınıma iftira atıyorsam, Allah'ın lâneti üzerime olsun' diye yemin etmesidir. Kadının da zinâ cezasından kurtulması için, aynı şekilde dört kez zinâ etmediğine dair Allah adına yemin etmesi ve beşincisinde 'Eğer ben ya-lan, söylüyorsam Allah'ın laneti benim üzerime olsun' demesi gerekir. Böylece çocuğun nesebi hanımın kocasından ayrılmış olur. Çocuk sadece annesinin varisi olur ve çocuk öldüğünde de varisi, sadece annesidir. 53) Şayet ihramda oldukları halde veya birisi ihramda olduğu halde nikâh kıyarlarsa nikâhları fasiddir. Aralarında karı-koca ilişkisi cereyan ederse bu zina olur. 54) Ebu Dâvud ve Nesâî 55) Müslim ve Buhârî 56) Taberânî 57) İbn Mâce 58) Tirmizi 59) İbn Mâce 60) Müslim 61) Nesâî 62) İbn Hibban 63) Sünen sahipleri 64) Ebu Dâvud, Tayâlâsî, Bezzar 65) Tirmizî 66) Müslim ve Buhârî 67) Bâzı âlimlere göre mehrin en azı on dirhem olmalıdır. Bu sebeple bu ihtilâftan kurtulmak için en az on dirhem mehir vermek gerekir. 68) İmam Ahmed ve Beyhakî 69) Ebu Ömer et-Tukanî 70) Buhârî, ei-Edeb'ul-Müfred ve Beyhakî 71) Ebu Dâvud ve Nesâî 72) Müslim ve Buhârî 73) Darekutnî el-İfrad 74) Deylemî 75) İbrahim el-Harbî 76) Ebu Ömer et-Tukânî ve Beyhakî 77) Ebû Ömer et-Tukânî ve Beyhakî
Nikâha Teşvik ve Nikâhtan Sakındırma
 nikah nikaha teşvik nikahtan sakınmak Âlimler, nikâhın fazileti hakkında çeşitli görüşlere sâhiptir. Kimi, nikâhın Allah'a ibadet etmek için bir köşeye çekilmekten daha üstün olduğunu savunmaktadır. Bazıları da nikâhın faziletini itiraf etmekle beraber: 'Eğer şehvet ve nikâha karşı duyduğu iştiyak, halini teşviş edecek derecede değilse, ibadet için bir köşeye çekilmek evlenmekten daha üstündür' demişlerdir.
Başkaları da bu zamanda nikâhı terketmenin daha efdâl olduğunu, fakat kazançların gayr-ı meşrû olmadığı ve kadınların ahlâkları bozulmadığı zamanlarda nikâhın faziletli bir iş olduğunu söylemişlerdir. Nikâhın hakikati, ancak hakkında vârid olan teşvik edici ve kaçındırıcı hadîsleri önce söylemek, ondan sonra da faydalarını ve tehlikelerini teker teker ele alıp izah etmekle anlaşılır. Böylece herhangi bir müslümanın hakkında nikâh mı daha hayırlıdır, nikâhı terketmek mi, onun tehlikelerinden kurtulur mu, yoksa kurtulmaz mı, bütün bunlar da bilinir.
Nikâhtan Sakındırmak 
nikah nikahtan sakındırmak hakkında hadisler Hadîsler Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Hicretin ikiyüz senesinden sonra insanların en hayırlısı, yükü az olan kimsedir. O kimse ki, ne karısı ve ne de çocuğu vardır...11
İnsanlar üzerine bir zaman gelecektir ki, o zamanda kişinin helâk olması hanımının, ana babasının ve çocuklarının eliyle olacaktır. Onlar onu fakirlikten ötürü ayıplayacaklar ve ona gücünün yetmediği şeyleri yükleyecekler. İşte bütün bunlardan dolayı o kişi dininin elden gitmesine sebep olacak yerlere girecektir ve böylece helâk olacaktır...12
Aile efradının azlığı, iki zenginlikten biridir. Çokluğu da iki fakirlikten biridir. Ebu Süleyman Dârânî'den nikâh hakkında sual sorulduğu zaman şöyle cevap verdi: 'Onlarsız (evlenmeksizin) sabretmek, on larla evlenip sabretmekten daha hayırlıdır. Onlarla evlenip sabretmek ise, ateşe sabretmekten daha hayırlıdır'. Yine Ebu Süleyman Dârânî şöyle demiştir: 'Bekâr bulunan bir kimsenin amelden aldığı tad ve elde ettiği huzur hiçbir zaman evli bir kimseye nasip olmaz'. Bir keresinde de şöyle demiştir: 'Arkadaşlarımızdan hiç birini görmedim ki, evlendikten sonra eski mertebesinde kalsın'.
Yine şöyle demiştir: 'Üç şey vardır ki, onları isteyen kimse dünyaya dalmış ve meyletmiş sayılır: a) Maişet isteyen ve arayan, b) Kadınla evlenen, c) Hadîs yazan'.
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ bir kuluna hayrı irâde ettiğinde onu ne çoluk çocuk ile ne de mal ve servet ile meşgul eder'.
İbn Ebî Havâri şöyle demiştir: 'Bir cemâat, Hasan Basrî'nin naklettiği bu hadîs hakkında münâkaşa ettiler. Sonra şöyle ittifak ettiler: 'Bunun mânâsı çocuk ve servetin olmaması değil, bunların oldukları hâlde de onun kalbini meşgul etmemeleridir'.
Aynı zamanda Hasan'ın naklettiği bu hadîs Ebu Süleyman ed-Dârânî'nin şu sözüne de işaret eder: 'Seni Allah'tan meşgul eden mal ve evlat senin için belâdır'.
Hiç kimse mutlak mânâda evlenmekten menedilmiş değildir. Evlenmekten sakındıran bir hüküm nakledildiği zaman mutlaka onunla birlikte bir şart zikredilir. Nikâhı teşvik eden hükümlere gelince; onlar bazen şartsız ve mutlak olarak gelmiştir. Bazen de şartlı olarak gelmiştir. Bu bakımdan, biz nikâhın âfetlerini ve fay-dalarını sayıp dökmek suretiyle bu konunun üzerinden perdeyi kaldırmaya çalışacağız!
11) Ebu Yâ'lâ 12) Hattabî 
Nikâhı Teşvik nikah 
nikahı teşvik hakkında ayetler nikahı teşvik hakkında hadisler Ayetler İçinizden bekârları, köle ve cariyelerinizden iyileri evlendirin. (Nûr/32)

Bu emri yerine getirmek müslümanlara farzdır. Kocalarıyla bir daha evlenmelerine mâni olmayın. (Bakara/232) Bu ayet-i celîle, bir talâkla kocasından ayrılan ve bir kere daha hayatlarını birleştirmek isteyen ve yakınları tarafından engellenen bir hanımın durumunu ele alıp bu engellemeyi yasaklıyor.
Allah Teâlâ peygamberlerin medh u senâsını şöyle yapmaktadır: Yemin olsun biz senden önce rasûller gönderdik, onlara zevceler ve çocuklar verdik... (Ra'd/38)
Allah Teâlâ bu durumlarını onlara bir minnet olarak ve onların faziletli yanları olarak zikretmektedir. Duâlarında bu durumun olmasını kendinden isteyen veli kullarını da medh u senâ ederek şöyle buyurur Rabbimiz! Bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar ihsan et,(Furkan/74)
Deniliyor ki; Allah Teâlâ Kur'an'da ancak evli bulunan (Hz. İsâ hariç) peygamberlerini zikretmiştir. Hatta 'Yahyâ (a.s) da evlenmiş, fakat cinsî münasebette bulunmamıştır'. 'Cinsî münâsebette bulunmadığına göre niçin evlendi?' suâline şu cevap verilmiştir. 'Evlenmenin faziletine erişmek ve sünneti yerine getirmek için evlendi'. Başkaları da 'Gözünü haramdan korumak için evlendi' demişlerdir.
Hz. İsâ (a.s) ise âhir zamanda yere indiği zaman, evlenecek ve çocuğu olacaktır.
Hadîsler
Evlenmek benim sünnetimdir.Sünnetimden yüzçeviren benden yüzçevirmiştir.
Nikâh benim sünnetimdir. Bu bakımdan benim ahlâkımı seven, benim sünnetimi sünnet edinsin!1
Evleniniz, çoğalınız. Çünkü ben kıyâmet gününde sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar ederim. Hatta düşük çocuklarla bile...2
Benim sünnetimden uzaklaşan benden değildir. Muhakkak ki nikâh benim sünnetimdir. Öyleyse beni seven benim sün-netime uysun.3
Fakirlik korkusundan evlenmeyi terkeden bizden değildir.4
Kudret sahibi olan bir kimse evlensin.
Sizden kim nafaka vermeye (veya cima'a) muktedir ise ev-lensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan daha iyi korur. Ferci daha (emin bir şekilde) korur. Gücü nafaka vermeye yetmeyen bir kimse ise, oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti kırar.5
Bu hadîsi şerif işaret eder ki! Nikâhın tergib ve teşvik sebebi, göz ve fercde meydana gelmesinden korkulan fesatlıktır.
Vica, erkeğin yumurtalarının çekilmesinden ibarettir. Bu çekilmeden sonra erkekliği kaybolur. Hadîste, oruç sebebiyle ortaya çıkan cinsî zafiyet için kullanılmıştır.
Size dininden ve namusundan emin olduğunuz birisi geldiği zaman, emrinizde bulunan kızı (veya kadını) onunla evlendiriniz. Bunu yapmadığınız takdirde yeryüzünde fitne çıkar ve büyük bir fesad olur.6 Bu hadîste nikâhın teşvik edilmesinin sebebi, fesad çıkma korkusudur.
Sadece Allah rızası için evlenen ve evlendiren, Allah'ın velâyetine (korunmasına) lâyık olur.7
Evlenen bir kimse, dininin yarısını korumuş olur. Bu bakımdan dininin diğer yarısı için de Allah'tan korksun.8
Bu hadîs de, nikâhın faziletinin Allah'a muhalefetten koruduğu ve fesadın önünde aşılmaz bir kale olduğu için, fazilet olduğuna işarettir: Şöyle ki, kişinin dinini ifsâd eden çoğu zaman tenasül uzvu ile midesidir. Demek ki insan evlenmek suretiyle bunların birisinden kurtulmuş olur.
Ademoğlunun bütün amelleri kesilir (sona erer.) Ancak üç amel bundan hariçtir. Onlardan biri, kendisi için ardından duâ edecek sâlih bir evlat bırakmasıdır. Böyle bir nimet, ancak evlenmekle elde edilir.
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Nikâhtan ancak iki şey meneder: a) Âcizlik, b) Fâcirlik'. Böylece Hz. Ömer, borcun olmasının, evlenmeye mâni olamayacağını belirtmiş olmakla beraber, nikâha sadece iki çirkin ahlâkın engel olduğunu da belirtmiştir.
İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: 'Abidin ibâdeti, ancak evlendiği zaman tamamlanır'. İhtimal ki, İbn Abbas, evlenmeyi ibadetten saymış ve onun tamamlayıcısı kabul etmiştir. Fakat hükmünün zahirine bakıldığında şunları murad ettiği anlaşılır: Şehvet gâlip geldiğinde âbidin kalbi ancak evlenmekle selâmet bulur. İbâdet de ancak kalbin vesveselerden uzak olmasıyla mükemmelleşir. İşte bu sırra binaendir ki İbn Abbas, İkrime, Küreyb ve başkaları hizmetkârlarını veya çocuklarını bülûğ çağına vardıkları zaman toplar, onlara 'Eğer evlenmek istiyorsanız sizi evlendireyim. Çünkü kul zina ettiği zaman onun kalbinden iman çıkıp gider!' derlerdi.
İbn Mes'ud (r.a) şöyle derdi: 'Eğer ömrümden sadece on gün kalsa yine de evlenmek isterim ki Allah'ın huzuruna bekâr gitmiş olmayayım'.
Muaz b. Cebel'in vebâ hastalığından iki hanımı öldü. Kendisi de aynı hastalığı çekmekte olduğu halde 'Beni evlendiriniz; çünkü Allah'ın huzuruna bekâr olarak çıkmak istemiyorum' dedi.
İbn Mes'ud ile Muaz'ın hareketleri şuna işaret eder ki, onlar şehvetten korunmak için değil, başka fazilet gördükleri için, evlenmeye bu kadar itibar etmişlerdir.
Hz, Ömer (r.a) çok evlenirdi ve derdi ki: 'Ben ancak çocuk yapmak için evlenirim'. Ashâb-ı kirâmdan biri, herşeyden yüz çevirerek sadece Hz. Peygamber'e hizmet etmek ve geceleyin âniden çıkacak ihtiyaçlarını gidermek için koşmakta idi. Hz. Peygamber ona 'Neden evlenmiyorsun?' diye sordu. O 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben fakirim ve hiçbir şeyim yok. Bir de evlendiğim takdirde senin hizmetinden ayrılmış olacağım' dedi. Bu cevap üzerine Hz. Peygamber sükût etti. İkinci bir kere aynı suâli soran Rasûlullah'a o sahâbî aynı cevabı verdi. Fakat buna rağmen düşündü, kendi kendine şu hükme vardı: 'Yemin ederim ki, Allah'ın Rasûlü din ve dünyamı ıslâh edeni benden daha iyi bilir. Hangi şeyin beni Allah'a daha çok yaklaştıracağını benden çok daha iyi bilir... Onun için bir kere daha sorarsa sözünü tutup derhal evleneceğim'. Hz. Peygamber üçüncü kere aynı suâli sorunca şu cevabı verdiğini söy-ler: 'Ey Allah'ın Rasûlü! O hâlde beni evlendir!' Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir: 'Filân kabileye git ve de ki: 'Rasûlullah bana kızınızı vermenizi emretti'. Yine dedim ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Benim hiçbir şeyim yok'. Hz. Peygamber şöyle dedi:
Kardeşinize bir nevat (çekirdek) ağırlığı altın toplayınız. Bu emir üzerine ashab emredilen altını topladılar. Onu adı geçen kabileye götürdüler. Onlar da emre uyarak kızlarını onunla evlendirdiler. Hz. Peygamber ona velime yemeği vermesini söyledi. Bunun üzerine ashab (r.a) hemen aralarında velime yemeği için ona bir koyun alacak parayı toplayıp, bir koyun aldılar ve bu hâdise böylece neticelendi.9
Hz. Peygamber'in tekrar tekrar sorduğu 'Evlendin mi' suali işaret eder ki: Nikâhın bizâtihi kendisinde büyük bir fazilet vardır. İhtimal ki, Hz. Peygamber onun nikâha olan ihtiyacını hissederek bu kadar üzerine düşmüştür.
Hikâye olunur ki; geçmiş ümmetlerde bir âbid; zamanının bütününü ibadetle geçirirdi.. İbadette zamanının bütün insanlarından daha önde idi. Onun durumu ve güzel ameli zamanının peygamberine anlatıldı. O peygamber (a.s) şöyle dedi: Eğer sünnetten bir şeyi terketmeseydi ne iyi insan olurdu. Âbid, peygamberin sözünü duyduğunda pek üzüldü ve terkettiği sünnetin ne olduğunu merak etti. Merakını gidermek için gidip peygamberden sordu. Bunun üzerine o peygamber (a.s) şöyle dedi: - Sen evlenmeyi terketmişsin. - Ben evlenmeyi haram sayarak terketmiş değilim ki! Fakir olduğum için evlenemiyorum. Nafakamı da ancak halktan temin etmekteyim. - Ben sana kızımı vereceğim Sonra da kızını onunla evlendirdi.
Bişr b. Hars şöyle demiştir: Ahmed b. Hanbel üç haslette benden üstündür: 1. Kendisinin ve aile efradının rızkını çalışarak temin eder. Ben ise sadece kendim için çalışırım. 2. O nikâhda çok geniş hareket eder, ben ise daima dar hareket etmişimdir. 3. O kendisini bütün ümmete imam olarak göstermiştir.
Denildi ki: İmam Ahmed b. Hanbel, oğlu Abdullah'ın annesi-nin vefatının ikinci günü evlendi ve 'Bekâr olarak gecelemeyi kerih görürüm' dedi.
Bişr b. Hars'a gelince, ona 'Halk evlenmediğin için aleyhinde konuşup dedikodu yapmaktadır. Bişr sünneti terketmiştir' diyorlar denildiği zaman, cevaben demiştir ki: 'Onlara söyleyiniz ki, 'Bişr farzları yapmaktan ötürü sünneti yapmaya fırsat bulamamaktadır'.
Bişr başka bir gün de yine aynı konuda tenkide uğrayınca şöyle cevap verdi: 'Beni evlenmekten şu ayet menetmektedir:
Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. (Bakara/228)
Bişr'in bu sözü Ahmed b. Hanbel'e nakledildiği zaman şöyle dedi; 'Bişr gibisi nerede? O mızrak başı gibi keskin bir çizgi üzerindedir'.
Bişr'in bu büyüklüğüne rağmen rivayet ediliyor ki; ölümünden sonra rüyada görülüp kendisine şöyle soruldu: 'Allah senin hakkında ne gibi muamele yaptı?' Bişr 'Cennette derecelerim yükseldikçe yükseldi. Hatta bana peygamberlerin makamları dahi gösterildi. O makamlara yakın olan makamlara bile sahip oldum. Fakat yine de evlilerin derecesine varamadım'10 dedi.
Başka bir rivayette Bişr'in şöyle söylediği zikredilmektedir: 'Allah Teâlâ bana şunları söyledi: 'Bana bekâr olarak kavuşmanı istemezdim'. Râvi der ki; Bişr'e sorduk: - Âbidlerden olan Ebu Nasr el-Hilâlî ne yaptı? - O yetmiş derece üstüme çıktı. - Ne ile? Oysa seni ondan daha da üstün bilirdik.. - Ailesinin nafakası ve maişetini temin etmek hususundaki sabretmesiyle...
Süfyan b. Uyeyne şöyle demiştir: 'Çok kadın edinmek, dünyadan sayılmaz. Çünkü Ali b. Ebî Tâlib ashâb-ı kirâmın en zâhid kişisi olduğu hâlde, dört hanımı, onyedi câriyesi vardı'. Demek ki nikâh, tâ eskiden gelen bir sünnet ve peygamberlerin ahlâkından bir ahlâktır. Bir adam İbrahim b. Edhem'e şöyle dedi: - Ne mutlu sana, bekârlığı tercih ederek kendini ibâdete vermiş bulunuyorsun. - Senin ailen için çektiğin sıkıntı, benim içinde bulunduğum bütün ibadetlerden daha üstündür. - O hâlde seni evlenmekten alıkoyan şey ne? - Benim kadına ihtiyacım yoktur. Onun için bir kadını aldatmak istemem.
Denilmiştir ki; 'Evlinin bekârdan üstünlüğü, mücahidin tembelden üstünlüğü gibidir. Evlinin bir rek'at namazı, bekârın yetmiş rek'atmdan daha üstündür'.
1) Ebu Ya'lâ, (İbn Abbas'tan) 2) İbn Merduveyh 3) Müs'im ve Buhârî 4) Deylemî 5) Müslim ve Buhârî 6) Tirmizî 7) Ahmed b. Hanbel 8) İbn Cevzî 9) İmam Ahmed (Rebia'dan hasen bir senedle) 10) Burada evlilere mahsus bir makam kasdedilmektedir. Yoksa 'evlilerin makamı peygamberlerin makamından daha üstün veya ona daha yakın bir makamdır, diğer makamlardan daha yücedir' gibi bir mânâ anlaşılmamalıdır. 
Nikâhın Faydaları 
evlilik nikah nikah neden gerekli nikahın önemi Nikâhta beş fayda vardır:
1. Evlat yetiştirmek. 2. Evin idare edilmesi. 3. Şehvetin kırılması. 4. Akraba ve yakınların çoğalması. 5. Kadınların hakkına ve hukukuna riayet etmek suretiyle nefse karşı mücahede etmek.
I. Fayda Birinci fayda; evlattır. Evlat nikâhın temel taşıdır. Nikâh müessesesi onun için kurulmuştur. Nikâhtan gaye; neslin devam etmesidir, Dünyanın insan denilen varlıktan mahrum kalmamasıdır. Şehvet ise, insanları nikâha sürükleyici ve teşvik edici olarak yaratılmıştır. Tıpkı boğadan tohumunu çıkarmakla, dişiyi de tohum ekmeye hazırlamakla görevlendirilen bir kimse gibi... Bu şekil yaratılmak, erkek ve dişi için Allah'ın bir lûtf-u ilâhîsidir. Bu lûtuf onları cinsî birleşme sayesinde evlat elde etmeye sevkeden Kuşu tuzağa sevketmek için, canının çektiği taneleri tuzağa serperek elde edilen lûtuf gibi...
İlâhî kudret, çiftleşme olmaksızın ve tohum serpmeksizin insanı yoktan var etmeye yeter. Fakat Allah'ın hikmeti sebeplerin sebeplere dayanmasını istedi. Esasında ilâhî hikmet hiç de böyle yapmaya mecbur değildi. O halde böyle yapmasının sebebi nedir?
Böyle yapmanın illeti; kudretin izharı ve gösterilmesi, sa-natının garip yanlarının tamamlanması, daha önce istenilen ve yazılanın meydana gelmesidir.
Evlat edinmekte dört şekilde Allah'a yakınlaşmak vardır. İnsanoğlu şehvetten doğacak felâketlerden emin bulunduğu zaman, sadece o yönden Allah'a varmak için evlenir. O kadar ki, seleften hiç kimse bekâr olarak Allah'ın huzuruna varmayı istemezdi.
O vecihler şunlardır: 1. İnsan neslinin devam etmesi için çalışıp evlat edinmekle Allah'ın sevgisine lâyık olmak. 2. Rasûlullah'ın diğer ümmetler karşısında iftihar edeceği çoklukla onun muhabet ve sevgisini kazanmak. 3. Öldükten sonra sâlih evladın duâsından istifade etmeyi düşünmek. 4. Kendisinden önce öldüğü takdirde küçük çocuğunun şefaatini talep etmek.
I. Vecih Bu vecihlerin birincisi, en incesi ve halkın anlayışından en uzak olanıdır. İlâhî sanatın hârikalarını idrâk eden ve hikmetinin akışını anlayan basiret sahiblerince birinci yön o vecihlerin en kuvvetlisidir. Şöyle ki; efendi kölesine tohumu ve çiftçilik âletlerini verdiği ve kendisine sürülecek araziyi teslim ettiği zaman, köle ekmeye muktedir ve kendisini ekmeye zorlayıcı vekil (şehvet) de varsa, bütün bunlara rağmen tembellik yapıp çiftçilik âletlerini kullanmayıp tohumu zâyi ettiği ve kendisini gözeten vekili (şehveti) de bir hileyle defedip kandırdığı takdirde efendisinin buğz ve ce-zasına muhatap ve müstehak olur. Allah Teâlâ çiftleri yarattı. Tenâsül aletleri ile yumurtaları da yarattı. Bel kemiklerinde meniyi yaratıp o meni için yumurtalıklar, damarlar ve akış yollarını da hazırlamıştır. Ana rahmini istikrar sağlayıcı merkez olarak meni için yaratmıştır. Şehvet isteğini erkek ve dişiye de vermiştir.
