18 Nisan 2015

İmam-ı Gazâli - İhyâ'u Ulûm'id-din 4.Cilt: Felaha Erdirici Ameller (Münciyât), 10.Kitap: Ölüm ve Sonrası İKİNCİ BÖLÜM


İmam-ı Gazâli - İhyâ'u Ulûm'id-din 4.Cilt:
Felaha Erdirici Ameller (Münciyât), 10.Kitap: 
Ölüm ve Sonrası 
İKİNCİ BÖLÜM
*23.'Ölümün Hakîkati, Kabrinden Kalkıncaya Kadar Ölünün Kabirdeki Ahvâli

Ölümün hakikati hakkında, halkın yanlış olan zanları vardır. Halk o zanlarında yanılmışlardır. Bazıları ölümün yokluk olduğunu zannetmişlerdir: 'Ne haşir vardır, ne neşir, ne hayır, ne de şerrin neticesi vardır. İnsanların ölümü, hayvanların ölümü ve bitkilerin kuruması gibidir'. Bu zan, Allah'ı inkâr edenlerin görüşüdür. Allah'a ve son güne iman etmeyen herkesin zannî böyledir.

Bir kavim de zannetmiştir ki insan, ölümle yok olur. Kabirde kaldıkça ne bir elem duyar, ne de bir sevap ile nimetlenir. Bu durum, tekrar dirîlinceye kadar devam eder zannetmişler.

Başkaları da ruh'un baki olduğunu, ölümle yok olmayacağını, ceza ve mükâfat görenin sadece ruh olduğunu, cesedlerin hiçbir şekilde diriltilmeyeceklerini iddia etmişlerdir.

Bütün bu zanlar (asık ve haktan uzak zanlardır. Doğru olan, ayet ve hadislerin haber verdiği şeydir: Ölümün mânası, sadece bir halin değişmesidir. Cesedden ayrıldıktan sonra ruh bâkidir, ya azap görür veya nimet! Ruhun bedenden ayrılmasının mânâsı, bedende tasarruf etmemesi ve bedenin onun itaatinden çıkması demektir.

Çünkü insanın azaları ruhun aletleridir. Ruh onları kullanır. Hatta ruh, el ile iş yapar, kulakla işitir, gözle görür, kalp ile eşyanın hakikatini bilir. Buradaki kalp ruhtan ibarettir. Ruh, eşyayı aletsiz olarak, kendi nefsiyle bilir. İnsanoğlu bazen kendi nefsiyle çeşitli üzüntüler, gamlar ve kaygılarla elem çeker. Çeşitli sevinçlerle nimetlenir. Bütün bunların azalarla ilgisi yoktur Bu bakımdan ruhun bizatihi vasfı olan herşey, ruh cesedden ayrıldıktan sonra da ruhla beraber kalır. Azalar vasıtasıyla ruhta bulunan şeyler', bedenin ölümüyle ruh ikinci bir defa bedene iade olununcaya kadar: ruhtan uzaklaşır ve ruh muattal olur. Kabirde ruhun bedene döndürülmesi uzak bir ihtimal değildir ve kıyamet gününe kadar bedene döndürülmeliğinin tehir edilmesi de uzak bir ihtimal değildir. Allah Teâlâ (ce) kullarına ne hükmettiğini daha iyi bilir.

Ölümden dolayı bedenin muattal kalması topal bir kimsenin mizacında bulunan bir bozukluktan ölürü veya asabında meydan gelen ve ruhun geçişine mâni olan bir şiddetten ötürü muattal kalan azalarına benzer. Bu bakımdan âlim akıl, idrakçi ruh bazı şeyleri çalıştırmak için haki olarak kalır. Bazıları da onun için zorlaşır. Ölüm de bütün azaların kullanılmasının ruh için zorlaşmasından ibarettir'. Bütün azalar aletleridir. Onları kullanan ruhtur. Benim ruhtan gayem; insanlarda üzüntüleri, elemleri ve sevgileri idrâk eden şeydir. Ruhun âzalardaki tasarrufu iptal olunsa bile sevinç ve üzüntüler iptal olmaz. Elem ve üzüntüleri kabul etmesi iptal olmaz. İnsan hakikatte ilimleri, elemleri ve lezzetleri idrâk eden mânânın ta kendisidir. Bu mânâ ise yok olmaz. Ölümün mânâsı ruhun bedendeki tasarrufunun kesilmesi, bedenin ruha alet olmaktan çıkması demektir. Tıpkı topallığın mânâsının, ayağın ruh için kulanılan bir alet olmaktan çıkması anlamına geldiği gibi! Bu bakımdan ölüm, bütün azalarda mutlak mânâda bir kötürümlüktür. İnsanın hakikati, nefis ile ruhtur. Ruh ise hâkidir. Evet! İnsan halinin bozulması iki cephedendir:

Birincisi: İnsandan insanın gözü, kulağı, dili, eli, ayağı ve bütün azaları alınmıştır. İnsandan aile efradı, çocuğu, akrabaları ve diğer tanıdıkları alınmıştır. İnsanın atları, hayvanları, hizmetkârları, evleri, akarları ve diğer mülkleri alınmıştır.

Bu şeylerin insandan alınması ile insanın bunlardan alınması arasında bir fark yoktur. Çünkü elem veren şey ayrılıktır. Ayrılık ise, bir defa kişinin malının yağma edilmesiyle, diğer bir defa da kişinin mülkünden ve malından alınıp esir edilmesiyle hâsıl olur. İki durumda da duyulan elem aynıdır. Ölümün mânâsı; insanın mallarından bu âleme uygun olmayan başka bir âleme sürüklenmek suretiyle selbedilmesi demektir. Bu bakımdan eğer insan için dünyada sevdiği, kendisiyle rahatladığı ve varlığına önem verdiği birşey varsa, ölümden sonra bu şey hakkında insanın üzüntüsü oldukça büyür ve ondan ayrılmanın elemi oldukça çetinleşir. İnsanın kalbi malının, mertebesinin, akarının en küçük parçalarına bile iltifat eder. Hatta giydiği ve kendisiyle sevindiği gömleğine bile!

Eğer insan sadece Allah'ın zikriyle seviniyorsa, sadece Allah'a yakın olmak istiyorsa, onun nimeti büyür, saadeti tamam olur; zira onunla sevdiğinin arasındaki perdeler kalkar. Onu sevdiğinden,uzaklaştıran engel ve meşguliyetler kesilir. Çünkü dünyanın bütün sabepleri; insanı Allah'ın zikrinden meşgul ederler. İşte bu, ölüm hali ile hayat hali arasındaki muhalefetin iki yönünden biridir.

İkincisi: Ölümle kişiye hayatta keşfolunmamış şeyler keşfolunur.Nitekim uyku âleminde iken keşfolunmamış şeylerin bazen uyanık bir kimseye keşfolunduğu gibi! İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar. İnsanoğluna ilk keşfolunan, ona zarar veya fayda veren iyilikler ve kötülüklerdir! Bunlar, insanın kalbinin gizli bir köşesinde saklı bulunan ve durulmuş olan bir kitabda yazılıdır. Dünya meşgaleleri o kitaba muttali olmaktan insanı alıkoyar. Dünya meşgaleleri kesildiğinde insana bütün amelleri keşfolunur. Herhangi bir günaha baktığında onun için öyle bir hasret çeker ki o hasretten kurtulmak için ateşin derinlik-lerine dalmayı bile tercih eder. O anda ona şöyle denilir:
Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter! (İsra/14)

Bütün bunlar nefes kesildiğinde ve kişi defnedilmeden önce keşfolunur. Kişinin içinde ayrılık ateşi alev alev yanar. Bundan gayem; kalbini kaptırmış olduğu fani dünyanın şeylerinden ayrılma acısıdır. Ahiret azığı ve yolculuğu için dünyadan terkettiklerini kasdetmiyorum; zira dünya yolculuğu için azık talep eden. hedefine vardığında diğer şeylerden ayrıldığı için sevinir; zira onları azık için istemez. İşte dünyadan sadece zarûrî olanı alanın hali budur. Bu kimse zarurî ihtiyacının da kesilip dünyadan müstağni olmayı ister. Böylece onun isteği hâsıl olur ve dünyadan müstağni kılınır.

Bunlar, azap ve elemlerin büyükleridir. Defnedilmeden önce insana hücum ederler. Sonra defnedileceği zaman ruhu başka bir çeşit azabı tatmak için cesede geri çevrilir. Bazen de affolunur. Dünya ile nimetlenenin ve dünyaya gönlünü kaptıranın hali, padişahın evinde, memleket ve hariminde bulunmadığı bir sırada yerinde nimetlenen bir kimsenin hali gibidir.

Bu kimse sultanın, yaptıklarına müsamaha göstereceğini veya onun çirkin fiillerini bilmediği zannına kapılarak böyle yapar. Fakat sultan ansızın onu yaka paça tutar, ona bir defter çıkarır ki o defterde onun bütün fâhiş hareketleri ve suçları zerresi zerresine yazılmış, adım adım kaydedilmiştir! Sultan da kahir, galip, haram kıldığı şeylerin yapılmaması hususunda gayretli, memleketinde cinayet işleyenlerden intikam alıcı, asiler hakkında kendisine yalvaranların sözüne iltifat etmeyen bir padişahtır.

Bu bakımdan sultanın azabına uğrayan kimsenin durumuna dikkatle bak. Acaba sultanın azabı ona tatbik edilmeden önce, çektiği korku, utangaçlık, hasret çekmek ve pişman olmaktan meydana gelen hali nasıl olur? İşte dünya ile mağrur, dünyaya kalbini kaptırmış, fâcir bir ölünün kabir azabı gelmeden önce hali böyledir. Hatta öleceği anda bu duruma düşer. Böyle bir duruma düşmekten Allah Teâlâ'ya sığınıyoruz. Çünkü mahrum ve rezil olup yüz perdesinin yırtılması, bedene yapılan işkenceden daha korkunçtur. İşte bunlar ölüm anında ölünün haline işarettir. Basiret sahipleri, gözle görmeden daha kuvvetli olan basiret ile bunu müşahede etmişlerdir. Kur'ân ve Sünnet bunun doğruluğuna şahidlik etmek-tedir. Evet! Ölümün hakikatinden perdeyi kaldırmak mümkün değildir; zira hayatı bilmeyen bir kimse ölümü bilmez. Hayatın bilgisi, ruhun esasındaki hakikatini bilmeye bağlıdır. Ruhun zatı, mahiyetinin idrâkine bağlıdır.

Oysa Hz. Peygambere (s.a) bu hususta konuşma izni verilmemiştir ve 'Ruh rabbimin emrindedir' demekten fazlasını söylemeye yetkili kılınmamışıtr. Bu bakımdan din âlimlerinin herhangi biri ruhun sırrına vâkıf olsa bile bunu söylemeye yetkisi yoktur. Ancak bu hususta izin verilen, ölümden sonraki ruhun halini zikretmektir.

Ölümün ruhun yok olmasından ve ruhun idrâkinin yok olmasından ibaret olmadığına birçok ayet ve hadîsler delâlet etmektedir:
Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma! Hayır, (onlar) diridirler. Rableri katında rızıklanmaktadır.(Al-i İmran/169)

Kureyş'in azgın büyükleri Bedir gününde öldürüldüklerinde Hz. Peygamber onlara şöyle seslenmiştir: 'Ey falan! Ey falan! Ey falan! Ben rabbimin bana va'd ettiğini hak olarak buldum. Acaba siz de rabbinizin size va'd ettiğini hak olarak buldunuz mu?'

Bunun üzerine Hz. Peygamber'e 'Onlar ölüdürler. Onlarla nasıl konuşuyorsunuz?' denilince şöyle buyurdu:
Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun! Onlar sizden daha iyi duyarlar. Ancak cevap vermeye güçleri yetmez.134

İşte bu hadîs, şakî bir kimsenin ruhunun baki kaldığı hususunda kesin bir hükümdür. O ruhun idrâkinin, marifetinin baki kıldığının kesin bir delilidir. Ayet ise, şehidlerin ruhları hakkında kesin hükümdür. Ölü bir kimse; ya said veya şakidir.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kabir ya ateş çukurlarından bir çukur veya cennet bahçelerinden bir bahçedir.135
Bu hadîs-i şerîf, ölümün mânâsının, sadece bir halin değiştirilmesi, ölümün şekavet veya saadetinden olacak şeyin gecikmeksizin ölüm anında verilmesi hususunda açık ve kat'î bir hükümdür. Azabın veya sevabın bazı çeşitleri gecikebilir. Asılları ise gecikmez!
Enes Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Ölüm, kıyamet demektir. Bu bakımdan ölen bir kimsenin kıyameti kopmuş demektir.136
Sizden biri öldüğünde ona sabah akşam kıyamet gününe kadar yeri gösterilir. Eğer cennet ehlinden ise, cenneteki yeri gösterilir!137

Azap ve nimetten oluşan iki yerin müşahedesindeki mânânın haldeki tesiri gizli değildir!
Ebû Kays'den şöyle rivayet ediliyor: Biz Alkame ile beraber bir cenaze teçhizinde bulunuyorduk. Alkame şöyle dedi: 'Şu ölen kişinin kıyameti kopmuştur!'

Hz. Ali şöyle demiştir: 'Herhangi bir nefse, cennet veya cehennem ehlinden olup olmadığını bilmeden dünyadan çıkması yasaktır'.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kim hasta (veya garip) olarak ölürse, şehid olarak ölmüştür ve kabrin fitnelerinden korunmuştur. Rızkı sabah-akşam cennetten kendisine getirilir.138

Mesrûk dedi ki: 'Bir mü'minin lâhiddeki durumuna gıbta ettiğim gibi, hiç kimsenin durumuna gıpta etmiş değilim. O mü'min, dünya yorgunluğundan istirahata kavuşmuş, Allah'ın azabından emin olmuştur'.

Ya'la b. Velid şöyle diyor: Birgün Ebû Derdâ ile yürüyordum. Ebû Derdâ'ya dedim ki: 'Sevdiğin bir kimse için ne istersin? 'Ölümü!' dedi. 'Eğer ölmezse?!' dedim. 'Malının ve çocuklarının azalmasını isterim' dedi.

Ebû Derda, ölümü ancak şu hikmete binaen istemiştir: Çünkü ölümü ancak mü'min bir kimse sever. Ölüm mü'minin hapisten çıkmasıdır. Malın ve çocuğun az olmasını istemesi de malın ve çocuğun fitne olmasından ve dünyaya ünsiyet vermenin sebebi olmasındandır.

Kesinlikle ayrılacağı bir kimseye bağlanmak şekavetin son derecesidir. Çünkü Allah ve Allah'ın zikrinden başka her şeyden şüphesiz ki ölüm çağında ayrılmak zaruridir. Bu sırra binaen Abdullah b. Amr (r.a) şöyle demiştir: Mü'min bir kimsenin ruhunun çıktığı andaki misali hapse atılmış, sonra hapisten çıkarılmış bir kimsenin misali gibidir. Allah'ın zikrinden başkasına ünsiyet vermeyen, dünya meşgalelerinin kendisi hakiki sevdiğinden meneden bir kimseye şehvetlerin mukavemeti eziyet verir. Bu bakımdan ölümde, onun için bütün eziyetlerden kurtuluş vardır. Engel olmaksızın sevdiğiyle başbaşa kalmak vardır. Bu nimet ve lezzetlerin son noktasıdır. Allah yolunda öldürülen şehidler için lezzetlerin en kâmilidir; zira onlar dünya meşgalelerinden ilgilerini keserek savaşa dalmışlardır.

Allah'ın mükâfatına iştiyakları duyarak ve Allah'ın rızası uğruna öldürülmeye razı olarak savaşa dalmışlardır. Eğer kişi dünyaya iltifat ederse, onu kendi ihtiyarıyla ahiret ile değiştirmiştir. Satan sattığı mala bağlanmaz. Eğer ahi-rete iltifat ederse, onu satın almış ve ona müştak olmuş demektir. Satın aldığı şeyi gördüğünde onunla sevinci artar. Satmış olduğu şeyden ayrıldığında ona fazla iltifat etmez. Kalbi Allah sevgisi için boşaltmak, bazı hallerde mümkündür. Savaş ölümün sebebidir. Bu bakımdan bu hal üzerinde ölmenin idrâkine sebep olur. Bunun nimeti büyük olur; zira nimetin mânâsı, insanın isteğine varması demektir.
Kendilerine hoşlandıkları (erkek çocukları)nı (alyorlar).(Nahl/57)

İşte bu cennet lezzetlerinin mânâlarını kapsayıcı bir ibaredir. Azabın en büyüğü; insanın maksadından menedilmesidir.
Artık kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir.(Sebe/54)

Bu ibare, cehennem ehlinin cezalarını çok güzel bir şekilde ifade etmektedir.
Şehidler bu nimeti nefesi kesilir kesilmez, gecikmeden idrâk eder. Bu, yakîn nuruyla basiret sahiplerine keşfolunmuş bir şeydir.

Eğer delil için şahid istiyorsan, şehidler hakkında vârid olan bütün hadîsler buna delâlet ederler.

Hz. Âişe'den (r.a) şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (s.a) babası Uhud günü şehid olan Câbire hitaben şöyle demiştir:
- Ey Câbir! Sana müjde vereyim mi?
- Allah sana hayır müjde versin! Bana müjde ver!
- Muhakkak ki Allah Teâlâ senin babanı diriltti. Huzurunda oturttu ve buyurdu: 'Ey kulum! Dile benden ne dilersen'. Baban 'Ey rabbim! Kulluğunun gereği gibi sana kulluk
yaptım. Senden istediğini beni dünyaya geri göndermendir ki peygamberinle birlikte savaşayım. Senin uğrunda ikinci bir defa şehid edileyim!' dedi. Allah şöyle buyurdu. 'Benden daha önce senin dünyaya tekrar döndürülmeyeceğin hakkında hüküm çıkmıştır'.139

Ka'b şöyle diyor: Cennette ağlayan bir kişiye 'Cennette olduğun halde neden ağlıyorsun' denir. Cevap olarak der ki: 'Allah yolunda bir defadan fazla öldürülmediğimden dolayı ağlıyorum. Oysa dünyaya döndürülüp üç defa öldürülmeyi isterdim'.

Bil ki mü'min bir kimseye ölümün akabinde Allah Teâlâ'nın celâl ve azametinin genişliğinden öyle birşey keşfolunur ki dünya ona nisbeten, hapis ve dar bir geçit gibidir. İnsanın misali, kapkaranlık bir eve hapsedilmiş, (sonra) o evden geniş bir bahçeye kapı açılmış gibidir ki gözü o bahçenin sonunu göremez. O bahçede çeşitli ağaçlar, çiçekler, meyveler ve kuşlar vardır. Bahçeye çıkan kişi ikinci bir defa karanlık hapishaneye dönmek istemez.

Hz. Peygamber darb-ı mesel olarak ölen bir kişi hakkında şöyle buyurmuştur:
Şu ölen, dünyadan göç ettiği ve dünyayı dünya ehline UMkettiği halde sabahladı. Eğer razı olmuş ise1, herhangi birimizin annesinin karnına geri dönmeyi istemediği gibi dünyaya geri dönmek onu sevindirmez,140

Hz. Peygamber bu hadîs-i şerîfıyle ahiret genişliğinin dünyaya nisbeten rahmin karanlığının dünyanın genişliğine nisbeti gibi olduğunu anlatmıştır.
Mü'min bir kimsenin dünyadaki durumu, ceninin anne karnındaki durumu gibidir, (cenin annesinin karnından çıktığında ışığı görüp yere konuncaya kadar ağlar! Bundan sonra yerine dönmeyi istemez.141

Mü'min de böyledir, ölümden ürker. Rabbi'nin huzuruna vardığında dünyaya dönmeyi artık istemez. Tıpkı ceninin annesi-nin karnına dönmek istemediği gibi!
Hz. Peygamber'e şöyle (s.a) denildi: Falan adam öldü! Ya istirahata çekildi veya halk ondan kurtuldu!142

Hz. Peygamber İstirahata çekildi' sözüyle mü'mine, 'Halk on-dan kurtuldu' sözüyle de fâcir kimseye işaret etti; zira dünya ehli fâcir kimseden kurtulup rahata kavuşur.
Ebû Amr şöyle diyor: Biz çocuk iken İbn Ömer, yanımızdan geçerken bir kabre baktı ve orada meydana çıkmış bir cimcime gördü. Bir kişiye cimcimeyi örtmeyi emretti, kişi cimcimeyi örttü.
Sonra İbn Ömer şöyle dedi: 'Toprak bedenlere zarar vermez. Ceza çeken veya mükâfat gören ruhlardır..

Amrl43 b. Dinar'dan şöyle rivayet ediliyor;. 'Ölen herkes aile efradının içinde olan şeyleri bilir. Muhakkak ki aile efradı onu yıkar, kefenler. Oysa o onlara bakar'.
Mâlik b. Enes şöyle demiştir: 'Bana gelen bir habere göre mü'minlerin ruhları serbest bırakılmışlardır. Diledikleri yere giderler'.

Nu'man b. Beşîr, 144. Peygamberin minberde iken şöyle buyurduğunu rivayet eder:
İyi bilin ki dünyadan ancak yer ile gök arasında dolaşıp duran sinek gibi birşey kalmıştır. Bu bakımdan kabir ehlinden olan arkadaşlarınız hakkında Allah'tan korkun! Muhakkak ki sizin amelleriniz onlara arzolunur.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Ölülerinizi kötü amellerinizle rezil etmeyin. Muhakkak ki kötü amelleriniz kabir ehlinden olan yakınlarınıza arzulanır.

Ebû Derdâ şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Abdullah b. Revaha'nm yanında benim mahcup olmama sebep olan bir ameli işlemekten sana sığınıyorum'. (Abdullah b. Revaha, Ebû Derdâ'nm ölen dayı siydi!)

Abdullah b. Anır b. el-As'a 'Mü'nıinler öldükleri zaman ruhları nerede olur?' diye sorulunca, cevap olarak 'Beyaz kuşların kursaklarında arş'ın gölgesindedirler. Kâfirlerin ruhları ise yerin yedi kat dibindedir' diye cevap verdi.

Ebû Said el-Hudrî, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Muhakkak ki ölü kendisini yıkayan, kendisini götüren ve kendisini kabrine indiren kimseyi tanır.145

Salih el-Murrî146 şöyle demiştir: 'Kulağıma geldiğine göre ruhlar, ölüm anında bir araya gelirler. Ölülerin ruhları kendilerine katılan ruha şöyle derler: 'Senin yerin nasıldı? Sen iki bedenden hangisinde bulunuyordun? İyisinde mi, yoksa kötüsünde mi?"

Ubeyd b. Umeyr147 şöyle diyor: Kabir ehli haber beklerler! Onlara bir ölü geldiğinde Talan adam ne yaptı?' derler. O da 'O adam size gelmedi mi veya sizin yanınıza varmadı mı?' der. Bunun üzerine onlar derler ki: cİnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. O başka bir yere götürülmüştür'.

Cafer b. Said'den şöyle rivayet ediliyor: 'Kişi öldüğünde yakınları tarafından karşılanan bir kimse gibi, kendisinden önce ölen çocuğu tarafından karşılanır'.
Mücâhid şöyle demiştir: 'Kişiye çocuğunun salahı kabrinde müjde olarak iletilir'.

Ebû Eyyûb el-Ensârî, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Mü'minin canı kabzolunduğu zaman Allah katında rahmet ehli onu karşılarlar. Tıpkı dünyada müjde getirenin karşılandığı gibi! Onlar derler ki: 'Kardeşinize, yorgunluğu gidinceye kadar mühlet verin! Çünkü kardeşiniz şiddetli bir üzüntüde idi!' Onlar o yeni gelene sorarlar: 'Filan adam ne yaptı! Falan kadın ne yaptı? Falan kız evlendi mi?' Daha önce ölen bir kişinin durumunu kendisine sorduklarında 'O benden önce öldü' dediğinde, "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn Öyleyse o, annesi olan cehenneme götürülmüştür!" derler.

134) Müslim, (Hz. Ömer"den)
135) Tirmizî, Taberânî
136) İbn Ebî Dünya
137) Buhârî, Müslim
138) İbn Mâce, (zayıf bir senedle)
139) İbn Ebî Dünya
140) İbn Ebî Dünya
141) İbn Ebî Dünya
142) Müslim, Buhârî
143) İbn Ebi Dünya
144) İbn Ebi Dünya
145) İmam Ahmed
146) Basrah ve zâhid bir kadı idi. H. 172'de vefat etmiştir.
147) Mekkelidir ve Leys kabüesiııdendir. Tabiînin büyüklerinden

*24.Kabrin Ölüye Hitap Etmesi

Ölülerin konuşması ya kal veya ölülere anlatmak hususunda diriler için kullanılan kal lisanından daha açık olan hal diliyledir.

Ölü kabre konulduğunda kabir ona şöyle der: 'Ey âdemoğlu! Beni düşünmekten seni aldatan ne idi! Benim fitne evi olduğumu bilmiyor muydun? Ben karanlık, tenhalık ve böceklerin eviyim. Benim yanımdan mağrur olarak geçtiğinde, durumumdan seni gafil kılan ne idi?' Eğer ölü ıslah edici bir kimse ise, birisi onun yerine kabre cevap vererek şöyle der: 'Görmedin mi. o iyiliği emreder, kötülükten menederdi'. Buna karşılık kabir der ki: 'Ben bu durumda onun için yemyeşil bir bahçeye dönerim. Onun cesedi nura dönüşür. Ruhu da Allah'ın huzuruna yücelir'.148

Hadîs'in râvisi, hadîs metninde bahsi geçen fidad kelimesinin mağrur olarak yürüyen, bir adım ileri atan, bir adım geri alan kimse demek olduğunu söylemiştir.

Ubeyd b. Umeyr el-Leysî şöyle diyor: 'Bir kimse öldüğünde defnedileceği çukur ona şöyle haykırır: 'Ben karanlık, tenhalık ve yalnızlık eviyim! Eğer sen hayatında Allah'a itaat eden bir kimse isen, bugün sana rahmet olurum. Eğer asi isen, bugün sana azap olurum. Öyle bir yerim ki Allah'a itaat ettiği halde gelen bir kimse sevinerek benden çıkar. Allah'a isyan ettiği halde giren bir kimse, zarar edip mahzun olarak çıkar.

Muhammed b. Şebih149 şöyle diyor: Kulağımıza geldiğine göre, bir kişi kabrine konulup azap gördüğünde veya hoşuna gitmeyen birşey isabet ettiğinde, komşusu bulunan ölüler ona şöyle seslenir: 'Ey dünyada arkadaş ve komşulardan sonraya kalan! Bizim durumumuzda senin için ibret yok mudur? Bizim önce gelişimizde senin için bir ders yok muydu? Sen bizim amellerimizin bizden kesildiğini ve sana da mühlet verildiğini görmedin mi? Neden arkadaşlarının elinden kaçan fırsatı değerlendirmedin?' Yeryüzünün parçaları da ona şöyle hitap eder: 'Ey dünyanın zahirine aldanan! Yerin içinde kaybolan ve senden önce dünyanın aldattığı kimselerden neden ibret almadın? Oysa dünya ile aldandıktan sonra eceli onları kabre getirip dostları tarafından karar yerine konduğunu görüyorsun'.

Yezid er-Rakkaşî şöyle diyor: Kulağıma geldiğine göre ölü kabrine konulduğunda amelleri onu çepeçevre sarar ve Allah o amelleri konuşturur. O ameller de derler ki: Ey çukurunda tek kalan kul! Dostlar ve aile efradın senden ayrıldı. Bugün bizden başka senin dostun yok!'

Ka'b şöyle demiştir: 'Sâlih kul kabrine konulduğunda namaz, oruç, hac, cihad ve sadaka gibi sâlih amelleri onun etrafını çepe çevre sararlar.

Yine Ka'b der ki: "Azap melekleri, ayaklan tarafından geldik-lerinde namaz onlara 'Ondan uzaklaşsın! Siz ona varamazsınız. Çünkü beni kılmak maksadıyla Allah için bu iki ayak üzerinde uzun uzadıya ibadette bulundu' der. Bu bakımdan melekler, baş tarafından gelirler. Bu sefer oruç der ki: 'Siz ona musallat olamazsınız. Çünkü o dünya evinde Allah için uzun zaman susuz kaldı. Ona bu taraftan varacak imkâna sahip değilsiniz'. Böylece melekler beden tarafından gelirler. Bu sefer hac ve cihad meleklere şöyle haykırırlar: 'Ondan uzaklaşınız. O nefsini yordu, bedenine zahmet verip haccetti. Allah için cihad yaptı. Bu bakımdan ona varacak imkânımız yoktur'. Azap melekleri, bu sefer elleri tarafından gelirler. Sadaka meleklere şöyle haykırır: "Arkadaşımdan uzaklaşın! Zira bu ellerden Allah için nice sadakalar çıkmıştır. Bu bakımdan ona yetişemezsiniz'. Bunun üzerine o ölüye şöyle denir: 'Afiyet olsun! İyi olarak yaşadın, iyi olarak öldün'.

Ka'b der ki: 'Rahmet melekleri ona varırlar. Ona cennetten getirilen bir döşek ve bir yorgan sererler. Kabrinde gözün yetişebileceği kadar onun için genişlik yapılır. Cennetten ona bir kandil getirilir. Allah Teâlâ, onu kabirden hasredeceği güne kadar o kandilin ışığından nûrlandırır'.

Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr150 bir cenazede Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder
Ölü kendisini techiz ve teşyi edenlerin adımlarının sesini işittiği halde oturur. Kabrinden başka birşey onunla konuşmaz. Kabir ona der ki: Ey Ademoğlu! Sen benden, darlığımdan, pis kokumdan, dehşetimden ve kurtlarımdan sakındırılmadın mı? Acaba benim için ne hazırladın?151

148) İbn Ebî Dünya
149) Adı, ELaı Abbas Seiumaktır. Bağdadh meşhur bir vaizdir.
150) Künyesi Ebû Haşini el-Mekki'dir.
151) İbn Ebi Dünya

*25.Kabir Azabı ve Münker Nekir'in Sorgusu

Berra b. Azib (r.a) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber ile beraber ensardan bir kişinin cenazesine gittik. Hz. Peygamber onun kabrinin üzerine, başını önüne eğerek oturdu. Sonra şöyle buyurdu: 'Yârab! Kabir azabından sana sığınıyorum' Bu sözünü üç defa söyledikten sonra şöyle buyurdu:

Mü'min bir kimse, ahiret yolunda olduğunda Allah Teâlâ, bir grup melek gönderir. O meleklerin yüzü geniştir. Onların beraberinde o mü'minin güzel kokusu ve kefeni vardır, melekler oturup beklerler. Ne zaman mü'minin ruhu çıkarsa yer ile gök arasında ve gökte bulunan her melek onun üzerine namaz kılar (veya dua eder)ler. Onun için göklerin kapıları açılır. O kapılardan o mü'minin ruhunun geçmesini istemeyen hiçbir kapı olmaz. Ruh yükseltilip götürülünce şöyle denir: 'Ey rab! Falan kulun (geldi)'.

Buna karşılık Allah Teâlâ şöyle buyurur: 'Onu geri götürün! Ona hazırladığım nimetleri gösterin. Çünkü ben ona şöyle va'detmiştim: Sizi ondan (topraktan) yarattık yine oraya döndürürüz ve sizi bir kez daha ondan çıkarırız.(Tâhâ/55)

Sonra ona güzel yüzlü, güzel kokulu ve güzel elbiseli biri gelir ve o ölüye der ki: 'Rabbinin rahmetiyle ve içinde ebedî nimet bulunan cennetle müjdelen!' Mü'min ona 'Sen de onunla müjdelen! Allah sana mükâfat versin! Sen kimsin?' der. Gelen der ki: 'Ben senin sâlih amelinim. Allah'a yemin olsun, ben seni Allah'ın taatine acele eder, Allah'a karşı günahtan sakınır buldum. Bu bakımdan Allah sana hayrı mükafat verdi'. Sonra bir tellâl şöyle bağırır: 'Ona cennet sergilerinden serin. Ona cennete açılan bir kapı açin'. Ona cennet sergilerinden serilir, ona cennete açılan bir kapı açılır ve o şöyle der: 'Yârab! Kıyameti acelece kopar ki aile efradıma ve malıma kavuşayım'. Kâfire, dünyadan ayrılırken katı, şedîd, beraberlerinde ateşten yapılmış elbiseler, katrandan mamul iç gömlekler olduğu halde bir kısım melekler gelirler. Onun etrafını sararlar. Onun canı bedeninden çıkınca yer ile gök arasında ve gökte bulunan her melek ona lanet eder. Göklerin kapıları kilitlenir. O kapılardan hiçbiri onun ruhunun kendisinden geçmesini istemez. Onun ruhu götürülünce geriye atılır ve denilir ki: 'Ey rabbim! Bu senin falan kulundur. Hiçbir gök ve yer onu kabul etmedi'.

Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur: 'Ona geri götürün. Ona hazırladığım şerri gösterin; zira ben ona va'detmiştim:
Sizi topraktan yarattık yine oraya döndürürüz ve sizi bir kez daha ondan çıkarırız.
(Tâhâ/55)

Muhakkak ki o ölü, kendisini defnedenler geri dönüp giderken ayak seslerini işitir. Ona denir ki: 'Ey kişi! Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir?' O 'Bilmiyorum!5 der. Ona denilir ki: 'Zaten sen bilmemişsin. Sonra ona çirkin yüzlü, pis kokulu, çirkin elbiseli biri gelir der ki: 'Allah'ın öfkesiyle elem verici ve daimî olan bir azabla müjdelen!' Buna karşılık o 'Allah Teâlâ seni şer ile müjdelesin! Sen kimsin?' O da der ki: 'Ben senin çirkin amelinim. Allah'a yemin ederim. Sen Allah'a isyan etmede aceleci ve ibadet etmede tembel idin. Bu bakımdan Allah Teâlâ sana şerri ceza olarak verdi'. Bunun üzerine kişi ameline der ki: 'Allah Teâlâ şerri sana da ceza olarak verdi (versin)'. Sonra o kimseye sağır, kör, dilsiz, beraberinde demirden bir tokmak olan biri musallat kılınır ki bütün cinler ve insanlar o kimsenin elindeki tokmağı kaldırmaya çalışsalar, buna güleri yetmez. Eğer o kimse o tokmakla bir dağa vursa, o dağ tuzbuz olur. Sonra o kimseye ruh geri gönderilir. Gelen kişi o tokmakla onun iki gözünün arasına bir darbe vurur ki cinler ve insanlar hariç yeryüzünde bulunan herşey o darbenin sesini işitir.

Sonra bir tellâl şöyle çağırır: 'Bunun için ateşten iki levha serin. Cehenneme açılan bir kapı acın!' Böylece ona ateşten yapılan iki levha serilir, cehenneme açılan iki kapı açılır. 152

Muhammed b. Ali (b. Hüseyin) şöyle demiştir: 'Her ölene, öldüğü anda iyi amelleriyle kötü amelleri gösterilir. O kimse iyiliklerine gözünü dikip bakar, kötülüklerine gözünü kapatır'.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Mü'min sekerata girdiğinde melekler ona içinde misk ve reyhan kırıntıları olan bir ipekli getirirler. Kılın yağdan çekildiği gibi onun ruhu cesedden çekilir ve onun ruhuna denilir ki: 'Ey itminana kavuşan nefis! Rabbinin hükmüne razı ve rabbin de senden razı olduğu halde rabbine dön!'
Ruhu çıktığında o misk ile reyhanın üzerine konur. İpekliye sarılır ve ruhu İlliyyine gönderilir.

Kâfir, sekerata düştüğünde, melekler ona içinde ateş közü bulunan siyah paçavra getirirler. Onun ruhu şiddetli bir çekişle çekilir ve denilir ki: 'Ey habis nefis! Sana kızıldığı halde Allah'ın azabına doğru çık!' Onun ruhu çıktığında o köz üzerine konur. Paçavraya sarılır ve Siccîne götürülür.153

Muhammed b. Ka'b el-Kurezî154 şu ayeti okurdu:
Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde 'Rabbim beni (dünyaya) geri çevir ki terk ettiğim dünyada sâlih bir amelde bulunayım' der. (Mü'minûn/99-100)

Allah şöyle der:
- Ne istiyorsun? Dönüp de mal mı toplayacaksın, ağaç mı dikeceksin, ev mi yapacaksın, kanallar mı açacaksın?
- Hayır! Terkettiğimin yerine sâlih bir amel işlemek istiyorum. Bunun üzerine Cebbar olan Allah Teâlâ şöyle der:
Hayır! Bu onun söylediği (olmayacak) bir laftır! (Mü'minûn/100)

Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Mü'min bir kimse kabrinde iken yemyeşil bir bahçenin içindedir. Onun kabri yetmiş zirâ genişler ve aynı zamanda nûrlanır. Hatta dolunay gibi olur.

