18 Nisan 2015

İmam-ı Gazâli - İhyâ'u Ulûm'id-din 4.Cilt: Felaha Erdirici Ameller (Münciyât), 10.Kitap: Ölüm ve Sonrası BİRİNCİ BÖLÜM




BİRİNCİ BÖLÜM
İmam-ı Gazâli - İhyâ'u Ulûm'id-din 4.Cilt: 
Felaha Erdirici Ameller (Münciyât), 
10.Kitap: Ölüm ve Sonrası 
1.Giriş
2.Ölümü Hatırlamanın Fazileti ve Bu Husustaki Teşvikler
3.Her Durumda Ölümü Anmanın Fazileti
4.Ölümü Anmayı Kalbe Yerleştirmenin Yolu
5.Uzun Emel'in Kötülenmesi, Kısa Emel'in Fazileti, Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi

6.Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi
7.Uzun Emel ile Kısa Emel Hususunda İnsanların Durumları
8.Amel Hususunda Acele Etmek, Gecikme Afetinden Sakınmak
9.Can Çekişmenin Şiddeti ve Ölüm Anında Müstehab Olan Durumlar
10.Ölüm Esnasında Kişiye Müstehab Olan Durumlar
11.Lisan-ı Halin Belirttiği Hikâyelerle Ölüm Meleğinin Mülakatı Anında Çekilen Hasret
12.Hz. Peygamberin (s.a) ve Hulefa-i Raşidîn'in Vefatları
13.Hz. Ebubekir'in (r.a) Vefatı
14.Hz. Ömer'in (r.a) Vefatı
15.Hz. Osman'ın (r.a) Vefatı
16.Hz. Ali'nin (r.a) Vefatı
17.Halifelerin, Emirlerin ve Salihlerin Ölüm Döşeğindeki Sözleri
18.Sahabe, Tabiîn ve Onlardan Sonra Gelen Ehl-i Tasavvuf dan Bazı Kimselerin Sözleri
19.Cenazeler, Mezarlar ve Mezarları Ziyaret Hususunda Ariflerin Sözleri
20.Mezarın Hali ve Selefin Mezar Başlarındaki Sözleri
21.Çocukları Vefat Ettiğinde Selefin Sözleri
22.Kabir Ziyareti, Ölüye Dua ve Bununla İlgili Hükümler
23.'Ölümün Hakîkati, Kabrinden Kalkıncaya Kadar Ölünün Kabirdeki Ahvâli
24.Kabrin Ölüye Hitap Etmesi
25.Kabir Azabı ve Münker Nekir'in Sorgusu
26.Münker ve Nekir'in Sorgusu, Suretleri, Kabrin Sıkması ve Kabir Azabı ile İlgili Diğer Hususlar
27.Rüyada Mükâşefe Yolu ile Ölülerin Bilinen Ahvâli
28.Ölülerin Ahvâlini ve Ahiret'te Fayda Veren Amelleri Gösteren Rüyaların izahı
29.Şeyhlerin Rüyaları
30.Sûrfun Üfürülmesinden İtibaren Cennet veya Cehennem'de Yerini Alıncaya Kadar Ölünün Halleri, Önündeki Dehşetin ve
31.Sûr'a Üfürülmenin Keyfiyeti
32.Mahşer Yeri ve Mahşer Halkının Durumu
33.Terlemenin Keyfiyeti
34.Kıyamet Günü'nün Uzunluğu
35.Kıyamet Günü, Dehşeti ve İsimleri
36.Sorgu Suâl
37.Mizan
38.Hasımlar ve Hakların İadesi
39.Sırat
40.Şefaat
41.Kevser Havuzu
42.Cehennem, Dehşeti ve Azabı
43.Cennet ve Çeşitli Nimetleri
44.Cennetin Duvarları, Toprağı, Ağaç ve Nehirleri
45.Cennet Ehlinin Elbiseleri, Yatakları, Sergileri, Koltukları ve Köşkleri
46.Cennet Ehlinin Yiyecekleri
47.Cennetteki Huriler ve Vildanlar
48.Cennet Ehlinin Vasıfları Hakkında Hadîslerde Vârid Olan Kısmî Haberler
49.Allah'ın Cemâline Bakmak
50.Allah'ın Rahmetinin Genişliği
*1.Giriş
Ölümle ceberrût sahiplerinin boynunu koparan, kisraların belini kıran, kayserlerin emelini kısaltan Allah'a hamdolsun! Onların kalpleri, hak olan va'd (ölüm) gelip çatmacayınca ve onları çukura atmayıncaya kadar ölümün anılmasından ürker. Bu bakımdan onlar saraylardan kabirlere, fenerlerin ışığından lahidlerin karanlığına, cariye ve gılmanların cilvesinden haşerât ve böceklerin hücumuna, leziz yemekler ve içkilerden toprakta sürünmeye mahkum olurlar. İşretin ünsiyetinden tenhalığın vahşetine, yumuşak yataktan korkunç düşüş yerine nakledilirler. Acaba onlar, ölümden koruyucu bir kale ve sığınak buldular mı? Ölümün önüne bir perde ve koruyucu bir set çekebildiler mi? Dikkat et! Onların herhangi birinden bir kıpırtı veya gizli bir ses duyuyor musun? Öyleyse tek başına kahr ve istila sahibi olan Allah, eksiklikten münezzehtir! Bâkî kalma özelliği olan ve mahlukâtı hükmüyle ezen, sonra ölümü muttakîler için kurtuluş ve onlar hakkında mülâkat yapan, kabri günahkârlar için kıyamet gününe kadar daracık bir tutuk evi yapan Allah, ortaktan münezzehtir! Aralıksız nimetlerle nimet etmek, kahr edici azaplarla intikam almak O'na mahsustur. Göklerde ve yerde şükür, geçmişte ve gelecekte hamd O'na mahsustur.
Salât, apaçık mu'cizeler ve görünür burhanlar sahibi Hz. Peygamberin, âlinin ve ashabının üzerine olsun! Onlara çokça selâm et (yârab!)
O kimse ki ölüm onun mesra'ı, toprak onun yatağı, böcek onun enîsi, Münker ve Nekir onun celîsi, kabir onun karar yeri, kıyamet onun va'dedilen yurdu, cennet veya cehennem onun varacağı yeri olursa, ona en uygun olanı ölüm için hazırlanmaktır. Sadece ölüm için tedbir almalıdır. Sadece ölüme bakıp ölüm üzerinde durup düşünmelidir. Ölüme ihtimam gösterip onun etrafında dönmelidir, onu beklemelidir. İnsan için en uygun olan, nefsini ölülerden
sayması, kabir sahiplerinden görmesidir. Çünkü her gelecek olan yakındır. Uzak olan gelmeyecek olandır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Akıllı odur ki nefsini hesaba çekmiş ve ölümden sonrası için çalışmıştır.
1-Herhangi birşey için hazırlanmak, ancak onun kalpte zaman zaman anılmasıyla mümkün olur. O şeyin zikri, ancak onu hatırlatan hükümlere kulak vermek ve ona dikkat çekenlere bakmak suretiyle yenilenir! O halde biz ölümün mukaddime ve lahikalarından, ahiret, kıyamet, cennet ve cehennem hallerinden kul için zaman zaman hatırlanması, düşünmek suretiyle ayrılmaması gereken şeyleri zikredeceğiz ki hazırlık hususunda teşvik edici olsun! Ölümden sonraki âleme göç etmek yaklaşmış ve ömürden az birşey kalmıştır. Oysa halk bu husustan gafildir;
İnsanların hesap vakti (kıyamet günü) yaklaştı. Fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler.(Enbiya/l)
Bu ölümle ilgili olan şeyi iki bölümde zikredeceğiz.
Birinci bölüm, ölümün mukaddimeleri ve sûr'un üfürülüşüne kadar olan şeyler hakkındadır.
Bu bölümde sekiz kısım vardır.
1. Ölümü anmanın fazileti ve bu husustaki teşvikler
2. Tûl-i emel ve kasr-ı emel (emelin uzunluğu ve kısalığı)
3. Ölümün dehşeti ve ölüm anında karşılaşılan haller
4. Hz. Peygamber'in ve ondan sonra Hulefâ-i Râşidîn'in vefatı
5. Ölüme hazırlanmış halife, emîr ve sâlihlerin sözleri
6. Ariflerin cenaze, mezar ve kabir ziyareti hakkındaki sözleri
7. Ölümün hakikati, ölünün kabirde sûr'un üfürülüşüne kadar karşı karşıya kaldığı şeyler
8. Uyku halinde mükâşefe yoluyla ölülerin hallerinden bilinenşeyler
1) Tirmizî ve İbn Mâce, (Şeddâd b. Evs'ten)
*2.Ölümü Hatırlamanın Fazileti ve Bu Husustaki Teşvikler
Ölümün Mukaddimeleri ve Sûr'un Üfürülüşüne Kadar Ölümden Sonraki Ahvâl
Birinci Kısım
Dünyaya dalan, dünyaya aldanan, şehvetlerine köle olan bir kimsenin kalbi, şüphesiz ki ölümün zikrinden gaflet gösterir. Ölümü hatırlamaz. Kendisine ölüm hatırlatıldığında bunu hoş karşılamadığı gibi ölümden nefret eder. Onlar o kimselerdir ki Allah onların hakkında şöyle buyurmuştur:
De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır! Sonra hem gizliyi, hem de aşikârı bilen (Allah'a) döndürüleceksiniz O size (bütün) yaptıklarınızı haber verecektir.(Cuma/8)
İnsanlar, ya dünyaya dalan veya tevbe edip başlayan veyahut da sonuna varan bir âriftir.
Dünya'ya dalan kimse ölümü hatırlamaz. Eğer hatırlarsa, elinden kaçırdığı dünya için üzüldüğünden dolayı hatırlar. Onun zemmiyle meşgul olur. Bu kimseyi, ölümü hatırlaması Allah'tan daha da uzaklaştırır.
Tevbe edene gelince, o kalbinde korkunun kabarması, tevbesinin tamamlanması için ölümü çokça hatırlar. Bazı zamanlar tevbesi tamam olmadan önce kendisini kapıp götürmesinden korktuğu için ölümden hoşlanmaz. O ölümü hoş karşılamamakta mazurdur. Bu durum, şu hadîsin kapsamına girmez.
Kim Allah'ın mülâkatından hoşlanmazsa, Allah da onun mülâkatından hoşlanmaz.2
Zira bu kimse, ölümden ve Allah'ın mülâkatından hoşlanmıyor değildir. Kusurundan ötürü Allah'ın mülâkatının elden kaçmasından korktuğu için ölümü istemez. Bu kimse, tıpkı dostunu razı edecek bir şekilde onu ağırlamak için hazırlık yapmakla meşgul olduğu için dostu ile buluşmaya geciken bir kimse gibidir. Bu kimse, dostuyla buluşmaktan hoşlanmıyor değildir. Böyle davranmasının sebebi, ölüme hazırlık yapması ve ölümden başka bir meşguliyetinin olmamasıdır. Aksi takdirde dünyaya dalan kimselerin safına iltihak etmiş olur.
Amacına ulaşan ârif, daima ölümü hatırlar! Çünkü ölüm, dostuyla buluşma zamanıdır. Dost, dostuyla buluşma zamanını asla unutmaz! Arif kişi, çok zaman ölümün geciktiğini düşünür. Onun gelmesini ister ki günahkârların evinden kurtulsun, âlemlerin rabbinin komşuluğuna intikal etsin!
Hz. Huzeyfe ölüm döşeğinde iken şöyle demiştir: 'Bir dosttur ki fakirlik üzerine geldi. Gelmesinden pişman olan kurtulmasın. Yârab! Eğer katında fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten, ölüm yaşamaktan daha sevimliyse ölümü bana kolaylaştır ki sana kavuşayım'.
Bu bakımdan tevbe eden bir kimse ölümü hoş karşılamamak hususunda mazurdur. Ârif kişi ise, ölümü sevip mazurdur. Rütbe bakımından bu ikisinden de daha yüksek olan kimse, işini Allah'a havale eden kimsedir. Kendi kendine ne ölümü, ne de hayatı seçmez. Onun için en sevimli olan şey, Allah katında en sevimli olan şeydir. İşte bu kişi, sevgi ve teslimiyetin aşırılığından, teslimiyet ve rıza makamına varmıştır. Bu makam, varılacak makamların sonuncusudur. Her durumda ölümün anılmasında sevap ve fazilet vardır. Çünkü dünyaya dalan bir kişi bile, ölümün zikrinden ötürü dünyadan uzaklaşır; zira onun nimeti, ölümün anılmasından ötürü bulanır, lezzetinin berraklığı karışır. İnsan için lezzet ve şehvetleri bulandıran her şey, kurtuluş sebeplerindendir.
2) Müslim ve Buhârî
*3.Her Durumda Ölümü Anmanın Fazileti
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Lezzetleri kesip yıkan ölümden çokça bahsedin!
Hadîsin mânâsı: 'Onu anmakla lezzetleri bulandırın ki lezzetlere olan meyliniz kesilsin. Dolayısıyla Allah'a yönelmiş olasınız!'
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Eğer hayvanlar, ölüm hakkında ademoğlunun bildiğini bilseydiler, insanlar onlardan semiz bir et yiyemezlerdi.3
Hz. Âişe (r.a) şöyle sordu: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Şehidlerle beraber hoşrolunacak bir kimse var mı?' Hz. Peygamber cevap olarak şöyle dedi:
Evet! Yirmi dört saatte yirmi defa ölümü anan bir kimse!4
Bütün bu faziletlerin sebebi; ölümün anılmasındandır. Ölümün anılması da aldanış evinden uzaklaşmayı ve ahiret için hazırlıklı bulunmayı gerektirir. Ölümden gaflet ise; insanı, dünya şehvetlerine dalmaya davet eder.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Mü'minin hediyesi ölümdür.5
Bunu şu hikmete binaen söylemiştir: 'Dünya mü'minin hapishanesidir'.6
Çünkü mü'min,dünyada nefsinin şiddetinden,şehvetlerinin riyazetinden, şeytanın müdafaasından ötürü sıkıntıdadır. Bu bakımdan ölüm onun için bu azaptan kurtulmaktır. Kurtuluş ise, onun hakkında hediyedir;
zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ölüm her müslüman için kefarettir.7
Buradaki müslümandan, hak yönünden müslüman, doğruluk yönünden mü'min olanı kasdetmiştir. Bu öyle müslümandır ki müslümanlar onun elinden ve dilinden emindirler. Onda müminlerin ahlâkı görünür. O, günahların sadece küçükleriyle kirlenir. Büyük günahlardan korunup farzları yerine getirdikten sonra ölüm onun küçük günahlarını temizler ve kefaret olur.
Atâ el-Horasanî8 şöyle diyor: Hz. Peygamber (s.a) bir meclisin yanından geçti. O mesliste kahkaha sesi yükseldi. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
- Meclisinizi, lezzetleri bulandıranın anılmasıyla katıştırın!
- Lezzetleri bulandıran nedir?
- Ölüm!9
Enes'in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ölümün zikrini çokça yapın! Çünkü ölümü anmak günahları siler. Dünyayı gözünüzde küçülterek kıymetsiz kılar.10
Ayırt edici olarak ölüm kâfidir!11 Vâiz olarak ölüm yeter!12
Hz. Peygamber (s.a) mescide çıktı. Bir grubun konuşup güldüklerini gördü. Bunun üzerine şöyle dedi:
Ölümü hatırlayın! Nefsimi. kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki eğer benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler çok ağlardınız.13
Hz. Peygamberin yanında bir kişiden övgüyle bahsedildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle sordu:
- Arkadaşınızın ölümü hatırlaması nasıldır?
- Biz onun ölümden bahsettiğini hiç işitmedik!
- Öyleyse arkadaşınız övdüğünüz gibi değildir.14
ibn Ömer (r.a) şöyle diyor: Hz, Peygamberin yanıma geldim. O esnada Ensar'dan bir kişi Hz. Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! İnsanların en akıllısı ve en şereflisi kimdir?' diye sordu. Hz. Peygamber şöyle dedi:
Ölümü en fazla ananlar ve ölüm için en fazla hazırlık yapanlardır. İşte onlar akıllıların ta kendisidirler. Onlar dünyanın şerefini ve ahiretin kerametini elde etmişlerdir.15
Ashab'ım ve Alimlerin Sözleri
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Ölüm, dünyayı rezil etti! Hiçbir akıllıya, onunla sevinmeyi bırakmadı!'
Rebî b. Hayseme şöyle demiştir: 'Mü'min kişinin beklediği hiçbir meçhul Onun için ölümden daha hayırlı değildir'.
Yine şöyle demiştir: 'Kimseyi benden haberdar etmeyiniz! Beni Rabbime doğru bir çekişle çekiniz'.
Hukemadan biri ihvanından bir kişiye şunları yazdı: 'Ey kardeşim! Ahirete varıp orada ölümü temenni etmeden önce, şu dünya evinde ölümden sakın!'
Ebû Bekir Muhammed 'İbn Sîrin'in yanında ölümden bahsedildiğinde onun azalan dumura uğrardı' demiştir.
Ömer b. Abdülazîz her gece fakîhleri bir araya getirir, ölümün, kıyamet ve ahiretin müzakeresini yapar, sonra sanki önlerinde bir cenaze varmış gibi ağlardı.
İbrahim et-Teymî şöyle demiştir: 'İki şey vardır ki benden dünya lezzetini kestiler: Ölümün bahsi, Allah Teâlâ'nın huzurunda hesap için durmak!'
Ka'b şöyle demiştir: 'Kim ölümü tanırsa onun için dünyanın musibet ve üzüntüleri kolaylaşır!'
Mutarrıf16 şöyle diyor: Rüyamda, birinin Basra camiinin ortasında şöyle dediğini gördüm: 'Ölümün anılması, Allah'tan korkanların kalplerini parçaladı. Allah'a yemin ederim onları sersemlemiş olarak görüyorum'.
Ebû Hânî Eş'as17 şöyle demiştir: 'Hasan Basrî'nin huzuruna giriyorduk. Bu bakımdan o huzur ancak ateş bahsi, ahiret emri ve ölümün zikri idi!'
Safiyye18 (r.a) şöyle diyor: "Bir kadın Âişe'ye kalbinin katılığından şikayet etti. Âişe şöyle dedi: 'Ölümü çokça zikret! Ölümü çokça zikret! Kalbin rikkate gelir'. Kadın da Âişe'nin dediğini yaptı ve kalbi rikkate geldi. Sonra gelip Âişe'ye (r.a) teşekkür etti".
Hz. İsa'nın yanında ölümden bahsedildiğinde onun derisinden sanki kan damlardı.
Hz. Davud'un yanında ölüm ve kıyametten bahsedildiğinde mafsalları birbirinden ayrılacak dereceye gelinceye kadar ağlardı. Rahmeti andığında kendisine gelirdi!
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Ölümden sakınmayan ve ölüm için üzülmeyen akıllı bir kimse görmedim'.
Ömer b. Abdülazîz bir âlime 'Bana nasihat et!' dediğinde, o âlim 'Sen ilk ölecek halife değilsin!' dedi. Ömer 'Daha fazlasını söyle' dedi. Âlim 'Aba ve ecdadından Âdem'e varıncaya kadarölümü tatmayan hiç kimse yoktur. Senin sıran da geldi!' dedi. Bunun üzerine Ömer hüngür hüngür ağladı.
Rebî b. Hayseme evinde bir mezar kazmıştı. Her gün o mezara birkaç defa gireryatardı. Böylece ölümü anmayı devam ettirirdi. O derdi ki: 'Eğer ölümün zikri kalbimden bir saat ayrılırsa, kalbim fesada uğrar'.
Mutarrıf b. Abdillah b. Şuhayr dedi ki: 'Muhakkak bu ölüm, nimet ehline nimeti bulandırmıştır. Bu bakımdan içinde ölüm olmayan bir nimet arayınız!'
Ömer b. Abdülazîz, Anbese'ye hitaben 'Ölümü çokça an! Zira eğer geniş maişetli isen, ölümün anılması, senin için onu daraltır. Eğer dar maişetli isen genişletir demiştir.
Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle diyor: Ümmü Harun'a 'Ölümü sever misin?' diye sordum. Cevap olarak 'Hayır' dedi. 'Neden?' dedim. 'Eğer bir insana isyan edersem onunla bir araya gelmekten hoşlanmam. O halde Allah'a isyan ettiğim halde O'nunla buluşmaya nasıl razı olayım?' dedi.
3) Beyhâkî
4) Taberânî
5) İbn Ebi Dünya, Taberânî ve Hâkim
6) Müslim
7) Ebû Nuaym, Hilye; Beyhakî,Şuab'ul-İman
8) Adı Atâ b. Müslim, künyesi Ebû Eyyub'dur. H. 135'de vefat etmiştir.
9) İbn Ebi Dünya
10) İbn Ebî Dünya
11) Hars b. Ebî Usame
12) Taberânî, Beyhâkî
13) İbn EM Dünya
14) İbn Ebî Dünya
15) İbn Mâce
16) Ma'kel'in oğludur.
17) Tam adı Eş'as b. Abdülmelik el-Hamrânî'dir.
18) Adi/ Safiyye binti Şeybe'dir. Tâbiîndendir.
*4.Ölümü Anmayı Kalbe Yerleştirmenin Yolu
Ölüm korkutucudur ve tehlikesi büyüktür. Halk onun hakkında az düşündüğü, onu az andığı için ondan gafildir. Onu anan bir kimse ete boş bir kalple değil, dünya ile meşgul olan bir kalp ile onu anar. Bu bakımdan ölümün anılması bu kimsenin kalbinde herhangi bir fayda temin etmez. Öyleyse yapılması gereken şey, kulun kalbini herşeyden boşaltmasıdır. Önünde sadece ölümün anılması kalmalıdır. Tıpkı tehlikeli bir sahraya gitmek isteyen veya denizde yolculuk yapmak isteyen bir kimse gibi! Muhakkak ki bu kimse sadece o sefer hakkında düşünür. Öyleyse ölümün anılması, kalbe girdiğinde tesir etmeli, kişinin dünyaya olan sevgi ve sürûru azalıp kalbi burkulmalıdır.
Burada en faydalı yol; benzerlerinin ve kendisinden önce göç edip giden emsallerinin bahsini çokça etmektir. Onların ölümünü ve toprak altındaki durumlarını anmalıdır. Mertebe ve hallerinde onların suretlerini, şimdi toprağın onların o güzel suretlerini nasıl yediğini,kabirlerde parçalarının nasıl dağıldığını, kadınlarını nasıl dul, yavrularını nasıl yetim, mallarının nasıl zayi, mescid ve meclislerinin kendilerinden nasıl boş kaldığını ve eserlerinin nasıl kesildiğini düşünmelidir! Onları birer birer düşündüğünde, kişinin kalbinde onun hali, ölümünün keyfiyeti ve sureti hayal edildiğinde, o ölenin sevincini, dünya için gidip gelmesini, maişet ve baki kalmayı ümit ettiğini, ölümü unuttuğunu, dünya nimetlerini elde etmekle aldandığını, kuvvet ve gençliğe meylettiğini, gülmesini, oynamasını, kayışını, önündeki ölümden gafil oluşunu, süratle helaki unuttuğunu hatırladığında ve daha önce nasıl gidip geldiğini, şimdi ise ayaklarının yok olduğunu, mafsallarının ayrıldığını, daha önce nasıl konuştuğunu, şimdi ise böceklerin dilini yediğini, daha önce nasıl güldüğünü, şimdi ise toprağın dişlerini yediğini, daha önce kendisi ile ölüm arasında ancak bir ay gibi kısa bir mesafe olduğu halde, onlarca sene yetecek kadar muhtaç olmadığı şeyleri nasıl istif ettiğini, yakında başına geleceklerden nasıl gafil bulunduğunu, hatta ummadığı bir vakitte ölümün gelip yakasına yapıştığını, dolayısıyla ölüm meleğinin suretinin kendisine belirdiğini, kulağına ya 'cennete veya cehenneme götürün' sesi geldiğini düşündüğünde, evet bu anda nefsi hakkında düşünür ve onun da onlar gibi olduğunu, gafletinin onların gafleti gibi, akibetinin de onların akibeti gibi olacağını anlar.
Ebû Derdâ şöyle demiştir: 'Ölüler anıldığında kendini onların herhangi biri gibi say!'
İbn Mes'ud (r.a) şöyle demiştir: 'Said, o kimsedir ki başkasından ibret alıp halini düzeltir7.
Ömer b. Abdülazîz şöyle demiştir: Her gün sabah veya akşam, Allah'ın divânına giden birini yolcu ettiğinizi görmüyor musunuz? Onu, yerin bir çukuruna koyarsınız. Yastığı topraktandır. Dostlarını geride bırakmış ve maişet sebepleri kesilmiştir'.
Bu bakımdan mezarlıklara girmek ve hastaları ziyaret etmek ve buna benzer fikirlerden ayrılmamak ölümün hatırlanmasını kalpte yeniler! Böylece ölümün hatırlanması kalbe, daima göz önünde bulunduracak şekilde hâkim olur. İşte bu tahakkuk ettiğinde, şahsın ölüm için hazırlanması ihtimal dahiline girer. Aldanış evinden uzaklaşması sözkonusu olur. Aksi takdirde dil ucuyla ölümü zikretmenin, sakınmak ve uyanmak hususunda faydası az olur. Ne zaman kişinin kalbi dünyanın herhangi bir şeyinden hoşlanırsa, derhal ondan ayrılacağını hatırlaması gerekir.
İbn Mutî birgün evine bakarak güzelliğine hayran oldu. Sonra hüngür hüngür ağlayarak dedi ki: 'Allah'a yemin ederim ki eğer ölüm olmasaydı (ey ev) seninle mesrur olacaktım. Eğer varacağımız kabirlerin darlığı olmasaydı, dünya ile gözlerimiz aydınlanacaktı'. Sonra hüngür hüngür ağladı.
*5.Uzun Emel'in Kötülenmesi, Kısa Emel'in Fazileti, Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi
Kısa Emelin Fazileti
Hz. Peygamber (s.a), Abdullah b. Ömer'e hitaben şöyle buyurmuştur:
Sabahladığında, nefsine akşamlayacağını, akşamladığında sabahlayacağını söyleme! Hayatında ölümün için, sıhhatinde de hastalığın için tedbir al! Ey Abdullah! Muhakkak ki sen yarın isminin ne olacağını bilmezsin.19
Hz. Ali, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Sizin için en fazla korktuğum şey a) Hevâ-i nefse tâbi olmanız, b) Tûl-i Emel (uzun yaşama hayali) beslemenizdir! Hevâ-i nefse tâbi olmak, halktan uzak durmaktır, tûl-i emel de dünyayı sevmektir.
Sonra şöyle dedi:İyi bilin ki Allah dünyayı, sevdiği kimseye de buğzettiği kimseye de verir. Fakat bir kulunu sevdiğinde ona imanı verir. Muhakkak ki dinin evlatları vardır. Dünyanın (da) evlatları vardır. Siz dinin evlatlarından olunuz. Dünyanın evlatlarından olmayınız. Elbette dünya arkasını çevirdiği halde göç etmiştir. Muhakkak ki içinde hesap olmayan bir çalışma gününde bulunuyorsunuz. Muhakkak ki içinde amel ve çalışma olmayan bir hesap gününe yaklaşmış durumdasınız!20
Ümmü Münzir şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a) bir akşam halka baktı ve şöyle dedi:
- Ey insanlar! Allah'tan utanmıyor musunuz?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Niçin utanalım!
Yemeyeceğinizi derliyor, yetişmeyeceğinizi umuyorsunuz. İçinde oturmayacağınız binalar inşa ediyorsunuz21
Ebû Said el-Hudrî der ki: Usame b. Zeyd, Zeyd b. Sabit'ten bir ay vâde ile yüz dinara bir câriye aldı. Hz. Peygamber hâdiseyi işitti ve şöyle dedi: 'Bir ay vâde ile câriye satın alan Usame'ye hayret etmiyor musunuz? Muhakkak ki Usame uzun emellidir! Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a kasem ederim! Gözlerim her açıldığında göz kirpiklerimin bir daha kapanmayacağını sanmıyorum. Bu durum, Allah ruhumu kabzedinceye kadar devam edecektir. Ağzıma bir lokmayı aldığımda, onu yutamayacağımı ve öleceğimi sanıyorum'.
Ey Ademoğulları! Eğer aklınız yetiyorsa, kendinizi ölmüş sayın. Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki size va'dedilen muhakkak başınıza gelecektir. Siz onu geri çeviremezsiniz. 22
İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber dışarı çıkıp su döküyordu, toprak ile siliniyordu. Bunun üzerine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Su sana yakındır!' dedim. Cevap olarak dedi ki: 'Suya yetişeceğimi nerden bileyim?'23
Rivayet ediliyor ki; Hz. Peygamber eline üç çöp aldı. Birini önüne, diğerini onun yanına, üçüncüsünü de uzağa dikerek şöyle dedi:
- Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!
- Şu önümdeki çöp insandır. Yanındaki çöp ise eceldir.
Uzaktaki ise, emelidir. Ademoğlu emelini işlemeye başlar.
Emelden önce ecel gelip onu apar topar götürür.24
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ademoğlunun, yanında doksan dokuz mukadderat vardır., Eğer mukadderatın pençesinden kurtulursa, ihtiyarlığa girer.25
İbn Mes'ud (r.a) şöyle demiştir: İşte bu kişi, bunlar da onun etrafındaki tehlikelerdir, ona doğru gelmektedirler. İhtiyarlık, tehlikelerin arkasında ve emel de ihtiyarlığın ötesindedir'.
İnsan uzun emel besler. Tehlikeler de ona doğru akıp gelirler. Bunların hangisi onun yanından geçerse onu kapar götürür. Eğer tehlikelerin pençesinden kurtulursa, emelini beklerken ihtiyarlık onu öldürür.
Abdullah (r.a) der ki: Hz. Peygamber dörtgen bir çizgi, onun ortasına da ikinci bir çizgi çizdi. Ortadaki çizginin etrafına da birçok çizgiler çizdi. Bir çizgi de dörtgenin dışına çizdi ve şöyle dedi:
- Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!
- Şu ortada bulunan çizgi insandır. Bu dörtgen de onu kapsayan eceldir. Şu etraftaki çizgiler de olaylardır. Onu durmadan ısırırlar. Bunlardan biri onu ısırmazsa öbürüsü ısırır. Şu dörtgenin dışındaki çizgi ise insanın emelidir.26
Enes Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Âdemoğlu ihtiyarlar. Onunla beraber iki şey kalır: Hırs ve emel!27
Bir rivayette de şöyledir: 'Onunla beraber iki şey de ihtiyarlar: Mal ve ömür için hırs!'
Hz. Peygamber (r.a) şöyle demiştir:Bu ümmetin ilki yakîn ve zühd ile kurtuldu. Bu ümmetin sonu ise, cimrilik ve emel ile helâk olacaktır.
Şöyle anlatılıyor: Hz. İsa (a.s), oturan ve elinde bir kürek ile yeri kazan bir ihtiyar gördü. Bunun üzerine İsa (a.s) şu duayı yaptı: 'Ey Allahım! Onun kalbinden emeli söküp atF Dua âkabinde, ihtiyar küreği elinden attı. Sırt üstü uzanıp bir saat durdu. Bu manzara karşısında İsa (a.s) şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Ona emeli geri ver!' Bunun üzerine ihtiyar kalkarak çalışmaya başladı. Hz. İsa ihtiyardan bahsi geçen durumu sordu. İhtiyar şu cevabı verdi: "Çalıştığım bir anda nefsim bana şöyle dedi: 'İhtiyar olduğun halde daha ne zamana kadar çalışacaksın?' Dolayısıyla ben küreği elimden atıp uzandım. Sonra nefsim bana 'Yemin olsun! Hayatta kaldıkça senin için geçim lâzımdır!' dedi. Böylece kalkıp çalışmaya başladım".
Hasan, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
- Acaba hepiniz cennete girmeyi sever misiniz?
- Evet ya Rasûlullah!
- Emelinizi kısaltınız, ecellerinizi gözlerinizin önüne getiri niz. Gereği gibi Allah'tan utanınız! (Bu takdirde cennete girersiniz).28
Hz. Peygamber duasında şöyle derdi:
Ey Allahım! Ahiretin hayrını engelleyen dünyanın şerrinden sana sığınıyorum. Ölümün hayrını engelleyen bir hayattan sana sığınıyorum. Amelin hayrını engelleyen bir emelden sana sığınıyorum.29
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
Mutarrıf b. Abdillah şöyle demiştir: 'Eğer ecelimin ne vakit olduğunu bilseydim aklımın kaybolmasından korkardım. Fakat ölümden gafil olmayı, Allah kullarına bir nimet olarak ihsan buyurmuştur. Eğer gaflet olmasaydı kullar herhangi bir maişetten lezzet almazdı. Aralarında pazarlar kurulmazdı'.
Hasan şöyle demiştir: 'Unutkanlık ve emel, ademoğulları için iki büyük nimettir. Eğer bu iki nimet olmasaydı müslümanlar yollarda yürümezdi'.
Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Kulağıma geldiğine göre insan ahmak olarak yaratılmıştır. Eğer bu durum olmasaydı maişetten hoşlanmazdı'.
Ebû Said b. Abdurrahman şöyle demiştir: 'Dünya ancak insanların akılsızlığından ötürü imar edilmiştir!'
Selman-ı Fârisi (r.a) şöyle demiştir: Üç şey vardır ki beni güldürecek kadar hayrette bırakırlar:
1. Ölüm kendisini aradığı halde dünyayı isteyen kimse(nin durumu).
2. Kendisinden gaflet edilmediği halde gafil olan kimse.
3. Rabbinin kendisinden razı olup olmadığını bilmediği halde ağız dolusu gülen kimse.
Üç şey vardır ki ağlatacak kadar beni üzerler:
1. Hz. Peygamber ve cemaatinden ayrılmak.
2. Kıyametin dehşeti.
3. Cennete mi, cehenneme mi gönderileceğimi bilmediğim halde Allah'ın huzurunda hesaba çekilmek için durmam!
Seleften biri şöyle diyor: "Zürâre b. Ebi Evfayı, ölümden sonra, rüyada görüp 'Sizin katınızda amellerin hangisi daha verimlidir?' diye sordum. Zürare 'Tevekkül ile emeli kısaltmak!' dedi".
Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Dünya hakkındaki zâhidlik lezzetsiz yemek ve aba giymek değildir. Emelin kısaltılmasıdır'.