İşte bütün bu fiiller ve âletler, yaratıcının maksadını keskin bir dille ortaya koymaktadır. Akıllıların kulaklarının zarını pat-latırcasına varlıkla-rının sebebini haykırmaktadır. Eğer Allah Teâlâ, Rasûlü'nün lisanıyla insanların ya-ratılışından maksat ve muradını açıkça belirtmeseydi bile durum bu merkezde olurdu. Kaldı ki bu emri açıkça, peygamberinin diliyle belirterek bu sırrı açığa vurmuştur: Evleniniz, üreyiniz.
O halde evlenmekten (gücü yettiği hâlde) kaçan bir kimse, tarlayı sürmekten yüz çevirmiş, tohumunu zâyi etmiş, Allah'ın yarattığı ve çalışır hâle soktuğu âletleri muattal bırakmış, yaratılışın gayesine, yaratmak delillerinden anlaşılan, insanın azalarında harf ve seslerle değil ilâhî bir hatla yazılan ezelî hikmetin inceliklerini idrâk etmekte nâfiz ve ilâhî basirete sâhip olan herkes tarafından okunan hikmetinin kökünü kazımaya kasdetmiş olur.
İlâhî nizamın, çocukları öldürmeyi ve kızları diri diri gömmeyi büyük bir cinayet sayması da bu sır ve hikmete dayanmaktadır. Çünkü bunları yapmak varlığının tamamlanmasına mâni olmak demektir.
Azil diri diri gömmenin bir çeşididir' diyen bir kimse bu tehlikeli duruma işaret etmiştir, Bu bakımdan evlenen bir kimse Allah Teâlâ'nın tamamlanmasını istediği bir şeyin tamamlanması için gayret göstermiştir. Evlenmekten kaçan ise, Allah Teâlâ'nın zayi edilmesini istemediği bir şeyi zayi ve ifsad etmiş olur. Allah Teâlâ, nefislerin devamını istediği içindir ki (yoksullara) yedirmeyi emir buyurmuş, insanları o yöne teşvik etmiş ve o yolda sarfedileni karz (borç) diye tâbir etmiştir. Kimdir o adam ki, Allah'a güzel bir borç versin. (Bakara/245)
Soru: Senin 'Neslin ve nefsin devamlılığı güzeldir' sözün, in-sana nesillerin fâni olmasının Allah'ın nezdinde mekruh ve istenilmeyen birşey olduğu hissini veriyor. Bu his ise, Allah'ın iradesine nisbetle ölüm ve yaşayış arasında bir farkın olduğunu bildirir. Oysa, herkesin malûmudur ki, bütün bunlar Allah'ın meşîet ve isteği iledir. Allah da âlemlerden müstağnidir. Bu bakımdan, Allah tarafından onların ölüm ve yaşayışları arasındaki fark nereden gelir veya varlıkları yokluklarından nasıl ayırdedilir?
Cevap: Bu söz haktır. Fakat kendisinden bâtıl kastolunmuştur. Çünkü bizim söylediğimiz, bütün kâinatın ister hayır, ister şer, ister fayda ve isterse zarar olsun, Allah'ın irâdesine izafe ve nisbet edilmesine zıt ve münâfi düşmemektedir. Ancak muhabbet ve istememek kendi mihverlerinde birbirine ters düşmekte, fakat ikisi de ilâhi irâdeye zıd düşmemektedir. Zira nice şey vardır ki irâde olunur. Fakat Allah'ın hoşuna gitmez. Meselâ; Günahlar mekruhtur. Bununla beraber Allah'ın muradıdır ve hem de O'nu razı ederler.
Küfür ve şirke (veya şerre) gelince biz onların Allah için makbul ve güzel olduklarını söyleyemeyiz. Fakat o da Allah'ın muradıdır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: Kulları için küfre râzı değildir. (Zümer/4)
Durum bu olduğu halde, nasıl olur da fani olmak, Allah'ın sevgi ve nefretine nisbeten beka gibi olsun.
Oysa Allah Teâlâ bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurur: Müslüman kulumun ruhunu kabzetmek hususunda tered-düt ettiğim kadar, hiçbir şeyde tereddüt etmiş değilim. Kulum ölümden hoşlanmaz. Ben de onun kötülük yap-masından hoşlanmam. Oysa onun ölmesi de gerekir.13
'Oysa onun ölmesi de gerekir' cümlesi, şu ayette belirtilen kader ve irâdeye işarettir: Biz aranızda ölümü takdir ettik. (Vâkıa/60)
O Allah ki ölümü ve hayatı yarattı. (Mülk/2)
Allah Teâlâ'nın Vakıa sûresinin 60. ayeti ile, yukarıda geçen hadîsin 'Ben de onun kötülük yapmasından hoşlanmam' cümlesi arasında herhangi bir zıtlık yoktur. Ancak bu konudaki hakikatin açıklanması, irade, sevgi ve nefretin mânâlarını tedkik ve hakikatlerini beyan etmeye bağlıdır. Çünkü bunlardan zihinlere gelen mânâlar halkın irâde, sevgi ve nefretine uygun şeylerdir. Fakat heyhat, halkın anladığı mânâlar nerede, bu terimlerin hakîkî mânâları nerede? Bu bakımdan, Allah'ın sıfatları ile halkın sıfatları arasındaki uzaklık, O' nun herşeye gâlib olan zâtı ile mahlukların arasındaki fark kadardır.
İnsanın zâtı cevher ve ârazdır. Allah'ın zâtı ise, hem cevherden ve hem de arazdan münezzehdir... Cevher ve âraz olmayan bir zat, cevher ve âraza uygun olmadığı gibi, sıfatları da yaratıklarının sıfatlarına denk değildir.
Bu hakîkatler mükaşefe ilmine dahildir. Mükâşefe ilminin arasında ise, ifşası yasaklanan kader ve sırrı vardır. Öyleyse biz ondan bahsetmeyelim. Daha önceden evlenmekle evlenmemek arasındaki belirttiğimiz fark ile yetinelim. Evet, evlenmemek Hz. Adem'den bu âna kadar nesilden nesile Allah tarafından devam ettirilen neslin zâyî edicisidir. O halde nikâhtan çekinen bir kimse, Hz. Adem'den kendisine kadar uzanan ve devam eden bir varlığın (neslin) kökünü kesmiş ve zürriyetsiz olarak ölmüştür. Eğer evlenmeye zorlayan sâik sadece şehvetin giderilmesi olsaydı, elbette ki veba hastalığından ölmek üzere olan Muaz b. Cebel 'Allah'ın huzuruna bekâr gitmek istemiyorum, bunun için beni evlendirin' demezdi. Eğer 'Muaz o hâliyle çocuk bekleyemezdi. Buna rağmen niçin evlendi?' diye soracak olursan, derim ki; çocuk, cinsî müna-sebetten meydana gelir. Cinsî münâsebet ise şehvete kapılmakla olur. Bu ise, insan iradesinin dâhilinde olmayan bir iştir. Kulun tercihine bağlı olan ancak şehveti tahrik eden özelliktir. Bu özelliğin olması, her zaman beklenir bir şeydir. O hâlde, evlenen bir kimse, kendisine düşen vazifesini yapmıştır. Gerisi ise onun elinde değildir. Bu sır ve hikmet içindir ki, (cinsi münasebetten aciz olan) kimseye bile evlenmek müstehabdır. Çünkü şehveti galeyana getiren kudret gizlidir, insan onun mahiyetine vâkıf olamaz.
Kafasında saç bulunmayan bir dazlağın, hac ibâdetini yaparken diğer hacılara uymak ve selef-i sâlihîne benzemek için kafası üzerinde usturayı gezdirmesi müstehab olduğu gibi, kısır bir kim-senin de evlenmesinin bu vecihdeki müstehablığı kalkmış değildir.
Nitekim şu zamanda hac yaparken izdiba ve remel yapmanın müstehab olması gibi. Oysa İslâm'ın başlangıcında yapılan izdiba ve remel'den gaye; seyirci bulunan kâfirlere ashâb-ı kiramın kuvvetini göstermekti. Böylece onlara uyup benzemek daha sonra kıyâmete kadar gelen müslümanlar için de sünnet oldu. Fakat cinsî münasebete muktedir olan bir kimse hakkındaki evlenmenin müstehab olması, iktidarsız olan bir kimse hakkındaki müstehablıktan elbette daha kuvvetlidir.
Kadının muattal kılınması ve kadınlık ihtiyacına ait olan hakkının zâyi olması keraheti (mesuliyeti) ile karşılaşan iktidarsızın evlenmesi; bazen daha da fazla mahzurlu olur. Çünkü tehlikeden uzak değildir. İşte bu, şehvetin gevşemesinden dolayı terkedilen evlenmenin şiddetle reddedilmesine sebep olan birşeydir.
II. Vecih Rasûlullah'ın, diğer ümmetlere karşı ümmetinin çokluğu su-retiyle rızâsını ve muhabbetini elde etmeye çalışmaktır. Zira Hz. Peygamber bu durumu açıkça ifade buyurmuşlardır. Hz. Ömer'in çok evlendiği ve 'Ben ancak çocuk yapmak için ev-leniyorum' demesi ve kısır kadınları kötüleyen haberlerin rivayet edilmesi, her yönüyle evlenmenin çocuk için olduğuna işaret eder. Zira Hz. Peygamber kısır olan kadın hakkında şöyle demiştir: Evin bir köşesinde bulunan bir hasır, doğum yapmayan bir kadından daha hayırlıdır.14
Kadınlarınızın en hayırlısı ve sevimlisi çokça doğuranıdır.15
Doğuran bir siyah kadın,güzel (fakat doğurmayan) kadından daha hayırlıdır.16
Bu hadîs-i şerif işaret eder ki, çocuk istemek, nikâhın faziletli olmasında, şehvet felâketinin bertaraf edilmesini istemekten daha tesirlidir. Zira şehveti bertaraf etmek, gözü haramdan korumak bakımından güzel kadın daha câzip olduğu halde övülmemiştir. Oysa Hz. Peygamber çirkin de olsa doğuran kadınla evlenmeyi tavsiye etmiştir.
III. Vecih Kendisinden sonra kendisine duâ edecek sâlih bir evladın kalmasıdır. Nitekim bu durum haberde şöyle vârid olmuştur: 'Âdemoğlu öldüğü zaman, bütün amelleri sona erer, ancak üç tanesi devam eder... Onlardan biri de sâlih evlatır'.
Ölüler için yapılan duâlar, nûrdan yapılmış tabaklarda on-lara takdim edilir.17
'Evlat, çoğu zaman sâlih olmuyor' şeklindeki itiraz, nikâhın bu sebebine menfî bir tesir yapamaz. Çünkü ne de olsa o evlat mü'mindir. Sâlih olmak ise, dindarların çocuklarında umulan bir haslettir. Hele ebeveynleri dinî terbiyesine biraz ihtimam gösterip onu salâha ve takvâya sevketmişlerse...
Duâ mü'mine faydalıdır. İsterse duayı yapan salih bir evlat olsun, isterse fâcir bir evlat... Ebeveyni, duâsından ve hasenelerinden faydalanır. Çünkü o evlat onun kazancından sayılır. Günahlarından ise, ebeveyni değil sadece evlat sorumludur. Zira hiç kimse başkasının günahından mesul olamaz. 'Hiçbir kimse başkasının yükünü sırtlayamaz'. Bu sır ve hikmeti belirtmek için Allah Teâlâ şöyle demiştir: Biz o sâlih kullarımızın zürriyetlerini onlara kattık. Onların amellerinden de onlar için hiçbir şey eksiltmedik. (Tûr/21)
Yani onların amellerinden zerre kadarını bile eksiltmedik. Üstelik onların evlatlarını da onların hasenatına kattık ve böylece onların hasenâtı arttı.
IV. Vecih Dördüncü vecih ise, kendisinden önce çocuğunun ölüp kendisine şefâatçi olmasıdır.
Kıyâmet gününde (küçük iken ölen) çocuk, ebeveyninin elinden tutup cennete çeker.18
Benim şu anda senin elbisenden tuttuğum gibi küçükken ölen çocuk da kıyâmet gününde ebeveyninin (veya babasının) elbisesinden tutup (cennete doğru) çeker.19
Küçük yaşta ölen çocuğa 'cennete gir' denildiği zaman, cennetin kapısında durur ve öfkeli bir sesle şöyle haykırır: 'Ebeveynim benimle birlikte olmadıkça ben cennete girmem'. O esnada şöyle bir ses gelir: 'Onunla birlikte ebeveynini de cennete koyunuz'.20
Küçük yaşta ölen çocuklar kıyâmet günü mahlûkat hesaba çağrıldığı zaman toplanırlar. Bu esnada meleklere 'Bu çocukları cennete götürünüz' denir. Cennete götürülen çocuk-lar cennet kapısında dururlar. Onlara Müslümanların çocuklarına merhaba, haydi hesapsız olarak cennete giriniz' denilir, o çocuklar Babalarımız ve annelerimiz nerededir?' diye sorarlar. Cennet bekçileri onlara şöyle derler: 'Sizin babalarınız ve anneleriniz sizin gibi değildiler. Onların günahları vardı. Onlar şimdi o günahlarından ötürü hesaba çekilmektedirler'. Râvi der ki; çocuklar cennet kapısında bir ağızdan haykırırlar (Ebeveynlerinin kurtulmasını isterler). Onların halini herkesten daha iyi bilen Allah Teâlâ şöyle buyurur: - Bu bağrışma nedir? - Yârab! Müslümanların çocuklarıdır. Diyorlar ki, 'Biz ancak ebeveynimizle birlikte cennete gireriz'. - (Ey melekler!) Ebeveyinlerinin ellerinden tutarak onları da cennete dahil ediniz.21
Kimin iki çocuğu ölürse, o bir perde ile ateşten perdelenir.22
Kimin bülûğa ermeyen üç çocuğu ölürse Allah Teâlâ çocuklara olan rahmeti sebebiyle onu cennete sokar. Denildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! İki çocuğu ölen de bu mükâfata mazhar olur mu?' Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: 'Evet iki çocuğu ölen de aynı istifadeyi eder'.23
Hikâye olunur ki;sâlihlerden birisine evlenmek teklifi yapıldığında, bu teklifi reddetti. Birgün uyanır uyanmaz 'Beni evlendirin. Beni evlendirin. Beni evlendirin' diye haykırdı. Bu durumu müşâhede edenler, neden böyle yaptığını sordular. Dedi ki: 'Umarım ki Allah Teâlâ bana bir evlat ihsân eder sonra da canını alır. O da bana âhirete gönderilen azık olur'. Sonra şöyle devam etti: 'Rüyamda kıyametin koptuğunu gördüm. Sanki bir grupla birlikte mahşerde idi. Boynum kopacak derecede susamıştım. Etrafımızdakilerin hepsi de benim gibi susuzluk ve üzüntü içinde kıvranmakta idi. Biz bu durumda iken bir de baktım ki, ellerinde altın testi, gümüş ibrikler ve omuzlarında nûr mendiller bulunan çocuklar topluluk içinde gezmektedirler. Cemaatler arasında geziyor ve seçtikleri bazı kimselere su içiriyorlar. Fakat insanların çoğuna su vermeden geçip gidiyorlar. Onlardan birine elimi uzatıp benim de çok susadığımı ve biraz su içirmesini söyledim. O bana 'Bizim içimizde senin çocuğun yoktur. Biz ancak babalarımıza su içirebiliriz' dedi. Bunun üzerine 'Siz kimsiniz?' diye sordum. Dediler ki: 'Biz müslümanların küçük yaşta ölen çocuklarıyız'.
Şu ayetin mânâlarından biri de Ölen küçük çocukların âhirete gönderilmesidir: İstediğiniz şekilde tarlanızı sürebilirsiniz. Nefisleriniz için daha önceden iyi ameller gönderiniz. (Bakara/224) Bu dört vecihle anlaşıldı ki, evlenme faziletinin çoğu çocuk edinmeye vesile oluşundandır.
II. Fayda Nikâhın ikinci faydası; şeytandan korunmak kadınlara karşı olan isteği kırmak, şehvetten doğan felâketleri önlemek, gözü haramdan ve ferci zinadan korumaktır.
Buna Rasûlullah'ın şu hadîs-i işaret eder: Evlenen bir kimse dininin yarısını korumuş olur. Öyleyse ikinci yarısını da korumak için Allah'tan korkmak olan takvâya yapışsın.
Şu hadîs de aynı mânâya işaret eder: Evleniniz, evlenmeye gücü yetmeyen oruçla şehvetini kırmaya çalışsın. Çünkü oruç şehveti kırar. Naklettiğimiz eser ve haberlerin çoğu bu mânâya işaret eder. Bu mânâ (şehvetin defedilmesi), birinci mânâ (evlat edinmek)ten sonra gelir. Yani evlenme konusunda ikinci dereceyi işgal eder. Çünkü şehvet, çocuk için yaratılmıştır. Evlenmek, şehveti bertaraf etmeye, mânevi yükünü götürmeye ve saldırganlığın şerrini defetmeye kâfi gelmektedir. Ancak, nikâh bu gayeyle yapıldığı takdirde, sadece Allah'ın rızasını kazanmak için yapıldığına işaret etmez. Çünkü, sadece Allah'ın rızasını kazanmak için emrine uyanın derecesi, elbette tevkilin külfet ve gailesinden kurtulmak için yapanın derecesinden üstündür. Öyleyse, evlenmekte şehvet ile evlat mukadderdirler ve aralarında mânevi bir bağ da vardır.
Evlenmekten gaye lezzettir. Evlat ise onun sonucudur. Yemenin sonucunun def-i hâcet olduğu gibi... O halde çocuk edinmek, evlenmenin mutlak maksudu değildir' demek câiz değildir. Zira yaratılış ve hikmetin gayesi esasında evlattır. Şehvet ise, insanın onu elde etmesi için gerekli bir vasıtadır. O da şehveti yerine getirmekte öyle bir lezzet vardır ki, eğer devamlı olsaydı onunla hiçbir zevk ve lezzet ölçülmezdi. O lezzet, cennette verilmesi va'dedilen lezzetlere dikkati çekmektedir. Zira hiçbir şekilde tadılmamış lezzete teşvik etmek faydasız ve gereksizdir. Çünkü eğer iktidarsız bir kimse, sevişmeye veya herhangi bir çocuk, saltanat ve idareceliğin lezzetine teşvik edilirse, bu teşvikin beş paralık bir değeri yoktur. Dünya lezzetlerinin bir faydası da, cennette devam edeceğine dair bir teşvik olmalıdır ki, insanları Allah'a ibadet etmeye iletsin. Önce hikmete, sonra rahmete ve daha sonra da ilâhî donatım ve techize bak ki, tek şehvetin altında zâhir ve bâtın olmak üzere iki hayatı dercetmiştir.
Zâhirî hayat, kişinin neslinin devamıyla devam edip yaşamasıdır. Çünkü onun neslinin devamı kendisininde bir nevi devamıdır. Bâtınî hayat ise, âhiret hayatıdır. Çabuk bitmekle eksilen bu lezzet, insanı devamlılığından ötürü mükemmel olan ebedî lezzete ve insanı o lezzete vardıran tâat ve ibâdete teşvik eder. Böylece bu, gösterdiği şiddetli istek sayesinde kendini cennet nimetlerine vardıran ibadetlere devam etmeyi kolaylaştırır. Gerek insan bedeninin görünür ve görünmez bütün zerre (hücre)lerinde ve gerekse göklerin ve yer âleminin bütün zerrelerinde öyle ince hikmet ve şaşırtıcılıklar vardır ki, akıllar onları idrâk edemez, hayretler içinde kalır ve onları olduğu gibi çözemez bir hâle gelir. Onlar ancak her türlü bulanıklıktan arınmış kalplere, saflıkları oranında, dünyanın geçici parlaklığından, gurur ve gailelerinden uzaklaştıkları nisbette görünürler,
Nikâh ki şehvetin gailesini defeden bir sebeptir âciz ve erkeklikten mahrum olmayan herkes için dinen çok önemli bir vecibedir. Bu sıfat ise, halkın çoğunda vardır. Şehvet galip geldiği ve takvâ kuvvetiyle gemlenmediği takdirde insanı fuhşiyata götürür. Hz. Peygamber, Allah Teâlâ'dan naklen bu duruma işaret ederek şöyle buyurur:
Eğer bunu yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve fesad hâkim olur. Şayet kişi takva gemiyle gemli ise, arzularını şehvetten, gözünü haramdan ve tenâsül uzvunu da zinadan koruyabilir. Kalbini vesvese ve kötü düşüncelerden alıkoymak ise, o insanın gücü dahilinde değildir. Aksine nefsi kendisini daima cinsi konulara çekip konuşturur ve şeytan çoğu zaman kendisinden ayrılmaz. Bazen namaz esnasında bile gelip gırtlağına yapışır. Hatta namazda kal-bine öyle cinsî hayaller ilka eder ki, eğer en âdi bir kimsenin huzu-runda o hâdiseler açıkça söylense, muhakkak ki ondan utanırdı. Allah ise, onun kalbini bilmektedir. Kalbin Allah tarafından ayân-beyan bilinmesi, halkın açıktakileri bilmesinden daha açıktır. Ahiret yolunun yolcusu olan kişi için, emirlerin başı kalptir. Oruca devam etmek halkın çoğunun kalbinden vesveseyi kazıyamaz. Bu sırra binâen İbn Abbas şöyle demiştir: 'Âbidin ibâdeti ancak evlenmesi ile tamamlanır'.
Bu türlü vesvese umumi bir beladır. Ondan çok az insan yakasını kurtarmıştır. Katade şu ayeti tahammül edilmez, serkeş şehvetle te'vil etmiştir: Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! (Bakara/286)
İkrime ve Mücâhid İnsan zayıf olarak yaratıldı' (Nisâ/28) ayetini 'kadınsız sabredemez' şeklinde tefsir etmişlerdir.
Feyyaz b. Nüceyh şöyle demiştir: 'Kişinin tenâsül uzvu kalktığı zaman aklının üçte ikisi gider'. Bir kısım âlimler de 'Dinin üçte biri gider' demişlerdir.
Nevadir Tefsiri'nde İbn Abbâs'ın, Felâk sûresinin 'Karanlık çöktüğü zaman gecenin şerrinden' ayetine 'tenâsül uzvunun kalkıp serkeşlik yapması' şeklinde mânâ verdiği nakledilmiştir. Çünkü bu durum, ezici bir belâdır. Geldiğinde, ne din, ve nede akıl ona karşı duramaz. Bununla birlikte önce geçtiği gibi, bu şehvet iki hayatın elde edilmesine de faydalıdır. Şehvet şeytanın insanoğluna karşı kullandığı en kuvvetli silâhıdır. Allah'ın sevgili habibi Hz. Peygamber (s.a), şehvetin şeytan elinde en keskin ve kuvvetli âlet olduğuna şu hadîs-i şerîfiyle işaret etmiştir:
(Ey kadınlar!) Aklı ve dini eksik olanlar içinde sizden daha fazla akıllıları mağlup eden birşey görmüş değilim.24
Akıllıların bunlara mağlup olmasının hikmeti; şehvetinin galeyâna gelmesidir.
Hz. Peygamber bir duasında şöyle demiştir: Ey Allahım! Kulağımın, gözümün, kalbimin ve şehvetimin şerrinden sana sığınırım.25
Ey rabbim! Kalbimin temizlenmesini ve edep yerimin zinâdan korunmasını senden niyaz ederim.20
Hz. Peygamber'in şerrinden Allah'a sığındığı şey hiçbir şekilde ihmâl etmeye gelmez.