Hz. Peygamber 'Onun için de dar bir geçim vardır' (Tâhâ/124) ayetinin ne hakkında nazil olduğunu biliyor musunuz?' diye sorunca, ashâb 'Allah ve Rasûlü daha. iyi bilir' dediler.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
Kâfir bir kimsenin kabrindeki azabı şudur: Onun üzerine 99 Tinnîn musallat kılınır. Tinnin'in ne olduğunu bilirmisiniz? Tinnîn yılan demektir. Bu yılanların her birinin yedi tane başı vardır. Kâfiri sokarlar ve insanların haşre gönderildikleri güne kadar zehirlerini akıtırlar.155

Yılanların bu özel sayılarına hayret etmemek gerekir; zira yılanlar ve akreplerin sayıları insanoğlundaki kötü huyların sayısıncadır. O kötü huylar da kibir, riya, hased, hile, buğz ve diğer çirkin sıfatlardır; zira bu çirkin sıfatların belirli kökleri vardır. Sonra o köklerden belirli dallar çıkar. Sonra o dallar da kısımlara bölünür. O sıfatlar zâtı itibariyle helâk edicidirler. O sıfatlar akrep ve yılanlara dönüşür. Bu bakımdan onlardan kuvvetlisi, tinninin (yedi başlı yılanın) ısırdığı gibi ısırır. Zayıfı akrebin ısırdığı gibi ısırır. Bu ikisinin arasında olanlar da yılanın eziyet vermesi gibi eziyet verir.

Kalp ve basiret sahipleri, basiret nuruyla, bu helâk edicileri ve dal budak salmalarını müşahede ederler. Ancak sayılarının ne kadar olduğuna peygamberlik nuruyla vâkıf olunur. Bu bakımdan bu gibi hadîslerin sahih zahirleri ve gizli sırlar vardır. Fakat bu gibi hadîsler basiret sahipleri yanında açıktırlar. Bu bakımdan bu hadîslerin hakikatlerinin kendisine keşfolunmadığı kimsenin bunların zahirlerini inkâr etmesi uygun değildir. Aksine iman derecelerinin en azı tasdik edip teslim olmaktır.

Soru:Biz, kâfir kabrine konduğunda bir müddet bakar, murakabe ederiz. Oysa hadîslerde belirtilen şeylerden hiçbir şey göremiyoruz. Gözle görülmeyenin hilafını tasdik etmenin gereği ne olabilir?

Cevap: Bu şeylerin benzerlerini tasdik etmek hususunda üç durum vardır:

Birinci Durum
Bunların en açığı, en sıhhatlisi ve en sağlamı olan birinci du rum; onların mevcut olduğunu ve ölüyü ısırdığını, fakat onları müşahede etmediğini tasdik etmektir. Çünkü insanda olan göz, melekût âlemine ait olan şeyleri müşahede etmeye elverişli değilir. Âhiretle ilgili olan herşey de melekût âlemindendir. Ashabın Cebrail'in (a.s) Hz. Peygamber'e geldiğine nasıl iman ettiklerini görmüyor musun? Oysa Cebrail'i görmüyorlardı.

Fakat Hz. Peygamberin (s.a) Cebrail'i gördüğüne iman ediyorlardı. Eğer sen buna inanmıyorsan, o vakit meleklere ve vahye olan imanının esasını tashih etmek, senin için daha mühim olur. Eğer buna iman etmiş ve ümmetin görmediği şeylerin, Hz. Peygamber için görülmesinin caiz olduğunu kabul etmiş isen ölü hakkında bunu nasıl caiz görmezsin? Nasıl ki melek, insanlara ve hayvanlara benzemiyorsa ölüyü ısıran yılan ve akrepler de dünyadaki yılanlara benzemezler. Çünkü onlar başka bir cinstendir ve başka bir hassa (duyu) ile idrâk olunurlar.

İkinci Durum
Uyuyan bir kimse rüyasında yılanın kendisini ısırdığını görür ve bundan elem duyar. Hatta uykusundan bağırarak uyandığını ve terlediğini müşahede edersin. Bütün bunları, nefsinde idrâk etmektedir. Uyanık bir insanın eziyet çekmesi gibi, bundan eziyet çekmektedir! O nefsinde bunu müşahede ettiği halde sen onun görünür tarafının sakin olduğunu müşahede eder, onun etrafında bir yılan görmezsin. Ama onun için yılan vardır. Yılanın ısırmasından meydana gelen elem de vardır. Fakat bu senin için görünmez. Isırmada elem olduğu zaman, hayal edilen bir yılan ile müşahede edilen yılan arasında fark yoktur.

Üçüncü Durum
Yılanın bizzat elem vermediğini, esas elemi zehirin verdiğini bilirsin. Sonra zehir de elem verenin bizzat kendisi sayılmaz. Asıl elem, zehirin meydana getirdiği tesirden kaynaklanır. Eğer o tesirin benzeri sende zehirsiz mevcut olursa, yine elem duyarsın. Bu
tür elemin tarifi, normal olarak bu gibi elemin sebebine izafe edilmek suretiyle mümkün olur. Zira eğer insanda, etmeksizin cima lezzeti yaratılmış olsaydı, o lezzeti tarif etmek ancak cimaya izafe edilmek suretiyle mümkün olurdu. Çünkü izafe, sebebiyle tarif etmek içindir. Sebebin sureti olmasa da meyvesi hâsıl olur. Zaten sebep zati için değil meyvesi için istenir. Bu helâk edici sıfatlar, ölüm anında nefiste elem ve eziyet verici şeylere dönüşürler.

Bu bakımdan onların elemleri, yılanların ısırmalarının elemleri gibi olur. Sıfatın eziyet edici oluşu, maşukun ölümü anında aşığın eziyet vericiye dönüşmesine benzer. Oysa aşk lezzetliydi. Onda öyle bir hal peyda oldu ki bizzat lezzetli olan şey elem verici oldu. Hatta kalbe öyle bir acıdır ki insan ne aşkın ve ne de kavuşmanın olmamasını temenni eder. Bu tür azap, bizzat ölü azabının çeşitlerinden biridir; zira ölüye dünyada nefsine aşık olma hastalığı verilmiştir. Mala, akla, mertebeye, evlada, akraba ve tanıdıklara aşık olmuştur. Eğer kendisinden geri alacağını ummadığı bir kimse bütün bun-ları ondan alırsa bu kimsenin halinin nasıl olacağını tahmin edebilir misin? Bu kimsenin derdi büyüyüp acısı şiddetlenmez mi? Bu kimse 'Keşke hiç malım ve mertebem olmasaydı da onun ayrılığı ile eziyet duymasaydım' diye temenni etmez mi? Bu bakımdan ölüm, bir defada dünyadaki bütün dostlardan ayrılmaktan ibarettir.

Bir tanesi olup da o bir tanesi de kendisinden kaybolan bir kimsenin hali ne olur?
Bu bakımdan ancak dünyasıyla sevinen bir kimseden dünyası alınıp düşmanlarına teslim edildiğinde, sonra bir de elden kaçırdığı ahiret nimeti ve Allah'tan uzaklaşmanın hasreti bu azaba eklendiğinde bu kimsenin hali ne olur? Evet! Allah'tan başkasının sevgisi insanı Allah'ın mülakatından perdeler. O mülakattan nimetlenmeye mâni olur. Böylece o kimsenin üzerine bütün sevdiklerinden ayrılmanın elemi, elden kaçırdığı ahiretin ebedî nimeti ve Allah'tan uzaklaşmanın zilleti çöker. İşte bu, görmüş olduğu azabın ta kendisidir; zira ayrılık ateşinin arkasından ancak cehennem ateşi gelir.
Hayır! Doğrusu o gün onlar rablerinden perdelenmişlerdir. Sonra onlar elbette cehenneme gireceklerdir.(Mutaffifîn/15-16)

Dünyaya iltifat etmeyen ve Allah'tan başkasını sevmeyen ve Allah'ın mülakatına müştak olan bir kimse dünya hapishanesinden ve dünyadaki şehvetlerin şiddetlerinden kurtulmuş, mahbubunun huzuruna varmış, engeller ortadan kalkmış, ebediyyen zâil olmayacak bol nimetlere mazhar olmuştur. İşte çalışanlar, bunun için çalışsınlar.

Bundan maksad şudur: Kişi bazen o derece sever ki eğer atının almniası ile akrep veya yılanın ısırması arasında bir tercih yapmak için muhayyer bırakılsa, akrebin ısırmasına sabretmeyi tercih eder. Öyle ise atın ayrılık elemi, bu kişinin nezdinde akrebin ısırmasının eleminden daha dehşetlidir. At'a karşı olan sevgisi, at kendisinden alındığında onu ısıranın ta kendisi olur.

Bu bakımdan bu kişi bu ısırmalara hazırlıklı olmalıdır; zira ölüm kendisinin atını, merkebini, evini, akarını, ehlini, çocuğunu, ahbablarını ve tanıdıklarını, mertebesini, halk arasındaki şan ve şöhretini alacaktır. Hatta kulağını, gözünü, azalarını alacaktır. Bütün bunların kendisine geri verilmesinden de ümitsiz olacaktır. Bu bakımdan bunlardan, başkasını sevmediği halde bütün bunlar da kendisinden alınırsa, bu onun için akrep ve yılanların ısırmasından daha dehşetli olur. Hayatta iken bunlar kendisinden alındığında eleminin büjoidüğü gibi, öldüğünde de elemi büyür.

Çünkü daha önce elem ve lezzetleri idrâk eden mânânın ölmediğini belirtmiştik. Hatta ölümden sonra kişinin azabı daha şiddetli olur. Çünkü kişi hayattaiken arkadaşlarıyla oturmak, konuşmak gibi, duyularını meşgul eden sebeplerle teselli bulurdu. Kendisinden alınanın geri gelmesi hayaliyle sabrederdi. Onun bedelini ummakla avunurdu. Ölümden sonra ise, teselli yoktur; zira teselli yolları kapanmış ve ümitsizlik meydana gelmiştir. Öyle ise sevdiği ve ayrılmakla üzüldüğü gömlek ve mendili kendisinden alınırsa, onlar için sıkıntı ve elem duyar.

Eğer dünyada yükünü hafifletirse, sağlam kalır. 'Yükü hafif olanlar kurtuldular' sözlerinden kastedilen budur. Eğer yükünü ağırlaştırırsa, azabı büyür. Tıpkı bir dinarı çalman bir kimsenin halinin on dinarı çalman bir kimsenin halinden daha hafif olduğu gibi, bir dirhemin sahibinin hali de iki dirhemin sahibinin halinden daha hafiftir.

Hz. Peygamberin şu hadîsiyle kastedilen budur:
Bir dirhemin sahibi, hesap bakımından iki dirhemin sahibinden daha hafiftir.156
Ölüm anında senden geri kalan birşey, ölümden sonra, senin için üzüntüdür. İstersen fazla edin, istersen azalt! Eğer fazla edinirsen, üzüntüyü çoğaltmış olursun. Eğer azaltırsan sırtındaki yükü hafifletirsin. Yılan ve akrepler, ancak dünya hayatını ahirete tercih etmiş, dünyaya sevinmiş ve ona güvenmiş zenginlerin kabirlerinde çağalırlar.

İşte bunlar, kabirde yıları, akrep ve diğer şeylerin azapları hakkında imanın makamlarıdır.

Ebû Saîd el-Hudrî157 ölen bir oğlunu rüyada görüp 'Ey oğul! Bana nasihat et!3 dedi. Oğlu 'Allah'ın irade etmiş olduğu hususta Allah'a muhalefet etme!' diye cevap verdi. Ebû Saîd 'Ey oğul! Daha fazlasını söyle!' deyince, oğlu 'Babacığım! Yapmaya gücün yetmez' dedi. Ebû Saîd 'Söyle!' dedi. Oğlu 'Allah ile arana gömleği (bile) sokma!' dedi. Ebû Saîd bundan sonra otuz sene gömlek giymedi.

Soru: Bu üç makamın hangisi sıhhatlidir?

Cevap: Halktan sadece birinci durumu kabul edip gerisini inkâr eden bir grup vardır. Başka bir grup da birinci durumu inkâr, ikinci durumu kabul etmiştir. Üçüncü bir grup da üçüncü durumu kabul etmiştir.

Basiret yolu ile bize keşfolunan hak şudur: Bütün bu durumlar imkân dahilindedir. Bunların bazısını inkâr eden havsalasının darlığından Allah Teâlâ'nın kudretinin genişliğini, tedbirinin acaipliklerini bilmediğinden inkâr etmiştir. Bu bakımdan böyle bir kimse ünsiyet ve ülfiyet vermediği ilahî fiilleri inkâr eder. Bu da cehalet ve kusurdur. Azap hususunda bu üç durum da mümkün-dür. Bunlara inanmak farzdır. Nice kul vardır ki bunların sadece biriyle cezalandırılır. Nice kullar vardır ki bu üç çeşit ile de cezalandırılır. Azabın azından da çoğundan da Allah'a sığınıyoruz.

İşte hak budur. Taklid ederek bunu tasdik et; zira bunu kesinlikle bilen kimseler yeryüzünde pek azdır. Sana tavsiye edeceğim şudur: Bu hususun tafsilatı hakkında fazla ileri gitme! Bunları öğrenmekle meşgul olma! Aksine azabı defedecek tedbir ile meşgul ol! Azap nasıl olursa olsun! Eğer sen amel ile ibadeti ihmal eder, azabın mahiyetini deşmekle meşgul olursan, bu takdirde sultan tarafından tutulup, elinin ve burnunun kesilmesi için hapsedilmiş bir kimse gibi olursun ki bu kimse bütün gece 'Acaba benim elimi, burnumu bıçakla mı kılıçla mı yoksa ustura ile mi kesecek?' diye düşünür. Azabı nefsinden uzaklaştırma çaresini ihmal eder. Bu ise cehaletin son derekesidir. Bu bakımdan kesinlikle anlaşılmıştır ki kul, ölümden sonra ya ebedî azaba veya ebedî nimete kavuşacaktır. Öyleyse en uygun davranış, buna hazırlanmaktır. Ceza ve sevabın tafsilatını deşmek fuzulî bir hareket ve zamanı boşa geçirmektir.

152) Ebû Dâvûd, Hâkim
153) Nesâî, İbn Hibban, (değişik ibarelerle); Bezzar, (Musannifin ibaresiyle)
154) Medinelidir. Sonra Küfe'ye göç etmiştir. H. 40'da doğmuştur
155) İbn Hibban, İbn Ebi Dünya, Hâkim-i Tirmizî, Nevadir'ıd-Usûl
156) Hâkim, Tarih, (Ebû Hüreyre'den)
157) Bazı nüshalarda Hudrî yerine Harraz geçmektedir. Kuşeyrî'ye göre
Harraz'm daha doğru olması kuvvetlidir.

*26.Münker ve Nekir'in Sorgusu, Suretleri, Kabrin Sıkması ve Kabir Azabı ile İlgili Diğer Hususlar

Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kul öldüğünde ona siyah renkli, mavi gözlü iki melek gelir. Birinin adı Münker, diğerinin adı Nekir'dir. O iki melek ölüye 'Muhammed hakkında ne diyordun?' derler. Eğer ölü mü'min ise der ki: 'Muhammed Allah'ın kulu ve peygamberidir. Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şahidlik ediyorum'. İki melek 'Zaten bunu söyleyeceğini biliyorduk' derler. Sonra o ölü için kabir yetmiş zirâ genişletir, nûrlandırılır. Sonra ona uyu denir. Ölü der ki: 'Yakamı bırakın! Ehlime döneyim. Onlara başımdan geçeni haber vereyim!' Ona 'Uyu!' denir. O, güvey uykusu gibi Allah Teâlâ onu o kabrinden haşre gönderinceye kadar uyur. Eğer ölü münafık ise Münker ve Nekir'in sualine şöyle cevap verir: 'Peygamberi bilmiyorum. Ben halkın bir şeyler dediğini duyar, ben de onu söylerdim'. Bunun üzerine o iki melek derler ki: 'Zaten senin böyle söyleyeceğini biliyorduk'. Sonra yere (mezara) denilir ki: 'Bu kişinin üzerine kapan!' Yer onun üzerine, kaburgaları bir birine geçecek derecede kapanır. Münafık, mezarda Allah onu haşre gönderinceye kadar azap görür.158

Atâ b. Yesar, Hz. Peygamberin (s.a) Ömer b. Hattab'a şöyle dediğini rivayet ediyor:
Ey Ömer! Öldüğünde kavmin seni yıkayıp, kefenleyip kokuladıkları, sonra seni yüklenip o çukura bıraktıkları, sonra üzerine toprağı atıp seni defnettikleri zaman durumun ne olacak? Onlar senin yanından ayrıldıklarında sana Münker ile Nekir gelirler. Onların sesleri şiddetli gökgürültüsü ve gözleri çakan şimşek gibidir. Tüyleri yerde sürünür. Kabri, dişleriyle deşerler (veya teftiş ederler). Ey Ömer! Bu durumda halin ne olacak?159
Hz. Peygamberin bu sualleri karşısında Hz. Ömer sordu:
- Benim şimdiki aklım gibi o zaman da aklım olacak mı?
- Evet olacak!
- Öyleyse (Allah'ın izniyle) ben o zaman senin için onlara kâfi gelirim.

Bu hadîs, aklın ölümle bozulmayacağına ve ancak bedenin bozulduğuna dair açık bir hükümdür. Bu bakımdan ölünün aklı, idraki, elem ve lezzetleri daha önce bildiği gibi bilme hissi sağlam olarak kalır. Onun aklından birşey bozulmaz. İdrâk edici akim bu azalar ile ilgisi yoktur. O idrak, uzunluğu ve eni olmayan bir şeydir. Hatta bölünme kabul etmeyen eşyayı idrâk edici cüz kalırsa, akıl var demektir. İşte ölümden sonra da böyledir; zira ölüm, o idrâk edici parçaya girmez. O yok olmaz.

Muhammed b. Münkedir şöyle diyor: 'Kulağıma geldiğine göre kabirde kâfire kör, sağır, elinde demirden yapılmış ve başında devenin hörgücü gibi topuzu olan ve elinde kamçı olan bir hayvan musallat kılınır. O kamçı ile kıyamete kadar kâfiri döver. Kâfir
ölüyü görmez ve sesini işitmez ki ona merhamet etsin',

Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Ölü kabre konulduğunda sâlih amelleri gelir, etrafını çepeçevre sararlar. Başı tarafından azap geldiğinde okuduğu Kur'ân imdadına yetişir. Ayakları tarafından geldiğinde kıldığı namaz, imdadına yetişir. Elleri tarafından gelince, eller derler ki: 'Yemin olsun! O bizi sadaka vermek ve dua etmek için açardı. Bizden taraf ona yol yoktur'. Ağız tarafından gelirse zikir ve oruç imdada yetişir. Böylece sabır ve namaz bir tarafta dururlar. Böylece (azap) der ki: 'Eğer ben ona varacak bir geçit görseydim mutlaka onun arkadaşı olurdum'.

Süfyan es-Sevrî der ki: Kişi nasıl kardeşini, ailesini, çocuğunu koruyorsa, sâlih amalleri de kişiyi o şekilde kabirde korurlar. Sonra kişiye şöyle denir: 'Allah senin için kabrini bereketli kılsın! Dostların ne güzel dost, arkadaşların ne güzel arkadaşlardır!'

Huzeyfe şöyle rivayet ediyor: Hz. Peygamber ile beraber bir cenazeye gitmiştim. Kabrin başına oturduktan sonra kabre bakıp şöyle dedi:
Mü'min bir kimse kabirde öyle bir sıkıştırılır ki o sıkıştırmada onun göğsünün damarları kesilir.161

Hz. Âişe, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Muhakkak kabrin sıkıştırması vardır! Eğer ondan bir kimse kurtulsaydı muhakkak Sa'd b. Muaz ondan kurtulurdu.162

Enes'ten şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamberin kızı Zeyneb vefat etti. O çok hastalıklı bir kadındı. Hz. Peygamber onun cenazesinin arkasından gitti. Hz. Peygamberin hali, bizi üzüntüye garketti. Kabre indiğinde Hz. Peygamberin yüzü iyice sarardı. Kabirden çıkınca yüzü beyazlaşıp normale döndü. Bunun üzerine 'Ev Allah'ın Rasûlü! Sende bir durum gördük. O durumu icabettiren ne idi?' diye sorduk. Hz. Peygamber şöyle dedi:

Kabrin, kızımı sıkıştın}) azap edeceğini düşündüm. Bana ondan azabın hafifletildiği haber verildi. Yemin, olsun! O öyle bir şekilde sıkıştırıldı ki onun sesini, insan ve cin hariç, yer ile gök arasındaki herşey işitti.163

158) Tirmizî, (hasen bir sonedle); İbn Hibban
159) İbn Ebî Dünya, (mürsel olarak)
160) İbn Ebi Dünya
161) İmam Ahmed
162) İmam Ahmed
163) İbn Ebî Dünya

*27.Rüyada Mükâşefe Yolu ile Ölülerin Bilinen Ahvâli

Allah'ın kitabından, Hz. Peygamberin sünnetinden ve ibret yollarından öğrenilen şeyler, genel olarak ölülerin durumlarının saîd ve şakî olarak ikiye ayrıldıklarını bildirmektedir. Fakat Zeyd'in veya Amr'm imanına îtimâd edersek neyin üzerine olduğunu ve hangi sonuca vardığını bilemeyiz. Onun görünür takvasına güvenirsek, takvanın yeri kalptir. Kalp ise, kapalıdır. Takvâ sahibine bile gizlidir. Takvâ sahibi olmayan bir kimse için takvanın bilinmesi nasıl mümkün olur? Bu bakımdan bâtınî takvâ olmaksızın sadece zahirî salah ile hüküm verilemez.
Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder. (Mâide/27)

Bu bakımdan Zeyd ile Amr'ın 'durumunun bilgisi, ancak onların üzerine cereyan edenin müşahedesiyle mümkündür. Şahıs öldüğünde, mülk ve şehadet âleminden gayb ve melekût âlemine naklolunmuş demektir. Bu bakımdan gözler onu görmez. Onlar başka bir gözle ancak görünür. O göz ise, her insanın kalbinde yaratılmıştır. Fakat insan onun üzerine, şehvet ve dünya meşgalelerinden kalın bir perde germiştir. Bu bakımdan insan o gözle artık göremez. O perde kalbin gözünden yırtılmadıkçıa, melekût âleminden herhangi bir şeyi görmesi düşünülemez.

Peygamberlerin (a.s) gözlerinden o perde kalktığı zaman onlar melekûta baktılar, Melekûtun acaipliklerini müşahede ettiler. Ölüler de melekût âlemindedirler. Bu bakımdan ölüleri gördüler ve onlardan haber verdiler.

Hz. Peygamber (sa) Sa'd b. Muaz ve kızı Zeyneb için kabrin sıkıştığını gördü. Câbir'in babası şehid düştüğünde hali boyle oldu; zira Hz. Peygamber Câbir'e şöyle haber vermiştir: 'Allah Teâlâ senin babanı perdesiz olarak huzurunda oturttu'.

Böyle bir müşahede, peygamberlerden ve dereceleri peygamberlerin derecesine yakın olan Allah'ın velî kularından başkası için umulmaz. Bizim gibilerden mümkün olanı ancak zayıf bir müşahededir. Bu müşahededen gayem; rüya âleminde olan müşahedededir. Rüya âleminde olan müşahede peygamberlik nûr-larmdandır.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Salih rüya, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir parçadır.164

Bu da bir keşiftir ki ancak perdenin kalpten kalkmasıyla meydana gelir. Ancak sâlih ve sâdık bir kimsenin rüyasına güvenilir. Yalanı çok olan bir kimsenin rüyası doğru olmaz. Fesâd ve günahı çok olan bir kimsenin kalbi kararır. Bu bakımdan onun gördüğü edgâsu ahlam (karışık rüyalar)dır. Hz. Peygamber (s.a) insanın temiz olarak uyuması için uyumadan önce abdest almasını tavsiye etmiştir. Bu, bâtının taharetine de işarettir.

Bu bakımdan o asıldır. Zahirin tahareti ise, onun tamamlayıcısıdır. Bâtın bozulmadıkça kalp gelecekte olanları keşfeder. Nitekim Mekke'ye girileceği, Hz. Peygamber'e rüyada keşfolundu ve şu ayet nâzil oldu:
Andolsun Allah elçisinin rüyasını doğru çıkardı.(Feth/27)

İnsanoğlu, çok az olacak şeylere delâlet eden rüyalardan uzak olabilir. O rüyaları doğru olarak bulur. Rüya ve uyku âleminde gaybı bilmek, Allah Teâlâ'nın sanatının acaipliklerinden, Ademoğlunun fıtratının garipliklerindendir. Bu, melekût âleminin varlığına delâlet eden delillerin en açığıdır. Oysa halk tabakası, kalp ve âlemin diğer acaipliklerinden gafil oldukları gibi bundan da gafildirler! Rüyanın hakikatinde söz söylemek mükâşefe ilminin inceliklerindendir. Bunu muamele ilmine ekleyerek zikretmek mümkün değildir.

Fakat burada zikredilmesi mümkün olan miktar, sana maksadı anlatan bir misaldir. O misal de kalbin misalinin, kendisinde birçok suretin ve şeylerin hakikat-leri görünen ayna gibi olduğunu bilmektir. Allah Teâlâ'nın âlemin yaratılışının başlangıcından sonuna kadar takdir ettiği her şey yazılmıştır ve Allah Teâlâ tarafından yaratılmış bir defterde tesbit edilmiştir ve o deftere Kur'an'da vârid olduğu gibi bazen levh-i mahfuz, bazen açıklayıcı kitâb (Kitab'ul-Mübîn), bazen de açıklayıcı imam (İmam'ul-Mübîn) denilmektedir.

Bu bakımdan âlemde cereyan etmiş ve edecek herşey, o levh'de yazılmıştır. Şu gözle görülmeyen bir bakış o levhin üzerine nakşedilmiştir. Sakın o levh'in ağaçtan veya demirden veya kemikten olduğunu zannetme! O kitabın kağıttan veya deriden olduğunu da sanma! Şunu kesin-likle bil ki Allah Teâlâ'nın levhi, halkın levhine, Allah Teâlâ'nın kitabı da halkın kitabına benzemez. Nitekim Allah Teâlâ'nm zat ve sıfatlarının halkın zat ve sıfatlarına benzemediği gibi! Eğer onu, aklına yaklaştırcı bir misal istersen bil ki takdirlerin levhe tesbiti, Kur'an'ın kelime ve harflerinin, hafızın dimağında ve kalbindeki tesbitine benzer.

Çünkü Kur'ân orada yazılıdır. Öyle ki hafız, Kur'an'ı okuduğu zaman sanki Kur'an'a bakıp da okur. Oysa hafızın dimağını parça parça kontrol etsen, orada Kur'ân harflerinden bir harf dahi göremezsin. Orada ne görünen bir hat, ne de müşahede edilen bir harf vardır. İşte bu misalle, Allah Teâlâ'nın takdir ettiği herşeyi Levh'de nakşetmesinin mânâsını anlayabilirsin. Misalde levh, içinde suretler beliren bir ayna gibidir. Eğer ay-nanın karşısına başka bir ayna konsa, aralarına perde gerilmezse o aynanın sureti diğer aynada da görünür. Bu bakımdan kalp, ilmin resimlerini kabul eden bir aynadır. Levh, ilim resimlerinin aynasıdır. O resimlerin hepsi onda mevcuttur. Kalbin şehvetleri ve hassaların istekleriyle meşgul olması, kalp ile melekût âleminden olan levhin mütalaa edilmesi arasına gerilen bir perdedir. Eğer o perdeyi sallayıp kaldıran bir rüzgâr eserse, kalbin aynasında, çakan şimşek gibi melekût âleminden birşey parlar. Bu parlayan bazen kalıp devam eder. Bazen de devam etmez. Devam etmemesi, daha fazla olur.

Çünkü kişi uyanık oldukça duyular vasıtasıyla milik ve şehadet aleminden kendisine görünen şeylerle meşguldür. Bu meşguliyet ise, melekût âleminin önüne gerilen perdedir. Uykunun mânâsı; hassaların sükûnete kavuşması ve mülk âleminden herhangi bir şeyi kalbe getirmemesi demektir, Bu bakımdan kalp bundan ve hayalden kurtulduğunda, cevheri de saf olduğunda, onunla Levh 'il Mahfuz arasindaki perde kalkar. Böylece kalbe; Levh'il Mahfuz'da olan şeylerden bazıları girer. Tıpkı aralarındaki perde kalktığında bir aynadan diğer aynaya suretin geçtiği gibi!

Uyku hayalin dışında diğer hassaları çalışmaktan meneder. Fakat hayali engellemez.. Bu bakımdan kalbe geleni hayal derhal kapar. Onu ona yakın bir misal ile aksettirir. Hayal edenler hıfzda başkasından daha kuvvetli olurlar. Böylece hayal hıfzda kalır. İnsan uyandığında hayalden başkasını hatırlamaz. Bu bakımdan rüya tabircisii hayale bakmaya, mânâlardan hangisini hikâye ettiğini dikkate almaya mecburdur. Bu bakımdan hayal edilen şey ile mânâlar arasındaki uygunluk vasıtasıyla mânâlara bakmalıdır. Bunun misalleri, tabir ilmini bilen bir kimse için açıktır. Sana vereceğimiz şu misal kâfi gelir. Meşhur bir rüya tabircisi, İbn Sirîn'e (r.a) 'Rüyamda elimde bir mühür olduğunu, o mühürle erkeklerin ağızlarını, kadınların da tenasül uzuvlarını mühürlediğini gördüm, sen buna ne dersin?' diye sordu.

İbn Sina 'Sen müezzinsin. Ramazan-ı şerifte sabahtan önce ezan okuyorsun' deyince adam 'Doğru söyledin!' dedi.

Mührün ruhunun menetmek olduğuna dikkat et! Zaten bunun için de mühür kastolunur. Kalpte ancak kişinin hali Levh'il Mahfuz'da olduğu gibi keşfolunur. O da okuduğu ezanla insanları yemek ve içmekten menetmesidir. Fakat hayal, mânâ ruhunu terennüm eden hayalî suretle mühürlenme anında meydana gelen mene ülfiyet vermiştir.

Hafızada ancak hayalî suret kalır. İşte bu, acaiplikleri sayılamayacak kadar çok olan rüya ilminin denizinden az bir nebzedir. Uyku ölümün kardeşidir.* Ölüm de acaiplerden bir aca-iptir. Uykunun böyle olmasının sebebi şudur: Uyku, gayb âleminin yüzünden perdeyi kaldırmak açısından zayıf bir yönden ölüme benzer. Hatta uyuyan bir kimse gelecek zamanda olacak bazı şeyleri bilir. Bir de perdeyi yırtan ve perdeyi tamamen kaldıran ölümü düşün. Öyle ki insan nefesi kesildiği anda gecikmeksizin, nefsini ya azaplarla, rezaletlerle ve felâketlerle sarılı görür -bun-dan Allah'a sığınıyoruz- veya daimî bir nimet, sonsuz ve büyük bir mülkle çevrili olarak görür. Perde kalktığı anda şakilere şöyle denir:

Sen bundan gaflette idin. Biz sen(in gözün)den perdeni açtık. Artık bugün gözün keskindir.
(Kaf/22)

(Nasıl) şimdi bu, büyü mü imiş, yoksa siz mi görmüyormuşsunuz? Girin ona ister dayanın, ister dayanmayın, sizin için birdir. Artık yaptıklarınıza göre cezalandırılacaksınız.
(Tûr/15-16)

Bunlara şu ayetle işaret vardır:
(Çünkü) hiç hesap etmedikleri şeyler, Allah'tan karşılarına çıkmıştır. (Zümer/47)

Bu bakımdan âlimlerin en âlimi, hakimlerin en hakimi olan kişi ölür ölmez ona öyle acaip şeyler keşfolunur ki daha önce kalbine asla böyle şeyler gelmemiştir. Eğer akıllı bir kimsenin o zamanki tehlike hakkında 'Acaba perde nasıl kalkacaktır? Acaba perdenin arkasında bulunan ayrılmaz bir şehvet mi yoksa daimî bir saadet midir?' diye düşünmekten başka bir gam ve üzüntüsü yoksa, bu düşünce bütün hayatını doldurmaya yeter de artar bile! Bu büyük tehlikeler önümüzde olduğu halde gafletimize hayret etmek gerekir! Bundan daha fazla hayret edilecek şey mal, kadın, çocuk ve azalarımızla sevinmemizdir. Buna rağmen bütün bunlardan ayrılacağımızm kesin olduğunu da biliyoruz. Fakat Ruh'ul Kudüs'ün (Cebrail'in) kalbine üfürüp peygamberlerin efendisine dediği gibi kendisine 'Sev sevdiğini! Muhakkak ondan ayrılacaksın! İstediğin kadar yaşa, muhakkak öleceksin! İstediğini yap! Muhakkak onunla cezalandırılacaksın!' diyeceği zat nerede?

Bu durum, yakîn gözüyle Hz. Peygamber için keşfolun-duğundan o dünyada ölü gibi oldu. Kerpiç üzerine kerpiç, kamış üzerine kamış koymadı. Geride ne bir dinar, ne de bir dirhem bıraktı. Ne bir dost, ne bir halîl edindi. Evet!

Eğer ben bir dost edinseydim Ebubekir'i dost edinirdim. Fakat arkadaşınız, Rahman olan Allah'ın dostudur!166

Böylece peygamberlerin efendisi Rahman'm dostluğunun kal-binin derinliğine işlediğini, Rahman'm sevgisinin kalbinin içine yerleştiğini, kalbinde ne bir dosta, ne bir habib'e yer bırakmadığını beyan etmiştir. Allah Teâlâ onun ümmetine şöyle buyurmuştur:
De ki: 'Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin!'(Al-i İmran/31)

Onun ümmeti, ancak ona tâbi olandır. Ona ancak dünyadan yüz çeviren, ahirete yönelen tâbi olmuştur. Çünkü o insanları sadece Allah'a ve son güne davet etmiştir. O dünya ve geçici lezzetlerden insanları uzaklaştırmaya çalışmıştır. Bu bakımdan ne kadar dünyadan yüz çevirip ahirete yönelirsen, o nisbette onun yürüdüğü yolda yürümüş olursun. Onun yolunda ne kadar yürürsen, o nisbette ona uymuş olursun. Ona uyduğun oranda, onun ümmetinden olursun. Dünyaya yönelmen nisbetinde onun yolundan kayar, onun yolundan yüz çevirmiş olursun ve Allah Teâlâ'nın haklarında şöyle buyurduğu kimselere iltihak etmiş olursun:
Artık kim azmışsa ve şu yakın hayatı (dünyayı) ahiret hayatına tercih etmişse, onun barınağı cehennemdir. (Nâziat/37-39)

Ey kişi! Eğer gururun siperinden çıkıp nefsin hakkında insaf edersen ki hepimiz de aynı kişiyiz ve bu hitaba dahiliz- sabahtan akşama kadar geçici nasipler peşinde koştuğunu anlarsın. Ancak geçici dünya için durur, onun için hareket edersin. Sonra yarın
onun ümmetinden ve tâbilerinden olmayı ümit edersin. Senin zannın ne kadar zayıftır, senin ümidin ne kadar da yersizdir!
Biz müslümanları suçlular gibi yapar mıyız hiç, neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz?
(Kalem/35-36)

Biz esas konumuza dönelim: Zira konuşmanın dizgini maksadın dışına çıktı. Biz şimdi ölülerin hallerini keşfeden rüyaların fayda verenlerini zikredelim; zira peygamberlik devri sona ermiş, müjdeleyiciler kalmıştır. Onlar da rüyalardır.

164) Buhârî, İmam Ahmed, Tayalisî ve İbn Mâce
165) 'Uyku ölümün kardeşidir. Cennet ehli olanlar ölmezler', Beyhâkî
166) Müslim

*28.Ölülerin Ahvâlini ve Ahiret'te Fayda Veren Amelleri Gösteren Rüyaların izahı

Onlardan biri Hz. Peygamberi rüyada görmektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Kim beni rüyada görürse, beni gerçek olarak görmüştür. Çünkü şeytan benim şeklime giremez.167

Hz. Ömer (r.a) şöyle diyor: Hz. Peygamber'i rüyamda gördüm. Fakat bana bakmıyordu. 'Ey Allah'ın Rasûlü! Neden bana bakmıyorsun?' dedim. Bunun üzerine bana bakıp şöyle dedi: 'Sen oruçlu olduğun halde hanımını öpen değil misin?' Hz. Ömer dedi ki: 'Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, artık oruçlu olduğumda hiçbir zaman eşlerimden birini öpmeyeceğim'.168

Hz. Abbas (r.a) şöyle diyor: Ben Ömer'in dostuydum. Onu rüyamda görmek istedim. Onu ancak ölümünden bir sene geçtikten sonra gördüm. Alnındaki terleri silerek diyordu: 'İşte şu an, boşaldığım zamandır. Eğer rabbime raûf ve rahîm olduğu halde mülâki olmasaydım...'

Hasan b. Ali babasından şöyle naklediyor: Hz, Peygamber (s.a) bu gece rüyamda bana göründü ve kendisine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Senin ümmetinden çektiğim nedir?' dedim. Hz. Peygamber şöyle
dedi: 'Onlara beddua et!? Ben de şöyle dedim: 'Yârab! Bana onların yerine onlardan daha hayırlısını ver. Onlara da benden daha şerlisini ver!' Hz. Ali sabah namazına çıktığında İbn Mülcem onu
vurup şehid etti.

Şeyhlerden biri şöyle diyor: Hz. Peygamberi (s.a) rüyamda görüp 'Ey Allah'ın Rasûlü! Benim için af talep et!' dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber benden yüz çevirdi. Bu manzara karşısında dedim ki: cSen senden istenilen herhangi birşeye karşılık hiç hayır dememişsin!'169 Bunun üzerine Hz. Peygamber bana yönelip şöyle buyurdu: 'Allah seni affetsin!'