Mufaddal b. Fudale30 Rabbinden emelinin kaldırılmasını istedi. Dolayısıyla onun kalbinden yemek ve içmek şehveti silindi. Sonra Rabbine geri vermesi için yalvardı. Emel kendisine geri verildi, yemeye ve içmeye başladı.
Hasan'a 'Ey Ebû Said! İç gömleğini yıkamaz mısın?' diye soruldu. Bununla meşgul olmak uzun emeldir' dedi.
Hasan şöyle demiştir: 'Ölüm sizin önünüzdedir. Dünya ise arkanızdadır'.
Bir kişi şöyle demiştir: 'Ben boynunu uzatmış, üstünde de bir kılıç olduğu halde, boynu ne zaman vurulacaktır diye bekleyen bir kimse gibiyim'.
Dâvûd et-Tâî şöyle demiştir: 'Eğer bir ay yaşamayı ümit edersem kendimi büyük bir günah işlemiş olarak görürüm. Ben bunu nasıl ümit ederim?. Oysa fecaatlarm gece ve gündüz saatlarinde halkı kasıp kavurduğunu görmekteyim.
Hikâye ediliyor ki Şakîk el-Belhî, hocası Ebû Haşim Rumânî'nin31 yanına geldiğinde abasının köşesinde bağlı birşey vardı. Bunu gören hocası 'Nedir bu?' dedi ve kapıyı Şakîk'in yüzüne kapayarak eve girdi.
Ömer b. Abdülazîz, kürsüde şöyle demiştir:
Muhakkak ki her sefer için azık hazırlanır. Öyleyse siz de düyadan ahirete olan seferenizde takvayı azık edinin. Siz, Allah'ın hazırladığı sevap ve ikabı gören bir kimse gibi olun, ibadete dalıp günahlardan çekinin! Sakın zaman sizin için uzun gelip de kalpleriniz katılaşmasın ve düşmanınıza itaat etmeyin. Yemin olsun muhakkak ki akşamdan sonra sabahlamayacağını ve sabahladıktan sonra akşamlamayacağını bilmeyen bir kimse uzun emel taşımamalıdır. Çoğu kez bunların arasında ölüm gelip insanın boğazına yapışır. Ben de siz de dünyaya aldanan nicelerini gördük! Oysa ancak Allah'ın azabından kurtulanın gözü aydın olur. Kıyametin dehşetlerinden emin olan ancak sevinir. O kimse ki herhangi bir yarayı ancak başka bir taraftan bir yara almak suretiyle tedavi edebiliyorsa, o nasıl sevinir? Yaptığım bir şeyi size emretmekten Allah'a sığınırım. Eğer böyle yaparsam alış-verişimde zarar edip kusurum ve miskinliğim, fakir ve zenginin halini gösteren terazilerin ortaya konduğu bir günde açığa çıkar. Siz öyle bir şeyle mükellef kılındınız ki eğer yıldızlar onunla mükellef kılınmış olsalardı muhakkak dökülüp saçılırlardı. Dağlar öyle bir şeyle mükellef olsaydı, muhakkak erirdi. Kürre-i arz onunla mükellef kılmasaydı,
muhakkak paramparça olurdu. Bilmez misin, cennet ile ateş arasında bir konak yoktur. Muhakkak siz onlardan birine varacaksınız.

Bir kişi dostuna (şunları) yazdı: 'Dünya rüyadır. Ahiret ise uykudan uyanmadır. İkisinin arasında olan ölümdür. Biz karmakarışık rüyalar içerisinde kıvranıp duruyoruz. Bir başkası arkadaşına (şöyle) yazdı: 'Muhakkak ki dünya için üzülmek uzundur. Ölüm insana yakındır. Eksiklik için her günde ondan nasip vardır. Bela için onun cisminde yol vardır. Bu bakımdan göç etmeye çağrılmazdan önce acele et! Vesselâm!'

Hasan şöyle demiştir: Âdem (a.s) hata etmeden önce emeli arkasında, eceli gözlerinin arasında bulunuyordu. Zelleye düştüğünde emel gözlerinin önüne, ecel de arkasına geldi'.

Abdullah b. Samit şöyle rivayet ediyor: Babası şöyle demiştir: 'Ey sıhhatinin uzunluğuna aldanan, hastalıksız ölen hiç kimse görmedin mi? Ey mühletinin uzunluğuna aldanan! Acaba azıksız yakalanan birini görmedin mi? Eğer ömrünün uzunluğunu düşünürsen, geçmiş lezzetlerini unutursun! Acaba sıhhatle mi aldanıyorsun? Yoksa içinde kıvrandığın afiyetin uzunluğu ile mi? Yoksa emin bulunduğun ölümle mi? Veya ölüm meleğine karşı cesaret mi gösteriyorsun? Ölüm meleği geldiğinde, malın ve servetin onu senden uzaklaştıramaz. Nüfusunun çokluğu da onu engelleyemez! Bilmez misin ölüm saati, üzüntülü ve sıkıntılıdır. Daha önce yapılan kusurlardan ötürü pişmanlıktır. Allah, ölümden sonraki hayat için çalışan kuldan razı olsun! Allah o kuldan razı olsun ki ölüm gelmeden önce tedbir almıştır'.

Ebû Zekeriyya et-Teymî şöyle anlatıyor: Süleyman b. Abdülmelik, Mescid-i Haramda, bulunduğu bir sırada yazılı bir taş getirildi. Taşın üzerindeki yazıları okuyacak biri araştırıldı. Vehb b. Münebbih Süleyman'ın huzuruna getirildi. O taşta şunlar yazılıydı:
Ey Âdemoğlu! Eğer sen ecelinden geri kalanın yakınlığını görseydin, emelinin uzunluğunda zâhidlik ederdin. Amelini artırmak için rağbet gösterirdin. Hırs ve hileden uzak dururdun. Eğer ayağın kayarsa, yarın pişmanlığınla karşı karşıya gelirsin. Aile efradın ve haşmetin seni teslim edeçek, baban ve yakınların senden ayrılacak, evlat ve soyun seni terkedecektir. Sen dünyaya dönecek değilsin. Hayırlarını da arttıramazsın. Öyleyse üzüntü ve pişmanlık gelmeden önce kıyamet için çalış! Bunun üzerine Süleyman, hıçkıra hıçkıra ağladı.

Seleften biri şöyle diyor: Muhammed b. Yusuf un Abdurrahman b. Yusuf a yazdığı bir mektubu gördüm. Mektupta şunlar yazılıydı:
Selâm senin üzerine olsun! Nezdinde kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a hamd ederim.
Seni dünyadan, ahirete davet ediyor ve amellerinin gideceği mükafat yerine döneceğinden gafil olmaman hususunda seni sakındırıyorum. Sen yeryüzünden sonra yerin altına gidersin. Münker ve Nekir melekleri gelir, seni oturtup azarlarlar. Eğer Allah (kudretiyle) beraberinde ise zarar, korku ve fakirlik yoktur. Eğer bunun aksi olursa, Allah hem beni, hem de seni felaketin kötü akibetinden, kabrin darlığından muhafaza eylesin. Sonra mahşerin gürültüsü ve Sûr'un üfürülüşü gelir. Mahlûklar hakkında hükmetmek, yeri ve gökleri sakinlerinden boşaltmak için cebbar olan Allah harekete geçer, sırlar fâş edilir, ateş kızıştırılır, teraziler konulur, peygamberler ve şehidler getirilir. Aralarında hak ile hükmedilir ve 'Hamd. âlemlerin rabbine mahsustur!' denilir. Nice rezil olmuş ve örtülmüş, nice he-lâk olmuş ve kurtulmuş, nice azaba uğramış ve rahmete kavuşmuş kimseler vardır. Keşke bilseydim, o gün benimle senin halin ne olacaktır? Bu bakımdan bu hususta lezzetler yıkılmış, şehvetlerden kaçınılmış, emel kısaltılmış, uykuda olanlar uyandırılmış ve gaflette olanlar sakmdırılmıştır. Allah bize ve size bu büyük tehlike karşısında yardım etsin! Dünya ve ahiret tesirini muttakîlerin kalbinde ne derece halketmişse, benim ve senin kalbinde de öyle halketsin. Biz ancak O'nunla ve O'nun için varız. Vesselâm!

Ömer b. Abdülazîz Allah'a hamd ve sana ettikten sonra şu hutbeyi okudu:
Ey insanlar! Siz boş yere yaratılmış değilsiniz ve başıboş bırakılamayacaksınız! Muhakkak sizin için bir dönüş yeri vardır. Allah aranızda hükmetmek için sizi bir araya getirecektir. Yarın herşeyi kaplayan Allah'ın rahmetinden ve eni gökler ile yer kadar olan cennetinden çıkarılan bir kul zarar etmiş ve şakî olmuştur. Yarın emin olmak, ancak rabbinin saltanatından korkan, azabından ittika eden, azı verip çoğu alan, fâniyi verip bakiyi alan, şekaveti saadetle değiştiren bir kimse için mümkündür. Görmez misiniz siz, helâk olanların sulblerindeydiniz? Sizden sonra zürriyetleriniz kalacaktır. Her gün vaktini bitirmiş ve emeli kesilmiş bir kimseyi Allah'a yolcu ettiğinizi, onu yastıksız ve döşeksiz, sebeplerden ve dostlarından ayrılmış, hesap ile karşı karşıya gelmek üzere bir çukurun içine koyduğunuzu görmüyor musunuz? Yemin olsun! Gerçi benim günahım sizinkinden daha fazladır. Fakat bunlar Allah'tan gelen adil kanunlardır. Size, Allah'a itaat ve ibadet etmeyi tavsiye eder ve sizi günahlardan sakındırırım ve Allah'tan af talep ederim.
Bunları söyledikten sonra yenini yüzüne kapatıp gözyaşları sakalını ıslatıncaya kadar ağladı. Bir daha ölünceye kadar meclise geri dönmedi.

Ka'kâ b. Hâkim32 şöyle demiştir: 'Otuz seneden beri ölüme hazırlandım. Eğer bana gelseydi tehir edilmesinden hoşlanmazdım'.

Süfyan es-Sevrî şöyle anlatır: Küfe mescidinde yaşlı bir kişi şöyle diyordu: 'Otuz seneden beri şu mesciddeyim. Gelmesi için ölümü bekliyorum. Eğer gelseydi ona ne birşey emreder, ne de onu bir şeyden sakındırırdım. Benim hiçkimse de bir şeyim olmadığı gibi hiç kimsenin de bende bir şeyi yoktur.

Abdullah b. Salebe şöyle demiştir: 'Sen gülüyorsun ama belkide kefenin bez ağartıcısının yanından çıkmış bulunuyor!'

Muhammed b. Ali ez-Zâhid şöyle demiştir: Kûfe'de bir cenazeyi teşyi ettik. Bu teşyie Dâvud-u Tâî de katıldı. Cenaze defnedildikten sonra Dâvûd ayrılıp bir köşeye oturdu. Ben de gelip ona yakın bir yere oturdum. Dâvûd şöyle dedi: 'Kim azaptan korkarsa, uzak onun için kısalır, kimin emeli uzarsa ameli zayıf olur. Her gelecek yakındır. Ey kardeşim! Bil ki seni rabbinden meşgul eden herşey, senin için uğursuzdur. Bil ki bütün dünya ehli, kabir ehlindendir. Onlar geride bıraktıkları için pişman olacaklardır.

Daha önce gönderdikleriyle sevineceklerdir. Kabir ehlinin pişman olduğu şey hakkında dünya ehli boğuşur, birbirlerini kıskanırlar. Ondan dolayı birbirlerini hâkimlere şikayet ederler.

Muhammed b. Ebî Tevbe şöyle diyor: Mâruf-u Kerhî, namaz için kamet getirdi, bana imam olmamı teklif etti. Dedim ki: 'Eğer ben önünüzde bu namazı kıldırırsam bundan başkasını kıldıramam'. Bu cevap üzerine Mâruf şöyle dedi: 'Sen nefsine, yaşayacağını ve başka bir namaz kılacağını mı söylüyorsun? Uzun yaşama arzusundan Allah'a sığınırız. Çünkü uzun emel insanı hayırlı amelden alıkoyar'.

Ömer b. Abdülazîz bir hutbesinde şöyle demiştir:
Muhakkak dünya sizin esas eviniz değildir. Allah onun hakkında yok olmayı takdir etmiştir. Onun ehli hakkında da ondan göç etmeyi yazmıştır. Dünyayı imar eden nice insan vardır ki yakında dünyadan göç edecektir. Allah size rahmet etsin! Elinizde bulunan nakil vasıtalarının en güzeliyle dünyadan göç etmeye çalışıp azıklanınız! Muhakkak ki azığın hayırlısı takvadır. Dünya, azalmış gölge gibidir. Ademoğlu dünyada gözü yaşsız olduğu haldeyken ansızın Allah Teâlâ onu çağırır. Ondan eserlerini ve dünyasını selbeder. Onun zenginliklerini başka bir kavme verir. Dünya, zarar verdiği kadar sevindirmez. Dünya az sevindirir, çok üzer.

Hz. Ebubekir bir hutbesinde şöyle demiştir: 'Yüzleri güzel ve pırıl pırıl parlayan kimseler, gençliklerine meftun olanlar nerede? Şehirler kuranlar, onları surlarla koruyan padişahlar nerede? Savaş meydanlarında muzaffer olanlar nerede? Zaman onların hepsini yere serdi. Onlar kabirlerin karanlıklarına hüründüler. Acele ediniz, derhal kurtuluşa koşun kurtuluşa!'

19) İbn Hibban, Buhârî, (İbn Ömer'den)
20) İbn Ebî Dünya, Kasr-ı Amel
21) İbn Ebî Dünya
22) İbn Ebî Dünya, Kasr-ı Amel
23) İbn Mübârek, Zühd; İbn Ebî Dünya ve Bezzar
24) İmam Ahmed, İbn Ebî Dünya
25) Tirmizî
26) Buhârî
27) Müslim, Tayalisî, Tirmizî, İbn Mâce ve İbn Hibban
28) İbn Ebi Dünya
29) İbn Ebî Dünya
30) Basralıdır. Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce kendisinden hadîs rivayet etmiştir.
31) Adı, Yahya b. Dinar'dır. H. 122'de (veya 145'de) vefat etmiştir.
32) Kinane kabilesindendir. İbn Hibban güvenilir kimseler arasında zik-retmiştir.

*6.Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi

Uzun emerin iki sebebi vardır. Biri cehalet, diğeri dünya sevgisidir.
a. Dünya Sevgisi
İnsan dünyaya, şehvetlerine, lezzetlerine ve dünya ile olan ilişkilerine değer verdiğinde dünyadan ayrılmak kalbine ağır gelir. Kalbi, dünyadan ayrılmasına sebep olan ölüm hakkında düşünmekten kaçınır. Kim bir şeyden hoşlanmazsa, onu kendinden uzaklaştırır. İnsan bâtıl kuruntuların hayranıdır. Daima maksadına uygun olanı temenni eder. Nefsine uygun olan da dünyada baki kalmaktır. Baki kalmanın çarelerini hayal eder. Muhtaç olduğu mal, aile fertleri, ev, dostlar, hayvanlar ve dünyanın diğer şeylerini araştırır. Böylece kalbi bu düşünceye dalar, bundan ayrılmaz. Bu bakımdan ölümün anılmasından gafil olur. Ona yaklaşmaya bile gücü yetmez. Eğer bazı hallerde ölüm ve ölüm için hazırlanma kalbine gelirse onu tehir eder. Nefsine der ki: 'Önünde tevbe etmek için uzun günler vardır?'
Biraz yaşlanınca der ki: 'Pîr-i fani oluncaya kadar vakit vardır! Pîr-i fani olduğunda der ki: 'Şu evi yapıncaya, şu bostanı işlerini bitirinceye kadar bari tevbeyi tehir edeyim. Şu seferden dönünce veya şu çocuğun çeyizini yapıncaya, buna bir mesken hazırlaymcaya veya bana diş bileyen şu düşmanın kahrından kurtuluncaya kadar tehir edeyim5. Dolayısıyla durmadan ölümü hatırlamayı tehir edip geciktirir. Bir meşgale bitmeden, on meşgale daha çıkar. Böylece gün be gün ölüm hakkında düşünceyi geciktirir. Onu bir meşgale başka bir meşgaleye sürükler durur. Böylece ummadığı bir zamanda ölüm gelip yakasına sarılncaya kadar tehir eder ve son anda üzüntüsü çok büyük olur.
Ateş ehlinin çoğunun feryadı tevbeyi geciktirmektendir. Onlar 'Gecikmeden dolayı vay hâlimize!' derler.

Oysa bu işi geciktiren miskin kendisini ölümü hatırlamayı geciktirmeye davet eden sebebin bugün beraberinde olduğu gibi yarın da beraberinde olduğunu bilmez. O sebep müddetin uzamasıyla kuvvet kazanır. Oysa miskin dünyaya dalan ve dünyayı koruyan kimse bir gün boş vakit bulup tevbe etmesinin mümkün olduğunu zanneder! Ama nerede? Dünyadan ancak dünyayı atan boşalır.

Hiçbir kimse dünyadan ihtiyacını almamıştır.
Hiçbir ihtiyaç başka bir ihtiyaca götürmekten başka bir işe yaramaz!
Bütün bu kuruntuların esası, dünya sevgisidir. Dünyaya önem vermek ve Hz. Peygamberin şu hadîs-i şerifinin mânâsından gafil olmaktır:

Sevebildiğini sev! Muhakkak ondan ayırlacaksın! b. Cehalet
İnsan bazen gençliğine güvenir. Gençlikle beraber ölümün yakınlığını uzak bir ihtimal sayar. Miskin düşünmez ki memleketinin ihtiyarları sayılsa, memleketindeki erkeklerin onda birinden daha azdırlar. Onların az olmaları, ölümün gençler arasında daha çok olmasındandır. Bir ihtiyar ölünceye kadar bin çocuk ve genç ölür.

Bazen de sıhhatli oluşundan dolayı ölümü uzak sayar. Ansızın gelen ölümü uzak bir ihtimal olarak görür. Bilmez ki bu uzak değildir. Bu uzak olsa dahi ansızın gelen hastalık uzak değildir. Oysa hastalıklar ansızın gelir, kişi hasta olduğunda ölüm uzak sayılmaz. Eğer bu gafil ölümün gençlikten, orta yaşlılıktan, ihtiyarlık, yaz, kış, güz, bahar, gece ve gündüzden belli bir vaktinin olmadığını düşünse, şuuru ölüme hazırlanmakla meşgul olur. Fakat bunları düşünmemesi ve dünya sevgisi onu ölümün yakınlığından gafil olmaya sevk eder. Bu bakımdan o, ölümün devamlı ileride olduğunu zanneder. Ölümün başına geleceğini takdir etmez. Kendisinin devamlı başkalarının cenazelerini teşyi edeceğini zanneder. Kendi cenazesinin teşyi edileceğini hiç hesaba katmaz. Çünkü defalarca cenaze teşyi etmiş, artık buna alışmıştır.

O daima başkasının ölümünü müşahede etmiştir. Kendi ölümünü ise hiç düşünmemiştir, düşünmesi de uzak ihtimaldir. Düşündüğü takdirde de bir defadan sonra ikinci defa düşünmez. Bu bakımdan o, ilk ve sondur. Bu kimse nefsini başkasına kıyas etmeli, cenazesinin omuzlarda taşındığını ve defnedildiğini düşünmelidir. Belki de mezarının tuğlası hazırlanmıştır.

Bu bakımdan onun ölümü hatırlamayı ve (tevbeyi) tehir etmesi katıksız cehalettir. Bunun sebebinin cehalet ve dünya sevgisi olduğunu bildiğinde, tedavisi, sebebini bertaraf etmektir. Cehalet, uyanık kalpten gelen saf fikir ile bertaraf edilir, temiz kalplerden gelen beliğ hikmeti dinlemek ile kaldırılır.

Dünya sevgisine gelince, onu kalpten çıkarmakta kullanılan ilâcın acısı pek çetindir, geçmiş ve geleceklerin tedavisinden aciz kaldıkları müzmin bir hastalıktır. Bu hastalığın, son güne ve son gündeki büyük azap ve büyük sevaba iman etmekten başka ilâcı yoktur.
İnsan bunlara kesin olarak inandığı zaman kalbi dünya sevgisinden boşalır. Çünkü gerçek sevgi odur ki kalpten basit şeylerin sevgisini siler. Bu bakımdan kişi, dünyanın hakirliğini, ahiretin de büyüklüğünü gördüğünde dünyaya iltifat etmekten imtina eder.

Doğudan batıya kadar bütün dünya mülkü kendisine verilse bile aldırmaz. Bu nasıl böyle olmaz! Oysa dünyadan daha düşük az birşey vardır. O halde dünya ile nasıl sevinebilir veya ahirete iman etmekle beraber dünyanın sevgisi onun kalbinde nasıl yerleşir? Öyleyse Allah Teâlâ'dan dileğimiz, dünyayı sâlih kullara gösterdiği gibi, bize de göstermesidir!
Ölümü düşünmek hususunda emsallerinin ölümüne bakmak gibi bir ilâç yoktur. Bunlara ölümün nasıl ummadıkları bir zamanda geldiğine dikkat etmelidir.

Ölüm için hazırlıklı olan bir kimse, büyük bir zafer elde eder. Uzun emelle aldanmış bir kimse ise apaçık zarar eder.

İnsan her saat azalarına dikkat edip bu azalan böceklerin nasıl yiyeceğini, kemiklerinin nasıl dağıldığını düşünmelidir. Böceklerin önce sağ gözbebeğinden mi yoksa sol gözbebeğinden mi başlayacağını düşünmelidir. Çünkü onun bedeninde hiçbir şey yoktur ki böceğin yiyeceği olmasın! Kendisi için sadece ilim ile Allah rızası için yapılan katıksız amel kalır.

İşte böylece daha sonra bahsedeceğimiz kabir azabı, Münker ve Nekir'in suali, haşr, neşr, kıyametin dehşetleri, en büyük merasim gününün kulakları çınlatan gürültüsü hakkında düşünmelidir. Bu düşünceler ve benzerleri kalpte ölümün zikrini tazeler ve kalbi ölüm için hazırlanmaya davet eder.

*7.Uzun Emel ile Kısa Emel Hususunda İnsanların Durumları

Bu hususta insanlar değişik durumdadırlar. Onlardan kimi vardır ki dünyada baki kalmayı umar ve daima bunu ister.
Her biri bin yıl yaşatılmayı ister. (Bakara/96)
Onlardan kimi de pîr-i fani oluncaya kadar yaşamayı ister. Pîr-i fani olmak kişinin gördüğü ömrün en uzağına varmak demektir. Bu, dünyayı çok seven bir kimsedir.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
İhtiyar, dünya sevgisinde gençtir velev ki ihtiyarlıktan ötürü onun göğüs kemikleri birbirine geçmiş olsun! Ancak Allah'tan korkanlar bu hükmün dışındadır. Onlar da pek azdır!
Onlardan bir kısmı da bir sene yaşamayı ümit eder. Bir senenin ötesinin tedbiriyle meşgul olmaz. Gelecek senede nefsi için varlık takdir etmez. Bu kimse yazda kış için tedbir alır, kışta da yaz için! Bu bakımdan bir sene kendisine yetecek miktarı derlediğinde ibadetle meşgul olur.

Onlardan bir kısmı da yaz veya kış müddetini ümit eder. Yaz devresinde kış elbisesini, kış devresinde de yaz elbisesini tedarik etmez. Bir kısmın ümidi de bir gün bir gecedir. O içinde bulunduğu gün için hazırlanır, yarın için hazırlanmaz!

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Yarının rızkı için boşuna kederlenmeyin! Eğer yarın ecelinizden ise, onda rızkınız ecellerinizle beraber gelecektir. Eğer ecellerinizden değilse, başkasının eceli için ihtimam göstermeyin!' Onlardan bir kısmının emeli de bir saati geçmez.

Nitekim, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ey Abdullah, sabahladığında akşamlayacağını, akşamladığında da sabahlayacağını düşünüp nefsine ümit verme!33

Onlardan başka bir grup vardır ki bir saat sonraya kalmayı bile düşünmez. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) biraz ilerideki suya gitmeden teyemmüm ederek şöyle demiştir: 'Suya yetişeceğimi nerden bileyim?'

Onlardan bir kısmı da vardır ki ölüm gözlerinin önünde olur. Neredeyse gırtlağına sarıldığı halde hâlâ ölümü bekler. Bu insan öyle bir kimsedir ki hatır isteyen bir kimsenin namazı gibi namaz kılar.

Onun hakkında Muaz b. Cebel'den (r.a) nakledilen şu
hadîs-i şerîf vârid olmuştur: Hz. Peygamber, Muaz'a imanın hakikatini sorduğunda cevap olarak şöyle demiştir: 'Her attığım adımın arkasından ikinci adımı atamayacağımı zannediyorum'.

Nitekim Esved'den nakledildiği gibi, o geceleyin namaz kıldığında sağma soluna bakardı. Biri 'Bu bakış nedir?' diye sorunca, cevap olarak, dedi ki: 'Ölüm meleğinin hangi cepheden bana geleceğine bakıyorum!'

İşte bütün bunlar, insanların değişik durumlarıdır. Bunların her biri için Allah katında dereceler vardır. Emeli bir ay olan bir kimse, emeli bir ay bir gün olan kimse gibi değildir. Allah katında, derece bakımından, bunların arasında fark vardır. Çünkü Allah Teâlâ zerre kadar zulmetmez. Kim zerre miktarı hayır işlerse onun mükafatını görecektir! Sonra emelin kısaltılmasının tesiri, acele sâlih amele yönelmekle kendini gösterir. Her insan emelinin kısa olduğunu iddia eder. Oysa yalancıdır. Bu ancak amellerle belli olur; zira insan bazen öyle şeylere ehemmiyet verir ki çoğu kez onlara ancak senede bir muhtaç olur. Bu ihtimam, uzun emelli oluşuna delâlet eder.

Tevfîk 'in alâmeti, ölümün gözönünde olması ve bir saat dahi ölümden gafil bulunulmamasıdır. Bu bakımdan insan her an ölüme hazırlıklı olmalıdır. Eğer akşama kadar yaşarsa, Allah Teâlâ'ya, Allah'a itaat üzere akşamladığı için şükretmelidir, gününü zayi etmediğinden dolayı sevinmelidir. O günden nasibini aldığı ve Allah katında nefsi için onu azık edindiği için sevinmelidir. Sonra sabaha kadar yine aynı şekilde devam etmelidir. Bu durum kalbi yarın ve yarında olacaklardan boşalmış bir kimse için kolaydır. Böyle biri öldüğünde saîd olup ganimet sahibi olur. Yaşadığında ölüme hazırlanmanın güzelliği ve münâcatın lezzetiyle sevinir. Bu bakımdan ölüm bunun için saadet, yaşamak da amel bakımından artıştır.

Öyleyse ey miskin insan! Ölüm senin kalbinde olsun; zira akıntı seni şiddetle sürükleyip götürür. Oysa sen nefsinden gafilsin. Belki de sen menzile yaklaşmış, mesafeyi zafere ulaşmak, ancak sana ganimet olarak verilmiş olan her nefesinde amel yapmana bağlıdır.

33) Daha önce geçmişti.

*8.Amel Hususunda Acele Etmek, Gecikme Afetinden Sakınmak

Kaybolan iki arkadaşı olup onların birinin yarın, diğerinin de bir ay veya bir sene sonra gelmesini bekleyen bir kimse, bir ay veya bir sene sonra gelecek arkadaşını karşılamak için değil, yarın gelmesi beklenilen arkadaşını karşılamak için hazırlanır.

Bu bakımdan hazırlanmak, beklemenin yaklaşmasının neticesidir. Öyleyse ölümün gelmesini bekleyen bir kimsenin kalbi, o müddetle meşgul olur. O müddetin ötesini unutur. Sonra her gün bütün seneyi beklediği ve seneden geçmiş günü eksiltemediği halde sabahlar. Bu durum ise, onu acele amel işlemekten alıkoyar. Çünkü bu kimse daima o sene içerisinden nefsi için bir genişlik görür. Dolayısıyla ameli terkeder.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Sizlerden biriniz dünyadan ancak azdıran bir zenginliği veya unutturan bir fakirliği veya ifsâd eden bir hastalığı yahut bağlayıcı bir ihtiyarlığı veya techiz edici bir ölümü veya beklenilenin en şeriri olan Deccal'ı veyahut da kıyameti bekliyor. Oysa kıyamet daha dehşetli ve daha acıdır.34

İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a) bir kişiye nasihat ederek şöyle dedi: "Beş şeyden önce beş şeyi ganimet bil:
1. İhtiyarlıktan önce gençliği,
2. Hastalıktan önce sıhhati,
3. Fakirlikten önce zenginliği,
4. Meşguliyetten önce meşguliyetsizliği,
5. Ölümden önce hayatı!"35

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
İnsanların çoğuna şu iki nimet hakkında gıpta edilir: Sıhhat ile meşguliyetsizlik.
Yani insanoğlu bunların ikisini değerlendirmez. Ancak elden çıktıktan sonra kıymetlerini bilir.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kim korkarsa geceden yola çıkar. Erken yola çıkan da menzile varır. İyi bilin ki Allah'ın metaı kıymetlidir. İyi bilin ki Allah'ın metaı cennettir.36

Râcife geldi. Onu Kadife tâkib eder. Ölüm de bütün ağırlığıyla beraber gelmiştir.37

Hz. Peygamber (s.a) ashabından birinin nefsinde gaflete daldığını hissettiğinde cemaatin içinde yüksek sesle şöyle bağırırdı:Ölüm gerçek şekliyle gelecek, ya saadetle veya şekavetle sizi yakalayacaktır!38

Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Ben uyarıcıyım. Ölüm yakalayıcı, kıyamet ise va'dedilen vakittir.39

İbn Ömer (r.a) güneş hurma dalının yapraklarının uçlarında iken Hz. Peygamberin çıkıp şöyle dediğini rivayet ediyor:
Geçen bu güne nisbetle akşama ne kadar vakit kaldıysa, kıyamete de o kadar vakit kalmıştır.40

Dünyanın misali, dikişleri başından sonuna kadar yırtılmış, sonunda bulunan bir dikişe asılı kalmış bir elbise gibidir. O dikişin de kopması yakındır!41

Câbir (r.a) şöyle diyor: 'Hz. Peygamber (s.a) hutbe okuyup kıyameti andığında, sesini yükseltir, yanakları kıpkırmızı kesilirdi. Sanki bir ordudan korkutuyor gibi davranırdı'.
O ordu, size sabah veya akşam gelecektir. Ben ve kıyamet şunların ikisi gibi yakınız.42

İbn Mes'ud (r.a) Hz. Peygamberin (s.a) 'Allah kime hidayet etmeyi dilerse onun göğsünü İslâm'a açar' (En'âm/125) ayetini okurken şöyle buyurduğunu rivayet eder:
- Muhakkak ki nur göğüse girdiğinde göğüs genişler!
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bu durumu gösteren bir alâmet varmı?
Evet! Gurur evinden uzaklaşmak, ebediyyet evine dönmek, gelmeden önce ölüme hazırlanmak bunun alâmetidir.43

O, hangisinin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı.
(Mülk/2)

Süddî44 bu ayeti 'Ölümü kimin daha çok hatırlayacağını ve ölüm için hanginizin daha güzel hazırlanacağını, kimin ölümden daha fazla sakınıp korkacağını denemek için!' şeklinde tefsir etmiştir.
Huzeyfe b. Yeman şöyle demiştir: "Her sabah ve akşam, bir dellâl 'Ey insanlar! 'Göç (ediniz!) Göç (ediniz!)' diye çağırır".

Bu sözün tasdiki şu ayettir:
Ki o (sekar), büyük belalardan biridir. İnsanlar için uyarıcıdır. Sizden ileri gitmek yahut geri kalmak isteyenler için!..(Müddessir/35-37)'

Benî Temîm'in azadlısı Sehim (veya Suheym) şöyle anlatıyor: Namaz kılarken Amr b. Abdullah'ın yanına oturdum. Namazını kısa kestikten sonra bana yönelerek şöyle dedi:
- Beni ihtiyacınla rahata kavuştur! Çünkü (yarışıyorum) acele ediyorum.
- Neye karşı acele ediyorsun?
- Rahmet olasıca! Ölüm meleğine!
Bunun üzerine onun yanından kalkıp gittim. O da kalkarak namaza durdu.