Sâlih kullardan biri çokça evlenir; hatta öyle ki, yanında iki üç zevceden eksik bulundurmazdı. Sûfîlerden biri onun bu durumuna itiraz etti. Bu itiraza karşı o sâlih kul şöyle sordu: 'Ey sûfî! Herhangi bir işte Allah'ın mânevî huzurunda oturup kalbini şehvet tehlikesinden kurtaranınız var mıdır?' Sûfî 'Bu durum, başımıza çokça gelmektedir' diye cevap verdi. O sâlih şöyle devam etti: 'Eğer hayatım boyunca bir kerecik sizin başınıza gelenlere razı olsaydım evlenmezdim. Fakat beni meşgul eden şey kalbime geldiği zaman onu bertaraf ederim. Böylece felâha kavuşup hâlime ve işime devam ederim. Kırk seneden beri kalbime kötülük nâmına birşey gelmiş değildir'.
Halktan biri sûfîlerin hâlini şiddetle yeriyordu. Dindar bir kimse kendisine sûfîlerin nesine hücum ettiğini ve hangi hâllerini tenkid ettiğini sordu. O bu suâle şöyle cevap verdi: - Çok yerler. - Onların acıktığı gibi sen de acıksan sen de çok yersin. - Çok evlenirler. - Eğer sen de onlar gibi gözlerini haramdan ve edep yerini zinadan korusan, muhakkak ki sen de onlar gibi evlenirsin?
Cüneyd-i Bağdâdî şöyle derdi: 'Yemeye ve içmeye muhtaç olduğum gibi, cinsî münasebete de ihtiyaç duyarım. O halde zevce, hem nafaka ve hem de kalp temizliğine vesiledir.
Böyle olduğu içindir ki, Hz. Peygamber şöyle demiştir: Kim bir kadını görüp iştahı çekerse, gidip helaliyle cinsî münasebette bulunsun.27 Zira böyle yapmak vesveseyi nefislerden uzaklaştırır.
Câbir (r.a), Allah'ın Rasûlü'nden şöyle rivayet eder: Allah'ın Rasûlü, bir kadın gördü ve derhal Zeyneb validemizin odasına girip, şehvetini gidererek dışarı çıktı,28
Kadın geldiğinde şeytan suretinde gelir. O hâlde herhangi biriniz hoşuna giden bir kadını gördüğü zaman, zevcesiyle cinsî münasebette bulunsun. Çünkü hoşuna giden kadında ne varsa, onun zevcesinde de o vardır.
Kocası yanında bulunmayan kadınların evlerine girmeyin. Çünkü şeytan damarlarınızda kanın dolaşması gibi bedeninizde dolaşmaktadır. Bizler 'Sende de mi böyle dolaşır' diye sorunca, Hz. Peygamber 'Evet, bende de bu şekilde dolaşır. Ancak ona karşı Allah Teâlâ bana yardım eder de, onun şerrinden emin 'kalırım'29 dedi.
Süfyan b. Uyeyne der ki; hadîsteki 'Eslemü' tâbiri, 'ben onun şerrinden emin kalırım' demektir. Yoksa şeytan müslüman olmuştur demek değildir. Çünkü şeytan müslüman olamaz.
Ashâbın zâhid ve âlimlerinden olan İbn Ömer (r.a) oruçlu iken iftar zamanında yemekten önce cima eder ve yıkandıktan sonra namaza dururdu. Bütün bunları, kalbi ibadet için boşalsın ve şeytanın vesveselerinden kurtulsun diye yapardı. Rivayete göre o, Ramazan ayında yatsı namazından önce câriyelerinden üçüyle cinsî münasebette bulundu. İbn Ömer şöyle demiştir: 'Bu ümmetin en hayırlısı en fazla evlenenidir'.
Şehvet, Arapların mizacına galip bir haslet olduğundan bu kavimden olan sâlihler diğer milletlerin sâhillerinden daha fazla evlenirler. Zinâdan korkulduğundan, kalbin fitneden boşalması için cariye ile evlenmek bile helâl kılınmıştır. Oysa bu türlü evlenmede çocuğun köleleştirilmesi sözkonusudur. Köleleştirmek ise, çocuk için bir nevi helâktir. Fakat böyle bir hareket hür bir kadınla evlenmeye gücü yeten bir kimse için haramdır. Ancak bütün bunlara rağmen, çocuğun köleleştirilmesi, dinin yok olmasından çok daha hafiftir. Böyle yapmakla ancak bir müddet için çocuğun hayatı kötü geçer. Fakat fuhşiyatı irtikâb etmekte ise, bir tek gününe karşılık bile uzun ömürler, çok hakir görülen âhiret hayatı elden gider. Rivayet edilir ki; birgün herkes İbn Abbas'ın meclisinden kalkıp gitti. Sadece bir genç kaldı. İbn Abbas ihtiyacının ne olduğunu o gence sordu. - Sana bir mesele sormak için kaldım. Fakat cemaatten utandım. Şimdi ise, senden utanıp çekiniyorum. - Âlim kişi insanın babası yerindedir. O hâlde bana, babana söyleyebileceğin herşeyi söyle. - Ben evlenmemiş bir gencim. Çoğu zaman zina etmekten korkuyorum.Bu bakımdan birçok kere elimle istimnâ ediyorum. Benim bu yaptığımda bir günah var mıdır? Bu soru karşısında kalan İbn Abbas, yüzünü öbür tarafa çevirerek öf diye hayıflandı ve sonunda şunları söyledi: - Câriyeyi nikâhlamak elle istimnâ etmekten, elle istimnâ etmek de zina yapmaktan daha hayırlıdır. İbn Abbas'ın bu hükmü şehvet sahibi bekâr kimsenin üç ateş arasında bulunduğuna işarettir. O ateşlerden en zararsızı cariye ile evlenmektir. Bu evlenmekte çocuğun köleleştirilmesi vardır. Bundan daha ağırı elle istimnâ etmektir. Bu, ateşlerin en zararlı ve en büyük olanı da zinadır.
İbn Abbas bunların hiçbirinin mutlak olarak mübah olduğunu söylemedi. Çünkü cariye ile evlenmek ve elle istimnâ etmenin ikisi de mahzurludur. Ancak onlardan daha mahzurlu olan zinâya kapılmamak için onlara sığınılır. Nitekim nefsin açlıktan ötürü helâk olmasından korkulduğu zaman leşin yenmesine izin verildiği gibi... İki şerden en hafifini tercih etmek, onun mutlak mü-bah olduğu mânâsını taşımaz ve aynı zamanda mutlaka hayırdır mânâsına da gelmez. Kangren olmuş bir elin kesilmesi, hayırlı birşey değildir. Fakat ölüm sözkonusu olduğunda elin kesilmesine izin verilir. (Hatta bazen kesilmesi farz bile olur). Bu durumda evlenmekte bir fazilet vardır. Ancak bu durum, bütün insanlara teşmil edilemez. Belki insanların çoğu için geçerlidir.
Birçok kimse vardır ki, yaşlılık, hastalık ve başka illetlerden şehveti azalır. Onun hakkında nikâha teşvik edici bu haslet yok olur. Ancak daha önce bahsi geçen evlat meselesi kalır. Çünkü pek nadir rastlanan cinsel organı olmayan kimse hariç, bu emir herkes içindir.
Bazı tabiatlar vardır ki, onlarda şehvet o derece fazladır ki, bir kadın onları zabt u rabt altına alamaz. Bu şehvet sâhibine birden fazla, dörde kadar evlenmek müstehabdır. (Fakat kadınlar arasında adaletli olmak bu meselede temeldir). Eğer Allah Teâlâ kendisine muhabbet ihsân edip, kalbi onlarla mutmain olursa ne âlâ. Aksi takdirde boşanmak suretiyle değiştirmek kendisi için müstehab olur. Hz. Ali (r.a) Hz. Fatıma'dan yedi gün sonra ev-lenmiştir.
Deniliyor ki, Hz. Hasan çok evlenen bir zattı. Hatta ikiyüz kadından fazlasıyla evlendiği rivayet edilir. Aynı zamanda dört hanımla birden nikâh akdi yapar, çoğu zamanda da dördünü bir-den boşar ve başkalarıyle evlenirdi. Hz. Peygamber Hz. Hasan'a şöyle demiştir:
Benim yaratılış ve ahlâkıma benziyorsun.30
Hasan benden, Hüseyin de Ali'dendir.31
Deniliyor ki, Hz. Hasan'ın çok evlenmesi, peygamber-i zişâna benzeyişinin bir emâresidir. Muğire b. Şûbe seksen kadın ile evlenmiştir. Ashâb-ı kirâm içinde üç veya dört kadınla evli bulunanlar çoktu. İki kadınla evli olanların ise haddi hesabı yoktu. Evlenmenin sebebi belli olduğu zaman, ilâcın illet nisbetinde verilmesi gerekir. Evlenmekten gaye; nefsin teskin edilmesidir. Öyleyse çokluk ve azlık konusunda bu durumu dikkate almalıdır.
III. Fayda Kalbi rahata kavuşturmak ve ibadete teşvik etmek için evlendiği hanımla oynaşmak, bakışmak ve oturmak suretiyle nefsi rahata kavuşturmaktır. Zira nefis çabuk usanır ve haktan kaçar. Çünkü hakla uğraşmak, aslında onun tabiatına aykırı düşmektedir. Eğer zoraki bir tarzda tabiatına aykırı olan bir şeye devam etmeye zorlanırsa, derhal isyan bayrağını çeker. Fakat lezzetlerle rahata kavuştuğu zamanlarda canlılığa kavuşur ve neşelenir. Kadınlarla oynaşmak ve yakınlık kurmakta öyle bir inşirah vardır ki, bu inşirah, insanın bütün gam ve kasvetini unutturur. Kalbi rahata kavuşturur.
Muttakî ve samimî müslümanların mübah şeylerle kalplerini sükûnete ve istirahate kavuşturmaları şarttır. Bu sır ve hikmete binâen Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Tâ ki, zevcesiyle sükûna kavuşsun... (A'raf/189)
Hz. Ali şöyle demiştir: 'Kalpleri bir saat de olsa istirahate kavuşturunuz. Zira kalpler, zorlandıkları takdirde körleşirler'.
Bir hadîste şöyle buyurulmuştur: Akıllı bir kimsenin üç saati olması gerekir: a) Bir saat rabbiyle başbaşa kalmalı ve O na münâcâat etmelidir, b) Bir saat nefsini hesaba çekmelidir, c) Bir saati de yemeye içmeye, zevcesiyle başbaşa olup zevk u safâ sürmeye ayırmalıdır.32
Bu istirahat saati esasında diğer saatlerde yapılan ibâdetlere yardımcı olur. Yukarıdaki hadîs başka bir lâfızla şöyle vârid olmuştur:
Akıllı kimse ancak üç iş için hareket eder: a) Âhiret için azık hazırlamak, b) Dünya maişetini temin için çabalamak, c) Harâm olmayan bir lezzet için çalışmak.
Her çalışan kişinin bir bitkinlik ve bir yorgunluğu olur. Her yorgunluğun da bir gevşeme ve istirahata çekilme ihtiyacı vardır. O halde, istirahatını benim sünnetime yönelmek için ayarlayan bir kimse hidâyete ermiştir.33
Hadîsin metnindeki şirret kelimesi, hiddet ve şiddetle çalışıp yorgun düşmek mânâsını taşır. Bu çeşit çalışma ancak irâdenin başlangıcındadır. Fetret kelimesi, istirahat için durup dinlenmek demektir. Ebu Derdâ şöyle derdi: 'Ben nefsimi bir takım eğlencelerle avutuyorum. Öyle ki, sonradan bu oyalama sebebiyle hakka kuvvetlice sarılabileyim'.
Hz. Peygamber şöyle demiştir: Ben, Cebrâil'e fazla cinsî münâsebet yapıp,yorgun düştüğümden şikâyet ettim. Beni herise yemeye teşvik etti.34
Şayet bu hadîs sahih ise, bu yol göstermenin istirahate hazırlamaktan başka bir mânâsı yoktur. (Yâni bu yemeği yapmak ve yemek, Hz. Peygamber'e istirahat için vakit kazandırır.) Cebrail'in, şehveti azalsın diye bu yemeği Hz. Peygamber'e tavsiye etmiş olması mümkün değildir. Zira herise denilen yemek, şehveti azaltmaz, aksine çoğaltır. Şehvetten mahrum olan, bu gibi ünsiyet ve sevgiden de mahrum olur.
Hz. Peygamber şöyle demiştir: Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın ve gözümün nûru namaz.35
Düşünceler, zikirler ve diğer amellerle nefsini yorup deneyen bu üçüncü faydayı inkâr edemez. Bu üçüncü fayda diğer iki faydanın dışındadır. Şöyle ki bu fayda, cinsel âleti ve şehveti olmayanın hakkında bile inkârı mümkün olmayan bir faydadır. Ancak şu kadar var ki, bu fayda bu niyete nisbetle evlenmeye bir fazilet kazandırır. Fakat evlenmekten bunu kasteden pek az kişi vardır.
Evlenmekten çocuk yapmayı, şehveti dindirmeyi ve benzerini kasdetmek ise, birçok kimse de görülen bir durumdur. Bir de bazı kimseler vardır ki, akan sular, yeşillikler ve benzerlerine bakıp onlarla oyalanıp eğlenirler. Nefislerinin istirahatı için kadınlarla konuşmak ve oynaşmaya ihtiyaç duymazlar. O halde nefsin istirahatinin temini hususu şahsa göre değişir. Bu husus dikkatle izlenmelidir.
IV. Fayda Evlenmekle kişinin kalbi evinin işlerini; yani yemek pişirmeyi, süpürmeyi, sermeyi, bulaşık yıkamayı ve diğer ihtiyaçlarını yerine getirmeyi hazırlamaktan da kurtulur. Zira insanın cinsî arzusu yok olsa bile, tek başına bir evde yaşaması zordur. Eğer evin bütün işlerini kendisi yürütürse vakitlerinin çoğu zâyi olur ve o kişi ilim ve amel yapmak imkânını bulamaz. Öyleyse, saliha ve ev işlerini yürütebilecek bir hanım, bu yolda kocasına yardımcıdır. Bu sebeplerin karışması, hayatı felce uğrattığı gibi, kalbi de teşvik edicidir.
Bu sırra binaen Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle demiştir: 'Sâliha bir zevce dünyadan değildir. Çünki o, seni âhirete çalışmak için tam bir serbestiye kavuşturur'.
Sâliha hanımın, seni âhiret çalışması için serbest kılması, evinin işlerini görmesi ve şehvetin serkeşliğinden seni kurtarması demektir.
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî şöyle demiştir: 'Ey rabbimiz! Bize dünyada hasene ver...' (Bakara/201) ayetinin mânâsı 'Bana sâliha bir kadın ihsân et' demektir. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Her biriniz şükredici bir kalp, zikredici bir dil ve âhiret yo-lunda kendisine yardım eden sâliha bir zevceye sâhip olmaya gayret ediniz.36
Hz. Peygamber'in sâliha kadın ile zikir ve şükrü nasıl eşit tuttuğuna dikkat edin. 'Elbette biz onu güzel bir yaşantı ile yaşatacağız...' (Nahl/97) ayeti birtakım tefsirlerde saliha zevce olarak tefsir edilmiştir.
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Allah'a imandan sonra insanoğluna sâliha kadından daha hayırlı bir nimet verilmemiştir. Kadınlardan bazısı vardır ki, ona değer biçilmez ve onun yerini hiçbir şey tutamaz. Bazıları da, sökülmez bir bukağıdır'. Ben, Âdem'e iki hasletle üstünlük kazandım: a) Onun hanımı günahta ona yardımcı oldu; benim hanımlarım ise, tâat ve ibâdette bana yardımcı oldular, b) Onun şeytanı kâfir idi, benim şeytanım ise müslümandır, ancak hayrı emreder.37
Hz. Peygamber, hanımlarının tâat ve ibâdette yardımcısı olmalarını fazilet saymıştır. Bu dördüncü faydayı da sâlih kimseler isterler. Ancak bu fayda, yardımcıları bulunmayan ve ev işlerini yürüten birisinden mahrum olan şahısların özelliğidir. Bu fayda, insanı iki kadın edinmeye dâvet etmez. Aksine birden fazla evlenmek, çoğu zaman insana hayatı zehir eder. Ev işlerinin karmakarışık olmasına vesile olur. Hanımının sülâlesi ile daha çok akrabaya sahip olmayı ve iki sülâlenin birleşiminden meydana gelen kuvveti elde etmeyi istemek, bu dördüncü faydaya dâhildir. Çünkü şerlerin uzaklaştırılmasında ve selâmetin kazanılmasında arka çıkacak insanlara ihtiyaç vardır.
Bu sırra binâen denilmiştir ki: 'Yardımcısı bulunmayan zelil olur. Kendisinden şerleri uzaklaştıracak dostları olan da selâmette kalır. Böyle kimsenin kalbi de her türlü ibâdette vesveseden uzak olur. Çünki zillet kalbi teşviş eder. Arkasının çokluğu ile aziz olmak ise zilleti bertaraf eder'.
V. Fayda Nefisle mücahede etmek, onun hareketlerini gözetip kontrol altına almaktır. Aile efradının haklarını yerine getirmek ve hoşuna gitmeyen ahlâklarını iyi karşılayıp, tahammül göstermek ve sabırlı olmak lâzımdır. Onlar için helâl yollardan çalışıp kazanmak ve çocuklarının terbiyesiyle var kuvvetiyle uğraşmak gerekir. Bütün bu ameller, büyük bir fazilet taşır. Çünkü onun bu hareketleri yapması idareciliktir. Çoluk çocuklar ise, onun halkıdır. Âdil idarecilik büyük bir fazilet taşır. İdarecilikten kaçanlar, ancak onu hakkıyla yerine getiremeyeceğinden korkarak kaçınmışlardır.
Aksi takdirde Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir: Âdil bir vâlinin tek bir günü yetmiş (veya doksan) senelik ibâdetten daha hayırlıdır.38
İyi bilin ki hepiniz birer çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz.39
Hem kendisinin ve hem de başkasının ıslâhıyla meşgul olan, elbette sadece kendi nefsiyle meşgul olup onu ıslâh etmeye çalışan bir kimse ile bir olamaz. Çünkü birincisi, diğerinden çok üstündür. Eziyetlere karşı sabırlı olan bir kimse, elbette nefsini müreffeh yaşatandan daha üstündür. Öyle ise aile efradının eziyetlerine tahammül etmek, Allah yolunda cihad etmek mesâbesindedir.
Bu sırra binâen Bişr el-Hafî şöyle demiştir: İmam Ahmed b. Hanbel üç şeyde benden üstündür. Helâl nafakayı hem kendine ve hem de aile efradına arar'.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: Kişinin aile efradına sarf ve infak ettiği şeyler, onun için sa-dakadır. Muhakkak ki, eşine yedirdiği her lokmadan da ecir kazanır.40
Biri, âlimin birine: 'Her amelden Allah Teâlâ bana bir nasip vermiştir' dedikten sonra, hac, cihad ve sair ibadetleri zikretti: O âlim, ona şöyle dedi: - Abdalların amellerinden neler yapıyorsun? - Abdalın ameli nedir? - Helâlden kazanmak ve infak etmek. Arkadaşlarıyla birlikte bir savaşta bulunan İbn Mübarek şöyle demiştir: - Bizim şu yaptığımız gazadan daha üstün bir gaza biliyor musunuz? - O halde sen söyle nedir? - İffetli ve çoluk çocuk sahibi biri ki, geceleyin kalkar, çocuklarına bakar, uykuda olan çocukların üstünün açılmış olduğunu görür ve onları elbisesiyle örter. İşte bu kişinin buna benzer ameli, bizim şu anda içinde bulunduğumuz amelden daha hayırlı ve güzeldir.
Hz. Peygamber şöyle demiştir: Kimin namazı güzel, çocukları çok, malı az olursa ve müslümanların gıybetini yapmazsa o, benimle cennette bunların ikisi gibidir. (Parmaklarının ikisini yanyana getirerek işaret etti).41
Çoluk çocuk sahibi bulunan ârif bir fakiri, Allah Teâlâ muhakkak sever.42
Kulun günâhları çoğaldığı zaman, Allah Teâlâ onun günahlarını affetmek için onu ailesinin sıkıntılarına müptela kılar. Onu günahlarına kefaret yapar.43
Seleften biri şöyle der: 'Günahlardan bir kısmı vardır ki; ancak çoluk çocuğun üzüntüsü onlara kefaret olur'.
Bu konuda Hz. Peygamber'den gelen bir söz vardır: Günâhlardan bir kısmı vardır ki, onlara ancak geçim için çekilen eziyet kefaret olur.44
Kimin üç kızı olur da, Allah Teâlâ onları kendisinden müstağni kılıncaya kadar onlara ihsanda bulunur, nafakalarını verirse, affedilmeyecek bir kusuru hariç, elbette Allah onu affeder.45
İbn Abbas bu hadîsi zikrettiği zaman şunu söyledi: 'Allah'a yemin ederim ki, bu hadîs, hadîsin garilerinden ve nefislerindendir'.
Rivayet ediliyor ki; bir âbid, hanımı ölünceye kadar ona güzelce baktı. Hanımının ölümünden sonra kendisine evlenme teklifi yapılınca bundan kaçındı ve şöyle dedi: 'Yalnızlık, benim kalbimin istirahatı ve dağınık dertlerimin toparlanması için daha hayırlıdır'. Sonra şöyle devam etti: 'Eşimi vefatından bir hafta sonra rüyamda gördüm. Sanki göklerin kapıları açıldı. Sanki bazı kimseler göklerden indiler ve havada birbirlerini takip ederek yürüdüler. Onlardan her inen, bana bakarak kendisini tâkip edene İşte uğursuz adam budur!' diyordu. Arkadan gelen de onu tasdik ediyordu. Üçüncüsü de böyle dedi, dördüncüsü kendisini tasdik etti. Bu durumdan ürktüm ve sormaktan korktum. Bekledim, ni-hayet sonuncusu yanımdan geçti. Sonuncusu bir gençti. Ona dedim ki - İşaret ettiğiniz uğursuz kimdir? - Sensin - Ben niçin uğursuzum ki? - Biz, daha önce senin amellerini Allah yolunda cihad edenlerin amelleriyle Allah'ın huzuruna kaldırıp götürürdük. Oysa bir haftadan beri cihaddan geri kalanların amelleriyle birlikte götürmemiz emredildi. Senin ne yaptığını elbette bilemeyiz.
Bu rüyayı arkadaşına naklettikten sonra şunları ekledi: 'Beni evlendirin, beni evlendirin!' Bu hâdiseden sonra yanında iki veya üç zevceden daha az olmadı.
Peygamberlerin haberlerinde şöyle vârid olmuştur: Bir kavim, Hz. Yunus'a misafir gittiler. Misafirlerine hizmet etmek için evine girip çıkarken, hanımı kendisine diliyle eziyet verip tâciz ediyordu. O ise susmayı tercih ediyordu. Misafirleri bu duruma hayret ettiler. Hz. Yunus (a.s) "Ey misafirler, bu duruma şaşmayınız! Çünkü ben, Allah'a müracaat ettim: 'Yârab! Bana âhirette vereceğin azabı, dünyada ver'. Bunun üzerine Allah Teâlâ'dan nidâ geldi; Falanın kızı, senin dünyadaki azabındır. Onun için git, onunla ev-len'. Bunun üzerine onunla evlendim. Sizin görmekte olduğunuz eziyetlerine sabretmekteyim".