Hz. Abbas'tan şöyle rivayet ediliyor: Ben Ebû Leheb'in kardeşi ve arkadaşı idim. Ebû Leheb öldüğünde ve Allah onun hakkında (Tebbet süresiyle) hükmünü verdiğinde onun için kardeşlikten ötürü üzüldüm. Onun durumu beni meşgul etti. Bu bakımdan Allah Teâlâ'dan bir sene onu rüya âleminde bana göstermesini diledim. Sonra onu gördüm! Ateş saçıp yanıyordu. Halini sordum. Cevap olarak dedi ki: 'Cehennem'e azap içerisinde vardım. Azap benden hafiflemez. Bana istirahat vermez. Ancak bütün gün ve geceler arasında sadece pazartesi gecesi azap hafifler' 'Bunun sebebi nedir?' diye sordum. Ebû Leheb şöyle dedi: O gecede Muhammed doğmuştu. Bana bir cariye geldi. Âmine hatunun Muhammed'i doğurup dünyaya getirdiğini müjdeledi. Ben de sevindim ve cariyemi âzâd ettim. Bundan dolayı Allah Teâlâ, her pazartesi gecesinde benden azabı kaldırıyor'.170

Abdülvahid b. Zeyd şöyle anlatıyor: "Hac niyetiyle evimden çıktım. Bir kişi bana arkadaşlık yaptı. O kişi, kalkarken, otururken, dururken salâvat-ı şerife getiriyordu. Ondan bunun hikmetini so-runca dedi ki: 'Sana hikmetini haber vereyim. Babamla beraber ilk defa Mekke'ye doğru yola çıktım. Yola devam ederken bir konakta uyuduk. Uyku halindeyken biri bana gelip Kalk! Allah senin babanı öldürüp yüzünü kararttı! dedi. Korku ve dehşet içerisinde uyandım. Babamın yüzüne baktım ki yüzü simsiyah kesilmiş ve ölmüştü. Bundan dolayı dehşete kapıldım. Ben bu üzüntü içerisindeyken uyku bana galebe edip uyudum. Babamın başı ucunda dört siyah adamın durduğunu gördüm. Ellerinde demirden sopalar vardı. O anda iki yeşil elbiseye bürünmüş güzel yüzlü biri çıkageldi ve onlara 'Uzaklasın!' dedi. Onlar uzaklaştıktan sonra babamın yüzünü eliyle sıvazladı. Sonra bana gelip 'Kalk! Allah babanın yüzünü beyazlattı!' dedi. Bunun üzerine 'Anam babam sana feda olsun! Sen kimsin?' diye sordum. 'Ben Muhammed'im!' dedi. Kalkıp babamın yüzünü açtım. Yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm. Bu olaydan sonra Hz. Peygambere salât ve selâm getirmeyi bırakmadım".171

Ömer b. Abdülazîz'den şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber'! (s.a) rüyamda gördüm. Yanında Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer oturu-yorlardı. Selâm verip oturdum. Ben otururken Ali (r.a) ile Muâviye getirildiler. Bir eve girdiler. Üzerlerine kapı kapandı. Ben de bakıyordum. Kısa bir zaman sonra Ali (r.a) çıktı. Şöyle diyordu: 'Kabe'nin Rabbi'ne yemin ederim, hüküm lehimde verildi!' Kısa bir zaman sonra da Muâviye çıktı. Şöyle diyordu: 'Kabe'nin rabbine yemin olsun bağışlandırır.

İbn Abbas (r.a) bir defa rüyasından uyanıp innâ lillâhî ve innâ ileyhi râciûn dedikten sonra 'Allah'a yemin ederim Hz. Hüseyin öldürüldü!' dedi.

Bu rüya, Hz. Hüseyin'in öldürülmesinden önceydi. Arkadaşları bu rüyayı inkâr ettiler. İbn Abbas rüyasını şöyle açıkladı: Hz. Peygamberi (s.a) gördüm. Beraberinde bir şişe kan vardı. Şöyle dedi: 'Ümmetimin benden sonra ne yaptığını görmüyor musun? Oğlum Hüseyin'i öldürdüler. Bu, onun ve arkadaşlarının kanıdır. Allah'ın huzuruna götürüyorum'.172 Bu rüyadan bir gün sonra haber geldi ki İbn Abbas'ı rüya gördüğü günde Hz. Hüseyin öldürülmüştür.

Hz. Ebubekir (r.a) rüyada görüldü ve kendisine 'Sen dilin hakkında 'Beni bütün tehlikelere sokan budur' diyordun. Acaba Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' diye soruldu. Hz. Ebubekir şöyle dedi: 'Ben Lâ ilâhe illâllah dediğim için dilim beni cennete götürdü'.

167) Müslim ve Buhârî
168) Kişi oruçlu iken hanımını öpebilir. Fakat şehvetinden emin olmayan bundan sakınmalıdır.
169) Müslim
170) İbn Ebî Dünya, Rüy'et
171) İbn Ebî Dünya, Rüy'et
172) İbn Ebî Dünya, Rüy'et

*29.Şeyhlerin Rüyaları

Meşâyihten biri şöyle anlatıyor: Rüya âleminde Mütemmim ed-Durakî'yi görüp kendisine 'Efendim! Allah Teâlâ size ne gibi bir muamele yaptı?' diye sordum. Şöyle dedi: 'Cennetlerde gezdirildim. Bana denildi ki: 'Ey Mütemmim! Cennetlerde herhangi birşeyi beğendin mi?' Dedim ki: 'Ey Mevlâm! Hayır!' Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Eğer herhangi bir şeyi beğenseydin, seni ona havale edip kendime seni vâsıl etmeyecektim!'

Yusuf b. Hüseyin173 rüya âleminde görülüp kendisine 'Allah sana nasıl bir muamele yaptı?' diye soruldu. Cevap olarak 'Allah beni affetti!' dedi. 'Allah seni neden affetti' diye sorulunca, şöyle cevap verdi: 'Ben hiçbir zaman ciddi bir ameli, gayr-ı ciddi bir şeyle karıştırmadım'.

Mansûr b. İsmail'den şöyle rivayet ediliyor: Rüyada Abdullah el-Bezzârî'yi görüp 'Allah sana ne yaptı?' dedim. Cevap olarak dedi ki: 'Beni huzurunda durdurup ikrar ettiğim her günahımı affetti. Ancak utanıp söyleyemediğim bir günah kaldı. Allah Teâlâ, beni yüzümün eti düşünceye kadar ter içerisinde durdurdu (sonra onu da affetti). Bunun üzerine 'O günah ne idi?' diye sorunca, cevap olarak dedi ki: 'Güzel bir oğlana bakıp onu beğenmiştim! Bunu söylemeye utandım!'

Ebû Cafer es-Seydelânî şöyle anlatıyor: "Rüyada Hz. Peygamberi (s.a) gördüm. Etrafında fakirlerden bir grup vardı. Biz bu durumda iken gök yarıldı. İki melek gökten iniverdi. Birinin elinde bir leğen, öbürünün elinde bir ibrik vardı. Leğen Hz. Peygamber'in huzuruna bırakıldı. Hz. Peygamber elini yıkadı.

Fakirler de ellerini yıkadılar. Sonra leğenin benim önüme konmasını emretti. Meleklerden biri diğerine 'Onun eline su dökme! Çünkü o fakirlerden değildir!' deyince, Hz. Peygambere hitaben dedim ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! Senden 'Kişi sevdiğiyle beraberdir!' sözü gelmedi mi?" Hz. Peygamber 'Evet!' dedi. Ben de 'Muhakkak ki seni ve şu fakirleri seviyorum!' dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber meleğe 'Onun eline de su dök! O da fakirlerdendir!' dedi".

Cüneyd-i Bağdadî şöyle anlatıyor: 'Rüyada halka vaazediyorum. Bunun üzerine bir melek önüme dikilip 'Allah'a yaklaştırıcı vesilelerinin en yakını nedir?' dedi. Cevap olarak 'Doğru bir terazi ile ölçülen gizli bir ameldir' dedim. Bunun üzerine melek 'Allah'a yemin ederim! Bu uygun bir sözdür' diyerek gitti".

Mücemmî174 rüyada görülüp kendisine 'İşi nasıl buldun?' denildi. Cevap olarak dedi ki: 'Dünya hakkında zâhid olanların dünya ve ahiret hayrını elde ettiklerini gördüm'.

Şam halkından bir kişi Alâ b. Ziyad'a175' Rüyada seni cennette gördüm' dedi. Bunun üzerine yerinden kalktı, adama yaklaştı ve 'Belki şeytan beni azdırmak istedi, başaramadı. Bu sefer beni mağrur edip helâk etmek için seni gönderdi' dedi.176

Muhammed b. Vasî şöyle demiştir: 'Rüya mü'mini sevindirir, fakat gururlandırmaz! (Aksi takdirde felâkettir!)'
Salih b. Bişr şöyle demiştir: Atâ Selümî'yi rüyada görüp sordum: 'Allah sana rahmet ede! Sen dünyada kusurlu oluşuna pek fazla üzülürdün. (Acaba sana ne yapıldı?)' Dedi ki: 'Dikkat edilsin! Allah'a yemin ederim, o üzüntü, arkasından bana uzun bir rahat ve daimî bir sevinç bıraktı!' Bunun üzerine sordum: 'Derecelerin hangisindesin?' Cevap olarak dedi ki: 'Allah'ın nimetlendirdiği peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihlerle beraberim!' Zurare b. Ebî Evfa'dan177 rüya âleminde şöyle soruldu: 'Sizin nezdinizde amellerin hangisi daha üstündür?' Cevap olarak dedi ki: 'Allah'ın hükmüne razı olmak ve emeli kısaltmak!'

Yezid b. Mez'ûr şöyle anlatıyor: Evzâî'yi rüyada görüp 'Ey Ebû Amr! Beni öyle bir amele muttali et ki onunla Allah'a yaklaşayım!' dedim, O da şöyle dedi: 'Orada âlimlerin derecesinden daha yüksek bir derece görmedim. Sonra kusurları için üzülenlerin derecesi gelir'.

Râvî der ki: 'Yezid yaşlı bir ihtiyar idi. İki gözü kör oluncaya kadar durmadan ağladı'.
İbn Uyeyne şöyle diyor: Rüyada kardeşimi görüp: 'Ey kardeşim! Allah sana ne yaptı?' diye sordum. Cevap olarak dedi ki: 'Affını talep ettiğim her günahı bağışladı. Affını talep etmediğim günahları da affetmedi'.

Ali et-Talhî şöyle diyor: Rüyada dünya kadınlarına benzemeyen bir kadın görüp sordum:
- Sen kimsin?
- Bir huriyim!
- Benimle evlenir misin?
- Beni efendimden iste ve mehrimi ver de evlenelim.
- Senin mehrin nedir?
- Nefsini dünyanın âfetlerinden alıkoymandır!

İbrahim b. İshak el-Harbî şöyle diyor: Harun Reşid'in hanımı Zübeyde'yi178 rüyada görüp sordum:
- Allah sana nasıl muamele yaptı?
- Beni affetti!
- Mekke yolunda infak ettiğin maldan ötürü mü?
- İnfak ettiğim malların ecirleri sahiplerine gitti. Benim niyetimden ötürü Allah Teâlâ beni affetti.

Süfyan es-Sevrî vefat ettiğinde rüyada görülüp kendisine 'Allah sana ne yaptı?' diye sorulunca, dedi ki: İlk adımımı köprüye, ikinci adımımı cennete attım; köprüyü kolayca geçtim'.

Ahmed b. Ebî el-Havarî şöyle diyor: 'Rüyada bir cariye gördüm. Ondan daha güzelini görmemiştim. Yüzü pırıl pırıl parlıyordu. Ona dedim ki:
- Yüzünün nuru nereden geliyor?
- O ağladığın geceyi hatırlıyor musun?
- Evet!
- Gözyaşlarını topladım. Onunla yüzümü sıvazladım. İşte yüzümün ışığı ondandır.

Kettânî şöyle anlatıyor: Cüneyd'i rüyada görüp kendisine 'Allah sana nasıl bir muamele yaptı?' diye sordum. Dedi ki: 'İşaretler dağıldı, ibareler gitti. Biz ancak geceleyin kılmış olduğumuz iki rek'at namazın sevabını gördük'.

Zübeyde rüyada görüldü ve kendisine 'Allah sana ne gibi bir muameleyi reva gördü?' diye soruldu. Dedi ki: Allah Teâlâ şu dört kelimeden ötürü beni bağışladı:
1. Lâ ilâhe illâllahl Ömrümü bununla tüketirim.
2. Lâ ilâhe illâllahl Bununla kabrime girerim.
3. Lâ ilâhe illâllahl Bununla tek başıma kalırım.
4. Lâ ilâhe illâllahl Bu kelime ile rabbime mülâki olurum.

Bişr el-Hafî rüyada görüldü 'Allah sana bir muamele yaptı?' diye sorulunca, cevap olarak dedi. "Rabbim bana rahmet ederek Ey Bişr! Benden niçin utanmadın? Neden o kadar korkuyordun?' dedi".

Ebû Süleyman rüyada görülüp 'Allah Teâlâ sana ne gibi bir muamele yaptı' diye sorulunca 'Allah bana rahmet eyledi. (Ahiret âleminde) insanların dünyada parmakla beni göstermelerinden daha zararlı birşey ile karşılaşmadım' dedi.

Ebû Bekir el-Kettânî şöyle diyor: "Rüyada bir genç gördüm. Ondan daha güzel birini görmüş değildim. Ona dedim ki:
- Sen kimsin?
- Ben takvâ'ymı!
- Nerede durursun?
- Üzüntülü kalplerde dururum!
Sonra dönüp baktım. Simsiyah bir kadın gördüm ve dedim ki:
- Sen kimsin?
- Ben hastalığım!
- Sen nerede durursun?
- Her sevinen ve çok ferahlı bulunan kalpte dururum! Uyandım ve mecbur olmadıkça bir daha gülmemeye söz verdim".

Ebû Said el-Harraz şöyle diyor: Rüyada İblis'in sırtıma bindiğini gördüm. Bunun üzerine asayı alıp ona vurmak istedim. Fakat benden ürkmedi. Bunun üzerine gaibden bir ses kulağıma geldi: 'İblis asadan korkmaz, ancak kalpte bulunan bir nurdan korkar dedi.

Mesuhî şöyle diyor: "Rüyada İblis'i çıplak olarak yürürken görüp dedim ki:
- Ey İblis! İnsanlardan utanmıyor musun?
- Allah aşkına doğru söyle! Bunlar insan mı? Eğer insan olsaydılar gece gündüz onlarla çocukların topla oynadığı gibi oynayamazdım. Gerçek insanlar bunlardan başka bir kavimdir ki onlar
beni hasta ettiler. Şeytan bunu söylerken bizim eliyle sûfî arkadaşlarımıza işaret etti".

Ebû Said el-Harraz şöyle anlatıyor: Dımeşk (Şam)'da kalırken rüyamda Hz. Peygamber'in (s.a) Hz. Ebubekir ile Ömer Faruk'un omuzlarına yaslanarak bana gelip tam yanımda durduğunu gör-düm. Ben de bir şeyler söyleyen (meczûb gibi) göğsümü yumrukladım. Bunun üzerine şöyle dedi: 'O yaptığının şerri hayrından daha fazladır!

İbn Uyeyne'den şöyle rivayet ediliyor: "Süfyan Sevrî'yi rüyamda cennette gördüm. Bir ağaçtan bir ağaca uçarak şöyle di-yordu: İşte çalışanlar, bunun için çalışsınlar'. Bunun üzerine 'Bana nasihat et!' dedim. İnsanlarla tanışmayı azalt!' dedi".

Ebû Hatim er-Razî, Kabise b. Ukbe'den şöyle rivayet ediyor: Süfyan es-Sevrî'yi rüyamda gördüm. 'Allah sana nasıl bir muamele yaptı?' diye sorunca şu şiiri okudu: "Rabbime baktım ve şifahî olarak konuştum. Bana 'Ey Ebû Said! Gözün aydın olsun; zira sen gece karardığında çok ibadet ederdin. Hem de aşık bir kimsenin gözyaşları ve kuvvetli bir kimsenin kalbiyle bunu yapardın. Öyleyse gel! Hangi köşkü istersen seç! Beni ziyaret et! Zirâ ben senden ırak değilim!' dedi".

Şiblî ölümünden üç gün sonra rüyada görüldü ve kendisine 'Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' diye soruldu. Cevap olarak dedi ki: 'Ben ümitsiz oluncaya kadar hesaba çekti. Ümitsizliğimi görünce rahmetiyle beni örttü!'

Benî Amir'in mecnunu (Kays b. Meluh) ölümünden sonra rüyada görüldü ve kendisine soruldu:
- Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?
- Beni affetti ve aşıklara karşı beni delil kıldı.

Süfyan es-Sevrî rüyada görülüp 'Allah sana ne yaptı?' diye sorulunca 'Bana rahmet etti!' cevabını verdi. 'Abdullah b. Mübarek'in durumu nedir?' diye sorulunca, 'O, günde iki defa rabbinin huzuruna girip çıkanlardandır' dedi.

Seleften biri rüyada görülüp hali soruldu. Cevap olarak dedi ki: 'Bizi hesaba çektiler. İnceden inceye hesap gördüler. Sonra minnet ederek bizi âzâd ettiler'.
İmam Mâlik b. Enes (r.a) rüyada görülüp 'Allah sana ne yaptı?' diye sorulunca, cevap olarak şöyle dedi: Hz. Osman'ın, bir cenazeyi gördüğünde tekrarladığı bir kelimeden ötürü Allah Teâlâ beni affetti. O kelime şudur: 'Ölmez, diri, âlim ve kadir olan Allah ortaktan münezzehtir'.

Hasan Basrî öldüğü gece rüyada görüldü ki ona göklerin kapıları açıldı. Bir tellâl İyi bilin ki Hasan Basrî, rabbi kendisinden razı olduğu halde rabbinin huzuruna vardı' diyordu.

Câhız179 rüyada görülüp 'Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' diye sorulunca 'Sakın kıyamet günü, gördüğünde seni sevindirecek birşeyden başkasını elinle yazma! dedi.

Cüneyd-i Bağdadî, İblis'i rüyasında çıplak olarak gördü ve ona İnsanlardan utanmıyor musun?' diye sorunca, İblis 'Şunlar insan mıdır? Gerçek insanlar, Şevniziyye mescidinde bulunan insanlardır ki benim bedenimi zayıf düşürüp, ciğerimi yaktılar' dedi.

Cüneyd dedi ki: Uyandığımda Şevniziyye mescidine gittim. Orada başlarını dizlerinin üzerine koyup düşünen bir cemaat gördüm. Onlar benim geldiğimi görünce 'Sakın o melunun konuşması seni aldatmasın!' dediler.

Nesrabazî180 öldükten sonra Mekke'de rüyada görülüp 'Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' diye sorulunca "Eşrafın kınandığı gibi kınandım. Sonra 'Ey Ebû Kasım! Birleşmeden sonra ayrılma var mıdır?' diye çağrıldım ve 'Ey celâl sahibi! Hayır, yoktur' dedim. Bu bakımdan lâhdime konulmadan önce rabbimin huzuruna vâsıl oldum" diye cevap verdi.

Utbet'ül-Gulâm, rüyasında güzel bir surette bir cennet hurisi gördü ve huri dedi ki: 'Ey Utbe! Sana aşığım! Dikkat et! Benimle arana perde olacak bir amel işlemeyesin!' Bunun üzerine Utbe dedi ki: 'Dünyayı üç talâkla boşadım. Sana varıncaya kadar artık o dünyayı tekrar nikâhımın altına almam'.

Eyyûb es-Sahtiyânî âsi bir kimsenin cenazesini gördü. O cenazenin namazını kılmamak için dehlize girdi. Bunun üzerine, (zamanın erenlerinden) biri o ölüyü rüyada görüp 'Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' diye sorunca 'Allah beni affetti' dedikten sonra şunları söyledi: Ebû Eyyub'a şu ayeti okuyup hatırlat:
De ki: 'Eğer rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız sarfetmek(le tükenir) korkusuyla (onu) tutar (kimseye birşey vermez)diniz. Hakîkaten insan çok cimridir'. (İsrâ/100)

Seleften biri şöyle demiştir: Dâvûd et-Tâî'nin vefat ettiği gecede bir nur, gökten inen melekler ve yerden göğe çıkan melekler gör-düm ve 'Bu hangi gecedir?' diye sorduğumda, dediler ki: 'Dâvûd et-Tâî'nin vefat ettiği gecedir. Onun ruhunun gelmesi için cennetler süslendirilmiştir'.

Ebû Said el-Şahham şöyle diyor: Sehl es-Salukî'yi rüyamda gördüm ve dedim ki:
- Ey Şeyh!
- Şeyh kelimesiyle çağırmayı bırak!
- O sende gördüğüm haller ne oldu?
- Onların hiç biri bize fayda vermedi!
- Allah sana ne yaptı?
- Halk tabakasının sormuş olduğu birtakım meselelerden dolayı Allah Teâlâ beni affetti.

Ebû Bekir er-Keşidî181 şöyle diyor: Bu ümmetin rabbânîsi olan Muallim Muhammed et-Tûsî'yi rüyamda gördüm.
Bana Müeddib Ebû Said es-Saffar'a şu şiiri iletmemi söyledi. 'Biz hevâdan (sevgiden) caymak üzere sözleşmiştik. Kalbin hayatına yemin ederim ki siz döndünüz, biz dönmedik!' Uyanınca bunu kendisine söyledim. 'Onun kabrini her cuma günü ziyaret ediyordum. Bu geçirdiğimiz cuma ziyaret etmedim' dedi.

İbn Râşid182 şöyle diyor: Ölümünden sonra İbn Mübarek'i rüyamda görüp sordum:
- Sen daha önce varmamış miydin?
- Evet!
- Allah sana ne gibi bir muameleyi yaptı?
- Beni öyle bir affa tâbi tuttu ki her günahı kapsadı.
- Süfyan es-Sevrî ne oldu?
- Ne mutlu ona! O, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerledir.

Rebî Süleyman der ki: İmam Şafiî'yi ölümünden sonra rüyada görüp 'Ey Ebû Abdullah! Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' dedim. Cevap olarak 'Beni altından yapılmış bir kürsüye oturttu. Başımın üzerine berrak inciler saçtı' dedi.

Hasan Basrî'nin arkadaşlarından biri, Hasan'ı öldüğü gece onu rüyasında gördü ve bir tellâl şöyle bağırıyordu:
Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim âlini ve İmrân âlini seçip âlemlere üstün kıldı.(Al-i İmran/33) "Hasan Basrî de zamanın ehli üzerine seçkin kılındı".

Ebû Yakub ed-Dakikî şöyle diyor: Rüyamda bana esmer, uzun boylu ve halkın kendisine tâbi olduğu biri gösterildi. 'Bu kimdir?' diye sordum 'Veysel Karanî'dir' dediler. Ona varıp dedim ki: 'Allah sana rahmet etsin. Bana nasihat et!' dedim. Bunun üzerine yüzüme somurtarak baktı. 'Ben irşad talep eden bir kimseyim! Allah seni irşad etsin! Beni irşad eder misin?' dedim. Bunun üzerine bana yönelerek 'Sevgisinin yanında rabbinin rahmetine tâbi ol! Mâsiyet zamanında azabından korun! Bununla beraber Allah'tan ümidini kesme!' dedi. Sonra beni bırakıp gitti.

Etu Bekir b. Ebi Meryem şöyle diyor: diyor: Verka b. Bişr el-Hazramî'yi rüyamda gördüm ve dedim ki:
- Ey Verka! Sen ne yaptın?
- Bütün yorgunluktan sonra kurtuldum.
- Hangi amelleri daha faziletli gördün?
- Allah korkusundan ağlamayı!
Yezid b. Nuame şöyle diyor: Büyük vebada bir kız çocuğu öldü. Babası onu rüyada görüp kendisine 'Ey kızım! Bana ahiretten haber ver?' dedi. Kız dedi ki: 'Babacığım! Biz büyük bir işin üzerine vardık. Biliyoruz ama yapamıyoruz. Siz yapıyor ama bilmiyorsunuz! Allah'a yemin ederim, bir veya iki tesbih etmek, bir veya iki rek'at namaz kılmak benim nezdimde dünya ve dünyadaki şeylerden daha değerlidir'.

Ütbet'ül-Gulam'ın arkadaşlarından biri şöyle diyor: Utbe'yi rüyada görüp 'Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' dedim. Dedi ki: 'Evinde yazılı bulunan o duanın yüzü suyu hürmetine cennete girdim'. Sabahladığımda evime baktım ki Utbet'ul-Gulam'ın yazısı evin duvarında duruyor. Dua şöyleydi:
Ey sapıtanlara hidayet eden! Ey günahkârlara rahmet eden! Ey kayanların kayışlarını affeden! Büyük tehlike sahibi olan kuluna ve bütün müslümanlara rahmet eyle! Bizi rızıklanan ve kendisine nimet verdiğin peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerle beraber kıl! Ey âlemlerin rabbi! Duamızı kabul buyur!

Musa b. Hammad şöyle diyor: Rüyamda Süfyan Sevrî'yi cen-nette gördüm. Bir hurma ağacından öbürüne uçuyordu. Ona dedim ki:
- Ey Ebû Abdullah, bu dereceye ne ile nâil oldun?
- Takvâ ile!
- Ali b. Asım'ın183 durumu nedir?
- O yıldız gibi, yüksek dereceye ulaşmıştır.

Tâbiîn-i kiramdan bir kişi rüyasında Hz. Peygamberi gördü ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana nasihat et' dedi. Hz. Peygamber 'Eksiğini kontrol etmeyen bir kimse eksiktir. Eksik olan bir kimse için ölüm daha hayırlıdır' dedi.

İmam Şâfiî (r.a) şöyle diyor: "Bugünlerde bana öyle birşey isabet etti ki beni huzursuz kıldı ve üzdü. Allah'tan başkası o musibete muttali olmadı. Dün gece rüyamda biri bana geldi ve 'Ey İdris'in oğlu Muhammed!' dedikten sonra şu duayı okudu: Ey Allahım! Ben nefsim için ne fayda, ne zarar, ne ölüm, ne de hayat verebilirim. Öldükten sonra kabirden kalkmaya da gücüm yetmez. Senin verdiğinden başkasını almaya gücüm yoktur. Koruduğundan başkasından korunamam. Ey Allahım! Sevdiğin ve razı olduğun söz ve amele beni muvaffak kıl!' dedi. Sabahladığımda duayı tekrar ettim. Gün bittiği zaman Allah Teâlâ bana istediğimi verdi. İçinde bulunduğum darlıktan kurtulma yolunu bana gösterdi. Siz de bu duayı yapıp bunlardan gafil olmayınız!"184

İşte buraya kadar söylediklerimiz, ölülerin hallerine ve Allah'a yaklaştırıcı amellere delâlet eden mükâşefe'den bir nebzedir. Biz bunlardan sonra sûr'un üfürülmesinden, cennet veya cehennemde karar kılıncaya kadar ölülerin önündeki durumlardan bahsedeceğiz. Hamd Allah'a mahsustur. Şükredenlerin hamdi ile Allah'a hamd ederiz!

173) Künyesi Ebû Yakub'dur. Zamanında Ruyin şeyhi idi. H. 304'de vefat etmiştir.
174) Yusuf b. Hüseyin et-Teymî, muttaki ve cömert bir zattı. Hilye ricalindendir.
175) el-Adevî el-Basrî. Âbid bir zattı.
176) Yani 'Beni gururlandırıp helâk etmek mi istiyorsun?'
177) el-Âmirî el-Basrî. Âbid ve sika bir zattı.
178) Ümmü Cafer Zübeyde, Cafer el-Mansur'un kızıdır.H.165'de Harun Reşid ile Abbasî sarayında evlendi.
179) Amr b. Bahr Ebû Osman Câhız Basralıdır. Mutezile'nin Câhıziye kolunun imamıdır. H. 255?de vefat etmiştir.
180) Adı, Ebû Kasım İbrahim b. Muhammed'dir, Horasan'ın şeyhidir.
Şiblî'nin sohbetinde bulunmuştur. H. 366'da Mekke'de mücavir olup, 367'de orada vefat etmiştir. Hadîs âlimi idi.
181) Ebû Bekir Muhammed b. Mahmûd b. Abdullah, Nişaburlu bir fakîhtir.
182) el-Huzaî el-Basrî.
183) Tam adı Ali b. Asım b. Suheyb el-Vasıtî'dir. H. 20İ'de vefat ettiğinde 90 yaşını geçmişti.
184) Beyhâkî

*30.Sûrfun Üfürülmesinden İtibaren Cennet veya Cehennem'de Yerini Alıncaya Kadar Ölünün Halleri, Önündeki Dehşetin ve

Bu bölümde sûr'a üfürülmesi bahsi, mahşer günü, mahşer ehli, mahşer ehlinin durumu, kıyamet gününün uzunluğu, kıyametin dehşetleri ve isimleri, günahların soruşturulması, mizan, hasımlar ve zulümlerin durumu, sırat, şefaat, havz'un durumu, cehennemin azapları ve oradaki yılan ve akreplerin durumu, cennetin ve cennetin nimetlerinin durumu, cennetlerin sayısı, kapıları köşkleri, duvarları, nehirleri, ağaçları, cennet ehlinin elbiseleri, yataklarının durumu, yemeklerinin, huri ve vildanlarmın durumu, Allah Teâlâ'nın cemâline bakmak ve Allah'ın rahmetinin genişliği beyan edilmiştir.
Allah'ın izniyle İhyâ-i Ulûm'id-Dîn adlı eserimiz bu bölümle birlikte sona erecektir.

*31.Sûr'a Üfürülmenin Keyfiyeti

Geçen ölümün dehşetleri bölümünde ölünün hallerinin şiddetini, sonuç korkusunu, sonra kabir karanlığında çektiği zahmetleri, kabir haşeratmın tehlikesini, sonra Münker Nekir'in suallerinin tehlikesini, sonra ölü gazaba uğramışsa kabrin azap ve tehlikesini bildirmiştik.

Bütün bunlardan daha tehlikelisi, ölümden başka sûr'a üfürülmesi, kabirlerden haşrolunma, Cebbâr'ın huzuruna arzedilme, az ve çok her şeyden sorulma, mizan'm kurulması, sonra incelik ve keskinliğine rağmen köprüden geçme, sonra hüküm, saadet veya şekavetle çağrılmayı beklemektir. Bunlar bilinmesi, sonra kesinlikle inanılması gereken dehşet verici hallerdir. Kalbinde bunlara hazırlanma azminin gelişmesi için bu hususta düşünmek gerekir. Son güne olan iman, insanların çoğunun kalbinde yerleşmemiş ve kalplerinin derinliğine nüfuz etmemiştir. Bunun böyle olduğuna delâlet eden durum, insanların yazın sıcağına ve kışın soğuğuna fazlasıyla hazırlanıp tedbir almaları, cehennem sıcağı için tedbir almayıp gevşeklik göstermeleridir.

Evet, insanlara son gün sorulduğunda dilleriyle son günün hak olduğunu söylerler, fakat kalpleri ondan gafildir. Oysa önünde zehirli yemek olduğunu haber alan bir kimse kendisine bu haberi veren arkadaşına 'sen doğru söyledin' deyip sonra o yemeği almak için elini uzatırsa, bu kimse haber vereni diliyle tasdik etmiş, ameliyle yalanlamış olur. Amelin yalanlaması, dilin yalanlamasından daha beliğdir.

Nitekim bir hadîs-i kudsî'de şöyle buyurulmuştur:
Âdemoğlu bana küfrediyor. Oysa bana küfretmesi uygun değildir. Beni yalanlıyor. Oysa beni yalanlaması uygun değildir. Bana küfretmesi 'Allah'ın çocuğu vardır!' demesidir. Beni yalanlaması 'Allah bizi başlangıçta yarattığı gibi, ikinci bir defa diriltemez' demesidir.185

Kalplerin, ölümden sonra dirilmek, kabirlerden haşre gönderilmek hususundaki tasdik ve yakînin kuvvetinden gevşemesi, dünyada bu gibi şeylerin az anlaşılmasından neşet eder. Eğer insan hayvanların üremesini müşahede etmeseydi ve ona 'Bir usta vardır. Pis olan meniden şu suretlendirilmiş, akıllı, konuşkan ve tasarruf sahibi insan gibisini yapar' denilseydi, muhakkak iç âlemi bunu tasdik etmekten şiddetle kaçardı.
İnsan bizim kendisini nasıl bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki şimdi aşikâr bir mücadeleci kesiliverdi?! (Yâsîn/77)

İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır? Kendisi dökülen bir meniden bir nutfe değil mi? Sonra kan pıhtısı oldu da (rabbi onu) yarattı, şekil verdi. Ondan iki çifti; erkeği ve dişiyi var etti. (Kıyâmet/36-39)

Âdemoğlunun yaratılışındaki acaiplikler, âzalarındaki terkibin değişikliği, ölümden sonra tekrar dirilmesindeki acaipliklerden daha fazladır. Öyle ise Allah'ın sanat ve kudretinde bu durumu müşahede eden bir kimse, diriltilip haşre gönderilmeyi nasıl inkâr eder? Eğer imanında zafiyet varsa, birinci yaratılışa da dikkat etmek suretiyle imanını kuvvetlendir; zira ikinci yaratılış da onun gibi, belki ondan daha kolaydır. Eğer kuvvetli bir imana sahip isen, kalbine korku ve tehlikeleri sezdir. Onlar hakkında çok düşünüp ibret al! İbret al ki kalbinden dünya nimetlerini atıp Cebbâr'ın huzuruna çıkmak için hazırlık yapabilesin. Önce kabir sakinlerinin kulağına gelen sûr'un üfürülmesi hakkında düşün! Bu üfürülme, bir tek sayhadır. O sayha ile kabirler yarılıp ölüler kabirlerinden fırlar. Kendini yüzün kararmış, bedenin tepeden tırnağa kadar topraklanmış, o üfürülüşün şiddetinden şaşkın bir şekilde kalkmış farzet. Gözün, sesin geldiği istikamete doğru di-kilmiş, herkes uzun zaman zahmet çektikleri mezarlardan sıçramıştır. Üzüntülere, gamlara ve işin neticesini beklemenin şiddetine, onları rahatsız eden o dehşet ve korku da eklenir.

Sûr'a üflendi, göklerde ve yerde olanlar (korkudan) düşüp bayıldı(lar). Ancak Allah'ın dilediği kaldı. Sonra ona bir defa daha üflendi, birden onlar kalktılar, bakıyorlar (ne olacağını bekliyorlar).
(Zümer/68)

O sûr'a üfürüldüğü zaman, işte o gün çetin bir gündür. Kâfirler için kolay değildir. (Müddessir/8-10)

Ve 'Eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit (ettiğiniz azap) ne zaman (gelecek)?" diyorlar. Onların işi sadece korkunç bir sese bakar. Çekişip dururlarken ansızın o kendilerini yakalar. Artık ne bir tavsiye yapabilirler, ne de ailelerine dönebilirler. Sûr'a üflendi. İşte onlar kabirlerinden (kalkıp) rable-rine koşuyorlar. Dediler: 'Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahman'ın va'dettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş! (Yâsin/48~52)

Eğer ölülerin önünde o sûr'a üfürülüşün dehşetinden başka hiçbir azap olmasaydı, yine de ondan korunmak gerekirdi. Çünkü o, öyle bir üfürülüş ve sayhadır ki onunla göklerde ve yerde ne varsa Allah'ın istisna ettiği bazı melekler hariç ölürler.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ben nasıl nimetleneyim? Oysa sûr'a üfürmek içn bekleyen melek sahibi boruyu dudaklarının arasına almıştır; Allah ne zaman emir verecek diye kulaklarını açmış beklemektedir.186

Mukatil b. Süleyman187 der ki: 'Hadîste geçen sûr, boynuzdur. İsrafil (a.s) ağzını, boru gibi boynuzun üzerine kor! Boynuzun ağzı, gökler ile yer genişliği kadardır. İsrafil (a.s) gözünü arşa dikip ne zaman kendisine emir verilecek diye bakar. Sûr'a üfürüldüğünde, yerde ve gökte olanlar, dehşetten ölürler. Ancak Allah'ın istisna ettiği Cebrâil, Mikâil, İsrafil ve ölüm meleği olan Azrâil kalır. Sonra Allah Teâlâ ölüm meleğine, Cebrail'in, sonra Mikâil'in, sonra İsrafil'in ruhlarını kabzetme emrini verir. Sonra ölüm meleğine emir verir, ölüm meleği de ölür. Halk, ilk üfürülüşten sonra kırk sene kalır. Bundan sonra Allah Teâlâ İsrafil'i diriltir. Ona ikinci defa sûr'a üfürmesini emreder'. Bu, şu ayetin mânâsıdır:
Sonra ona bir daha üflendi, birden onlar kalktılar, bakıyorlar (ne olacağını bekliyorlar).(Zümer/68)
Ayakta durmuş, mahşere gönderilmeyi beklerler.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ben peygamber olarak gönderildiğimde, sûr'un sahibine (İsrafil'e) sür'u ağzına alması için emir verildi. İsrafil de bir ayağını öne atıp diğerini geri çekti. Üfürme emrinin verilmesini bekliyor! Sûr'a üfürülmenin dehşetinden sakının!188

Bu bakımdan halkın durumunu, zilletlerini, perişanlıklarını, kabirden çıktıklarında sûr'a üfürülmenin dehşetini düşün! Kendileri hakkında verilecek saadet veya şekavet hükmünü bekleyişlerinin zilletini düşün! Sen de onlar gibi şaşkınlık ve dehşet içinde olacaksın. Eğer sen dünyada iken lüks içinde yaşayan zen-gin kimselerden isen yeryüzündeki padişahlar bile o günde, mahşer ehlinin en zelili, en değersizidirler. Onlar karıncalar gibi ayaklar altında ezilirler. İnsanlar bu durumda iken vahşi hayvanlar, sahralardan, dağlardan başları eğik, insanlardan ürkmelerine rağmen insanlara karışıp kendilerini kirleten bir günahları olmaksızın, haşr gününün dehşetinden ötürü zelil oldukları halde gelirler. Onları, ancak sûr'a üfürülmenin dehşeti haşre ge-tirmiştir. Bu dehşet onları halktan kaçmak ve ürkmekten me-netmiştir. Bu da, şu ayetin mânâsıdır:
Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman!(Tekyîr/5)

Azgın şeytanlar, azgınlıklarından ve isyanlarından sonra haşre gelirler, Allah Teâlâ'nm huzuruna çıkmanın dehşeti içinde itaat ederler.