Dâvûd et-Tâî geçerken bir kişi ona bir hadîs sordu. Bunun üzerine Dâvûd o kişiye 'Yakamı bırak! Ben sadece canımın çıkması için acele ediyorum!' dedi.

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Herşeyde ağır davranmak, mühlet vermek hayırdır. Ancak ahiret için yapılan ameller bundan hariçtir!'

Münzir45 Mâlik b. Dinar'ın kendi nefsine şöyle dediğini naklediyor: 'Rahmet olasıca! Emir sana gelmeden önce acele et! Rahmet olasıca! Emir sana gelmeden önce acele et!' Bunu altmış defa tekrar etti. O beni görmüyordu.

Hasan Basrî vaazında dedi ki: 'Acele ediniz! Eğer nefesleriniz tükenirse, vasıtasıyla Allah'a yaklaştığınız amelleriniz kesilir. Nefsine bakıp günahının çokluğu için ağlayan kimseden Allah râzı olsun'. Sonra şu ayeti okudu:Çünkü biz onlar için sayıyoruz.(Meryem/84)
Yani nefeslerimizi sayıyoruz. Sayının sonu; nefesinin tükenişi, aile efradından ayrılışın ve kabrine girişindir.

Ebû Musa el-Eş'arî ölümünden önce durmadan ibadet etmeye başladı. Bunun üzerine kendisine 'Kendini biraz tutsan veya az da olsa nefsine şefkat göstersen (iyi olur)' dediler. Bunun üzerine şöyle dedi: 'Süvariler (yarışa) çıkıp hedefe yaklaştıklarında bütün hünerlerini gösterirler. Meydanın başına yaklaştığında beraberinde olan her kuvvet ve ecelinden geri kalan daha azdır!'

Râvî der ki: 'O ölünceye kadar bu duruma devam etti!'
O hanımına der ki: 'Yükünü kuvvetli bağla! Muhakkak ki cehennem üzerinde bir geçit yoktur'.

Halifelerden biri minber üzerinde şöyle dedi:
Ey Allah'ın kulları! Gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun! İkaz edildiklerinde uyanıp dünyanın kendileri için bir ev olmadığını anlayıp, ölüme hazırlanan bir topluluk olun. İyi bilin ki dünya bir mesken değil, onu değiştirin. Ölüm için hazırlanın. Ölümün gölgesi üzerinize düşmüştür. Fakat dünya sizi kendine çekip yolunuzu kesmiştir. Sonunun gelip yıkılması bir an meselesi olan bu dünya, içinde yaşamaya ve gönül vermeye lâyık değildir. Bir gayb ki gece ve gündüz onu çekmektedir. O sadece süratle yıkılmaya lâyıktır. Bir gelen ki ya zafer veya şekavetle gelir, o en üstün tedbire müstehaktır. Bu bakımdan rabbinin katında muttakî o kimsedir ki nefsine nasihat etmiş ve tevbesini daha önce takdim etmiş ve şehvetine galebe çalmıştır. Muhakkak ki onun eceli ondan gizlidir. Onun emeli onu aldatıcıdır. Şeytan ona musallat kılınmıştır. Onun tevbeyi geciktirmesini temenni eder. Günah işlesin diye günahı onun gözüne süslü gösterir. Ölümden en gafil olduğu bir anda, ölüm kendisine hücum edinceye kadar bu durum devam eder. Oysa herhangi biriniz ile cennet veya cehennem arasında, ölümden başka birşey yoktur. Ey cemaat! Gaflet sahibinin üzüntüsü ne büyüktür ki yaşantısının aleyhinde delil olacağından, günlerinin kendisini şekavete yuvarlayacağından gafildir! Allah bizi ve sizi, nimeti kendisini azıtmayan ve günahı kendisini Allah'a ibadetten geri bıraktırmayan ve ölümden sonra başına herhangi bir üzüntü inmeyen kullarından eylesin! Muhakkak ki Allah duayı kabul eder. Muhakkak ki hayır, O'nun kudret elindedir. O daima dilediğini yapandır.

Müfessirlerden bazısı Takat siz nefislerinizi fitneye düşürüp helâk ettiniz' ayetinin tefsirinde 'Şehvet ve lezzetlerle beklediniz!' demişlerdir. Yani tevbeyi geciktirdiniz, şek ve şüpheye daldınız. Allah'ın emri (yani ölüm) gelinceye kadar bu durumda kaldınız.
O çok aldatıcı (şeytan), sizi Allah(m affı) ile aldattı. (Hadîd/14)

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Sabır ve metanet gösteriniz. Ancak dünya birkaç günden ibarettir. Siz mola vermiş bir kervan gibisiniz. Sizden birinin çağrılması yakındır. İltifat etmeksizin icabet etsin. Elinizde bulunanın yararlısıyla iktifa ediniz'.
İbn Mes'ud şöyle demiştir: 'Sabaha çıkan kimse misafirdir. Malı elinde emanettir. Misafir göç eder, emanet sahibine geri verilir'.

Ebû Ubeyde el-Bâcî der ki: Ölüm hastalığında Hasan Basrî'nin huzuruna girdik. Şöyle dedi:
Sizlere merhaba! Allah sizi selâm ile diri kılsın, bizi ve sizi cennete koysun! Eğer sabreder, sadakat gösterir, Allah'tan korkarsanız bu güzel bir şeydir. Sakın bu sözler bir kulağınızdan girip diğer kulağınızdan çıkmasın!

Çünkü Hz. Peygamber'i görenler onu bir kerpici diğer kerpiç üzerine bırakmadığı, bir kamışı diğer kamış üzerine koymadığı, fakat kendisi için dikilen bir bayrağa bütün kuvvetiyle koştuğu halde gördü. Acele edin acele! Kurtuluşa koşuşun kurtuluşa! Siz nereye yöneliyorsunuz? Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki siz ve ölüm berabersiniz! Allah o kuldan razı olsun ki hayatını tek bir hedefe yöneltmiştir. Bir parça ekmek yemiş, eskimiş bir elbise giymiş, yere yapışmış, bütün kuvve-tiyle ibadete koyulmuştur. Günahından ötürü ağlamış, cezadan kaçmış ve Allah'ın rahmetini aramıştır ki o bu durumda olduğu halde eceli gelip yakasına yapışmıştır.

Asım el-Ehvel46 Fudayl er-Rakkaşî'nin kendisine şöyle dediğini nakleder: 'Ey kişi! Halkın çokluğu seni nefsinden uzaklaştırmasın; zira ölüm onlarsız gelip yakana yapışır. Oraya buraya gidersen gününü boş yere geçirmiş olursun. Çünkü iş senin aleyhinde korunmaktadır. Sen aramak bakımından daha güzel birşey, idrâk bakımından işlediğin bir günah için yapılan bir sevaptan daha süratlisini görmezsin'.

34) Tirmizî, (Ebû Hüreyre'den)
35) İbn Ebî Dünya
36) Tirmizî
37) İmam Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Münzir, Hâkim
38) İbn Ebî Dünya
39) İbn Ebî Dünya
40) İbn Ebî Dünya
41) İbn Ebî Dünya
42) Müslim, İbn Ebî Dünya
43) İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Dünya, İbn Cerîr, Ebû Şeyh, Hâkim, İbn Merduveyh ve Beyhâkî
44) Tam adı Muhammed b. Mervan el-Kûfî'dir. Tefsir âlimidir. Küçük Süddî diye bilinir.
45) Tam Adı Münzir b. Sa'lebe el-Abdî'dir.
46) Adı Ebû Abdurrahman Asım b. Süleyman el-Basrî'dir. H. 140 tarihinden sonra vefat etmiştir.

*9.Can Çekişmenin Şiddeti ve Ölüm Anında Müstehab Olan Durumlar

Miskin kulun önünde sadece ölüm dehşetinden başka ne azap, ne korku, ne üzüntü bulunmasa dahi bu hayatını zehir etmeye kâfidir. Sevincini bulandırmaya, unutkanlık ve gafletini kendisinden uzaklaştırmaya bu yeter. Bunun hakkında uzun düşünmesi ve büyük bir hazırlık görmesi gerekir.
Nitekim hukemadan biri şöyle demiştir: 'Başkasının elinde bulunan bir üzüntüdür ki ne zaman seni kapsayacağını bilmezsin!'

Lokman Hakîm oğluna şöyle demiştir: 'Ey oğul! Ne zaman karşılaşacağını bilmediğin ölüm, ansızın 'sana gelmeden önce onun için hazırlan!'

Hayret edilecek nokta şudur ki eğer insanoğlu zevklerin en büyüğü olan eğlence meclisinde bulunduğu halde içeri girip kendisine beş sopa vuracak bir zabıtayı bekliyorsa, muhakkak keyfi kaçar. Oysa o insanoğlu her nefeste kendisine ölüm meleğinin gelmesinden gafil olduğu halde yaşamaktadır. Acaba bunun, cehalet ve aldanmaktan başka bir sebebi olabilir mi?

Ölüm sekeratındaki elemin şiddetini hakîki olarak ancak tadan bilir. Tatmayan bir kimse ise onu idrâk ettiği elemlere kıyas etmekle veya insanların sekerât anında içinde bulundukları şiddetli hallerinden istidlâl etmekle ancak bilir!

Bu duruma şahitlik eden kıyas şudur: Kendisinde ruh olmayan azalar elem duymaz, elemi hisseden ruhtur. Öyleyse azalara bir yara isabet ederse, ruha sirayet eder. Ruha sirayet ettiği nisbette elem duyar. Acı et, kan ve diğer parçalara dağılır. Ruha ancak elemin bir kısmı isabet eder. Sadece ruha isabet eden elem, ne büyük ve ne şiddetli bir elemdir! Koma hâli, bedenin derinliklerine dağılmış ruhun cüzlerini kapsayan bir elemden ibarettir. Eğer kişiye bir diken batarsa, hissettiği elem ancak dikenin battığı yere ulaşan ruh parçasında cereyan eder. Ateşin cüzleri, bedenin diğer cüzlerine dağıldığından ötürü büyür. Öyle ki yanan âzanın görü-nür ve görünmez hiçbir parçası kalmaz ki ateş ona isabet etmesin. Bu bakımdan etin diğer parçalarına dağılmış ruhanî parçalar o elemi hissederler.

Yara, sadece demirin temas ettiği yere isabet eder. Bunun için yaranın elemi, ateşin eleminden daha hafif olur. Öyleyse komanın elemi, ruhun bizzat kendisine dokunur, bütün cüzlerini kapsar; zira damarların her birinden çekilen ruhtur. Parçaların, mafsalların tepeden tırnağa kadar derinin altından çekilen ruhtur. O halde, onun üzüntü ve eleminden sorma! Üzüntü ve elemi hakkında 'Ölüm kılıç darbesinden, bıçkıların biçmesinden makasların kesmesinden daha şiddetlidir' denilecek derecede şiddetlidir. Zira kılıçla bedeni kesmek, ruha taalluk ettiğinden dolayı acıtır.

Acaba ruhun bizzat kendisi kesildiğinde durum nasıl olur? Vurulan bir kimse, kalbinde ve dilinde, kuvvet kaldığından ötürü bağırır. Ölmek üzere olan bir kimsenin sesi ve nefesi, üzüntü onun kalbine yüklendiği, her parçasına ulaştığı, bütün kuvvetini yıktığı, azalan zayıf düşürdüğü için kesilmiştir. Bu bakımdan bağırma mecali kalmamıştır. Aklı örtüp şaşırtmış, dili konuşamaz duruma getirmiş, azalan zayıf düşürmüştür. Kişi inlemek, bağırmak ve imdat istemekle biraz kendisim rahata kavuşturmak ister. Fakat buna gücü yetmez. Eğer kendisinde bir kuvvet kalırsa ruhun çekildiği anda bir horlama, gırtlağından ve göğsünden bir homurtu işitilir. Bu esnada rengi bozulur, ağzına köpük yığılır. Sanki yaratılışının esası olan toprak onda belirmiştir! Onun her damarı çekilir.

Bu bakımdan onun içine ve dışına elem yayılır. Öyle ki gözleri yuvalarından fırlar, dudakları büzülür, dili çekilir, parmak uçları sararır. Bu bakımdan damarları çekilmiş bir bedenin halini sorma! Eğer çekilen tek damar olsaydı yine de elemi büyük olurdu. Oysa çekilen, elem duyan ruhun bizzat kendisidir. O da bir damardan değil, bütün damarlardan çekilir. Öyleyse nasıl elem duymasın? Sonra tedricî olarak azalar ölür. Önce ayaklar soğur, sonra baldırlar, sonra uyluklar!. Her âza için, üzüntüden sonra üzüntü, sekerattan sonra sekerât vardır. Can gelip boğaza dayanmcaya kadar!.. İşte o anda kişinin dünyadan ve aile efradından nazarı kesilir. Önündeki tevbe kapısı kapanır. Onu hasret ve pişmanlık kaplar.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Can gelip boğaza dayanmadıkça kulun tevbesi kabul olunur!47

Yoksa kötülükler yapıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca 'Ben şimdi tevbe ettim' diyenlere ve kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur.(Nisa/18)

Mücâhid bu ayetin tefsirinde demiştir ki: 'Ölüm elçilerini gördüğünde, ölüm meleğinin yüzünden bir safha kendisine görünür. Ölümün şiddetleri arka arkaya geldiğinde ölümün acılığını ve üzüntüsünü sorma!'

Hz. Peygamber (s.a) şöyle dua demiştir:
Ey Allahım! Muhammed'e ölümün acılarını kolaylaştır!48
İnsanlar, ancak cehaletlerinden ötürü, ölümden sakınmıyor ve ölümü büyütmüyorlar; zira ölüm ancak peygamberlik ve velîlik nuruyla idrâk olunur. Bundan dolayı peygamberlerin (a.s) ve evliyanın ölümden korkuları büyümüştür,

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Ey havariler cemaati! Allah'tan benim için ölüm şiddetini kolaylaştırmasını dileyin! Ölümden o derece korktum ki korkum ölüm üzerinde ölmekten beni durdurdu!'

Rivayet ediliyor ki Israiloğulları'ndan birkaç kişi bir kabristanın yanından geçtiler. Birbirlerine dediler ki: 'Keşke şu kabristandan bir diriltip öbür âlemin durumunu sormak için Allah'a yalvarsaydınız'. Bu temenni üzerine Allah'a yalvardılar. Onlar bu durumda iken alnında secde eseri olan bir kişi kabirden çıktı ve dedi ki: 'Ey cemaat! Benden ne istiyorsunuz? Ben elli seneden beri ölümü tatmışım! Hâlâ kalbimde ölümün acısı sükûn bulmamıştır!'

Hz. Âişe (r.a) şöyle demiştir: 'Hz. Peygamberin ölümünün şiddetini gördükten sonra, ölümü kolay geçmiş hiçbir kimsenin haline gıpta etmemiştir.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Ey Allahım! Ruhu damar, kemik ve parmaklar arasından çekip alıyorsun. Ey Allahım! Ölüme karşı bana yardım et ve ölümü bana kolaylaştır.49
Hasan, Hz. Peygamberin (s.a) ölümün tasa ve elemi hakkında şöyle dediğini rivayet ediyor:
Ölümün elemi, kılıçla vurulan üç yüz darbe kadardır.50

Hz. Peygamber'den ölüm ve şiddeti sorulduğunda, cevap olarak şöyle demiştir:
Ölümün en kolayı, yün içerisinde bulunan üç köşeli demir diken gibidir. Acaba diken, koparıp çıkaracağı yün olmaksızın yünden çıkar mı?51

Hz. Peygamber bir hastayı ziyaret ettikten sonra şöyle dedi:
Onun ne ile karşılaştığını biliyorum. Ölümün şiddetinden dolayı onun acımayan hiçbir damarı yoktur!52

Hz. Ali savaşa teşvik ederek şöyle dedi: 'Eğer öldürülmezseniz, öleceksiniz. Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim! Benim için bin kılıç darbesi yemek, yatakta ölmekten daha kolaydır!'

Evzâî şöyle demiştir: 'Kulağımıza geldiğine göre ölen kişi dirilinceye kadar ölümün elemini hisseder!'

Şeddâd b. Evs (r.a) şöyle demiştir: 'Ölüm, mü'min için en korkunç tehlikedir. Ölüm bıçkılarla biçilmekten, makaslarla kesilmekten, kazanlarda kaynamaktan daha şiddetlidir! Eğer bir ölü kabrinden gönderilip dünya ehline ölümün acısını haber verse, onlar artık maldan fayda görmez ve uykudan zevk almazlardı'.

Zeyd b. Eslem53 babasının şöyle dediğini rivayet eder: 'Mü'minin üzerinde derecelerinden birşey kalıp da mü'min ameliyle oraya ulaşmazsa, ölüm onun üzerinde şiddetlenir ki ölümün şiddet ve üzüntüsüyle cennetteki derecesine varsın! Kâfir bir kimse iyiliğinin karşılığını göremeyeceği için ölüm onun için kolaylaştınlır ki dünyada iyiliğinin karşılığını alsın cehenneme gitsin!'

Seleften bir zat hastalara 'Siz ölümü nasıl görüyorsunuz?' diye devamlı sorardı. Bir zaman sonra kendisi hasta olunca bu sefer kendisine 'Sen ölümü nasıl görüyorsun?' diye sordular. Cevap olarak dedi ki: "Sanki gökler yeryüzüne kapandı. Sanki nefesim iğnenin deliğinden çıkıyor!'

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ani Ölüm, mü'min için rahat, fâcir için üzüntüdür.54 Mekhul, Hz. Peygamberden şöyle rivayet ediyor:
Eğer ölünün kıllarından biri gökler ve yer ehli üzerine bırakılsa, onlar Allah'ın izniyle ölürler. Çünkü her kılda ölüm vardır. Ölümün girdiği şey ölür.55

Rivayet ediliyor ki eğer ölümün eleminden bir damla dünyanın bütün dağları üzerine konsaydı, bütün dağlar erirdi.

Yine rivayet ediliyor ki Hz. İbrahim (a.s) vefat ettiğinde Allah Teâlâ kendisinden sordu:
- Ey dostum! Ölümü nasıl gördün?
- Yârab! Islak yünün içine sokulan ve sonra geri çekilen bir dikenli şiş gibi gördüm!
-İyi bil ki ki biz onu senin için kolaylaştırdık.

Hz. Musa'nın ruhu, Allah Teâlâ'nın huzuruna vardığında Allah Teâlâ sordu:
- Ey Musa! Ölümü nasıl gördün?
- Sac üzerinde kavrulan bir kuş gibi gördüm. Ölmüyor ki istirahata kavuşsun, kurtulmuyor ki uçsun!

Hz. Musa'nın şöyle dediği rivayet ediliyor: 'Nefsimi kasabın elinde diri diri yüzülen bir koyun gibi gördüm'.

Hz. Peygamberin ölüm anında yanında bir su bardağı vardı. Elini suya daldırıp onunla yüzünü meshederek şöyle buyurdu:
Yârab! Ölümün dehşetlerini bana kolaylaştır!56

Fâtıma (r.a) buna karşılık 'Ey baba! Üzüntün için vay hâlime' dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Bugünden sonra baban için üzüntü yoktur.57

Hz. Ömer (r.a) Ka'b'ul-Ahbar'a hitaben dedi ki:
- Ey Ka'b! Bize ölümden haber ver!
- Evet, Ey mü'minlerin emiri! Ölüm, bir kişinin içine sokulan çok budaklı bir ağaca benzer. Her budak bir damara saplanır. Sonra kuvvetli bir kişi o ağacı çeker. O ağacın budakları aldığını alıp beraberinde çıkarır, bıraktığını da bırakır.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kul, ölümün üzüntü ve dehşetleriyle pençeleşir. Onun mafsallarının biri diğerine selâm vererek şöyle der: Selâm senin üzerine olsun! Kıyamet gününe kadar sen benden, ben de senden ayrılıyorum.58

İşte bunlar Allah'ın dostları üzerinde görülen ölüm acılarıdır. Acaba bizim gibi günahlara dalmış kimselerin hâli ne olacaktır? Ölümün dehşetleriyle beraber diğer felaketler de bize hücum ederler; ölümün felaketleri üç tanedir:
İlk felâketi: Daha önce söylediğimiz gibi, şiddetli koma hâlidir.
İkinci felâket: Ölüm meleğinin suretini görüp onun korkusundan kalbe hâkim olmasıdır. Eğer ölüm meleğinin, günahkâr kulun ruhunu aldığı zamanki şekline en cesaretli insanın bile bak
maya gücü yetmez.

Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim ölüm meleğine Tâcir bir kimsenin ruhunu aldığında üzerinde bulunduğun surette bana kendini gösterebilir misin?' diye sordu. Ölüm meleği 'Bu durumda senin bana bakmaya gücün yetmez!' dedi. İbrahim (a.s) 'Gücüm yeter' dedi. Melek 'O halde yüzünü çevir!' dedi. Bunun üzerine İbrahim (a.s) yüzünü çevirince, simsi-yah, saçları dik, kokusu müteaffin, elbiseleri simsiyah, ağız ve burun deliklerinden alevler ve duman çıkan bir kişi gördü. Bunun üzerine İbrahim (a.s) düşüp bayıldı. Ayıldığımda melek eski suretine dönmüştü. Bunun üzerine İbrahim (a.s) 'Ey ölüm meleği! Eğer ölüm anında fâcir kimseye, görünüşünden başka bir dehşet isabet etmese dahi bu ona kâfi gelir' dedi.

Ebû Hüreyre (r.a) Hz. Peygamberden şöyle rivayet ediyor: "Dâvûd (a.s) kıskanç bir kişiydi. Çıkarken kapılarını kilitlerdi. Birgün kapıyı kilitleyip çıktı. Hanımı eve bakınca evde bir kişinin olduğunu gördü ve dedi ki: 'Bu kişiyi kim içeri soktu? Eğer Dâvûd gelip bunu burada görürse çok üzülür'. Dâvûd (a.s) geldi. O kişiyi görünce 'Sen kimsin?' diye sordu. O kişi 'Ben padişahlardan korkmayan, hiçbir perdenin mâni olamadığı bir kimseyim' dedi. Dâvûd (a.s) 'Öyleyse sen ölüm meleğisin!' dedi. Dâvûd (a.s) korkusundan olduğu yerde kalakaldı!"59

Rivayet ediliyor ki Hz. İsa (a.s) bir kuru kafanın yanından geçerken ayağı ile kafaya vurup 'Allah'ın izniyle konuş!' dedi. Bunun üzerine kuru kafa 'Ey Allah'tan gelen ruh! Ben falan falan zamanın sultanıyım. Birgün başımda tacım, etrafımda askerler ve hizmetkârlarım olduğu halde tahtımın üzerinde otururken ansızın ölüm meleği bana göründü. Her âzam kendi istikametinde benden boşandı. Sonra canım ona doğru çıktı. Keşke o cemaatlerden olan ayrılık olaydı. Keşke o ünsiyetten olan vahşet olaydı!' dedi.
İşte bu, bir felâkettir ki asiler onunla karşılaşır, Allah'a itaat edenler ise ondan korunurlar.

Peygamberler sadece komanın dehşetini hikâye ettiler. Ölüm meleğinin suretini görenin hissettiği korkuyu hikâye etmediler.

Eğer bu sureti kişi bir gece rüyasında görse hayatı allak bullak olur. Acaba bir de o şekilde görürse nasıl olur?
İtaat eden bir kimseye gelince o, ölüm meleğini en güzel surette görür.

İkrime60 İbn Abbas'tan şöyle rivayet etti: "İbrahim (a.s) bir kişi idi. İçinde ibadet ettiği bir evi vardı. Çıkınca evini kilitledi. Birgün evine dönünce içerde bir kişi gördü ve sordu: 'Seni eve kim soktu?' Kişi 'Evin sahibi soktu!' dedi. İbrahim 'Evin sahibi benim!' dedi. Kişi Hem senden, hem de benden daha fazla bu eve sahip olan bir zat beni buraya soktu' dedi. İbrahim.(a.s) Sen meleklerin hangisisin?' dedi. Kişi 'Ben ölüm meleğiyim!' dedi. İbrahim (a.s) 'Mü'minin ruhunu kabzettiğin andaki suretini bana gösterebilir misin?' dedi. Ölüm meleği 'Evet! Yüzünü benden çevir!' dedi. Bunun üzerine İbrahim (a.s) yüzünü çevirdi. Dönüp bakınca bir gençle karşı karşıya olduğunu gördü.

(Ikrime şöyle devam ediyor: İbn Abbas ölüm meleğinin o anki yüzünün ve elbisesinin güzelliğinden ve güzel kokusundan bir nebze zikretti). Bunun üzerine İbrahim (a.s) 'Ey ölüm meleği! Eğer ölüm anında mü'min senin suretinden başka birşey ile karşılaşmazsa yine de mü'mine bu güzel suretin kâfidir' dedi".
Koruyucu iki meleğin müşahedesi de bundandır.

Vuheyb şöyle diyor: Kulağımıza geldiğine göre hiç kimse amelini yazan iki melek kendisine görünmeden ölmez. Eğer itaatkâr bir kul ise o iki melek ona derler ki: 'Allah sana hayırlı mükâfat versin. Çoğu kez bizi doğruluk meclisinde oturttun, sâlih amellerde hazır bulundurdun!' Eğer fâcir ise iki melek ona derler ki: 'Allah sana mükâfat vermesin. Çoğu kez bizi kötü mecliste oturttun. Salih olmayan amelde hazır bulundurdun. Bize çirkin konuşmalar dinlettirdin.Bu bakımdan Allah bizden taraf sana hayrı mükâfat olarak vermesin'.
İşte bu durum, ölünün iki meleğe doğru dikilen gözleridir. Artık o ebediyyen dünyaya dönemez.
Üçüncü felâket, asilerin ateşteki yerlerini görmeleri ve görmeden önceki korkularıdır. Çünkü asilerin Ölüm esnasında güçleri tükenir, ruhları teslim olur, iki şeyden birini haykıran ölüm meleğinin narasını dinlemedikçe ruhları çıkmaz; ya 'Ey Allah'ın düşmanı! Ateşle müjdelen' veya 'Ey Allah'ın dostu! Cennetle müjdelen!' der! Akıl sahiplerinin korkusu bundandır.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Sizden bir kimse varacağı yeri bilmedikçe, cennet veya cehennemdeki yerini görmedikçe ölmez.61

- Kim Allah ile mülâki olmayı severse, Allah da onun mülakatını sever. Kim Allah'ın mülakatından hoşlanmazsa Allah da onun mülakatından hoşlanmaz.
- Hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz!
- O, hoşlanmamak değildir. Mü'mine varacağı yer gösterildiğinde Allah ile mülâki olmayı sever ve Allah da onunla mülâki olmayı sever.62

Rivayet ediliyor ki Huzeyfe b. Yeman öleceği sırada İbn Mes'ud'a (doğrusu Ebû Mes'ud'dur) dedi ki: 'Bak! Gecenin hangi saatinde bulunuyoruz?' Bunun üzerine İbn Mes'ud (Ebû Mes'ud) baktı ve sonra gelip dedi ki: 'Kırmızı yıldız (fecirden az önce doğan yıldızdır) doğmuştur!' Bunun üzerine Huzeyfe şöyle dedi: 'Ateşe götüren bir sabahtan Allah'a sığınırım!'

Mervan, Ebû Hüreyre'nin yanına varıp şöyle dua etti: 'Yârab! Ölümü Ebû Hüreyre için kolaylaştır'. Ebû Hüreyre hemen akabinde 'Yârab! Ölümün acısını artır' dedi ve ağladı. Bunun üzerine Mervan, Ebû Hüreyre'ye 'Seni ağlatan nedir?' dedi. Ebû Hüreyre cevap olarak dedi ki: 'Allah'a yemin olsun, dünya için üzüldüğüm veya sizden ayrıldığım için ağlamıyorum. Fakat ben rabbimden ya cennet veya cehennemin müjdesinden birini bekliyorum'.

Hz. Peygamber'den rivayet edilmiştir ki Allah Teâlâ bir kuldan razı olduğunda şöyle der: 'Ey ölüm meleği! Falan adama git! Onu rahata kavuşturmak için ruhunu getir! Onun amelinden şimdiye kadar yaptığı bence kâfidir. Onu denedim; sevdiğim yerde buldum'. Bunun üzerine ölüm meleği beraberinde beş yüz melek ve gül desteleri ve zaferan kökleri olduğu halde (gelir), onlardan her biri ayrı bir müjde ile onu müjdeler. Melekler beraberinde gül desteleri olduğu halde iki saf halinde o kişinin ruhunun çıkışını beklerler. İblis onlara baktığında elini başının üzerine koyarak bağırır. Bu bağırış üzerine askerleri kendisine 'Ey efendimiz! Sana ne oldu?' derler. İblis der ki: 'Şu kula verilen şerefi görmez misiniz? Siz bu kulu ifsâd etmek için neredeydiniz?' Onlar derler ki: 'Biz onu sapıtmak için var kuvvetimizle çalışıp yorulduk. Fakat o korunuyordu'.63

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Mü'min için ancak Allah'ın mülakatında rahat vardır. Kimin rahatı Allah'ın mülakatında ise ölüm günü onun için sevinme, emniyet, izzet ve şeref günüdür'.

Câbir b. Zeyd'e ölüm anında: 'Canın ne istiyor?' diye soruldu. Cabir 'Hasan Basrî'ye bir defa bakmayı!' dedi. Hasan Basrî, Câbir'in huzuruna vardığında: 'İşte Hasan geldi!' dediler. Bunun üzerine gözünü açıp Hasan'a baktı, sonra şöyle dedi: 'Ey arkadaşlar! Şimdi Allah'a yemin ederim sizden ayrılıyor, ya cennete veya cehenneme gidiyorum!'

Muhammed b. Vâsi, sekeratta iken şöyle demiştir: 'Ey arkadaşlar! Cehenneme gitmek üzere veya Allah'ın affedeceği ümidiyle selâm size!'

Seleften biri ebediyyen sekeratta kalıp ne sevaba, ne de ikaba gönderilmemesini temenni etmiştir. Çünkü sû-i hâtime (kötü sonuç) korkusu ariflerin kalplerini paramparça etmiştir. Bu korku, ölüm anında, büyük tehlikelerdendir. Sû-i hatimenin mânâsını, ariflerin bundan ne kadar çok korktuklarını, Korku ve Ümit bahsinde zikretmiştik. O bahis buraya da uygundur. Fakat onu tekrar etmekle sözü uzatmak istemiyoruz.

47) Tirmizî
48) Hz. Aişe'den
49) İbn Ebî Dünya
50) İbn Ebî Dünya
51) İbn Ebî Dünya
52) İbn Ebî Dünya
53) Zeyd b. Eslem el-Adevî el-Medenî şâyân-ı itimad bir âlimdir. Eslem ise
Hz. Ömer'in azadlısıdır.Ömrünün yarısı İslâm'da, yarısı küfürde geçmiştir.114 yaşında H. 80 senesinde vefat etmiştir.
54) İmam Ahmed
55) İbn Ebî Dünya
56) Buhârî, Müslim.
57) Buhârî
58) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs
59) İmam Ahmed
60) İkrime, İbn Abbas'm talebesi ve azadlısıdır.
61) İbn Ebî Dünya
62) Müslim, Buhârî
63) İbn Ebî Dünya

*10.Ölüm Esnasında Kişiye Müstehab Olan Durumlar

Ölüm anında sakin olmak, ölüme hazırlıklı olmak kişi için gü-zeldir. Dili için güzel olan şehadet getirmesidir. Kalbi için güzel olan Allah hakkında güzel zanlı olmasıdır.

Surete gelince,
Hz. Peygamber'den şöyle rivayet ediliyor:
Üç şey nezdinde ölüyü murakabe ediniz: a) Alnı terlediği, b) Gözyaşı döktüğü, c) İki dudağı kuruduğu zaman. Bu durum Allah'ın onun hakkında inmiş rahmetindedir. Boğulan bir kimse gibi hırıltı çıkardığı, rengi morlaştığı, dudakları pas bağladığında bu Allah'ın onun üzerine inen azabındandır.64

Dilin şehadet kelimesini söylemesi hayır alâmetidir. Ebû Said el-Hudrî, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Ölmek üzere olanlara Lâ ilâhe illâllah! telkin edin!65

Huzeyfe'nin rivayetinde şöyledir: 'Çünkü Lâ ilâhe illâllah kendisinden önce meydana gelen günahları yıkar!'

Hz. Osman Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kim Allah'tan başka ilah olmadığını bildiği halde ölürse cennete girer.66

Ebû Ubeyde dedi ki: 'Allah'ın hak olduğuna şahidlik ettiği halde! (Bu kelimeyi söylerse cennete girer)'.

Hz. Osman 'Ölüme hazırlanana Lâ ilâhe illâllah\ telkin ediniz. Ölüm anında nefesleri Lâ ilâhe illâllah ile sonuçlanan her kul için bu kelime cennet azığı olur' demiştir.
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Ölmek üzere olan (sekeratta bulunan) yakınlarınızın yanında hazır bulunun! Onlara Allah'ı hatırlatın. Çünkü sizin görmediğinizi onlar görürler. Onlara Lâ ilâhe illâllah! telkin edin!'

Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Ölüm meleği, ölmek üzere olan bir kişinin yanına gelir, kalbine bakar. Orada birşey bulamaz. Bunun üzerine iki çenesini açıp dilinin damağına yapışık olduğu halde Lâ ilâhe illâllah dediğini görür. Bunun üzerine ihlâs kelimesi mefhumu sayesinde o kimse bağışlanır.67

Telkin eden bir kimse için en uygunu, telkin hususunda fazla ısrar etmemektir. Ancak, lütufkâr davranmalıdır. Çünkü çoğu kez hastanın dili dönmez hale gelir. Dolayısıyla bu durum ona ağır olur ve bu da telkinden ürkmesine kelime-i tevhid'den hoşlanmamasına sebep olabilir. Bu hoşlanmamanın da kötü akibet sebebi olmasından korkulur. Bu kelimenin mânâsı şudur: Kişinin kalbinde Allah'tan başka hiçbir şey olmadığı halde ölmesi, hak bir olan Bir'den başka mahbubu olmaması, ölümle mahbubunun huzuruna varması, onun için en büyük nimet olur. Eğer kalp dünya ile meşgul, dünyaya mültefit, lezzetlerine ünsiyet verici, kelime-i şehadet de sadece dilde bulunup, kalp onun tahkikine intibak etmiyorsa, bu takdirde durum tehlikelidir. Çünkü sırf dil hareketi az fayda verir. Ancak Allah Teâlâ kabul etmekle lütûfta bulunursa o zaman mesele kalmaz.

Hüsn-i zan sekerât anında müstehabdır. Biz bunu ümit bahsinde zikretmiştik. Nitekim Allah hakkındaki hüsn-i zan hususunda hadîsler vârid olmuştur. Vasile b. Eska68 bir hastanın yanıa vararak şöyle demiştir: 'Allah hakkındaki zannın nasıl olduğunu bana haber ver?' Hasta 'Günahlarım beni gark edip hel-ake yaklaştırdı. Fakat (buna rağmen) rabbimin rahmetini umarım!'.dedi. Bunu duyan Vasile sevincinden tekbir getirdi ve evdeki insanlar da onunla beraber tekbir getirdiler. Vasile dedi ki: Allahu Ekber! Hz. Peygamber Allah Teâlâ'dan şöyle nakletmişti:
Ben kulumun zannî üzereyim. Bu bakımdan kulum benim hakkımda dilediğim zannetsin!69

Hz. Peygamber (s.a) ölüm halinde olan bir gericin yanına varıp 'Kendini nasıl hissediyorsun?' dedi. Genç 'Allah'tan ümidimi kesmiyor ve günahımdan korkuyorum!' dedi. Bunun üzerine

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:
Böyle bir durumda bu iki haslet bir kulun kalbinde bir araya gelmez. Geldikleri takdirde Allah o kula ümit ettiğini verir, korktuğundan da onu emin kılar.

Sabit el-Bennânî şöyle demiştir: 'Oyuna fazlasıyla meyleden bir genç ve ona çok nasihat eden bir annesi vardı. Annesi kendisine derdi ki: 'Ey oğul! Senin için bir gün vardır. Bu bakımdan o günü hatırla!' O gencin üzerine Allah'ın emri indiğinde annesi üzerine kapanıp ona şöyle dedi: 'Ey oğul! Seni işte bu felâketinden sakındırıyordum'. Bunun üzerine genç 'Ey anne! Benim, iyiliği çok olan bir Rabbim vardır. Muhakkak ben ümit ederim ki bugün beni iyiliklerinin bazısından mahrum etmez!' dedi. Sabit der ki: 'Allah Teâlâ o kulunun Rabbi hakkındaki güzel zannından ötürü ona rahmet etti!'

Câbir b. Vedâe şöyle diyor: "Kendisinde biraz toyluk bulunan bir genç vardı. Sekerata girdi. Annesi 'Ey oğul! Birşey vasiyet eder misin?' diye sordu. Genç 'Evet, anne! Benim yüzüğümü parmağımdan çıkarma. Çünkü yüzüğümde Allah'ın zikri yazılıdır. Umulur ki Allah ondan dolayı bana merhamet eder!' dedi".70Genç defnedildikten sonra rüya âleminde şöyle derken görüldü: 'Anneme söyleyin! O sekeratta söylediğim söz bana fayda verdi ve Allah beni affetti!'

Bir bedevî hasta düştü. Kendisine 'Muhakkak öleceksin!' denildi. Bunun üzerine bedevî 'Öldüğüm takdirde nereye götürüleceğim?' dedi. Dediler ki: 'Allah('ın meşietin)e götürüleceksin!' Bedevî dedi ki: 'Öyleyse, kendisinden hayırdan başka birşey görülmeyenin yanına götürülmemden hoşlanmaz mıyım?'

Ebû Mutemer b. Süleyman şöyle demiştir: Babam ölüme hazırlandığında bana dedi ki: 'Ey Mutemer! Bana ruhsattan bahset! Umulur ki ben hüsn-i zan sahibi olduğum halde rabbime kavuşurum!'

Selef, ölüm anında kula, amellerinin güzellerini söylemeyi, dolayısıyla Allah hakkındaki hüsn-i zanını artırmayı müstehab görürlerdi.

64) Hâkim-i Tirmizî, Nevadir'u1-Usûl
65) İbn Hibban
66) İmam Ahmed, Müslim, Nesâî, İbn Hibban ve İbn Huzeyme
67) Taberânî
68) Meşhur bir sahabîdir. Şam'a göç etmiştir 85 senesine kadar yaşamış ve 105 yaşında vefat etmiştir.
69) İbn Hibban
70) Kıymetli şeylerin ölü ile defnedilmemesi emredilmiştir. Müellif hükmü tasvip etmek bakımından nakletmemektedir, sadece olmuş bir vakayi aktarmaktadır.

*11.Lisan-ı Halin Belirttiği Hikâyelerle Ölüm Meleğinin Mülakatı Anında Çekilen Hasret

Eş'as b. Eslem şöyle demiştir: İbrahim (a.s) adı Azrail (a.s) olan, biri alnında, diğeri ensesinde iki gözü bulunan ölüm meleğine şöyle sordu:
. Ey ölüm meleği! Ruhu kabzedilenlerin biri doğuda öbürü' batıda olduğunda ve yeryüzünde veba yayıldığında, iki ordu karşı karşıya geldiğinde aynı anda bütün bunlara nasıl yetişeceksin?
- Allah izniyle ruhları çağırırım. Onlar benim şu iki parmağımın arasında olurlar.
Eş'as dedi ki: 'Yeryüzü, ölüm meleği için yayılıp önüne bir leğen gibi bırakılmıştır. Oradan dilediğini alır!'

Râvî der ki: Hz. İbrahim'e Allah'ın dostu olduğunun müjdesini ölüm meleği vermiştir.

Süleyman b. Dâvûd (a.s) ölüm meleğine dedi ki: 'Neden insanların arasında adalet gözetmediğini görüyorum? Şunu alıyor, öbürünü bırakıyorsun?' Ölüm meleği cevap olarak 'Ben bu hususu senden iyi bilirim. Bunların isimlerinin yazılı olduğu sahifeler ve kitaplar bana teslim edilir' dedi.

Vehb b. Münebbih şöyle diyor: "Padişahlardan biri bir yere gitmek istedi. Giymek için bir kat elbise istedi. Getirilen elbise hoşuna gitmedi. Başka bir elbise istedi. Birkaç elbise değiştirildikten sonra, biri hoşuna gitti. Sonra bir binek istedi. Kendisine getirilen binek hoşuna gitmedi. Birkaç binek getirildi ve en güzelini seçip bindi. İblis gelip burnuna bir defa üfürüp onu gurur ve kibirle doldurdu. Sonra o süvarilerle beraber yola çıktı. Azametinden insanlara bakmıyordu. Bu esnada üstü başı pejmürde biri gelip selâm verdi. Gelenin selâmını almadı. Gelen, bineğinin dizgininden tuttu. Sultan ona 'Sen büyük bir kabahat işledin. Dizgini bırak!' diye haykırdı. Gelen 'Senden bir dileğim vardır' dedi. Sultan 'Atımın dizginini bırak da ineyim. İhtiyacmı o zaman arz et!' dedi. Gelen 'Hayır! Şimdi!' diye ısrar etti ve böylece atının dizginini bırakmadı. Naçar olarak adama 'İhtiyacını söyle!' dedi. Adam 'Benim ihtiyacım sırdır' dedi. Bunun üzerine sultan, kulağına fısıldaması için başını eğdi. Atın dizginini tutan zat, sultanın kulağına 'Ben ölüm meleğiyim!' dedi. Bunun üzerine sultanın beti benzi attı. Dili peltekleşti. Sonra dedi ki:
- Aileme dönüp, ihtiyacımı yerine getirinceye ve onlardan hatır isteyinceye kadar bana mühlet ver!
- Hayır! Allah'a yemin ederim! Sen ne aile efradını ve ne de
ağırlığını artık bir daha görmeyeceksin!
Böylece onun ruhunu kabzetti. Sultan bir odun gibi yere yuvarlandı. Sonra melek'ül mevt gidip o halde mü'min bir kula rastladı. Ölüme hazırlanan mü'mine selâm verdi ve dedi ki: 'Senin katında bir ihtiyacım vardır. Kulağına onu fısıldayayım!' Hasta 'Buyurun!' deyince kulağına 'Ben ölüm meleğiyim!' diye fısıldadı. Bunun üzerine müslüman hasta dedi ki:
- Gelmesi geciken bir kimseye merhaba! Allah'a yemin olsun, yeryüzünde senden daha daha fazla kavuşmak istediğim bir kimse yoktur! Bunun üzerine, ölüm meleği 'Yapmak istediğin ihtiyacını gör" deyince, o mü'min 'Allah ile mülâki olmaktan daha sevimli ve on dan daha büyük bir ihtiyacım yoktur' dedi. Ölüm meleği dedi ki:
- O halde hangi hâl üzerinde ruhunu kabzetmemi istiyorsan o hali seç!
- Senin buna yetkin var mı?
- Bana bu emir verilmiştir!
- O halde bırak abdest alayım,namaz kılayım, secdede olduğum halde ruhumu kabzet!
Bunun üzerine, ölüm meleği, secde halinde onun ruhunu kabzetti.

Ebû Bekir b. Abdullah el-Müzenî şöyle diyor: "îsrailoğullarından bir kişi mal topladı. Ölüme yaklaşınca çocuklarına 'Bana mallarımı gösterin!' dedi. Kendisine birçok at, deve, köle ve başka mallar getirildi. Mallara baktığında üzüntüsünden ağladı. Ağlarken ölüm meleği onu gördü ve kendisine şöyle sordu:
- Seni ağlatan nedir? Sana bu serveti bahşedenin hakkı için ruhunu bedeninden ayırmadıkça evinden çıkmayacağım!
- Bana mühlet ver ki bu malı dağıtayım!
- Heyhat! Artık sana mühlet verilecek zaman sona ermiştir.
Ecelin gelip çatmadan önce neden dağıtmıyordun? Böylece ruhunu kabzetti".

Rivayet ediliyor ki bir kişi alabildiğine mal topladı. Toplamadığı hiçbir çeşit mal kalmadı. Bir köşk yapıp ona iki sağlam kapı taktı. Köşkün kapılarına nöbetçiler diktirdi. Sonra aile efradını bir araya getirip onlar için bir yemek hazırlattı. Taht üzerine oturdu. Aile efradı yemek yerken ayak ayak üzerine attı. Onlar yemeği bitirdikten sonra dedi ki: 'Ey nefis! Birçok seneler nimetlen! Çünkü senin için uzun bir müddet yetecek kadar mal toplamış bulunuyorum'. Daha konuşmasını bitirmeden önce ölüm meleği, sırtında iki eskimiş elbise, boynunda fakirlerin heybesine benzer bir heybe bulunan bir kişi suretinde yanına vardı. Kapıyı içerdekileri korkutacak dere-cede şiddetle çaldı. Sultan tahtının üzerinde kurulmuş bir vaziyette idi. Hizmetkârlar kapıyı küstahça vuran fakirin başına üşüştüler ve dediler ki: 'Sana ne oluyor? Neden böyle yapıyorsun?' Fakir 'Bana efendinizi çağırın!' dedi. Onlar 'Efendimiz senin gibisinin yanına çıkar mı?' dediler. Fakir 'Evet, çıkar. Yeter ki siz bu haberi ona ulaştırın! dedi. Haberi ulaştırdıklarında 'Neden onu şöyle kovmadınız? dedi. Bu sefer, birinci defasından daha şiddetli bir şekilde kapıyı çaldı. Böylece nöbetçiler onu tutmak üzere yerlerinden sıçradılar. Dedi ki: 'Söyleyin ona! Ben ölüm meleğiyim! Nöbetçiler bu sesi duyunca oldukça korktular. Efendilerini de zillet ve korku bastı. Bunun üzerine "Gidin ona yumuşak bir şekilde 'Acaba birimizi efendimizin yerine kabul etmez misin?' deyin77 dedi. O bu tedbirler içerisinde iken ölüm meleği içeri girip haykırdı: 'Malın hakkında ne yapacaksan yap! Ben bu köşkten senin ruhunu bedeninden çıkarmadıkça çıkmayacağım! Bunun üzerine 'Malımı yanıma getiriniz! dedi. Malını gördüğünde, mala hitaben şöyle dedi: Allah'ın laneti senin gibi bir malın üzerine olsun! Sen değil misin beni Rabbimin ibadetinden alıkoyan? Rabbimle başbaşa durup kulluk yapmaktan beni mahrum eden?' O anda Allah Teâlâ mala konuşma kuvveti ihsan etti ve mal cevaben dedi ki: 'Neden bana hakaret ediyorsun? Sen değil misin, benim vasıtamla padişahların huzuruna giren? Oysa muttaki kimseler o padişahların kapılarından geri çevriliyorlardı. Sen değil misin, vasıtamla padişahların (işret) meclislerinde oturan? Şer yolunda beni harcayan? Eğer beni faydalı yerlere verecek hayır infak etseydin hiç de sana mâni olmazdı. Ademoğlu ile beraber topraktan yaratıldık. Kimi hayır yönüne, kimi şer yönüne gider'. Sonra ölüm meleği onun ruhunu kabzetti. Ruhsuz beden yere serildi.

Vehb b. Münebbih şöyle diyor: Ölüm meleği zâlim zorbalardan birinin ruhunu kabzetti. Yeryüzünde ondan daha zâlimi de yoktu. Sonra göğe çıktı. Melekler dediler ki: 'Ruhunu kabzettiğin kişilerden en fazla kime acıdın? Ölüm meleği dedi ki: 'Bir sahrada bulunan bir kadıncağızın ruhunu kabzetmekle emrolundum. Ona vardım. Bir çocuk doğurmuştu. Garipliğinden çocuğunun da bakıcısı olmadığından ötürü şefkatim galeyana geldi. Bunun üzerine melekler dediler ki: 'İşte şu anda ruhunu kabzettiğin zorba, o sahrada acıdığın çocuktur. Ölüm meleği dedi ki: 'Dilediğine lütufkâr davranan Allah eksiklikten münezzehtir'.

Ata b. Yesar71 şöyle demiştir: Şaban'nın on beşinci gecesi geldiğinde ölüm meleğine bir sahife verilir ve denir ki: 'Şu senede, bu sahifede ismi yazılı olanların ruhlarını kabzet
Râvî der ki: 'Kul fidan diker, evlenir, ev yapar. Adının ölecekler listesinde olduğundan haberi yoktur.

Hasan Basrî şöyle diyor: Hiçbir gün yoktur ki ölüm meleği, o günde yeryüzündeki bütün evleri üç defa kontrol etmesin. O hanenin aile fertlerinden kimin rızkının dolduğunu, ecelinin sona erdiğini görürse ruhunu kabzeder. Onun ruhunu kabzettiğinde aile efradı vaveyla koparıp ağlar. Ölüm meleği de kapının iki yanına yapışarak şöyle der: 'Allah'a yemin ederim! Ben onun rızkını yemiş, ömrünü tüketmiş değilimdir. Onun ecelinden hiçbir şey eksiltmemişimdir. Muhakkak ki yanınıza tekrar tekrar geleceğim. Öyle ki sizden bir tanenizi bile bırakmayacağım!'

Hasan Basrî diyor ki: 'Allah'a yemin ederim, eğer o ağlaşanlar, ölüm meleğinin makamını görüp konuşmasını işitseydiler ölülerini bırakıp kendileri için ağlaşırlardı!'
Yezid er-Rakkaşî şöyle anlatıyor: "İsrailoğullarından bir zorba, evinde ehliyle başbaşa kaldı. Birisinin evin kapısından içeri girdiğini gördü. Giren şahsı hiddet ve öfke ile karşılamak üzere yerinden fırladı ve 'Sen kimsin? Seni evime sokan kimdir?' dedi. Adam 'Beni eve sokan evin sahibidir. Ben ise öyle bir kimseyim ki perdeler bana mâni olmaz. Padişahların bile yanlarına izinsiz gi-rerim. Saltanat sahiplerinin hücumundan korkmam. Hiçbir mütekebbir zorba elimden kurtulamaz. Hilebaz bir şeytan bile pen-çemden yakasını kurtaramaz' dedi. Zorbanın yakası onun eline geçti. Zorba, düşecek derecede titremeye başladı. Sonra yalvararak ve zillet göstererek yüzüne baktı ve dedi ki:
- O halde sen ölüm meleğisin!
- Evet! Ben oyum!
- Tevbe edip hâlimi düzeltinceye kadar bana mühlet verir misin?
- Artık rnüddetin bitmiş, nefeslerin tükenmiş, saatlerin sona ermiştir. Bu bakımdan gecikmesine hiçbir yol yoktur.
- Beni nereye götüreceksin?
- Daha önce göndermiş olduğun ameline ve yapmış olduğun evine götüreceğim!
- Ben daha önce sâlih bir amel göndermedim, güzel bir ev yapmadım!
- O halde seni buram buram yanan ve kafaların derisini yakan bir ateşe götüreceğim.
Sonra onun ruhunu kabzetti. Aile efradı arasına ölü olarak düştü kimi bağırdı, kimi ağladı".
Yezid er-Rakkaşî dedi ki: 'Eğer ölünün arkasından ağlayanlar kötü konaklarını bilseler bağırmaları daha fazlalaşırdı

A'meş'den72, o da Hayseme'den rivayet etti: Ölüm meleği Süleyman b. Davud'un (a.s) huzuruna vardı. Süleyman'ın (a.s) meclisinde oturan bir kişiye fazlasıyla bakmaya başladı. Ölüm meleği çıkıp gittikten sonra kendisine bakılan kişi, Hz. Süleyman'a sordu:
- Bu kimdi?
- Ölüm meleği idi!
- Bana çok baktığını gördüm. Sanki benim ruhumu almak istiyordu!
- O halde ne istiyorsun, dileğin nedir?
- Onun pençesinden kurtarmanı istiyorum. Rüzgâra emret, beni Hindistan'ın en ücra köşesine götürsün! Hz. Süleyman rüzgâra emretti, rüzgâr kişiyi istediği yere kadar götürdü. Sonra Süleyman (a.s) kendisine ikinci defa gelen ölüm meleğine 'Arkadaşlarımdan birine daima baktığını gördüm! dedi. Ölüm meleği 'Evet! Ben onun durumuna hayret ediyordum. Çünkü bana, yakın bir saatte onun ruhunu Hidistan'ın en uzak bir köşesinde kabzetmek emri verilmişti. Oysa o senin yanında oturuyordu. Bundan dolayı hayret ettim' dedi.

71) Hilâlî kabilesindendir. Meymune'nin azadlısıdır. Fazıl ve güvenilir bir kimsedir H. 94'de vefat etmiştir.
72) Adı Süleyman b. Mehran'dır. Kûfeli, güvenilir bir hafızdır. H. 61'de doğmuş, H. 147'de vefat etmiştir.

*12.Hz. Peygamberin (s.a) ve Hulefa-i Raşidîn'in Vefatları

Hz. Peygamberin hayatında, ölümünde,sözünde, fiilinde, bütün durumlarında düşünenler için ibret ve güzel bir örnek mevcuttur. Basireti açık olanlar için o bir ışıktır; zira Allah'ın katında ondan daha şerefli bir kimse yoktur. Çünkü o, Allah'ın dostu, habibi, Allah'ın kelâmına muhatap olan, kulları arasından seçilen, Allah'ın peygamberi ve nebisidir. Müddeti bittiğinde acaba Allah ona bir an dahi mühlet vermiş midir? Eceli geldikten sonra acaba bir lâhza dahi tehir olunmuş mudur? Hayır! İnsanların ruhlarını kabzetmekle görevli melekler göndererek onun şerefli ve pak ru-hunu Allah'ın huzuruna götürmek, onun temiz bedeninden çıkarıp rahmete, rıdvan ve güzel hayırlara daldırmak için götür-meye geldiler. Rahmân olan Allah'ın manevî komşuluğunda doğruluk merkezine götürdüler. Bununla beraber ölüm anında Hz. Peygamberin üzüntüsü arttı. Izdırabı kesintisiz devam etti. İnlediği görüldü. Allah'ın mülakatına karşı olan isteği yükseldi, benzi sarardı, alnı terledi. Sağı ve solu inkıbaz ve inbisat hususunda sarsıldı. Hatta o mecliste hazır bulunanlar Hz. Peygamberin bu ızdırabından ötürü ağladılar. Onun acı çektiğini müşahede edenler sızlandılar. Acaba peygamberlik mertebesi Hz. Peygamberden Allah'ın takdirini uzaklaştırdı mı? Ölüm meleği, onun aile efradını ve aşiretini gözetti mi? Hakkın yardımcısıdır. Halkı uyarıyor ve müjdeliyor diye ona bir müsamaha gösterdi mi? Heyhat nerede! Ölüm meleği vazifesini yerine getirdi. Levh-i Mahfuz Adı yazılı olarak gördüğünü harfîyyen tatbik etti.

İşte Hz. Peygamberin hali buydu. Oysa Hz. Peygamber Makâm-ı Mahmud'un ve insanların varacağı kevser havuzunun sahibidir. Kabirden ilk çıkan insan ve mahşer gününde şefaat-i uzmâ (en büyük şefaat) sahibi olandır. Bu bakımdan onun halinden ibret almamamız ne kadar hayret verici bir şeydir. Halbuki ileride karşılaşacağımız şeylerden de emin değiliz. Hatta biz şehvetlerimizin esirleri, günahların arkadaşlarıyız. O halde, neden muttakîlerin imamı, rabb'ül-âlemîn'in habibi ve peygamberlerin efendisi olan Hz. Peygamber'in ölümünden ibret almıyoruz?!

Yoksa kendimizi dünyada ebedî kalıcı mı sanıyoruz veya kötü fiillerimize rağmen Allah'ın katında kendimizi şerefli mi sanıyoruz? Nerede, nerede! Aksine biliyoruz ki hepimiz ateşe varacağız. Sonra o ateşten ancak muttakîler kurtulacaktır. Bu bakımdan ateşe varmak hususunda kesin bir bilgiye sahibiz. Fakat ateşten çıkmak hususunda sadece zanna sahibiz. Biz nefislerimize zulmettik; zira zannın peşine düştük. Yemin olsun, biz muttakîlerden de değiliz!

İçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra sakınanları kurtaracağız ve zâlimleri öyle diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.(Meryem/71-72)

Bu bakımdan her kul kendi nefsinin zâlimlere mi yoksa muttakîlere mi daha yakın olduğunu kontrol etmelidir. Sen de selef-i salihînin gidişatına baktıktan sonra kendi nefsini kontrol et! Onlar muvaffak olmalarına rağmen Allah'tan korkan kimseler idiler. Sonra peygamberlerin efendisi Hz. Peygamberin durumunu dikkatle izle! O, peygamberlerin efendisi, muttakîlerin önderi olduğundan dolayı işinde yakîn üzerinde idi. Fakat dünyadan ayrıldığı sırada çektiği zahmet ve şiddetten ibret al! Cennet-i Me'va'ya göçüp gideceği anda durumu nasıl ağırlaşmıştı?

İbn Mes'ud (r.a) der ki: Hz. Âişe'nin odasında bulunduğu ve eceli yaklaştığı bir sırada Allah Rasûlü'nün huzuruna vardık. Bize bakınca gözlerinden yaşlar aktı. Sonra şöyle buyurdu: Sizlere merhaba! Allah, sizi selâmla diriltsin, sizi himayesine kabul buyursun, size yardım etsin! Sizlere takvayı tavsiye ediyorum, sizi Allah'a emanet ediyorum. Muhakkak ki ben sizin için Allah'tan gelen apaçık bir uyarıcıyım. Allah'ın arzında ve kulları arasında Allah'a karşı yücelik taslamayın! Ecel yaklaşmıştır, dönüş Allah'adır, Sidretü'l-Münteha'ya cennet'ul-me'vâ'ya ve en dolgun kadehedir. Bu bakımdan hem kendi nefislerinize, hem de benden sonra dininize girecek kimselere benden selâm edin ve Allah'ın rahmetini tebliğ edin!73

Rivayet ediliyor ki; Hz. Peygamber (s.a) vefat edeceği anda Cebrail'e (a.s) 'Benden sonra ümmetimin durumu nasıl olacak?' dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ (ce) Cebrail'e vahiy göndererek şöyle buyurdu:

Habibime müjde ver! Onu, ümmeti hususunda mahcup etmeyeceğim. Ona müjde ver ki insanlar haşre gönde-rildiğinde herkesten daha önce haşre gönderilen o olacaktır. Haşre gelenler mahşerde toplandıklarında önderleri o olacaktır. Onun ümmeti cennete girmeden önce diğer ümmetlere cennete girmek haram olacaktır.

Bu müjde, Hz. Peygamber'e tebliğ edildikten sonra İşte şimdi gözüm arkada kalmaz' buyurmuştur.

Hz. Aişe (r.a) der ki: Hz. Peygamber (s.a) hastalığında yedi kuyudan getirilmiş yedi kırba su ile yıkanmak istedi. Biz de bunu yaptık. Hz. Peygamber biraz rahatladı. Çıkıp ashabına imamlık yapıp Uhud şehitleri için Allah'dan af talep ederek onlara dua etti. Ensâr hakkında şunları tavsiye etti:
Ey muhacirler topluluğu! Siz zaman geçtikçe fazlalaşırsınız. Ensâr-ı kirâm ise, bugünkü durumlarında kalıp artmazlar. Ensâr, benim sığındığım, sır sandığımdır.

Bu bakımdan onların iyilik yapanlarına ikramda bulunun! Onlardan kötülük yapanın hatasını affedin!

Bir kul dünya ile Allah katındaki nimetler arasında muhayyer bırakılmıştır. O kul da Allah'ın nezdindekini tercih etmiştir.

Bu sözler üzerine Hz. Ebubekir (r.a) Hz. Peygamber'in, kul kelimesiyle kendi nefsini kasdettiğini anladı ve ağlamaya başladı. Hz. Peygamber ona şöyle hitap etti:
Ey Ebubekir, sabırlı ol! Mescide açılan bütün kapılar kapatılsın. Sadece Ebubekir'in kapısı açık bırakılsın; çünkü benim katımda Ebubekir'den daha üstün bir kişi yoktur!74
Hz. Âişe (r.a) der ki: Hz. Peygamber benim odamda, benim günümde, kollarım arasında ruhunu teslim etti. Ölüm anında Allah benimle onun tükrüğünü bir araya getirdi. Hz. Peygamber yatarken kardeşim Abdurrahman içeri girdi. Elinde bir misvak bulunuyordu. Hz. Peygamber'in misvağa baktığını gördüm. 'Senin için misvağı alayım mı? dedim. Başıyla evet! diye işaret etti. Bunun üzerine misvağı Abdurrahman'm elinden alarak ağzına koydum. Fakat misvak ona katı geldi. 'Senin için yumuşatayım mı?' dedim. Yine başıyla evet! diye işaret etti. Bunun üzerine, misvağı ağzımda güzelce yumuşatarak ona verdim. Yanımda bir ibrik su bulunuyordu. Zaman zaman elini suya daldırıp şöyle diyordu: 'Lâ ilâhe ilâhe Allah'tan başka ilah yoktur, muhakkak ki ölümün dehşet ve acıları vardır!' Sonra elini yukarı kaldırıp şöyle dedi: 'En yüce arkadaş en yüce arkadaş! (En yüce arkadaşı istiyorum)'. Ben o zaman dedim ki: 'Yemin olsun! Artık Hz. Peygamber bizi istemiyor'.

Said b. Abdullah babasından şöyle rivayet ediyor: Ensâr-ı kirâm, Hz. Peygamber'in gittikçe ağırlaştığını gördüklerinde mesci-din etrafında dolaştılar. Hz. Abbas, Hz. Peygamber'in yattığı odaya girdi. Ensâr'ın üzüntüsünü Hz. Peygamber'e haber verdi. Sonra Fadl b. Abbas içeri girdi ve o da babasının söylediklerini söyledi. Sonra Hz. Ali içeri girdi. O da aynı haberi verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber elini uzattı ve 'Ha!' dedi. Onlar Hz. Peygamber'in elinden tuttuklarından Hz. Peygamber 'Siz ne diyorsunuz?' diye sordu.
Dediler ki: 'Senin ölmenden korkuyoruz!' Kocaları Hz. Peygamber'in yanında toplandıkları için kadınlar dışarda vaveyla kopardılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) Hz. Ali ve Hz. Fadl'ın kolları arasında (amcası) Hz. Abbas önünde olduğu halde dışarı çıktı. Hz. Peygamber'in başı bağlıydı. Ayakları yerde sürünüyordu. Gelip minberinin ilk basamağına oturdu. Halk Hz. Peygamber'in etrafını çevirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Allah'a hamd ve senâ ederek şöyle buyurdu:

Ey insanlar! Kulağıma geldi ki benim için ölümden korkuyorsunuz! Sizin bu korkunuz ölümü hoş karşılamamanıza ve peygamberinizin ölümünden hoşlanmamanıza delâlet eder. Acaba benim ve nefislerinizin ölüm haberi size verilmedi mi? Acaba benden önce gönderilmiş milletler arasında herhangi bir peygamber ebedî kalmış mıdır ki ben de sizin aranızda ebedî kalayım! İyi bilin ki muhakkak ben, rabbime iltihak edeceğim. Siz de ona mülâki olacaksınız. Size ilk muhacirler hakkında hayırlı davranmanızı tavsiye ediyorum. Muhacirlerin de birbirlerine karşı öyle davranmalarını tavsiye ediyorum.

Çünkü Allah Teâlâ (ce) şöyle buyurmuştur:
Asra andolsun ki insan ziyan içindedir. Ancak iman edip sâlih amel işleyenler, birbirine hakkı tavsiye edenler ve bir-birine sabrı tavsiye edenler müstesnadır.(Asr Sûresi)

Muhakkak ki işler Allah'ın izniyle cereyan eder. Sakın herhangi bir işin gecikmesi sizi onu acelece yapmaya itmesin.

Çünkü Allah Teâlâ hiç kimsenin aceleciliği için acele etmez. Kim Allah ile pençeleşirse Allah ona mağlup eder. Kim Allah'ı kandırmaya çalışırsa Allah onu kandırır. Yeryüzünde ifsâd etmek, sıla-yı rahimleri kesmek husu-sunda birbirinize yardımcı olursanız muvaffak olacağınızı sanır mısınız? Ensâr hakkında size tavsiyede bulunuyorum. Çünkü onlar sizden önce Medine'yi yurd ve iman evi edindi-ler. Onlara iyilik yapmanızı tavsiye ediyorum. Meyvelerini sizinle paylaşan onlar değil miydiler? Size evler hususunda genişlik getirmediler mi? Fakir oldukları halde sizi nefislerine tercih etmediler mi? Kim iki kişi arasında hükmetmek için vazifelendirilirse, Ensar'ın iyilik yapanlarından iyiliği kabul edip onların kötülerini affetsin. Kimseyi onlara tercih etmeyiniz. Ben sizin için öncüyüm. Siz de bana iltihak edeceksiniz. Benim havuzum, Şam memleketinin Bisra şehrinden Yemen'in San'asına kadar geniştir. O havuza sütten daha beyaz, kaymaktan daha yumuşak ve baldan daha tatlı bir su akar. O havuzdan içen bir kimse ebediyyen susamaz. O havuzun çakılları incidendir yeri misktendir. Kim yarın mahşer yerinde ve havuzdan mahrum kalırsa o, bütün hayırlardan mahrum edilir. Kim mahşer gününde, benimle havuz başında buluşmak istiyorsa, dilini ve elini yapılması gereken şeyler hariç herşeyden tutsun! Bu esnada Hz. Abbas, Hz. Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Kureyşliler hakkında da vasiyette bulun!' dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Ben bu hususu başta Kureyşlilere tavsiye ediyorum. Diğer insanlar da onlara tabidirler. İnsanların iyileri Kureyş'in iyilerine, kötüleri de onların kötülerine tabidirler. Ey Kureyşliler! Halk hakkında size hayırlı davranmayı tavsiye ediyorum. Ey insanlar! Muhakkak ki günahlar nimetleri bo-zar, nasibi değiştirir. Bu bakımdan halk, iyilik yaptığında idarecileri de onlara iyilik yapar. Halk fısk ve fücura daldığında idarecileri de isyan ederler.