Bu türlü eziyetlerine tahammül göstermekte nefsi eğitmek, öfkeyi kırmak ve ahlâkı güzelleştirmek vardır. Çünkü, nefsiyle başbaşa kalan ve güzel ahlâklı biriyle oturup kalkandan nefsin gizli pislikleri gizli kalmaz. Gizli ayıpları belirmez. Bu bakımdan âhiret yolcusuna nefsini bu türlü tahrik edici hareketlerle denemek ve denemeye karşı sabırlı olmasını öğretmek gerekir ki, bu sayede normal bir ahlâka sahip olup nefsi eğitilmiş olsun. İç âlemi, kötü ahlâktan temizlensin. Çoluk çocuğun dertlerine katlanmak, hem nefsin terbiyesi, hem de cihad olmakla beraber onlar için didinme aslında bir ibâdettir. Bu durum da, evlenmenin faydalarındandır. Fakat bundan ancak şu iki sınıf insan faydalanır: a) Ya âhiret yolunun daha başlangıcında olduğu için nefsin kötü tarafları ile mücadele edip kötü huylarının temizlenmesi ile uğraşmak isteyen bir kimse ki böyle bir kimse için bu şekil hareket etmeyi kurtuluş yolu olarak görmek, ve nefsini bu tarzda eğitmek normal bir harekettir. b) İbâdet edenlerden olup, bâtıl bir hareketi bulunmadığı gibi, düşünce ve kalbinde de çirkinliği olmayan, ancak namaz kılmak, haccetmek ve sair ibâdetleri yapmak suretiyle amel eden bir kimse yararlanır.
Böyle bir insanın çocukları için helâlinden çalışıp kazanması ve onların terbiyeleriyle uğraşması, sadece kendisine faydası olup başkasına faydası dokunmayan ibâdetlerden daha üstündür.
Yaratılışının esasında ve eski durumundan ötürü kendisinde bulunan bir yeterlilik ve özellikle ahlâken temiz olan bir kimseye gelince, bu kimsenin derûnî bir çalışması, ilimler ile mükâşefelerde fikrî bir hareketi olduğu zaman, yukarıda belirttiğimiz gaye için evlenmesi uygun değildir. Çünkü evlenmekten dolayı elde edeceği nefsî riyazet yeterli derecede kendisinde bulunmaktadır. Çocuklar için helâlinden kazanma ibâdetine gelince; ilim edinmek bundan çok üstündür. Çünkü ilim, onun hem amel sebebidir, hem de daha faydalıdır. Çocukların nafakaları için yapılan çalışmadan daha önde gelir. Çünkü, ilim, herkes için faydalıdır, yani faydası geneldir.
İşte, dinde nikâhın faydaları bu saydıklarımızdır. Bu faydalardan ötürü evlenmenin faziletli olduğuna hükmedilmektedir.
13) Buhârî, (Ebu Hüreyre'den) 14) Ebu Ömer et-Tukanî 15) Beyhakî 16) İbn Hibban 17) Ebu Hudbe, (Enes'ten) 18) İbn Mâce 19) Müslim, (Ebu Hüreyre'den) 20) İbn Hibban 21) Irakî güvenilir bir aslının olmadığını söylemektedir. 22) Bezzar, Taberânî 23) Buhârî 24) Müslim 25) Duâlar bölümünde geçmişti. 26) Beyhâkî 27) Ahmed 28) Müslim ve Tirmizî 29) Tirmizî 30) Tirmizî 31) Ahmed 32) İbn Hibban 33) Ahmed ve Taberânî 34) İbn Adiy, (Huzeyfe'den) 35) Nesâî ve Hâkim 36) Tirmizî 37) Hatib, Tarih. Hadîsin râvileri arasında Muhammed b. Velîd b. Eban vardır. İbn Adiy'e göre bu zat, hadis uydurur. Müslim'de benzeri vardır. Fakat 'Müslüman' tâbiri yerine 'Eslemû' tabiri kullanılmıştır. 38) Taberânî 39) Beyhâkî 40) Buhârî ve Müslim 41) Ebu Ya'lâ 42)İbn Mâce 43) Ahmed 44) Taberânî 45) Harâitî 
Nikâhın Âfetleri nikah nikahın zararları
 I. Âfet Helâl rızkın elde edilmesinden aciz kalmaktır ki bu da afetlerin en büyüğüdür. Helâl rızık elde etmek herkes için kolay bir iş değildir. Hele kazancın zor olduğu şu devirlerde... Bu bakımdan evlenmek rızık için daha da fazla didinmeye vesile olacaktır ve belki de insanı haram yemeye bile mecbur bırakacaktır. Haram yedirmek ise, hem yedirenin, hem de yiyenin helâkine vesile olur. Evlenmemiş bir kimse ise, böyle bir tehlikeden uzaktır. Evlenmiş kimseye gelince, çoğu zaman kötü yerlere girmek mecburiyetinde kalır ve böylece zevcesinin hevasına uyar. Dolayısıyla âhiretini dünyasına satıp fedâ eder.
Kul mizanın (amelleri tartan terazinin) yanında durdurulur. Oysa dağlar misâli sevapları vardır. Durdurulduğu yerde aile efradını nasıl gözettiğinden, hak ve hukuklarını nasıl yerine getirdiğinden, malını nereden elde edip nereye harcadığından sorulur. Öyle sorulur ki, dünyada yapmış olduğu bütün iyilikleri ve amelleri bunlara karşılık kendisinden alınır. Tek bir sevabı bile elinde kalmaz. O bu durumda iken, melekler çağırışırlar: Bu o kimsedir ki, dünyada onun çoluk çocuğu onun sevaplarını tüketmişlerdir. Bugün de ise amelleri ve iyilikleri, yaptığı hataların sonucu olarak elinden çıkmıştır.46
Deniliyor ki, kıyâmet gününde kişinin yakasına ilk yapışan ailesi ve çocuklarıdır. Onlar kişiyi Allah Teâlâ'nın yüce mahkemesinde durdururlar ve derler ki: 'Ey rabbimiz! Bizim hakkımızı bu adamdan al! O bizim bilmediklerimizi bize öğretmedi. Bilmediğimiz halde bize haram yedirdi'. Bunun üzerine kişiden onların intikamları alınır.
Seleften biri şöyle der: 'Allah Teâlâ bir kuluna şerri irâde ettiği zaman, dünyada ona parçalayıcıları (çoluk çocuğunu) kendisine musallat eder'.
Hz. Peygamber şöyle demiştir: Hiçbir kimse dünyada ihmal ettiği çoluk çocuğunun cehaletinden daha büyük bir günah ile Allah'ın huzuruna varamaz.47
Buraya kadar zikrettiğimiz âfetler, evlenmenin umumî afetleridir. Bu âfetlerden yakayı kurtaran pek az insan vardır. Ancak babasından kalan bir serveti olursa veya kendisinin ve çoluk çocuğunun nafakasına yetecek kadar helâlinden servet kazanırsa o başka... Böyle bir kimse kanaat sahibi de olursa bu kimse yukarıda söylediğimiz âfetlerden kurtulabilir. Mübah bir şekilde odunculuk yahut da avcılık yapmak suretiyle kazanmaya gücü yeten veya sanatkâr bir kimse olursa...
Yahut da sultanlarla ilgisi bulunmayan bir sanatta çalışır ve o sanatıyla hayırlı, zâhirde sağlam ve malının çoğu helâl olan kimselerle iş yapan bir kimse olursa, böyle bir kimse evlenmenin yukarıda bahsi geçen tehlikelerinden kendisini koruyabilir.
İbn Sâlim'e evlilik hakkında sorulduğu zaman şöyle demiştir: 'Bu zamanda dişi merkebi görüp mutlaka ona yaklaşmak suretiyle sakinleşecek erkek merkep gibi şehvetine zebûn olmuş ve nefsini zaptetmeye güç yetiremeyen kimseler için evlenmek, evlenmemekten daha iyidir. Fakat nefsine sahip olan bir kimse için ise, evlenmeyi terketmek daha efdaldir'.
II. Âfet Hanımın (ve çocukların) hakkına tam mânâsıyla riayet etmemek ve onların birtakım şeylerine karşı sabır gösterip onlardan gelen serzenişlere tahammül göstermemektir. Bu felâket genellikle birinci felâketten daha hafiftir. Zira böyle bir âfete karşı tahammül etmek, birinci âfete karşı tahammül etmekten daha kolaydır. Kadınlara karşı ahlâkı düzeltmek ve onların isteklerini yerine getirmek helâlinden kazanmaktan daha kolaydır. Fakat buna rağmen birincisi gibi burada da tehlike sözkonusudur. Çünkü kişi çobandır ve güttüğünden sorumludur.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır: Nafakası kendisine düşen kimseleri perişan etmek günah bakımından kişiye yeter de artar.48 Rivayet ediliyor ki, çoluk çocuğundan (nafakalarından) kaçan bir kimse, efendisinden kaçan bir köle gibidir. Bu kimse, vazifesine dönmedikçe ne namazı, ne de orucu kabul olur. Elinde olsa bile çoluk çocuğunun hakkını gözetmeyen bir insan, onların hak-larından kaçan bir insan gibidir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır. (Tahrim/6)
Bu ayette Allah Teâlâ kendi nefsinizi ateşten koruduğunuz gibi, aile fertlerinizi de korumanızı emretmektedir. İnsan ise bazen kendi nefsinin hakkını vermekten acizdir. Evlendiği zaman, haklar boynunda katmerleşir. Kendi nefsine başka bir nefis eklenir. Nefis ise, daima kötülüğü emredicidir. Çoğaldıkça kötülüğü emretmesi de çoğalır.
Bu sırra binaendir ki, âlimlerden biri evlenmemekten dolayı özür dileyerek demiştir ki: 'Ben kendi nefsimin bile yükünü çekemiyorum. Kaldı ki, ona başka bir nefsi daha eklersem bu yükün altından kalkamam'. Nitekim şöyle denilmiştir: Fare, deliğine sığmazdı. (Buna rağmen) kuyruğuna bir de süpürge bağladı. İbrahim b. Edhem de evlenmediği için özür beyain ederek şöyle demiştir: 'Ben herhangi bir kadını kendi nefsimle aldatmak istemiyorum ve benim kadınlara herhangi bir ihtiyacım yoktur'. Yani İbrahim (r.a) şunları demek istiyor: 'Onların hakkını yerine getirmekten, onları iffetli kılmaktan ve istedikleri normal zevklerini kendilerine tattırmaktan acizim.
Bişr el-Hafî de özür beyan ederek şöyle demiştir: 'Beni evlenmekten 'Kadınların boynuna düşen haklar gibi, kendilerine verilmesi gereken haklar da vardır' ayeti menetmektedir. Şöyle dediği de variddir: 'Eğer ben bir tavuğun idaresini elime alırsam köprü üzerinde cellât olmaktan korkarım'.
Süfyan b. Uyeyne, sultanın kapısında görüldü. Kendisine 'Burası sana yakışır bir yer değildir' denildiğinde şu cevabı verdi: 'Hiçbir çoluk çocuk sahibi gördün mü ki felâha kavuşmuş olsun?'
Süfyan, şöyle derdi: Bekârlık ile anahtar ve rüzgarlar ile delinen bir mesken ne güzeldir. Orada ne bağırma, ne de çığlık kopması vardır...
Evlenmenin bu ikinci mahzuru da birinci mahzur gibi geneldir. İkinci felâketten de akıllı, hikmet sahibi, güzel ahlâklı, kadınların âdetlerini bilen, onların düşük çenelerine karşı sabırlı olan, şehvetlerine tâbi olmaktan nerede durulacağını bilen, hak-larını yerine getirmede titiz davranan, kusurlarına göz yuman ve aklı ile onları idare eden bir kimse paçayı kurtarabilir. Oysa insanların çoğu sefahet, katılık, hiddet, akılsızlık, kötü ahlâk ve in-safsızlığın zebunudurlar. Böyle bir kimse ise evlendiğinde daha da bozulur. Bu bakımdan böyle bir insan için tek başına yaşamak daha selâmetli bir yoldur.
III. Âfet Bu afet, birinci ve ikinci afetten daha kolay atlatılabilir. Bu da kişinin çoluk çocuğunun kendisini Allah'tan meşgul edip dünyaya yöneltmek, çokça servet edinmek suretiyle çocuklarına iyi bir geçim hazırlamak ve onlarla övünmek ve böbürlenmek demektir. İnsanoğlunu Allah'tan uzaklaştıran, ister eşi olsun, ister malı, ister çocuğu olsun, bunların hepsi onun için hayırsızdır. Ben, bu hükümle insanı harama kaydıran aile ve malı kasdetmiyorum. Zira böyle bir aile ve mal, daha önceden zikredilen birinci ve ikinci âfetin kapsamına dahildir. Aksine benim bu hükümden gayem; insanoğlunu mübahlarla bile olsa fazlasıyla dünyaya daldıran aile ile malın hayırsızlığıdır. Helâliyle oynaşmaya ve şakalaşmaya ve ondan zevk almak hususunda aşırıya kaçmak da yukarıdaki hükme dahildir. Evlenmekle bu türden birçok meşgaleler doğup meydana gelir ve kalbi kaplar. Böylece gece ve gündüzü oynaşmakla akıp gider. Kişi oynaşmaktan kafasını kaldırıp gece ve gündüzde âhireti düşünmek ve âhirete hazırlanmak için vakit bulamaz.
İşte bu sırra binaen İbrahim b. Edhem şöyle demiştir: 'Kadınların bacaklarına dadanmış bir kimseden birşey beklenmez'.
Ebu Süleyman şöyle demiştir: 'Evlenen bir kimse muhakkak dünyaya dalmış demektir'. İşte buraya kadar sayıp tesbit ettiklerimiz nikâhın âfetleri ve faydalarıdır. Bu bakımdan bir kimseye evlenmek mi, bekâr kalmak mı daha iyidir hükmünü, bütün bu saydıklarımızı bilmeksizin mutlak bir şekilde vermek, kusurlu bir hüküm olur. Aksine bu fayda ve afetler herhangi bir şahsın hakkında hüküm vermek için mihenk taşı kabul edilmelidir. Evlenmek isteyen bir kimse kendi nefsini bu mihenk taşına vurmalı. Eğer hakkında yukarıda tesbit ettiğimiz âfetler sözkonusu değilse ve yine helâl malı, güzel ahlâkı, dindeki ciddiyeti yerinde ise, evlenmekle Allah'tan uzaklaşması sözkonusu değilse, bütün bunlarla beraber şehvetini teskin etmeye muhtaç bir genç ise, evinin işlerini yürütmeye ihtiyacı olan bir fert ise kadının akrabalarıyla kuvvet kazanmaya muhtaç ise, kısacası bütün bunlara sahip ise; böyle bir kimse hakkında evlenmenin daha hayırlı olduğunda şüphe edilemez.
Bununla beraber evlenmesinde çocuk sahibi olmak istemesi de sözkonusudur. Bu ise, ayrı bir fazilettir. Eğer saydığımız özellikler yoksa ve yine saydığımız bütün âfetler mevcutsa, böyle bir kimse için de evlenmemek daha hayırlıdır. Eğer zıt kutubların ikisi de tam mânâsıyla varsa ki zamanımızda insanların çoğunda durum budur böyle bir durumda şaşmaz terazi ile o faydaların dininde meydana getireceği fayda ile âfetlerin meydana getireceği zararları ölçmelidir. Bu değerlendirme neticesinde hangisinin daha iyi olduğuna karar verirse onu yapmalıdır.
Evliliğin faydalarının en açığı evlat edinmek ve şehveti teskin etmektir. Evliliğin âfetlerinin en açığı da haram kazanca muhtaç olmak ve evliliğin Allah'tan uzaklaştırma keyfiyetidir. Bu bakımdan biz bu işlerin karşılaştırmasını farazî olarak yapıp deriz ki; şehvet eziyetinin altında bulunmayan, evlenmesinden sadece çocuk elde etmek isteyen ve evlendiği takdirde evlenmeden dolayı, harama muhtaç olması ve evlilik sebebiyle Allah'tan uzaklaşması sözkonusu olan bir kimse için evlenmemek daha hayırlıdır. Çünkü insanoğlunu Allah'tan uzaklaştıran ve haram kazanca götüren şeyde hayır yoktur. Bu iki felâketin zararını, çocuk sahibi olmak telâfi edemez. Zira sadece çocuk elde etmek için evlenmek, hayalî bir çocuğun hayatını talep etmek demektir. Böyle bir istek ise dinde kesin bir eksikliktir. Bu bakımdan kişinin kendi hayatını koruması ve onu felâketten uzak tutması bir çocuğu elde etmek için çalışmasından daha önemlidir. Böyle bir hareket ise, onun için kârdır. Din de kişinin sermayesidir. Dinin fesada uğramasında uhrevî hayatın bozulması sözkonusudur. Sermayenin de tümden gitmesi sözkonusudur. Evlenmekten beklenen bu fayda yine evlenmekten doğan ve yukarıda belirtilen o iki âfetin birisini bile karşılayamayacak derecede zayıf ve cılızdır. Fakat evlenmek ken-disi için daha hayırlı olur. Çünkü böyle bir insan, zinaya kaymak ve haram yemek ve haram elde etmek arasında kalmış olur ki, haramı elde etmek zinaya düşmekten daha hafiftir.
Eğer zinâ etmeyeceğine güveniyorsa, fakat bununla beraber gözünü haramdan sakınmaya muktedir değilse, bu takdirde evlenmeyi bırakmak kendisi için evlenmekten daha hayırlıdır. Çünkü haram bakışlar da haramdır. Gayri meşrû servet edinmek de... Evlilik sebebiyle gayr-ı meşrû olarak edinilen servet, daimi bir haramdır. Bu haramda hem kişinin, hem de aile efradının isyanı vardır. Nazar ise, bazen vâki olan bir haram olmakla beraber sadece kişinin nefsine aittir ve yakın bir zamanda sona ermesi de muhakkaktır. Nazar, gözün zinâsıdır. Fakat tenâsül uzvu onu tasdik etmedikçe, onun bağışlanması, haram yemenin bağışlanmasından daha yakındır. Ancak kişi nazarın zinaya götüreceğinden korkarsa, o zaman hüküm değişir.
Bu durum sabit olduğu zaman, gözünü haram bakışlardan alıkoyabilecek, fakat kalbinden kendisini meşgul edici fikirleri bertaraf etmesine muktedir olmayacak üçüncü bir durum meydana gelir. Bu durumda evlenmemek, evlenmekten daha hayırlıdır. Çünkü kalpten gelen kötü düşüncelerin, gözden olan kötü bakışlardan affedilmeye daha yakın olduğu muhakkaktır. Bir de kalbin kötü düşüncelerden uzak olması, ancak ibâdet için istenilen bir husustur. İbadet ise, haram kazanmakla, yeyip yedirmekle beraber hiçbir zaman tam olmaz ve kemâle ermez. İşte böylece evlilikten kaynaklanan bu âfetler yine evlilikten doğan faydalarla karşılaştırılmalıdır ve karşılaştırma neticesinde ağır basan tarafa göre hüküm verilmelidir. Bu durumları kavrayan bir kimse için daha önce selef-i salihînden naklettiğimiz evlenmeye teşvik edici veya menedici rivayetleri anlamak zor olmaz. Çünkü o eserler şahısların durumlarına göre hükme bağlanır ve doğru olur.
Soru: Evlenmekten gelen âfetlerden emin olan bir kimse için kendini tamamen ibadete adamak mı veya evlenmek mi daha iyidir?
Cevap: Böyle bir kimse ikisini birden yapmalıdır. Çünkü evlenmek, sadece evlenme akdi olduğu için ibadete engel değildir. Aksine evlenmekten ötürü çalışma ihtiyacı duymak ibadete engel teşkil eder. Bu bakımdan eğer helâl kazanmaya muktedir ise, böyle bir kişi için ibadet gibi evlenmek de faziletlidir. Zira gece ve gündüzün diğer vakitleri ibadet için ayrılabilir. İstirahat etmeksizin daimi bir şekilde ibadete devam etmek de imkânsızdır. Bu bakımdan eğer kişinin farz namaz, uyku, yemek ve def-i hacetten başka bütün vakitlerini kazanç temin etmek için çalışmaya sarfedeceği farzedilirse ve aynı zamanda bu kişi, âhiret yolunu ancak nâfile namaz, hac ve haccın yerine geçen bedenî amellerle yerine getiren kimselerdense bu kimseye evlenmek, evlenmemekten daha faziletlidir.
Çünkü helâlinden kazanmakta, çoluk çocuğu idare etmekte, evlenme ile evlat edinmekte ve kadınların düşük çenelerine ve ahlâklarına karşı sabır göstermekte nafile ibadetlerden fazilet bakımından eksik olmayan birtakım faydalar vardır. Eğer kişinin ibadeti ilimle, fikir ve bâtınî ilerleyişle ise ve aynı zamanda evlenmek için gereken nafakanın elde edilmesi de onun ibadetini zayıflatıyorsa böyle bir durumda evlenmeyi terketmek daha faziletli ve evlenmemek daha hayırlıdır. Eğer dersen ki, faziletli olduğu halde evlenmeyi Hz. İsa (a.s) neden terketti? Eğer bunu Allah'ın ibadetine hazırlanmak için sebep olarak gösterirsen o halde sorarız; Hz. İsâ'dan daha üstün olan peygamberimiz neden birçok kadınla evlendi? Bil ki, kudreti olan bir kimse için en faziletlisi, evlenme ile ibâdeti bir arada yapmaktır. İmanı kuvvetli, himmeti yüce olan bir kimseyi hiçbir şey Allah'ı anmaktan uzaklaştıramaz. Efendimiz (s.a) ise, en zor yolu tercih etmiştir ve böylece ibadetin fazileti ile evlenmenin faziletini bir araya getirmiştir. Dokuz kadınla beraber olduğu halde tamamen kendisini Allah'ın ibadetine vermiştir. Def-i hâcet, dünya işleriyle meşgul olanları o işlerden alıkoymadığı gibi, evlenmek de efendimizi ibadetten alıkoyamazdı. Ehl-i dünya zahirde ihtiyaçlarını gidermekle meşgulken kalpleri işlerinin tedbir ve tedviri ile meşguldür. Hiçbir zaman o durumda tedbirlerini ihmal etmezler. Hz. Peygamber'in (s.a) yüce derecesinden ötürü, bu dünya âleminin işleri, onu kalben Allah ile beraber bulunmaktan menetmiyordu. O hanımının kucağında iken Allah'ın vahyi ona nâzil oluyordu.49
Hz. Peygamber'in bu mertebesi gibi, bir mertebeye ulaşan da böyle yapabilir. Fakat denizi bozmayan şeylerin, küçük kanalları bozması pek de uzak bir ihtimal değildir. Bu bakımdan hiç kimseyi Hz. Peygamber'e kıyas etmeye kalkışmamalıdır ve zaten böyle bir kıyaslama da uygun değildir.