Bu manzarayı da şu ayet dile getirmiştir:
Rabbine and olsun ki onları ve şeytanları mutlaka toplayacağız. Sonra onları diz çökmüş vaziyette cehennemin etrafında dizleri üstü hazır bulunduracağız.(Meryem/68) Bu bakımdan oradaki halini düşün!

185) Buhârî
186) Belhlidir. Sadık ve fazıl bir zattı.
187) Tirmizî, (İbn Saîd'den)
188) Irâkî, rivayetin bu şekilde olmayıp İsrâfil, yaratılışın başlangıcından beri...' şeklinde rivayet edildiğini söylemiştir ki Buhârî de Tarih 'inde böyle rivayet etmiştir.

*32.Mahşer Yeri ve Mahşer Halkının Durumu

İnsanların kabirlerinden kalktıktan sonra yalınayak, başıkabak ve sünnetsiz oldukları halde mahşer yerine nasıl sevkedildiklerine dikkat et! Mahşer yeri beyaz ve düz bir bölgedir. Orada ne bir çukur, ne de bir tümsek görürsün. Mahşer yerinde, yüksek bir yer yoktur ki insan onun arkasında gizlensin. Orada bir çukur yoktur ki insan orada gözlerden kaybolsun. Orada farklılık yoktur, basit bir topraktır. İnsanlar cemaatler halinde oraya sevkolunurlar. Sınıflarının değişikliklerine rağmen çeşitli bölgelerden insanları bir araya getiren Allah, ortaktan münezzehtir. Onları Radife'nin arkasından gelen Racife ile şevkettiğini hatırla!
Racife, sûr'un birinci, Radife de ikinci üfürülüşüdür. O gün kalplere ızdırap, gözlere korkaklık yakışır.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
insanlar kıyamet gününde bembeyaz, kepekten arınmış undan yapılan bir ekmek gibi (dümdüz), içinde sığınağı olmaayan bir arazi üzerinde haşrolunur.189

Râvî (kendisinden bunun mânâsı sorulduğunda) dedi ki: "Hadîsin metninde geçen Urfa gözalıcı beyaz olmayan demektir. Nâki ise'kepekten arınıp elenmiş un demektir. Mâlem ise, örten bir bina, görmeye mâni olan bir değişiklik demektir.

O yerin dünya gibi olduğunu sanana; dünya ile aralarında isim benzerliğinden başka bir benzerlik yoktur.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
O gün arz başka arza, gökler de başka göklere çevrilecektir! (İbrahim/48)

İbn Abbas şöyle diyor: Yerde fazlalık ve eksiklik olur. Ağaçları, dağları, dereleri ve onlarda bulunan şeyler silinir. Ukaz panayırındaki deri gibi uzadıkça uzar. Gümüş gibi beyaz bir yerdir. Onun üzerinde ne bir kan akıtılmış, ne de bir hata işlenmiştir. Göklerinde güneşi, ay'ı ve yıldızları silinir.

Ey miskin! O günün dehşet ve şiddetini dikkatle düşün! İnsanlar ışıksız toplandıklarında üzerlerine göğün yıldızları saçılır. Güneş ve ay ışıksız kalır. Yeryüzü, lambaları söndüğünden dolayı karanlığa bürünür. İnsanlar bu halde iken gökler başlarının üzerinde dönmeye başlar. Kalınlığı beşyüz senelik yol almasına rağmen gök delinir. Melekler onun etrafına çekilirler. Göğün delinme sesinin kulaktaki şiddeti ve dehşeti ne de acaiptir!

Yine ne acaiptir ki o ânın dehşetinden gök, selâbet ve şiddetine rağmen çatlar, eritilmiş gümüş gibi akar. Ona bir sarılık karışır. O kırmızı deri gibi kırmızı bir çiçek olur. Gök eritilmiş kalay gibi olur. Dağlar da renkli yün gibi! insanlar göğe dağılmış çekirgeler gibi birbirlerine yalın ayak, başı kabak ve yaya oldukları halde karışırlar.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
İnsanlar yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz oldukları halde haşrolunurlar. Ter, onları gemlemiştir. Kulaklarının yumuşağına kadar varmıştır.190

Hz. Peygamber'in pâk zevcesi ve bu hadîsin râvisi Hz. Şevde191 der ki: Hz. Peygamber'e 'Vay! Ne ayıp, birbirimizi o durumda mı göreceğiz?' dedim.

Hz. Peygamber şöyle dedi:
O gün, onlardan her kişinin kendine yeter derecede işi vardır.(Abese/37)

Ne büyüktür o gün ki onda avretler açılır. Buna rağmen kimse kimsenin avret yerine bakamaz. Nasıl avretlere bakılacaktır? Oysa onların bazısı karınları üzerinde, bazısı da yüzleri üzerinde yürür-ler. Başkasına bakmaya güçleri yoktur.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
İnsanlar kıyamet gününde üç sınıf olarak haşrolunurlar: Birinci sınıf, yayalar ve yüzleri üzerinde sürünenlerdir!192

Bunun üzerine bir kişi 'Ey Allah'ın Rasûlü! Nasıl yüzleri üzerinde yürüyeceklerdir?' diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: 'Onları ayakları üzerinde yürüten Allah, yüzleri üzerinde yürütmeye de kâdirdir'

Ademoğlunun tabiatında alışmadığı şeyleri inkâr etme hususiyeti vardır. Eğer insanoğlu, karnı üzerinde süratle yürüyen yılanı görmeseydi, muhakkak ayak olmadan yürünebileceğini inkâr ederdi. Ayak üzerinde yürümeyi görmeyen bir kimseye göre ayak üzerinde yürümek de uzak bir şeydir. Bu bakımdan dünyadaki şeylere benzemiyor diye kıyametin acaipliklerinden herhangi bir şeyi inkâr etmekten sakın; zira sen dünyadaki acaiplikler sana görmeden önce arzolunsaydılar, onları şiddetle inkâr ederdin. Bu bakımdan kalbinde, suretini, çıplak, baş açık, zelil, korkak, şaşkın, dilsiz ve hakkında verilecek said veya şakî hükmünü beklediğin halde mahşerde durduğunu hazır bulundur. Bu hâle önem ver, çünkü bu büyük bir haldir.

189) Müslim ve Buhârî
190) Salebi, Beğavî, Müslim, Buhârî, Taberânî, Hâkim, İbn Merduveyh ve
Beyhâkî
191) Zem'a'nm kızıdır. Kureyşlidir, Hz. Hatice'den sonra Hz. Peygamber'in
ilk hanımıdır. H. 54'de vefat etmiştir.

*33.Terlemenin Keyfiyeti

Sonra mahlukların izdiham ve bir araya gelmelerini düşün. Hatta mahşer yerinde yedi gökle, yedi yerin melekleri, cinleri, şeytanları ve yırtıcı hayvanları bir araya gelir. Sıcaklığı kat kat olduğu ve dünyadaki hafifliği ağırlıkla değiştiği halde güneş üzerlerine doğar, iki yay arası kadar başlarına yaklaştırılır. Yeryüzünde Allah'ın arşının gölgesinden başka gölge kalmaz. O gölgede ancak mukarrebler gölgelenirler.

İnsanlar iki gruba ayrılır. Bir grup arşın gölgesinde, bir grup da güneşin altındadır. Güneş, hararetiyle onları kasıp kavurur! Güneşin hararetinden, güneşte duran grubun sıkıntı ve üzüntüsü pek fazladır. Sonra mahluklar izdihamın şiddetinden birbirlerini itip dururlar. Bu korkunç manzaraya, göklerin (ve yerin) Cebbâr'ı olan Allah'ın huzuruna arzolunmanın üzerine mahcubiyet, hacâlet ve hayanın şiddeti de eklenir. Güneşin, nefeslerin harareti ile kalplerin korku ve hayâ ateşiyle tutuşması bir araya gelir. Bundan dolayı da her kılın altından ter akar. Mahşer yerine akıp derecelerine göre bedenleri kaplar. Ter bazılarının dizlerine, bazılarının boğazına, bazılarının da kulak yumuşaklarına kadar yükselir. Bazıları da nerede ise ter denizinde boğulmak durumuna gelirler!

İbn Ömer, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
İnsanlar, âlemlerin rabbinin huzurunda kulaklarının yarısına kadar ter içinde kalıncaya kadar dururlar!193

Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kıyamet günü insanlar yetmiş kulaç yükselecek kadar terler. Öyle ki terler onları gemler (ağızlarına kadar yükselir), kulaklarına varır.194

İnsanlar ayaküstü, gözleri kırk sene göğe dikili olarak dururlar. Üzüntünün şiddetinden ter onları gemler (ağızlarına kadar varır).195

Ukbe b. Âmir, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kıyamet gününde güneş yere yaklaşır. Bu bakımdan insanlar terler, kiminin teri topuklarına kadar, kiminin teri baldırının yarısına kadar, kiminin dizlerine, kimininki böğrüne kadar, kiminin göğsüne kadar, kimininki de ağzına kadar çıkar,196

Hz. Peygamber eliyle ağzına işaret edip parmağıyla ağzını gemlendirdi. Yani 'Böyle olacaktır' dedi. 'Kimini de ter denizi tamamen kaplar'. (Bu cümleyi söylerken) eliyle başına işaret etti.
Ey miskin! Mahşer ehlinin teri ve üzüntülerinin şiddeti hakkında düşün! Onlar içerisinde bağırıp şöyle diyenler olur: 'Yârab! Beni şu üzüntüden ve bekleyişten cehenneme göndermekle olsa bile kurtar!'
Bütün bunlar insanoğlunun başına hesaptan da cezadan da önce gelir. Sen de o insanlardan birisin. Terin senin nerene kadar çıkacağını bilemezsin.

Bil ki Allah yolunda haccetmek, cihada gitmek, oruç tutmak, namaz kılmak, bir müslümanın ihtiyacını yerine getirmek için koşmak, emr-i bi'l-ma'ruf (iyiyi emretmek) ve nehy-i an'il-münker (kötüyü yasaklamak) yapmak suretiyle Allah yolunda dünyada iken dökülmeyen ter, mutlaka kıyamet günü Allah'tan hayâ ve korku duymaktan ötürü insandan akacaktır. Orada insanın üzüntüsü oldukça büyür. Eğer âdemoğlu cehalet ve gururdan kurtulsaydı, muhakkak ibadetlerin zorluklarında terlemeye tahammül göstermenin zahmetinin, kıyametteki bekleyiş ve üzüntüden dolayı terlemekten daha kolay olduğunu bilir, zaman bakımından da daha kısa olduğunu anlardı; zira kıyamet gününün şiddeti büyük ve müddeti uzundur.

193) Müslim, Buhârî
194) Buhârî, Müslim
195) İbn Adîy

*34.Kıyamet Günü'nün Uzunluğu

O gün insanların gözleri donakalır, kalpleri parçalanır, konuşamaz, işlerine bakamaz, 300 sene yemeden, içmeden ve herhangi bir esinti duymadan beklerler.
O gün insanlar âlemlerin rabbinin divanında dururlar.(Mutaffifîn/6)

Ka'b ve Katade bu ayetin tefsirinde İnsanlar 300 senelik bir zaman kadar dururlar3 demişlerdir..

Abdullah b. Amr (r.a) şöyle diyor: Hz. Peygamber (s.a) bu ayeti okudu, sonra şöyle dedi:
Allah Teâlâ, okların ok çantasında bir araya getirildiği gibi, uzunluğu 50.000 senelik olan bir günde sizi bir araya getirip yüzünüze bakmadığında haliniz ne olacaktır! 197

Hasan Basrî şöyle demiştir: "İnsanların 50.000 sene kadar bir zaman ayakta bekleyecekleri gün hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne bir lokma yemek yerler, ne bir yudum su içerler. Öyle ki neredeyse boyunları susuzluktan kopacak dereceye gelir. İçleri açlıktan cayır cayır yanar. Bu durumda yakan ateşe götürülürler. Ateşe götürülünce bir çeşmeden içerler. O çeşmenin suyu midelerini kasıp kavurur. O insanların durumları güç yetmeyecek raddeye varınca birbirlerine, Allah'ın katında şerefli olup kendileri için şefaat eden birini sorarlar. Onlar herhangi bir peygambere gittiklerinde o peygamber onları azarlayarak der ki: 'Beni bırakınız! (Ben ancak) nefsimle meşgul olurum. Durumum başkasının durumuna bakmaktan beni meşgul etti'. Peygamberlerin her biri Allah'ın gazabının şiddetinden dolayı müdahale edememesinden ötürü özür dileyerek 'Rabbimiz bugün öyle bir öfkelenmiş ki bugünden önce hiçbir za-man böyle öfkelenmemiştir ve bundan sonra da böyle öfkelenmez der. Bu durum, peygamberimiz şefaat edinceye kadar böylece devam eder. Peygamberimiz de ancak Allah'ın izin verdiği kimselere şefaat eder".
O gün Rahmân'ın kendisine izin verip sözünden hoşnud olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez. (Tâhâ/109)

O günün uzunluğu ve oradaki beklemenin zorluğu hakkında düşün! Düşün ki kısa hayatında günahlardan çekinmenin zahmeti sana hafif gelsin.

Şehvetlerden korunmaktan dolayı çektiği zahmetlerin şiddetinden irkilerek dünyada uzun bir zaman ölümü bekleyen bir kimsenin, kıyamet gününde beklemesi kısalır.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) kendisine kıyamet gününün uzunluğu sorulduğu zaman şöyle buyurmuştur:
Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun! O gün, mü'min için hafifleşir. Öyle ki dünyada kılmış olduğu farz namazdan daha hafif gelir!198

Bu bakımdan o mü'minlerden olmaya çalış! Ömründen bir nefes kalıncaya kadar, iş sana aittir, hazırlanmak elindedir. Kısa günlerde uzun günler için çalış! Sevincine nihayet olmayan bir kâr elde edersin. Ömrünü, dünyanın 7.000 senelik ömrünü ahirete nisbeten hakîr say! Çünkü 50.000 senelik bir günden kurtulmak için 7.000 sene sabretsen bile yine kârın çok, zahmetin az sayılır!


197) Irâkî hadisin ravisinin Abdullah b. Ömer olduğunu ve Taberânî rafından rivayet edildiğini söylemiştir.


*35.Kıyamet Günü, Dehşeti ve İsimleri


Ey miskin! Şânı büyük o gün için hazırlan! O gün ki zamanı uzun, sultanı kahir, vakti yakındır. O günün dehşetinden gök delinmiş, yıldızlar dökülmüş, pırıl pırıl parlayan güneş sönmüş, dağlar yerinden yürütülmüş, on aylık gebe develer terkedilmiş ve vahşi hayvanlar hasrolunmuştur!


Yine o gün denizler fıkır fıkır kaynar, ruhlar bedenlerle birleşir, cehennem alevlendirilir, cennet yaklaştırılır. Dağlar kumlar gibi dümdüz olur, yer dehşetli bir sarsıntı ile yarılır ve içindeki ağırlıklar dışarı çıkar.


Yine o gün insanların grup grup, amellerinin karşılığını görmek üzere çıktığını görürsün. O gün yer ve dağlar yayılır. İşte o günde kıyamet kopar, gök yarılır. Gök o günde zayıftır. Melekler göklerin etrafında dururlar. Rabbi'nin arşını o gün sekiz melek taşır, O günde siz rabbinize arzolunursunuz. O gün hiçbir şeyiniz gizli kalmaz. O gün dağlar yerinden yürütülür. Yeryüzü dümdüz olur, yeryüzü dağların altından çıktığından dümdüz görürsün. O gün ki kürre-i arz şiddetle sarsılır. Dağlar hurdahaş olup fezaya serpilmiş zerreler haline gelir. O gün ki insanlar fezaya yayılmış çekirgeler, dağlar da atılmış pamuk gibi olur. O gün emzikli kadın emzirdiğinden gafil kalır. Her gebe dehşetten yükünü düşürür. İnsanlar sarhoş olmadıkları halde onları sarhoş görürsün. Rabbinin azabı şiddetlidir. O gün yer, başka bir yerle değiştirilir. Gökler, başka göklerle değiştirilir. Hepsi vâhid, kahhar olan Allah'a hesap vermek için görünürler. O gün dağlar zerreler haline ve dümdüz bir saha haline gelir, orada ne bir ağaç, ne de bir tümsek görürsün.


O gün dağları, bulutların yürüdüğü gibi yürür gördüğün halde onları sâbit sanırsın. O günde gök yarılır. Kırmızı deri gibi sarı bir gül rengini alır. İşte o günde ne bir insan, ne de bir cinin günahı sorulmaz. O gün âsi bir kimse konuşmaktan menolunur. O günde cürümden sorulmaz. Kişi hemen perçeminden tutulur. O gün her nefis, yapmış olduğu hayrı önünde hazır görür. Yapmış olduğu şer ile arasında uzun bir mesafe olsa da onu da hazır bulur.


O gün her nefis ne hazırladığını bilir. Daha önce gönderdiğini veya geciktirdiğini görür. O günde diller konuşmaz, azalar konuşur.


O günün bahsi peygamberlerin efendisini ihtiyarlatmış tır. Hz. Ebubekir (r.a) Hz. Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Seni ihtiyarlamış görüyorum!' deyince,


Hz. Peygamber cevap olarak şöyle demiştir:
Hûd suresi ile arkadaşları beni ihtiyarlattı.199
Hûd sûresinin arkadaşları Vakıa, Mürselât, Nebe ve Tekvir sûreleridir.
Ey kurrâ! Senin okumandan nasibin ancak Kur'an'ı çiğnemen, onunla dilini kıpırdatmandır. Eğer okuduğunun hakkında düşünen bir kimse olsaydın, muhakkak ki peygamberlerin efendisi'nin saçını beyazlatan bir hükümden senin ödünün patlaması gerekirdi. Sen dilinin kıpırdanmasıyla kanaat ettikçe, Kur'an'ın meyvesinden mahrum kalırsın. Kıyamet bahsi de Kur'an'da zikredilen bahislerden biridir. Allah Teâlâ, kıyametin bazı dehşetlerini, isimlerini ve manalarını, insanların bilmeleri için anlatmıştır. İsimlerinin ve isimlerin çokluğundan maksat, onları tekrar etmek değil, akıl sahiplerini uyarmaktır. Öyleyse kıyametin isimlerinin her birinin altında bir sır, sıfatlarının her birinin altında bir mânâ vardır. Bu bakımdan o isim ve sıfatları öğrenmeye gayret et!



Biz şimdilik kıyametin sadece isimlerini zikredeceğiz:
Yevm'ul-kıyâme (kıyamet günü), yevm'ul-hasre (hasret günü), yevm'un-nedâme (pişmanlık günü), yevm'ul-muhasebe (muhasebe günü), yevm'ul-musâele (sual günü), yevm'ul-müsa-baka (müsabaka günü), yevm'ul-münakaşa (münakaşa günü), yevm'ul-münafese (mücahede-i nefis günü), yevm'uz-zelzele (zelzele günü), yevm'ud-demdeme (azabın devam ettiği gün), yevm'us-sâika (ölüm günü), yevm'ul-vâkıa (kıyamet ve şiddet günü), yevm'ul-kâria (felâket ve şiddet günü), yevm'ür-racife (sarsıntı günü), yevm'ür-radife (sûra ikinci üfürüş günü), yevm'ul-gaşiye (insanı örten felâketler günü), yevm'ud-dahiye (inen felâket günü), yevm'ul-âzife (yaklaşan saatin günü), yevm'ul-hakka (emirlerin hakikatları bildirilen gün), yevm'ut-tâmme (örten ve yücelen gün), yevm'us-sahha (bağrışma günü), yevm'ut-telâki (mülâkat günü), yevm'ul-firak (ayrılık günü), yevm'ul-me-sak (sevk günü), yevm'ul-kısas (kısas günü) yevm'ut-tenad (çağırma günü), yevm'ul-hisab (hesap günü), yevm'ulmeâ (dönüş günü), yevm'ul-azap (azap günü), yevm'ul-firar (kaçış günü), yevm'ül-karar (yerleşme günü), yevm'ul-lika (mülâkat günü), yevm'ul-beka (beka günü), yevm'ul-kaza (hüküm günü), yevm'ul-ceza (mücazat günü), yevm'ul-bela (imtihan günü), yevm'ul-bükâ (ağlama günü), yevm'ul-haşr (haşr günü), yevm'ul-vaîd (vaîd ve tehdid günü), yevm'ul-arz (arz günü), yevm'ul-vezn (tartı günü), yevm'ul-hakk (sübut günü), yevm'ul-hükm (hüküm günü), yevm'ul-fasl (hükmü karara bağlama günü), yevm'ul-cem (derleme günü), yevm'ulbaas (dirilme günü), yevm'ul-feth (feth günü), yevm'ul-hızy (rezalet günü), yevm'ül-azîm (büyük gün), yevm'ül-akîm (kısır gün), yevm'ül-asir (zor gün), yevm'üd-din (ceza günü), yevm'ul-yakîn (yakîn gün), yevm'ün-nüşur (yayılma günü), yevm'ul-masîr (dönüş günü), yevm'ün-nefha (üfürme günü), yevm'us-sayha (bağırma günü), yevm'ur-recfe (şiddetli ıztırap günü), yevm'ür-rücce (sarsıntı günü), yevm'uz-zecre (azarlama günü), yevm'us-sekre (sarhoşluk günü), yevm'ul-feza (korku günü), yevm'ul-ceza (üzüntü günü), yevm'ul-münteha (sonuç günü), yevm'ul-me'va (dönüş günü), yevm'ul-mîkat (vakit günü), yevm'ul-mîad (va'd günü), yevm'ul-mirsad (bekleyiş günü), yevm'ul-ğalâk (kitleme günü), yevm'ul-arak (ter günü), yevm'ul-if-tikar (fakirlik günü), yevm'ul-inkidar (bozuntu günü), yevm'ul-intişar (saçılış günü), yevm'ul-inşikak (yarılma günü), yevm'ul-vukuf (duraklama günü), yevm'ul-huruc (çıkış günü), yevm'ul-hu-lûd (ebediyyet günü), yevm'ut-tegabün (aldanma günü), yevm'ul-abus (şiddet günü), yevm'ül-ma'lûm (belli gün), yevmül mev'ud (va'd edilen gün), yevm'ül-meşhûd (hazır olma günü), yevm'ün lâ raybe fîh (şüphesi olmayan gün), yevme tüble's-serâir (içlerin im-tihan günü), yevme lâ teczî nef sun an nefsin şey'en (bir nefsin diğerinin cezasını çekmediği gün), yevme teşhasu fîh'il-ebsar (gözlerin dona kaldığı gün), yevme lâ yuğnî mevlen an mevlin şey'a (hiçbir yardımcının diğerine fayda veremediği gün), yevme lâ temlikü nefsün linefsin şey'en (bir nefsin diğeri için hiçbir şey sağlamadığı gün), yevme yüd'avne ilâ nâri cehenneme da'en (şiddetle cehennem ateşine insanların itelendiği gün), yevme yüs-habûne finnâri alâ vücûhihim (ateşte yüz üstü çekildikleri gün), yevme tükallebü vücûhühüm finnâri (yüzleri ateşte çevrildiği gün), yevme lâ yeczî vâlidün an veledihi (babanın evladı yerinde ceza görmediği gün), yevme yefirrul-mer'u min ahîhi ve ümmihî ve ebîhi (şahsın kardeşinden, babasından ve annesinden kaçtığı gün), yevme lâ yentikûn ve lâ yü'zenü lehüm feya'tezirûn (konuşamadıkları ve özür için izin verilmediği gün), yevme lâ me-radde lehû minallah (onun için Allah'tan koruyucu olmadığı gün), yevme hüm bârizûn (onların kabirlerinden belirdiği gün), yevmehüm alennâri yüftenûn (ateşle imtihan edildiği gün), yevme lâ yenfe'u mâlün ve lâ benûn (mal ve evladın fayda vermediği gün), yevme lâ tenfuz zâlimine ma'ziretühürn ve lehümül-lâ'ııe ve le-hüm sû'üddâr (zâlimlere mazeretlerin fayda vermediği, onlara lanet ve kötü yurt günü), yevme tereddü fîh'il-meâzir ve tüble's-se-râir ve tuzher'üd-demâir ve tükşefül-estar (mazeretlerin redde-dildiği, kalplerin denendiği gizlilerin açığa çıktığı, perdelerin kalktığı gün), yevme tahse'u lil-ebsar ve teskün'ül-esvat ve
yekıllü fîh'il-iltifat ve tebrüz'ul-hefiyyat ve tezher'ul-hatîat (gözlerin korktuğu, seslerin kesildiği, sağa sola bakmanın azaldığı, gizlilerin belirdiği, hataların göründüğü gün), yevme yüsâk'ul-ibâd ve mahüm'ül-eşhad ve yeşib'üs-sağîr ve yeskur'ul-kebîr (kulların beraberlerinde şahidler olduğu halde sevkolunduğu, küçüğün ihtiyarladığı ve büyüğün sarhoş olduğu gün).



işte o günde teraziler kurulur, defterler açılır, cehennem görünür. Hamîm kaynar, ateş figanlar koparır, kâfirler ümitsiz olur, ateşler alevlendirilir, renkler bozulur, diller konuşamaz olur insanın azalan (hayır veya şerle) konuşur.


Ey insanoğlu! Kerîm olan rabbin hakkında seni aldatan nedir? Kapıları kapattın, perdeleri çektin. Mahluklardan gizlendin. Fısk ve fücur işledin. Âzalarının senin aleyhinde şahidlik ettikleri zaman ne yapacaksın? Azap, bütün azap biz gafiller cemaatine! Allah bize peygamberlerin efendisini gönderdi. O peygamberle açıklayıcı kitabını gönderdi. Ceza gününün sıfatlarından yukarıda saydığımız vasıflarla bize haber verdi. Sonra gafletimizi bize bildirerek şöyle buyurdu:


nsanların hesap vakti (kıyamet günü) yaklaştı. Onlar ise hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler. Rablerinden kendilerine gelen her yeni ikazı mutlaka eğlenerek dinlerler. Kalpleri eğlencededir. O zulmedenler, aralarında şu konuşmayı gizlediler: 'Bu da sizin gibi bir insan değil mi? Şimdi siz göz göre göre sihre mi kapılacaksınız?' (Enbiya/1-3)


Sonra rabbimiz bize kıyametin yaklaştığını haber vererek şöyle buyurmuştur:
(Kıyamet) saati yaklaştı. Ay yarıldı. (Kamer/l)



Onlar onu uzak görüyor(lar). Bize ise onu yakın görüyoruz. (Mearic/6~7)


Onun bilgisi Allah'ın yanındadır. Ne bilirsin belki saat yakın olur. (Ahzâb/ 3)


Bizim en güzel hâlimiz, Kur'ân okuyup mânâlarını düşünmemek oldu. Kıyamet gününün vasıflarının ve isimlerinin çokluğuna dikkat etmiyoruz. Onun dehşetlerinden kurtulmak için hazırlanmıyoruz! Bu gafletten Allah'a sığınıyoruz. Eğer Allah bize geniş rahmetiyle yardım etmezse hâlimiz perişan olur.


199) Tirmizî, (hasen-garib olarak)


*36.Sorgu Suâl


Ey miskin! Bu hallerden sonra şifahen aranızda tercüman olmaksızın Allah'ın sana yönelteceği sual hakkında düşün! Az çok, kıymetçe büyük ve küçük her şeyden hesaba çekileceksin. Kıyametin üzüntüsü, teri, büyük felâketlerinin şiddeti içinde bulunduğun bir anda melekler göğün etrafından büyük cisimleriyle, katı ve şiddetli görünüşleriyle inerler. Meleklere, mücrim kimselerin perçeminden tutup Cebbâr olan Allah'ın huzuruna götürme emri verilmiştir.


Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Allah Teâlâ'nın bir meleği vardır ki o meleğin iki gözünün kenarları arasındaki mesafe, yüz senelik bir mesafedir.200



Bu meleklerin seni tutup arz makamına götürmek için sana gönderildiklerini ve cisimlerinin büyüklüğüne rağmen o günün dehşetinden zelil olduklarını, kullara karşı Cebbâr'ın gazabından korktuklarını görsen sezdikleri halin ne olur? Onlar indiğinde peygamberler, sıddîklar, sâlihler bile korkarak yüz üstü secdeye kapanırlar. İşte mukarreblerin hali! Mücrim âsilerin ne yapacağını sen düşün! O anda, dehşetin şiddetinden bazı kimseler meleklere: 'Sizin içinizde rabbimiz var mıdır?' diye sorarlar. Bu yanlışlığı, meleklerin büyüklüğünden ve heybetlerinden ötürü yaparlar. Melekler onların bu suallerinden ürkerler. İnsanların vehmettiğinden Allah'ın münezzeh olduğunu ilan ederek 'Rabbimiz her türlü eksiklikten münezzehtir. O bizim içimizde değildir. Belki O sonra gelir' derler! O zaman melekler her taraftan mahlukâtı çembere alırlar. Hepsinin üzerinde zillet, hudû, korku ve o günün dehşetinin belirtisi vardır.


Kendilerine elçi gönderilmiş olanlara da soracağız! Gönderilen peygamberlere de soracağız ve elbette onlara, olan biten her şeyi bilgi ile anlatacağız, zira biz onlardan uzak değiliz. (A'râf/6-7)


Senin rabbin hakkı için biz onların hepsine muhakkak soracağız. (Hicr/92)


Allah Teâlâ peygamberlerden başlar ve kıyamet gününde peygamberleri toplayıp şöyle buyurur: 'Ümmetinizi davet ettiğinizde size ne cevap verildi?' Onlar da şöyle derler:
Bizim bilgimiz yok! Gizlileri bilen yalnız sensin sen! (Mâide/109)



O gün peygamberlerin aklı şaşar, ilimleri heybetin şiddetinden silinir. O ne şiddetli bir gündür? Zira peygamberlere denilir ki: 'Siz halka gönderildiğinizde nasıl karşılandınız?' Peygamberler daha önce bunu bildikleri halde akılları hayrete kapılır, ne cevap vereceklerini bilmez olurlar. Heybetin şiddetinden derler ki: 'Bizim bilgimiz yok! Gizlileri bilen yalnız sensin sen!' Peygamberler söylediklerinde doğrudurlar; zira akılları uçmuş, ilimleri mahvolmuştur. Allah yeniden onlara kuvvet verinceye kadar bu durum devam eder.


Hz. Nûh çağrılır 'Peygamberlik vazifeni tebliğ ettin mi?' diye sorulur. Evet der. Bunun üzerine ümmetine 'Size tebliğ etti mi?' diye sorulur. Onlar 'Bize uyarıcı bir kimse gelmedi!' diye cevap verirler.
İsa (a.s) getirilir. Allah Teâlâ Hz. İsa'ya (a.s) sorar "Sen mi halka 'Beni ve annemi, Allah'tan başka ilâh edininiz!' dedin?" denir. Hz. İsa (a.s), bu sualin heybeti altında seneler senesi kıvranarak kalır!
O günün büyüklüğünü düşün ki o günde bu sualler ve benzerleriyle peygamberler üzerine siyaset ikame edilir. Sonra melekler gelip teker teker insanları 'Ey falan kadının oğlu falan! Arz yerine gel!' diye çağırırlar. O zaman kemikler titrer, azalar sallanır, akıllar hayrete düşer. Birçok kimse ateşe götürülmelerini ve amellerinin çirkinlerinin Allah'a arzolunmasını temenni edip perdelerinin halkın gözü önünde yırtılmamasmı isterler.



Suale başlanmadan önce Arş'm nuru belirir. Yer rabbinin nuruyla ışıklanır. Her kul, Allah Teâlâ'mn kulları hesaba çekeceğine inanır. Herkes Allah'ın kendinden başkasını görmediğini, sadece kendisini cezalandırılacağını düşünür. Bu durumda Allah Teâlâ 'Ey Cebrâil! Bana cehennemi getir?' Bu emir üzerine Cebrâil cehenneme gelip 'Ey cehennem! Yaratanına ve sultanına icabet et!' der.


Cebrâil cehennemi, öfkesi ve gazabı şiddetlenmiş bir halde görür. Cebrail'in çağırmasından sonra cehennem galeyana gelir, kaynar. İnsanlara diş gıcırdatır ve mahluklar onun öfkesinin gürültüsünü işitirler. Cehennemi idare edenler sıçrayarak Allah'a isyan edene öfkelenerek harekete geçerler.


Bu bakımdan, kulların korku ile dolmuş kalplerinin halini, diz üstü düşüşlerini ve cehennemden kaçışlarını kalbinde hazır bulundur! Bu durum, öyle bir günde olur ki her ümmetin dizleri üzerine çöktüğünü görürsün. Bazıları yüzüstü yere serilmiştir. Asiler ve zâlimler, kurtulmak için azap ve helaki isterler. Sıddîklar da 'Nefsim, nefsim!' diye bağırırlar.


Onlar bu durumda iken, cehennem ikinci defa homurdanır. Onların korkusu kat kat fazlalaşır ve kuvvetleri zayıflaşır. Tutulduklarını sanırlar. Sonra cehennem üçüncü narasını atar. Bunun üzerine halk yüzüstü yere serilir. Gözlerini açıp korkak ve gizli bir şekilde göz ucuyla bakarlar. Bu manzara karşısında zâlimlerin kalpleri kaynar. Öfkeli oldukları halde kalpleri gırtlaklarına dayanır. Said ve şakilerin akılları yerinden fırlar. Bundan sonra Allah Teâlâ peygamberlere yönelerek şöyle buyurv.r: 'Size ne cevap verildi (nasıl karşılandınız?)'


Peygamberlerin sorguya çekildiklerini görünce, asilerin korkusu daha da artar. Baba evladından, kardeş kardeşinden, koca karısından kaçar. Herkes heyecanla işin sonunu bekler. Sonra insanlar teker teker tutulurlar. Allah Teâlâ herkesin şifahen amelinin azını, çoğunu, gizlisini, açığını bütün azalarından sorar.


Ebû Hüreyre (r.a) der ki: Ashab-ı kirâm Hz. Peygamber'e 'Kıyamet gününde rabbimizi görür müyüz?' diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara dedi ki:
- Önünde bulut olmadığı öğle zamanında güneşin görünmesinden şüphe eder misiniz?
- Hayır!
- Önünde bulut yokken ayın öndürdüncü gecesinde ayın görünmesinden şüphe eder misiniz?
- Hayır!
- Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim! Siz rabbinizi apaçık görürsünüz. Rabbiniz kul ile bir araya gelip kula 'Ben seni şerefli kılmadım mı? Seni baş yapmadım mı?
Seni evlendirmedim mi? At ve deveyi sana musahhar kılmadım mı? Sana, halka baş olmak? halktan ganimetin dörtte birini almak fırsatını vermedim mi?? der. Kul 'Evet, yâ rabbî! Bütün bunları bana verdinP der. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Benimle mülâki olacağını sanır mıydm? der. Kul 'Hayır!' deyince, Allah Teâlâ 'Senin beni unuttuğun gibi ben de seni unutuyorum!' der.201



Ey miskin! Meleklerin senin iki kolundan tüp Allah'ın huzuruna götürdüklerini, Allah'ın da şifahen 'Ben gençliği sana nimet olarak vermedim mi? O gençliğini nerede harcadın? Sana ömür


vermedim mi? Acaba onu nerde tükettin? Sana rızık olarak mal vermedim mi? Acaba onu nereye harcadın? Seni ilimle şereflendirmedim mi? Acaba bildiklerinle ne gibi amelde bulundun?' diye sorduğunu düşün!
Acaba Allah Teâlâ sana vermiş olduğu nimetleri ve senin isyanlarını saydığı zaman ne hale geleceğini düşün! Eğer isyan-larını inkâr edersen, azaların aleyhinde şahidlik ederler.