Nitekim Allah Teâlâ (ce) şöyle buyurmuştur:
İşte kazandıkları (günahlar)dan ötürü zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine böyle takarız;75 (En'âm/129)

İbn Mes'ud (r.a) şöyle rivayet ediyor: Hz. Peygamber (s.a), Ebubekir'e 'Ey Ebubekir! Sor!' deyince Ebubekir 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ecel yaklaştı mı?' dedi. Hz. Peygamber 'Ecel yaklaştı ve sarktı' dedi. Bunun üzerine Ebubekir 'Ey Allah'ın Rasülü! Allah katındaki nimet sana afiyet olsun! Keşke ben gideceğimizden haberdar olsaydım' dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber dedi ki:

Allah'a, Sidretu'l-Müntehaya, sonra Ceimet'ül-Me'vâ'ya ve Firdevs-i A'lâ'ya, en dolgun kadehe ve en yüce arkadaşa, en afîyetli hayat ve nasibe doğru gideceksiniz!
Bunun üzerine Ebubekir şöyle sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Seni kim yıkayacak?
- Ailemin en yakın erkekleri ve yakınlıkta onları takip edenler.
- Seni hangi kefenlere saralım?
- Bu elbiseme, Yemen mamulü olan bir kürke ve süt beyaz bir kefene.
- Senin namazını nasıl kılacağız?
Böylece biz ağladık, o da ağladı. Sonra şöyle buyurdular:
Sabredin! Allah sizi affetsin, peygamberinizden dolayı size mükâfat versin. Beni yıkayıp kefenlediğinizde şu odada kab-rimin kıyısına tahtanın üzerine cenazemi koyduktan sonra bir saat cenazemi yalnız bırakın. Çünkü önce benim namazımı Allah Teâlâ kılacaktır; (rahmetini indirecektir)!
O (Allah) ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmet etmektedir. (Ahzab/43)

Sonra Allah, meleklerine, üzerime namaz kılmak için izin verir. Benim üzerime Allah'ın mahlukâtından ilk girip namaz kılan Cebrâil, sonra Mikâil, sonra İsrâfil, sonra birçok askerlerle beraber ölüm meleği, sonra birçok melekler olur. Allah onların hepsine rahmet etsin! Sonra sizler! Bu bakımdan siz kısım kısım içeri girip namaz kılın, çokça selâm verin, bağırmak çağırmak suretiyle bana eziyet vermeyin! Sizden sonra kadınlar, sonra çocuklar girip namaz kılsınlar.
- Seni kabre indirmek için kabrine kim girsin?
- Ailemin en yakınları, sonra onları takip edenler girsinler. Onlarla beraber bir çök melek de girer, onlar sizi görürler fakat siz onları göremezsiniz. Kalkın! Benden sonra gelenlere dininizi iletin!76

Abdullah b. Zem'a77 der ki: Rebiulevvel ayının başında Bilâl gelip namaz için ezan okudu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) 'Ebubekir'e söyleyin halka imamlık yapsın!' dedi. Kapının önünde, içinde Hz. Ömer'in bulunduğu birkaç kişiyi görünce 'Ey Ömer! Kalk halka namaz kıldır!' dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer kalktı. Yüksek sesli olan Ömer tekbir getirdiğinde, Hz. Peygamber onun sesini tanıyıp şöyle dedi: 'Ebubekir nerededir? Allah da müslü-manlar da Ebubekir'den başkasının imam olmasını istemez'. Bu sözünü üç defa tekrarladı. (Sonra) 'Ebubekir'e söyleyin, halka na-maz kıldırsın!' dedi.
Bunun üzerine Âişe (r.a) dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ebubekir ince kalpli bir kişidir. Senin yerine geçtiğinde kendini tutamaz'.

Bu söz üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi.
Muhakkak ki siz kadınlar, Yusuf un kadınları gibisiniz! Ebubekir'e söyleyin halka namaz kıldırsın!78

Hz. Ömer'in kıldırdığı namazdan sonra Hz. Ebubekir (on yedi) namazı kıldırdı.

Ömer, Abdullah b. Zem'a'ya dedi ki: Rahmet olasıca! Başıma ne getirdin? Allah'a yemin ederim, ' eğer Hz. Peygamberin (s.a) sana böyle yapmanı emrettiğini sanmasaydım yapmazdım'.
Buna karşılık Abdullah dedi ki: "Orada imamlığa senden daha uygununu görmediğim için sana 'imam ol" dedim.

Âişe (r.a) şöyle diyor: 'O sözü, Hz. Peygamber'e söylememin ve Ebubekir'i imamlıktan uzaklaştırmasını istememin sebebi; dünyadan kaçınmak ve idarecilikte Allah'ın selâmet bıraktığı hariç tehlike olduğu içindi. Halkın Hz. Peygamber daha hayattayken onun yerine geçen bir kişiyi ebediyyen sevmeyeceğinden korktum. Ancak Allah sevmelerini dilerse mesele değişir. Ebubekir'i kıskanıp ona zulmetmelerinden, onu uğursuz saymalarından korktum. Fakat emir ve hüküm Allah'ındır. Allah Teâlâ, Ebubekir hakkında korktuğumun hepsinden onu korudu'.

Hz. Âişe (r. a) şöyle atıl atıyor: Hz. Peygamberin vefat edeceği gün geldiğinde, o günün öncesinde Hz. Peygamberin hastalığında hafifleme görüldü. Bunun üzerine ashabın erkekleri sevinç içinde evlerine yeislerine dağıldılar. Hz. Peygamberi (s.a) ziyaret etmek için, kadınlara fırsat verdiler. Biz Hz. Peygamberin yanında bulunduğumuz bir anda ki hiçbir zaman Hz. Peygamberin yaşamasından bu kadar ümitli ve sevinçli değildik. Hz. Peygamber bize 'Yanımdan çıkın! İşte şu melek gelmiş, huzuruma girmek için izin istiyor!'diye emir verdi.

Benden başka bütün kadınlar çıktı. Hz. Peygamberin başı göğsümde bulunuyordu. Hz. Peygamber, kalkıp oturdu. Ben de evin bir köşesine çekilmek için uzaklaştım. Melekle uzun uzun münâcât edip fısıldaştıktan sonra beni çağirarak başını göğsüme koydu ve kadınlara 'Girin!' dedi. Bunun üzerine, Hz. Peygambere 'Bu, Cebrâil'gelişine benzemiyor'dedik.

Hz. Peygamber şöyle dedi: Evet, ey Aişe! Bu ölüm meleğidir. Bana gelip dedi ki: "Allah ancak izin almak suretiyle huzuruna girmemi bana emretti. Eğer bana izin vermezsen huzuruna girmeyecek, dönüp gideceğim. İzin verirsen gireceğim. Allah bana ancak sen istersen ruhunu kabzetmem için emir verdi. Bu bakımdan bana ne emrediyorsun?"79
Bunun üzerine, ölüm meleğine 'Cerâil (a.s) bana gelinceye kadar bana dokunma! İşte bu saat Cebrail'in geliş saatidir' dedim.

Bunun üzerine Hz. Aişe (r.a) şöyle demiştir: 'Biz öyle bir şeyle karşılaştık ki bizim ne ona bir cevap, ne de ona bir fikir belirtme imkânımız yoktu. Dehşete kapıldık, sanki şiddetli bir felâkete uğradık. Ona birşey söylemiyorduk. Ehl-i Beyt'ten hiç kimse bu işin büyüklüğünden ve içimizi dolduran heybetten ötürü konuşamıyordu'.

Hz. Aişe der ki: Cebrâil (a.s) o sırada geldi. Onun geldiğini hissettim. Ehl-i Beyt çıktılar. Cebrâil girdi ve şöyle dedi: "Allah Teâlâ sana selâm ediyor ve diyor ki: 'Kendini nasıl hissediyorsun!' Oysa Allah senin ne hissettiğini senden daha iyi bilir.

Fakat sormakla kerem bakımından seni geliştirmeyi, şeref ve kerametini tamamlamayı ve bu adetin ümmetine bir sünnet olmasını diledi". Bunun üzerine, Hz. Peygamber 'Kendimi hasta hissediyorum!' dedi. Bu cevaba karşı, Cebrâil 'Sana müjde olsun! Muhakkak ki Allah Teâlâ, senin için hazırlamış makama seni vardırmak istiyor!' dedi. Hz. Peygamber Cemil'e 'Ey Cebrâil! Ölüm meleği huzuruma girmek için izin istedi' diyerek olanları Cebrail'e anlattı. Cebrâil (a.s) 'Ey Allah'ın Rasûlü! Muhakkak rabbin sana müştaktır. Sana karşı irade ettiğini sarife bildirmemiş midir? Yemin ederim! Ölüm meleği senden önce hiçbir kimseden izin almamış ve hiçbir kimseden de senden sonra izin almayacaktır. Ancak rabbin senin şerefini tamamlamak istiyor. O sana mânen müştaktır' dedi. Hz. Peygamber 'Mâdem ki durum budur, ölüm meleği gelinceye kadar sen gitme!' dedi. Böylece, içeri girmeleri için kadınlara izin verdi ve 'Ey Fâtıma! Bana yaklaş!' dedi. Hz. Fâtıma Hz. Peygamber'in üzerine eğildi. Hz. Peygamber onunla, fısıltı halinde birşeyler konuştu. Bunun üzerine Hz. Fâtıma gözlerinden yaşlar akarak ve konuşamayacak halde başını kaldırdı. Sonra Hz. Peygamber 'Başını bana yaklaştır!' dedi. Bunun üzerine Fâtıma, kulağını Hz. Peygamberin ağzına tuttu. Hz. Peygamber ona birşeyler fısıldadı. Bu sefer güldü ve gülmekten konuşamayacak bir halde başını kaldırdı. Biz Fâtıma'nın durumuna hayret ettik. Daha sonra Fâtıma'ya o durumu sorduğumda şöyle dedi: "Hz. Peygamber önce 'Ben bugün ölüyorum!' dedi. Bunun üzerine ağladım. Sonra şöyle buyurdu:
Allah'a aile efradımdan ilk olarak seni bana kavuşturması için dua ettim.
Bunun üzerine sevincimden güldüm".

Bu esnada Fâtıma (r.a), iki oğlunu (Hasan ile Hüseyn'i) Hz. Peygambere yaklaştırdı. Hz. Peygamber onları kokladı.80 Âişe der ki: Ölüm meleği geldi. Selâm verdi. İçeri girmek için izin istedi. Hz. Peygamber kendisine izin verdi. Melek sordu:
- Yâ Muhammed! Bize ne emredersin?
- Artık beni rabbime ulaştır!
- Evet! Bugün seni götüreceğim. Muhakkak ki rabbin sana müştaktır. Senin hakkındaki tereddüdü hiç kimse hakkında göstermemiştir.81 Senden başka hiç kimsenin huzuruna izinsiz girmemi yasaklamamıştı. Fakat senin önünde saatin vardır!

Hz. Âişe şöyle devam ediyor: Cebrâil (a.s) geldi ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Selâm sana! Bu gelişim, yeryüzüne son inişimdir. Artık ebediyyen inmeyeceğim.82 Vahiy kesildi Artık benim yeryüzünde bir işim kalmadı. Yeryüzünde senin huzuruna girmekten başka bir ihtiyacım yoktur. Sonra yerime çekileceğim' dedi.

Hz. Âişe der ki: Muhammed'i hak peygamber olarak gönderene yemin ederim! Evde hiçbir fert bu hususta Hz. Peygamber'e bir kelime bile söyleyemedi. İşittiğimiz şeyin azametinden ötürü
hiçbir fert, dışarda bulunan erkeklerden herhangi birine bir haber gönderemeyecek kadar dehşet ve korku içinde idi. Bunun üzerine Hz. Peygamber'in yanına vardım, onun başını göğsüme koydum, onun göğsünü tuttum. Kendisinden geçecek derecede baygınlık geçiriyordu; alnı hiçbir insanda görmediğim şekilde ter döküyordu. Ben durmadan o teri siliyordum. Ondan daha güzel kokulu hiçbir şeyi görmemişimdir. Ayıldığmda ona 'Annem, babam, nefsim ve aile efradım sana feda olsun! Senin alnında gördüğüm ter neredendir?' dedim. Bunun üzerine dedi ki:

Ey Âişe! Mü'min kişinin canı terle, kâfirin canı da merkep canı gibi, havurtlarından çıkar!
Bu manzara karşısında korkup aile efradımızı çağırdık. Bize ilk gelen kardeşim Abdurrahman idi. Onu babam bana göndermişti. Bu bakımdan Hz.Peygamber erkeklerden bir kimse gelmeden önce vefat etti. Erkeklerin, Hz. Peygamber'in son anına yetişmemeleri Cebrâil ile Mikâl'in onun durumunu idare etmeleri içindir.

Hz. Peygamber her baygınlık geçirdiğinde (şunları) söylerdi: 'Hayır! En yüce arkadaşı (istiyorum!)'

Sanki daima ne istediği soruluyordu. Konuşmaya gücü yettiğinde 'Namaz kılınız namaz! Muhakkak cemaatla namaz kıldıkça birlik ve beraberliğiniz bozulmaz! Namaz! Namaz!' diyordu.83

Hz. Peygamber ölünceye kadar namazı tavsiye etti. O şöyle diyordu: 'Namaz! Namaz!'
Hz. Aişe (r.a) şöyle demiştir: 'Hz. Peygamber (s.a) pazartesi günü büyük kuşluk ile öğle arası vefat etti'.

Fâtıma (r.a) şöyle demiştir: 'Pazartesi gününde neye rast-ladım! Allah'a yemin ederim! Ümmet durmadan pazartesi günü büyük felaketlere dûçar olur'.

Ümmü Gülsüm de pederi Hz. Ali 'nin Kûfe'de vurulduğu gün, annesi Hz. Fâtıma'nın (r.a) dediği gibi dedi: 'Pazartesi gününde neye rastladım. O günde dedem Hz. Peygamber vefat etti. O günde kocam Ömer (r.a) öldürüldü. O günde babam Ali öldürüldü. Pazartesi gününde başıma gelenler nedir?'84

Hz. Aişe (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber vefat ettiğinde, içeride figan yükselince halk içeri daldı. Melekler Hz. Peygamberin elbiseleriyle onun bedenini örttüler. Manzarayı görenler ihtilafa düştü, kimi 'Hz. Peygamber ölmüştür' diyenleri yalanladı, kiminin dili konuşamaz oldu. Ancak uzun zaman sonra konuşabildi. Kimi de konuşmayı karıştırıp anlaşılamayacak şekilde kekelemeye başladı. Başka bir grubun ise aklı yerinde kaldı, kimi de şaşkına dönüp yerinde oturdu. Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in ölümünü yalanlayanların arasındaydı. Hz. Ali (r.a) şaşkınlıktan oturanların arasındaydı. Hz. Osman dili çekilenlerin arasındaydı. Bunun üzerine Hz. Ömer, halkın arasına çıkıp haykırdı: 'Hz. Peygamber ölmemiştir! Allah onu geri gönderecektir. Hz. Peygamber için ölümü temenni eden münafıklardan bazılarının el ve ayakları ke-silecektir. Nasıl ki Allah, Hz. Musa'ya (a.s) vâde tanımışsa Hz. Peygambere de vâde tanımıştır. O size gelecektir!'

Bir rivayette Hz. Ömer şöyle dedi: 'Ey insanlar! Dilinizi Hz. Peygamber hakkında konuşmaktan alıkoyun! O ölmemiştir. Allah'a yemin ederim. Hz. Peygamber'in öldüğünü söyleyen bir kişiyi işitirsem şu kılıcımla onun boynunu keserim'.
Hz. Ali ise evden çıkmadı.

Hz. Osman, hiç kimse ile konuşamıyordu. Onun elinden tutu-lur, getirilir, götürülürdü. Müslümanlardan hiç kimse Hz, Ebubekir ile Hz. Abbas'ın halinde değildi. Çünkü Allah Teâlâ on-ları tevfîk ve doğrulukla takviye etmişti. Her ne kadar halk ancak Hz. Ebubekir'in sözüyle coşkunluklarını zaptetmişse de! Hz. Abbas gelip şöyle demiştir: Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ediyorum. Hz. Peygamber ölümü tattı. Çünkü aramızda diri iken şu ayeti okumuştu:
(Ey Rasûlüm!) Sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra siz, kıyamet günü rabbinizin divanında dâvâlaşacaksınız. (Zümer/30-31)

Hz. Peygamber'in ölüm haberi Hz. Ebubekir'e geldiğinde Benî Hâris b. Hazrec kabilesi arasında bulunuyordu. Gelip Hz. Peygamber'in cenazesinin bulunduğu hücreye girdi. Cenazeye baktı. Sonra üzerine eğilip Hz. Peygamber'in yüzünü öptü, sonra dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Anam ve babam sana feda olsun! Allah sana ölümü iki defa tattırmaz. Allah'a yemin ederim! Muhakkak Hz. Peygamber vefat etmiştir'.85

Sonra halka çıkıp 'Ey insanlar! Muhammed'e ibadet eden (bilsin ki) muhakkak Hz. Peygamber ölmüştür. Muhammed'in rabbine ibadet eden bilsin ki O diri ve ölümsüzdür' dedi ve şu ayeti okudu:

Muhammed, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse, siz ökçeleriniz üze-rinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır.
(Âl-i İmran/144) Sanki halk bu ayeti o günden önce hiç işitmemiş ti.

Bir rivayette; Hz. Peygamber'in ölüm haberi Hz. Ebubekir'e geldiğinde Hz. Peygamber'in üzerine salât ve selâm getirdi ve iki gözünden yaşlar aktığı halde Hz. Peygamber'in yattığı odaya girdi. Yutkunması devenin gevişi gibi çoğalarak ağladı. Testinin sesi gibi boğazından hıçkırık sesi geliyordu. O buna rağmen, hem aklen hem de söz bakımından çok kuvvetliydi. Hz. Peygamber'in yüzüne eğilip mübarek yüzünden örtüyü kaldırdı. Alnından ve yanaklarından öptü. Mübarek yüzünü meshetti. Ağlayarak şöyle dedi:
Anam babam, nefsim ve aile efradım sana feda olsun! Dirin de güzeldi, ölün de güzeldir. Hiçbir peygamberle kesilmeyen peygamberlik senin ölümünle kesilip sona erdi. Bu bakımdan sen her övgüden daha yüce, ağlamaktan yükseksin. Teselli olacak derecede özelsin. Bizimle eşit olacak derecede umûmîsin. Eğer Ölümün, senin tercihin olmasaydı, senin için nefislerimizi feda ederdik. Eğer sen ağlamayı nehyetmeseydin gözlerimizin suyunu senin için tamamen dökerdik. Kendimizden uzaklaştırmaya gücümüzün yetmediği şeye gelince, o birbirinden ayrılmayan üzüntü ve hatırlamaktır. Bunlar yakamızı bırakmazlar.

Ey Allahım! Bizden ona salât ve selâm tebliğ et! Ey Allah'ın Rasûlü! Rabbinin katında bizi hatırla! Senin kalbinde bu hatırlama olsun! Eğer geride bıraktığın sükûnet olmasaydı, hiç kimse arkada bıraktığından dolayı dehşetten kurtulamazdı.
Ey Allahım! Peygamberine bizden taraf salât ve selâm tebliğ buyur. Onun (yolunu) bizde koruyup daim kıl!

İbn Ömer'den şöyle rivayet edildi: Hz. Ebubekir eve girip sala-vat okuyup senâ yapınca, ev halkı musallada bulunanların işiteceği derecede figan kopardılar. O, birşey söylediğinde onların figanı daha arttı. Onların sesleri, kapının önünde durup sesli ve kuvvetli bir kişinin tesellisiyle sükûnet buldu. O kişi dedi ki: Her nefis ölümü tadacaktır. (Ankebût/57)

Muhakkak ki Allah'ın zatında sizin için herkesin yerine bir halef, her rağbet için bir yetişme ve her korkudan bir kurtuluş vardır. Bu bakımdan Allah Teâlâ'dan ümit edin, O'na güveniniz!'

Hane halkı onun sözünü dinlediler, fakat kendisini tanımadılar. Ağlamayı kestiler. Ağlama kesilince o ses de kay-boldu. Hane halkından biri bakıp kimseyi göremeyince tekrar ağlamaya başladı. Sesini tanımadıkları biri 'Ey ehl-i beyt! Allah'ı hatırlayın! Her hâl üzere hamdedin, o zaman muhlislerden olursunuz. Muhakak ki Allah'ın zatında, her musibette sizin için bir teselli vardır. Her rağbetten ötürü bir karşılık vardır. Bu bakımdan Allah'a itaat edin, onun emriyle amel edin!' diye seslendi. Bunun üzerine Ebubekir (r.a) şöyle dedi: 'Şu seslenenler Hızır ile İlyâs'tır. Hz. Peygamber'in cenazesine katılmışlardır'.

Kâ'kâ b. Amr (r.a) (ashabın meşhur bahadırlarıdandır) Hz. Ebubekir'in okuduğu hutbenin hikâyesini tamamen zikrettikten sonra dedi ki: Ebubekir, halka hutbe okumak üzere kalktı, halkın gözyaşlarını dökmesine vesile olan ve çoğu Hz. Peygamber'e salât ve selâm'dan ibaret olan bir hutbe okudu:

Biricik olduğu halde, Allah'dan başka ilah olmadığına şahidlik ediyorum. Allah va'dini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Tek başına Medine'yi saran düşman ordularını püskürtüp mağlup etti. Bu bakımdan hamd, tek olan Allah'a mahsustur!

Şahidlik ediyorum ki Muhammed, Allah'ın kulu, Rasûlü, ve peygamberlerinin sonuncusudur.
Şahidlik ediyorum ki Kitab indiği gibidir. Din başladığı gibi, hadîs hak (sahibi)din Yârab! Kulun, peygamberin, habibin, eminin, halkın en hayırlısı, seçilmiş kulun Muhammed'in üzerine salât ve selâm et! Kullarına ettiğin salâtın en üstününü ona et! Yârab! Salavatlarının afiyetlerini, rahmet ve bereketlerini peygamberlerin efendisi, sonuncusu, muttakîlerin imamı, hayrın önderi, hayırlıların imamı, rahmet peygamberi Muhammed'in üzerine kıl!

Ey Allahım! Onun huzuruna olan yaklaşmasını artır, delilini büyüt, makamını keremli kıl! Onu, geçmişlerin ve geleceklerin gıpta ettiği makam-ı mahmûd'a. yükselt. Bizi kıyamet gününde onun makam-ı mahmud'u ile faydalandır. Dünya ve âhirette onu bize halife kıl! Onu derece'ye, vesileye ve cennet'e ulaştır.

Ey Allahım! Hz. Peygamber'e ve âline salât et. Hz. Peygamber'e ve âline bereket ver! İbrahim'e ve âline rahmet ettiğin gibi! Muhakkak ki sen çok övülen ve çok senası yapılansın!

Ey insanlar! Kim Muhammed'e ibadet ediyorsa, muhakkak ki Muhammad öldü! Kim Allah'a ibadet ediyorsa muhakkak ki Allah diridir, ölmez. Muhakkak ki Allah'ın emri size gelmiştir. Bu bakımdan üzüntüden dolayı onu bırakmayın; zira Allah, peygamberi için nezdindeki nimeti tercih etti ve onu sevabına doğru götürdü. Sizin içinizde kitabını Ve peygamberinin sünnetini bıraktı. Kim bu iki kaynağa yapışırsa o bilir, kim aralarını ayırırsa, o inkâra kaçar.
Ey mü'minler! Adaleti tam yerine getirerek Allah için şahidlik edenler olun!(Nisâ/135)
Şeytan sizi peygamberinizin ölümünden ötürü meşgul etmesin, sizi dininizden caydırmasın! Hayırla şeytanın önüne geçmeye çalışın ki onu aciz bırakabilesiniz. Onu beklemeyiniz ki size yetişip sizi fitneye düşürmesin!

İbn Abbas (r.a) der ki: Ebubekir hutbesini bitirdikten sonra şöyle dedi: 'Ey Ömer! Nereden öğrendin de Peygamberin (s.a) ölmediğini söylüyorsun. Allah'ın peygamberinin filan günde şöyle şöyle söylediğini Allah Teâlâ'nın da kitabında şöyle dediğini hatırlamıyormusun?'
Sen de öleceksin, onlar da ölecekler! (Zümer/30)

Bunun üzerine Hz. Ömer dedi ki: 'Başımıza gelen musibetin dehşetinden ötürü bu andan önce sanki bu ayeti hiç duymamıştım. Şehadet ederim ki Kitab indiği gibidir, Hadîs de söylendiği gibi! Allah ölümsüz ve diridir. Muhakkak biz, Allah içiniz ve ona döneceğiz. Allah'ın salâtı peygamberi üzerine olsun! Allah katında, peygamberini defterimize geçecek sevap olarak düşünürüz'. Bunları söyledikten sonra Hz. Ebubekir'in yanına oturdu.

Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamberi yıkamak için geldiklerinde dediler ki: 'Yemin olsun! Hz. Peygamber'i nasıl yıkayacağımızı bilmiyoruz. Diğer ölülerimizi soyduğumuz gibi el-bisesini çıkaracak mıyız? Yoksa elbisesini çıkaramayacak mıyız?' Allah Teâlâ, onların gözlerine o anda uyku indirdi, herkesin sakalı (başı) göğsünün üzerine düşüverdi. Sonra kim olduğu bilinmeyen biri şöyle dedi: 'Hz. Peygamber'i elbisesi üzerinde olduğu halde yıkayın!' Böylece uyandılar ve Hz. Peygamber'i o şekilde yıkadılar. Hz. Peygamber iç gömleği üzerinde olduğu halde yıkandı. Yıkanması bitirildiği zaman kefene sarıldı".

Hz. Ali şöyle diyor: "Hz. Peygamber'in iç gömleğini çıkarmak istedik. Bunun üzerine 'Hz. Peygamberin elbisesini çıkarmayınız' diye bir ses duyduk. Böylece biz de gelen sesi kabul ettik. Hz. Peygamberi ölülerimizi yıkadığımız gibi sırt üstü teneşire uzatarak iç gömleği üzerinde olduğu halde yıkadık. Onun bir azasını ki iyi yıkanmamıştır diye yıkamak istediğimizde kendiliğinden bizim için dönerdi. Yıkadıktan sonra eski durumuna dönerdi. Beraberimizde evde yumuşak rüzgâr gibi bir serinlik vardı. Bize 'Hz. Peygamber'e şefkat edin! Muhakkak ki (şefkat etmediğiniz ve avret mahalline baktığınız takdirde) gözleriniz kapanır!' diye sesleniliyordu".

İşte Hz. Peygamberin vefatı böyle oldu. Beraberinde defnedilmeyen hiçbir şey bırakılmadı.
Ebû Cafer der ki: 'Hz. Peygamberin lâhdi, üzerinde yattığı döşek ve yatarken üstüne attığı kadifesiyle döşendi. Hayatta iken giydiği elbiseler de o sergiler üzerine serildi. Sonra kefenlere sarılı olduğu halde Hz. Peygamber bunların üzerine bırakıldı. Ölümünden sonra geriye hiçbir servet bırakmadı. Hayatında ker-piç üzerine kerpiç, bir kamışı bir kamış üstüne koymadı. Bu bakımdan onun vefatında tam bir ibret vardır. Müslümanlar için Hz. Peygamber güzel bir örnektir!

73) Bezzar
74) Darimî
75) Irâkî hadîsin mürsel olduğunu söylemiştir.
76) İbn Sa'd, Tabakât
77) Bu zat, Hz. Peygamber'in zevcesi Ümmü Seleme'nin kızkardeşinin
oğludur.
78) 'Kendi görüşünüzü ısrarla savunmakta direniyorsunuz*. Burada muhatap Hz. Âişe'dir.
79) Ebû Dâvûd
80) Bir nüshada 'Kızı Ümmü Gülsüm'ü dedesine yaklaştırıp koklattı' diye vârid olmuştur.
81) Hadîsin metninde tereddüd kelimesi vardır. Bozmadan aynen koyduk. Hadîs-i müteşâbihdir.
82) Bir haberde 'Hz. Peygamberden sonra Cebrâil on kere yere inecektir' diye vârid olmuştur.
83) Taberânî, Kebir, (Câbir'den)
84) Bu sözler, bir hasretin ifadesidir. Günlerin uğursuzluğu gibi bir mânâ ifade etmezler.
85) Hz. Ebû Bekir'in bu sözü, 'Hz. Peygamber yakında dirilip bazı kimselerin elini kesecektir' diyen kimseye bir reddiyedir. Çünkü tekrar dirilirse tekrar ölmesi lâzım gelecektir. {Îthafus-Saade, X/298)

*13.Hz. Ebubekir'in (r.a) Vefatı

Hz. Ebubekir, ölüme hazırlandığında, Hz. Âişe (r.a) geldi ve şu şiiri okudu: 'Hayatınla yemin ederim, ruh sıkışıp göğsün daralmasına sebep olduğunda servet şahsı kurtaramaz'.

Bunun üzerine, Hz. Ebu bekir yüzünü açıp şöyle dedi: Öyle değildir, şöyledir:
Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi. İşte (ey insan) bu, senin kaçıp durduğun şeydir.
(Kaf/19)
Benim bu iki elbisemi yıkayın ve bana kefen yapın; zira diri bir kimsenin yeni elbiseye ihtiyacı ölüden daha fazladır.

Hz. Âişe (r.a) Hz. Ebubekir'in ölümü anında şu şiiri okudu: O beyazdı. Onun yüzü suyu hürmetine yağmur istenirdi. Yetimler için bahardı, dul kadınların sığınağı idi.

Bunun üzerine Hz. Ebubekir (r.a) şöyle dedi: Bu övgüye ben değil, Hz. Peygamber lâyıktır'.
Ashâb-ı kirâm Hz. Ebubekir'in huzuruna girerek dediler ki:
- Seni muayene edecek bir doktor çağırmıyalım mı?
- Doktor bana baktı ve 'Ben dilediğimi yaparım!' dedi.

Selman-ı Fârisî (r.a) ziyaret maksadıyla Hz. Ebubekir'in huzuruna geldi ve dedi ki:.'Ey Ebubekir, bize nasihat et!'
Bunun üzerine dedi ki: 'Allah dünyayı sizin için açacaktır. Sakın zarurî ihtiyacından başkasını ondan alma. Bil ki sabah namazını kılan bir kimse Allah'ın zimmetinde bulunur.

Bu bakımdan zimmetinde olduğun halde Allah'ı tahkir etme ki seni yüzüstü ateşe atmasın!'
Hz. Ebubekir (r.a) hastalığı ağırlaştığında, insanlar yerine bir halife bırakmasını istediler. O da Hz. Ömer'i halife yaptı. Bunun üzerine kendisine dediler ki:
- Bizim başımıza şiddetli ve katı bir kimseyi seçtin. Acaba rabbine ne cevap vereceksin?
- Kullarının başına en hayırlılarını geçirdiğimi söyleyeceğim!
Sonra Hz. Ömer'e haber gönderdi. Geldiğinde Hz. Ömer'e dedi ki:

Bil ki Allahın gündüz bir hakkı vardır. O hakkı gece kabul etmez. Allah'ın gece bir hakkı vardır. Onu gündüzleri kabul etmez. Farz edâ edilmedikçe Allah nafileyi kabul etmez. Kıyamet gününde terazileri ağır basanlar, ancak dünyada hakka tâbi olduklarından ve hak kendilerine ağır bastığından ötürüdür. İçinde haktan başka birşey olmayan bir mizanın ağır olması hakkın ta kendisidir. Kıyamet gününde terazileri hafif gelenlerin mizanları, ancak bâtıla tâbi olduklarından ve bâtıl onlara hafif geldiğinden ötürü hafif gelmiştir. Elbette içinde bâtıldan başka birşey bulunmayan bir terazinin kefesi hafif olur.

Allah, cennet ehlini en güzel amelleriyle belirtmiştir. Onların kusurlarından vazgeçmiştir. Bu bakımdan biri bakıp 'Ben bunlardan aşağıyım. Bunların mertebesine varamam! der.

Muhakkak ki Cehennem ehlini de en kötü amelleriyle zikretmiştir. İşlemiş oldukları amellerini yüzlerine çarpmıştır. Bu bakımdan biri çıkıp 'Ben bunlardan daha üstünüm der.
Allah rahmet ve azap ayetini zikretmiş ki mü'min rahmet istesin ve azaptan kaçsın, eliyle kendisini tehlikeye atmasın, haktan başkasını Allah'tan temenni etmesin! Eğer bu nasihatimi dinleyip yerine getirirsen yanında hiçbir şey ölümden daha sevimli olmaz. Zaten nasıl olsa öleceksin. Eğer nasihatimi dinlemezsen senin için ölümden daha nefret edilecek birşey olmaz. Muhakkak ki sen ondan kurtulamazsın!

Said b. Müseyyeb der ki: Hz. Ebubekir (r.a) ölüme hazırlandığında, ashabdan bazı kimseler ona gelip dediler ki: 'Ey Rasûlullah'ın halifesi! Biz içinde bulunduğun durumu görüyoruz. Bizi azıklandır'.
Bunun üzerine Ebubekir şöyle dedi:
- Kim şu kelimeleri söyledikten sonra ölürse Allah onun ruhunu apaçık ufukta kılar!
- Apaçık ufuk ne demektir?
- Arşın önünde bir meydandır. Orada bahçeler, nehirler, ağaçlar vardır. Her gün yüz rahmet orayı kaplar. Kim şu sözü söylerse Allah onun ruhunu bu yerde kılar:
Ey Allahım! Muhakkak sen mahlukâta ihtiyacın olmadığı halde onları yarattın. Sonra onları iki gruba ayırdın. Bir grubu nimet için, bir grubu da cehenem için. Beni nimet için kıl, cehennem için kılma!