Hz. İsa'ya gelince, o zoru değil, tedbiri elde etmeye çalışıyordu. Nefsi için ihtiyatlı hareket etmiştir. Hz. İsâ'nın durumu öyle bir biçimde idi ki, o durumda çoluk çocukla meşgul olmak menfî şekilde tesir edebilirdi veya o durumla beraber helâl rızkı elde etmek mümkün değildi veya o durumda evlenme ile ibadeti tam mânâsıyla yürütemezdi. Bu bakımdan Hz. İsâ ibadete kendisini tam mânâsıyla vermeyi evlenmeyi tercih etti. Çünkü onlar, hâllerinin incelik ve sırlarını herkesten daha iyi bilirler. Asırlarının gereklerini daha iyi tedkik ve tahkik edebilirler. Kazançların helâlliği, kadınların ahlâkı ve evlenen bir kimseyi bekleyen ve evlilikten doğan felâketlerin evlenen bir kişi için ne gibi bir kâr ve zarar getireceğini herkesten daha iyi değerlendirirler.
Madem evlenmek hakkında çeşitli durumlar vardır ve bazı durumlarda evlenmenin evlenmemekten daha üstün olduğu sabittir. O halde bize düşen görev, peygamberlerin (a.s) yaptıklarını her hâlükârda en güzeline ve en iyisine hamletmemizdir. En doğrusunu Allah bilir!
46) İmam Irâkî bu hadîsin aslına rastlamadığını söyler. 47) Deylemî, (Ebu Said'den) 48) Ebu Dâvud, Nesâî 49) Hanımının kucağında iken kendisine vahiy geldiğini yine Buhârî Enes'ten rivayet etmektedir. Bir ara Rasûlullah, Ümmü Seleme'ye şöyle demiştir: 'Aişe hakkında bana eziyet verme. Çünkü Aişe hariç zevcelerimin hiçbirinin yatağında bana vahiy inmemiştir'.
Nüşuz/Geçimsizlik 
Eşler evlilik geçimsizlik kavga nikah Nüşuz Eşlerin arasına bir husumet girerse ve anlaşamazlarsa, eğer bu husumet iki taraftan veya sadece kocadan gelirse kadının erkeğe gücü yetmediği için iki hakem tayin edilmesi gerekir. O hakemlerden birisi kocanın ailesinden, diğeri ise kadının ailesinden olmalıdır ki, bu iki hakem koca ile karısının arasında geçen hadiseleri tedkik etsinler. Eğer eşler barışmak isterlerse, aralarındaki anlaşmazlık noktasını bulup düzeltsinler. Böyle bir niyet olduğu takdirde Allah Teâlâ aralarını düzeltir. Hz. Ömer (r.a) anlaşamayan bir çiftin arasını bulmak için bir hakem gönderdi. O hakem onların aralarını ıslah etmemişti. Bu manzara karşısında kalan Hz. Ömer (r.a) hakemi kamçıladı ve seyyide dedi:
Allah şöyle buyurmaktadır: Eğer karı kocanın arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem erkeğin ailesinden ve bir hakem de kadının ailesinden tayin edin. Bu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah onların arasını bulur. (Nisa/35)
Bunun üzerine hakem seçilen kişi geri gitti. Niyetini güzelleştirdi. Eşlere şefkat gösterdi ve böylece aralarını düzeltti. Eğer geçimsizlik sadece kadından geliyorsa, o zaman erkekler kadınlar üzerinde velâyet sâhibidirler. Erkeğin onu edeplendirmesi ve cebren onu itâata zorlaması hakkıdır. Böylece kadın namazı terkettiği zaman da, erkek onu cebren namaz kılmaya zorlayabilir. Fakat erkek bu yollara başvurduğu zaman doğrudan hareket etmemelidir. Onu düzeltmek için tedricî olarak hareket etmelidir. Önce nasihat etmeli, kendisini Allah'ın azabından sakındırmalıdır. Eğer bu şekildeki nasihati fayda vermezse, yatakta ona sırtını çevirmeli veya yatağı terketmelidir. Evde beraber kaldıkları halde bir geceden üç geceye kadar onu terketmelidir. Eğer bu da fayda vermezse, onda yara ve bere izi bırakmayacak şekilde onu dövmelidir. Canını acıtmak fakat herhangi bir yerini kırmamak ve kan akıtmamalıdır. Dövdüğü zaman, yüzüne vurmamalıdır. Zira yüze vurmak yasaklanmıştır. Hz. Peygamber'e 'Kadının erkek üzerindeki hakkı nedir?' diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
Yediği zaman ona yedirmek, giydiği zaman da ona giydirmek, yüzüne karşı kendisine küfretmemek. Kendisine ancak yarabere açmayacak bir şekilde vurmak. Kendisini, sadece yatakta muhalefet ettiğinden dolayı terketmek.127
Erkek, hanımına kızabilir. Dinî emirlerin herhangi birinde kendisine muhalefet ettiğinden dolayı, on gün, yirmi gün veya bir aya kadar kendisini terkedebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) zevcesi Cahş'ın kızı Zeyneb validemize bir hediye gönderip, Zeyneb hediyesini geri çevirdiğinde Rasûlullah'ın hücresinde bulunduğu diğer bir zevcesi, Rasûlullah'a şöyle dedi: "Zeyneb senin hediyeni kabul etmediğinden ötürü, seni zelîl edip küçülttü'. Bunun üzerine Rasûlullah zevcelerine hitâben şöyle dedi:
Sizin beni küçültmeniz Allah'ın tahkir ve küçültmesinden ehvendir. Bu sözünü söyledikten sonra bütün hanımlarından bir ay ayrı kaldı. Kızgınlığı geçtikten sonra onlara geri döndü.128
125) Müslim ve Buhârî 126) İbn Adiy, el-Kâmil 127) Ebu Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce 128) İbn Cevzî, el-Vefak, (senedsiz olarak).Müslim ve Buhârî de, Hz. Peygamber'in hanımlarına kızdığı için bir ay odalarına girmeyeceğine dair yemin ettiğini Hz. Ömer'den naklederler.
Siyaset 
evlilik adabı evlilikte şakalaşma kocanın hakkı Şakada, güzel ahlâk ve kadının nefsî isteklerine uymakta kadının ahlâkını bozacak kadar ve kendisinin de kadın nezdindeki itibarını düşürecek kadar müsamaha göstermemelidir. Aksine mutedil ve normal hareket etmelidir. Kadında herhangi bir münker gördüğünde heybetini ve râzı olmadığını göstermelidir. Kötülüklere yardım eden kapıyı açmamaya bakmalıdır. Allah'ın nizamına, insan mürüvvetine aykırı olan herhangi bir şeyi kadından gördüğü zaman, kaplan kesilip kükremelidir.
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Allah'a yemin ederim, kadının hevâsına itâat ederek sabahlayan bir kimseyi (Allah Teâlâ) yüzü üstü cehenneme atar'.
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Kadınlara (onların hevaî isteklerine) muhalefet edin. Çünkü onların hevâlarına muhalefet edişinizde bereket vardır'. Denildi ki, 'Kadınlarla istişare edin, fakat sonunda onlara muhalefette bulunun'.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Karısının kölesi olan kaymış veya mahrum olmuştur.102
Hz. Peygamber bu hükmünü ancak kadının hevâsında kadına itâat edenin, kadının kölesi olduğuna binaen vermiş bulunuyor ve böyle olan bir kimse ise, kaymış demektir! Çünkü Allah Teâlâ, kadını onun tasarrufu altına verdiği halde; o, Allah'ın hükmüne râzı olmayıp kendi nefsini kadının tasarrufu altına veriyor demektir ve böylece emri ters çeviriyor ve hükmü alt üst ediyor, dolayısıyla şeytana da itaat ediyor olmaktadır. Zira şeytan şöyle der:
Ve elbette onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler. (Nisâ/119)
Çünkü kocanın hakkı, âmir olmaktır, memur olmak değil... Allah Teâlâ da erkeklerin kadınlar üzerinde hâkim olduklarını belirtmiş ve şu ayette kocaya seyyid (efendi) diyerek şöyle buyurmuştur: Kapının yanında hanımın seyyidine (kocasına/efendisine) rasgeldiler... (Yusuf/25)
Bu bakımdan seyyid mertebesinde bulunan koca, bu mertebeden inerek hanımın emri altına girip ona itaat ederse, böyle bir koca Allah'ın nimetini küfrân-ı nimet ile değiştirmiş olur! Kadının nefsi, tıpkı senin nefsinin misâline benzer. Eğer sen, nefsinin zincirini biraz gevşetirsen, o serkeş nefis, seni uzun uzadıya çekip götürür. Eğer onun ağzına gem vurup durdurmak yerine, elini dizginin üzerine şiddetli bir şekilde koyarsan onu hakimiyetinin altına almış olursun.
İmam Şafiî şöyle demiştir: 'Üç sınıf vardır ki sen onlara (aşırı derecede) ikrâm edersen, onlar seninle alay ederler. Eğer onlara itibar etmezsen bu sefer sana ikrâm etmeye başlarlar: a) Kadın, b) Ücretle sana hizmet eden kimse, c) Nebtî (çiftçi)'. İmam Şafiî bu hükümle şunu kasdediyor: Eğer sen bu üç sınıfa devamlı yumuşak davranıp ikram edersen bunlar azarlar. Bu bakımdan bunlara bir taraftan merhamet göstermekle beraber, bir taraftan da azmamaları için sertlik göstermen gerekir. Böylece durumu idare etmiş olursun.
Arap kadınları, kızlarına kocalarını nasıl deneyeceklerini şöyle öğretirlerdi: Kocana, hücum edip onu başlamazdan önce onu denemen gerekir; Önce mızrağının başındaki demiri yerinden çıkar. Eğer kocan buna sesini çıkarmazsa, bu sefer onun kalkanı üzerinde et doğra. Eğer buna da sükût ederse onun kılıcı ile etin kemiklerini kır. Eğer buna da sükût eder sesini çıkarmazsa, o zaman onun sırtına palan vur ve bin. Zira böyle bir koca senin eşşeğindir.
Adâlet ile gökler ve yer pâyidar olmuştur. Bu bakımdan haddini aşan herşey zıddına dönüşür. O halde gerek muhalefette ve gerekse muvafakatta normal bir yol tâkib etmen gerekir. Bütün bunlarda hakka tâbi olman lâzımdır ki, kadınların şerrinden ko-runmuş olasın. Zira kadınların hilesi pek büyüktür. Onların şerri ise yaygındır. Onlarda kötü ahlâk ve çapraşık bir akıl hâkimdir. Onlar ancak siyasetle ve ince bir hareket ile yola gelebilirler.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Saliha ve dindar bir hanımın kadınlar içerisindeki durumu, karnı beyaz bir karganın yüz karga içerisindeki durumu gibidir.103
Lokman Hekîm'in oğluna yapmış olduğu vasiyette şunlar yer almaktadır: 'Ey oğul! Kötü kadından sakın ve uzaklaş! Zira o, sana ihtiyarlık gelmeden önce seni ihtiyar yapar. Kadınların şerlilerinden korun. Çünkü onlar hiçbir zaman hayra dâvet etmezler. Kadınların hayırlılarından da korkulu bulun'.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: (İnsanın belini kıran)üç şeyden sakınınız ve onların şerrinden Allah'a iltica ediniz.104
Kötü kadını da bu üç şeyden biri olarak belirtmiştir. Zira kötü kadın, ihtiyarlık zamanı gelmeden önce, insanı ihtiyarlatır.
Başka bir lâfızda kötü kadın şöyle tanımlanır: Eğer onun yanına girersen seni yılan gibi sokar ve eziyet verir. Eğer ondan uzaklaşırsan sana ihânet eder.
Hz. Peygamber, kadınların hayırlıları hakkında şöyle buyurmaktadır: Sizler Yusuf un kadınları gibisiniz!105
Allah Teâlâ, Hz. Peygamber'in hanımları onun sırrını ifşâ ettikleri zaman onlara şöyle hitâb etti: Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz ne güzel! Çünkü kalpleriniz gerçekten haktan sapmıştır. (Tahrim/4)
Allah, bu hükmü Rasûlü'nün en hayırlı zevceleri hakkında vermektedir. Kendilerini bir kadının idâre ettiği kavim felaha ermez.106
Hz. Ömer (r.a) hanımı kendisine müracaat ettiği zaman onu şiddetle azarlayıp şöyle demiştir: 'Sen ancak evin bir kenarında bu-lunan bir oyuncaksın. Eğer bizim sana bir ihtiyacımız varsa ne âlâ. Eğer böyle bir durum yoksa olduğun yerde oturacaksın'.
Bütün bu zikredilen şeylerden anlaşıldı ki, kadınlarda şer ve kötü ahlâk olduğu gibi zâfiyet de vardır. Şerrin ilâcı ise, biraz siyaset ve biraz da katılıktır. Tatlı konuşmak ve şefkat göstermek de bazen zâfiyetin ilâcıdır. O halde bilgin bir doktor odur ki, hastalık nisbetinde ilâcının dozunu ayarlar. Bu bakımdan kişi önce kadının ahlâkını incelemelidir. Sonra kadının durumu neyi gerektiriyorsa, ona göre davranıp onu ıslâh etmelidir.
102) İmam Irâkî, bu hadisin son şekildeki rivayetine vâkıf olmadığını kaydettikten sonra, 'Altının kölesi ve gümüşün kölesi olan kaymıştır' şeklinde Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadisin mevcut olduğunu söylemektedir. 103) Taberânî, (Ebu Umâme'den); İmam Ahmed, (Amr b. As'tan) 104) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs 105) Müslim ve Buhârî 106) Buhârî, (Ebu Bekre'den bir benzerini)
Taksim
 eşler arasında adalet nikah adabı Eğer kişinin birkaç tane hanımı varsa, onların arasında adâletle hareket etmesi gerekir, Onlardan birisine meyletmemelidir. Eğer sefere çıkar, birisini beraberinde götürmek isterse, aralarında kura çekmelidir. Çünkü Hz. Peygamber de böyle yapardı.120 Hanımının gecesini başkasına tahsis etmek suretiyle ona zulmederse, mutlaka o geceyi kazâ etmesi gerekir. Zira böyle geceyi kazâ etmek kendisine farz olur. Bu bakımdan böyle bir durumda kişi, hanımlar arasındaki taksimatın ahkâmını bilmeye muhtaçtır. Bunu belirtmek ise, uzun sürer.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kimin iki tane hanımı varsa; onlardan birisine meyledip diğerini ihmal ederse, (başka bir tâbirle, onların arasında adâletle hareket etmezse) kıyamet gününde bir tarafı çarpık olduğu halde huzura gelir!121 Birden fazla hanıma sâhip olan kişiye gereken şey, verdiklerinde ve yatakta aralarında adâletle hareket etmesidir. Sevgi ve cinsî arzu ise, insanın elinde olmayan bir şeydir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında (tam) adalet yapamazsınız. (Nisa/129)
Yani kalbin şehvetinden ve nefsin meylinde adâlet yapmazsınız. Bu iki haslete tâbi olan cinsî münasebet de farklı olur ve bu kaçınılmazdır. Hz. Peygamber (s.a) hanımları arasında nafaka vermek ve odalarında geceleri yatmak hususunda kılı kırk yararcasınıa adâlet eder ve şöyle derdi: Ey Allahım! Benim gücümün ve tâkatimin dahilinde olan hususta yapabileceğimin en sonu budur. Senin kudret elinde olan, benim gücümün haricinde bulunan şeylerde ise, benim tâkatim yoktur.122
Rasûlullah bununla kalbî sevgiyi kasdediyordu ve sevginin insanın elinde olmayan birşey olduğunu belirtiyordu. Âişe validemiz (r.a) Rasûlullah'ın yanında bütün kadınlardan daha sevimliydi123 ve bütün validelerimiz de bu hususu bilmekteydiler.
Hz. Peygamber (s.a) hastayken, her gün ve her gece kaldırılıp hanımlarının odalarına götürülüyordu. Onların her birinin yanında geceliyor ve şöyle diyordu: 'Ben yarın neredeyim?' Bunun üzerine validelerimizden biri Rasûlullah'ın bu sorusundan neyi kasdettiğini sezdi Ve şöyle dedi: 'Hz. Peygamber Aişe'nin sırası olan günü soruyor'. Bunun üzerine diğer hanımları dediler ki: - Biz sana izin verdik. Sen hastalığın müddetince Aişe'nin hücresinde kal. Zira her gece bir hücreye gitmen, sana ağır geliyor. - Siz buna razı oldunuz mu? - Evet, biz buna razı olduk. - Öyleyse beni Aişe'nin odasına götürünüz.124
Hanımlardan biri gecesini kumasına hibe edip, kocası da buna râzı olursa, hak kumasınındır. Hz. Peygamber (s.a) hanımlarının arasında taksimat yapardı. Bir ara yaşlanmış olan zevcesi Sevde binti Zem'a'yı boşamak istedi. Bunun üzerine Şevde, gecesini Âişe validemize hibe edip ve Rasûlullah'ın nikâhı altında kalmak için ricada bulundu ve bunun üzerine Rasûlullah kendisini boşamadı.
Bundan sonra da kendisine bir gece ayırmadı. Onun gecesini de Aişe'ye vermek üzere Âişe'ye iki, diğer zevcelerine ise, birer gece ayırıyordu. Fakat Hz. Peygamber'in adâleti tam ve mükemmel olduğu için, herhangi bir hanımıyla sırası olmadığı halde cinsî münasebette bulunduğu zaman, o gün veya o gece zulüm olmasın diye bütün hanımlarıyla aynı muameleyi yapardı. Hz. Âişe'den rivayet edilen şu hadîs de bu cümledendir: 'Hz. Peygamber (s.a), bir gecede bütün zevceleriyle cinsî münasebette bulundu'.125
Enes b. Mâlik Hz. Peygamber'in, bir günün kuşluk zamanına kadar dokuz hanımıyla cinsî münasebet kurduğunu rivayet etmiştir.126
120) Müslim ve Buhârî, (Hz. Âişe'den) 121) Sünen sahipleri ve İbn Hibban, (Ebu Hüreyre'den) 122) Sünen sahipleri ve İbn Hibbân, (Hz. Âişe'den) 123) Müslim ve Buhârî, (Amr b. el-As'dan) 124) İbn Sa'd, Tabakat, (Muhammed b. Ali b. Hüseyin'den) 125) Müslim ve Buhârî 126) İbn Adiy, el-Kâmil
Talâk 
boşanma kadının edepleri talağın adabı talak nedir Talâk'ın helâl olduğunu bilmelidir. Fakat Allah nezdinde mübah olanların en çok buğzedileni ve menfuru olduğunu da unutmamalıdır. Boşanmanın mübah olması, ancak bâtıl bir şekilde eziyet olmamasına bağlıdır. Ne zaman kadını boşarsa ona eziyet etmiş olur. Başkasına ancak bir cinayet işlediği veya eziyet vermeye mecbur olduğu takdirde eziyet etmesi caiz olur.
Nitekim Allah Teâlâ (c.c). şöyle buyurmaktadır: Eğer (azarlamak, yatağını terketmek ve dövmekle) size itâat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. (Nisâ/34)
Yani onlardan ayrılmak için herhangi bir hile aramayın ve düşünmeyin! Eğer babası gelininden nefret ediyorsa (babasının hatırını hoşnut etmek için) onu boşamak gerekir. (Çünkü babanın hakkı zevcenin hakkından daha önce gelir).
İbn Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Çok sevdiğim bir hanımım vardı. Babam Ömer (r.a) ondan nefret ettiği için onu boşamamı söyledi. Bu durum karşısında, Hz. Peygamber'e müracaat ettim. Hz. Peygamber 'Hanımını boşa'165 dedi.
Bu olay babanın hakkının, eşinin hakkından daha önce geldiğine işaret eder. Fakat garez ve mânâsız bir gaye için, gelinin boşanmasını istemeyen bir babanın sözü dinlenir. Hz. Ömer'in istemediği gibi... Kadın, ne zaman kocasına eziyet verip, onun yakınlarına diliyle saldırırsa, suçlu sayılır. Kadın kötü ahlâklı (çenesi düşük ve kalbi katı olduğu gibi) ve bozuk inançlı olduğu takdirde de yine hüküm böyledir.166
İbn Mes'ud 'Onları evlerinden çıkarmayın ve onlar da çıkmasınlar. Meğer ki, apaçık bir kötülük işlerse...' (Talak/l) ayeti hakkında 'Ne zaman kadın kocasının yakınlarına diliyle saldırırsa veya kocasına eziyet verirse, onun bu hareketi fuhşiyattır' demiştir.
Bu hüküm, kadının iddet zamanına mahsus bir hükümdür. Fakat buna rağmen insanın dikkatini maksada doğru çekmektedir. Eğer eziyet kocadan gelirse, o zaman kadın mal vermek suretiyle boşanabilir. Kadını mal karşılığında boşayan koca için nikâhın başında vermiş olduğu mehilden fazlasını almak mekruhtur. Zira verdiğinden fazlasını almak kadına zarar vermek, onu sıkmak ve namus üzerinde ticaret yapmak demektir. Oysa Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Kadınlarınıza verdiklerinizden bir şeyi geri almanız, size helâl olmaz. Şayet erkek ve kadın, Allah'ın sınırlarında duramayacaklarından korkarlarsa başka. Eğer Allah'ın hükümlerini hakkıyla yerine getirmeyeceklerinden korkarsınız o zaman kadının (ayrılmak için) hakkından vazgeçmesinde ikisine de günah yoktur. (Bakara/229)
Bu bakımdan kadının başta mehir olarak kocasından aldığını veya aldığından daha az bir miktarını feda edip kendini ahlâksız kocadan kurtarmasında hiçbir sakınca yoktur. Eğer kocasıyla arasında geçimsizlik olmadığı halde kocasından mal karşılığında boşanmak isterse, o zaman günahkâr olur.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Herhangi bir kadın, geçimsizlik olmadığı halde kocasından boşanmayı isterse, o kadın cennetin kokusunu bile alamaz.167 Hadîs 'Böyle bir kadın için cennet haram olur' şeklinde de gelmiştir. Mal karşılığında boşanma dâvasında bulunan kadınlar var ya! İşte onlar münafık kadınların tâ kendileridir.168
Bütün bunları bildikten sonra koca, talâkta (boşamada) dört hususa riayet etmelidir: 1. Kendisiyle cinsî münasebette bulunmadığı bir tuhur (temizlik) zamanında boşamaktır. Zira kadını hayızlı iken boşamak veya hayızdan sonra temizlenmiş fakat o temizlik zamanında cinsi münasebette bulunmuş bir durumda boşamak her ne kadar böyle bir boşanma ile talâk olursa da bid'at bir talaktır ve haramdır.. Böyle bir durumda iddetin uzamasında sakınca vardır. Eğer kişi böyle bir durumda kadını boşamışsa onu tekrar nikâhının altına almalıdır. Zira İbn Ömer, hayız halinde bulunan hanımını boşadığında, Hz. Peygamber, Hz. Ömer'e şöyle demiştir: Oğluna söyle! Karısını tekrar alsın. Temizleninceye ve sonra hayız görüp tekrar temizleninceye kadar beklesin. Ondan sonra isterse boşasın, isterse boşamasın.169
İşte bu iddet, Allah'ın kadınları boşamak için emrettiği iddettir. Hz. Peygamber'in (s.a) İbn Ömer'e eşini nikâhının altına aldıktan sonra iki tuhûr (temizlik) müddeti bekleyip sabretmeyi emretmesinin hikmeti, bu müracaatın talak niyetiyle olmamasını temin içindi.