Enes (r.a) der ki: Hz. Peygamber ile beraber bulunuyorduk. Hz. Peygamber gülümsedi, sonra 'Neden güldüğümü biliyor musu-nuz?' dedi. 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir?' dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle anlattı: "Kulun rabbiyle konuşmasına güldüm. Kul der ki: 'Yârab! Sen beni zulümden korumadın mı?' Allah Teâlâ 'Evet! Korudum!' der. Kul Ya Rab! Nefsimin aleyhinde ancak benden olan bir şahidi kabul ederim' der. Bunun üzerine Allah Teâlâ kula 'Bugün hesap görücü olarak nefsin, şahid olarak Kirâmen Kâtibîn melekleri kâfidir' der". Hz. Peygamber şöyle devam etti:


Bunun üzerine kulun ağzı mühürlenir. Azalarına konuşun emri verilir. Azalar kulun amellerini teker teker söylemeye başlarlar. Sonra kula konuşma fırsatı verilir. Kul azalarına hitaben der ki: 'Sizlere yazıklar olsun! Ben sizin için mücadele ediyorum'.202


Azaların şahidliğiyle halkın huzurunda rezil olmaktan Allah'a sığınırız. Ancak Allah mü'min kuluna, onun günahını örteceğini va'detmiştir. Allah'tan başkası onun günahına vâkıf olmaz.
Bir kişi İbn Ömer'e, Hz. Peygamberin Necva hakkında ne dediğini sordu. İbn Ömer, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu nakletti:
- Sizden herhangi biriniz rabbine öyle yaklaşır ki Allah Teâlâ onun üzerine setr-i ilâhîsini gerer ve ona der ki:
- Sen şöyle şöyle yaptın!
- Evet yaptım.
- Şöyle şöyle yaptın!
- Evet!
- Ben o günahları dünyada iken senin için örttüm. Burada da onları senin için affedeceğim.203



Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Kim bir mü'minin ayıbını gizlerse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını gizler.204



Bu durum, ancak dünyada insanların ayıplarını örten ve nefsi için kusurlarına tahammül eden, pisliklerini söylemeyen, bulunmadıkları yerlerde kulaklarına gittiği takdirde kendilerini rahatsız edecek şeyler söylemeyen mü'min bir kul için umulur. Kıyamet günü işte böyle bir mü'min bu mükâfata mazhar olmaya hak kazanır.


Farzet ki Allah Teâlâ, senin günahını gizledi. Acaba kulağına Allah'ın huzuruna çağıran ses gelmedi mi, gelmeyecek mi? İşte bu korku, günahlarının karşılığı olarak sana kâfidir. Alnından tutulup kalbin attığı, aklın uçtuğu, azaların titrediği, kemiklerin sızladığı, renginin bozulduğu, şiddetinden âlemin sana karanlık olduğu halde Allah'ın huzuruna çıkacağını hatırla! İnsanların boynuna basa basa, safları yara yara, yedekte çekilen at gibi çekildiğini düşün. Bütün mahluklar, gözlerini dikip sana bakarlar! Böyle bir durumda, meleklerin ellerinde olduğunu düşün. Evet melekler seni Rahman'm arşına götürüp oraya atmcaya kadar sürünürsün. Allah Teâlâ'nın 'Ey Adem'in oğlu! Bana yaklaş!' dediğini duyarsın. Sen de korkak, mahzun, titrek bir kalp, zelîl ve korkak bir göz, buruk bir yürek ile O'na yaklaşırsın. Ne küçük, ne büyük kaydetmediği hiçbir şeyi bırakmayan kitabın senin eline verilir. Nice fâhiş hareketlerin vardır ki unutmuşsun, o kitâb sana hatırlatır. Nice ibadet vardır ki âfetlerinden gafil olmuşsun, onların kötülükleri sana keşfolunur.


Nice mahcubiyet ve korkaklığın, nice darlık ve acizliğin vardır. Keşke hangi ayakla Allah'ın huzurunda du-racağını, hangi dille cevap vereceğini, hangi kalple Allah'ın dediğini anlayacağını bilseydin! Sonra utancının büyüklüğü hakkında düşün. O zaman Allah sana şifahen günahlarını söyler. Allah sana 'Ey kulum! Benden utanmadın mı ki çirkin amelle bana meydan okudun? Kullarımdan utandın da onlara güzel tarafını gösterdin. Acaba ben nezdinde diğer mahluklarımdan daha değersiz miydim ki beni hafife aldın, aldırmadın Oysa benden başkalarını hesaba katıyordun. Sana nimet etmedim mi? O halde benim hakkımda seni aldatan nedir? Seni görmediğimi, huzuruma gelmeyeceğini mi sandın?' diyecektir.


Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Sizden hiç kimse yoktur ki âlemlerin rabbi ondan, aralarında bir perde ve bir tercüman olmadığı halde şifahen sual sormasın!205



Sizden herhangi bir kimse Allah'ın huzurunda, Allah ile arasında perde olmadığı halde durur. Allah Teâlâ ona sorar:
- Sana nimet vermedim mi? Sana mal bağışlamadım mı?
-Evet! Yâ Rabbî!
- Sana peygamber göndermedim mi?
- Evet, gönderdin!
Sonra sağına bakar ateşten başkasını göremez. Sonra dönüp soluna bakar, ateşten başkasını göremez. Öyle işe bir hur-
205) Müslim, Buhârî, (Adîy b. Hâtim'den)



1300 İhya-i Ulûm'id-Din
manın yarısıyla olsa dahi ateşten korunun. Eğer hurmanın yarısı yoksa güzel bir söz ile ateşten korunmaya çalışın.206
İbn Mes'ud (r.a) şöyle diyor: "Sizden hiç kimse yoktur ki Allah onunla başbaşa kalmasın. Evet herhangi biriniz aynı öndördüncü gecesinde ay ile başbaşa kaldığı gibi, (rabbi ile başbaşa kalır). Sonra Allah Teâlâ sorar:



Ey âdemoğlu! Benim hakkımda seni aldatan ne idi? Ey âdemoğlu! Bildiğinle nasıl amel ettin? Ey âdemoğlu! Peygamberlere nasıl karşılık verdin? Ey âdemoğlu! Senin gözünde ben rakîb değil miydim? Oysa sen o gözle sana helâl olmayana bakardın. Kulaklarının üzerinde rakîb değil miydim?
Allah Teâlâ onun bütün azalarını sayar".207



Mücâhid der ki: 'Kendisinden dört şey sorulmadıkça hiçbir kul Allah'ın huzurundan ayrılamaz: a) Ömrünü nerede tükettiğinden, b) İlmiyle nasıl amel ettiğinden, c) Bedenini nerede kullandığından, d) Malını nereden kazanıp nereye harcadığından sorulur'.


Ey miskin! O zaman mahcubiyetin ve içinde bulunduğun tehlike ne büyüktür! Zira sen 'Dünyada kusurlarını gizledim. Bugün de senin için onları affediyorum' demek ki o zaman sevincin büyür, öncekiler ve sonrakiler senin halini gıpta ederler ile meleklere 'Şu kötü kulu tutun, zincirlerle bağlayın. Kelepçeleyin, sonra cehenneme yakıt yapın' demek arasında bulunuyorsun! İkinci şık olduğu takdirde, musibetinin büyüklüğüne, ibadette yaptığın kusurun verdiği üzüntünün şiddetine, çirkin dünya karşılığında sattığın ahiretine gökler ve yer senin için ağlasa yeridir.


200) Irâkî bu ibare ile görmediğini söyler.
201) Müslim, Buhârî
202) İmam Ahmed, Müslim, Nesâî
203) Müslim
204) Abdürrezzak, Musannef, (Ukbe b. Âmir)
205) Müslim, Buhârî, (Adîy b. Hâtim'den)
206) Buhârî, (Adîy b. Hâtim'den)
207) Ebû Nuaym, Hilye



*37.Mizan


Mizan hakkında düşünmekten gafil olma! Kitabların sağlara ve sollara uçuşmasına bak! Zira insanlar sorgudan sonra üç fırkaya ayrılırlar:
1. Bir fırka vardır ki onların hiç sevapları yoktur. Ateşten siyah bir boyun (hortum) çıkarak kuşun taneleri toplaması gibi onları toplar, üzerine kapanır ve ateşe atar. Ateş de onları yutar.
Onların aleyhinde Arkasında saadet olmayan bir şekavete düştüler' diye bağrılır.
2. Başka bir kısım vardır ki günahları yoktur. Bir tellâl onlar hakkında 'Her durumda Allah'a hamdedenler ayağa kalksınlar!' diye bağırır, onlar ayağa kalkar ve cennete giderler. Sonra bu du-
rum gece ibadeti yapanlara, sonra da ticaretin ve alışverişin kendilerini Allah'ın zikrinden meşgul etmediği kimselere tatbik edilir. Onların arkasından şöyle bağrılır: 'Âkabinde şekavet olmayan bir
saadete vardılar!'
3. Üçüncü bir kısım vardır ki onlar mahşer ehlinin çoğunu teşkil ederler. Onlar, sâlih bir amel ile kötü bir ameli karıştırmışlardır. Durumları, onlar için gizli olur, fakat Allah için
gizli değildir. Allah, sevaplarının mı vaya günahlarının mı daha fazla olduğunu onlara bildirir ki affettiği anda onlar katında fazl-ı ilâhîsi, azap verdiği anda da adaleti anlaşılsın.



Bu bakımdan sahifeler ve kitablar, içinde haseneler ve seyyieler yazılı olduğu halde sahiplerinin ellerine düşmek için uçarlar. Terazi kurulur. Gözler kitabın sağ ele mi, sol ele mi düşeceğini görmek için dikkatle bekler. Sonra günahlar mı yoksa sevaplar mı ağar basacak diye terazinin diline bakarlar. Bu durum, korkunç bir durumdur. Bu sırada mahlukâtn akılları yerinden oynar.


Hasan Basrî şöyle rivayet ediyor: Hz. Peygamber'in (s.a) mübârek başı Hz. Aişe'nin kucağında bulunuyordu. Hz. Peygamber uyukladı. Hz. Aişe âhireti hatırladığı için göz yaşları akacak derecede ağladı ve Hz. Peygamber'in yanağı üzerine düştü. Hz. Peygamber uyanıp 'Ey Âişe! Seni ağlatan nedir?' diye sordu. Hz. Aişe 'Âhireti hatırladım. Acaba siz peygamberler kıyamet gününde ehlinizi hatırlayacak mısınız?' dedi.


Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi:
Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz; zira orada hiç kimse nefsinden başkasını düşünmez: a) Teraziler kurulduğu ve ameller tartıldığmda, âdemoğlu terazisinin hafif veya ağır olduğunu görünceye kadar, b) Sahifeleri verildiğinde kitabını sağ eliyle mi yoksa sol eliyle mi tutacağını görünceye kadar, c) Köprünün yanında!208



Enes'ten şöyle rivayet edilir: "Âdemoğlu kıyamet gününde getirilerek terazinin iki kefesi arasında durdurulur. Ona bir melek vekil edilir. Eğer mizanı ağır basarsa, o melek bütün mahlûkâtın duyabileceği bir sesle Falan adam ebedî bir saadete erdi!' diye bağırır. Eğer terazisi hafif gelirse mahlûkâtın işitebileceği bir sesle Talan adam ebedî saadete asla eremez!' diye bağırır. Hasenelerin kefesi hafif olunca zebaniler, ellerinde demirden yapılmış tokmaklar, sırtlarında ateşten yapılmış elbiseler olduğu halde gelirler. Ateşin nasibini alıp ateşe doğru götürürler".


Hz. Peygamber (s.a) kıyamet günü hakkında şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ, o günde Âdem'i (a.s) çağırarak 'Ey Âdem! Kalk! Cehennem grubunu gönder!' der. Bunun üzerine Âdem 'Cehennem grubu ne kadardır?' der. Allah Teâlâ 'Her bin kişiden dokuzyüz doksan dokuzu' der.



Ashab-ı kiram bu hadîsi işittikleri zaman yasa boğuldular. Artık hiç kimse gülerken görünmedi. Hz. Peygamber (s.a) ashabının durumunu görünce şöyle dedi:


Amel ediniz! Müjdeleniniz! Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Allah yemin ederim. Sizin beraberinizde dünyada iki grup mahlûk vardır ki kimle mukayese edilirse edilsin onlarla beraber ademoğulları ile şeytan zürriyetinden helâk olanlar yine de az ve eksiktir; yani cehennemliklerin çoğunu onlar teşkil eder.
'Ya Rasûlullah! O iki grup mahlûk kimlerdir?' diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle dedi: 'Onlar Ye'cüc ve Me'cücdürler'.



Bunun üzerine ashabın üzüntüsü gitti. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Çalışın! Müjdelenin! Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, siz kıyamet gününde insanlar arasında ancak devenin yan tarafında (veya hayvanda) bulunan bir nişan gibisiniz!209



208) Ebû Dâvûd
209) Müslim, Buhârî



*38.Hasımlar ve Hakların İadesi


Mizan'ın dehşet ve tehlikesini, gözlerin terazinin diline dikildiğini anladın.
Kimin tartıları ağır gelirse o hoş bir hayat içindedir. Kimin tartıları hafif gelirse, artık onun anası (bağrına atılacağı) Hâviye'dir. Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin? O kızgın bir ateştir. (Kâria/6-11)



Terazinin tehlikesinden, ancak dünyada nefsini hesaba çeken, şeriatın mizanıyla amellerini ve sözlerini, tartan bir kimse kurtulur. Nitekim Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Hesaba çekilmeden önce, nefsinizi hesaba çekin. Amelleriniz tartılmadan önce amellerinizi tartın!'


Kişinin nefsini hesaba çekmesi; ölmeden önce kesin bir tevbe ile her günahtan tevbe etmesi, Allah'ın farzlarında yapmış olduğu kusuru telafi etmesi, zulmen almış olduğu malları geri vermesi, diliyle, eliyle ve kalben kötü zanda bulunmasıyla kime taarruz etmişse, helâl ettirmesi, kalplerini hoşnut etmesi demektir ki üzerinde bir zulüm ve farz kalmadığı halde ölsün! İşte bu kimse hesapsız cennete girer.


Eğer sahiplerine haklarını vermeden önce ölürse, hasımlar etrafını çepeçevre sarıp kimi elinden tutar, kimi saçından, kimi yakasından. Biri 'Bana zulmettin', öbürü 'Benimle alay ettin', bir başkası 'Hoşuma gitmeyen birşey ile aleyhimde konuştun', başka biri de Benimle komşuluk yaptın, komşuluğumu istismar ettin', bir diğeri 'Benimle iş yaptın, beni kandırdın', öbürü 'Benimle alış veriş yaparak beni kandırdın. Sattığın malın ayıbını bana söylemedin', başka biri 'Bana sattığın malın fiyatında yalan söyledin', öbürü 'Beni muhtaç olarak gördün de, zengin olduğun halde bana yedirmedin', beriki 'Beni mazlum olarak gördün. Zulmü benden defetmeye kudretin olduğu halde zâlime yağcılık edip hakkıma riayet etmedin' der.


Sen bu durumda iken bir de bakarsın hasımlar tırnaklarını sana batırmışlar, ellerini de yakana yerleştirmişler, sen de onların çokluğundan şaşakalmışsın. Öyle ki hayatında kendisiyle bir dirhemlik alış veriş yaptığın veya bir mecliste kendisiyle oturduğun tek kişi kalmaz ki gıybetini yapmak, ihanet etmek ve hakaret gözüyle bakmak suretiyle onun hakkı sana geçmemiş olsun. Sen ise onlarla mücadele etmekten zayıf düşmüş bir durumdasındır. Bütün ümidin, tek dayanağın olan Allah'a boynunu uzatıp seni onların elinden kurtarmasını dilersin. İşte tam o sırada kulağına Allah Teâtâ'nın (c.c) sesi gelir:
Bugün her can, kazandığı ile cezalandırılır. Bugün zulüm yoktur. Allah hesabı çabuk görendir.
(Mü'min/17)



İşte o anda kalbin heybetten çatlar. Helâk olacağını kesinlikle anlar, Allah Teâlâ'nın peygamberinin. seni korkuttuğu noktaları hatırlarsın.


Zâlimlerin yaptığından Allah'ı gafil sanma! O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı bir güne erteliyor. O gün başlarını dikerek koşacaklar. Gözleri kendilerine bile dönüp bakmayacak. Kalplerinin içi bomboş havadır. İnsanları, kendilerine azabın geleceği şu günden uyar! (İbrahim/42-44)


İnsanların haysiyetlerini pay u mâl etmek ve mallarını yemekle, bugün dünyada sevincin çok fazladır. Fakat o günde adalet yaygısı üzerinde huzurda durduğunda, siyaset hitabıyla şifahen seninle konuştuğunda, müflis, fakir, aciz, kıymetsiz, hiçbir hakkı reddetmeye gücü yetmez veya özür belirtmeye takati olmayan bir kimsesin! O günde senin üzüntün çok şiddetli olacaktır. İşte o zaman hayatın boyunca zorluklara katlanarak elde ettiğin sevapların senden alınır, hasımlarına verilir.


Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
- Bilir misiniz müflis kimdir?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim ıstılahımızda müflis ne dinarı, ne dirhemi ve ne de malı kalmamış kimsedir.
- Benim ümmetimden müflis olan o kimsedir ki kıyamet günü namaz, oruç ve zekâtla Allah'ın huzuruna gelir de şu adama küfür, öbür adama iftira etmiş, berikinin malını yemiş, öbürünün kanını akıtmış, diğerine vurmuştur. Bu bakımdan sevaplarından alınır şuna buna verilir. Böylece sevapları tükenir. Fakat hâlâ üzerindeki haklar tamamen ödenmiş değildir. Bu sefer hak sahiplerinin günahlarından
alınır, onun üzerine yüklendikten sonra cehenneme atılır.210



Bu bakımdan böyle bir günde (mâsiyetine veya) musibetine dikkatle bak! Zirâ riyanın âfetlerinden, şeytanın hilelerinden sağlam kalan hiçbir sevabın yoktur! Eğer uzun bir müddette bir tek sevabın bunlardan sağlam kalırsa, onu da hasımların çarçabuk elinden alırlar. Gündüzün orucuna, gecenin ibadetine devam ettiğin halde, nefsini hesaba çekersen, ömründen giden her günde müslüman-lar hakkında gıybet ettiğini ve bunun da bütün sevaplarını yok ettiğini anlarsın. Bir de işlediğin diğer günahları düşün. Haram ve şüphelilerden yemek, ibadetlerde kusur yapmak gibi! Acaba boynuzsuz hayvanın hakkının boynuzlu hayvandan alınacağı bir günde zulümle aldıklarının cezasından kurtulmayı nasıl ümit edersin?


Ebû Zer, Hz, Peygamberin toslaşan iki koçu görünce şöyle buyurduğunu rivayet eder:
- Ey Ebû Zer! Biliyor musun bunlar neyin hakkında toslaşıyorlar?
- Hayır!
- Fakat Allah Teâlâ bilir ve kıyamet gününde bunların arasında hükmeder.211



Yerde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar. (En'ârn/38)


Ebû Hüreyre (r.a) bu ayetin tefsirinde demiştir ki: "Bütün mahlûklar, kıyamet gününde haşrolunur. Allah'ın adaleti boynuzlu koçtan boynuzsuzun intikamını alır. Sonra ona 'Toprak ol!' emrini verir! İşte o zaman, kâfirin 'keşke ben toprak olaydım' dediği zamandır".


Ey miskin! Amel sahifenin, uzun zahmetler çektiğin halde sevaplardan boş olduğunu gördüğün bir günde halin ne olacaktır? O gün Benim sevaplarım nerede?' dersin. Sana 'Hasımlarının sahi-felerine nakledildiler!' cevabı verilir. Defterini, işlememek için sabrettiğin günahlarla dolu görürsün ve 'Yârab! Bunlar asla işlemediğim günahlardır (nerden geliyorlar?)' dersin. Buna karşılık sana denilir ki: 'Dünyada gıybetlerini yaptığın, küfrettiğin, kendilerine kötülükle kasdettiğin, alışverişte, komşulukta, konuşmakta, münazarada, müzakerede, okumakta ve diğer şeylerde aleyhlerinde bulunduğun kimselerin günahlarıdır'.


İbn Mes'ud, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Şeytan, Arap yarımadasında putperestlikten ümidini kesip küçük günahlara razı oldu. O küçük günahlar yok edicidirler. Bu bakımdan gücünüz yettiği kadar zulümden sakının. Çünkü kul, kıyamet gününde dağlar kadar ibadetlerle Allah'ın huzuruna gelir. Zanneder ki bu ibadetler onu kurtaracaktır. Bu durumda bir kul gelir der ki: 'Yârab! Falan adam bana zulüm yaptı.Bunun üzerine Allah Teâlâ '(Ey melek) onun sevaplarından sil!' der. Böylece durmadan onun sevaplarından silinir. Öyle ki sevaplarından birşey kalmaz. Bunun misali, bir sahraya inen misafirlerin misâ-line benzer ki onların yanında yakacak odun yoktur. Odun toplamak için her biri bir tarafa dağılır. Az bir zaman sonra ateşlerini büyütürler ve istediklerini yaparlar. İşte günahlar da böyledir.212
(Ey Rasûlüm!) Sen de öleceksin ve onlar da ölecekler. Sonra siz kıyamet günü rabbinizin divanında davalaşacaksınız. (Zümer/30-31)



Bu ayet indiğinde Zübeyr b. Avvam 'Acaba dünyada aramızda olan hâdiseler günahların özellikleriyle beraber tekrar edilecek mi? diye sordu. Hz. Peygamber 'Evet! Siz her hak sahibinin hakkını ödeyinceye kadar tekrar edilecektir' dedi. Zübeyr 'Allah'a yemin olsun, iş çok şiddetlidir' dedi.213


Zerre kadar dahi müsamaha edilmeyen gün ne şiddetlidir? O günde bir yumruktan dahi vazgeçilmez. Söylenilen bir kelimeden, mazlum için zâlimden intikam alınıncaya kadar vazgeçilmez.


Enes Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Allah Teâlâ kullarını çıplak, beti benzi uçuk ve beraberlerinde hiçbirşey olmadığı halde haşreder,
Hz. Peygamber'e hadîsin metninde geçen 'Bühmen' kelimesini sorduk. Dedi ki: Beraberlerinde birşey yoktur. Sonra Allah Teâlâ öyle bir sesle çağırır ki yakın olan bir kimse işittiği gibi, uzak olan da işitir: Pâdişah benim! Şiddetle ceza veren benim! Bir şamar dahi olsa, cennet ehlinden bir kimseden cehennemlik bir kimsenin hakkı alınıncaya kadar cennete giremez. Cehennemliklerden bir kimsenin boynunda cennetliklerden birinin hakkı olduğu zaman cehenneme girmesi uygun olmaz tâ ki ondan o intikam alınıncaya kadar!
-Bu nasıl olur? Biz çıplak, betimiz ve benzimiz uçuk ve beraberimizde hiçbir şey olmadığı hâlde Allah'ın huzuruna geliriz!
-
Sevaplar alınır, günahlar yüklenilir. Bu bakımdan ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun! Kulların mallarını almak, ırzlarına taarruz etmek, kalplerini daraltmak, aranızdaki ilişkilerde zulmetmekten sakının; zira kul ile Allah arasında bir özellik vardır. Bu bakımdan ona affetmek daha sür'atle varır. Kül birçok zulüm yapmış fakat onlardan tevbe etmişse, zulme uğrayanlardan helâllik istemek veya ettirmek imkânsız ise, bâri kısas günü için fazlasıyla sevaplar işlesin. Sevaplarının bir kısmını gizlice, ihlâs ile işleyip Allah'tan başkasını muttali etmesin. Bu durumun onu Allah'a yaklaştırması umulur. Böylece Allah'ın, kulların zulümlerini kendilerinden defetmesi için dostlarına sakladığı lütfuna nâil olur.
Enes şöyle rivayet eder: Bir ara Hz. Peygamber'! oturmuş ön dişleri görünecek şekilde güldüğünü gördük. Hz. Ömer sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Annem ve babam sana feda olsun! Seni güldüren nedir?
- Ümmetimden iki kişi, izzet sahibi Allah'ın huzurunda durup biri şöyle der: 'Yârab! Benim bu kardeşimin bana yaptığı zulmün intikamını al!' Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Kardeşine yapmış olduğun zulmü öde!' der. O da 'Yârab! Sevablarımdan birşey kalmadı ki!' der. Allah Teâlâ hak sahibine der ki: 'Sen ne yapacaksın? Baksana onun sevabından birşey kalmamış'. Hak sahibi 'Yârab! Günahlarımdan yüklensin!' der.
Bunun üzerine Hz. Peygamber'in gözleri yaşla doldu ve şöyle dedi:
Muhakkak ki o gün, tehlikesi Süyük bir gündür. O öyle bir gündür ki insanlar, kendi günahlarının başkası tarafından taşınmasına muhtaç olurlar.



Bu manzara karşısında Allah-u Teâlâ, hak sahibine 'Başını kaldır cennetlere bak!' buyurur. Bunun üzerine hak sahibi başını kaldırır ve der ki:
- Yârab! Gümüşten yapılmış şehirler, incilerle süslenmiş altından yapılmış yüksek binalar ve köşkler görüyorum. Acaba bunlar hangi peygamberindir veya hangi sıddîkındır veya hangi şehidindir?
- Kim onun bedelini verirse onundur!
- Onun bedeli iledir?
- Müslüman kardeşini affetmendir!
- Yârab! Ben onu affettim.
- Kardeşinin elinden tut, onu da cennete götür!
Bunları söyledikten sonra Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:
Ey ashabım! Allah'tan korkun! Aranızdaki ihtilâfları ıslah edin! Muhakkak ki Allah mü'minlerin arasını ıslah eder.214



Bu hadîs, şu noktaya dikkati çekiyor: Bu mertebeye ancak Allah'ın ahlakıyla ahlâklanma sayesinde varılır, ö da insanların arasını bulmak ve diğer güzel ahlâklardır.


O halde, şimdi kendi nefsin hakkında düşün! Eğer sahifen kul haklarından boşsa veya hak sahibi sana lütûfta bulunup seni affederse, ebedî saadete kavuşursan acaba sırtına rıza hilâtı giydirildiği, şekavet olmayan bir saadete vardığın, etrafında yok olmayan nimetlerle nimetlendiğin halde hüküm yerinden ayrılırken sevincin nasıl olur? O zaman kalbin sevinçten uçar. Yüzün bembe-yaz olup, nûrlanır. Ayın ondördüncü gecesindeki dolunay gibi parlar. Bu bakımdan başını kaldırıp, sırtın günahlardan boş olduğu halde mahlûklar arasında sallana sallana gezmeni, kavuştuğun nimetlere ve haline bakarak içinde olduğun duruma gıpta ettiklerini, meleklerin önünde ve arkanda yürüyerek, şahidlerin gözü önünde '(İşte bu) falan oğlu falandır. Allah ondan razı oldu ve onu razı etti. Peşinde hiçbir zaman şekavet olmayan bir saadetle saadetlendi' diye bağırdıklarını gözünün önüne getir! Acaba kıyamette sana verilen bu makam, dünyada riyakârlığın, yağcılığın, zahirî süsün ve yapmacık hareketlerin ile halkın kalbinde olan mertebenden daha büyük değil midir? Eğer ahiret mer-tebesinin bu mertebeden daha hayırlı olduğuna, aralarında benzerlik bile bulunmadığına inanıyorsan katıksız bir ihlâs ile ahire-tin o mertebesini elde etmeye çalış. Allah'a karşı plan muamelende doğru bir niyet ile hareket et! Zirâ bu nimetler ancak katıksız ihlâs ve doğru niyetle elde edilir!


Eğer ikinci şık olursa ki ondan Allah'a sığınırız yani sahifende basit zannettiğin, esasında tehlikeli olan bir günah çıkarsa Allah da ondan dolayı sana buğzederek 'Ey kötü kul! Benim lânetim senin üzerine olsun. Yaptığın ibadeti kabul etmeyeceğim' dese, bu ses kulağına gelir gelmez, yüzün simsiyah kesilir. Sonra melek-ler de Allah'ın gazabı için sana öfkelenerek 'Bizim ve bütün mahlûkların lâneti senin üzerine olsun!' derler. O arada zebaniler sana doğru gelirler. Bütün katılıkları, korkunçlukları ve dehşetli gö
rünüşleriyle sana çullanır, perçeminden tutar, serd yüzüstü halkın gözü önünde yerlerde sürürler. Halk yüzünün siyahlığına, rezaletine bakarlar. Sen de azap ve helâkini isteyip durursun. Onlar ise 'Bugün, değil bir helâk ve azap, birçok helâk ve azabı çağır!' derler. Melekler 'Şu falanoğlu falandır! Allah onun rezaletlerini keşfetmiş, günahlarından ötürü ona lânet etmiştir. Bu bakımdan öyle bir şekavete düşmüştür ki o şekavetten sonra hiçbir zaman saîd olamaz!' diye bağırırlar.



Bu durum, çoğu kez kullardan gizli olarak işlemiş olduğun bir günahtan ötürü veya kulların kalbinde yer etmek maksadıyla yaptığın ya da onlar nezdinde rezil olmaktan korktuğun için işlediğin bir günahtan ötürü olur. Bu bakımdan senin cehaletin ne kadar da büyüktür! Zirâ geçici dünyada Allah'ın kullarından küçük bir grubun nezdinde rezil olmaktan sakınırsın da o kocaman mahşer halkının içinde sonsuz rezaletten korkmazsın. O rezalete, Allah Teâlâ'nm öfkesi, elem verici azabı, zebaniler eliyle cehenneme sürülmek de eklenir.


İşte buraya kadar tasvirine çalıştığımız durumlar, senin durumlarındır. Oysa sen hâlâ en büyük tehlikeyi sezmemektesin. O tehlike, sırat (köprü) tehlikesidir.


210) İmam Ahmed ve Tirmizî, (Ebû Hüreyre'den)
211) İmam Ahmed
212) İmam Ahmed, Beyhakî
213) İmam Ahmed
214) İbn Ebî Dünya, Hâkim



*39.Sırat


Takva sahiplerini, binek üzerinde ikram ile Rahmân'a götürdüğümüz gün, mücrimleri de yaya ve susuz olarak cehenneme sürdüğümüz (gün)! (Meryem/85-86)


Onları cehennemin yoluna götürün. Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir. (Saffat/23-24)


Bütün bu dehşetlerden sonra Allah Teâlâ'nın bu ayetleri hakkında düşün! Bu dehşetlerden sonra insan köprüyü geçmek için sevkolunur. Köprü, cehennem üzerine kurulmuş kılıçtan keskin ve kıldan incedir! Kim şu dünya âleminde dosdoğru bir yol üzerinde bulunursa, ahiret köprüsü üzerinde hafif olup kurtulur.
Dünyada istikametten ayrılan, yükünü günahlarla ağırlaştırıp isyan eden, köprüye ilk attığı adımda kayar ve helâk olur. Şu anda köprüyü ve inceliğini gördüğünde kalbine girecek korkuyu düşün. Köprüyü gördükten sonra gözün köprünün altındaki simsiyah cehenneme ilişir. Sonra kulağına ateşin şiddetli sesi, öfkesi gelir. Halinin zayıflığına, kalbinin ızdırabına, ayağının titremesine rağmen, kıldan ince kılıçtan keskin köprü üzerinde yürümeye zorlanırsın. Oysa günahlarla ağırlaşan bu bedenle yeryüzünde bile yürümen zordur. Acaba bir ayağını köprünün üzerine koyduğunda keskinliğini hissettiğin, önünde insanların kayıp düştükleri ve cehennem zebanileri tarafından çengellerle çekildikleri zaman ikinci ayağını kaldırmaya mecbur olduğun zaman durumun ne olacaktır? Onların ateşe baş aşağı nasıl düştüklerini, ayaklarının havada nasıl kaldığını müşahede ettiğinde durumun ne olacaktır? Bu manzara korkunç bir manzaradır. Ne zahmetli bir yokuş, ne dar bir geçittir orası! Öyle ise köprü üzerinde sırtında günahların ağırlığı olduğu halde yürüdüğünü, köprüye çıktığını ve halkın cehenneme yuvarlandıklarını müşahede ettiğini,, Hz. Peygamberin (s.a) 'Yâ rabbî! Selâmet kıl! Selâmet kıl!' dediği ce-hennemin derinliğinden azap ve helâk isteyenlerin sesinin kulağına yükselip geldiğini, köprü üzerinden birçok insanların kayıp düşüşünü gördüğünde durumunu düşün. Acaba ayağın kayarsa, pişmanlığın sana fayda vermezse helâk olmayı isteyip İşte benim korktuğum buydu! Keşke hayatım için tedbir alsaydım. Keşke peygamberle beraber yol edinseydim! Vay hâlime! Keşke falanca adamı dost edinmeseydim. Keşke toprak olsaydım. Keşke unutulmuş olsaydım. Keşke annem beni doğurmasaydı' dediğinde halin nice olur?



İşte o zaman ateş seni yaka paça yakalar! Bir tellâl şöyle bağırır: 'Cehennemde ümitsiz olun! Benimle konuşmayın.


Bağırmaktan, inlemekten,, derinden nefes almak ve imdâd is-temekten başka yol kalmaz. Acaba bütün bu tehlikeler önünde olduğu halde şimdi aklını nasıl görürsün? Eğer bunlara inanmıyorsan, kâfirlerle beraber cehennem derekelerinde ebedî kalırsın? Eğer inanmış, fakat gaflete dalıp hazırlanmak hususunda gevşeklik göstermişsen zararın ve tuğyanın ne büyüktür? İmanın seni Allah'ın rızasına, ibadet yapıp, günahları terketmeye yöneltmezse, o imanın sana ne faydası yardır? Eğer önünde köp-rünün dehşetinden başka bir dehşet olmasa, köprünün üstünden sağlam geçsen dahi, o geçişin tehlikesinden duyulan korku da sana yeter!


Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Köprü, cehennemin parçaları arasında kurulur. Köprüyü peygamberlerden, ümmetiyle beraber ilk geçen ben olurum. O gün peygamberlerden başkası konuşamaz. O günde peygamberlerin duası 'Yârab! Selâmet kıl! Yârab Selâmet kıl!' şeklindedir.
Cehennemde (çölde bulunan) s a'dan dikeni gibi çengeller vardır. Siz sa'dan dikenini gördünüz mü?
- Evet ya Rasûlullah gördük!
- O çengeller sa'dan dikeni gibidirler. Onların büyüklüğünü Allah'tan başkası bilmez. İnsanlar amellerinden ötürü tutulur. Onlarından kimi amelinden ötürü helâk olur, kimi küçülür, sonra kurtulur.215



Ebû Saîd el-Hudrî, Hz. Peygamberin (s.a) şöyle dediğini rivayet ediyor:
İnsanlar cehennem köprüsünün üzerinden geçer. O köprünün üzerinde demir dikenler, çengeller vardır. Sağdan soldan insanları kaparlar. Köprünün iki tarafında melekler vardır. O melekler derler ki: "Yârab! Selim kıl! Yârab! Selâmet bırak!' İnsanların kimi şimşek gibi geçer, kimi rüzgâr gibi, kimi at gibi, kimi süratli bir yürüyüşle, kimi normal bir yürüyüşle yürür, kimi sürüngenler gibi sürünür, kimi zorlukla yürür. Cehennem ehline gelince, onlar cehennemde ne ölürler, ne yaşarlar. Bazı insanlar birtakım günah ve hatalardan dolayı muâhaze olunurlar. Yanarlar, kömür olurlar, sonra şefaat için izin verilir.216
Böylece hadîsin sonuna kadar zikretti.



İbn Mes'ud, Hz. Peygamberin (s.a) şöyle dediğini rivayet ediyor:
Allah, öncekileri ve sonrakileri belli bir günde toplar. Kırk gün ayakta gözleri göklere dikili vaziyette hükmün faslını beklerler.217



Râvî hadîsi 'Mü'minlerin secde vakitlerini belirten kesimine varıncaya kadar' zikredip şöyle dedi:
Sonra mü'minlere 'Başlarınızı kaldırın!' denir. Mü'minler başlarını kaldırır. Onlara amelleri nisbetinde nurları veri-lir; kimine büyük bir dağ gibi nur verilir. O nur onun önünde yürür, kimine ondan daha küçük bir nur verilir, kimine ondan daha küçük bir nur verilir, kimine bir hurma ağacı kadar, kimine daha küçük bir nur verilir. Hatta so-nuncuları olan bir kişiye ayağının baş parmağı üzerinde bir nur verilir. O nur bazen ışık verir. Bazen de söner. Işık verdiğinde ayağını atar, yürür. Söndüğünde yerinde kala-kalır.218
Sonra Hz. Peygamber (s.a), onların nurları nisbetinde köprü üzerinden geçtiklerini zikretti:
Onlardan kimi gözün kapanıp açılması kadar çabuk geçer, kimi şimşek gibi, kimi bulut gibi, kimi kayan yıldız gibi, kimi atın koşusu gibi, kimi bir erkeğin koşusu gibi geçerler. Hatta nuru ayağının baş parmağında verilen kimse, geçerken yüzüstü, eller ve ayaklar üstünde emekler. Bir elini çeker, diğer eliyle tutar. Bir ayağı tutar, diğer ayağı çeker. Ateş onun yanlarına kadar gelir.