Ey Allahım! Muhakkak ki sen, mahlukâtı fırka fırka yarattın Onları yaratmadan önce ayırdın. Onların kimini, şakî, kimini said, kimini sapık, kimini uysal kıldın. Günahlarımdan ötürü beni şakî kılma!

Ey Allahım! Sen yaratmadan önce her nefsin ne yapacağını biliyordun. Bu bakımdan senin ilminden kurtuluş yoktur. Beni sana itaat eden kimselerden eyle!

Ey Allahım! Sen dilemeden hiç kimsenin dileme yetkisi yoktur. Dilemeni, beni sana yaklaştırmaya vesile kıl!

Ey Allahım! Sen kullarının hareketlerini takdir ettin. Senin iznin olmadıkça hiçbir şey hareket etmez. Benim hareketimi takva üzere kıl!

Ey Allahım! Sen hayrı ve şerri yarattın. Onların her biri için edecek ihsanlar yarattın. İki kısımdan hangisi hayırlı ise beni ondan kıl!

Ey Allahım! Sen cennet ve cehennemi halkettin. Onların her biri için ehil olanı yarattın. Beni cennetinin sakinlerinden kıl!

Ey Allahım! Sen bir kavim için sapıklığı irade ettin. Onunla onların göğüslerini daralttın. Benim göğsümü iman için genişlet, imanı kalbimde süsle!

Ey Allahım! Sen işleri tedbir ettin. Onların neticelerini kendine bağladın. Beni ölümden sonra güzel bir hayatla yaşat! Beni kendine yaklaştır!

Ey Allahım! Kimin güven ve ümidi senden başkası olduğu halde sabahlar ve akşamlarsa o ziyan etmiştir. Benim güvencim ve ümidim sensin! Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak Allah'ın kudretiyledir!

Sonra Hz. Ebubekir (r.a) şöyle demiştir: 'Bütün bu söylediklerim Allah'ın Kitabı'nda vardır'.

*14.Hz. Ömer'in (r.a) Vefatı

Amr b. Meymûn şöyle anlatır: Hz. Ömer'in yaralandığı sırada benimle onun arasında Abdullah b. Abbas'tan başkası yoktu. Hz. Ömer, iki saf arasından geçerken durup safta herhangi bir açıklık gördüğünde 'Safları düzeltiniz!' derdi. Saflarda herhangi bir açıklık görmezse öne geçer, tekbir alırdı. Cemaatin yetişmesi için çoğu kez sabah namazının birinci rek'atında Yusuf veya Nahl sûrelerini veya ona benzer bir sûreyi okurdu. Vurulduğu gün de tekbir getirdikten sonra 'Beni öldürdü' veya 'köpek beni yedi!' dedi. Bunu Ebû Lu'lu melunu kendisini vurduğunda söyledi. Mecusî olan Ebû Lu?lu elinde iki taraflı bir bıçak ile fırladı. Kimin yanından geçtiyse, onu bıçakladı. Tam on üç kişiyi yaraladı. Onlardan dokuzu öldü. Bir rivayette yedi kişi öldü. Bu manzarayı görenlerden bir kişi onun üzerine bir elbise attı. Kâfir, tutulduğunu sandığında göğsünü bıçakla yardı.

Hz. Ömer, Abdurrahınan b. Avf'ın elinden tutup imamlığa geçirdi, Hz. Ömer'in arkasında bulunanlar da benim gördüğümü gördüler. Caminin yan taraflarında olanlar ise, durumun ne olduğunu bilmiyorlardı. Ancak onlar Hz. Ömer'in sesinin kesildiğini duyunca sübhanallah, sübhanallah demeye başladılar. Böylece Abdurrahman onlara hafif bir namaz kıldırdı. Cemaat dağıldıktan sonra Hz. Ömer şöyle dedi: 'Ey Abbas'ın oğlu! Beni öldürenin kim olduğunu tedkik et.

İbn Abbas (r.a), bir saat kaybolup geldikten sonra 'Seni vuran Muğîre b. Şu'benin kölesidir dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) 'Allah onu kahretsin! Ben ona iyilik yapılmasını emretmiştim dedi.

Sonra şöyle dedi: 'Ölümümü, müslüman bir kişinin elinde kılmadığından ötürü Allah'a hamd olsun. Sen (ey İbn Abbas) babanla beraber Medineye çok köle getirilmesine taraftardınız;.
Hakîkaten o anda Hz. Abbas'm birçok kölesi vardı. Bunun üzerine İbn Abbas 'Dilersen onları öldürelim' dedi. Bunun üzerine, Hz. Ömer 'Bizim dilimizi konuştuktan, kıblemize yöneldikten ve yaptığımız gibi hac yaptıktan sonra mı öldürelim? dedi.

Hz. Ömer evine götürüldü. Biz de onunla beraber gittik. Sanki bugünden önce böyle bir musibet halka isabet etmemişti! Kimi 'Hz. Ömer'in ölümünden korkuyorum!' Kimi de "Birşey olmaz' diyordu. Bu esnada şerbet getirildi. Hz. Ömer şerbeti içince yarasından dışarı aktı. Sonra süt getirildi. Sütten içti. O da kanından çıktı. Böylece Hz. Ömer'in öleceği anlaşıldı.

Biz Hz. Ömer'in huzuruna girdik. Halk gelip kendisini övdü. Genç bir kişi geldi ve 'Ey mü'minlerin emiri! Allah'tan gelen bir müjde ile müjdelen. Sen Hz. Peygamberin arkadaşı ve İslâm'da hizmetleri geçmiş bir kimsesin. Sonra idareci oldun, adalet yaptın. Sonra şehid oldun' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer 'Bütün bunların ne aleyhimde, ne lehimde olmasını isterdim' dedi. Hz. Ömer'e böyle diyen genç giderken onun eteğinin yerde süründüğü görüldü. Bunun üzerine Hz. Ömer 'O genci bana getirin!' dedi. Genç gelince ona 'Ey yeğenim! Elbiseni yukarı kaldır. Çünkü bu elbisen için daha faydalıdır. Rabbinden de kork!' dedi. Sonra Hz. Ömer oğluna hitaben 'Ey Abdullah! Bak üzerimde ne kadar borç vardır?' dedi.

Hz. Ömer'in borcunu hesapladılar. 86.000 dirhem veya ona yakın bir meblağ olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Hz. Ömer, oğlu Abdullah'a "Eğer Ömer'in ailesinin malı bu borcu ödemeye kâfi gelirse onların malından ver! Aksi takdirde kabilem olan Benî Adîyy b. Ka'b kabilesinden iste! Eğer onların malları da kâfi gelmezse Kureyşîlerden iste! Sakın Kureyşî olmayanlardan isteme. Bu borcu benim yerime ver! Müzminlerin annesi Aişe'ye git! De ki: 'Ömer sana selâm ediyor'. Sakın 'Mü'minlerin Emîri' diye birşey söyleme. Çünkü ben artık mü'minlerin emîri değilim: 'Ömer b. Hattab iki arkadaşının yanıa defnedilmek için izin istiyor?'

Bunun üzerine Abdullah gitti. Selâm verip izin istedi. Sonra Aişe'nin huzuruna girdi. Aişe'nin oturup ağladığını gördü. Abdullah dedi ki: Ömer b. Hattab sana selâm ediyor. İki arkadaşıyla beraber (hücre-i saadetinde) defnedilmek istiyor'.

Bunun üzerine Hz. Aişe 'Ben o yeri kendi kendim için ayırmıştım. Fakat bugün Ömer'i nefsime tercih edeceğim' dedi.

Abdullah dönüp gelince Hz. Ömer'e 'İşte Abdullah geldi!' dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer 'Beni kaldırın!' dedi. Bir kişi Hz. Ömer'i göğsüne dayadı. Hz. Ömer, Abdullah'a 'Ne haber getirdin?' dedi. Abdullah 'Ey mü'minlerin emiri! Benim yanımda seni sevindiricek haber vardır. Aişe senin isteğine izin verdi' dedi. Hz. Ömer 'Allah'a hamdolsun! Benim içim bundan daha mühim bir mesele yoktu. Ben vefat ettiğimde cenazemi götürün. Sonra selâm vererek deyin ki; 'Ömer izin istiyor!' Eğer Âişe izin verirse beni içeri sokun! Eğer beni reddederse cenazemi müslümanlarm mezarına götürün!' dedi.

Mü'minleri annesi (Hz. Ömer'in kızı) Hafsa, babasının geldi. Hafsa'yı gördüğümüzde Hz. Ömer'in yanından kalktık. Hafsa ba basının üzerine eğilerek bir saat onun yanında ağladı. Erkekler Hz. Ömer'in yanına girmek için izin istediler. Hz. Hafsa bu sefer içeriye doğru gitti. İçeride ağlamasını işitiyorduk. Bunun üzerine ashâb-ı kirâm, Hz. Ömer'e 'Ey müzminlerin emîri! Vasiyet et ve yerine halife bırak!' dediler.

Hz. Ömer 'Bu işe şu kişiler ki Hz. Peygamber onlardan razı olduğu halde vefat etmiştir onlardan daha müstehak olanını bil-miyorum7 dedikten sonra Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın, Hz. Zübeyr'in Hz. Talha'nın, Hz. Sa'd ve Hz. Abdurrahman'ın ismini söyledi ve dedi ki: 'Abdullah b. Ömer de sizinle beraber hazır bulunacaktır. Fakat onun halifelikte hakkı yoktur. Eğer emîrlik Sa'd'a (İbn Vakkas) isabet ederse ne mutlu! Aksi takdirde hanginiz emir olursa Sa'd'ın fikrinden istifade etsin; zirâ, Sa'd'ı (Küfe valiliğinden) acizlikten veya hiyanetten ötürü azletmiş değilim'.

Hz. Ömer (r.a) sonra şöyle devam etti: 'Benden sonra halife olan zata, Muhacirler hakkında tavsiye ediyorum. Onların fazilet-lerini, hürmetlerini onlar için korusun. Halifeye Ensâr hakkında da hayrı tavsiye ediyorum. O Ensâr ki onlardan önce Medine'yi yurd edinip iman etmişlerdir. Onların iyilerinden kabul edip kötülerini affetsin. Halifeye hudûd şehirlerinin halkı için hayırlı olmayı tavsiye ediyorum. Çünkü onlar İslâm'ın yardımcıları, gözcüleri, mal toplayıcıları ve İslâm düşmanlarının da öfkelendiricisidirler. Onlardan ancak rızalarıyla fazla mal alsın. Halifeye, bedevî Araplara iyi davranmayı tavsiye ediyorum. Çünkü onlar Arapların esası, İslâm'ın maddesidirler. Onların servetlerinin zekâtlarını alıp fakirlerine vermesini tavsiye ediyorum. Ayrıca Allah'ın ve Hz. Peygamberin zimmetini tavsiye ediyorum. Onlar için verilen sözleri yerine getirsin. Onların arkasında olup onlar için savaşsın. Onlara ancak güçlerinin yettiğini teklif etsin'.

Râvî der ki: Hz. Ömer vefat ettiğinde cenazesini çıkardık ve götürdük. Abdullah b. Ömer, Hz. Âişe'ye selâm verdi ve dedi ki: 'Ömer b. Hattab'ı defnetmek için izin istiyoruz!' Bunun üzerine Hz. Âişe 'Onu içeri sokun' dedi. Bunun üzerine, Hz. Ömer'i orada bu-lunan iki arkadaşının yanında bir mezara koydular. (Bunları nak-leden râvî, hadîsi sonuna kadar söyledi).

Hz, Peygamber1 den şöyle rivayet ediliyor:
Cebrâil (a.s) bana derdi ki: İslâm, Ömer'in ölümü üzerine ağlasın!86
İbn Abbas şöyle diyor: Ömer, teneşirin üzerine kondu. Halk onun etrafında halka çevirip, cenazesi kaldırılıncaya kadar dua edip rahmet talep ettiler. Ben de onların arasındaydım. Beni omu-zumdan tutan bir kişi korkuttu. Dönüp bakınca Ali b. Ebî Tâlib olduğunu gördüm. Hz. Ömer'e rahmet okuyup dedi ki: "Ben, Ömer'den daha fazla amelinin benzeriyle Allah'a kavuşmamı istediğim bir kimseyi geride bırakmış değilim. Allah'a yemin ederim, Allah'ın seni iki arkadaşınla birleştireceğini zannederim. Çünkü çoğu zaman Hz. Peygamber'den duyardım ki:

Ben, Ebubekir ve Ömer gittik. Ben, Ebubekir ve Ömer çıktık. Ben, Ebubekir ve Ömer girdik...
Allah'ın seni onlarla birleştireceğini umuyorum".

*15.Hz. Osman'ın (r.a) Vefatı

Onun öldürülmesi hakkındaki hadîs meşhurdur.87
Abdullah b. Selâm (r.a) der ki: 'Kardeşim Osman'a selâm vermek için vardım. Mahsur bulunuyordu. Huzuruna girdim, dedi ki: "Ey kardeşim! Merhaba! Ben bu gece Hz. Peygamberi şu evde bulunan pencerede gördüm. Bana dedi ki: 'Ey Osman! Seni muhasaraya mı aldılar!' 'Evet!' dedim. 'Seni susuz mu bıraktılar?' deyince 'Evet!' dedim. Bunun üzerine, içinde su bulunan bir kırbayı bana uzattı. Kanmcaya kadar ondan su içtim. Hatta ben onun serinliğini göğsümde, omuzlarımın arasında hissediyorum. Bana dedi ki: 'Eğer dilersen hasımlarına galip gelirsin. Eğer dilersen bi yanımızda iftar edersin!' Ben Allah katında iftar etmeyi seçtim".

Hz. Osman o gün öldürüldü.
Abdullah b, Selâm (r.a) Hz. Osman'ın yaralanıp kanlar içinde can çekişmesinde hazır bulunan birine 'Osman kanlar içinde kıvranıp can çekişirken ne söyledi?" dedi.
'Üç defa şöyle dediğini duyduk: 'Ey Allahım! Muharnmed'in ümmetini bir araya getir!'
Bunun üzerine Abdullah b. Selâm dedi ki: 'Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim! Eğer Allah Teâlâ Ümmet-i Muhammed'in ebediyyen bir araya gelmemesini dileseydi kıyamete kadar bir araya gelemezlerdi!'

Sernâme b, Hazen el-Ruşeyn den öyle rivayet, ediliyor: Hz, Osman çıkıp muhasaracılara, 'Sizi bana kışkırtan iki arkadaşınızı getirin' dediği zaman ben de oradaydım, O iki kişi getirildi. Sanki onlar iki deve veya iki merkeptiler. Bunun üzerine Hz. Osman onlara şöyle dedi;
- Siz bilmiyor musunuz ki Hz. Peygamber Medine'ye geldiğinde Medine'de Küme kuyusundan başka tatlı su yoktu. Bunun üzerine
Hz.Peygamber Kim Kümekuyusunu satın alıp vakfederse, cennette mü'minlerin kırbalarıyla beraber kırbacını doldurur' dedi,
Ben o kuyuyu satın aldım. Siz bugün o kuyudan ve hatta deniz suyundan içmekten bile beni menediyorsunuz. Böyle olmadı mı?
- Evet! Öyledir!
- Kıtlık zamanında orduyu kendi malımdan techiz ettiğimi siz bilmiyor musunuz?
- Evet! Öyledir!
- Hz. Peygamberin mescidi ashaba dar geldiğinde Hz, Peygamberin 'Kim (mescidin yanında budanan) falan ailenin ar-sasını alıp mescide katarsa cennette ondan daha hayırlısına nâil olacaktır1 dediğini, bunun üzerine benim de orayı, satın alıp mescidde kattığımı bilmiyor musunuz? Oysa siz bugün orada iki rek'at namaz kılmama mâni oluyorsunuz?
-Evet!
- Siz bilmez misiniz, Hz. Peygamber, Mekke'de Sâbir dağının üzerinde bulunduğunda onun beraberinde Ebubekir, Ömer ve ben vardık. O anda taşlar aşağıya yuvarlanacak derecede dağ sallandı.

Hz. Peygamber mübarek ayağıyla dağa vurup şöyle dedi: 'Ey Sâbir dağı! Senin üzerinde bulunan bir peygamber, bir sıddîk ve bir şehiddir' dedi.
- Evet! Öyledir.
- Allahu Ekber! Kabe'nin rabbine yemin ederim! Bunlar benim şehidliğime dair şahidlik yaptılar.89

Dâbbe kabilesinden olan bir kişiden şöyle rivayet ediliyor: Hz. Osman vurulduğunda kanlar onun sakalı üzerine akıyor, o da şöyle diyordu: 'Senden başka ilah yoktur. Sen her türlü eksiklikten münezzeh ve uzaksın. Muhakkak ki ben zâlimlerdendim. Ey Allahım! Onların aleyhinde senin düşmanlığını talep ediyorum. Bütün işlerimde senden yardım talep ediyorum. Beni mübtelâ kıldığın musibete karşı senden sabır istiyorum'.

86) Acurî, (Ubey b. Ka'b'dan zayıf bir senedle); İbn'ul-Cevzî, Mevzuat
87) Seyf b. Amr et-Temimî ve İbn Aziz
88) Basrah'dir. Yan ömrünü İslâm'da geçirmiştir. 35 yaşında Hz. Ömer'in huzuruna elçi olarak gelmiştir. Güvenilir bir zattı.

*16.Hz. Ali'nin (r.a) Vefatı

Esbağ el-Hanzelî90 der ki: Hz. Ali'nin yaralandığı gece fecir doğduğu zaman müezzini İbn Teyyah ve Bennac gelip namaza çağırdılar. Hz. Ali (r.a) ise ağırlaşmış yatıyordu. İkinci bir defa namaza çağırıldığımızda Hz. Ali yine o haldeydi. Üçüncü defa tek-rar gelince Hz. Ali kalkarak yürüdü ve şu şiiri okudu:
Ölüm için kolonlarını sağlamca bağla! Muhakkak ölüm sana gelecektir. Senin sahalarına indiğinde ölümden korkma!

Hz. Ali (r.a) küçük kapıya vardığında, İbn Mülcem91 Hz. Ali'ye hücum ederek hançerledi. Bunun üzerine, Hz. Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm, dışarı çıktı ve şöyle dedi: 'Benimle sabah namazına ne oluyor? Kocam müminlerin emîri Hz. Ömer sabah namazında öldürüldü. Babam Hz. Ali sabah namazında öldürüldü'.

Kureyş'ten olan bir kişiden şöyle rivayet ediliyor: Hz. Ali'yi (r.a) İbn Mülcem vurduğunda Hz. Ali şöyle haykırdı: 'Kabe'nin rabbine yemin ederim ki kazandım'.

Muhammed b. Ali'den şöyle rivayet ediliyor: "Hz. Ali vurulduğunda oğullarına vasiyetini yaptı, sonra ruhu kabzoluncaya kadar Lâ ilâhe illâllah'ı tekrar etti".92

Hz. Ali'nin oğlu Hasan (r.a) ağırlaştığında Hz. Hüseyin onun yanına vardı ve 'Ey Kardeşim! Niçin böyle kıvranıyorsun? Sen babaların olan Hz. Peygamberin, Ali b. Ebi Talib'in huzuruna gidiyorsun. Huveylid'in kızı Hatice'nin, Muhammed'in kızı Fâtıma'nın huzuruna gidiyorsun ki onlar da senin annelerindir. Hz. Hamza ile Hz. Cafer'in yanına gidiyorsun ki onlar da amcalarındır' dedi.
Bunun üzerine, Hz. Hasan şöyle şöyle dedi: 'Ey kardeş! Ben öyle bir şeye (ölüme) hazırlanıyorum ki daha önce onun gibisiyle hiç karşılaşmamıştım'.

Muhammed b. Hasan'dan şöyle rivayet ediliyor: İbn Ziyad'ın askerleri Hz. Hüseyin'in etrafını kuşattıklarında, Hz. Hüseyin de onların kendisiyle savaşacaklarını anladığında kalkıp arkadaşlarına bir hutbe irâd etti. Allah'a hamd ve senâ'da bulundu ve sonra şöyle dedi: Olanları görüyorsunuz. Muhakkak ki dünya bozuldu. Onun iyiliği gitti. Öyle ki ancak kabın sızıntısı gibi kaldı. Hakkın terkedildiğini, bâtılın yasaklanmadığını müşahede etmiyor musunuz? Mü'min bir kimse Allah'ın mülakatına rağbet göstersin. Ben ölümü saadet olarak, zâlimlerle beraber yaşamayı da cürüm olarak görüyorum.

90) Kûfeli'dir. Künyesi Ebû Kasım'dır.
91) Abdurrahman adlı bu meftun Benî Murâd kabilesindendi ve Haricî idi.
92) İbn Ebî Dünya

*17.Halifelerin, Emirlerin ve Salihlerin Ölüm Döşeğindeki Sözleri

Muâviye b. Ebî Süfyan öleceği sırada 'beni oturtunuz' dedi ve Allah'a tesbih etti. Allah'ı andı. Sonra ağlayıp şöyle dedi: 'Ey Muâviye! İhtiyarlık ve düşkünlükten sonra mı rabbini hatırlıyorsun? Neden gençlik dalı yemyeşil ve taze iken onu yapmıyordun?'
Sesi yükselinceye kadar ağladı ve 'Yârab! Asi ve kalbi katı ihtiyara rahmet et! Yârab! Düşüşleri azalt. Hataları affet. Senden başkasını ümit etmeyene ve senden başkasına güvenmeyene hilm vasfınla yönel diye dua etti.

Kureyşli bir kişi bir cemaatle beraber ölüm hastalığında olan Muaviye'nin huzuruna vardılar. Muaviye'nin derisinde kırılmalar gördüler. Bunun üzerine Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra 'Acaba dünya bizim denediğimiz ve gördüğümüzden başka birşey midir? Biz neşemizle dünyanın çiçeğini, maişetimizle ondan lezzet almayı başardık. Dünya onu durumdan sonra durum meydana getirmek, bir düğümü diğer düğümden sonra çözmek suretiyle bizden aldı. Bu bakımdan dünya bize ok atmaya, bizi eskitmeye ve kınamaya başladı. Yurt olarak dünyaya yuh olsun!' dedi.

Rivayet ediliyor ki Muâviye (r.a) son okuduğu hutbede şöyle dedi: 'Ey insanlar! Ben biçilmiş bir ekinim. Size idareci oldum. Benden sonra sizin başınıza her geçen muhakkak benden daha şerlidir. Benden öncekilerin benden daha hayırlı olduğu gibi... Ey Yezidî Ecelim tamam olduğunda beni yıkamaya akıllı bir kişiyi memur kıl! Zira akıllı kişi Allah Teâlâ nezdinde özel bir yere sahiptir. Bu bakımdan güzel ve yumuşak şekilde beni yıkasın. Tekbirler sesli getirilsin. Sonra hazinede bulunan Hz. Peygamberin elbisesinden, kesilmiş kıllarından ve tırnaklarından burnumun, ağzımın, kulağımın, gözümün üzerine koy. Elbiseyi de kefenlerimin altında bedenimin üzerine koy! Ey Yezidî Allah'ın anne ve babalar hakkındaki tavsiyesini koru! Beni kefenime sarıp kabrime koyduktan sonra Muâviye'yi Erhamürrahimîn ile başbaşa bırakın!'

Muhammed b. Ukbe der ki: Muâviye'ye ölüm geldiğinde şöyle dedi: 'Keşke ben Zi Tuva (Mekke'de bir yerin ismi) da basit hayat yaşayan bir Kureyşli olsaydım. Keşke bu işe hiç bulaşmasaydım93

Abdülmelik b. Mervan'ın ölümü geldiğinde, Dimeşk'in (Şam) kenarında elbiseyi eline sarıp sonra yıkama taşına vuran bir bez ağartıcısma baktı ve şöyle dedi: 'Keşke ben bir bez ağartıcısı olsaydım!. Gün be gün elimin emeğimden yeseydim de dünya işlerinin hiç birinde söz sahibi olmasaydım'.

Abdülmelik'in bu sözü, Ebû Hâzım'm94 kulağına vardığında Hâzım şöyle demiştir: 'Hamd o Allah'a mahsustur ki onları, ölüme girdiklerinde, bizim içinde bulunduğumuz durumu temenni edecek hâle, bizi de ölümümüz geldiğinde onların durumunu temenni etmeyecek hâle getirdi'.
Abdülmelik b. Mervan'a öleceği sırada şöyle denildi:
- Ey müzminlerin emîri! Kendini nasıl hissediyorsun?
- Ben kendimi Allah'ın şöyle dediği gibi hissediyorum:
Andolsun! Sizi ilk defa yarattığımız gibi, yine tek olarak bize geldiniz ve (dünyada) size verip hayâline daldırdığımız şeyleri arkanızda bıraktınız.(En'âm/94)
Bunu söyledikten sonra öldü.

Abdülmelik b. Meryan'm kızı ve Ömer b. Abdülazîz'in hanımı Fâtıma şöyle diyor: "Ölüm hastalığından Ömer b. Abdülazîz'in şöyle dediğini duydum: 'Yârab! Günün bir saati dahi olsa ölü-mümü onlar için gizle!' Öleceği gün geldiğinde onun yanından çıktım. Başka bir odada oturdum. Onunla aramda bir kapı vardı. O kendisi için yapılan bir kubbede bulunuyordu. Şu ayeti okuduğunu duydum:
İşte ahiret yurdu Onu yeryüzünde böbürlenmek ve bozgunculuk yapmak istemeyen kimselere veririz. İyi akıbet sakınanlarındır. (Kasas/83)

Sonra sükûnete kavuştu. Ben onun artık ne bir hareketini, ne bir sözünü duymaz oldum. Bir cariyesine dedim ki: 'Bakıver! Acaba uyuyor mu?'
Cariye içeriye girdiğinde bağırdı. Yerimden fırladım, baktım ölmüştü".
Ömer b. Abdülaziz sekerata düştüğü zaman kendisine şöyle denildi:
- Ey mü'minlerin emîri! Bize nasihat et!
- Bu durumumun benzerinden sizi sakındırıyorum. Muhakkak ki bu durum sizin de başınıza gelecektir!

Rivayet ediliyor ki Ömer b. Abdülazîz'in hastalığı ağırlaşınca bir doktor çuğrıldı. Doktor kendisini muayene ederek dedi ki:
- Ona zehir içirildiğini görüyorum ve ölmeyeceğinden emin değilim,
- Zehir içmeyenlerin "ölmeyeceğinden de emin değilsin!
- Ey mü'minlerin emîri! Bunu hissettin mi?
- Evet! Benim karnıma girdiği anda hissettim!
- Ey mü'minlerin emîri! Tedavi ol! Ben öleceğinden korkuyorum,
- Rabbim, huzuruna gidilenlerin en hayırlısıdır.Allah'a yemin ederim, eğer bilsem ki şifam kulağımın yumuşağı yanındadır.
Kulağıma elimi uzatıp o şifayı getirmem. Yârab! Mülakatında Ömer için hayır nasip et!
Böylece birkaç gün kalıp vefat etti.
Vefat edeceği zaman ağladı. Bunun üzerine kendisine Ey mü'minlerin emiri! Seni ağlatan nedir? Allah seninle sünnetleri ihya edip adaleti diriltti denildiğinde ağlayarak dedi ki:
Acaba hesap için durdurulup şu halkın durumundan sorulmayacak mıyım? Allah'a yemin ederim! Eğer onların hakkında adaletli hareket etmiş olsaydım yine de Allah'ın huzurunda bir şey söylememekten korkardım. Ancak Allah, delil getirmek hususunda bana yardım ederse o başka! Fakat bizim zayi ettiğimiz birçok şeyleri ne yapacağız?

Bunun üzerine gözleri yaşla doldu. Az bir zaman sonra vefat etti.
Vefat edeceği zaman yaklaşınca 'Beni oturtunuz!' dedi. Oturtulunca dedi ki: 'Emrettiğin halde kusur yapan, menettiğin halde isyana sapan benim!' Bu sözünü üç defa tekrarladı. Sonra Lâ ilâhe illâllah dedi. Sonra başını kaldırdı. Dikkatle (bir noktaya) baktı. Neden böyle yaptığı sorulunca, cevap olarak dedi ki: 'Ben bir yeşillik görüyorum. Onlar ne insan, ne de cindir. Sonra ruhu kabzolundu. Allah ona ve bize rahmet eylesin!

Harun Reşid'den şöyle hikâye olunur: Öleceği zaman kefenini kendi eliyle seçti. Kefenlerine bakıyor, şöyle söylüyordu:
Malım bana hiçbir yarar sağlamadı. Gücüm benden yok olup gitti.
(Hâkka/28-29)

Halife Me'mun, kurna uzanıp şöyle dedi: 'Ey saltanatı gitmeyen Allah! Saltanatı gidene merhamet et!'
Halife Mu'tasım, öleceği zaman şöyle diyordu: 'Eğer hayatımın böyle kısa olduğunu bilseydim yapmazdım!'
Halife Muntasır, öleceği zaman nefsi için titredi. Bunun üzerine kendisine şöyle denildi:
- Ey mü'minlerin amiri! Senin için korkacak bir durum yoktur!
- Şundan başka birşey yok! Muhakkak ki dünya gitti, ahiret gelmektedir!

Amr b. el-As vefat edeceği zaman, çocuklarının sandıklarına bakarak şöyle dedi: 'Acaba bu sandıkları, içerisindeki eşya ile beraber kim alır? Keşke onlar bir fışkı olsaydı!'

Haccac95 öleceği zaman dedi ki: "Ey Allahım! Beni affet! Çünkü insanlar 'Allah Haccac'ı affetmeyecektir!' diyorlar".

Ömer b. Abdülazîz, Haccac'ın bu sözünü benimser ve bu sözden dolayı ona gıpta ederdi.
Bu söz Hasan Basrî ye söylendiğinde dedi ki:
- Haccac bu sözü söyledi mi?
- Evet, söyledi!
- Umulur (affolunması umulur).

93) İbn Ebi Dünya
94) Tam adı, Seleme b. Dinar el-A'rec el-Medenî'dir. Tâbiîndendir.
95) Haccac b. Yusuf binlerce kişinin kanma girmiş bir caniydi; Bu bakımdan Haccac-ı Zâlim diye tanınır. H. 95'de Ramazan'm 26. günü Vasıfta ölmüştür

*18.Sahabe, Tabiîn ve Onlardan Sonra Gelen Ehl-i Tasavvuf dan Bazı Kimselerin Sözleri

Muaz b. Cebel (r.a) öleceği zaman şöyle dedi: 'Ey Allahım! Senden korkuyordum, bugün ise ümit ediyorum. Ey Allahım! Bilirsin ki dünya için ve dünyadaki nehirleri akıtmak, ağaçları dikmek için uzun yaşamayı istemiyordum. Dünyada, sıcak gün-lerde (oruç tutmak suretiyle) susamak için ve ibadet yapmak suretiyle zahmet çekmek, zikir halkalarında âlimlerle diz dize oturmak için istiyordum'.
Sekeratı şiddetlenince hiç kimsenin geçirmediği krizi geçirirdi. Her krizden ayrılırken gözünü açtıktan sonra 'Yârab! Beni boğdurduğunla boğdur (hükmüne razıyım). Senin izzetine yemin ederim! Kalbimin seni sevdiğini bilirsin' derdi

Hz. Selman öleceği zaman ağladı. 'Seni ağlatan nedir?' diye so-rulunca 'Dünya için ağlamıyorum. Fakat Hz. Peygamber (s.a) bize dünyadan azığımızın, yolcunun azığı gibi olmasını tavsiye etti. (Bunun için ağlıyorum)' dedi.
Selman öldüğünde bütün terekesi hesaplandı. Geride bıraktığı malın kıymeti on küsûr dirhemdi.

Bilâl-i Habeşî (r.a) öleceği zaman hanımı 'Vay üzüntüsüne!' dedi. O cevap olarak dedi ki: 'Hayır! Aksine vay onun sevincine! Yarın dostlarla, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım..

Abdullah b. Mübarek öleceği anda gözünü açıp gülerek şöyle dedi:
Çalışanlar bunun için çalışsınlar! (Saffat/61)

İbrahim Nehâî vefat edeceği zaman ağladı. 'Seni ağlatan nedir?denilince, 'Allah'tan bana ya cennet veya cehennem müjdesini getirecek bir elçi bekliyorum' dedi,

İbn Münkedir öleceği zaman ağladı. 'Seni ağlatan nedir?' diye sorulunca cevap olarak 'Alah'a yemin ederim. İşlediğim bir günahtan dolayı ağlamıyorum. Fakat küçük sandığım bir şeyin, Allah katında büyük olarak bana getirilmesinden korkuyorum dedi.
Arar b; Abdikays öleceği zaman ağladı. Kendisine 'Seni ağlatan nedir?" diye sorulunca, cevap olarak 'Ölümden korktuğum veya dünyayı sevdiğim için ağlamıyorum. Fakat elimden kaçan sıcak günlerin susuzluğu, kış gecelerinde yapılan ibadetler için ağlıyorum' dedi.

Fudayl b. Iyaz öleceği zaman bayıldı. Ayıldıktan sonra gözlerini açınca 'Eyvah seferinin uzaklığına, azığının azlığına!' dedi.