2. Hanımını boşadığı zaman, bir talâkla boşamalıdır. Üç tâlak ile birden boşamamalıdır. Çünkü tek talâkla boşanma, iddeti bittikten sonra boşamaktan gaye neyse onu ifade eder. Yani kadın tamamen boşanmış olur. Aynı zamanda, eğer kadın iddet beklerken kocası pişmanlık duyarsa bir talâkla boşadığı için kadını tekrar nikâhının altına alma imkânına sahiptir. İddet bittikten sonra da yeni bir nikâhla onunla evlenmek imkanına sahiptir. Üç talâkla boşadığı zaman çok kere pişman olur. O zaman da kadının başka birisiyle evlenip, ondan boşandıktan sonra iddeti bitinceye kadar sabretmesi gerekir. Halbuki eski kocasına dönebilmek için başka biriyle evlenmesi yasaktır. Aynı zamanda buna kendisi sebebiyet vermiş olur. Bütün bunlardan başka kalbi başkasının zevcesiyle ilgilenmiş ve onun boşanmasını istemiş olur. Yani kadın, başkası ile evlendikten sonra ilk kocasının kalbi onunla daima ilgilenir ve ne zaman adam onu boşayacaktır diye bekler. Bütün bunlardan başka evlendiğinden ötürü zevcesinden nefret duyabilir. (Zira başkasıyla düşüp kalkmış olur). Bütün bu mahzurlar üç talâkı birden vermesinin bir sonucu ve semeresidir. Oysa bir talâkla boşamakla maksat hasıl olur ve sayıları mahzurların hiçbiri de meydana gelmez. Ben bu mukaddime ile üç talâkın birden verilmesinin haram olduğunu söylemiyorum. Fakat yukarıda bahsettiğim mahzurlardan ötürü üç talak birden vermenin mekruh olduğunu söylüyorum. Yani üç talâkla birden hanımını boşayan kendini düşünmemiştir.
3. Hanımını boşadığı zaman, şiddete başvurmak ve onun haysiyetiyle oynamak gibi, hareketlere tevessül etmemeli, boşanmanın hanımı suçlayıcı olmayan sebeplere dayandığını nazik bir şekilde ifade etmeye çalışmalıdır. Bazı hediyelerle onun gönlünü almalıdır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Zengin olan kudretine göre, fakir olan da gücü yettiği kadar güzellikle faydalandırsın. Bu, ihsan edenler üzerine bir borç bir haktır. (Bakara/236)
Kadına, eğer nikâhın başlangıcında mehir belirtilmemiş ise, bu şekilde nafaka vermek vâcib olur. Hasan b. Ali (r.a) çokça kadın nikâh eder ve boşardı. Bir ara, arkadaşlarından birini iki hanımını boşamak için vekil tayin ederek dedi ki: 'Git onlara söyle! İkisi de boşanmıştır. İddetlerini beklesinler ve herbirine de iddet müddetince idare etmeleri için onar dirhem ver'. Adam, Hz. Hasan'ın dediğini yerine getirdi. Hz. Hasan dönünce kendisine sordu: 'Acaba onlar ne yaptılar?' Adam şöyle dedi: Biri başını yere eğerek sustu. Diğeri ise ağlayıp feryat etti ve kulağımla şöyle dediğini duydum: 'Ayrılmış bir sevgiliden gelen az bir meta'dır bu para'. Bunun üzerine Hz. Hasan düşünceye daldı ve o kadına şefkat göstererek şöyle dedi: 'Eğer ben ayrıldıktan sonra herhangi bir kadını yeniden nikâhımın altına almak âdetine sahip olsaydım, muhakkak onu yeniden nikâhımın altına alırdım'.
Hz. Hasan (r.a) günün birinde Medine'nin fâkihi ve reisi bulunan Abdurrahman b. Hars b. Hişam'ın evine gitti. Medine'de Abdurrahman'ın benzeri yoktu. Bu zat ile Âişe validemiz (r.a) darb-ı mesel getirirdi. Şöyle ki: 'Eğer o (Basra) yolculuğumu yapmasaydım, benim için, Hz. Peygamber'den Abdurrahman b. Hars b. Hişam gibi onaltı oğlumun olmasından daha sevimli gelirdi bana'. Hz. Hasan, söz konusu Abdurrahman'ın evine gitti. Abdurrahman Hz. Hasan'a hürmet gösterdi ve onu kendi yerine oturtarak dedi ki: - Neden bana haber göndermedin ki, ben size geleydim? Zahmet edip buraya kadar geldiniz. - İhtiyaç bizimdir. O halde gelmek de bize düşer, - İhtiyacınız nedir? - Kızını istemek için geldim. Bu sözden sonra Abdurrahman derin derin düşündü, sonra başını kaldırıp Hz. Hasan'a şöyle cevap verdi: - Allah'a yemin ederim, yeryüzünde yürüyen hiçbir kimse benim yanımda senden daha aziz değildir. Fakat sen biliyorsun ki, kızım benim bir parçamdır. Onu kıran, beni kırmış olur ve onu sevindiren de beni sevindirmiş olur. Sen ise çokça kadın boşuyorsun. Bu bakımdan kızımı boşayacağından korkuyorum. Eğer bunu yaparsan kalbimin sana karşı olan muhabbetinin bozulacağından çekiniyorum. Sana kalbimin bozulması hiç de hoşuma gitmez. Çünkü sen Hz. Peygamber'in bir parçasısın. Eğer (zevcen olacak) kızımı boşamayacağını şart koşarsan, onu seninle evlendiririm. Bu söz karşısında Hz. Hasan sustu, usulca kalktı ve evden çıktı.
Abdurrahman'ın aile efradından birisi diyor ki: Hz. Hasan'ın giderken şunları söylediğini işittim: 'Abdurrahman bu sözleriyle kızını benim boynuma bir halka gibi geçirmekten başka birşey kasdetmiyor'.
Hz. Ali de oğlunun (Hz. Hasan'ın) bu şekilde çokça kadın boşamasından rahatsız oluyordu. Çok zaman minberde hutbe okurken Hz. Hasan'ın çok kadın boşamasından dolayı cemaatten özür diler ve şöyle derdi: 'Hasan çok kadın boşayan kimsedir. Bu bakımdan kızlarınızı onunla evlendirmeyiniz'. Hz. Ali bu sözünü birkaç kez tekrarladı. (Yemenli) Hemedan kabilesine mensup bir kişi ayağa kalkıp şöyle dedi: 'Ey emîr'el-mü'minîn! Vallahi o isteyince biz ona kızlarımızı nikâh edeceğiz. Nikâhtan sonra isterse zevciyyetinde bırakır, isterse terkeder'. Bu söz Hz. Ali'yi sevindirip şu sözleri söylemesine vesile oldu: 'Eğer ben cennetin kapıcısı olsaydım, Hemedan kabilesine selâm ile cennete giriniz derdim'.
Hz. Ali'nin bu sözü, şunu gösterir ki, kişi sevdiklerine ve evladına kızdığında, onu dinleyen de onun gibi onun dostuna atıp tutmamalıdır. Zira böyle bir şeyde onunla birleşmek çirkin bir beraberlik olur. Aksine edep, mümkün olduğu kadar burada ona muhalefet etmektedir. Böyle bir muhalefet, onun kalbini daha da hoşnut eder. Onun iç âlemine daha uygun gelir. Bunu nakletmekten gayem; boşanmanın helâl olduğunu beyan etmektir. Allah Teâlâ, boşanmakta da, evlenmekte de müslümana zenginliği va'detmektedir. Bir de içinizden bekârları ve kölelerinizle câriyelerinizden sâlihleri evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları fazlından zengin eder. Allah'ın ihsânı geniştir. (Nûr/32)
Eğer karıkoca boşanarak birbirinden ayrılırsa Allah herbirini kudretiyle zengin kılar. Allah'ın ihsânı geniştir. O, hükmünde hikmet sahibidir. (Nisa/130)
4. Gerek boşandığında, gerekse evlendiğinde hanımının sırrını ifşâ etmemektir. Zira kadınların sırrını ifşâ etmek hususunda sahih bir haberde büyük bir tehdid vârid olmuştur.170
Sâlihlerden birisi, hanımını boşamak istedi. Kendisine 'Seni hanımın hakkında şüpheye sevkeden nedir ki onu boşuyorsun?' denildiği zaman, şu cevabı verdi: 'Akıllı bir kimse hanımının perdesini yırtmaz'. Hanımını boşadıktan sonra kendisine 'Neden boşadın?' denildiğinde şöyle demiştir: 'Benim başkasının hanımıyla artık ne alâkam var ki, ondan bahsedeyim?'
İşte buraya kadar zikrettiklerimiz kocaya düşen vazifelerdir. B) Kocanın Hanımı Üzerindeki Hakları Bu hususta en güzel söz şudur: Nikâh bir nevi köleliktir. Bu bakımdan kadın (teşbih yoluyla) kocanın kölesi sayılmaktadır. O halde koca, karısından neyi isterse karısının onu yerine getirmek suretiyle itaat etmesi lâzımdır. Kocanın karısının üzerindeki hakkının büyüklüğüne dair birçok hadîsi şerif gelmiştir. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Hangi kadın, kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse, o kadın cennete girer.171
Adamın biri sefere çıktı. Hanımına 'Evin ikinci katından alt katına inme' diye emir verdi. Hanımın babası alt katta bulunuyordu ve hastalanmıştı. Bunun üzerine kadın, Hz. Peygamber'e haber gönderdi: 'Bana izin versin, üst kattan alt kata, babamın yanına ineyim'. Hz. Peygamber: 'Kocana itaât et' dedi. Bundan sonra kadının babası vefat etti, yine Rasûlullah'a haber gönderip babasının cenazesinde bulunmak için izin istedi. Hz. Peygamber 'Kocana itaat et' dedi. Böylece kadının babası defnedildi. Definden sonra Rasûlullah kadına 'Senin kocana itâat etmen yüzü suyu hürmetine Allah Teâlâ babanı bağışladı' haberini gönderdi.172
Kadın beş vakit namazını kıldığı, Ramazan orucunu tuttuğu, iffetini koruduğu ve kocasına itâat ettiği zaman rabbinin cennetine girmiş olur.173
Hz. Peygamber böylece kocaya yapılan itâati İslâm'ın esaslarından saymıştır. Hz. Peygamber (s.a) kadınları vasıflandırarak şöyle buyurmuştur:
Gebe kalırlar, doğururlar, emzirirler ve çocuklarına şefkat gösterirler. Eğer kocalarına karşı yaptıkları nankörlük olmasaydı, onların namaz kılanları cennete girecekti.174
(İsrâ gecesinde veya uykuda) cehennem bana gösterildi. Baktım ki, ateşte bulunanların çoğu kadınlardı. Kadınlar 'Neden böyledir yâ Rasûlullah?' diye sordular.
Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: Çokça lânet okurlar ve kocalarının iyiliklerini inkar ederler...175
Cennete baktım ve gördüm ki, cennet halkının en azını kadınlar teşkil etmektedir. Bu durum karşısında şöyle sordum: 'Kadınlar nerede?' Cennet bekçisi bana şu cevabı verdi: 'Onları, iki kırmızı; yani altın ve boyalı elbiseler cennetten meşgul etti'.176
Hz. Peygamber (s.a) bu sözüyle zînet ile süslü elbiseleri kasdetmiştir. Âişe vâlidemiz şöyle anlatır: Genç bir kız Hz. Peygamber'e gelip 'Ey Allah'ın Rasülü! Ben gördüğün gibi genç bir kızım. Çok kimseler tarafından istenmekteyim, fakat evlenmekten kaçınıyorum. Acaba kocanın kadın üzerindeki hakkı nedir?' diye sordu. Rasûlullah şöyle cevap verdi: Eğer kocanın tepesinden ayağına kadar bütün bedeni irinler içinde kalıp hanımı o irinleri diliyse yalasa, yine de ona karşı teşekkür vazifesini yerine getirmiş sayılmaz. Genç kız 'O halde ben evleneyim mi?' deyince, Hz. Peygamber şöyle dedi: Evet evlen. Zira evlenmek, evlenmemekten daha hayırlıdır.177
İbn Abbas şöyle anlatıyor: Haysam kabilesinden bir kadın gelip 'Ben kocası olmayan bir kadınım, evlenmek istiyorum. Acaba kocanın eşi üzerindeki hakkı nedir?' diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Kocanın eşi üzerindeki hakkından birisi; kocası onu yatağa davet ettiği zaman, o devenin sırtında bile olsa kocasını reddetmemesidir. Yine kocanın hakkından birisi de kocanın izni olmaksızın onun evinden herhangi bir şeyi başkasına vermemesidir. Eğer kocasından izin almadan onun evinden başkasına birşey verirse günahı onun boynuna, sevabı ise kocasına yazılır. Kocanın hakkından birisi de, kocanın izni olmaksızın nafile oruç tutmamasıdır. Eğer kocanın izni olmadan nafile oruç tutarsa, boşu boşuna acıkmış ve susamış olur, o oruç kendisinden kabul olunmaz. Eğer kocanın izni olmadığı halde kocasının evinden çıkarsa, eve dönünceye veya tevbe edinceye kadar melekler ona lânet okurlar.178
Eğer herhangi bir kimseye Allah'tan başka bir varlığa secde etmesini emretseydim, muhakkak ki kadına, kocasına secde etmesini emrederdim. Böyle bir emri de kocanın karısı üzerindeki haklarının büyüklüğünden ötürü verirdim.179
Kadının rabbinin cemâline en yakın olduğu zaman evinin içinde bulunduğu zamandır. Kadının evinin açık bir yerinde namaz kılması, camide namaz kılmasından daha üstünkılması evinin açık kısmında kıldığı namazdan daha üstündür. Evin içindeki küçücük odasında kıldığı namaz ise, evin içinde kıldığı namazdan daha üstündür.180
Hadîs-i şerifteki 'mahda' veya 'mıhda' kelimesi 'ev içindeki oda' demektir. Bunun böyle olması ise, kadının daha fazla gözlerden kaybolmasından ileri gelir. Bu sırra binâen Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kadın avrettir. Bu bakımdan kadın evinden çıktığı andan itibaren şeytanı onu saptırmak için gözetlemeye başlar.181
Kadının on avreti vardır. Ne zaman ki, kadın evlenirse, kocası onun tek bir avretini örter. Öldüğünde, kabir onun on avretini birden örter.182
Kocanın eşi üzerindeki hakları çoktur. Onların en önemlisi şu iki şeydir: a) Namusunu korumak ve tesettüre riayet etmek. b) İhtiyacın haricinde olan şeyleri istemeyi terketmek ve kocanın kazancı haram olduğu takdirde onu yemekten sakınmak.
Evet, selef-i Sâlihîn zamanında kadınların âdeti şöyleydi: Kişi evinden çıktığı zaman, hanımı veya kızı, arkasından şöyle haykırıyordu: 'Haram kazançtan sakın! Zira biz açlık ve fakirliğe sabredebiliriz, fakat ateşe sabredemeyiz'.
Seleften bir kişi sefere çıkmak istedi. Komşuları onun sefere gitmesini hoş görmediler. Bundan ötürü de hanımına 'Neden onun sana herhangi bir nafaka bırakmadan sefere çıkmasına razı oluyorsun?' dediler. Kadın şu cevabı verdi: 'Ben kocamı tanıdığımdan beri onu hazır yiyen biri olarak gördüm. Onu rızık verici olarak tanımış değilim. Benim rızık verici bir rabbim vardır. Hazır yeyici gidiyor, rızık verici ise kalıyor.
İsmail'in kızı (Şamlı) Rabia Hatun183 Ahmed b. Ebî Havarî'ye evlenme teklifinde bulundu. Ahmed ise ibâdetle meşgul olduğundan ötürü bu teklifi hoş karşılamadı ve Rabia'ya şöyle dedi: - Vallahi ben kendi hâlimle meşgul olduğum için kadınlara karşı herhangi bir isteğim mevcut değildir. Bunun üzerine Rabia; kendisine şu karşılığı verdi: - Ben de kendi hâlimle meşgul olduğum için sana ihtiyacım yok. Benim şehvetim de kalmamış, fakat kocamdan bol bol servet kaldı. Seninle hayat birliği yapıp, o serveti arkadaşlarına infak etmeni ve senin sayende sâlih kimselerle tanışmayı istedim. Belki böyle bir infak ve tanışma, benim için Allah'a götürücü bir vesile olur. Rabia'nın bu sözüne karşılık olarak Ahmed 'O halde, hocamdan izin isteyinceye kadar bana mühlet ver' dedi. Sonra Ahmed, hocası Ebu Süleyman ed-Dârânî'ye müracaat etti. Ahmed diyor ki: Mürşidim Ebu Süleyman hep beni evlenmekten meneder, 'Arkadaşlarımızdan kim evlenmişse onun hâli muhakkak bozulmuştur' derdi. Fakat Rabia'nın bana söylediklerini kendisine naklettiğim zaman 'Onunla evlen. O, Allah'ın veli kullarındandır. Bu konuşma, sıddîkların konuşmasıdır' dedi. Mürşidimin emri üzerine Rabia ile evlendim. Bizim evimizde bir çuval Ces (bir madde) bulunuyordu. Bu madde, yemekten sonra çıkıp gitmek isteyenlerin el yıkamasından ötürü tükendi. Bu madde ile yıkanmayıp Eşnan ile yıkananlar da çoktu. Ahmed diyor ki: 'Rabia üzerine üç kadın daha getirdim'. Rabia bana kuvvetli yemekler yedirip güzel kokular sürdükten sonra şöyle dedi: 'Keyifli ve kuvvetli olarak kadınlarının yanına git'.
Bu hâdisede ismi geçen Rabia Hâtun, Şamlılar arasında Basra'da bulunan Rabiat'ül-Adeviyye'ye benziyordu. Kadının gözetmesi gereken vazifelerden biri de, kocasının servetine karşı gevşeklik göstermemesi, aksine onu korumasıdır.
Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kadına, kocasının evinden ancak onun izni olduktan sonra yedirmek helâl olabilir. Ancak bozulmasından korkulan yaş yiyeceklerden olursa o zaman izin almadan fazlasını yedirebilir. Eğer kadın kocasının rızasını aldıktan sonra yemeğinden yedirirse, kocaya yazılan ecir kadar, kendisine de ecir yazılır. Eğer onun izni olmaksızın yedirirse, yedirilenin ecri kocaya yazılır. Günahı ise kadına...184
Kadının ana-babasına düşen görev ise, ona (mutlak mânâda) güzel muaşereti ve özellikle kocasıyla olan ilişkilerin edeplerini öğretmektir.
Hârice el-Fezzârî'nin kızı Esmâ, kızını evlendirdiği zaman ona şöyle hitap etti: Sen, içinde bulunduğun yuvadan ayrılıp, tanımadığın bir yatağa gireceksin. Daha önce tanımadığın bir eşle karşılaşacaksın. Bu bakımdan sen ona yer, o da sana gök olmalı. Sen ona beşik, o sana direk olmalı. Sen ona câriye ol ki, o sana köle olsun. Ondan uzaklaşma ki, o seni unutmasın. Eğer o sana yaklaşırsa, sen ona daha da yaklaş. Eğer o senden şiddetle uzaklaşırsa, sen de (onun şiddetinden korunmak için) ondan uzaklaş. Onun burnunu, kulağını ve gözünü koru. O senden ancak güzeli koklasın. Ancak iyiyi dinlesin ve ancak güzele baksın.
Adamın biri zevcesine şöyle demiştir: Benden gelen affı kabul eyle. O zaman sevgimi kendin için devam ettirmiş olursun. Öfkelendiğim zaman da bana cevap verme. Tef vururmuş gibi durma. Zira sen, senden kaybolanın ne halde olduğunu bilmezsin. Fazla şikâyette bulunma ki aşkı ortadan kaldırmış olmayasın. Bu takdirde kalbim senden uzaklaşır. Kalpler ise daima değişmektedir. Çünkü ben gördüm ki, kalpte sevgi ve eziyet bir araya geldiği zaman, sevgi pek fazla devam etmeyip hemen gidiveriyor.
Kadının yerine getirmekle mükellef olduğu edepler hususunda en kapsamlı söz şudur: 'Evinin derinliğinde oturmalı. İğini elinden bırakmamalı.Çok girip çıkmamalı. Komşularıyla az konuşmalı. Ancak gerektiği zaman onlara gitmeli. Kocası evde olmadığı zaman, onun namusunu ve malını korumalı. Bütün işlerinde kocasını sevindirmeyi düşünmeli. Nefsinde ve kocasının malında kocasına ihanet etmemeli. Onun evinden ancak onun izniyle çıkmalı. Eğer onun izniyle çıkarsa güzelliklerini yırtık pırtık bir kıyafet içerisinde gizlemeli. Çarşı ve pazarlardan geçmeyi değil, tenha yolları seçmeli. Yabancı bir kimseye sesini duyurmaktan sakınmalı veya yabancı bir kimseye kendisini tanıtmaktan sakınmalı. İhtiyaçlarını temin etmek için kocasının dostuna kendisini tanıtmamalı. Kendisini tanıdığını veya kendisinin tanıdığını zannettiği bir kimseye kendisini tanıtmayacak bir şekilde davranmalı. Durumunu düzeltmeye ve ev işlerini düzene sokmaya çalışmalı. Namazına, orucuna yönelmeli. Kapıya gelen kocasının bir dostu izin istediği zaman, kocası hazır olmadığı takdirde kapıda onlara kim olduklarını dahi sormamalı ve onlarla karşılıklı konuşmaya girişmemeli. Bütün bunları kendi nefsi ve kocasının şerefi için yapmalı. Cenabı Hakkın rızık olarak kocası vasıtasıyla kendisine verdiğine kanaat etmeli ve diğer akrabalarının hakkını da takdim etmeli. Nefsinde çok nazif olmalı. Her zaman öyle bir durumda bulunmalı ki, kocası istediği anda onunla yatağa girmeli. Kocasının çocuklarına şefkat göstermeli. Onları örtmeye dikkat etmeli. Çocuklarına küfretmek ve kocasına karşılık vermek hususunda dili kısa olmalı'.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Ben ve yanakları kırmızı bulunan bir kadın (iki parmağına işaret ederek) cennette bunların ikisi gibiyiz. O öyle bir kadındır ki, kocasından dul kalmış, küçük kızlarını büyütmek için şehvetinden korunmuş. O çocuklar hayırlı bir şekilde büyüyüp minnetsiz oluncaya veya ölünceye kadar bu hâl devam etmiştir.185
Allah Teâlâ benden önce cennete girmeyi Âdemoğluna haram kılmıştır. Ancak ben sağıma baktığımda bir de ne göreyim! Bir kadın benden önce cennet kapısına varmak istiyor. Soruyorum: 'Şu kadının durumu nedir ki benden önce cennet kapısına varmak istiyor?' O zaman bana denildi ki: 'Ey Muhammed! Bu güzel bir kadındı. Yanında yetimleri vardı. Onları büyütmek için sabredip kocaya gitmedi. Onların işleri yoluna girinceye kadar durum böyle devam etti. Bu bakımdan Allah Teâlâ bu kadın kuluna bu hareketinden ötürü teşekkür etti.186
Kadının yerine getirmekle mükellef olduğu edeplerden biri de güzelliğiyle kocasına karşı böbürlenmemek, kocasının çirkinliğinden ötürü de onunla alay etmemektir.
el-Esmâî şöyle anlatır: Ben bir ara çöle bedeviler arasına gittim. Çok güzel bir kadını çok çirkin bir kocanın nikâhı altında görünce dedim ki: - Ey kadın! Sen kendin için razı mısın ki, böyle çirkin bir kocanın nikâhı altında bulunuyorsun? - Ey kişi sus! Bu sözünle kötülük yaptın. Belki de kocam Allah için bir iyilik yapmıştır. Allah Teâlâ beni onun sevabı olarak kendisine vermiştir veya ben bir kötülük yapmışım, Allah Teâlâ bu çirkin kocayı bana bir ceza olarak vermiştir. Acaba ben Allah'ın bana razı olduğuna razı olmayayım mı?