Râvî der ki: O kurtuluncaya kadar böyle olur. Kurtulunca köprünün başında durur ve 'Hamd Allah'a mahsustur. Muhakkak Allah Teâlâ bana öyle bir nimet verdi ki hiç kimseye verilmemiştir; zira cehennemi gördükten sonra beni cehennemden kurtardı' der. Böylece onun elinden tutulur, cennet kapısında bulunan bir göle götürülür ve yıkanır, temizlenir.


Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle dediğini rivayet ediyor:
Köprü, kılıcın keskinliği veya kılın inceliği gibidir. Melekler mü'min erkekler ile mü'min kadınları kurtarırlar. Cebrâil (a.s) benim belim (kemerim)den tutar. Ben 'Ey rab! Selim kıl, selim kıl!' derim. O günde kayan erkekler ile kayan kadınlar pek çoktur.219



İşte bunlar köprünün dehşet ve felâketleridir. Öyle ise köprü (sırat) hususunda uzunca düşün. İnsanların kıyamet dehşetlerinden en sağlam kalanı dünyada iken bu hususta çok düşünenidir. Allah Teâlâ iki korkuyu bir araya getirmez. Kim dünyada iken bu dehşetlerden korkarsa, âhirette bunlardan emin olur. Korkudan gayem, kadınların rikkati (inceliği) gibi bir rikkat değildir ki bu durumları dinlediğin zaman gözün yaşarıp kalbin rikkate gelir. Fakat az bir zaman sonra unutur, tekrar oyuna dalarsın. Bu tür rikkat korku değildir. Herhangi birşeyden korkan bir kimse, ondan kaçar. Herhangi birşey uman bir kimse onu arar. Seni kurtaracak olan korku, seni Allah'ın yasaklarından menedip, ibadetine teşvik eden korkudur. Kadınların rikkatinden daha uzağı, ahmakların korkusudur. Ahmaklar bu dehşetleri dinledikleri zaman, dilleriyle istiâze ederler. Onlardan biri şöyle der:
Allah'tan yardım talep ediyoruz. Allah'a sığmıyoruz! Yâ rabbî! Bizi kurtar, kurtar!'



Oysa onlar bu sözlerine rağmen helaklerinin sebebi olan günahlarda ısrar ederler, Bu bakımdan şeytan, böyle kimselerin istiazesine güler. Sahrada bulunduğu ve arkasında bir kale olduğu halde kendisine saldıran yırtıcı hayvandan kaçıp kaleye sığınmaz da hayvanın saldırısına rağmen diliyle 'Senin şerrinden şu aşılmaz kaleye sığmıyorum! Bu kalenin yıkılmaz binasından ve kuvvetli temelinden yardım talep ediyorum' diyen bir kimseye gülündüğü gibi, böyle ahmaklara da gülünür.


Bir kimse yerinde oturduğu halde bu duayı yaparsa bu dua, bu kimseyi yırtıcı hayvandan nasıl kurtarır?
Ahiretin dehşetleri için de ancak doğru olarak 'Lâ ilâhe illâllah' demek kaledir. Doğru olmasının mânâsı; Allah'tan başka se-nin için bir maksûd ve mabudun olmaması demektir. Kim hevasını ilah edinmişse, o kimse tevhid hususunda doğruluktan uzaktır. O kimsenin durumu tehlikelidir!



Eğer bütün bunları yapmaktan aciz isen, Hz. Peygamber'e muhib ol! Onun sünnetini yüceltmeye, ümmetinden salihlerin kalplerini gözetmeye gayret et! Salih kimselerin dualarıyla bereketlen, Bu takdirde, onun veya onların şefaatine nail olup sermayen az olsa da şefaat sayesinde kurtulman umulur!


215) Müslim, Buhârî
216) Müslim, Buhârî
217) Müslim
218) İbn Adîy, Hâkim
219) Beyhakî, Şuab'ul-İman



*40.Şefaat


Mü'minlerin bazı taifelerine cehenneme girmek sabit olduğu zaman Allah Teâlâ fazlıyla onlar hakkında peygamber ve sıddîklarm şefaatini kabul eder.220 Hatta âlim ve salihlerin şefaatini aile efradı, akrabaları, dostları ve tanıdıkları hakkındaki şefaatini de kabul eder. Bu bakımdan onların şefaatini kazanmaya gayret et! O da şu şekilde elde edilir:


Hiçbir kimseyi şahsından ötürü tahkir etmemelisin.221 Çünkü Allah Teâlâ, velîlerini kullarının içinde gizlemiştir. Kendisiyle alay edilen kimsenin Allah'ın velîsi olma ihtimali vardır. Hiçbir günahı küçük sayma, çünkü Allah Teâlâ gazabını günahların içinde gizlemiştir. Küçük saydığın günahta Allah'ın gazabının olması mümkündür. Hiçbir ibadeti azımsama, çünkü Allah Teâlâ rızasını ibadetinde gizlemiştir. Allah'ın rızasının o azımsanan ibadette olması mümkündür. Bazen o ibadet güzel bir söz, helâl bir lokma, güzel bir niyet veya onların yerine geçen bir hareket olabilir. Şefaatin delilleri Kur'an-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerde çoktur.
Rabbin sana verecek ve sen hoşnut olacaksın! (Duha/5)



Rabbim! Onlar insanlardan bir çoğunu şaşırttılar. Artık bundan böyle kim bana uyarsa o bendendir, kim bana isyan ederse, muhakkak ki sen çok bağışlayıcı, çok merhamet edicisin.(İbrahim/36)


Eğer onlara azap edersen onlar senin kullarındandır.(Mâide/118)


Amr b. el-As rivayet ediyor ki Hz. Peygamber (s.a), Hz. İbrahim'in ve Hz. İsa'nın yukarıdaki sözlerini okuduğu zaman, el-lerini kaldırdı, 'ümmetim, ümmetim' dedikten sonra ağladı. Bunun üzerine Allah Teâlâ (ce) şöyle buyurdu: "Ey Cebrail! Muhammed'e git! Ona 'Seni ağlatan ne idi?' diye sor". Cebrail Hz. Peygamber'e gelip sorunca, Hz. Peygamber Cebrail'e ağlamasının sebebini anlattı. Oysa Allah, peygamberinin durumunu daha iyi bi-liyordu. Bunun üzerine Allah Teâlâ Cebrail'e dedi ki:
Ey Cebrail! Muhammed'e git! Ona de ki: Muhakkak biz ümmetin hakkında seni razı edeceğiz.222



Bana beş şey verildi ki benden önce hiçbir kimseye verilmemiştir:
a) Bir aylık mesafede bulunduğum halde korku ile düşmanıma galebe çaldım,
b) Bana ganimetler helâl kılındı. Oysa benden önce peygamberlerden hiç kimseye helâl kılınmamıştı,
c) Yeryüzü bana ve ümmetime mescid, toprağı da 'temizleyici' kılındı. Ümmetimden bir kimse namaz vakti geldiğinde namazını olduğu yerde kılsın!
d) Bana şefaat verildi,
e) Her peygamber sadece kavmine gönderildi. Ben ise, bütün insanlara gönderildim.223



Kıyamet günü geldiğinde, peygamberlerin imamı, hatibi ve şefaatlerinin sahibi olurum. Bunu övünmek için söylemiyorum.224


Ben âdem evladının efendisiyim. Bu sözümde övünme yok! Ben kabrinden çıkan ilk insanım. Ben ilk şefaat edenim. Ben ilk şefaati kabul olunanım. 'Liva'ül-Harnd' benim elimdedir. Adem ve ondan sonra gelenler o bayrağın altında toplanırlar.225
Her peygamberin kabul olunan bir duası vardır. Ben o duamı, kıyamet gününe ümmetime, şefaat olarak saklamak istiyorum.226



İbn Abbas, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Peygamberlere altından yapılmış minberler kurulur. Peygamberler onların üzerinde otururlar. Benim minberim boş kalır, onun üzerinde oturmam. Rabbimin huzurunda ayakta durup şöyle niyazda bulunurum: 'Ey rabbim! Benim ümmetim ne olacaktır?' Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur: 'Ey Muhammed! Sen ümmetine ne yapmamı istiyorsun?' Derim ki: 'Yârab! Onların hesabını acele yap!' Ben şefaat ederim. Hatta elime cehenneme gönderilen kişilerin ismi yazılı kurtuluş belgeleri verilir ve cehennem bekçisi Mâlik der ki: 'Ey Muhammed! Ateş, rabbinin öfkesinden ötürü ümmetinden hiç kimseyi bırakmadı'.227



Kıyamet günü, yeryüzünde bulunan taş ve topraktan daha fazla kimseler için şefaat ederim.228


Ebû Hüreyre (r.a) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber'e bir kol eti getirildi. Zaten kol etini severdi. Etten ön dişleriyle parçalar koparıp yedikten sonra şöyle dedi:


Kıyamet gününde insanların efendisiyim. Bunun neden olduğunu biliyor musunuz? Allah Teâlâ öncekileri ve sonrakileri bir toprakta toplayacaktır. Öyle ki bağıran onlara sesini duyuracak, göz onları görecek ve güneş onlara yaklaşacaktır. İnsanlar, üzüntüden tahammül edilmeyecek bir duruma gelecekler. İnsanlar birbirine 'Başınıza geleni görmüyor musunuz? Rabbinizin yanında size şefaat edecek bir kimseyi araştırmayacak mısınız?' diyecektir. Bunun üzerinde insanlar birbirlerine 'Adem'e (a.s) gidin!' derler.


Âdem'e (a.s) gelip 'Sen beşerin babamızsın. Allah seni kudret eliyle yarattı. Ruhundan sana üfürdü. Meleklere sana secde etmelerini emretti. Öyle ise bizim için rabbinin katında şefaatte bulun. İçinde bulunduğumuz felâketi ve vardığımız noktayı görmüyor musun?' derler. Bunun üzerine Adem (a.s) 'Rabbiniz öyle öfkelenmiş ki daha önce böyle öfkelenmediği gibi sonra da öfkelenmez. Rabbim cennet ağacından yemekten beni menetti. Ben onun emrinin hilâfına hareket ettim. Nefsim, nefsim! Siz benden başkasına gidiniz! Siz Nuh'a gidiniz' der.


Böylece Onlar Nuh'a (a.s) varıp 'Ey Nuh! Sen yeryüzü ehline gönderilen ilk rasûlsün! Allah Teâlâ sana 'Çokça şükreden bir kul' demiştir. Rabbinin katında bizim için şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz durumu görmez misin?' Nuh (a.s) der ki: 'Rabbim bugün öyle bir öfkelenmiştir ki bunun gibi ne daha önce, ne bundan sonra öfkelenmemiş ve öfkelenmez. Benim bir duam vardı. Kavmimin aleyhinde o duamı yaptım. Bu bakımdan ben ancak nefsimle meşgulüm. Siz başkasına gidiniz, İbrahim Halîlullah'a gidiniz!'


Böylece onlar İbrahim Halîlullah'a varırlar. İbrahim Halîlullah'a derler ki: 'Sen Allah'ın peygamberi ve yeryüzünün sakinleri arasında onun dostusun. Rabbin katında bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz durumu görmez misin?' Bunun üzerine İbrahim Halîlullah der ki: 'Rabbim bugün öyle öfkelenmiş ki ne bundan önce böyle öfkelenmiş, ne de gelecekte böyle öfkelenir. Ben daha önce üç defa hilâf-ı hakîkat beyanda bulundum'. (O üç şeyi belirttikten sonra şöyle de) 'Ben ancak nefsim için şefaatçi olurum.


Öyle ise siz Musa'ya gidin!' Böylece onlar Musa'ya (a.s) varırlar ve derler ki: 'Sen Allah'ın Rasûlü'sün. Allah risalet ve konuşmasıyla seni insanlardan üstün kıldı. Bizim için rabbinin katında şefaat et. İçinde bulunduğumuz durumu görmez misin?' Bunun üzerine Musa (a.s) der ki: 'Rabbim bugün öyle öfkelenmiştir ki ne bundan önce böyle öfkelenmiş, ne de bundan sonra böyle öfkelenir. Ben bir adam öldürdüm. Ancak nefsim için şefaatçi olurum. İsa'ya (a.s) gidin!' Böylece onlar İsa'ya varırlar ve derler ki: 'Ey İsa! Sen Allah'ın Rasûlü ve Meryem'in rahmine atılmış kelimesisin. Allah'tan gelen ruhsun. Beşikte iken insanlarla konuştun. Rabbinin katında bizim için şefaatçi ol! İçinde bulunduğumuz dehşeti görmez misin?' İsa (a.s) der ki: 'Rabbim bugün öyle öfkelenmiş ki ne bundan önce böyle öfkelenmiş, ne de bundan sonra böyle öfkelenir'. İsa (a.s) işlemiş olduğu bir zelleyi söyler ve 'Nefsim, nefsim' dedikten sonra Muhammed'in (s.a) yanına gidin' der. Mahşer ehli bana gelip şöyle derler: 'Ey Muhammed! Sen Allah'ın Rasûlü, peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını (zellelerini) affetti. Rabbinin katında bizim için şefaatte bulun. İçinde bulunduğumuz 'dehşeti görmez misin?' Bunun üzerine ben arşın altına varırım. Orada rabbim için secdeye kapanırım. Allah Teâlâ hamdlerinden ve güzel övgüsünden bana öyle birşey açar ki benden önce hiç kimseye açmamıştır. Sonra der ki: 'Ey Muhammed! Başını sec-deden kaldır! İste! İsteğin verilecektir. Şefaat et? şefaatin kabul olunacaktır'.


Başımı kaldırır ve şöyle derim: Tarab! Ümmetim, ümmetim!' Bunun üzerine denilir ki: 'Ey Muhammed! Ümmetinden hesabı olmayanları cennet kapılarının sağından içeri bırakacağım'! Diğer kapılarda da insanların ortaklarıdırlar'.


Hz. Peygamber bütün bunlardan sonra şöyle buyurmuştur:
Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim! Cennet kapılarının iki yanları arasındaki mesafe Mekke ile Hümeyra veya Mekke ile Busra arası kadar geniştir.229



Başka bir hadîste bu siyak, bu ibarelerin mânâları aynen vardır. Ancak o hadîste İbrahim'in hataları (zelleri) zikredilmiştir. O da, yıldızlar hakkında 'Bu benim rabbimdir', kavminin putları için 'Onları parçalayan en büyük puttur' ve 'Ben hastayım' sözleridir.


İşte bu şefaat, Hz. Peygamber'in şefaatidir. Ümmetinden âlim ve sâlihler de şefaat ederler. Hatta Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:


Ümmetimden bir kişinin şefaatiyle Râbia ve Mudar kabilelerinden daha fazla kimseler cennete girecektir.230


Kişiye 'Ey falan kalk! Şefaat et' denir,
O da kalkıp bir kabile veya bir aile veya biriki kişi için ameli nisbetinde şefaat eder.231



Enes, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cennet ehlinden bir kişi, kıyamet gününde cehennem ehline görünür, cehennem ehlinden biri onu çağırır:
- Ey falan. Beni tanıyor musun?
- Hayır! Tanımıyorum, sen kimsin?
- Dünyada benim yanımdan geçerek benden bir yudum su istedin de sana içirdim.
- Tanıdım!
- O halde bana o içirdiğim sudan dolayı rabbinin katında şefaatte bulun!
Bunun üzerine cennet ehli, zikri yüce olan Allah'tan dileyerek şöyle der: 'Ben cehennem ehline göründüm. Cehennem ehlinden biri beni çağırıp 'Beni tanıyor musun?' dedi. Ben de 'Sen kimsin?' diye sordum. Dedi ki: 'Ben o kimseyim ki dün-yada benden su istedin, sana su içirdim. Bu bakımdan rabbin katında bana şefaatte bulun!' Öyleyse Yâ rabbelâlemîn! Onun hakkında beni şefaatçi kıl!
Allah onun o kimse hakkındaki şefaatini kabul eder ve o kimsenin cehennemden çıkması emrolunur.



İnsanlar haşre gönderildiklerinde, kabirlerden çıkan ilk insan benim. Rablerinin huzuruna vardıklarında onların sözcüsü benim. Ümitsiz olduklarında onların müjdecisi benim. O gün 'Liva'ül-Hamd' (Hamd sancağı) benim elimdedir. Ben rabbimin katında Âdem evladının en şereflisiyim. Bu sözümde övünme yoktur.
Ben rabbimin huzurunda cennetin hullelerinden birini giyerim. Sonra arşın sağ tavafında dururum. Benden başka hiç kimse o makamda bulunamaz.232



İbn Abbas (r.a) şöyle diyor: Ashabtan bir grup oturup Hz. Peygamber'i beklediler. Hz. Peygamber çıkıp onlara yaklaştığında aralarında müzakere ettiklerini gördü. Onlar diyorlardı ki:
- Hayret! Allah Teâlâ mahlûkundan İbrahim'i dost edinmiştir.
- Acaba Musa'nın (a.s) konuşmasından daha hayret vericisi var mıdır? Muhakkak Allah onunla konuştu!
- İsa (a.s) Allah'ın kelimesi ve Allah'tan gelen ruhtur.
- Adem'i Allah seçti.



Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara selâm verdi ve şöyle dedi:
Konuşmanızı, İbrahim'in Allah'ın dostu olduğunu takdir edişinizi dinledim. İbrahim'in (a.s) Allah'ın dostu olduğu doğrudur. Musa (a.s) Allah ile konuşmuştur, bu da doğrudur. İsa (a.s) Allah'tan gelen bir ruhtur ve Allah'ın kelimesidir, bu da doğrudur. Allah Adem'i (a.s) seçmiştir, bu da doğrudur. Ben de Allah'ın habibiyim. Bununla böbürlenmem. Ben kıyamet gününde Liva'ül-Hamd'ın taşıyıcısıyım. Bununla da övünmüyorum. Ben ilk şefaat eden ve ilk şefaati kabul edilenim. Bununla da böbürlenmiyorum! Cennetin halkasını ilk çalan benim! Allah bana kapıyı açar, cennete girerim. Benimle beraber mü'minlerin fakirleri de vardır. Bununla da övünmüyorum! Ben öncekilerin ve sonrakilerin en şereflisiyim. Bununla da övünmüyorum.233



220) Mutezile ve Havâric mezhebinin bir kısmı, ateşe giren günahkârların şefaatle ateşten çıkacakları görüşünü 'Onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez' mealindeki ayet ve benzerleriyle karşı çıkıp kabul etmemişlerdir,. Ehl-i Sünnet âlimleri ise bu hususta gereken cevapları vermişlerdir. (Geniş bilgi için bkz. İthaf'us-Saade, X/485)
221) Ancak kâfir küfründen, fâsık fışkından, bid'atçı da bid'atımdan dolayı tahkir edilir. Zira Allah Teâlâ zâlimlere açıkça lânet okumaktadır.
222) Müslim, (Abdullah b. Amr b. el-As'dan)
223) Müslim, Buhârî, (Câbir'den)
224) Tirmizî, İbn Mâce
225) Tirmizî, {hasen olarak); İbn Mâce, (Ebû Said el-Hudrî'den)
226) Müslim, Buhârî
227) Taberânî, Evsat
228) İmam Ahmed ve Taberânî, (Büreyde'den hasen bir senedle)
229) Müslim, Buhârî. Hümeyra kelimesi yanlıştır. Hadîsin metninde Hacer kelimesi vardır ve Hacer belli bir şehrin ismidir. Busra ise Şam diyarında bir kasabanın adıdır.
230) İbn Amr b. Semmak, (Ebû Umame'den), Ancak 'orada iki kabileden birisi kadar' tabiri vardır. Bazı şeyhler o kişinin Hz. Osman olduğunu rivayet ederler. (İthaf us-Saatle, X/495)
231) Tirmizî
232) Tirmizî
233) Tirmizî



*41.Kevser Havuzu


Havz büyük bir ikramdır. Allah Teâlâ bu ikramı peygamberimize tahsis etmiştir. Hadîsler havzııı vasfını belirtmiştir. Allah Teâlâ'dan ümidimiz dünyada havz hakkındaki bilgiyi, âhirette de onun tadını bize nasip etmesidir; zira havzumun sıfatlarından biri şudur: Havzdan içen bir kimse hiçbir zaman susamaz.


Enes (r.a) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a) bir ara uyukladıktan sonra tebessüm ederek başını kaldırdı. Ashâb 'Ey Allah'ın Rasûlü! Neden güldün?' diye sordu. Hz. Peygamber 'Bana şimdi bir ayet indi dedikten sonra Kevser sûresini okuyup şöyle dedi:
- Kevser'in ne olduğunu biliyor musunuz?
-Allah ve Rasülü daha iyi bilir.
- Kevser, bir nehirdir. Rabbim cennette onu bana va'detti. O nehrin üzerinde çok hayır vardır. Onun yanında bir havuz var. Kıyamet gününde ümmetim o havuzun başında toplanacaklar. O havuzun kapları gökteki yıldızlar kadardır.234



Enes, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cennette yürüdüğüm bir anda gözüme bir nehir ilişti. Nehrin iki kıyısına içi delikli inciden mâmûl kubbeler ser-pilmişti. Cebrail'e dedim ki:
- Ey Cebrâil bu nedir?
- Bu, rabbinin sana verdiği kevserdir. Melek elini havuzun altına vurdu. Çamurunun halis misk olduğunu gördüm.235



Yine Enes, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Havzumun iki tarafının arasındaki mesafe, Medine ile San'a (veya Medine ile Amman) arasındaki mesafe kadardır.236



İbn Ömer Kevser Sûresi inince Hz. Peygamberin (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Kevser cennette bir nehirdir. İki tarafı altından yapılmıştır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlı ve miskten daha güzel kokuludur. O su inci ve mercan kayaları üzerinde akar.237



Hz. Peygamberin âzadlısı Sevban b. Bücded, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Muhakkak ki benim havuzumun mesafesi Aden ile Belka arası kadardır. Havuzumun suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Havuzumun testileri gökteki yıldızlar kadardır. Kim ondan bir yudum içerse, artık ebediyyen susamaz. Havza ilk varan muhacirlerin fakirleridir.238
Bunun üzerine Hz. Ömer sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Onlar kimlerdir!
- Başları (yoksulluktan ötürü) tozlu toprakla elbiseleri pejmürde, nimetler içerisinde olan kadınlarla evlenmeyen ve kendilerine baş olma kapıları açılmayan kimselerdir.



Bu hadîsi işitince Ömer b. Abdülazîz şunları söyledi: 'Yemin ederim, ben nimetler içerisinde beslenen kadınlarla evlendim. Abdülmelik'in kızı Fâtıma ile evlendim. Bana riyaset kapıları açıldı, (Öyleyse ben o havuza ilk varanlardan olamam). Ancak rabbim bana rahmet ederse o başka! Bundan sonra başım kirlenmedikçe ona yağ sürmem. Elbisem kirlenmedikçe yıkamam.


Ebû Zer diyor ki: Hz. Peygambere 'Havuzun kabı nedir (veya ne kadardır?)' diye sordum, dedi ki:
Muhammed'in nefsini kudret elinde tutana yemin olsun! Havzun kapları, bulutsuz ve kapkaranlık gecede parlayan gökteki yıldızların sayısından daha fazladır. O havuzdan içen bir kimse, ebediyyen susamaz. Havuzun üzerinde son bulan, cennetten oraya iki musluk akar. Havuzun eni, uzunluğu gibidir. Amman ile ile arasındaki mesafe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır.239



Semûre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Her peygamberin bir havuzu vardır. Her peygamber havuzuna gelen insanların fazlalığıyla iftihar eder. Ben, benim havuzumun onların en kalabalığı olmasını umuyorum.240



İşte bu, Hz. Peygamber'in ümididir. Her kul havuza gidenlerin arasında olacağını ümit etmelidir. Mağrur olup da ümit etmesin. Çünkü hasadı uman, tohumu eker, yeri temizler, sular, sonra oturup Allah'tan ekini bitirmesini, kasırganın, dolunun ekine dokunmamasını niyaz eder. Nadas etmeyi veya tarlayı temizleyip sulamayı terkedip de Allah'tan ekin ve meyve bitirmesini uman bir kimseye gelince, bu kimse aldanmış ve kuruntuya kapılmış bir kimsedir. Bu kimse, Allah'ın fazlını ümit edenlerden değildir. İşte
halkın çoğunun ümidi böyledir. Bu, ahmakların aldanışıdır. Aldanmak ve gafletten Allah'a sığınıyoruz; zira tedbir almadan Allah'ın fazlına aldanmak, dünya ile aldanmaktan daha tehlikelidir.
Ey insanlar! Allah'ın va'di gerçektir; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) Allah ile sizi aldatmasın!(Fâtır/5)



234) Müslim
235) Tirmizî, (hasen olarak)
236) Müslim
237) Tirmizî, (hasen sahih olarak)
238) Tirmizî, (garîb olarak). Belka Şam diyarında bir beldenin adıdır.
239) Müslim
240) Tirmizî, (garîb olarak)



*42.Cehennem, Dehşeti ve Azabı


Ey nefsinden gafil! Yok olmaya yaklaşan ve şu fani dünyanın meşgaleleriyle aldanan kişi! Kendisinden göç edip gideceğin dünya hakkında düşünmeyi bırak! Ebediyyen kalmak üzere varacağın ahiret için düşün! Zira sana haber verilmiştir ki ateş, bütün insanların varacağı yerdir.


İçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur. «Bu, rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra Allah'tan sakınanları kurtarırız ve zâlimleri öyle diz üstü çökmüş olarak bırakırız. (Meryem/71-72)


Senin cehenneme uğraman kesindir. Cehennemden kurtu-lacağın ise, şüphelidir. Öyleyse oraya girme korkusunu düşün! Böylece ondan kurtulmak için hazırlık yapman umulur. Mahlûkların hallerini düşün ki kıyametin dehşetlerinden çektik-lerini çekmişlerdir! Kıyametin üzüntü ve dehşetleri içinde ve kıyamet haberlerinin hakikatini, şefaatçilerin şefaatini beklerken, ansızın mücrimlerin etrafını karanlıklar kaplar. Onların üzerine alevli bir ateş gölge yapar. O ateşin nefes alıp vermesini ve homurtusunu dinlerler. Bu homurtu da ateşin şiddetli öfkesinden haber verir. İşte bu anda mücrimler helâk olacaklarına kesin gözüyle bakarlar. Ümmetler diz üstü çökerler, Hatta günahtan beri olanlar bile bu kötü neticeden korkarlar. Zebanilerden bir tellâl çıkıp şöyle bağırır:


Dünyada nefsini tûl-i emel ile aldatan, ömrünü kötü işlerde harcayan falan oğlu falan nerede?
Böylece demirden yapılmış tokmaklarla o kimsenin üzerine üşüşürler, tehditlerin büyükleriyle onu karşılarlar. Onu şiddetli azaba sevkederler. Cehennemin derinliğine baş aşağı atarak şöyle derler:
Tad, zira sen kendince üstündün, şerefliydin. (Duhân/49)



Etrafları dar, yolları karanlık, tehlikeleri belli olmayan, içinde ebediyyen esir kalman, ateş yanan, içindeki içkileri sıcak su olan bir yurtta bulunurlar. Ebedî kalacakları yer cehennemdir. Zebanilerin tokmaklarıyla ezilirler. Cehennem kendilerini toplar. Onların, o yurttaki istekleri helâk olmaktır. Fakat oradan kurtuluşları yoktur. Ayakları alınlarına bağlanmış, gözleri günahlarının zulmetinden simsiyah kesilmiştir. O yurdun köşelerinden şöyle bağırırlar:


Ey Mâlik! Bize azap tatbik edildi! Bize vurulan prangalar ağır bastı. Ey Mâlik! Derilerimiz pörsüdü! Ey Mâlik! Bizi buradan çıkar. Muhakkak ki biz bir daha kötülüklere dönmeyeceğiz.


Bunun üzerine zebaniler derler ki: 'Heyhât! Nereden çıkacaksınız? Artık temennilerin zamanı geçmiştir. Zillet evinden sizin için çıkış yoktur. Orada ümitsiz olun, konuşmayın! Eğer siz, oradan çıkarılmış olsanız "muhakkak yasaklandığınız şeylere tekrar dönersiniz!'


Onlar o anda ümitsiz olurlar. Allah'a karşı işlemiş oldukları suçlardan ötürü esef ederler. Fakat pişmanlık onları kurtarmaz. Esef onlara fayda vermez. Onlar elleri bağlı olduğu halde yüz üstü düşerler. Üstlerinde ve altlarında, sağ ve sollarında ateş vardır. Onlar ateş denizine dalmışlardır. Yiyecekleri ateş, içecekleri ateş, elbiseleri ateş, yatakları ateştir. Onlar ateşten cübbeler, katrandan gömlekler giyer, tokmakların vuruşu ve zincirlerin ağırlığı altında kıvranırlar. Onlar cehennemin dar geçitlerini geçmeye mecbur olurlar. Onun derekelerinde hurdahaş olurlar. Orada tir tir titrerler. Kazanların kaynaması gibi ateş onları kaynatır. Onlar azap isterler, helâk isterler. Onlar azabı istediklerinde başlarının üzerine hamım (sıcak su) dökülür. O hamîm ile onların içindeki her şey erir. Onların derileri de erir.
Onlar için demirden yapılmış tokmaklar vardır. O tokmaklarla alınları kırılır. Ağızlarından irin akar. Susuzluktan ciğerleri paramparça olur.Gözbebekleri yanakları üzerine akar. Yanaklarından etleri düşer. Her taraftan kıllar düşmeye başlar. Hatta derileri düşer. Derileri pörsüdükçe onlara başka deriler giydirilir. Kemikleri etten sıyrılır. Ruhlar, damarlar, kemikleri bağlayan asablarla baki kalmıştır. Onlar, o ateşlerin alevleri arasında ümitsiz kalır. Onlar bu durumda ölümü temenni ederler, fakat ölemezler.



Acaba yüzleri kömürden daha fazla siyahlaştığı, gözleri körleştiği, dilleri tutukluğu, belleri kırıklığı, kemikleri hurdahaş olduğu, kulakları kesildiği, derileri yırtıldığı, elleri boyunlarına bağlandığı, alınları ile ayaklan bir araya getirildiği, yüzleriyle ateş üzerinde yürüdükleri, gözleriyle demir dikenlere bastıkları zaman onlara bakarsan senin durumun ne olacaktır? Ateşin alevleri onların bedenlerinde gezer. Cehennemin yılan ve akrepleri, azalarına yapışır. Bu durumu gördüğünde halin ne olacaktır?


İşte bu söylediklerimiz, onların hallerinden bir parçadır. Şimdi ise, dehşetlerinin tafsilâtına bir bak. Cehennemin vadileri ve dereleri hakkında düşün;


zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Cehennemde yetmiş bin vadi vardır. Her vadide yetmiş bin dere vardır. Her derede yetmiş bin ejderha, yetmiş bin akrep vardır. Kâfir ve münafık bütün bunlardan geçmeden cehennemin altına varamaz,241



Hz. Ali, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
- Hüzün kuyusundan (veya vadisinden) Allah a sığınırız!
- Ey Allah'ın Rasûlü! Hüzün kuyusu (veya vadisi) ne demektir?
- Cehennemde bir vadidir ki cehennem her gün yetmiş defa onun şerrinden Allah'a sığınır, Allah onu, Kur'ân okurken riyakârlık yapanlar için hazırlamıştır.242



İşte bu söylediğimiz cehennemin genişliği ve vadilerin derecelere bölünmesidir. Bunlar da dünyanın vadileri ve şehvetleri ade-dincedir. Kapılarının adedi ise, kulun kendileriyle isyan ettiği yedi âzanın adedi kadardır. O kapıların biri diğerinin üstündedir. En üstündekine Cehennem, sonrakine Sekar, sonrakine Lezza, sonrakine Hutame, sonrakine Sair, sonrakine Cahîm, sonrakine Hâviye denir.


Şimdi Hâviye'nin derinliğini dikkatle izle! Zira onun derinliğinin hududu tıpkı dünya şehvetlerinin derinliğinin hududunun olmadığı gibi yoktur. Nasıl ki dünyanın bir ihtiyacı, insanı daha büyük bir ihtiyaca götürürse, cehennemin Hâviye'si de kendisinden daha derin bir hâviyeye götürür.
Ebû Hüreyre diyor ki: Hz. Peygamber ile beraberdik. O anda bir gürültü işittik. Bunun üzerine Hz. Peygamber 'Biliyor musunuz, bu neyin düşüşüdür?' dedi. 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedik. Hz. Peygamber şöyle dedi:
Bu bir taştır. Yetmiş sene önce cehenneme atıldığı halde şimdi cehennemin dibine vardı.243



Sonra cehennem derekelerinin değişik olmalarına dikat et; zira ahiret, derece bakımından daha büyük, fazilet bakımından daha yücedir. Nasıl ki insanların dünyaya üşüşmeleri değişik, kimi dünyada gark olan bir kimse gibi dünyaya dalmış, dünyadan çokça edinmiştir, kimi belli bir hududa kadar dalmıştır, tıpkı bu-nun gibi ateşin onları sıkıştırması da değişiktir; zira Allah Teâlâ zerre kadar zulmetmez. Ateşte olan herkesin üzerine, nasıl olursa olsun azabın çeşitleri arka arkaya gelmez. Her birinin belli bir hu-dudu vardır. Azabı isyan ve günahına göredir. Ancak azâb en az olana, dünya bütün varlıklarıyla verilse, içinde bulunduğu azabın şiddetinden kurtulmak için onların hepsini feda ederdi.


Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Cehennem ehlinin azabı enaz olanına, cehennemde ateşten yapılmış iki papuç giydirilir ki onların hararetinden onun beyni fıkır fikir kaynarEğer cehennem Gassak'dan bir kova dünyaya atılsaydı, yeryüzünde yaşayanların hepsi onun pis kokusunu hissederdiEğer Zakkum'dan bir damla dünya denizlerine akıtılsa idi, dünya ehlinin maişetini ifsâd ederdi. Acaba yiyeceği zakkum olanın hali nice olacaktır?250



Enes, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
Allah sizi neye teşvik etmişse, onu isteyin. Azabından, ikabmdan ve cehenemden korkup sakının! Eğer cennetin bir damlası, dünyanızda olsaydı, herşeyi güzelleştirip hoşlaştırırdı. Eğer cehennemden bir damla beraberinizde olsaydı, dünyanızı çirkinleştirirdi'.251



Ebû Derda, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
Cehennem ehline azık verilir. Öyle ki azıkları, içinde bulundukları azaba denk gelir. Bunun üzerine yemek hususunda imdat isterler. Onlara açlığı bertaraf etmeyecek ve kuvvet vermeyecek dari'den verilir. Bağırıp yemek isterler. Onlara boğaza takılan yemek verilir. Dünyada iken boğaza takılan lokmaları su ile geçirdiklerini hatırlarlar ve su isterler. Onlara demirden yapılmış çengellerle hamîm uzatılır. Onların yüzlerine yaklaştığında yüzlerini yakar. Karınlarına girdiğinde iç organlarını paramparça eder. Bunun üzerine birbirlerine 'Cehennem bekçisini çağırınız! derler.



Cehennem bekçisini çağırarak derler ki: 'Rabbinizden şu azabı bir gün dahi olsa bizden kaldırmasını isteyiniz!' Cehennem bekçileri onlara 'Dünyada iken peygamberler delillerle size gönderil-medi mi?' derler. Onlar 'Evet! Bize peygamberler gönderildi!' cevabını verince, cehennem bekçileri 'Öyleyse bağırmız! Kâfirlerin bağırması sapıklıklarından dolayıdır'.


Râvî der ki: Bunu üzerine cehennemlikler birbirlerine 'Mâlik'i çağırın!' derler. Böylece Mâlik'i çağırıp derler ki: 'Ey Mâlik! Rabbin aleyhimizde hükmetsin. (Yani bizi yok edip bu azaptan kur-tarsın!)' Mâlik onlara 'Siz burada kalıcılarsınız!' cevabını verir.


A'mr252 der ki: 'Bana haber verildiğine göre onların çağırmalarıyla Mâlikin kendilerine cevap vermesi arasında bin senelik bir zaman geçer'.


Râvî der ki: Birbirlerine 'O halde rabbinizi çağırın! Rabbinizden daha hayırlı hiç kimse yoktur!' derler. Bunun üzerine şöyle niyazda bulunurlar: 'Ey rabbimiz! Şekavetimiz bize galebe çaldı. Biz sapıtmış bir kavim idik. Ey rabbimiz! Bizi cehennemden çıkar. Eğer biz çıkarıldıktan sonra eskisi gibi sapıklığa dönersek muhakkak bu takdirde zâlimleriz'.


Onlara şu cevap verilir: 'Cehennemde ümitsiz olun! Benimle konuşmaym'. Bu cevaptan sonra cehennem ehli her hayırdan ümitsiz olurlar ve vaveylâ koparıp üzüntüye dalıp azaba garkolurlar.253


Ebû Umame şöyle rivayet etmektedir:
Ardından da kendisine irin (gibi) bir suyun içirileceği cehennem (onu bekmektedir). O suyu yutmaya çalışır, fakat boğazından geçiremez. (İbrahim/16-17)



Kişinin ağzına irin suyu yaklaştırılır, kişi ondan tiksinir. Ona su yaklaştırılınca yüzünü yakar. Başının tepesindeki deriyi düşürür. Suyu içtikten sonra bağırsakları parçalanıp arkasından dökülür.
(Şimdi bu nimetler içinde yaşayanlar), ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parçalayan sıcak suyun içirildiği kimseler gibi olur mu? (Muhammed/15)



Eğer (susuzluktan) feryâd edip yardım isteseler erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile kendilerine yardım edilir. (Kehf/29)254


İşte bunlar, cehennemliklerin yemekleri ve içkileridir. Acıkıp susadıklarında bunları yer ve içerler.
Şimdi cehennemin yılan ve akreplerine, onların zehirlerinin şiddetine, cisimlerinin büyüklüğüne, görünüşlerinin korkunçluğuna dikkat et! Onlar cehennem ehline musallat edilir. Onlar bir saat dahi zehirli iğnelerini batırmadan ve ısırmadan durmazlar.



Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet et-mektedir:
Kim? Allah Teâlâ ona servet verdiği halde servetinin zekâtını vermezse, o servet kıyamet gününde kel (zehirden tüyleri dökülmüş) ve gözleri üzerinde siyah iki nokta olan (dört gözlü) bir yılana dönüşür. Onun boynuna dolandıktan sonra dudaklarına yapışır ve kendisine şöyle der: 'Ben senin malınım. Dünyadaki hazinenim!'
Hz. Peygamber bunu söyledikten sonra şu ayeti okudu:
Allah'ın fazlından kendilerine verdiği şeye cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Aksine, o kendileri için şerlidir. Cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
(Alu İmran/170)255



Cehennemde deve boynu gibi yılanlar vardır. Bir defa soktuğunda kırk sene onun acısı hissedilir. Cehennemde palanlı katırlar gibi akrepler vardır. Bir defa ısırdığında kırk sene harareti duyulur.256


İşte bu yılan ve akrepler dünyada cimrilik eden kimselere musallat olurlar. Kötü ahlâklı ve insanlara eziyet verenlere, eziyet verirler. Kim bu söylediklerimizden korunmuş ise bu yılanların şerrinden de korunur ve kendisine bunlar gösterilmez. Bütün bun-lardan sonra cehennem ehlinin iskeletlerinin büyüklüğünü düşün. Allah Teâlâ, azaplarının artması için, cehennemliklerin cisimlerini büyütür. Onlar ateşin dalgalarını, yılan ve akreplerin ısırmasını daimî bir şekilde bütün azalarında hissederler!
Cehennemde kâfirin dişi, Uhud dağı kadar büyür/Derisinin kalınlığı üç günlük bir mesafe kadar olur. 257



Kâfirin alt dudağı göğsünün üzerine sarkar, üst dudağı ise yüzünü kapatacak şekil de yukarıya doğru kalkar.258


Kâfir kıyamet günü Siccîn'de dilini yerde sürür. Halk onun diline basar.259


Cisimlerinin büyüklüğüyle beraber defalarca ateş onları yakar. Derileri ve etleri yenilenir. Yine de yakılırlar.


Derileri piştikçe azabı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz. (Nisa/56)


Hasan Basrî bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: 'Ateş her gün onları 70.000 defa yiyip bitirir. Onları her bitirdikçe 'Eski halinize dönün!' denir. Onlar da eskiden olduları gibi olurlar'.


Bunlardan sonra, şimdi de cehennem ehlinin ağlamasını, ce-hennemin homurdanmasını, cehennemliklerin azap istemelerini düşün! Bu durum, onlar ilk ateşe atıldıklarında onlara musallat kılınır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


O günde cehennem getirilir. Cehennemin 70.000 yuları vardır. Her yularına 70.000 melek yapışmıştır.260


Enes, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
Ateş ehline ağlamak musallat kılınır. Gözyaşları bitinceye kadar ağladıktan sonra yüzlerinde çukurlar biçiminde yarıklar görününceye kadar kan ağlarlar. Eğer o çukurlara gemiler bırakılsa yüzerlerdi.261



Onlara ağlama, homurdanma, bağırma, azap isteme izni verildikçe onlar bir tür rahatlık hissederler. Fakat onlar bundan da menolunurlar.


Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî demiştir ki: Cehennem ehlinin beş çağırması vardır. Allah Teâlâ dördünde onlara cevap verir. Beşincisinden sonra artık ebediyyen konuşamazlar:
1. Cehennem ehli öyle der:
Ey rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün. İki defa dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir yol var mı? Fakat var mı (dönüp dünyaya) çıkmaya bir yol? (Mü'min/11)



Bunun üzerine, Allah Teâlâ onlara cevap vererek buyurur:
Bu (duruma düşmeniz)in sebebi şudur: Tek Allah'a çağrıldığınız zaman inkâr ederdiniz. O'na ortak koşulunca inanırdınız. Artık hüküm yüce ve büyük Allah'ındır. (Mü'min/12)
2. Sonra cehennem ehli derler ki: Rabbimiz, gördük, işittik, bizi (dünyaya) geri çevir, sâlih amel işleyelim. (Secde/12)



Bunun üzerine Allah Teâlâ onlara şöyle cevap verir:
Peki, önceden sizin için hiçbir zeval olmadığına yemin etmemiş miydiniz? (İbrahim/44)
3. Cehennem ehli şöyle der: Rabbimiz bizi çıkar! (Önceki) yaptığımızdan başkasını yapalım.
(Fâtır/37) Allah Teâlâ onlara cevap vererek şöyle buyurur:



Sizi, öğüt alacak kimsenin, öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı? Size uyarıcı da geldi. Öyleyse (azabı) tadın artık. Zalimlerin yardımcısı yoktur. (Fâtır/37)
4. Sonra cehennemlikler şöyle derler: Ey rabbimiz! Kötü talihimiz bizi mağlup etti ve biz sapık bir topluluk olduk. Ey rabbimiz! Bizi bu ateşten çıkar. Eğer bir daha dönersek, artık biz gerçekten zâlimleriz.
(Mü'minun/106-107)



Allah Teâlâ onlara şöyle cevap verir:
Ses çıkarmayın! Sinin orada! Benimle konuşmayın! (Mü'minun/108)



Cehennemlikler bu cevaptan sonra artık ebediyyen konuşamazlar. Bu ise şiddetli azabın en korkuncudur!262
Artık biz sızlansak da sabretsek de birdir; kaçıp sığınacak bir yerimiz yoktur. (İbrahim/21)



Mâlik b. Enes, Zeyd b. Eslem'in bu ayetin tefsirinde şöyle dediğini naklediyor: 'Cehennem ehli yüz sene sabrettikten sonra,yüz sene sızlandılar. Sonra yüz sene sabrettiler. Sonra dediler ki: İster sızlanalım, ister sabredelim bizim için birdir'.


Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kıyamet günü ölüm beyaz olur Koç şeklinde getirilir. Cennet ile cehennem arasında iki diyarın ehli görecek bir şekilde kesilir ve denilir ki: 'Ey cennetlikler ve cehennemlikler! Ölümsüz bir ebedîlik içindesiniz'.
Hasan Basrî'nin şöyle dediği rivayet edildi: 'Bir kişi vardır bin sene sonra cehennemden çıkar. Keşke ben o kişi olsaydım'.



Hasan Basrî'nin bir zaviyede oturup ağladığı görüldü. 'Neden ağlıyorsun?' diye sorulunca 'Allah'ın beni cehenneme atıp buna da aldırmamasından korkuyorum' dedi.


İşte buraya kadar saydıklarımız, kısaca cehennem azabının çeşitleridir. Cehennemin üzüntülerine, meşakkat ve hasretlerinin tafsilatına gelince, bunun sonu yoktur. Bu bakımdan cehennemlikler için şiddetli azapla beraber en büyük felâket cennet nimetini ve Allah'ın mülâkatını elden kaçırma, Allah'ın rızasını kaybetmektir. Onlar, bütün bunları ucuz bir fiyata sattıklarını bilirler; zira bunları, dünyada kısa günlerde hakir şehvetlerle sattılar. Oysa o şehvetler de onlar için dupduru değildi, bulanık ve karışıktı. Onlar kendi kendilerine şöyle derler: 'Vah hâlimize! Biz rabbizime isyan etmek suretiyle nefislerimizi helâk ettik? Kısa günlerde sabretmedik. Eğer sabretseydik o günler zaten şimdi geçmişti. Biz de şu anda âlemlerin rabbinin komşuluğunda olacaktık. Rıza ve rıdvanıyla nimetlenecektik'. Ey insanlar! Bu kimselerin üzüntüsü ne büyük! Onların elinden kaçan kaçmış! Onlar mübtelâ olduklarıyla mübtelâ olmuşlardır. Onların beraberlerinde dünyanın nimet ve lezzetlerinden birşey kalmamıştır. Sonra onlar cennet nimetlerini görmeseydiler, üzüntüleri pek büyümezdi. Fakat cennet nimetleri onlara gösterilir.


Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Kıyamet gününde, cehennemden bazı kimselerin cennete getirilmesi emroiunur. Cennete 3'aklaşıp cennet kokusunu duydukları, köşkleri ve cennetlikler için Allah Teâlâ'nın hazırladığı nimetleri gördüklerinde onları getirenlere şöyle denir: 'Cennetten onları uzaklaştırın! Onların cennette nasipleri yoktur'. Onlar öyle bir hasretle geri dönerler ki öncekiler ve sonrakilerin hiç biri o hasretin benzeriyle geri dön-memişlerdir. Onlar derler ki: 'Ey rabbimiz! Bize sevabından ve hâlis kulların için cennette hazırladığın nimetten göstermeden önce bizi cehenneme soksaydın bizim için daha kolay olurdu! Böyle yapmamın hikmeti şudur: Siz başbaşa kaldığınızda büyük günahlarla bana meydan okuyordunuz. Halkla bir araya geldiğinizde, onlardan korkuyordunuz. Halka bana kalplerinizde vermiş olduğunuzun hilafını gösteriyordunuz. Halktan korkuyordunuz, fakat benden korkmuyordunuz. Halkı büyüttünüz, fakat benim azametime lâyık olan büyüklüğümü takdir etmediniz. Halk için uygun olmayanı bıraktınız, fakat benim için bırakmadınız. Öyle ise bugün size elem verici azabı tattıracağım. Hem de mahrum olduğunuz ebedî sevapla beraber!263



Ahmed b. Harb en-Nişaburî şöyle demiştir: 'Bizden bir kimse gölgeyi güneşe tercih eder. Fakat cenneti cehenneme tercih etmez'.


Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Nice sıhhatli beden, nice güzel yüz ve nice fasih dil vardır ki yarın cehennem tabakaları arasında sabahlayacaktır!'


Hz. Dâvûd (a.s) şöyle demiştir: İlâhî! Güneşin hararetine takatim yok! Ateşinin hararetine nasıl güç yetireceğim? Rahmetinin sesine sabrım yok iken, azabının sesine nasıl sabredeceğim?'


Ey miskin! Şu dehşetlere dikkat et. Bil ki Allah Teâlâ, dehşetleriyle beraber ateşi yarattı. Ona ehil olanları yarattı. Onlar ne fazlalaşır, ne de eksilirler. Bu, verilmiş bitmiş bir hükümdür.


Onları hasret gününe karşı uyar ki o zaman kendileri (her şeyden) habersiz bir halde inanmamakta ısrar ederlerken iş bitirilmiş olur. (Meryem/39)


Hayatımla yemin ederim! Bu hüküm ile kıyamet gününe ve başlangıcı olmayan ezele işaret var. Fakat daha önceki hükmü kıyamet gününde belirtmiştir. Hakkında ezelî hükmün nasıl verildiğini bilmediğin halde güler, oynar, dünyanın hakir şeyleriyle meşgul olursun, haline ne kadar hayret edilse yeridir.


Keşke varacağım yeri, sonumun ne olacağım, hakkımda kazanın nasıl hükmettiğini bilseydim' dersen, sana şunları tavsiye ederim: Senin için bir alâmet vardır. Onunla yakınlaşıp ondan ötürü ümidini tasdik edersin. O da şudur: Hallerine ve amellerine bakmalısın; zira her insan niçin yaratılmış ise, ona muvaffak olur. Eğer senin için hayır yolu kolaylaştırılmış ise, sevin! Muhakkak sen cehennemden uzaksın. Eğer sen hayrı her istediğinde senin önüne mâniler çıkıp seni hayırdan uzaklaştırırsa, şerri yapmak istediğinde de onun sebepleri senin için kolaylaştırılırsa, bil ki hüküm senin aleyhine verilmiştir. Çünkü bu durumun neticeye delâlet etmesi, yağmurun bitki bitirmeye ve dumanın ateşe delâlet etmesi gibidir.
İyiler naîm cennetindedirler. Kötüler de cehennemdedirler. (İnfitar713-14)



Öyle ise nefsini bu iki ayetin terazisiyle tart. Böylece iki yerden hangisinin istikrar yerin olduğunu anlarsın. Allah en doğrusunu


241) İbn Kanî, Mu'cem
242) İbn Adîy
243) Müslim
244) Buhârî, Muslini
245) İbn Abdilberr
246) Tirmizî
247) Buhârî, Müslim
248) İmam Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Nesâî, İbn Mâce ve Ebû Yala, (Enes'ten merfû olarak)
249) Tirmizî
250) Tirmizî, {hasen sahih olarak); İbn Mâce
251) Beyhâkî
252) Süleyman b. Mehran Kûfeli'dir. Bu hadîsin ravilerinden biridir.
253) Tirmizî
254) Tirmizî, (garîb olarak)
255) Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)
256) İmam Ahmed, İbn Hibban, Taberânî, Hâkim
257) Müslim
258) Tirmizî
259) Tirmizî
260) Müslim, (İbn Mes'ud'dan)
261) İbn Mâce, (Yezid er-Rakkaş'tan)
262) İhyâ'nın birçok nüshasına müracaat ettiğimiz halde cehennemliklerin beşinci çağrılarına tesadüf edilememiştir!
263) Ebû Hüdbe, Erbain; Taberânî, Kebîr; Ebû Nuaym, Hilye; İbn Asâkir ve İbn Neccar, (Adîy b. Hâtim'den)



*43.Cennet ve Çeşitli Nimetleri


Üzüntü ve gamları bilinen o cehennem yurdundan başka bir yurt vardır. Bu ikinci yurdun nimetlerini ve sevincini düşün; zirâ onların birinden uzaklaşan, şüphesiz diğerine yerleşir. Cehennemin dehşetlerini uzunca düşünmek suretiyle kalbinde körkuyu, cennetliklere va'dedilen daimî nimet hakkında uzunca düşünmek sureliyle de ümidi kazanmaya çalış. Nefsini korkunun kamçısıyla sürüp ümidin yularıyla dosdoğru yola çek! Bunun vasıtasıyla büyük mülke nâil olur, elem verici azaptan selim kalırsın!


Cennet ehli ve yüzlerindeki nimet parıltıları hakkında düşün. Onlara miskle mühürlenmiş cennet şarabı içirilir. Kırmızı yakuttan yapılmış minberler üzerinde, beyaz incilerden yapılmış çadırlar içinde otururlar. O çadırlarda yeşil ve nâdide halılar serilidir. Onlar cennet şarabı ile bal akan nehirler etrafında kurulan tahtlar üzerine yaslanmışlar, etrafları hizmetçilerle kaplıdır. Güzel, ela gözlü hurilerle o cennetler süslenmiştir. Sanki o huriler yakut ve mercan gibidirler. Kocalarından önce onlara ne insan, ne de cin dokunmamıştır. O huriler cennetlerde yürürler. Onlardan biri yürüdüğünde yerlerde sürünen eteklerini yetmiş bin vildan omuzlar. O koltukların üzerinde öyle güzel beyaz ipekliler vardır ki berraklığından gözler kamaşır. İnci ve mercan ile süslenmiş taçlar giyerler. Nazlı cilveli, güzel kokulu, ihtiyarlıktan ve hastalıktan emindirler. Sadece çadırlarında otururlar. Yakuttan yapılmış köşklerde dururlar. Kocalarından başkasına bakmazlar. Ela gözlüdürler. Sonra cennet ehli ile o huriler arasında içenler için lezzet verici bembeyaz bir şerbet gezdirilir. Onlara hizmetçiler, vildanlar hizmet ederler. Her türlü kirlerden korunmuş, inciler gibi hizmetçiler! Bütün bunları yaptıklarının karşılığı olarak emin bir yerde, bahçeler, çeşmeler ve nehirler arasında, kudret sahibi bir sultanın katında, dosdoğru bir makamda oldukları halde görürler. Onlar o makamda kerîm olan sultanın cemâline bakarlar. Onların yüzlerinde nimetin nuru parlamaktadır. Onlara ne bir toz, ne de bir zillet isabet eder, onlar şerefli kullardır. Rablerinden gelen çeşitli hediyeler alırlar. Onlar nefislerinin çektiği nimetler içerisinde ebedîdirler. O cennette ne korkar, ne de üzülürler. Onlar felâketlerin gelmesinden emindirler. Onlar o cennette nimetlenir, yemeklerinden yer, nehirlerinden su, cennet şarabı ve bal içerler. O nehirlerin tabanları altından, kumları mercandandır. Onun tabanında kum yerine halis misk vardır. Onun etrafındaki bitkiler za'feran'dır. Kâfur tümsekleri üzerinde oldukları halde nesrin suyu ile dolu bulutlardan yağmurlanırlar! Onlara testiler verilir. Ama ne testiler! Gümüşten yapılmış, dürr, yakut ve mercan ile işlenmiş testiler. Bir testi ki onda mühürlü rahik bulunur. O rahik tatlı selsebil ile karışıktır. Bir testi ki cevherinin berraklığından parlar. Cennet şarabının rikkat ve kırmızlığı onun içinde görülür. Onu bir insan yapmamış ki tesviyesinde kusur etsin. Sanatının güzelliğinde eksik bulunsun. O testi öyle bir hizmetçinin elindedir ki o hizmetçinin yüzünün ziyası, parlayan güneşi andırır. Fakat güneşte o suretin halaveti gibi bir halâvet nerede vardır? O yanakların güzelliği, o gözlerin melâhat! nerede? Hayret o kimseye ki sıfatları bu olan birrda inanıyor ve bu yurdun ehlinin ölmeyeceğine ve bu yurda inenlere felâketlerin dokunmayacağına inanıyor da buna rağmen Allah Teâlâ'nın harâb olmasına izin verdiği bir yurda önem veriyor, bu nimetlerin altında olan bir maişet boşuna gidiyor, Allah'a yemin ederim, eğer o cennette ölümden, açlık, susuzluk ve benzer şeylerden emin olmakla beraber bedenlerin selametlerinden başka birşey olmasaydı, bu da dünyayı terketmek için yeterli bir sebep sayılırdı ve geçici bir yurda tercih edilirdi. Cennet, dünyaya nasıl tercih edilmez. Oysa onun ehli emin olan padişahlardır. Sevincin çeşitleri içerisinde nimetlenirler. Onlar ne isterlerse, kendilerine verilir. Hergün arşın sahasında hazır bulunurlar. Allah Teâlâ'nın kerîm yüzüne bakarlar. Allah'a bakmak vasıtasıyla, cennetin diğer nimetlerinde bulunmayan nimetlere mazhar olurlar. Onlar daima nimetlerin çeşitleri arasında yüzerler. Onlar nimetlerin zevalinden .emindirler.


Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Bir tellâl şöyle bağırır: Ey cennet ehli! Size, sıhhate kavuşup ebediyyen hasta olmak yoktur, hayata kavuşup ebediyyen ölmemek vardır. Muhakkak ki sizin için gençleşip ebediyyen ihtiyarlamak yoktur, nimetlenme ve ebediyyen rahatlık vardır, İşte bu durum, şu ayetin mânâsıdır: "Göğüslerinden kinden ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdır. Altlarından ırmaklar akmaktadır. 'Lütfedip bizi buraya getiren Allah'a hamdolsun, Allah bizi getirmeseydi, biz bunu bulamazdık! Rabbimsin peygamberleri gerçeği getirmişler' dediler.



Onlara 'İşte size cennet, yaptıklarınıza karşılık o size miras verildi' diye seslenildi". (A'râf/43)


Ne zaman cennetin sıfatını bilmek istersen, Kur'ân oku! Allah'ın açıklamasından daha ikna edici açıklama yoktur!
Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var. (Rahmân/46)



Bu ayetten Rahmân sûresini sonuna kadar oku! Vakıa ve bun-lardan başka sûreleri oku! Eğer cennet sıfatının tafsilatını hadîslerden öğrenmek istiyorsan, özetine muttali olduktan sonra tafsilatını düşün! Önce cennetlerin adedini düşün!


Hz. Peygamber (s.a) 'Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var!' (Rahmân/46) ayetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur:
İki cennet vardır ki kapları ve içinde bulunan her şey altından yapılmıştır. İki cennet de vardır ki kapları ve içinde bulunan her şey gümüşten yapılmıştır. Cennet ehli ile rableri arasında sadece Adn cennetinde rablerinin yüzündeki kibriya ridası vardır.264



Sonra cennetin kapılarına bak! Onlar da ibadetlerin esasları nisbetinde çokturlar. Nitekim cehennem kapılarının da günahların temelleri adedince olduğu gibi!


Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kim Allah yolunda, malından bir çift infak ederse, cennetin bütün kapılarından çağrılır. Cennetin sekiz kapısı vardır. Kim namaz ehlinden ise namaz kapısından çağrılır. Kim oruç ehlinden ise, oruç kapısından, sadaka ehlinden ise sadaka kapısından çağrılır. Cihad ehlinden olan bir kimse de cihad kapısından çağırılır.



Bunun üzerine Hz. Ebubekir 'Yemin olsun, bir kimse, hangi kapıdan çağrılırsa, kurtulur. Acaba bütün kapılardan çağrılan bir kimse var mıdır?' diye sordu. Hz. Peygamber 'Evet! Senin onlardan olacağını umarım' dedi.265


Asım b. Zümre, Hz. Ali'den şöyle rivayet ediyor: Hz. Ali (r.a) ateşten bahsetti. Onun dehşetini öyle korkunç bir şekilde anlattı ki şimdi onun anlattıklarını hatırlamıyorum. Sonra şu ayeti okudu:
Rablerinin (azabından) korunanlar da bölük bölük cennete sevkedildiler. (Zümer/73)



Onlar cennet kapılarından birine vardıklarında orada bir ağaç görürler ki onun kökünden akan iki çeşme fışkırır. O çeşmelerin birine varıp ondan içerler. İçlerinde bulunan sıkıntı sökülüp atılır. Sonra ikinci çeşmeye varırlar. Onunla temizlenirler. Sonra onlara berrak nimetler verilir. Bundan sonra tüyleri bile bozulmaz. Başları kirlenmez. Sanki yağ ile yağlanmışlardır. Sonra cennete varırlar. Cennetin bekçileri onlara 'Selam size olsun! Ne mutlu size! Ebedî kalıcılar olarak cennete giriniz!' derler. Sonra cennetin vildanları onları karşılar. Onların etraflarında dünya yurdunun çocuklarının, seferden gelen dostlarının etrafında tepişip oynadıkları gibi oynarlar. Onlara 'Sevinin! Allah size şu kadar nimet hazırlamıştır' derler.


Râvî der ki: O vildanlardan bir çocuk, onun ela gözlü hurilerden olan hanımlarının bazısına koşarak o kocanın dünyada çağrıldığı ismini anarak Talan adam geldi' diye müjde verir. O zevce de müjdeciye 'Gözünle gördün mü?' diye sorar. Müjdeci 'Gördüm ve arkamdan geliyor!' der. Sevinç o huriyi o kadar hafifletir ki cennet kapısının eşiğine varıp kocasını karşılar. O kimse konağına vardığında, konağın temellerine baktığında inciden taşlarla tutturulmuş, onun üzerinde kırmızı, yeşil ve sıra renklerden meydana gelen bir köşk inşa edildiğini görür. Sonra başını kaldırıp tavanına baktığında şimşek gibi parlak olduğunu görür. Eğer Allah Teâlâ koruınasa gözü tavanın ışığından kör olur. Sonra zevcelerinin orada olduğunu görür. Dizilmiş bardaklar, dizilmiş yastıklar ve serilmiş döşemeler görür. Sonra yastıklara yaslanır ve
'Bizi buna hidayet eden Allah'a hamdolsun! Eğer Allah bizi buna hidayet etmeseydi buna hidayet olmazdık!' der.
Sonra bir tellâl şöyle çağırır: 'Ey cennetlikler! Diri kalacaksınız. Ebediyyen ölmeyeceksiniz. Mukim kalacaksınız! Ebediyyen göçmeyeceksiniz. Sıhhatli kalacaksınız. Ebediyyen hastalanmayacaksınız'.



Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kıyamet gününde cennet kapısına varırım. Kapının açılmasını isterim, Bekçi 'Sen kimsin' diye sorunca, 'Ben Muhammed'im' diye cevap veririm. Bekçi 'Kapıyı senden önce kimseye açmamam emredildi' der.266



Bunlardan sonra şimdi cennetin köşkleri ve cennetteki yükseklik derecelerinin değişikliğini düşün. Çünkü ahiret derece bakımından daha yüksek ve lütuf bakımından daha yücedir. Nasıl ki insanlar arasında görünür ibadetlerde ve ahlâklarda açık bir değişiklik varsa, mükâfat!andırılacakları hususta da açık bir değişiklik vardır. Eğer sen derecelerin en yücesini istiyorsan, çalış ki kimse senin önüne geçmesin! Allah sana ibadet hususunda yarışmayı emir buyurmuştur:


Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği gökle yerin genişliği gibi olup Allah'a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlanmış bulunan bir cennete koşuşun. (Hadîd/21)


Ki sonu misktir. İşte yarışanlar bunun için yarışsınlar. (Mutaffifîn/26)


Hayret edilecek nokta şudur: Eğer komşuların bir dirhemin fazlalığı veya bir binanın yüksekliği ile senin önüne geçerlerse, bu sana ağır gelir. Göğsün bununla daralır. Hasedden ötürü hayatın bulanır. Hallerin en güzeli cennette istikrar bulmandır. Orada, bütün dünyanın bile denk olamayacağı ibadetlerle önüne geçen kimseler vardır.


Ebû Said el-Hudrî Hz, Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
- Cennet ehli, üzerlerindeki köşklerde bulunan kimseleri sizin şarkın veya garbın ufkundaki gördüğünüz yıldız gibi uzak görürler. Bu da aralarındaki değişiklik ve farklılıktan ileri gelir.
- Galiba o peygamberlerin mertebeleridir. Peygamberlerdenbaşkası o mertebelere varamaz.
- Nefsimi kudret elinde tutana yemin olsun, iman eden ve peygamberleri tasdik eden kimselerdir onlar!Yüksek derecelerin ehlini, altlarında bulanlar, sizin gök ufuklarından birinde doğan yıldızı gördüğünüz gibi görürler. Ebubekir ve Ömer onlardandır. Hatta mertebece daha büyüktür. 268



Câbir der ki: Hz. Peygamber bizlere 'Size cennet köşklerinden haber vereyim mi?' diye sorunca, ben 'Evet! Ya Rasûlullah! Allah'ın salât ve selâmı senin üzerine olsun! Anne ve babalarımız sana feda olsun! Haber ver!' dedim. Bunun üzerine şöyle dedi: Cennette, çeşitli cevherlerden yapılmış köşkler vardır. Bu köşklerin içleri dışlarından, dışları da içlerinden görünür. Cennette nimet, lezzet ve sevinçten öylesi vardır ki ne bir göz onu görmüş, ne bir kulak onu işitmiş, ne de bir beşerin kalbine böyle birşey gelmiştir'. Câbir 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu köşkler kimler içindir?' dedim. Hz. Peygamber 'Halk uyurken geceleri kalkıp namaz kılan bir kimse içindir' dedi.
- Kimin buna gücü yeter?
- Benim ümmetimin gücü yeter ve sizlere bundan haber vereceğim. Kim kardeşine rastladığında ona selâm verir veya selâmına karşılık verirse, bu kimse selâmı yaymıştır. Kim ehline ve
ailesine doyasıya yemek yedirirse, o yemek yedirmiştir. Kim Ramazan ayında oruç tuttuktan sonra her aydan üç gün oruca devam ederse, o da orucu devam ettirmiştir. Kim yatsı ve sabah namazını cemaatla kılarsa o da halk uykuda olduğu halde namaz kılmıştır.



Hz. Peygamber 'uykuda olan halk' ifadesiyle yahudi, hristiyan ve mecusîleri kastetmiştir.
Adn cennetlerinde güzel konutlara koysun! (Sâf/12)



Hz. Peygamber'e bu ayetin mânâsı sorulduğunda şöyle demiştir:
Onlar inciden yapılmış köşklerdir. Herbir köşkte kırmızı yakuttan yapılmış yetmiş yurt vardır. Her yurdun içinde yeşil zümrütten yapılmış yetmiş ev vardır. Her bir evde bir taht vardır. Her bir tahtın üzerinde çeşitli renkli yetmiş yatak vardır. Her yatağın üzerinde ela gözlü hurilerden bir zevce vardır. Her evde yetmiş sofra vardır. Her sofranın üzerinde yetmiş çeşit yemek vardır. Her evde yetmiş cariye vardır. Mü'min bir kimseye her sabah öyle bir kuvvet verilir ki bütün bunlarla görüşebilir.269



264) Buhârî
265) Buhârî, Müslim, İmam Mâlik, Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibban
266) Müslim, (Enes'ten)
267) İmam Ahmed, Dârimî
268) Tirmizî, {hasen olarak); İbn Mâce, (Ebû Said'den)
269) Ebû Şeyh, Kitab'ul-Azme



*44.Cennetin Duvarları, Toprağı, Ağaç ve Nehirleri


Cennetin sureti hakkında düşün! Sonra cennet sakinlerine gıpta edip ahiret yerine dünyaya kanaat ettiğinden dolayı cennetten mahrum olanın üzüntüsü hakkında düşün!


Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
Cennet duvarının bir kerpici gümüşten, bir kerpici altındandır. Toprağı zaferan, çamuru misktendir.270



Hz. Peygamberden cennet toprağı sorulduğunda şöyle buyurmuştur;
Katıksız ve beyaz bir ekmek (gibi) hâlis misktir.271



Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
Kim Allah Teâlâ'nın kendisine âhirette cennet şarabını içirmesini istiyorsa, o kimse dünyada şarap içmeyi terketsin.'Kim Allah'ın kendisine âhirette ipekli giydirmesini istiyorsa, o kimse ipekli giymeyi dünyada terketsin. Cennet nehirleri tepecikler veya misk dağları altından fışkırır. Eğer cennet ehlinden en az hilye giyenin hilyesi, bütün dünyanın hilyesiyle karşılaştırma, âhirette Allah'ın kendisine vereceği hilye dünyanın bütün hilyeleıinden daha üstün olur.272



Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
Cennette bir ağaç vardır ki bir süvari onun gölgesinde yüz sene yürüdüğü halde, yine de sonuna varamaz. İsterseniz şu ayeti okuyun: Uzamış gölge(ler). (Vâkıa/30)273



Ebû Umame der ki: Hz. Peygamber'in ashabı 'Allah bizi bedevîler ve bedevilerin meseleleriyle faydalandırır. (Çünkü kalplerine geleni cesaretle sorarlar)'. Bir bedevî Hz. Peygamber'e gelip sordu:
- Allah Teâlâ Kur'an'da eziyet vermeyen bir ağaçtan bahsetmiştir. Acaba cennette sahibine eziyet vermeyen bir ağaç varmıdır?
- O ağaç nedir?
- Sidr (Kiraz) ağacı. Muhakkak ki sidrin dikenleri vardır.
- Fakat Allah Teâlâ buyurmuştur: 'Onlar dikensiz kirazlar!' (Vâkıa/28) Allah Teâlâ onun dikenini kırar. Her dikenin yerine bir meyve çıkar. Onun her meyvesinin tomurcuğu yetmişiki renk olur.
O renklerin biri diğerine benzemez.



Cüreyr b. Abdullah el-Bücelî şöyle demiştir: Saffah'a (bir yerin ismi) indik! Baktım ki biri bir ağacın altında uyuyor. Nerdeyse üzerine güneş gelecek. Hizmetkâra dedim ki: 'Şu deriden yapılmış sergiyi götür de üzerine gölge yap!'
Hizmetçi getirip gölge yaptı. O uyandığında baktık ki Selman Fârisî'dir. Ona varıp selâm verdim. Bana dedi ki:
- Ey Cüreyr! Allah için tevazu göster! Çünkü dünyada Allah'a tevazu gösteren bir kimseyi Allah kıyamette yüceltir. Kıyamet günündeki karanlıkların ne olduğunu bilir misin?
- Hayır!
- İnsanların bazısının bazısına zulüm yapmalarıdır. Sonra yerden çok küçük bir çöp alarak dedi ki:
- Ey Cüreyr! Eğer bu çöp gibisini de ararsan cennette bulamazsın!
- Ey Ebû Abdullah! Acaba hurma ve ağaç nerededir?
- Onların kökleri inci ile altın, üstünde de meyveleri vardır.



270) Tirmizî
271) Müslim
272) Taberfinî
273) Müslim, Buhârî



*45.Cennet Ehlinin Elbiseleri, Yatakları, Sergileri, Koltukları ve Köşkleri


Allah, iman edip sâlih ameller işleyenleri de altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Orada altından bilezikler ve inciler takınırlar. Orada giysileri de ipektir.(Hacc/23)Bu hususta ayetler çoktur. Bu


hususun hadîslerdeki tafsilatı ise şöyledir:
Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
Kim cennete girerse nimetlere garkolur ve hastalanmaz. Elbisesi çürümez, gençliği tükenmez. Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin kalbinden geçmeyen nimetler vardır.274



Bir kişi, Hz. Peygamber'e 'Bize cennet ehlinin elbiselerinden haber ver! Acaba onların elbiseleri yaratılan birşey midir, yoksa örülen birşey mi?' diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir zaman sustu, orada bulunanların bazısı güldü. Hz. Peygamber 'Neden gülüyorsun? Bir âlimden soran bir cahilin haline mi gülüyorsunuz?' dedi.
Bunları söyledikten sonra Hz. Peygamber (s.a)
Cennet meyveleri elbiseleri iki defa çıkarılır dedi.275 Yani tomurcuklar senede iki defa yarılıp içlerinden elbiseler çıkar veya haftada veya günde iki defa olur.



Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
Cennete giren ilk zümrenin suretleri, dolunay gibidir. Onlar cennete tükürmez ve sümkürmezler. Taharet yapmazlar. Kapları altın ile gümüştendir, terleri misktir. Onların her biri için iki zevce vardır. O zevcelerin kemikleri içerisinde bulunan ilik, güzelliklerinden ötürü, etlerinin arkasından görünür. Onların arasında ihtilaf olmaz, biribirinden buğzetmez, kalpleri bir kalp gibidir. Sabah akşam Allah'ı tasbih ederler. (Başka bir rivayette) Her zevcenin sırtında yetmiş hulle vardır.276



Allah, iman edip sâlih amel işleyenleri de altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Orada altından bilezikler ve inciler takınırlar.(Hacc/23)


Hz. Peygamber (s.a) bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur:
Onların başında taçlar vardır. O tacın üstündeki incilerin en düşüğü doğu ile batı arasını aydınlatacak kadar parlaktır.277



Cennet çadırı içi boş bir şeydir. Onun uzunluğu altmış mildir. Onun her köşesinden mü'min için başka bir aile efradı vardır ki diğerleri onları görmez. 278


İbn Abbas 'Hayme, içi boş bir dürr'dür. Bir fersahın karesi kadardır. Onun altından yapılmış dört bin kapısı vardır' demiştir.


Ve yükseltilmiş döşekler üzcrindedirler. (Vakıa/34)


Hz. Peygamber (s.a) bu ayetin tefsirinde 'İki döşeğin arası yer ile gök arası kadardır' buyurmuştur/279


274) Müslim, Buhârî
275) Nesâî, (Abdullah b. Amr'dan)
276) Taberânî
277) Tirmizî, Hâkim
278) Buhârî
279) Tirmizî, (Ebû Said el-Hudrî'den garib olarak)



*46.Cennet Ehlinin Yiyecekleri


Cennetliklerin yemeği Kuran'da zikredilmiştir. Onlar meyveler, semiz kuşlar, kudret helvası, pişmiş kuşlar, bal, süt ve sayılmayacak sınıflardan oluşur.


Onlardaki herhangi bir mey/eden rızıklandırıldıkça 'Bu daha önce de sızıldandığımız şeydir' derler ve o rızık (dünyadakine) benzer olarak kendilerine verilmiştir. (Bakara/25)


Allah Teâlâ cennet ehlinin şarabını birçok yerlerde zikretmiştir. Hz. Peygamber'in azadlısı Sevban şöyle anlatıyor:
- Hz. Peygamberin yanında duruyordum. Yahudi âlimlerinden biri Hz. Peygambere geldi. Birçok sualleri sorduktan sonraşöyle dedi:
- Acaba ilk köprüyü geçen kimdir?
- Muhacirlerin fakirleri!
- Onlar cennete girdiklerinde hediyeleri ne olur?
- Balığın ciğerinin fazlası!
- Onun arkasından gıdaları ne olacak?
- Onlara cennet bahçelerinde otlayan cennet öküzü kesilecek!
- Onun üzerine onların içkisi ne olacak?
- İçkileri cennette bulunan ve selsebil demlen bir çeşmedenolacak!
- Doğru söyledin!280



Zeyd b.Erkanı (r.a) derki: Yahudilerden bir kişi Hz. Peygamber'e gelip sordu:
- Ey Ebû Kasım! Sen cennet ehlinin cennette yiyip içeceklerini iddia etmiyor musun?
Daha önce bu yahudi, arkadaşlarına 'Eğer Muhammed benim söylediklerimi tasdik ederse onu mağlup edeceğim" demişti.



Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
Evet! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim, cennet ehlinin her birine yemek, içmek ve cinsî münasebet hususunda yüz kişinin kuvveti verilir.
Bunun üzerine yahudi sormaya devam etti:
- Muhakkak ki yiyen ve içen bir kimse def-i hacete mecbur olur.
- Onların ihtiyaçları derilerinden misk gibi akan terdir. Bir de bakarsın karınlan sırtlarına yapışmıştır.281



İbn Mes'ud, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cennette iken uçan kuşa bakıp canın çektiğinde kuş pişmiş olarak önüne düşer.282



Huzeyfe, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cennette büyük develere benzeyen bir kuş vardır. Hz. Ebubekir (r.a) dedi ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Muhakkak ki o kuş çok etlidir!
- Onların etini yiyen, onlardan daha hoştur. Ey Ebubekir, sen de onlardan birisin.283



Onların önünde altın tepsiler ve bardaklar dolaştırılır. (Zuhruf/71)


Abdullah b. Amr bu ayetin tefsirinde demiştir ki: 'Onların etrafında altından yapılmış yetmiş tabak dolaştırılır. Her tabakta başka bir renk vardır ki diğerinde yoktur'.
Karışımı tesnîmdendir. (Mutaffifin/27)



Abdullah b. Mes'ud (r.a) bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: 'Ashab-ı Yemîn için ona cennet şarabı katıştırılır. Mukarrebler ise, onu katıştırmaksızın içerler'.
Ki sonu misktir. (Mutaffıfîn/26)



Ebû Derdâ (r.a) bu ayetin tefsirinde demiştir ki: 'O gümüş gibi beyaz bir şaraptır. Onunla son şarablarını mühürlerler. Eğer dünya ehlinden bir kişi elini ona daldırır, sonra çıkarırsa onun güzel kokusunu hissetmeyen hiçbir şey kalmaz!'


279) Tirmizî, (Ebû Said el-Hudrî'den garib olarak
280) Müslim
281) Nesâî, Kübra, (sahih bir senedle)
282) Bezoar, (zayıf bir senedle)
283) (Huzeyfe'den garîb bir senedle)



*47.Cennetteki Huriler ve Vildanlar


Kur'an'da onların vasıfları vardır, fakat fazla izahat, hadîslerde vârid olmuştur.
Enes b. Mâlik, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:



Bir sabah veya bir akşam Allah yolunda bulunmak, dünya ve dünyanın içinde bulunanlardan daha hayırlıdır. Birinizin ok ile yayı arası veya ayak yeri kadar cennetten elde edeceği şey, dünya ve dünyadakilerden hayırlıdır. Eğer cennet kadınlarından biri yeryüzüne çıksa, yeryüzü pırıl pırıl parlar, yer ile gök arası güzel koku ile dolar. O kadının başındaki başörtüsü dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır.284


Onlar yakut ve mercan gibidirler, (Rahmân/58) Hz. Peygamber (s.a) bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir:
Perde arkasında olduğu halde onun yüzüne bakılsa aynadan daha berrak görünür. Onun boynunda bulunan ve kıymetçe en düşük olan inci doğu ile batı arasını ışıklandırır. Onun sırtında yetmiş elbise vardır. Kocasının bakışı o elbiselerden geçerek kemiklerindeki iliği bile görür.285



Enes, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Gece yolculuğuna (isrâ) çıkarıldığım zaman cennette bir yere girdim. İsmine Bey dah deniyordu. Orada inci, yeşil zebercet ve kırmızı yakuttan bir çadır kurulmuştu. Çadırın içindeki hanımlar 'Ey Allah'ın Rasûlü! Selâm sana!' dediler. 'Ey Cebrâil! Şu ses nedir?' dedim. Cebrâil 'Bunlar çadırlarında sadece kocalarına bakan hanımlardır. Rablerinden sana selâm vermek hususunda izin istediler. Onlara izin verildi' dedi. Bu konuşmadan sonra onlar 'Biz kocalarından razı olan hanımlarız. Asla kızmayız. Biz cen-nette ebediyyen kalan hanımlarız. Asla göç etmeyiz.' diye tempo tuttular.



Bundan sonra Hz. Peygamber şu ayeti okudu: Çadırlara kapanmış huriler. (Rahman/72)


Tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. (Alu İmran/15)


Mücâhid bu ayetin tefsirinde şöyle der: 'Hayızdan, küçük ve büyük taharetten, tükrük, balgam, meni ve çocuktan temizlenmiş kadınar demektir'.


O gün cennet halkı, bir iş içinde eğlenirler. (Yasin/55)
Evzâî bu âyetin tefsirinde şöyle demiştir: 'Onların meşgalesi, kendilerine ihsan edilen bakirelerin bikrini izale etmekti.



Bir kişi "Cennet ehli cinsi münasebette bulunur değil mi?' diye sorduğunda, Hz. Peygamber şöyle cevap vermiştir:
Onlardan bir kişiye sizden yetmiş kişinin kuvvetinden daha fazla kuvvet verilir!288



Abdulla bin Ömer şöyle demiştir: 'Derece bakımından cennet ehlinin en düşüğünün beraberinde bin hizmetçi vardır. Her hizmetçi ayrı bir işle meşguldür'. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:


Cennet ehlinden her kişi beş yüz huri ile evlenir. Dört bin bakire, sekiz bin dul ile evlenir. Onların her birinin boynunadünyadaki yaşı kadar sanılır.287


Cennette bir pazar vardır. Orada ne alış var, ne veriş! Ancak erkekler ile kadınların suretleri (modeli) vardır. Erkek herhangi bir sureti sevdiğinde, oraya girer. Orada ela gözlü hurilerin bir cemiyeti vardır. Öyle avazlar çıkarırlar ki insanlar onların, benzerini işitmemiştir. Derler ki: 'Biz ebedî olanlanz, helâk olmayız. Biz yumuşak bedenlileriz, pörsümeyiz.


286) Tirmizî, (sahih olarak)
287) Beybâkî, Ebû Şeyh, Kitab'ul-Azme



Kitaba Zikril-Mevt ve Ma Ba'dehu/IL Bölüm 1359
Biz kocalarımızdan razı olanlarız, kızmayız. Ne mutlu o kimseye ki biz onunuz, o da bizimdir',288
Enes, Hz, Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:



Huriler cennette şöyle teganni ederler: 'Biz güzel hurileriz. Şerefli kocalara saklandık'.280
İman edip sâlih amel işleyenler, onlar bir bahçe içinde neşelendirirler.
(Rûm/15)
Yahya b, Kuseyr bu ayetin tefsirinde demiştir ki: cNimetlenmekten gaye; cennette nağmeyi dinlemektir'.
Ebû Umame elBahilî, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Cennete giren bir kişinin baş ve ayak ucunda iki ela gözlü huri oturur. En güzel sesle ona teganni ederler. O ses insan ve cinlerin işittiği seslerden daha güzeldir, O teganniyi şeytanın tuzağıyla değil, Allah'ın hamd ve takdisiyle yapar-lar.290
284) İmam Ahmed, Müslim, Buhârî, Tirmizî, İbn Mâce, Ebû Avâne ve İbn
Hibban
285) Ebû Yala, {hasen bir senedle)



*48.Cennet Ehlinin Vasıfları Hakkında Hadîslerde Vârid Olan Kısmî Haberler


Usâme b. Zeyd, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Cennet için hazırlanan var mıdır? Cennette tehlike yoktur. Kabe'nin rabbine yemin ederim, cennet, parlayan bir nur, sallanan bir reyhan, sağlamca yapılan bir köşk, akan bir nehir, çok ve olgun meyva, süsler içerisinde güzel bir kadın, bir makamda ebedî olarak nimet, güzel, sağlam ve yüce bir yurtta bir parlaklıktır.
- Biz cennete hazırlananlarız!
- inşâallah deyiniz.



Bundan sonra Hz. Peygamber cihaddan bahsederek cihada teşvik etti.291
Bir kişi Hz. Peygambere "Cennette at var mıdır?' dedi. Hz. Peygamber şöyle dedi.
Eğer atı seversen sana kırmızı yakuttan yapılmış bir at verilir ki seni cennetin istediğin yerine uçarak götürür.



Başka bir kişi Hz. Peygamber'e 'Deve hoşuma gider, acaba cennette deve var mıdır?' diye sordu. Hz. Peygamber şöyle dedi:


Ey Allah'ın kulu! Eğer cennete girersen orada nefsin neyi ister, gözün neden hoşlanırsa sana verilir.292
Ebû Said el-Hudrî, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:



Cennete giren kişi istediği zaman ona çocuk olup meydana gelir. Çocuğun hamli, annesinden doğması, büyümesi bir saatte olur.293


Cennet ehli cennette istikrar bulduğunda arkadaşlarını zi-yaret etmek ister. Bunun üzerine birinin tahtı diğerinin tahtının yanına varır. Bir araya gelirler, konuşurlar. Dünyada aralarında olanlardan bahsederler; biri diğerine 'Ey kardeşim! Falan gün, falan mecliste Allah Teâlâ'ya bizi affetmesi için yalvardığımızı hatırlıyor musun? O da bizi affetti'der.294


Cennet ehlinin bedenleri, yüzleri kılsız, renkleri beyaz, saçları kıvırcık, gözleri sürmeli, otuz üç yaşında, Âdem'in (a.s) yaratılışı üzere uzunlukları altmış, genişlikleri ise yedi zira'dır.295


Cennet ehlinin derecesi en düşük olanının 80.000 hizmetçisi, 72 tane zevcesi vardır. Kendisine yakut, inci, zebercetten yapılmış bir kubbe dikilir. Kubbesi Gabiye ile San'a arası kadar geniştir. Onların başlarında taçlar vardır. O incilerin en azı doğu ile batı arasını aydınlatacak kapasitededir.296


Cennete baktım. Onun narlarından biri büyük devenin derisi(nden yapılmış kırba) gibiydi. Kuşları ise, büyük deve gibi! Orada bir cariye gördüm ve sordum:
- Ey cariye! Sen kiminsin?
- Zeyd b. Hârise'nin cariyesiyim!
- Cennette, gözün görmediği, kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen şeyler gördüm!297
Ka'b (r.a) der ki: Allah Teâlâ, Âdem'i kudret eliyle yarattı. Tevrat'ı kudret eliyle yazdı. Cenneti kudret eliyle yaptı. Sonra cennete konuş dedi. Bunun üzerine cennet şöyle dedi: Felaha ulaştı o mü'minler!(Mü'minûn/1)



İşte bu söylediklerimiz cennetin sıfatlarıdır. Onları önce mücmel, sonra tafsilatlı naklettik.
Hasan Basrî cennetin sıfatlarını derli toplu bir şekilde zikrederek şöyle dedi: "Narları kovalar gibi, nehirleri kokusuz sudan, bir kısım nehirleri tadı bozulmamış sütten bir kısım nehirleri süzülmüş baldandır. Onu süzen insanlar değildir. Bir kısım nehirleri, içenlere lezzetli gelen şaraptandır ki bu şarap akılları gidermez. Bu şaraptan başlar ağrımaz. Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen nimetler vardır. Cennet ehli nimetlenen padişahlardır. Otuz üç yaşındadırlar, hepsi yaşıttırlar. Uzunlukları altmış zira'dır. Gözleri sürmeli, yüzleri ve bedenleri kılsızdır. Azaptan emin olmuşlar, cennet yurdunda mutmaindirler. Cennetin nehirleri yakut ve zebercedden yapılmış yerlerin üzerinde akar. Onun duvarları, hurmaları ve bağları incidendir. Meyvelerini ancak Allah bilir. Onun kokusu 500 senelik bir mesafeden hissedilir. Cennet ehli için cennette atlar ve süratli yürüyen develer vardır. O develerin eğerleri yakuttandır. Cennet ehli birbirlerini ziyaret ederler. Hanımları ela gözlü hurilerdir. Sanki o huriler, korunmuş yumurta gibidirler. O kadınlardan biri, iki parmağıyla tutup yetmiş hulle giyer. Onun ilikleri, o yetmiş hüllenin altından görünür. Allah Teâlâ ahlâklarını çirkinlikten, bedenlerini ölümden temizlemiştir! Cennette sümkürmez, bevletmez ve büyük taharet yapmazlar. Ancak onların yaptığı geğirmek ve misk (gibi ter) sızıntısıdır. Onlar için sabah akşam cennette rızık vardır. Gündüz geceye, gece de gündüze hücum etmez. Cennete en son giren ve derece bakımından en az olan bir kimsenin gözüne, mülkünde yüz senelik bir mesafeye kadar genişlik verilir. Altın ve gümüşten yapılmış köşkler, inciden yapılmış çadırlardadırlar. Ona gözü alabildiğine genişletilir. O, en yakınma bakabildiği gibi en uzağına da bakar. Onların yanlarında altından yapılmış yetmiş bin tabak dizilir. İkinci yemekte de aynısı vardır. Her tabakta, diğerinde olmayan bir renk vardır. Yiyen, ilk yemeğin tadını aldığı gibi son yemeğin tadını da alır. Cennette bir yakut vardır ki onda 70.000 yurt bulunur. Her yurtta 70.000 ev! Onda ne bir yarık, ne de bir delik vardır".298



Mücâhid şöyle diyor: 'Cennet ehlinin, mertebe bakımından en düşüğü kendisine verilen mülkte bin sene yürür. O mülkün en yakın yerini gördüğü gibi en uzak yerini de görebilir. Mertebe bakımından en yüceleri ise sabah ve akşam rabbinin cemâline bakar'.


Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: "Cennette huriler vardır. Onlara 'el-i'nâ (ela gözlü) denir. O huri yürüdüğünde onun sağında ve solunda 70.000 cariye yürür. O huri İyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayanlar nerede?' der".


Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Dünyayı terketmek zordur. Cenneti elden kaçırmak daha zordur! Dünyayı terketmek cennetin mehridir'.


Yine şöyle demiştir: 'Dünyayı istemede nefislerin zilleti vardır. Âhireti istemede izzeti vardır. Hayret o kimseye ki yok olanın talebinde zilleti kabul eder. Bâkî kalanın talebinde izzeti bırakır'.


291) İbn Mâce ve İbn Hibban
292) Tirmizî
293) İbn Mâce, Tirmizî
294)Bezzar
295) Tirmizî, (Hz. Muaz'dan hasen olarak)
296) Tirmizî
297) Salebî, Tefsir
298) İbn Ebi Şeybe



*49.Allah'ın Cemâline Bakmak


Güzel davrananlara daha güzel karşılık ve fazlası vardır. (Yunus/26)


işte ayette bahsi geçen bu fazlalık, Allah Teâlâ'nın cemâline bakmaktır, o en büyük lezzettir. Öyle lezzet ki onun yanında cennet ehli nimetleri unutur. Biz bunun hakikatini 'Muhabbet' bahsinde zikretmiştik. Kur'ân ve Sünnet buna bid'at ehlinin inandığının hilâfına şahitlik ettiler.


Cüreyr b. Abdullah el-Bucelî şöyle diyor: Hz. Peygamber'in yanında oturuyordum. Ondördüncü gecede ay'ı gördü ve şöyle dedi:


Sizler şu ay'ı gördüğünüz gibi rabbinizi göreceksiniz. Rabbinizin görülmesinde haksızlığa uğramayacaksınız. Eğer güneş çıkmadan ve güneş batmadan önce namaz kılabilir seniz bunu yapınız!
Sonra şu ayeti okudu:
Güneşin doğmasından ve batmasından önce rabbini hamd ile tesbih et! (Tâhâ/130)



Müslim'in rivayetinde Suheyb diyor ki: Hz. Peygamber 'Güzel davrananlara daha güzel karşılık ve fazlası vardır' (Yunus/26) ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu:


Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girdiği zaman bir tellâl şöyle çağırır: 'Ey cennet ehli! Muhakkak ki sizler için Allah'ın katında bir va'd vardır. Allah ister ki onu size versin'. 'Bu va'd nedir? Allah bizim hayır terazilerimizi ağırlaştırmadı mı? Yüzümüzü ak çıkarmadı mı? Bizi cennete koyup cehennemden korumadı mı? (Artık ne kalmıştır?)' derler. Bunun üzerine perde kaldırılır. Onlar Allah'ın cemâline bakarlar. Onlara Allah'ın cemâline bakmaktan daha sevimli birşey verilmemiştir.300


Bu cemâlullah'ı görme hadîsini ashabdan bir cemaat rivayet etmiştir. En iyinin sonucu ve nimetlerin nihayeti cemâlullah'ı görmektir. Daha önce tafsilâtlı şeklinde saydığımız nimetlerin hepsi, bu nimet yanında unutulur. Mülâkat saadeti yanında cennet ehlinin sevincinin sonu yoktur. Cennet lezzetlerinin hiçbiri mülâkat lezzetine nisbet bile edilemez.


Muhabbet, Şevk ve Rıza bölümünde tafsilâtlı bir şekilde anlattığımızdan dolayı, bu hususta sözü uzatmıyoruz. Bu bakımdan kulun cennette mevlâsının mülakatından başka bir şeye himmeti-nin bağlanması uygun değildir. Cennetin diğer nimetlerine ge-lince, o nimetlerde insanlarla, meraya salman hayvanlar ortaktırlar.


300) Tayalisî, İmam Ahmed; Tirenizi, İbn Mâce, İbn Huzeyme, İbn Münzir, İbn Ebi Hatim, Ebıı Şeyh, Dârekutnî, ibn Merduveyh, Be


*50.Allah'ın Rahmetinin Genişliği


Eseri böyle bir bölümle son erdirmeyi iefe'üî kabilinden yapıyoruz; zirâ Hz. Peygamber güzel bir konuşmayı dinleyip yorumlamayı severdi. Çünkü bir amelimiz yoktur ki onunla Allah'ın affını ümit edelim. Öyleyse tefe'ül bilhayr hususunda Hz. Peygamber'e uyalım ve ümit edelim ki dünya ve âhirette sonumuz hayırla kapansın! Nitekim kitabımızı da Allah'ın rahmetini belirtmekle sonuçlandırdık.


Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bundan başka günahları dilediği kulu için affeder. (Nisa/48)


Ey nefislerine karşı haddi aşmış kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. (Zümer/53)


Kim bir fenalık yapar, yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı bağışlayıcı ve merhametli bulur.(Nisa/10)


Biz ayağımızın kayışından, elimizde bulunan şu kitabımızda kalemimizin hududu aşmasından ve diğer kitaplarımızdaki hatalarımızdan ötürü af talep ediyoruz. Kusurlu olmakla beraber Allah'ın dinini bilmeyi iddia ettiğimizden ötürü de Allah'tan af talep ederiz. Allah'ın rızasını talep ederken, başka şeylerin karıştığı her ilimden ve amelden ötürü de Allah'tan af talep ederiz. Vermiş olduğumuz, sonra yerine getirmekte kusur ettiğimiz her sözden ötürü de affını talep ediyoruz. Bize vermiş olduğu ve bizim tarafımızdan günahta kullanılan her nimetten ötürü affını talep ediyoruz. Bizim niteliğimiz olan her kusurlunun kusurüyla ve her eksiğin eksikliğiyle her türlü târiz ve tasrihten de affını talep ediyoruz. Bizi tasannua, tekellüfe, yandığımız bir kitapta insanlara süslü görünmeye, nazmettiğimiz bir kelâmda, ifade ettiğimiz veya istifade ettiğimiz ilimde belirttiğimiz tekellüfe bizi davet eden her tehlikeden ötürü de affını talep ediyoruz. Bütün bunlardan ötürü affını talep ettikten sonra hem kendimiz, hem de bu kitabımızı veya diğer kitablarımızı mütalaa eden veya dinleyen kimseler için af, rahmet, görünür görünmez bütün günahlardan vazgeçmekle şereflendirilmemizi diliyoruz; zira keremi umûmîdir. Rahmeti geniş, cömertliği bütün mahlûklar üzerine oluk halinde akmaktadır. Biz de Allah'ın mahlûklarından bir mahlûkuz. Allah'a olan vesilemiz ancak onun fazl ve keremidir.


Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Allah'ın yüz rahmeti vardır. O yüz rahmetten bir tek rahmeti cinler, insanlar, kuşlar, hayvanlar ve haşerât arasına indirmiştir. O rahmet ile birbirlerine şefkat ederler, onunla birbirlerine merhamet gösterirler. O yüz rahmetten doksandokuzunu, Allah Teâlâ, nezd-i ilâhîsinde bekletmiştir. Kıyamet gününde onlarla kullarına rahmet edecektir.301



Rivayet ediliyor ki kıyamet gününde Allah Teâlâ arşının altına şöyle yazar: 'Rahmetim öfkemi geçmiştir. Ben rahmet edenlerin en merhametlisiyim. Bu bakımdan cennet ehlinin iki misli kadar cehennemden insanlar çıkarılıp bağışlanır.


Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Allah Teâlâ (ce), kıyamet gününde bizim için (şânına yakışır şekilde) gülerek tecelli eder ve şöyle buyurur: 'Ey müslümanlar, sevinin! Zira sizden hiçbir kimse yoktur ki onun yerine ateşte bir yahudi veya hristiyan kılmamış olayım'.302



Allah Teâlâ, kıyamet gününde Âdem'in (a.s) zürriyetinden yüz bin kere yüz bin (bir milyon) ve on bin kere yüz bin kişi hakkında şefaatini kabul eder.303


Allah Teâlâ kıyamet gününde mü'minlere şöyle der: 'Benimle mülâ-kî olmayı sever miydiniz?' Mü'minler 'Ey rabbimiz! Evet, severdik' derler. 'Neden severdiniz?' diye sorunca, mü'minler 'Senin affını ve mağfiretini ümid ederdik de ondan!' derler.


Allah Teâlâ bir hadîs-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:
Size mağfiretimi gerekli kıldım.304 Hz. Peygamber (s.a) ise şöyle buyurmaktadır:
Allah Teâlâ kıyamet gününde şöyle emir verir: 'Beni birgün zikreden veya herhangi bir yerde benden korkan herkesi ateşten çıkarın'.305



Cehennem ehli cehennemde toplandıkları ve onlarla beraber kıble ehlinden Allah'ın diledikleri bir araya geldikleri zaman kâfirler müslümanlara 'Siz müslüman değil miydiniz?' diye sorarlar. Müslümanlar 'Evet!' derler. Kâfirler 'O halde İslâmiyetiniz size bir fayda sağlamadı; zira siz de bizimle beraber ateştesiniz' deyince, müslümanlar derler ki: 'Bizim günahlarımız vardı. O günahlardan ötürü muâhaze edildik'. Bunun üzerine Allah Teâlâ onların dediklerini işitir ve ehl-i kıbleden olanların cehennemden çıkarılmasını emreder. Böylece müslümanlar cehennemden çıkarlar. Kâfirler bu durumu görünce 'Keşke biz de müs-lüman olsaydık! Onlar gibi biz de çıkmış olsaydık!' derler.


Bunları söyledikten sonra Hz. Peygamber şu ayeti okudu:
Kâfirler azabı gördükleri zaman 'Keşke müslüman olsaydılar' diye temenni ederler.(Hicr/2)



Yine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Allah mü'min kulu hakkında, çocuğuna karşı şefkatli olan anneden daha merhametlidir.306



Cabir b. Abdullah şöyle demiştir: 'Kıyamet gününde kimin se-vapları günahlarından fazla ise, hesaba tutulmadan cennete girer.. Kimin günahlarıyla sevapları eşit ise, o az hesaba tutulur, sonra cennete girer. Hz. Peygamberin şefaati ancak o kimse içindir ki nefsini helâk etmiş, yükünü iyice ağırlaştırmıştır',


Rivayet ediliyor ki Allah Teâlâ, Musa'ya (a.s) hitaben şöyle demiştir: 'Ey Musa! Karun senden imdâd bekledi. Fakat ona yardım etmedin. İzzet ve celâlime yemin olsun! Eğer benden imdâd isteseydi yardımına koşar ve onu affederdim'.


Sa'd b. Hilâl şöyle demiştir: "Kıyamet gününde iki kişinin ateşten çıkması emrolunur. Allah Teâlâ onlara hitaben 'Ateşten çıkışınız, ellerinizin yapmış olduğu iyilikten ötürüdür. Ben kuluma zulmedici değilim' der. Onların tekrar cehnenneme döndü-rülmesini emreder. Buna karşılık onlardan biri bağlı bulunduğu zincirleriyle koşa koşa cehenneme dalar. Diğeri ise ağırlaşır. Allah Teâlâ emreder, ikisini geri getirirler ve ikisini de yaptıklarından sorguya çeker. Cehenneme koşanı der ki: 'Ben mâsiyetin vebalinden korktum. Ben asla ikinci bir defa senin öfkene kendimi mâruz bırakamam'. Duraklayan kimse de der ki: 'Senin hakkındaki beni cehennemden çıkardıktan sonra tekrar oraya göndermeyeceğini zannettim. Onun için geciktim'. Allah Teâlâ bunların ikisinin de cennete götürülmesini emreder".
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:



Kıyamet gününde arşın altından bir dellâl şöyle bağırır: 'Ey Muhammed Ümmeti! Benim sizde olan hakkımı size hibe ettim. Ancak kul hakları kalmıştır. Siz de haklarınızı hibe ediniz. Rahmetimle cennetime giriniz.307


Bir bedevî İbn Abbas'ın 'Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz (Allah) sizi ondan kurtardı', (Alu İmran/103) ayetini okuduğunu işitince şöyle haykırdı: 'Allah'a yemin olsun! Sizi o ateşe sokmak istediği halde sizi ondan kurtarmaz?' Bunun üzerine İbn Abbas yanındakilere 'Bu hükmü fakih olmayan bir kimseden edinin!' dedi.


es-Senabihî308 der ki: Ubâde b, Samit ölüm hastalığında iken huzuruna vardım ve ağladım. Bana şöyle dedi: 'Sakin ol! Neden ağlıyorsun? Allah'a yemin olsun, Hz. Peygamberden dinlediğim ve sizin için hayırlı olan hiçbir hadîs yoktur ki size söylememiş olayım. Ancak bir hadîs kalmıştır. Onu da bugün nefsimi kap-sadığı halde size söyleyeceğim:


Kim Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şahidlik ederse Allah onu ateşe haram kılar.309


Abdullah b. Amr b. el-Âs Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Allah Teâlâ benim ümmetimden bir kişiyi kıyamet gününde mahlûkların gözü önünde kurtarır. O kişi hakkında 99 defter açılır. O defterlerin herbiri gözün alabileceği kadar büyüktür. Sonra Allah Teâlâ o kişiye der ki:
Bu defterde yazılanlardan bir şeyi inkâr ediyor musun? Hafaza meleklerim sana zulmettiler mi?
- Hayır, yârab!
- Senin herhangi bir özrün var mı?
- Hayır, yârab!
- Evet! Bizim nezdimizde senin bir sevabın vardır. Muhakkak ki bugün sana zulüm yok!
Allah Teâlâ bir kâğıt çıkarır. O kâğıtta 'Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah' (Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğuna şahidlik ederim) yazılıdır. Bunun üzerine kul sorar:
- Bu kâğıt, şu defterlerin yarımda ne yapabilir yârab?
- Sana zulüm yapılmayacaktır!
Bunun üzerine defterler terazinin bir kefesine, o kâğıt öbür kefesine konur. Defterler havalanır, o kâğıt ağır basar; zira Allah'ın isminin karşısında hiçbir şey ağır gelemez.310



Hz. Peygamber (s.a) uzun uzun kıyamet ve sırat'ı vasıflandıran bir hadîsin sonunda şöyle demiştir:
Allah Teâlâ meleklere şöyle emir verir: 'Kimin kalbinde bir miskal hayır görürseniz onu ateşten çıkarın'.
Melekler birçok kimseyi çıkardıktan sonra şöyle derler: 'Ey rabbimiz! Bize emrettiklerinden kimseyi içerde bırakmadık!'



Bundan sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur: 'Dönün! Kimin kalbinde zerre miskali hayır görürseniz onu cehennemden çıkarın'.


Melekler birçok kimseyi daha çıkardıktan sonra şöyle derler: 'Ey rabbimiz! Bize emrettiklerinden kimseyi cehennemde bırakmadık!'


Ebû Said der ki: Eğer bu hadîsi tasdik etmezseniz şu ayeti okuyun: 'Allah zerre kadar haksızlık etmez, zerre kadar bir iyilik olsa
onu kat kat artırır ve kendi katından da büyük bir mükâfat verir. (Nisa/40)



Allah Teâlâ şöyle buyurur: 'Melekler şefaat ettiler. Peygamberler ve mü'minler şefaat ettiler. Erhamürrahimîn'den başkası kalmadı!


Allah Teâlâ, bir avuç avuçlar, hayatında hiç hayır işlemeyen bir kavmi cennetten çıkarır ki onlar cehennemde kömür kesilmişlerdir. Onları, cennet kapılarındaki hayat nehri denilen bir nehre atar. Onlar o nehirden tıpkı sel akıntısının kıyısında biten bitki gibi çıkarlar. Siz o bitkileri görmez mi-siniz? Taş ve ağaç tarafında kalan kısımdan güneşi göreni sarı ve yeşil olur. Gölgede olanı ise beyaz olur.
- Ey Allah'ın Rasûlü! O kadar güzel tasvir ediyorsun ki sanki görüyorsun!
- Onlar inci gibi çıkarlar. Boyunlarında mühürler vardır. Cennet ehli onları tanır. Derler ki: Bunlar Allah'ın az adlılarıdır. O azadlılar ki yapmış oldukları amel ve takdim etmiş oldukları hayır olmaksızın onları cennete sokmuştur'. Sonra onlara 'Cennete girin! Neyi görürseniz o sizin olsun!' der. Onlar derler ki: 'Ey rabbimiz! Sen âlemden hiç kimseye vermediğini bize verdin'. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Sizin için katımda bundan daha üstünü vardır' der. Onlar derler ki: 'Bundan daha üstün ne olabilir?' Allah Teâlâ 'Sizden razı olup ebediyyen size kızmayacağım' der.



Yine Buhârî İbn Abbas'tan (r.a) şöyle rivayet eder: Birgün Hz. Peygamber yanımıza gelerek şöyle dedi:
Bana ümmetler arzolunup gösterildi. Bazı peygamber beraberinde bir kişi ile geçer. Kimi beraberinde iki kişi ile geçer. Kimi beraberinde hiç kimse olmadan yalnız geçer. Kimi peygamberin beraberinde bir cemaat vardır. Bu arada kalabalık bir topluluk gördüm. Benim ümmetim olduğunu sandım. Bana denildi ki: 'Bu Hz. Musa ile kavmidir'. Sonra bana 'Bak' denildi. Kalabalık bir topluluk gördüm ki gök yüzünü doldurmuştu. Bana denildi ki: 'Şöyle şöyle bak!' Kalabalık bir cemaat gördüm. 'Bunlar senin ümmetindir.



Bunlarla beraber 70.000 kişi hesapsız cennete girecektir denildi.
Bunun üzerine ashab-ı kirâm dağılıp evlerine gittiler. Hz. Peygamber onlara o yetmiş bin kişinin kimler olduğunu belirtmedi. Ashâb aralarında müzakere ettiler. 'Biz şirkte doğduk' dediler. Bu sözler Rasûlullah'm kulağına gidince şöyle buyurdu:
O 70.000 kişi o kimselerdir ki dağlanmazlar. Muska istemezler. Fal açmazlar. Ancak rablerine tevekkül ederler.



Bu esnada Ukkaşe (r.a) ayağa kalkarak şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'.tan dile ki beni onlardan kılsın!'Sonra bir sahâbî ayağa kalkarak Ukkâşe'nin dediği gibi söyledi. Fakat Hz. Peygamber 'Ukkaşe senden daha çabuk davrandı!' buyurdu.311


Amr b. Hâzım el-Ensârî'den şöyle rivayet ediliyor: Üç gün Hz. Peygamber bizden kayboldu. Ancak farz namaz için çıkıyor, namazı kıldırıp tekrar odasına dönüyordu. Dördüncü gün olunca bize geldi. 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sen bizden kayboldun. Birşey olduğunu zannettik' dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
Hayırdan başkası vukû bulmadı. Rabbim ümmetimden 70.000 kişiyi herhangi bir hesap olmadan cennete göndermeye söz verdi. Ben ise, rabbimden bu üç günde daha fazlasını talep ettim. Rabbimi cömert, şerefli ve kerîm gördüm. O 70.000 kişinin her biriyle beraber yetmişer bin kişi daha bağışladı. Dedim ki: 'Ey rabbim! Ümmetim bu sayıya yarabilir mi?' 'Bu adedi senin için bedevilerden tamamlayacağım!' dedi.312



Ebû Zer, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cebrâil bana Hirre'nin bir tarafından görünerek şöyle dedi: 'Ümmetine müjde ver ki onlardan bir kimse Allah'a hiçbir şey ortak koşmaksızın ölürse cennete dahil olacaktır'.
Bunun üzerine dedim ki:
- Ey Cebrâil! Hırsızlık yapsa da, zina etsede mi?
- Evet! Hırsızlık etse, zina yapsa da!
- Hırsızlık etse de, zina etse de mi?
- Hırsızlık etse de, zina etse de!
- Hırsızlık etse de, zina etse de mi?
- Hırsızlık etse de, zina etse de, içki içse de!313



Ebû Derdâ (r.a) şöyle diyor: Hz. Peygamber 'Rabbinin ma-kamından korkan bir kimse için iki cennet vardır!' (Rahmân/46) ayetini okuduğunda sordum:
- Böyle bir kimse hırsızlık ve zina yapsa da mı ona iki cennet vardır ya Rasûlullah?
- Rabbinin makamından korkan bir kimse için iki cennet vardır.
- Hırsızlık yapsa da, zina etse de mi?
- Rabbinin makamından korkan bir kimse için iki cennetvardır!
- Hırsızlık etse de, zina yapsa da mı?
- Ebû Derdâ'nın burnu yere sürünse de yine evet!314



Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Kıyamet günü olduğunda her mü'mine diğer milletlerden bir kişi verilir ve ona denilir ki: 'İşte bu senin ateşten âzâd olman için fedaindir'.315



Müslim, Sahihinde Ebû Burde'den şöyle rivayet eder: Ömer b. Abdülazîz'e babası Ebû Musa'dan, o da Hz. Peygamber'den şu had-îsi rivayet etti:


Müslüman bir kimse ölür ölmez Allah Teâlâ onun cehennemdeki yerine bir yahudi veya bir hristiyanı sokar.
Bunun üzerine Ömer b. Abdülazîz üç defa raviye 'Kendisinden başka ilah olmayan Allah hakkı için senin baban Hz. Peygamber'den bu hadîsi rivayet etti mi? diye yemin ettirdi. Râvî de Ömer b. Abdülazîz'e bu hususta yemin etti.



Rivayet ediliyor ki bir savaşta bir çocuk durdurup onun yanı başında şöyle bağrıldı: 'Bu çocuğun fiyatını kim artırır?' Bu durum yaz ve harareti şiddetli olan bir günde oldu. O çocuğu kavmin çadırında oturan bir kadın gördü. Çocuğa yönelip var kuvvetiyle koştu. Kadının arkadaşları da arkasından koştular. Kadın, çocuğun elinden tutup onu bağrına bastıktan sonra sırt üstü yattı. Çocuğu kucağına alıp çocuğu güneşten koruyup 'Oğlum! Oğlum!' diye bağırdı. Bunun üzerine halk ağladı ve orayı terkettiler. Hz. Peygamber de onların şefkatinden sevinip ötürü onlara müjde vererek şöyle dedi:
- Acaba bu kadıncağızın çocuğuna şefkat göstermesine hayret mi ettiniz?
- Evet!
- Muhakkak ki Allah Teâlâ, sizin için şu kadının oğlu için olan
şefkatinden daha fazla şefkatlidir. Bunun üzerine müslümanlar müjdenin en büyüğünü almış olarak dağıldılar.



İşte bu ve Ümit bölümünde zikrettiğimiz hadîsler, Allah'ın rahmetinin genişliğini müjdeler Allah Teâlâ'dan ümidimiz, bizim müstehak olduğumuz ile bize muamele yapmaması, şânına uygun olanıyla bize lütûfta bulunmasıdır. Bunu da minnetiyle, rahmet ve cömertliğinin genişliğiyle yapsın! Âmin!


301) Müslim, (Ebû Hüreyre ve Selman'dan)
302) Müslim
303) Taberânî
304) İmam Ahmed, Taberânî, (Muaz'dan zayıf bir senedle)
305) Tirmizî, (hasen-garîh olarak)
306) Buhârî, Müslim
307) Ebû Saîd el-Kuşeyrî, Sâbiyât
308) Adı Abdurrahman b. Useyb'dir. Tabiînin büyüklerindendir. Hz.Peygamberin vefatından beş gün sonra Medine'ye varmıştır. Halife Abdülmelik zamanında vefat etmiştir.
309) Müslim
310) Bu hadis, muhaddislerce bitaka hadisi diye bilinir. (Tirmizî aynı siyak içerisinde nakletmiştir).
311) İmam Ahmed, Müslim
312) Beyhakî, İmam Ahmed
313) Buhârî, Müslim
314) İmam Ahmed, (ceyyid bir senedle)
315) Müslim

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...