İbn Mübarek öleceği zaman kölesi Nasr'a dedi ki: 'Basımı top-rak üzerine koy!'
Bunun üzerine Nasr ağladı. İbn Mübarek Nasr'a şöyle sordu:
- Seni ağlatan nedir?
- Senin içinde bulunduğun nimeti hatırladım. İşte sen fakir ve garip olarak ölüyorsun, beni ağlatan budur.
- Sus! Ben Allah Teâlâ'dan, beni zenginlerin yaşantısı ile yaşatmasını, fakirlerin ölümü ile öldürmesini diledim!
Bunları söyledikten sonra Nasr'a 'Bana kelime-i şehadet! telkin et! Eğer ben cevap vermezsem kelime-i şehadeti tekrarla!' dedi.

Atâ b. Yesar şöyle demiştir: İblis ölüm anında, bir kişiye göründü ve ona 'Kurtuldun!' dedi. Buna karşılık kişi 'Senden hâlâ emin değilim!' dedi.

Seleften biri öleceği anda ağladı. 'Seni ağlatan nedir? diye sorulunca, 'Allah'ın kitabındaki şu ayet beni ağlattı' dedi.
Allah sadece muttakîlerden kabul eder! (Maide/27)

Hasan (r.a) ölümle pençeleşen birinin yanına varıp şöyle dedi: 'Başlangıcı böyle olan işin sonucundan korunmak gerekir. Sonucu boyle olan şeyin öncesinde zâhidlik yapmak gerekir'.

Cureyrî şöyle anlatıyor: Öleceği sırada Cüneyd'in yanında bulunuyordum. Cuma ve Nevruz günüydü. Cüneyd Kur'ân okuyordu. Kur'an'ı hatmetti. Ona 'Şu halde de mi ey Ebû Kasım?' dedim. Cevap olarak dedi ki: 'Benden buna daha lâyık ve müstahak olan kim var? İşte benim sahifem duruyor'.

Ruveymi96 şöyle demiştir: Ebû Said Harraz'ın ölümü esnasında hazır bulundum. Ruveymi şu şiiri okuyordu:
Ariflerin kalplerinin iştiyakı zikredir.
Müracaat vaktinde hatırlanmaları sır içindir.
Ölüm kadehleri onlar üzerinde (meclislerinde) gezdirildi.
Şükür sahibinin yüz çevirmesi gibi dünyadan yüz çevirdiler.
İçinde parlak yıldızlar gibi Allah sevgisinin ehli bulunduğu bir ordugâhta himmetleri çokça dolaşmaktadır.
Öyleyse sevgisinden ötürü cisimler yeryüzünde öldürülmüştür.
Ruhlar perdelerde yüceliğe doğru süratle yürür. Ancak dostlarının yakınma indiler.
Ne şiddet, ne de bir zahmetin dokunmasından yalpa vurdu-lar!

Cüneyd'e 'Ebû Said el-Harraz öleceği zaman çokça vecde kapıldı' dediler. Cüneyd dedi ki: 'Rabbinin mülakatı için ruhununun iştiyaktan uçması garipsenecek birşey değildir'.
Öleceği anda Zünnûn-i Mısrî'ye 'Canın ne istiyor?' denildi. 'Ölmeden bir an önce onu tanımayı!' dedi.

Sekeratta olduğu halde birine 'Allah de!' denildi. O da cevap olarak 'Ne zamana kadar siz bana Allah de! diyeceksiniz? Oysa ben Allah'ın sevgisi ile tutuşmuş bulunuyorum' dedi.

Seleften biri şöyle anlatıyor: 'Mumşad ed-Dineverî'nin yanında bulunuyordum. Bir fakir gelip dedi ki: Selâm size! Burada temiz bir yer var mıdır ki; orada insanın ölmesi mümkün olsun?' Ona bir yer gösterildi. Gösterilen yerde bir pınar bulunuyordu. O fakir abdestini tazeledi. Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı. O yere gitti. Ayaklarını uzattı ve öldü.

Ebû Abbas ed-Dineverî97 meclisinde konuşurdu. Bir gün vecd'den ötürü bir kadın bağırdı. Bu manzara karşısında Ebû Abbas kadına öl dedi. Bunun üzerine kadın kalkıp kapıya vardığında Ebû Abbas'a baktı ve 'Öldüm!' deyip ölü olarak yere serildi.

Ebû Ali Ruzbarî'nin kızkardeşi Fâtıma'dan hikâye şöyle ediliyor: Ebû Ali Ruzbarî'nin eceli yaklaştığında başı göğsümde bulunduğu bir anda gözlerini açtı ve şöyle dedi: İşte göğün kapıları açıldılar. İşte cennetler süslendiler! İşte bir dellâl! 'Ey Ebû Ali! Seni en yüce rütbeye vardırdık. Her ne kadar sen onu istemesen bile!' diyor.
Ebû Ali bunları söyledikten sonra şu şiiri okudu:
Hakkın için gayrine seni görmeden muhabbet gözüyle bak-madım!
Göz ucu bakışların gevşekliği ve bostanından güllü yanağınla bana azap ettiğini görüyorum.
Cüneyd Bağdâdî'ye Lâ ilhahe illâllah! de!' denildi. Cüneyd 'Ben O'nü unutmadım ki anayım' dedi.
Cafer b. Nusayr98, Şiblî'nin hizmetçisi Bikran ed-Dineverî'ye sordu:
- Şiblî'den ne gördün?
- Şiblî bana dedi ki: 'Benim boynumda zulmen alınmış bir dirhem para vardır. O paranın sahibi için binlerce dirhemi sadaka verdim. Buna rağmen kalbimin üzerinde ondan daha büyük bir ağırlık yoktur'. Sonra Şiblî öleceği zaman dedi ki: 'Namaz için abdest aldır'. Ben de ona abdest aldırdım. Sakalını hilallemeyi unuttum. O anda da onun dili tutulmuş bulunuyordu. Bunun üzerine elimden tuttu ve parmaklarımı sakalının içine sokup hilalledi ve sonra vefat etti. Bunun üzerine Cafer ağlayıp dedi ki: 'Hayatının
son anında bile şeriat adabından birini dahi bırakmayan bir kişi hakkında ne dersiniz?'
Öleceği anda ölümün kendisine zor geldiği görüldüğünde Bişr b. Haris'e 'Sanki yaşamayı seviyor gibisin?' denildi. Bişr Allah'ın huzuruna çıkmak zordur' dedi.

Basralı Sâlih b. Mismar'a öleceği sırada 'Oğlun ve aile efradın hakkında vasiyet etmeyecek misin' diye soruldu? Dedi ki: 'Onları Allah'tan başkasına vasiyet edersem Allah'tan utanırım'.

Ebû Süleyman Dârânî öleceği zaman arkadaşları geldiler ve dediler ki: 'Sana müjde olsun! Sen gafur ve rahîm olan bir rabbin huzuruna varıyorsun!' Ebû Süleyman onlara 'Neden? Sen küçük günahtan dolayı hesaba çeken, büyük günahtan dolayı azap veren bir rabbin huzuruna varıyorsun demiyorsunuz' dedi.

Ebû Bekir el-Vâsıtî ölüme hazırlanırken kendisine 'Bize nasi-hat et!' denildi. Bunun üzerine 'Allah Teâlâ'nın sizdeki murad-ı ilâhîsini gözetiniz!' dedi.

Seleften biri ölüme hazırlanırken hanımı ağladı. Bunun üzerine hanımına 'Seni ağlatan nedir?' dedi. Hanımı 'Senin için ağlıyorum!' deyince, o zat 'eğer illa ağlayacaksan kendin için ağla! Ben bugün için kırk sene ağladım!' dedi.

Cüneyd şöyle diyor: Öleceği sırada Sırrî-es-Sakatî'nin ziyaretine gittim ve 'Kendini nasıl hissediyorsun?' diye sordum. Bunun üzerine şu şiiri okudu:
Bende bulunan hastalığı nasıl doktoruma şikayet edeyim? Oysa bende bulunan hastalığı doktorum bana vermiştir.
Sonra yelpazeyi alıp onu serinletmek istedim. Bunun üzerine 'İçi yanan bir kimse, yelpazenin serinliğini nasıl hissedebilir?' dedikten sonra şu şiiri okudu:
Kalp yanmış, gözyaşı çekilmiştir. Üzüntü derlenmiş, sabır dağılmış, hevâ, şevk ve ızdırabın işledikleri suçtan ötürü kararsızın üzerinde karar tutmak nasıl olur?
Yârab! Eğer içinde ferahlayacağım birşey varsa, bende hayat oldukça onu vermek suretiyle bana minnet et!

Hikâye ediliyor ki; Şiblî'nin arkadaşlarından bir grup, Şiblî ölümle pençeleşirken yanına geldiler ve ona 'Lâ ilâhe illâllah! de!' dediler. Bunun üzerine Şiblî, şu şiiri okudu: 'İçinde senin bu-lunduğun bir ev çıralara muhtaç değildir. Halkın deliller getirdikleri günde senin ümit edilen yüzün delilimizdir. Senden ferah istediğim günde Allah bana herhangi bir ferah fırsatını vermesin!'

Hikâye ediliyor ki Ebû Abbas b. Atâ, ölümü anında, Cüneyd'in huzuruna girip selâm verdi. Cüneyd onun selâmına karşılık vermedi. Sonra aradan bir saat geçince karşılık verip, dedi ki: 'Selâmını geç aldığım için beni mazur gör! Ben virdimi okuyordum'. Sonra Cüneyd, yüzünü kıbleye çevirdi, tekbir getirdi ve öldü.

Kinânî, öleceği anda, kendisine 'Senin amelin ne idi?' diye soruldu. Cevap olarak dedi ki: 'Eğer ecelim yaklaşmasaydı, size amelimi söylemezdim. Kalbimin kapısında kırk sene durdum. Ne zaman ki kalbimden Allah'tan başkası geçti ise onu kalbimden uzaklaştırdım'.

Mutemer'den şöyle hikâye ediliyor: Öleceği anda Hakem b. Abdülmelik'in" huzurunda bulunuyordum ve şöyle dua ettim: Ya Rârab! Ona ölümün dehşetlerini kolaylaştır. Çünkü o şöyle şöyle idi Böylece onun birtakım iyiliklerini saydım. O ayılınca 'Konuşan kimdi?' dedi. 'Bendim' dedim. Bunun üzerine dedi ki: "Ölüm meleği bana 'Ben her cömert hakkında şefkatli davranırım' diyor". Bunu söyledikten sonra öldü.

Yusuf b. Esbât öleceği zaman Meraşlı Huzeyfe onun yanına gidip onu muzdarip olarak görünce 'Ey Ebâ Muhammed! Bu zaman, ızdırap ve korku zamanı mıdır?' dedi. Yusuf 'Ey Ebû Abdullah! Ben nasıl muzdarip olmayayım ve korkmayayım? Halbuki amelimde Allah'a doğruluk yaptığımı bilmiyorum' dedi.
Bunun üzerine Huzeyfe şöyle dedi: "Hayret bu sâlih kişiye ki öleceği anda 'amelinde Allah'a karşı doğruluk yaptığım bilmediğine' dair yemin ediyor".

Ebû Ahmed el-Meğazilî'den rivayet ediliyor: Şeyhlerden biri hastalandığında huzuruna vardım. Şöyle diyordu: 'İstediğini yapma imkânına sahipsin! Fakat bana şefkat et!'
Meşayihten biri Mumşad edDineverî'nin huzuruna vefat edeceği bir anda vardı ve ona 'Bunları senin başına Allah getirdi! Allah yaptı!' dedi. Bunun üzerine Mumşad gülerek şöyle dedi: 'Otuz seneden beri cennet, içindeki nimetlerle beraber bana arzolunuyor, hâlâ da gözümü ona kaptırmadım'.

Ruyermî'ye, öleceği anda 'Lâ ilhahe illâllah de!' denildi. O da 'Ben zaten bundan başkasını bilmiyorum ki!' dedi.

Süfyan es-Sevrî'ye veya Nurî'ye vefat edeceği anda 'Lâ ilâhe ill-âllah de!' denilince cevap olarak şöyle demiştir: 'Acaba orada bir emir yok mudur?'

Ebû Yahya İsmail el-Müzenî, öleceği zaman İmam Şafiî'nin. huzuruna varıp kendisine 'Ey Ebû Abdullah! Nasıl sabahladın?' dedi. Şâfiî 'Dünyadan göç ettiğim, arkadaşlardan .ayrıldığım, kötü amelimle mülâki olduğum, ölümün kadehini içtiğim, Allah'ın huzuruna varacağım halde sabahladım. Bilmiyorum, ruhum cennete mi varacaktır; onu tebrik edeyim veya cehenneme mi varacaktır; ona taziye vereyim!'
Sonra şu şiiri okudu: 'Kalbim katılaşıp yollarım daraldığında affına doğru ümidimi merdiven yaptım. Günahım bana büyük geldi (fakat) ey rabbim! Günahımı affınla karşılaştırdığımda affın daha büyük göründü. Sen daima günahı affettin. Durmadan da lütuf ve nimet olarak cömertlik yapıp affedersin. Eğer sen olmasaydın hiçbir âbid İblis ile sapıklığa kaymazdı. Oysa seçkin kulun Âdem'i bile kandırdı'.

Ahmed b. Hadreveyh100 öleceği zaman, kendisine bir sual soruldu. Gözlerinden yaşlar akmaya başlayıp sorana hitaben 'Ey oğul! Doksanbeş seneden beri dövdüğüm bir kapı, işte şu anda benim için açılıyor. Bilmem ki saadetle mi açılacaktır veya şekavetle mi? Bu bakımdan şu anda cevap verme imkânı benim için nerede?' dedi.

İşte bunlar, onların sözleridir. Bu sözler onların durumlarının değişikliği hasebiyle değişik söylenilmişlerdir. Onların bazısına korku, bazısına ümit, bazısına şevk ve sevgi galip gelmiştir. Onlardan her biri, halinin gereğine göre konuşmuştur. Hepsi de onların hallerine göre doğrudur.

96) Ebû Muhammed b. İmam Ahmed el-Bağdadî
97) Sernerkant'ta H. 340'dan sonra vefat etmiştir..
98) Cafer b.Muhammed el-Bağdadî.Cüneyd'in talebesidir.H.348'de Bağdad'da vefat etmiştir.
99) Benî Mahzum kabilesinden olan bu zat Mencebe'ye sınır muhafızı olarak gelmiştir. Buhârî hadîsini rivayet etmiştir. Kardeşi Abdurrahman b. Muttalib el-Medenî'dir.

*19.Cenazeler, Mezarlar ve Mezarları Ziyaret Hususunda Ariflerin Sözleri

Cenaze tahtası (teneşir) basiretli kimse için ibrettir. Gaflet ehli dışındakilere onda hatırlama ve ikaz vardır. Çünkü cenazelerin görünmesi, gafil kimselerin kalbini katılaştırır. Çünkü onlar daima başkasının cenazesine bakacaklarını zannederler. Kendilerinin teneşir üzerine taşınacaklarını sanmıyorlar veya sansalar bile yakında olacağını takdir etmezler. Düşünmezler ki teneşirde bulunanlar da böylece sanıyorlardı. Bu bakımdan on-ların ümitleri boşa çıktı, zamanları bitti. Öyleyse bir kul teneşire baktığında kendini teneşir üzerinde düşünmelidir. Çünkü yakında onun üzerine konacağı muhakkaktır. Öyle ki sanki onun üzerine konmuştur. Belki yarın veya yarından sonra!
Ebû Hüreyre'nin bir cenaze gördüğünde şöyle dediği rivayet ediliyor: 'Götürünüz! Biz de arkasındayız'.

Mekhul ed-Dimeşkî, bir cenaze gördüğünde 'Götürünüz! Biz de akşam gideceğiz! (Şu manzara) beliğ bir mev'izedir. Süratle geçen bir gaflettir. İlki gider, diğerlerinin ise aklı yok derdi.

Useyd b. Hudayr der ki: 'Hangi cenazede hazır bulunmuş isem, nefsim bana o cenaze hakkında o cenazenin varacağı yerden başka birşey fısıldamamıştır.

Mâlik b. Dinar'ın kardeşi öldüğünde Mâlik onun cenazesine, ağlayarak katıldı ve şöyle dedi: Yemin olsun! Senin nereye gittiğini bilmedikçe gözyaşlarım dinmeyecektir ve hayatta oldukça da bunu bilme imkânım yoktur.

A'meş şöyle demiştir: 'Biz cenazelere katılıyorduk. Orada bulunan insanların hepsinin mahzun olmasından dolayı kime taziye vereceğimizi bilmiyorduk'.

Sabit el-Benânî şöyle demiştir: 'Biz cenazelere gidiyorduk. Yüzünü kapatmış, ağlayan kimselerden başkasını görmüyorduk'.

İşte selefin ölümden korkusu böyleydi. Şimdi ise cenazede hazır bulunan cemaate baktığımızda çoğunun gülüp oynaştığını ve ancak cenazesinin terekesi ve varislerine bıraktığı şeyler hakkında konuştuklarını görürüz. Onun emsalleri, akrabaları onu bırakmış . olduğu terekeden nasıl istifade edeceklerini düşünürler. Allah'ın dilediği hariç, cenazede hazır bulunanlardan hiçbiri kendi cenazesi hakkında düşünmediği gibi, teneşirdeki halini de düşünmüyor. Bu gafletin sebebi, günahların çokluğundan ötürü kalplerin katılaşmasından başka ne olabilir? Öyle ki Allah'ı, son günü ve önümüzdeki dehşetleri unutmuş bulunuyoruz. Bu bakımdan bizi ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olur, gaflete dalar, oynaşır dururuz. Allah Teâlâ'dan, bu gafletten uyanmayı talep ediyoruz. Çünkü cenazelerde hazır bulunanların hallerinin en güzeli ölü için ağlamalarıdır. Oysa eğer akılları olsaydı ölü için değil kendi nefisleri için ağlarlardı.

İbrahim ez-Zeyyad, ölü için rahmet isteyen bir cemaate baktı ve şöyle dedi: 'Eğer bunlar nefisleri için rahmet ve şefkatte bulun-saydılar kendileri için daha hayırlı olurdu. Muhakkak ki ölü üç dehşetten kurtulmuştur: a) Ölüm meleğinin yüzüne bakma dehşetinden, b) Ölümün acılığından, c) Sonucun korkusundan'.

Ebû Amr b. Ûlâ der ki: Cerir, kâtibine bir şiir dikte ettirirken onun yanında oturdum. O esnada bir cenaze göründü. Cerir şiiri bırakıp şöyle dedi: 'Allah'a yemin ederim! Şu cenazeler beni ihtiyarlattı!

Sonra şu şiiri okudu: 'Geldiklerinde cenazeler bizi korkuturlar! Arkalarını çevirip gittiklerinde biz boş şeylere dalarız. Tıpkı kur-dun hücumundan ötürü koyun sürüsünün korkusu gibi! Ne zaman kurt kaybolursa, sürü eski durumuna döner!'

Cenazelerde hazır bulunmanın edeplerinden bazıları şunlardır: Tefekkür, uyanma, hazırlık ve daha önce fıkıh bahsinde sünnet ve edeblerini zikrettiğimiz gibi tevazu ile cenazenin önünde yürümektir.

Âdaplardan biri de cenaze hakkında fâsık da olsa hüsn-ü zanda, zahirinde salâh görünse bile nefsi hakkında su-i zanda bulunmaktır. Çünkü sonuç tehlikelidir. Hakîkati bilinmez.

Ömer b. Zer'den101 şöyle rivayet ediliyor: Komşularından biri öldü. Ölen zat gayet israfçı bir kimseydi. Halkın çoğu onun cenaze-sinden kaçtı. Ömer cenazeye katıldı ve namazını kıldı. Kabre indirilmek istendiğinde Ömer, kabrin başında durup şöyle dedi: 'Ey filan! Allah sana rahmet etsin! Sen hayatını tevhid ile geçirdin. Yüzünü secde ile sararttın. Senin için 'Günahkâr ve hata sahibidir! deseler bile ne çıkar. Acaba bizden günahkâr olmayan ve hata sahibi bulunmayan kim vardır?'

Hikâye ediliyor ki fesada dalan kişilerden biri, Basra'nın bir mahallesinde öldü. Hanımı kocasının cenazesine yardım edecek bir kimseyi bulamadı; zirâ çok fâsık olduğundan ötürü komşularından hiçbiri o cenazeden haberdar olmadı. Bunun üzerine hanımı iki hamal kiraladı. Cenazesini öylece musallaya götürdü. Hiç kimse cenaze namazını kılmadı. Bunun üzerine hanım, cenazesini defnetmek için cenazeyi çöle (mezarlığa) götürdü. Götürdüğü yere yakın bir dağda büyük zâhidlerden biri bulunuyordu. Hanım, zahidi cenazeyi bekliyormuş gibi gördü. Sonra zâhid, onun cenaze namazını kılmak istedi. Bunun üzerine memlekete 'Zahidin, ibadethanesinden falan adamın namazını kılmak için çıktığa haberi yayıldı. Böylece halk cenazeye doğru çıkıp geldiler. Zâhidle beraber namazını kıldılar. Halk, zahidin bu kimsenin namazını kılmasına hayret etti. Bunun üzerine zâhid dedi ki: Rüya âleminde bana falan yere git! Orada bir cenaze göreceksin. Onun beraberinde bir kadından başkası yoktur. Onun namazını kıl. Çünkü o affolunmuştur' denildi. Bu söz üzerine halkın hayreti daha da arttı. Zâhid, ölenin hanımını çağırdı ve kocasının halini sordu. Yaşantısının nasıl olduğunu inceledi. Hanımı dedi ki:
- Bilindiği gibi, bütün gün meyhanede içmekle meşguldü.
- Düşün! Güzel amellerinden birini hatırlamıyor musun?
- Evet! Üç şeyi hatırlıyorum: O sarhoşluktan, sabahleyin ayıldığımda elbisesini değiştirir, abdest alır, sabah namazını cemaatla kılar, sonra meyhaneye döner ve fışkıyla meşgul olurdu.
İkincisi, o evinde daima bir veya iki yetim beslerdi. Onun yetimlere olan iyiliği, öz evlatlarına olan iyiliğinden daha fazlaydı. O, yetimlerin durumunu çokça araştırırdı. Üçüncüsü, o,gece karanlığında, sarhoşluğundan ayıldığı zaman ağlar ve şöyle derdi:
'Yârab! Cehennem çukurlardan hangisini bu habis ile (kendini kastediyor) doldurmak istiyorsun?'Böylece zâhid gitti ve o kişinin durumundaki karışıklık da vuzuha kavuştu.

Sıla b. Eşyem'den şöyle rivayet ediliyor: Kardeşi defnedildiğinde kardeşinin kabri başında durup şu şiiri okudu:
Eğer kabrin azabından kurtulursan büyük bir felâketten kurtulmuşsun demektir.
Aksi takdirde senin kurtulacağını sanmıyorum.

101) Tam adı, Ebû Zer Ömer b. Zer b. Abdullah b. Zurare'dir. Hemedanlıdır. Kûfe'de ikamet ederdi.. H. 153'de vefat etmiştir. Şâyan-ı itimad bir zattı.

*20.Mezarın Hali ve Selefin Mezar Başlarındaki Sözleri

Dahhak der ki: Biri Hz. Peygamber'e 'İnsanların en zahidi kimdir?' diye sordu. Hz. Peygamber şöyle dedi:
Kabir ve kabirdeki çürümeyi unutmayan, dünya süsünün fazlalığını terkeden, baki kalanı fâni olana tercih eden, yarını günlerinden saymayan, nefsini kabir ehlinden sayan...102

Hz. Ali'ye 'Neden mezarlığa komşu oldun?' denince, cevap olarak şöyle demiştir: 'Onları komşuların en hayırlısı olarak gördüğümden! Onları doğru komşu olarak görüyorum. Benim hakkımda dillerini tutar ve bana âhireti hatırlatırlar'.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Hiçbir manzara görmedim ki kabir ondan daha korkunç olmasın!103

Hz. Ömer (r.a) şöyle diyor: Hz. Peygamber ile beraber kabris tana gittik. Bir kabrin yanında oturdu. Herkesten ona daha yakın bulunuyordum. Hz. Peygamber ağladı, ben de cemaat de ağladık! Sonra Hz. Peygamber şöyle dedi:
- Siz neden ağlıyorsunuz?
- Sen ağladığın için ağlıyoruz!
- Şu kabir, annem Amine'nin kabridir. Rabbimden onu ziyaret etmek hususunda izin istedim. Rabbim bana izin verdi. Bunun üzerine ona af dilemek için izin istedim. Bu hususta bana izin vermedi. Anneme olan şefkatimden ötürü ağlıyorum.

Osman b. Affan (r.a) bir kabrin yanına geldiğinde sakalı ıslanacak derecede ağlardı. Ona 'Cennet ve cehennemden bahsedilince ağlamıyorsun. Fakat kabrin yanma gelince ağlıyorsun. Bunun sebebi nedir' diye sorulunca cevap olarak dedi ki:

Hz. Peygamberin (s.a) şöyle dediğini duydum:
Muhakkak ki kabir, ahiret konaklarının ilkidir. Eğer kabir sahibi ondan kurtulursa, ondan sonra gelen konaklar ondan daha kolaydır. Eğer ondan kurtulamazsa ondan sonra gelenler, ondan daha şiddetlidirler.104

Amr b. el-As kabristana baktı. Atından inip iki rek'at namaz kıldı. Bunun üzerine kendisine 'Gördüğümüz hareket, senin yapmadığın bir hareketti. Neden yaptın?' diye sorulduğunda, cevap olarak dedi ki: 'Kabristan ehlini ve onlarla Allah'ın arasıa giren engeli hatırladım. Bunun üzerine istedim ki bu iki rek'at namaz ile Allah'a yaklaşmış olayım!'

Mücâhid şöyle demiştir: "Ademoğluyla ilk konuşan mezarıdır. Mezarı 'Ben böceklerin eviyim! Tenhalık eviyim, gurbet yurduyum, zulmet eviyim, işte senin için hazırladığım bunlardır. Acaba sen bana ne hazırladın?'diye haykırır".

Ebû Zer şöyle demiştir: 'Size fakirliğimin gününü haber vereyim mi? O, kabrime konulduğum gündür!'

Ebû Derda (r.a) kabirlerde otururdu. Bu hususta sorulunca şu cevabı verdi: 'Bana âhireti hatırlatan, kalkıp gittiğimde gıybetimi yapmayan bir kavmin yanında oturuyorum'.

Cafer b. Muhammed, geceleyin kabristana gelip şöyle derdi: 'Ey kabir ehli! Neden sizi çağırdığımda cevap vermiyorsunuz?'
Sonra şöyle derdi: 'Yemin olsun! Onlar ile bana verilen cevap arasında perde vardır. Sanki ben onlar gibi olacağımı (müşahede ediyorum)'. Bu sözleri söyledikten sonra fecir doğuncaya kadar namaza devam ederdi.

Ömer b. Abdülazîz, arkadaşlarından birine şöyle dedi: 'Ey falan! Bu gece uykum kaçtı. Kabir ve kabirde yatanları düşündüm. Eğer üç gün sonra ölüyü kabrinde görürsen ondan ürkersin. Oysa uzun zaman beraber olduğun bir kimsedir. Muhakkak ki içinde böceklerin kol gezdiği, irinlerin aktığı, kokusunun bozulmasıyla beraber kurtların deldiği güzel suretten sonra çürük kefenler, temizlik ve güzel kokudan sonra pis kokan bir ev göreceksin!'
Ömer bu sözlerden sonra bir çığlık koparıp baygın olarak yere serildi.

Yezid er-Rakkaşî derdi ki: 'Ey çukurunda defnedilen! Kabrinde tek başına bırakılan! Yerin karnında amellerine ünsiyet veren! Amellerinin hangisiyle ferahladığını, hangi arkadaşınla gıpta ettiğini keşke bilseydim'.
Bunları söyledikten ve sarığı ıslanıncaya kadar ağladıktan sonra şöyle derdi: 'Yemin olsun! Salih amelleriyle müjdelendi! Yemin olsun, Allah'ın taatinde yardımcı olan arkadaşlarına gıpta etti!'
O kabirlere baktığında öküzün böğürdüğü gibi böğürürdü.

Hâtem-i Esem dedi ki: 'Kim kabristandan geçip nefsi için düşünmez ve onlar için dua etmezse, hem kendi nefsine, hem de onlara ihanet etmiştir'.

Bekir el-Âbid şöyle derdi: 'Vay anam! Keşke sen beni doğurmasaydın! Muhakkak ki oğlun kabirde uzun bir müddet hapis ve o uzun hapisten sonra oradan göç edecektir'.

Yahya b. Muaz er-Râzî derdi ki: 'Ey Ademoğlu! Rabbin seni selâm yurduna çağırdı. Bu bakımdan selâm yurduna nereden gideceğine dikkat et! Eğer dünyadan ona icabet eder, ona göç etmekle meşgul olursan, ona dahil olursun. Eğer kabrinden ona icabet edersen, ona girmekten menolursun'.

Hasan b. Sâlih, kabristanı gördüğünde şöyle derdi: 'Görünen tarafları ne kadar da güzel! Felâket ancak içlerindedir'.

Atâ es-Sülemî geceleyin kabristana çıkıp şöyle derdi: 'Ey kabir ehli! Öldünüz! Vay onun ölümüne! (Kendi nefsini kastediyor). Amellerinizi gördünüz. Vay onun ameline!'
Bunları söyledikten sonra şöyle derdi: 'Yarın Atâ kabirdedir'. O her zaman böyle yapardı.

Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Kim kabri çokça düşünürse, onu cennet bahçelerinden bir bahçe olarak görür. Kabri anmaktan gafil olan ise, onu ateş çukurlarından bir çukur olarak görür'.

Rebî b. Hayseme evinin içinde bir kabir açmıştı. Kalbinde katılık gördüğünde o kabre girer, uzanırdı ve Allah'ın dilediği kadar durur, sonra şu ayeti okurdu:

Rabbim! Beni dünyaya geri çevir ki terkettiğimi yerine getirip sâlih bir amelde bulunayım.(Mü'minûn/99-100)
Bu ayeti tekrarladıktan sonra kendi kendine şöyle derdi: 'Ey Rebî! Seni geri çevirdim. Amel et!'

Ahmed b. Harb derdi ki: Yatağını yumuşak yapan, uyumak için yatağını düzelten bir kimseye yer hayret ederek şöyle der: 'Ey Adem'in oğlu! Neden çürümenin uzunluğunu hatırlamıyorsun? Oysa seninle aramda o zaman hiçbir perde de kalmayacaktır'.

Meymûn b. Mehran şöyle anlatıyor: Ömer b. Abdülazîz'le beraber kabristana vardım. Kabirlere baktığında ağladı. Sonra bana dönerek şöyle dedi: 'Ey Meymûn! Şunlar Benî Ümeyye soyundan gelen ecdadımın kabirleridir. Sanki bu kabir sahipleri dünya ehline lezzet ve yaşayışlarında ortaklık yapmamışlardır. Onların ölümünden, başlarına gelenlerden ibret almaz mısın? Baksana on-lar çürümeye başlamış, haşeratlar onların bedenlerinde çadır kurmuşlardır'. Sonra ağlayıp şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki Allah'ın azabından emin olduğu halde şu kabirlere varan bir kimseden daha saadetli bir kimse tanımıyorum!'

Sabit el-Bonanî şöyle diyor: Kabristana gittim, dönerken birisi-nin şöyle dediğini duydum: 'Ey Sabit! Kabristan ehlinin sükûtu seni aldatmasın! Burada nice üzüntülü nefisler vardır!'

Rivayet ediliyor ki Hz. Hüseyin'in kızı Fâtıma, kocası Hasanın oğlu Hasan Müsennân'ın cenazesine bakıp yüzünü elleriyle kapatarak şu şiiri okudu:
Onlar ümit idiler, Sonra musibet sebebi oldular. Muhakkak ki o musibetler büyüdüler, büyüdüler. Fâtıma kocasının kabri üzerine" çadır kurup bir sene kabrin başında bekledi. Senesi geçtikten sonra çadırını kaldırdılar ve Medine'ye girdi. Cennet'ul-Baki kabristanından gelen şöyle bir ses duydular: 'Acaba kaybettiklerini buldular mı?' Kabristanın diğer tarafından şu cevap verildi: 'Aksine ümitsiz olup geri gittiler!'

Ebû Musa et-Temimî şöyle diyor: Şair Ferazdak'ın hanımı vefat etti. Cenazesine Basra'nın ileri gelenleri katıldı. Hasan Basrî de aralarında bulunuyordu. Hasan Basrî, Ferazdak'a dedi ki: 'Ey Ebû Feras! Bugün için ne hazırladın? Bunun üzerine Ferazdak şu cevabı verdi; 'Altmış seneden beri Lâ ilâhe illâllah şehadetini hazırlıyorum'.