Esmâî diyor ki; 'Kadın bu şekilde beni susturdu'. Yine Esmâî şöyle demiştir: "Çölde (bedeviler arasında) bir kadın gördüm. Sırtında kırmızı, allıpullu bir entari, eli kınalı ve aynı zamanda elinde bir tesbih vardı. Ben 'Şu tesbihin, bu süslerden ne kadar uzaktır?" dedim. Kadın dedi ki: 'Benim Allah için bir tarafım vardır. Onu zâyi etmem. Oynaşmak ve tembellik için de diğer bir tarafım vardır'. Kadının bu sözünden anladım ki, bu kadın sâliha ve evli bir kadındır. Süslerini kocasına karşı olan vazifesi olarak takmıyor".
Kadının edeplerinden biri de, kocası bulunmadığı zaman salâhtan ayrılmamaktır. Kocası bulunduğu zaman da oynaşmak, gülüşmek ve lezzetin bütün sebeplerine başvurmaktan ayrılmamalı. Hiçbir durumda kocasına eziyet vermek kadına uygun düşen bir hareket değildir.
Muaz b. Cebel'den rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Dünyada herhangi bir kadın kocasına eziyet verdiğinde, o koca için cennette bulunan hurisi şöyle çağrıda bulunur: 'Ey kadın! Allah seni kahretsin. Ona eziyet verme. O, senin yanında misafirdir. Yakında senden ayrılıp bize gelecektir'.187
Kadının üzerinde evlenme hakkı olarak vacib olan şeylerden biri de kocası öldüğü zaman, dört ay on günden fazla matemli kalmamak, kokudan ve süsten bu müddet zarfında kaçınmaktır.
Ebu Seleme'nin kızı Zeyneb şöyle diyor: Rasûlullah'ın zevcesi Ümmü Habibe'nin babası Ebu Süfyan b. Harb öldüğü zaman, onun yanına gittim. Ümmü Habibe, içinde kına veya başka maddeler bulunan bir kokuyu istedi. Onu önce bir kızın başına sürdü. Sonra onunla yanaklarını ovaladı. Daha sonra şöyle dedi: Vallahi benim koku sürünmeye ihtiyacım yok.
Ne var ki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: 'Allah'a ve ahirete iman eden bir kadın için herhangi bir ölünün matemini üç günden fazla tutmak helâl değildir. Ancak, kocasının matemi hariç'.188
Kadın, iddeti tamam oluncaya kadar kocasının evinden nik-âhlıymış gibi çıkmamalıdır. Ne ailesini ziyaret etmeli ve ne de zaruret olmaksızın herhangi bir yere çıkmalıdır. Kadına düşen edeplerden biri de, ev içinde gücünün yettiği her hizmeti yapmaktır.
Hz. Ebubekir'in kızı Esmâ şöyle anlatır: Zübeyr ile evlendim. Zübeyr'in yeryüzünde ne malı ne kölesi, atından ve sucu devesinden başka ne de herhangi bir şeyi vardı. Ben onun atının yemini veriyordum. Onu atı beslemekten kurtarmıştım ve atın seyisliğini yapıyordum. Devesine hurma çekirdeğini döver yedirirdim. Suyu çekiyor, su kabını delindiği zaman dikiyor ve hamurunu yoğuruyordum. Başımın üzerinde bir fersahın üçte ikisi kadar uzakta bulunan yerden hurma çekirdeklerini devesine taşıyordum. Babam (Hz. Ebubekir) bana bir cariye gönderip o cariye Zübeyr'in atına bakıncaya kadar bu vazifelere devam ettim. Babam o cariyeyi göndermek suretiyle sanki beni âzâd etmişti. Birgün ashabıyla beraber gelen Rasûlullah'a rastladım. Benim başımın üzerinde hurma çekirdeğinin sepeti vardı. Hz. Peygamber beni görünce devesine 'Çök, çök!' dedi. Gayesi, deveyi çöktürüp beni terkisine almaktı. Ben erkekle beraber gitmekten utandım. Kocam Zübeyr'i ve onun kıskançlığını hatırladım; zira Zübeyr insanların en kıskancıydı. Hz. Peygamber de benim bu durumumu farkedip anladı. (Beni bırakıp yoluna devam etti). Böylece Zübeyr'e geldim ve başımdan geçenleri ona hikâye ettim. Bunun üzerine Zübeyr şöyle dedi: 'Vallahi senin başında taşıdığın çekirdekler, Rasûlullah'ın terkisine binmeden bana daha ağır geldi'.189
Nikâh âdâbına ilişkin bu bölüm Allah'ın izniyle burada sona ermiş bulunuyor. Allah her seçkin kulunun üzerine rahmet deryalarını coştursun! Âmin.
165) Sünen sahipleri,İbn Hibban,Tirmizî;sahih ve hasen olduğunu söylemiştir. 166) Kut'ul Kulûb'da 'Eğer çenesi düşük, cehaleti büyük, eziyeti fazla ise boşaması ikisinin de dinine daha yararlıdır. Dünya ve âhirette ikisinin kalbine de rahatlık verir' denilmiştir. 167) Ebu Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Hibban 168) Nesâî, (Ebu Hüreyre'den); Tâberânî, (Ukbe b. Amir'den zayıf bir senedle) 169) Müslim ve Buhârî, (İbn Ömer'den) 170) Müslim, (Ebu Said'den) 171) Tirmizî ve İbn Mâce 172) Taberânî, Evsat, (zayıf bir senedle) 173) İbn Hibban, (Ebu Hüreyre'den) 174) İbn Mace ve Hâkim, (Ebu Umame'den) 175) Müslim ve Buhârî, (İbn Abbas'tan) 176) İmam Ahmed, (Ebu Umame'den zayıf bir senedle) 177) Hâkim, (Ebu Hüreyre'den sahih bir senedle) 178) Beyhakî, (İbn Ömer'den) 179) Tirmizî ve İbn Hibban, (Ebu Hüreyre'den); Ebu Dâvud, (Kays'tan); İbn Mâce, (Hz. Aişe'den) 180) İbn Hibban, (İbn Mes'ud'dan); Ebu Dâvud ve Beyhakî, (Hz. Aişe'den) 181) Tirmizî, hasen ve sahih olduğunu söylemiştir. İbn Hibban, (İbn Mes'ud'dan) 182) Hâfız Ebu Bekir Muhammed b. Ömer, Târih-i Talib, (Hz. Ali'den zayıf bir senedle) 183) İsmail'in kızı Rabia Şamlıdır. Kendisi Sûfîlerden zâhide bir kadındır. İmam Ahmed, bazı meselelerde bu kadına müracaat ederdi. Bu kadın Ebu Süleyman ed-Dârânî'nin terbiyesinde yetişmiş bir dervişe idi. 184) Ebu Davud et-Tayalâsî ve Beyhakî, (İbn Ömer'den) 185) Ebu Dâvud, (Ebu Mâlik'ten zayıf bir senedle) 186) Harâitî, (Ebu Hüreyre'den zayıf bir senedle) 187) Tirmizi ve İbn Mâce 188) Müslim ve Buhârî 189) Müslim ve Buhârî 
Tâlim
erkeğin karısına ilim öğretmesi istihaze ilmini öğretmek Evlenmiş bir kimse, hayız ve ahkâmını, vâcib olan sakınma durumunu bilecek derecede öğrenmelidir. Hanımına namazın ahkâmını, hayızda kazâ olunan namazı va kazâ olunmayan ibâdet kısımlarını öğretmelidir. Zira kişi ailesini ateşten korumakla görevlendirilmiştir: Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyun ki... (Tahrim/6)
Bu bakımdan, hanımına Ehl-i Sünnet'in itikadını telkin etmek, onun kalbinden eğer daha önceden varsa her bid'atı silmek ve eğer din hususunda ihmalkâr ise, onu Allah'ın azabından korkutmak, muhtaç olduğu hayır ve istihâze ahkâmını ona öğretmek kocanın vazifelerindendir.
İstihâze ilmi, uzun uzadıya bir ilimdir. Bu bakımdan kadınlara, hayızlı olduklarında hangi ibadetin kaza edileceğini veya edilmeyeceğini bilecek kadar hayız ilmini öğretmek gerekir. Zira kadının güneş batmadan önce bir rek'at sığdıracak bir zamanı kalmış iken hayız kanı kesilirse, kendisine o günün hem öğlesinin, hem de ikindisinin kazâsı gerekmektedir. Sabah namazından önce bir rek'at kadar bir zaman kalmış iken kadının hayız kanı kesilirse, o gecenin akşam ve yatsı namazlarını kaza etmesi gerekir. İşte bu husus, kadınların bilmesi gereken şeylerin en azıdır. Eğer koca karısının eğitimiyle ilgilenirse, o zaman hanım evinden çıkıp dinî meseleleri âlimlerden sormak için gitmemelidir. Eğer kocasının ilmi yetmiyorsa, fakat buna rağmen hanımına vekâlet ederek, gidip âlimlerden müşkilâtını soruyor ve verilen cevabı gelip karısına haber veriyorsa, böyle bir durumda da yine hanım dışarıya çıkmamalıdır. Eğer böyle bir durum yoksa, o vakit hanım müşkil meselelerini sormak için çıkıp âlimlere gidebilir ve de gitmelidir. Bu halde kocası kendisine mâni olursa günah işlemiş olur. Kadın kendisi için gereken farzları öğrendiyse, ondan sonra zikir meclisine gitmek için veya fazlasını öğrenmek için ancak kocasının rızasıyla çıkabilir. Ne zaman ki kadın hayız veya istihâze hükümlerinden birisini ihmal ederse ve kendisine kocası da gerekeni öğretmezse, böyle bir durumda günâhkâr olduğu gibi, kocası da günahta kendisine ortak olur.
Vika
cinsi münasebet eşler arası ilişki Eşler arasındaki ilişkiye besmele ile başlanması müstehâbdır. Temastan önce İhlâs suresini okuyup Allahu Ekber deyip Lâ ilâhe illâllah dedikten sonra şu duâyı okumalıdır: Büyük ve yüce olan Allah'ın ismiyle başlarım. Ey Allahım! Eğer zürriyetimden bir çocuk çıkmasını takdir etmişsen, onu tertemiz bir evlat kıl!
Hz. Peygamber (s.a) bu hususta ümmetine şöyle tavsiyede bulunmaktadır: Biriniz ehliyle cinsî münasebette bulunmak istediği zaman 'Ey Allahım! Beni şeytandan uzaklaştır veya bana rızık olarak vereceğinden şeytanı uzaklaştır' derse bu temastan eşlerin arasından bir çocuk doğarsa, şeytan o çocuğa tasallut edemez.129 Meninin akması yaklaştığı zaman, içinden dudaklarını kıpırdatmaksızın şu ayeti okumalıdır: 'Hamd o Allah'a mahsustur ki, sudan bir beşer yarattı...'
Âlimlerden biri, cinsî münasebette bulunmak istediği zaman (gayr-i İhtiyârî olarak) evdekilere işittirecek derecede sesini yükseltip tekbir getirirdi. Cinsî münasebette bulunmak isteyen kıbleden yüzünü çevirmeli, kıbleye hürmet için, cima anında kıbleyi karşısına almamalıdır. Cima ânında gerek kendini ve gerekse hanımını bir örtü ile örtmelidir. Zira Hz. Peygamber (s.a) üzerini örter ve sesini alçaltırdı ve eşine de sükûnet tavsiye ederdi.130
Sizlerden herhangi biriniz eşiyle cima ettiği zaman sakın merkepler gibi soyunmasınlar.131
Cimadan önce ince ve hassas konuşmalar yapmalı, hanımı öpmelidir.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Sakın sizden herhangi biriniz hayvanın eşinin üzerine atladığı gibi eşine yaklaşmasın. Aralarında elçi olsun. Denildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Elçi nedir?' Şöyle buyurdu: 'Öpmek ve konuşmaktır'.132
Üç şey vardır ki, bunlar kişinin acizliğinden kaynaklanır: a) Tanıması gereken biriyle bir araya gelip onun ismini ve soyunu öğrenmeden ondan ayrılmak, b) Biri kendisine ikrâm ettiği halde ikrâmını geri çevirmek, c) Kişi, câriyesine veya zevcesine yaklaşıp onunla konuşmadan, onunla sevişmeden önce onunla cinsî münâsebet kurup onun ihtiyacını düşünmemek.133
Ayın üç gecesinde kişi için cinsî münâsebette bulunmak mek-ruhtur: a) Ayın birinci gecesi, b) Ayın sonuncu gecesi, c) Ayın ortanca gecesi.
Deniliyor ki, bu gecelerde yapılan cinsî münâsebette şeytan hazır bulunur. Yine deniliyor ki, bu gecelerde şeytanlar cinsî münasebette bulunurlar. Bu gecelerde cinsî münâsebette bulunmanın mekruh olması Hz. Ali'den, Muaviye'den ve Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edilmiştir: (Cuma günü) yıkanan ve ailesini yıkatan kişiye Allah rahmet etsin!
Bu hadîs-i şerifin te'villerinden birini (cuma günü cinsî münasebette bulunmak ve dolayısıyla zevcesini de yıkanmaya mecbur etmek) yerine getirmek için âlimlerden bir kısmı, Cuma gününde ve gecesinde cinsî münasebette bulunmayı müstehab görmektedir. Kişi cinsî münasebette bulunup zevklendiği zaman, hanımının da zevklenmesine fırsat vermesi gerekir ki, o hanımından zevk aldığı gibi, hanımı da ondan zevk almış olsun. Zîra kadının menisi çok zaman erkeğin menisinden daha sonra gelmektedir. Bu bakımdan kadının şehvetini tahrik edip, daha şehveti tamam olmadan ondan uzaklaşmak, ona bir nev'i eziyettir. Eşler arasındaki meninin akışından meydana gelen ihtilâf eğer kocanın menisi daha önce akıyorsa buğz ve ayrılığa sebep olur. Karı kocanın ikisinin menisi birden akarsa bu durum zevceye daha lezzetli gelir. Böyle olması için erkeğin çaba sarfetmesi gerekir. O anda kişi eşiyle değil, kendi nefsiyle meşgul olmalıdır. Zira kadın çok zaman utanarak bu derdini açmaktan kaçar.
Karısıyla dört gecede bir cinsî münâsebette bulunması uygun-dur ve böyle yapmak daha âdil bir şekildir. Zira müslüman bir erkeğe helâl olan kadınların sayısı dörttür. Bundan daha fazla geciktirebilir. Evet, (kendi nefsini veya) zevcesinin nefsini zinadan korumak bakımından gerektiği anda bu müddeti çoğaltıp veya azaltabilir. Çünkü kadının bu hususta korunması kocasına farzdır. Her ne kadar zorluluğundan ötürü cinsî münasebette bulunmak kocadan şer'an istenilmese de... (Bu bakımdan kocanın vazifesi geceleyin hanımının yanında uyumaktır. Hanıma düşende gece gündüz nefsini kocasından menetmemektir. Oruçlu olsa bile. (Zira ancak kocanın izniyle nafile orucu tutabilir).
Kadın hayızlı iken onunla cinsî münasebette bulunmamalıdır. Hayız kanı kesildikten sonra da yıkanmadan önce (Şâfiî mezhebine göre) cinsî münasebette bulunmak yasaktır. Hayızlı iken cinsî münasebetin harâm olduğu Kur'an nassıyla sâbittir.
Denildi ki, kadın hayızlı iken yapılan temaslardan ötürü çocukta cüzzam hastalığı olur. Kişi hayızlı hanımının bütün bedeniyle oynayabilir. Mûtad yolun dışında hanımı ile temasta bulunamaz. Zira hayızlı bir kadının cinsî münâsebeti eziyet verici olduğu için haram kılınmıştır. Hanımın mûtad yolundan başka yollarında ise eziyet daimî bir şekilde mevcuttur. Bu bakımdan böyle bir yoldan münâsebette bulunmak, hayızlı bir hanımla münâsebette bulunmaktan daha şiddetli bir şekilde haramdır.
'Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl isterse-niz öyle varın' (Bakara/223) ayeti İstediğiniz vakitte tarlanıza gelebilirsiniz' mânâsını da ihtiva eder. (İstediğiniz yoldan oraya varınız mânâsını ifade etmez).
Hayızlı hanımın eliyle istimna edilebilir. Cinsî münâsebet hariç, elbisesinin altında istediği şekilde bedeninin her tarafından yararlanabilir.134 Hayız halinde kadının kemer bağlama yerinden dizlerinin üstüne kadar uzanan küçük bir izar bağlaması uygundur. Böyle yapmak edeptendir. Kişi hayızlı bulunan hanımıyla beraber yemek yiyebilir. Onunla beraber aynı yatakta yatmak ve oynaşmakta kişi için bir sakınca yoktur. Hayızlı olduğundan ötürü ondan cinsî münasebet hariç sakınması gerekmez.
Eğer kişi ikinci bir defa helâliyle cinsî münâsebette bulunmak istiyorsa, temastan önce tenasül uzvunu yıkamalıdır. Eğer kişi ihtilâm olmuşsa uyandıktan sonra tenâsül organını yıkamadan önce veya küçük su dökmeden önce cima etmemelidir,
Taharetsiz uyanmamak için, gecenin başlangıcında cima mekruhtur. Eğer cünüb iken uyumak veya yemek istiyorsa, namaz için abdest aldığı gibi abdest almalıdır. Çünkü böyle yapmak sünnettir. İbn Ömer şöyle diyor:
Hz. Peygamber'e 'Herhangi birimiz cünüp olduğu hâlde uyuyabilir mi?' diye sordum. 'Evet, abdest alıp uyuyabilir' buyurdu.135
Fakat bu hususta ruhsat bildiren bir haber vardır. Zira Aişe validemiz (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) hiç suya dokunmadan cünüp olarak uyuduğunu rivayet etmektedir.136
Kişi yatağına yatmadan önce yatağının yüzünü eliyle süpürmeli veya yatağı silkmelidir. Çünkü yataktan ayrıldıktan sonra ne olduğundan habersizdir.137
Cünüp iken traş olmak, tırnak kesmek, kasıkları traş etmek veya kan aldırmak veya bedenin herhangi bir parçasını koparıp atmak uygun değildir. Zira bütün bu parçalar âhirette bedene geri döneceklerdir. Eğer bedenden cünüp olarak ayrılmışlarsa, cünüp olarak döneceklerdir. Deniliyor ki, cünüp iken kesilen her kıl, kıyâmet gününde 'Neden beni cünüp iken kestin?' diye adamın yakasına yapışır ve dâvacı olur.
Cimanın edeplerinden birisi de azil yapmamaktır. Tohumun tarlası olan (zevcenin) rahminden başka, menisini herhangi bir yere akıtmamalıdır.
Hiçbir nefis yoktur ki, Allah Teâlâ onun yaratılışını takdir etmiş olsun da o olmasın,138 İşte Hz. Peygamber'in azil için söylediği budur. Eğer azil ya-parsa (bilsin ki) âlimler azlin mübâh veya mekruh olması hususunda dört görüştedirler. a) Bir grup âlim; mutlak ve her durumda azil mübahtır, demiştir. b) Bir grup da; mutlaka haramdır, demişlerdir. c) Başka bir grup da; eğer kadının da rızasıyla olursa helâldir, eğer kadının rızası yoksa helâl değildir, demiştir. Sanki bu son grup, azil yapmayı değil, kadına eziyet etmeyi haram kılmaktadır. d) Bir kısım âlimler de; câriyede azil yapmak mübahtır, fakat hür hanımlarda azil yapmak mübah değildir, demişlerdir. Bize göre en doğru fetva, azlin mübah olmasıdır.
Kerâhiyet'e139 gelince, şu üç mânâya gelmektedir: a) Tahrîmen kerâhiyet, b) Tenzîhen kerâhiyet, c) Faziletin terki mânâsına gelen kerâhiyet.
Bu bakımdan 'azil yapmak mekruhtur'140 diyenler üçüncü mânâ ile mekruh olduğunu söylemek istiyorlar. Yani azil yap-makta faziletin terkedilmesi vardır. Nitekim camide oturan bir kimse için 'Şu adam boş oturup zikir veya namazla meşgul olmazsa oturması mekruhtur' ve 'Mekke'de oturan bir kimse, her sene haccetmezse kerâhet işlemiştir' denir. Bu kerâhetten gaye; evlâ ve faziletliyi terketmek demektir. Azil meselesinde de bu şekildeki kerâhet sabittir. Çünkü biz daha önce evlat edinmekteki faziletten bahsetmiştik. Kişi zevcesiyle cinsî münasebette bulunduğunda, onun bu temasından kendisine erkek ve Allah yolunda çarpışıp şehid düşen her evladın ecri yazılır, - Ey Allah'ın Rasûlü! Bu nasıl olur? - Sen mi onu yarattın? Sen mi onu hidâyet ettin? Onun dirilmesi ve ölmesi de sana mı aittir? - Ey Allah'ın Rasûlü! Onu yaratan, hidâyet eden, dirilten ve öldüren Allah'tır. Böylece Rasûlullah (s.a) o hükmü ikrar ettirdi.
Bu hükmünü şu sırra binâen söylemiştir: Eğer bu kişiye hadîste vasfı geçen evlat gibi, bir evlat verilirse, böyle bir evladın doğumuna sebep olduğu için sevap kazanır. Oysa böyle bir evladın esas yaratanı, dirilteni ve cihada gitme kuvvet ve kudretini kendisine vereni Allah Teâlâ'dır. Babaya düşen vazife ki varolmasında sebep olmaktır cinsî münasebette bulunmaktır. Cinsî münasebette bulunmak da ancak meniyi anne rahmine akıttığı takdirde gerçekleşmiş olur. Biz azil yapmanın, kerâhet-i tahrîmiyye veya tenzihiyye olmadığını, ancak şu illetten ötürü söyledik: Yasağın (nehyin) isbatı ancak nass veya nass ile bildirilen başka bir şeyin üzerine kıyas etmekle mümkündür. Oysa azlin mekruh olması için herhangi bir nass olmadığı gibi, kerâheti hakkında kıyas edebileceğimiz bir asıl da mevcut değildir. Aksine burada azlin mübah olduğuna dair kıyas yapılacak bir asıl vardır. O da evlenmeyi esasından terketmek veya evlendikten sonra cimâı terketmek veya cinsî münasebette bulunduğu halde meniyi akıtmayı terketmektir. Bunların herhangi birini terketmek, en faziletli olanı terketmek demektir. Herhangi bir yasağı işlemek değildir. Bunlarla azl arasında hiçbir fark yoktur. Zira çocuk, ancak meninin rahme düşmesiyle oluşur. Meninin rahme düşmesinin de dört sebebi vardır: 1. Evlenmek. 2. Cinsî münâsebette bulunmak. 3. Cinsî münasebette bulunduktan sonra meninin akmasına kadar sabretmek. 4. Meni aktıktan sonra rahme varsın diye duraklamak.
Bu sebeplerin bir kısmı çocuk yapımına diğerinden daha yakındır. Meselâ dördüncüden kaçınmak, üçüncüden kaçınmak gibidir. Böylece üçüncüsü, ikincisi gibi ve ikincisi de birincisi gibidir.
Azil yapmak, âzaları daha belirmeyen çocuğu düşürmek veya olduktan sonra çocuğu öldürmek gibi değildir. Zira çocuğun oluştuktan sonra düşürülmesi veya olduktan sonra öldürülmesi, var olan bir varlığa saldırıp yok etmek demektir.
Var olmuş çocuğun dört mertebesi vardır. Varlık mertebelerinin ilki, meninin rahme akıp, hayatı kabul etmeye hazırlanmak için kadının suyu ile karışmasıdır. İşte bu şekilde kadının suyu ile karışmış bir meniyi yok etmek cinayettir. İkinci mertebesi, eğer bu meni, kan pıhtısı veya et parçası olursa onu ifsâd etmek, birinciyi ifsâd etmekten daha da korkunç bir cinâyet olur. Üçüncü mertebe, çocuğa ruh üfürülür ve âzaları belirirse, cinâyet daha da korkunçlaşır. Dördüncü mertebesi ve cinâyetin en ağırı ise, çocuğun annesinden diri olarak doğduktan sonra hayatına son vermektir.
Bizim 'Varlık sebebinin başlangıcı, meninin rahme akıtılmasıdır, erkek uzvundan çıkması değildir' dememizin sebebi şudur; çocuk sadece erkeğin menisinden yaratılmaz, iki eşin menilerinin karışmasından meydana gelir; ya erkek ile kadının suyundan veya erkeğin suyu ile kadının hayız kanından meydana gelir.141 Hekimlerden bazıları 'döl yatağındaki et parçası Allah'ın takdiri ile hayız kanından yaratılır' demiştir. Kan pıhtısında kanın yeri, yoğurt içindeki sütün yeri gibidir. Erkeğin menisi ise, o kanın katılaşması için, mayanın süt için şart olması gibi şarttır. Zira yoğurt ancak maya ile meydana gelebilir. Durum ne olursa olsun kadının suyu (menisi) çocuğun oluşumunda şarttır. Bu bakımdan eşlerin suları (menileri) akidlerdeki icab ve kabulün yerine geçer. Bu bakımdan kim önce akde evet deyip sonra karşı tarafın kabullenmesi olmadan önce cayarsa, akdi feshettiğinden ötürü suçlu sayılmaz. Ne zaman icab ile kabul, yani verdim ile aldım sözü bir araya gelirse, ondan sonra caymak yapılmış bir akdi feshetmek demek olur. Erkeğin bel kemiklerinde bulunan meni, tek başına çocuğu yapmadığı gibi, erkeğin tenâsül uzvundan çıktıktan sonra kadının suyu veya kanı ile karışmadıkça çocuk olmaz. İşte en açık kıyas budur.
İtiraz: Meniyi dışarıya akıtmak çocuğun olmasını bertaraf et-mek hususunda mekruh sayılmasa dahi, insanı böyle yapmaya sevkeden niyetinden ötürü mekruh olması, uzak sayılmayan bir ihtimaldir. Zira insanı azil yapmaya sevkeden niyet, bozuk bir niyettir. Böyle bir niyette şirkin şâibelerinden bir koku vardır.
Cevap: İnsanı azil yapmaya sevkeden niyetler beş tanedir: Birincisi, câriyeler hususunda yapılan niyettir. Cariyesi gebe kalmak suretiyle azâd edilmeye hak kazanıp, mülkünden çıkmasın, mülkünü elinden çıkarıcı sebepler ortadan kalksın diye azil yapar. Bu şekildeki azil ise, şer'an yasaklanmış bir azil değildir.
İkincisi, kadının gençlik ve güzelliğini korumak için azil yapmaktır. Böyle bir niyetle yapılan azil de yasaklanmış değildir. Üçüncüsü, çocuklarının çokluğu sebebiyle sıkıntının çokluğundan, geçim zorluğundan ve gayr-ı meşrû yerlere başvurmaktan kaçınmak niyetidir. Böyle bir niyetle yapılan azil de yasak değildir. Zira zorluğun ve çalışmanın azlığı, dinin yardımcısı olur. Gerçi asıl kemâl, Allah'ın teminâtına güvenip ona tevekkül etmektir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa, hepsinin rızkı sadece Allah'a aittir. (Hud/6) Şüphe yoktur ki, azil yapmakta kemâlin zirvesinden düşüş olduğu gibi, en faziletli olanı terketmek de sözkonusudur. Fakat görünüşte tevekküle aykırı olan, malı koruyup biriktirmek, tevek-küle zıt olmakla beraber yasak bir şeydir diyemeyiz.
Dördüncüsü, kız çocuğunun ar getireceği düşüncesiyle yapılan azildir. Kız çocukları kendilerine bir ayıp olur diye öldürmek cahiliyye Arabının âdeti olduğu gibi, kız çocuklarının başkasıyla evlenmelerinde bir rezâletin olduğuna inandığı için azil yaparsa, bu niyeti bozuk bir niyettir. Eğer bu niyetten ötürü evlenmenin esasını veya cinsî münâsebetin esasını terkederse günahkâr olur. Yani evlenmeyi veya cinsî münâsebeti terketmekten ötürü değil, bu niyetinden dolayı günahkâr olur. Böylece bu niyetle yapılan azilde de sorumluluk vardır, Hz. Peygamber'in sünnet-i seniyyesinde ar ve ayıbın olduğuna inanmaktan doğan tehlike ise, daha şiddetlidir.142 Böyle bir kişi, kendisini erkeklere benzetmek istediği için üstüne erkek çıkacak diye evlenmeyi terkeden bir kadına benzer.
Beşincisi, temizliğe aşırı derecede düşkün olan bazı kadınlarda olduğu gibi, çocuk doğurmaktan, hayız ve nifastan kaçındıkları için çocuk istememeleridir. Hatta evlenmekten bile kaçınmalarıdır. Bu hâricî mezhebine mensup kadınların âdetidir. Onlar temizliğe çok önem verirler. Hayız halinde oruç tutar. Hatta hayız günlerinde geçen namazlarını bile kazâ ederler. Helâya bile soyunarak girerler. Onların yaptıkları sünnet-i seniyye'ye aykırı bir bid'attir. Bu niyet de bozuktur. Haricî kadınlarından birisi Âişe vâlidemiz (r.a) Basra'ya geldiği zaman, Âişe'nin huzuruna girmek için izin istemiş, ancak Âişe validemiz ona izin vermemiştir. Bunların da çocuk doğurmamaları değil, bu niyet ve tutumları bozuktur. Çocukların nafakasından korkarak evlenmeyi terkeden bizden değildir. (Hz. Peygamber bu sözünü üç defa tekrar etmiştir).143
Şayet bu hadîsi öne sürerek itiraz edecek olursan, derim ki: Azil yapmak, evlenmeyi terketmek gibidir. Fakat Rasûlullah'ın 'Bizden değildir' demesi, şu mânâya gelir: 'Sünnetimiz ve yolumuz üzerinde bize uymuş değildir'; zira sünnetin en faziletlisi evlenip çocuk edinmektir.
Hz. Peygamber'in (s.a) azil hakkında 'Azil, çocuğu diri diri gömmektir' dediğini ve 'Diri olarak (toprağa) gömülen kıza hangi günahla öldürüldüğü sorulduğu zaman' (Tekvir/8)144 ayetini okuduğunu söyleyecek olursan ki bu hadîs sahih'de vardır cevap olarak deriz ki: Bu hadîs gibi, azlin mübah olduğuna işaret eden birçok sahih hadîs de vardır. Hz. Peygamber'in 'çocuğunu diri gömmektir' sözü ise 'gizli şirktir' sözü gibidir. Bu ise, haram olmasını değil, mekruh olmasını icabettirir.
İtiraz: İbn Abbas (r.a) azlin, çocuğu öldürmenin bir şekli olduğunu söylemiştir. Zira azil yapmakla doğumu önlenen, küçücük iken öldürülen bir yavru gibidir.
Cevap: İbn Abbas bu kıyasıyla varlığın önlenmesini, varlığın doğduktan sonra öldürülmesi hususuna kıyas etmiştir. Bu kıyas ise, zayıf bir kıyastır. Zayıf olduğundan ötürü Hz. Ali (r.a) İbn Abbas'ın bu şekilde kıyas yaptığını duyduğu zaman, onun bu kıyasının yerinde bir kıyas olmadığını söyleyerek şöyle demiştir: 'Ancak meni yedi tür değişimden geçtikten sonra zâyi edilirse, öldürülen çocuk hükmüne geçer'. Hemen bu sözün akabinde yaradılışın geçirdiği devirler hakkında vârid olan şu ayeti celîleyi okudu: Biz insanı muhakkak ki, çamurun özünden yarattık. Sonra Âdem'in neslini sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe (az bir su) yaptık. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı hâline getirdik. Ondan sonra kan pıhtısını bir parça et yaptık. O et parçasını da kemikler haline getirdik. Kemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaratılış (ruh) verdik. (Mü'minûn/12-14)
Daha sonra Hz. Ali (r.a) şu ayeti de okudu: Diri olarak (toprağa) gömülen kıza hangi suçtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman... (Tekvir/8) Azil meselesinde itibar edilmesi gereken delilleri ve kıyas yolunda ileri sürdüğümüz delilleri güzelce tedkik ettiğin zaman, Hz. Ali ile İbn Abbas'ın mânâlara dalmak ve ilimleri idrâk etmek hu-susundaki derecelerinin arasındaki farklılık güneş gibi açık bir şekilde görünür. Nasıl hak, Hz. Ali'nin tarafında olmasın ki, Müslim ve Buhârî'de ittifakla Câbir'den şu hüküm rivayet edilmektedir: 'Bizler Hz. Peygamber'in zamanında Kur'an indiği halde azil yapıyorduk'. Başka bir tabir ile, 'Biz azil yapıyorduk, bizim böyle yaptığımız Hz. Peygamber'in kulağına gittiği halde bizi bu hareketimizden menetmedi'.145
Sahih'de Câbir'den şu hüküm de rivayet edilmektedir: Adamın biri Hz. Peygamber'e gelerek şöyle dedi: - Benim bir câriyem var. Aynı zamanda o câriye hurmalıkta da bizim hizmetimizi görür ve sâkilik yapar. Ben ise arada sırada onunla buluşurum. Fakat onun gebe kalmasını istemiyorum.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle cevap verdi: İstersen azil yap. Fakat muhakkak ki, Allah tarafından ona ne takdir edilmiş ise ona gelecektir. Bundan sonra uzun bir zaman adamcağız Rasûlullah'yanına gelmedi. Sonra bir gün çıkageldi ve dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim câriye gebe kaldı'. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) 'Ben kendisi için takdir edilen olacaktır dedim ya' buyurdu. Bütün bu hükümler, Sahîh-i Müslim ile Sahih-i Buharî'de yer almatadır.146
129) Müslim ve Buhârî 130) Ümmü Seleme'den, (zayıf bir senedle) 131) İbn Hâce, (Utbe b. Abd'den zayıf bir senedle) 132) Deylemî, (Enes'ten). Hadîs münker'dir. 133) Deylemî 134) Bu fetva Muhammed b. Hasan'ın fetvasıdır. Bu zata göre, kadının tenasül uzvu hariç, kocası bedeninin diğer kısımlarını elleyebilir. Çünkü Hak Teâlâ 'hayız yerinden uzaklaşınız' buyurur. Hayız yeri ise, tenasül uzvu'dur. Hadîs-i şerifte 'Hayız hali olduğunda -cima hariç- istediğinizi yapabilirsiniz' (Müslim) buyurulmuştur. Hanefîlerden Tahavî, Mâlikîlerden Asbağ da bu fetvayı desteklemişlerdir. Fakat Gazalî'nin burada söylediği Şafii mezhebine göre verilmiş bir fetva değildir, kendisinin görüşü olabilir. Bkz. İthaf" us-Saade 135) Müslim ve Buhârî 136) Ebu Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce 137) Ebu Hüreyre'den 138) Müslim ve Buhârî 139) Hususi bir yasaklama ile terk etmeyi gerektiren bir hitaptır. Mutlak terketme kesinlikle kastolunmamaktadır. Çünkü böyle oldu mu haram olur. 140) İmam Irâkî bu hadîsin aslına rastlamadığını söylemektedir. Fakat Ebu Zer hadisinin aslı vardır. İbn Hibban Sahih adlı eserinde azlin haram olduğuna bu hadîsle delil getirmiştir. 141) Bu görüş, devamından da anlaşıldığı gibi eski hekimlerin görüşüdür. 142) Evlenme, Resûlüllah'ın sünnet-i seniyyesidir. Eğer kişi kızının evlenmesinde ayıp olduğuna inanırsa sünnette de ayıbın olduğuna inanmış olur ki bu bir felâkettir, 143) Daha önce geçmişti. 144) Müslim, (Vehb'in kızı Cüzzame'den) 145) İmam Gazâlî'nin belirttiği gibi hadîs, Müslim ve Buhârî tarafından rivayet edilmiştir. 'Bizi azletmekten menetmedi'ibaresi ise, sadece Müslim'de vardır. 146) Son kısım sadece Müslim'de vardır.
Vilâdet
Doğumun âdâbı beş tanedir: 1. Erkek çocuk doğduğu zaman, fazla sevinip, kız çocuğun doğumuyla üzülmemelidir. Zira bir baba olarak hayrın hangisinde olduğunu bilmek mümkün değildir. Nice erkek çocuk sahibi vardır ki, oğlunun kız olmasını temenni etmektedir. Belki kızların ebeveyne sağladığı rahatlık, erkek çocuklarının sağladığı rahattan daha fazladır. Kız çocuğunu yetiştirmekle elde edilen sevap daha boldur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
'Herhangi bir müslümanın bir kızı varsa, o kızına İslâm terbiyesini vermiş ve terbiyesini de gereği gibi yapmışsa, ona yedirip ve yemeğini helâlinden vermişse ve Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetlerden o kızcağıza ihsanda bulunmuşsa, o kız, babasını ateşten korumak hususunda bir teminat ve cennete girmesini kolaylaştıran bir vesiledir.'[1]
İbn Abbas da Hz. Peygamber'den şu hadisi rivayet etmiştir:
Hiçbir [müslüman] fert yoktur ki, iki kız evlada sahip olup onlar onun yanında bulunduğu müddet zarfında onlara iyilik yapıp [din ve dünyalarını tamir edip] ihsanda bulunsun da o kızlar da onu cennete sokmaya vesile olmasın.148
Enes, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle dediğini rivayet eder:
Kimin iki kızı veya iki kız kardeşi olursa, o da bunlara yanında oldukları müddetçe ihsanda bulunursa, benim ile o kimse cennette (parmaklarını işaret ederek) bunların ikisi gibi oluruz.149
Herhangi bir kimse ki, müslümanların pazarlarından birisine çıkıp oradan (yiyecek veya giyecekten) birşey satın alıp evine götürüp erkek çocuklarına değil, özellikle kız çocuklarına verirse, böyle bir kimseye Allah Teâlâ (cc) (şefkat ile) bakar. Allah Teâlâ kime şefkat ile bakarsa onu artık azaba düçar etmez.150
Kim çarşıdan güzel ve yeni birşey alıp çoluk çocuğuna götü-rürse, sanki onlara bir sadakayı sırtlamış götürmektedir. Tâ ki onu onların arasına bırakıncaya kadar (bu durum devam eder). Getirdiğinde erkek çocuklarından önce kız çocuklarına vermelidir. Zira bir kız çocuğunu sevindiren bir kimse, sanki Allah korkusundan ağlamıştır. Allah korkusundan ağlayan bir kimsenin bedenini Allah ateşe haram kılar.151
Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kimin üç kızı veya kızkardeşi olup, onların şiddet ve zahmetlerine karşı tahammül gösterirse, Allah Teâlâ, o kulunu, onlara gösterdiği merhametten ötürü, cennetine dahil eder.
-Ey Allah'ın Rasülü! İki tane olursa durum nasıldır? -İki tane olursa da durum böyledir. -Ya bir tane ise nasıldır? -Bir tane de aynı fazileti elde ettirir.
2.Doğumun ikinci edebi: Doğan çocuğun kulağına ezan okumaktır. Rafı, babasından şöyle rivayet eder: 'Allah'ın Rasûlü'nü gördüm ki,Hz. Fâtıma (r.a), oğlu Hasan'ı doğurduğu zaman, Hasan'ın kulağına ezan okudu',152
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Hangi müslümanın bir çocuğu doğarsa, çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına da kamet okursa, o çocuktan ümmü sibyan hastalığı uzaklaşır.153
Çocuğun ilk konuşacağı zaman, herşeyden önce ona 'Lâ ilâhe illâllah'ı telkin etmek müstehabdır ki ilk konuşması bu olsun.154 Doğumun yedinci gününde sünnet edilmesi hususunda bir hadîs varid olmuştur.155
3. Üçüncü edep, çocuğuna güzel bir isim vermektir. Zira çocuğa güzel bir isim vermek çocuğun babası üzerindeki bir hakkıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Çocuklarınıza isim verdiğiniz zaman, kulluk mânâsını ifade eden isimleri veriniz.156
Allah nezdinde isimlerin en sevimlisi, Abdullah ve Abdurrahman'dır.157
(Çünkü Kur'an'da Abd kelimesi bu iki isimden başkasına izafe edilmiş değildir).
Çocuklarınızı benim ismimle isimlendiriniz. Fakat benim künyemi kimseye vermeyiniz.158
Âlimler şöyle demişlerdir: Rasûlullah'ın künyesiyle künyelenmek ancak onun hayatında yasaktı. Çünkü o asırda Hz. Peygamber 'Ey Ebu'l-Kasım!' diye çağırılırdı. Şimdi ise, herhangi bir müslümana 'Ebu'l-Kasım' künyesini vermekte bir sakınca yoktur. Evet, yalnız Hz. Peygamber'in hem ismini ve hem de künyesini birden almak doğru olmaz.
Çünkü Rasûlullah şöyle buyurmuştur: Benim ismimle künyemi bir araya getirmeyiniz.159
Denildi ki, bu son hadîsin hükmü de Rasûlullah'ın hayatta olduğu zamana aittir. O zaman, adamın birisine Ebû İsâ künyesi verilmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Muhakkak ki, İsâ'nın babası yoktur.160
Bu bakımdan Ebu İsâ ile herhangi bir kimseyi künyelendirmek mekruhtur. Düşük çocuğa, isim vermek gerekir.
Abdurrahman b. Yezid b. Muaviye dedi ki: "Düşük çocuğun kıyâmet gününde babasının arkasında koşup 'Beni dünyada iken zâyi ettin. Beni isimsiz bıraktın' diye bağıracağını bildiren bir hadîs-i şerifi işitmiştim". Bunun üzerine Ömer b. Abdülâziz, Abdurrahman'a dedi ki: - Kişi düşen çocuğa nasıl isim verecek? Oysa onun erkek veya kız olduğunu bilmemektedir. - Bazı isimler vardır ki, iki sınıfa da verilir. Hamza, Ammâra, Talha ve Utbe gibi.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır: Sizler kıyâmet gününde özel isimleriniz ve ecdadınızın isimleriyle çağrılacaksınız. O halde isimlerinizi güzelleştiriniz.161
Herhangi bir müslümanın mânâsı güzel olmayan ismi varsa, o ismi değiştirmek onun için müstehabdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a), el-As'ın ismini Abdullah ile değiştirdi. (Ümmü Seleme vâlidemizin kızı) Zeyneb 'in ismi (temizleyici mânâsına gelen) Berre idi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) 'O kendi nefsini temizler' dedi ve ismini Zeyneb ile değiştirdi.162
Böylece Eflâk, Yesar, Nâfi ve Bereket isimleriyle isimlenmek hususunda yasak vardır. Çünkü 'Bereket orada mı?' denir ve 'hayır' cevabı verilir.
4. Doğum edeplerinin dördüncüsü; erkek çocuğu için iki "koyunu akika kurbanı olarak kesmektir. Kız çocuğunun akika kurbanı ise bir koyundur. Fakat erkek çocuğu için de kız için olduğu gibi bir koyun kurban edilirse, herhangi bir sakınca yoktur. Âişe vâlidemiz (r.a) Hz. Peygamber'in erkek çocuk için iki koyun, kız çocuğu için de bir koyunu 'akika' kurbanı olarak kesmeyi tavsiye ettiğini rivayet etmektedir.163
Yine rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber (s.a) Hz. Hasan'ın akika kurbanı olarak bir koyun kesmiştir. Rasülullah'ın böyle yapması bir koyun kesmenin de yeterli olduğuna işaret eder. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Çocukla beraber akikası vardır. Bu bakımdan onun için kan akıtınız ve ondan eziyetleri uzaklaştırınız.[2] Çocuğun kesilen tüylerinin ağırlığı kadar altın veya gümüş tartıp sadaka olarak vermek Sünnet-i seniyye 'dendir.
Bu hususta bir haber gelmiştir ki, Hz. Peygamber (s.a) Hz. Hüseyin'in doğumunun yedinci gününde Hz. Fâtıma'ya emretti: 'Onun saçını kes ve karşılığında gümüş tart, sadaka ver'. Âişe (r.a) şöyle demiştir: 'Akika olarak kesilen hayvanın kemikleri kırılmamalıdır'.
5. Doğum edeplerinin beşincisi; çocuğu ilk olarak bir parça helva veya bir hurma ile gıdalandırmaktır.
Nitekim Hz. Ebubekir Sıddık'ın kızı Hz. Esmâ'dan şöyle rivayet edilir:
Ben Kuba'da oğlum Abdullah b. Zübeyr'i doğurdum. Sonra Hz. Peygamber'e getirip kucağına bıraktım. Allah'ın Rasülü bir hurma istedi. Onu ağzında çiğnedi, sonra Abdullah'ın ağzına koydu. Bu bakımdan Abdullah'ın karnına ilk giren gıda Hz. Peygamber'in tükürüğü oldu. Bundan sonra hurmayı yedirdi ve daha sonra kendisi için bereket istedi.
Abdullah b. Zübeyr Medine'de ilk doğan müslüman çocuğudur. Müslümanlar Abdullah'ın doğumu ile şenlik yaptılar. Çünkü müslümanlara 'Yahudiler size sihir yapmıştır. Artık sizin çocuğunuz olmaz' denilmişti.
147) Taberânî ve Haraîtî, (İbn Mes'ud'dan zayıf bir senedle) 148) İbn Mâce ve Hâkim, (sayıf bir senedle) 149) Harâitî, (zayıf bir senedle); Tirmizî, (hasen ve garib bir senedle) 150) Harâitî, {zayıf bir senedle) 151) Harâitî, (zayıf bir senedle); İbn Adiy, el-Kâmil. İbn Cevzî'ye göre bu hadîs uydurma 'dır. 152) Harâitî ve Hakim 153) İmam Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizî 154) Ebu Ya'lâ, İbn Sinnî ve Beyhakî, (zayıf bir senedle) 155) Taberânî, (Câbir'den zayıf bir senedle) 156) Taberânî, (Abdülmelik'ten); Beyhakî, (Hz. Aişe'den) 157) Müslim, (İbn Ömer'den) 158) Müslim ve Buhârî, (Câbir'den) 159) Ahmed, İbn Hibban, Ebu Davud ve Tirmizi 160) Ebu Ömer et-Tukanî, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle) 161) Ebu Dâvud, (Ebu Derdâ'dan). İmam Nevevî'ye göre senedi ceyyid'dir. 162) Müslim ve Buharî, (Ebu Hüreyre'den) 163) Tirmizî, (sahih bir senedle) 164)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...