Ferazdak'm hanımı defnedildiğinde Ferazdak kabrin başında durarak şu şiiri okudu:
Kıyamet gününde bana şiddetli bir öncü ve Ferazdak'ı süren bir sürücü geldiğinde, eğer bana affını ihsan etmezsen kabrin ötesinde, kabirdeki azabın daha şiddetlisinden korkarım! Âdemoğullarmdan ateşe, boynu bukağılarla bağlı ve gözü dönmüş olarak giden bir kimse mahrum olmuştur.
Kabir ehli hakkında da şu şiiri okumuştur:
Kabirlerde dur! Onların sahalarında durup da sor! Sizlerden kimdir kabirlerin karanlıklarına dalan?
Onların derinliklerinde ikram görüp onların korkusundan emniyetin serinliğini tatmış olan!
Göz sahipleri için görünen sükûna gelince, o birdir. Onun derecelerinde fazilet olmaz.
Eğer sana cevap verseydiler. Şimdilik hallerinin hakikatlarını vasıflandıran sözlerle cevap verirlerdi.
İtaat edene gelince, o kabirlerin rahatından dilediğine varacak bir bahçeye inmiştir.
Saldırgan mücrim ise, içinde yılan ve kendisine doğru yürüyen akreplerle dolu bir çukura yuvarlanıp sığınır. Bu bakımdan onun ruhu onların şiddetli ısırmalarından azap içindedir.

Dâvûd et-Tâî, bir kabrin başında ağlayan bir hanımın yanından geçerken hanımın şöyle dediğini işitti:
Seni kabre koyup örttükleri zaman hayatı kaybedip ona bir daha varamadım.
Seni sağ kolun üzerine kabre serdikleri halde ben nasıl uykunun zevkini tadarım.
Sonra kadın şöyle dedi: 'Ey oğul! Keşke bilseydim! Böcekler senin hangi yanağından başladılar!' Bu sözü duyan Davud, bir çığlık kopararak bayılıp yere düştü.

Mâlik b. Dinar der ki: Kabristanın yanından geçerek şu şiiri okudum:
Kabirlere geldim! Onları çağırdım. Büyük ile küçük nerede? Saltanatına aldanan, böbürlendiğinde tezkiye edilen nerede?
Bana kabristanın arasından sesini işittiğim ve şahsını görmediğim biri şu şiirle cevap verdi.
Hepsi yok oldular! Haber verecek yoktur. Hepsi öldüler, haber de öldü!
Toprağın kızları (haşerât) sabah akşam o suretlerin güzelliklerini bozarlar.
Ey geçmiş kimselerin halini benden soran!

Acaba gördüğünde senin için ibret dersi yok mudur? Bunun üzerine ağlayarak geri döndüm!

Mezar Taşları Üzerinde Yazılı Beyitler

Bir kabrin kaşına şu beytin yazılı olduğu görüldü:
Sustuğu ve sakinleri toprak altında sessiz oldukları halde, mezarlıklar seni çağırıyorlar!
Ey hedefinin gayrisi için dünyayı derleyen! Öleceğin halde dünyayı kime topluyorsun?

Başka bir kabir taşında da şu şiirin yazılı, olduğu görüldü:
Ey Ebû Ganim! Mezarına gelince, o geniştir! Kabrin etrafı mamur ve muhkemdir.
Bedeni kabirde çürüdüğü zaman kabrin mamur olması kabirde yatana fayda vermez!

İbn Senmak der ki: Kabristandan geçerken bir kabrin üzerinde şu şiiri gördüm:
Akrabalarım kabrimin yanlarından geçip gidiyorlar! Sanki akrabalarım beni hiç tanımıyorlar.
Mirasçılar malımı paylaştılar. Borçlarımı unutmayı ihmal etmediler. Paylarını alıp yaşadılar. Hayret! Beni ne çabuk da unuttular!

Bir kabrin üzerinde şu şiir yazılıydı:
Dost dostlarından kaçırılır! Ne bir kapıcı, ne de herhangi bir nöbetçi, ölümün önüne geçer.
Ey lâfız ve nefes sermayesinden sayılan kişi! Dünya ve lezzetleriyle nasıl sevinirsin?
Ey gafil! Eksikliğe dalmış olduğun halde sabahladın. Oysa hayat boyunca sen lezzetlere dalgınsın.
Cahile ölüm, cehaletinden ötürü merhamet etmez! Kendisinden ilim iktibas edilen kimseye de merhamet etmez.
Ölüm, yanında durduğun kabirde dilsiz olmayan nice dilleri cevap vermekten âciz kılmıştır.
Senin köşkün mâmurdur, şerefesi vardır. Bugün ise, kabirler arasında kabrin yıkıktır.

Başka bir kabrin üzerinde şu şiir yazılı idi:
Kabirleri yarış atları gibi saf saf dizili olan dostların yanında durdum!
Ağlayıp gözyaşı döktüğümde gözlerim onların aralarında yerimi gördü!

Bir doktorun kabrinde şu şiir yazılı idi:
Bana Lokman mezarına vardı diyene dedim ki:
Onun doktorluğundan, muayenesiyle beraber, ilaç yapmadaki ustalığı hakkında söylenen nerede kaldı? Nefsinden ölümü uzaklaştıramayan, başkasından nasıl uzaklaştırabilir?

Başka bir kabir üzerinde şu şiir yazılıydı: Ey insanlar! Benim bir emelim vardı. Ecel ona varmaktan beni alıkoydu.

Bu bakımdan kendisine hayattayken çalışma imkânı bahşedilmiş kişi rabbinden korksun!
Gördüğün yere yalnız ben nakledilmiş değilim. Herkes onun gibisine naklolunacaktır!
İşte bu şiirler, sakinleri ölümden önce ibret almak hususunda kusurlu olduklarından dolayı kabirleri üzerine yazılmış şiirlerdir. Basiretli o kimsedir ki başkasının kabrine bakar, yerini onların arasında görür. Onlara yetişmek için hazırlanır ve onlara yetişmeden onların yerlerinden kıpırdamayacaklarını bilir. Kesinlikle bilmelidir ki eğer hayatının günlerinden zayi ettiği bir gün, o ölülere verilse bu onlar için dünya ve dünyadaki bütün şeylerden daha sevimli gelir.

Çünkü onlar amellerin kıymetini bildiler. Onlara işlerin hakikati keşfolundu. Onların üzüntüsü hayatın bir günü içindir ki o günde kusurlu olanlar kusurunu telafi edip azaptan kurtulsun, muvaffak olan bir kimse de o günde derecesini daha da artırsın, sevabı katmerli olsun! Onlar ancak ömrün kıymetini, kesildiğinden sonra anladılar. Onların üzüntüsü hayatın bir ânı içindir. Oysa sen o ânı değerlendirmeye muktedirsin. Sonra buna rağmen o ânı zayi edip boşa geçirirsin. Öyle ise şimdiden iş elinden çıktığı sırada o ânı zayi ettiğinden dolayı çekeceğin hasrete nefsini hazırla; zira sen o andan nasibini almadın.

Salihlerden biri şöyle anlatıyor: Allah yolunda kardeşim olan birini rüya âleminde gördüm ve ona: 'Ey falan! Âlemlerin rabbine hamd olsun! Yaşadın' dedim. O dedi ki: 'Eğer âlemlerin rabbine hamdolsun' demeye gücüm yetmiş olsaydı bu benim için dünya ve dünyadaki şeylerin hepsinden daha sevimli olurdu'.

Sonra da şunu ilave etti: 'Görmedin mi, beni defnettikleri yerde falan adam kalkıp iki rek'at namaz kıldı. Eğer o iki rek'at namazı kılmaya gücüm yetseydi o benim için dünya ve dünyadakilerden daha sevimli olurdu'.

102) Beyhâkî, Şuah'ul-İman, (Dahhak'dan)
103) Hz. Osman'dan
104) İbn Ebî Dünya, Kitab'ul~Kubûr. Ehl-i Sünnefe göre, peygamberlerin anne ve babaları her çeşit küfür ve nifaktan uzaktır.

*21.Çocukları Vefat Ettiğinde Selefin Sözleri

Çocuğu veya yakın akrabalarından biri ölen kimseye gereken şudur; o ölenin vatanları olan memlekete kendisinden önce vardığını düşünmelidir. Böylece kişinin üzüntüsü büyümez. Çünkü yakında ona iltihak edeceğini bilir. İkisinin arasında sadece bir gecikme vardır.

İşte ölüm de böyledir. Onun mânâsı vatana daha önce varmaktır. Geriden gelen kendisine daha sonra iltihak eder. Kişi böyle inandığında üzüntüsü azalır. Hele evladın ölümüne sabreden hakkında öyle sevaplar vârid olmuştur ki her musibetzede onunla teselli bulur.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Eğer düşük (zayi olmuş) bir evladı ahirete gönderirsem arkamda her biri Allah yolunda savaşan yüz süvari bırakmaktan daha sevimli gelir bana!105

Hz. Peygamber, burada Düşük mânâsına gelen Saki kelimesini, en az ile en yükseğe dikkati çekmek için kullanmıştır. Aksi takdirde sevap, ölen evladın kalpteki kıymetine göredir.
Zeyd b. Eslem der ki: Davud'un (a.s) bir oğlu vefat edince çok üzüldü. Ona 'Ölen çocuğunun dengi senin nezdinde nedir?5 deni-lince, cevap olarak dedi ki: Yeryüzü dolusu altındır'. Kendisine denildi ki: İşte âhirette senin için bunun benzeri sevap vardır'.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Müslümanlardan birinin üç evladı öldüğünde, onları Allah nezdinde zahire olarak sayarsa, onlar onun için ateşten koruyucu kalkanlar olur.

Hz. Peygamberin bu hadîsini işiten bir kadın Hz. Peygamber'e İki evlat da böyle midir?' diye sordu. Hz. Peygamber Veya iki' diye ilave etti.106

Baba çocuğuna ölüm anında dua etmelidir. Çünkü babanın en ümitli ve icabete en yakın duası bu duadır.

Muhammed b. Süleyman çocuğunun mezarı başında durup şöyle dedi: 'Yârab! Senin (rahmetini) onun için ümit ettiğim ve onun hakkında senden korktuğum halde sabahladım. Bu bakımdan onun hakkındaki ümidimi gerçekleştir. Korkumu bertaraf et!'

Ebû Sinan, oğlunun mezarı başında durup şöyle dua etti: Tarab! Benim ondaki hakkımı ben affettim. Senin ondaki hakkını da sen affet. Çünkü sen daha cömert, daha kerem sahibisin!'
Bir bedevî oğlunun mezarı başında durdu ve şöyle dua etti: 'Yârab! Bana karşı yapılması gereken vazifesinde yapmış olduğu kusurunu ben hibe ettim. Senin hakkında yapmış olduğu kusuru da sen hibe et!'

Zer b. Ömer b. Zer öldüğünde, babası Ömer b. Zer, onu kabre koyduktan sonra şöyle dedi: 'Ey Zer! Senin için üzülmemiz senin hakkında üzülmekten bizi meşgul etti. Keşke ne dediğini ve sana ne sorulduğunu bilseydim!' Sonra şu duayı yaptı: 'Yârab! Şu oğlum Zer'dir. İstediğin zamana kadar beni bununla lezzetlendirdin. Ecelini, rızkını tam verdin ve ona zulmetmedin. Yârab! Onu sana ve bana itaat etmeye mecbur etmiştin. Yârab! Ondan ötürü musibetim hakkında bana va'd ettiğin ecri ona hibe ettim. Sen de onun azabını bana hibe et ve onu cezalandırma!

Böylece orada hazır bulunanları ağlattı. Sonra gideceği zaman şöyle dedi: 'Ey Zer! Senden sonra bizim için bir ihtiyaç yok! Allah ile beraber hiçbir insana ihtiyacımız yok! Muhakkak ki biz gittik ve seni terkettik. Kabrin başında dursak da sana fayda veremeyiz!'
Bir kişi Basra'da bir kadına bakarak 'Böyle bir güzellik görmedim. Bu da az üzüldüğünden ileri geliyor!' dedi. Bunun üzerine kadın 'Ey Allah'ın kulu! Ben öyle bir üzüntü içindeyim ki o üzüntüde hiç kimse bana ortak değildir!' dedi. Kişi 'Nasıl?' dedi. Kadın

"Kocam kurban bayramında bir koyun kesti. Benim güzel minicik iki yavrum vardı. Büyüğü küçüğüne 'Babamın koyun kesişini sana göstereyim mi? dedi. Küçüğü 'Evet! Göster!' deyince büyük onu tutup kesti. Bizim ancak, çocuk kanlar içerisinde tepinerek bağırdığında haberimiz oldu. Bağırması yükselince büyük oğlan kaçtı ve bir dağa sığındı. Onu kurt kapıp yedi. Babası onu aramaya çıktı. O da susuzluktan çölde öldü. İşte (gördüğün gibi) beni yalnız bıraktı!" dedi.

Bu musibetlerin benzerlerini çocukların ölümü anında hatırlamak uygundur ki bununla üzüntünün şiddetinden kurtulmuş olsun. Hiçbir musibet yoktur ki ondan daha büyüğü tasavvvur edilmesin. Allah Teâlâ'nın defettiği, defetmediğinden daha fazladır.

105) Ebû Ubeyde, Garib', Beyhâkî , Şuab'ul-İman
106) Müslim, İbn Hibban

*22.Kabir Ziyareti, Ölüye Dua ve Bununla İlgili Hükümler

Umumi olarak kabirlerin ziyareti, ölümü hatırlamak ve ibret almak için müstehabdır. Salihlerin kabirlerini ziyaret etmek ise ibret almakla beraber teberrük için müstehabdır.
Hz. Peygamber (s.a) önce kabirleri ziyaret etmeyi yasakladı, sonra izin verdi.107

Hz. Ali, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Sizi kabirleri ziyaret etmekten menetmiştim. Artık kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabirler size âhireti hatırlatırlar. Fakat fahiş (çirkin) konuşmayın!108

Hz. Peygamber (s.a) beraberinde bin silahlı asker olduğu halde annesinin kabrini ziyaret etti. O günden daha fazla ağladığı görülmedi. Annesinin kabrini ziyaret ettiği gün şöyle dedi: 'Bana ziyaret hususunda izin verildi. Fakat mağfiret dilemek için izin verilmedi'.109 Bunu daha önce zikretmiştik.

İbn Ebi Muleyke dedi ki: Hz. Âişe bir gün kabristandan gelirken kendisine şöyle dedim:
- Ey mü'minlerin annesi! Nereden geliyorsun?
- Kardeşim Abdurrahman'm mezarını ziyaret etmekten geliyorum.
- Hz. Peygamber kabir ziyaretini yasaklamadı mı?
- Evet! Yasakladı, fakat sonra ziyaret etmeye izin verdi.110

Bu hâdiseyi delil ittihaz etmek ve dolayısıyla kadınlara kabristana gitme iznini vermek uygun değildir. Çünkü kadınlar kabir başında genellikle çirkin konuşurlar. Bu bakımdan kadınların ziyaretinden gelen hayır, aynı ziyaretten gelen şerri karşılamaz. Üstelik kadınlar yolda açılmaktan ve ziynetlerini erkeklere göstermekten de kurtulamazlar. Bunlar ise, büyük günahlardır. Kabirleri ziyaret etmek sünnettir. Sünnet için bu günahlara nasıl razı olunabilir? Evet! Eskimiş ve erkeklerin gözlerini kadınlardan uzaklaştıran elbiseler içerisinde kadınların kabir ziyaretine gitmesinde sakınca yoktur. Fakat bu da sadece ölülere dua etmek ve kabir başında konuşmayı bırakmak şartıyla zararsızdır.

Ebû Zer Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kabirleri ziyaret edin! Onlarla âhireti hatırlayın! Ölüleri yıkayın! Zira ruhtan boş olan bir cesedi yıkamak beliğ bir mevizedir. Cenazeler üzerine namaz kılın! Umulur ki bu namaz seni mahzun eder. Muhakkak ki üzülen Allah'ın gölgesindedir.111

İbn Ebi Muleyke Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Ölülerinizi ziyaret ediniz. Onlara selâm veriniz. Muhakkak ki sizin için onlarda ibret vardır.112

Nafî'den şöyle rivayet ediliyor: "İbn Ömer (r.a) bir kimsenin kabrinin yanından geçerken durur, ona selâm verirdi.

Cafer b. Muhammed'den o da babasından şöyle rivayet ediyor: Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fâtıma (r.a) amcası Hz. Hamza'nın mezarını bazı günler ziyaret eder, kabrin yanında namaz kılar ve kabrin yanıbaşında ağlardı.113

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kim anne ve babasının veya onlardan birinin kabrini her cuma günü ziyaret ederse onun günahı bağışlanır ve o iyi evlat olarak yazılır.114

İbn Şirin Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kişinin anne ve babası, kişi onlara karşı asi olduğu halde ölürlerse, o da onların ölümünden sonra onlar için Allah'a yalvarırsa, Allah onu anne ve babaya itaat eden kullarından yazar,115

Kim benim kabrimi ziyaret ederse şefaatim ona vâcib olur.116

im Allah rızasını kasdederek beni Medine'de hayatımda veya ölümümde ziyaret ederse, onun için kıyamet gününde hem şefaatçı, hem de şahid olurum.m

Ka'b'ul-Ahbâr der ki: 'Her gün fecir doğduğunda 70.000 melek yeryüzüne iner ye Hz. Peygamberin kabr-i şerifini çepeçevre sararlar. Kanatlarını çırparak Hz. Peygamberin üzerine salât ve selâm okurlar. Akşama kadar bu durum devam eder. Akşam üzeri onlar yükselip giderler. Onlar gibi, başka bir grup iner. Onlarıp yaptığı gibi yaparlar ki yer yarılıp Hz. Peygamber 70.000 melekle beraber mahşere doğru onların tazim ve tebcilleriyle gidinceye kadar durum bu minval üzere devam eder'

Kabir ziyareti hakkında müstehab olan, ziyaretçi yüzünü ölünün yüzüne, sırtını kıbleye çevirip ölüye selâm vermesi, kabre dokunmaması ve öpmemesidir; zira kabri sıvazlamak ve öpmek hristiyanların âdetindendir. (Kabirler üzerinde secde etmek veya kabre karşı secde etmek çirkin bir bid'attır. Sübkî'nin dediği gibi: 'Cahil böyle yapar'

Nafi der ki: "İbn Ömer'i yüz defa veya daha fazla gördüm. Kabre geliyor 'Selâm peygamberin üzerine olsun! Selâm Ebubekir'in üzerine olsun. Selâm babamın üzerine olsun!' dediken sonra gidiyordu5'.

Ebû Umâme'den şöyle rivayet ediliyor: 'Enes b. Malik Hz. Peygamberin kabrine geldi. Orada durup iki elini namaz tekbiri alıyor zannına kapılacak derecede kaldırdı. Hz. Peygambere selâm verdi. Sonra dönüp gitti.

Hz. Âişe, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Bir kişi müslüman kardeşinin kabrini ziyaret eder, kabrin yanında oturursa, kabir sahibi kabrin yanından kalkıp gidinceye kadar onunla menus olup selâmının karşılığını verir.118

Süleyman b. Suhaym119 şöyle diyor: "Hz. Peygamberi (s.a) rüyada gördüm. 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sana gelen ve selâm verenlerin selâmlarından haberdar olur musun?' dedim. 'Evet! Duyar ve sel-âmlarının karşılığını da veririm!dedi".120

Ebû Hüreyre şöyle demiştir: 'Kişi tanıdığı bir kimsenin kabrinin yanından geçerken ona selâm verirse, kabir sahibi onu tanır ve selamının karşılığını verir. Tanımadığı bir kabrin yanından geçerken selâm verirse kabir sahibi onun selâmının karşılığını verir'.

Asım el-Cahderî'nin yakınlarından bir kişi der ki: Ölümünden iki sene sonra Asım'ı rüyamda gördüm. Kendisine dedim ki:
- Sen daha önce ölmemiş miydin?
- Evet!
- Sen neredesin?
- Allah'a yemin ederim, ben cennet bahçelerinden bir bahçede arkadaşlarımdan bir kaçıyla beraber bulunuyorum. Her cuma akşamı ve sabahı Ebubekir b. Abdullah el-Müzenî'nin yanında toplanıyor ve siz dünyalıların haberini alıyoruz!
- Bedenleriniz mi,yoksa ruhlarınız mı toplanıyor?
- Bedenler nasıl toplanacak! Bedenler çürüdü! Ancak ruhlar bir araya gelir!
- Sizi ziyaret ettiğimizi bilir misiniz?
- Evet! Cuma akşamı, cuma gününün tamamı ve cumartesi günü güneş çıkıncaya kadar olan ziyaretleri biliyoruz!
- Neden diğer günlerin hepsinde bu olmuyor da sadece bu saydığınız zamanlarda oluyor?
- Cuma gününün fazilet ve azarneti için böyledir!

Muhammed b. Vâsi, Cuma günü kabir ziyareti yapardı. Bundan dolayı kendisine 'Bu ziyareti pazartesi gününe tehir etsen olmaz mı?' denildi. Cevap olarak şöyle dedi: 'Kulağıma geldiğine göre ölüler, ziyaretçilerini cuma gününde, cumadan bir gün önce ve bir gün sonra bilirler'.

Müfessir Dahhak b. Muzahim el-Hilâlî şöyle demiştir:
- Kim cumartesi günü güneş çıkmadan önce bir kabri ziyaret ederse, ölü onun ziyaretinden haberdar olur!
- Bu neden böyledir?
- Cuma gününün fazileti için!

Bişr b. Mansûr şöyle diyor: Tâun (veba) zamanı olduğunda bir kişi musallaya gider, cenazeler üzerinde namaz kılardı. Akşam olduğunda kabristanın kapısında durur ve şöyle derdi: 'Allah sizin vahşetinize ünsiyet versin! Gurbetinize rahmet etsin ve günah-larınızdan vazgeçsin ve sabırlarınızı kabul etsin'.
Bu kelimelerden fazlasını söylemezdi.

Bu kişi der ki: Bir gece akşamladım. Kabristana gelmeden aile efradımın yanına vardım. Daha önce yapmış olduğum duayı yapmadım. Uyku halindeyken kalabalık bir cemaat geldi. Onlara dedim ki:
- Siz kimsiniz? Sizin ihtiyacınız nedir?
- Biz kabristan ehliyiz?
- Sizi buraya getiren nedir?
- Sen aile efradına dönüp gelirken bizi bir hediyeye alıştırmıştın?
- Neydi o hediye?
- Bizim için okuduğun o dualar!
- Ben o duaları tekrar okuyacağım!
Bu hâdiseden sonra duayı bırakmadım!

Bişar b. Galip en-Necranî şöyle diyor: Abide olan Rabiat'ul-Adeviyye'yi rüyamda gördüm. Ona çok dua ederdim. Bana dedi ki:
- Ey Bişar b. Galib! Hediyelerin bize nurdan yapılmış tabaklar üzerinde ipekli mendillerle örtülü olarak gelir.
- Bu nasıl olur?
- Diri mü'minlerin duası böyledir! Diri mü'minler, ölüler için dua ettiklerinde duaları kabul olunursa, o dua nur tabaklarına konur. İpekli mendillerle kapatılır. Sonra ölüye getirilir ve ona denilir ki: 'Bu falan adamdan sana hediyedir!

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ölü kabrinde, boğulurken yardım isteyen bir adam gibidir. Ölü, babasından veya kardeşinden veya herhangi bir dostundan gelen duayı bekler. Ona dua geldi mi, onun için dünya ve dünyanın içindeki şeylerden daha sevimli olur. Muhakkak ki ölüler için dirilerin hediyeleri dua ve istiğfardır.121

Seleften biri şöyle anlatıyor: Bir kardeşim öldü. Onu rüyada gördüm ve 'Kabrine konulduğun an halin nasıl oldu?' dedim. Dedi ki: 'Bana biri ateşten bir kıvılcımla geldi. Eğer bir duacı bana dua etmeseydi, zannedelim ki o ateşle bana vuracaktı!'
Bu nedenle defnedildikten sonra ölüye telkin ve dua etmek müstehabdır.

Said b. Abdullah el-Evdî (veya Ezdî)122 şöyle diyor: Ebû Umame el-Bahilî (r.a) can çekişirken yanına vardım. Bana hitaben şöyle dedi: Ey Said! Öldüğümde Hz. Peygamber'in bize emrettiği gibi beni techiz edin! Zira Hz. Peygamber (s.a) şöy1e buyurdu:
Sizden biriniz ölüp toprağı düzelttiğinizde, biriniz kabrin başında şöyle desin: "Ey falanca kadının oğlu falan!' Muhakkak ki ölü sesi işitir, fakat cevap veremez. Sonra ikinci defa 'Ey falan kadının oğlu falan!' desin. Bu sefer ölü kalkıp oturur. Sonra üçüncü defa 'Ey falan kadının oğlu falan!' desin. Bu defa ölü der ki: 'Rahmet olasıca! Bizi irşad et!' Fakat siz ölünün bu sözünü işitmezsiniz. O kişi ölüye şöyle desin: 'Dünyadan üzerinde bulunduğun halde çıktığın inancı hatırla! O da 'Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûiü olduğuna, senin Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, peygamber olarak Hz. Peygamber'e, imam olarak Kur'an'a razı olduğuna dair şahidliğindir'. Muhakkak ki Münker ve Nekir geri çekilip şöyle derler: 'Biz neden bu kişinin yanında oturuyoruz? Kalk gidelim! Bu kişiye hücceti telkin edildi'. O kişinin Münker ve Nekir'e karşı müdafii ve delil getiricisi Allah olur.
Bunun üzerine bir kişi 'Eğer ölünün annesinin ismi bilinmiyorsa nasıl telkin edilecekti?' diye sordu. Cevap olarak şöyle buyurdu:
Telkin edici onu Hz. Havva'ya nisbet etsin. ('Ey Havva'nın oğlun falan' desin).123

Mezarlıkta Kur'ân okumakta bir sakınca yoktur; zira Ali b. Musa el-Haddaddan şöyle rivayet ediliyor: Ahmed b. Hanbel'le beraber bir cenazede bulunuyordum. Muhammed b. Kudame elCevherî de124 beraberimizdeydi. Ölü defnedildiğinde kör bir kişi kabrin yanına gelip okudu. Bunun üzerine İmam Ahmed ona 'Ey kişi! Kabrin yanında okumak bid'attır!' dedi.
Biz kabristandan çıktığımda Muhammed b. Kudame, İmam Ahmed'e dedi ki:
- Ey Ebû Abdullah! Sen Mübeşşir b. İsmail el-Halebî125 hakkında ne dersin?
- O, güvenilir bir muhaddistir!
- Ey İmam! Sen ondan herhangi bir hadîs yazdın mı?
-Evet!
- Mübeşir b. İsmail, Abdurrahman b. Ûlâ b. Leclac'tan, o da babasından126 bana haber verdi ki babası defnedildiği zaman yanıbaşında Bakara suresinin başlangıç ve sonunun okunmasını vasiyet etti ve dedi ki: İbn Ömer'in de bunu vasiyet ettiğini işittim!'
Bunun üzerine İmam Ahmed, Muhammed'e 'O halde kabrin yanında okuyan kör kişiye git okumasını söyle' dedi. (Kurtubi,Tezkire)

Muhammed b. Ahmed el-Mervezî şöyle diyor: Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediğini duydum: 'Kabristana girdiğinizde Fatiha ile Muavvizeneteyn ve İhlâs surelerini okuyunuz. Onun sevabını ölülere hediye ediniz, o sevap onlara vasıl olur!'127

Ebû Kullabe128 şöyle anlatıyor: Şam'dan Basra'ya gittim, hendekte indim. Abdest alıp geceleyin iki rek'at namaz kıldım. Sonra başımı oradaki bir mezarın üstüne koyup uyudum. Sonra uyandığımda kabir sahibi benden şikayet ederek şöyle dedi: 'Sen bütün gece bana eziyet ettin! Biz biliriz fakat amel etmeye gücümüz yetmez! Muhakkak ki senin kılmış olduğun o iki rek'at namaz, dünyadaki şeylerden daha hayırlıdır. Allah bizden taraf dünya eh-line mükâfat versin! Onlara selâmımı söyle! Zira onların dualarının bereketi sayesinde üzerimize dağlar misali nurlar akıyor'.

Kabir ziyaretinden maksat, ziyaretçi için ibret almak, ziyaret edilen için de ziyaretçinin duasından faydalanmaktır Ziyaret edenin hem kendisine, hem de ölüye dua etmekten gafil olması uygun olmadığı gibi, ibret almaması da uygun değildir. Ziyaretçi ölüyü düşünüp ölünün parçalarının nasıl dağıldığını, ölünün kabrinde nasıl diriltileceğim ve yakında ölüye kavuşacağını düşünmek suretiyle ibret alabilir.

Nitekim Mutarrıf b. Ebubekir el-Huzel'den şöyle rivayet ediliyor: Abdülkays kabilesinde âbide ve ihtiyar bir kadın vardı. Gece olduğunda beline kuşağını bağlar, sonra mih-raba yönelirdi. Gündüz olduğunda kabristana giderdi. Kulağıma geldiğine göre o kadın, çokça kabristana geldiğinden dolayı kınandı. Buna karşılık dedi ki: 'Katı kalp, katılaşınca, onu ancak çürüyen bir ölüye bakmak yumuşatır. Ben kabristana gelince, ölü-leri kabirden dışarı çıkmış gibi görüyorum. Sanki o sararmış yüz-lere, o bozulmuş bedenlere, o yağlanmış gözkapaklarına bakıyorum!' Bu ne acaip bir bakıştır. Eğer âbidler bunu kalplerine içirmiş olsaydılar, bunun nefislere verdiği acı ne büyük olurdu?! Bedenleri telef etmesi ne şiddetli olurdu?! Hatta Ömer b. Abdülazîz'in söylediği gibi ölünün şeklini kalbinde hazır bulundurması uygundur.

Ömer b. Abdülazîz'in huzuruna bir fâkih girdi. Ömer b. Abdülaziz'in fazla ibadet etmesinden ötürü renginin uçtuğuna hayret etti. Ömer b. Abdülazîz fakîh'e dedi ki: 'Ey falan! Eğer beni üç gün sonra kabrime bırakıldığım ve iki gözbebeğimin yerinden fırlayıp yanaklarımın üzerine aktığı, dudaklarımın dişlerimden kuruyup çekildiği, ağzımdan irinin aktığı, burnumun açıldığı, karnımın şişip de göğsümün üzerine çıktığı, sırtın duburdan çıktığı, beden deliklerinden kurtların ve irinlerin aktığı halde görmüş olsaydın şimdi gördüğünden daha hayret edecek bir manzara ile karşılaşırdın'.
Ölü için senâ etmek, ölüyü iyilikle yâd etmek müstehabdır.

Nitekim Hz. Âişe, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Arkadaşınız öldüğünde onun yakasını bırakın! Onun aleyhinde konuşmayın!129

Ölülere küfretmeyin! Zira onlar daha önce Allah'ın huzuruna gönderdikleri amellerin yanına varmışlardır.130

Ölülerinizi ancak hayır ile yâd edin. Ölüleriniz cennet ehlinden iseler, günahkâr olursunuz. Eğer cehennem ehlinden iseler, onların içinde bulundukları azap kendilerine kâfidir.131

Enes b. Mâlik şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber'in yanından bir cenaze geçti. Ashâb onu kötülükle yâd ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber 'Vâcib oldu' dedi. Başka bir cenaze geçti, onu da hayır ile yâd ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Vâcib oldu!' buyurdu. Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e bunun ne demek olduğunu sorunca şu cevabı verdi: .

Şu cenazeyi hayır ile andınız, Onun için cennet vâcib oldu. Öbürünü ise kötülükle andınız. Onun için de cehennem vâ-cib oldu. Siz Allah'ın yeryüzündeki şahidlerisiniz.132
Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Kul ölür, insanlar onun hakkında övgüde bulunur. Oysa, Allah onun övgüye lâyık olmadığını bilir. Allah Teâlâ meleklerine der ki: 'Sizi şahid kılıyorum; ben kullarınım, şu kulumun hakkındaki şahidliğini kabul ettim ve kulum hakkındaki bilgimden vazgeçtim!'133

107) Müslim
108) İmam Ahmed, Ebû Yala
109) İbn Ebî Dünya
110) İbn Ebî Dünya
111) İbn Ebî Dünya
112) İbn Ebi Dünya
113) Boş yer bulunursa ve kabre karşı durmamak şartıyla kabir yanında namaz kılınır. Fakat kabristanda namaz kılmak mekruhtur.
114) Taberânî, Sagîr ve Evsat
115) İbn Ebî Dünya
116) Yani özel bir şefaat kasdedilir. İbn Adîy, Dârekutnî ve Beyhâkî
117) Beyhâkî
118) İbn Ebî Dünya
119) Künyesi Ebû Eyyûb el-Medenî'dir.
120) İbn Ebî Dünya
121) Deylemî
122) Benî Evd b. Sa'd kabilesindendir; veya bu zat Said b. Abdullah b. Derrar b. Ezûr'dur.
123) Taberâııî, {zayıf hır senodle)
124) Ensar'dandır. Adı Ebû Cafer el-Bağdâdî'dir. H. 237'de vefat etmiştir.
125) H. 205'de Haleb'de vefat etmiştir.
126) Ûlâ b. Leclac Şamlıdır. Hem kendisinin hem de babası Leçlac'ın Hz. Peygamber ile sohbeti vardır. 120 sene yaşamıştır.
127) Abdülhak Ezdî, Kitab'u1-Akibet
128) Adı Abdülmelik b. Muhammed b. Abdullah el-Basrî'dir. Künyesi Ebû Muhammed, lakabı Ebû Kullabe'dir, H. 276'da 86 yaşında iken vefat etmiştir.
129) Ebû Dâvûd
130) Buhârî, (Hz. Âişe'den)
131) İbn Ebî Dünya
132) Müslim ve Buhârî
133) İmam Ahmed


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...