23 Nisan 2015

EVRAD VE GECELERİ İHYA İmam-ı Gazali Bölüm Bir


EVRAD VE GECELERİ İHYA
İmam-ı Gazali
Bölüm Bir
Nimetlerine karşı Allah'a çok hamd ederiz. Kalpte kibir ve ürkeklik bırakmayan bir zikirle Allah'ı yâd ederiz. Kendisine teşekkür etmek isteyen kimse için gece ile gündüzü arka arkaya gelecek şekilde yarattığı için, ona sonsuz şükrederiz.
Hak ile korkutup müjde vermek için gönderilen peygamberine salât okur, o peygamberin tertemiz âline, şerefli olan ashâbına da salât ederiz. Onlar öyle kimselerdir ki, sabah, akşam, günün başında ve sonunda Allah'ın ibâdetine öyle dalmışlardır ki, onların her biri dinde hidayet edici ve nur verici birer yıldız ve lamba olmuşlardır.
Allah Teâlâ yeryüzünü kulları için istifade edecekleri bir şekilde yaratmıştır. Fakat bu şekilde yaratılışın hikmeti, yeryüzünün engebeli ve kuytu yerlerinde yerleşip rahat etmeleri değildir. Aksine onu bu şekilde yaratmış olmasının hikmeti, kulları yeryüzünde birer konak edinsin, o konaklarında, asli vatanlarına giderken seferlerinde gerekli olan azıkları temine çalışsın, kendileri için amel ve fazilet istif etsinler diye yaratmıştır. Bunu yaparken hakiki kullar o yeryüzünün tuzak ve tehlikelerinden korunurlar. Kesinlikle bilirler ki, geminin yolcularını götürdüğü gibi, hayat gemisi de kendilerini götürmektedir.
Bu bakımdan insanlar bu dünyada misafirdirler. Onların ilk konakları, beşiktir. Son konakları ise mezar... Vatanları ise, cennet veya cehennem... Ömürleri ise, seferin mesafesidir. O ömrün seneleri, seferin merhaleleridir. Ayları fersahlar; günleri miller; nefesleri adımlar; tâati ise, ticari eşyalar, vakitler ise sermayeleri, şehvet ve garezleri ise yol kesicileri, kârı ise dâr-ı selam'da melik ve yüce olan Allah'a kavuşup ebedi nimete konmaktır. Zarar ise, bukağılar, zincirler ve elem verici azapla beraber cehennemin derekelerinde Allah'tan uzak bulunmaktır. Bu bakımdan nefeslerinin herhangi birisinde gaflete dalmış ve o nefesinin kendisini Allah'a yaklaştırıcı bir ibâdetin gayrisinde geçirmiş bir kimse, teğabün gününde kendisini zarar ve pişmanlığa maruz bırakmıştır. Öyle bir zarar ki sonsuzdur!
İşte bu büyük tehlike ve bu korkunç felâketten dolayı Allah tarafından muvaffak kılınan kimseler kollarını sıvamışlar, nefsin güvendiklerini tamamen terk etmişler, hayatlarının geri kalan kısmını ganimet saymışlar, vakitlerin tekrarlamasına göre vird vazifelerini düzene koymuşlardır. Bütün bundan gayeleri; gece ve gündüzü cebbâr olan padişaha yaklaşmak için ihya etmektir ve böylece kararlılık evine [cennete] varmak için çalışıp gayret etmektir. Bu bakımdan daha önce açıklaması geçen ibadetleri tevzi ve virdleri vakitlerin takdiri üzerine taksim keyfiyeti hakkındaki hükmün açıklanması ahiret yoluna ait ilmin önemli meselelerinden oldu. Bu önemli meselenin tam izaha kavuşması, iki bölümü zikretmekle olur.
  • Birinci Bölüm: Virdlerin fazileti, tertibi ve ahkâmı
  • İkinci Bölüm: Gecenin ihyası, keyfiyeti, fazileti ve ilgili meseleler

Fazileti, Tertibi ve Ahkâmı

evradın fazileti fazilet ile ilgili ayetler Virdlere devam etmek Allah'a götürücü bir yoldur. Basîret nûruyla bakanlar bilirler ki, Allah ile mülaki olmaktaki kurtuluş ve o mülâkata giden yol, ancak kul Allah'ın dostu olarak ölürse, Allah'ı bilerek ruhunu teslim ederse elde edilir ve yine bilir ki, muhabbet ve ünsiyet ancak sevgiliyi daimi bir şekilde anmak ve onun zikrine devam etmekle elde edilir. Mârifet ise, ancak sevgiliyi, onun sıfat ve fiillerini devamlı bir şekilde düşünmek sûretiyle elde edilir. Bu varlık âleminde, Allah'tan ve onun fiillerinden başka herhangi birşey yoktur. Zikrin ve fikrin devamlılığı ise, ancak dünyayı ve şehvetlerini terkedip sadece zaruret miktarınca ondan istifade etmekle mümkün olur. Bütün bunlar da gece ve gündüzün vakitlerini zikir ve fikirlerin vazifeleriyle geçirmekle tamamlanır. Nefsin yaratılışında usanmak ve bıkmak olduğu için, zikr ve tefekkürün belirli sebeplerinden herhangi birinin üzerinde devam edip sabredemez. Aksine nefsi, aynı tarzdaki zikre ve fikre zorlasa, nefis bıkkınlık ve ağırlık göstermeye başlar. Siz usanmadıkça Allah usanmaz. Bu bakımdan zarurî olarak nefse yapılan lûtuflardan birisi, onu bir zikirden başka bir zikre, bir nev'iden diğer bir nev'e nakletmek sûretiyle ona rahatlık vermenizdir ki, bu çeşit işler de vakitlere göre taksim edilmiştir. Böylece nefiste, bir şeyden başka birşeye geçmek sûretiyle ibâdet lezzeti yerleşir. Lezzetten ötürü de ibâdet hakkındaki isteği artar. İsteğin devamlılığıyla da nefsin ibâdete devamlılığı sağlanır. İşte bu sırra binaendir ki, virdler çeşitli kısımlara taksim olunmuştur. O halde zikir ve fikir için en uygun şekil, kişinin bütün vakitlerini veya vakitlerinin çoğunu kapsamasıdır. Çünkü nefis tabiatiyle dünyanın lezzetlerine meyillidir. Meselâ kul, vakitlerinin bir parçasını ibadetlere sarfederse görür ki, dünyaya meyleden taraf, nefsin tabiatına uygun geldiği için, diğer taraftan daha ağır basar. Çünkü haddi aşmaya sebep olmaktadır.'Çünkü insanoğlu kendisini müstağni görmekle azgınlık eder!' İşte zikir ve dualar hususunda anlatacaklarımız bu kadar.... Hayra iletici ve muvaffak kılıcı ancak Allah'tır!
Yemek, sefer, hastaları ziyaret etmek ve sair işler hakkındaki diğer dualar ise inşaallah yeri geldikçe izah edilecektir. Tevekkül ancak Allah'adır. Kitab'uz-Zikr ve Da'avât (Zikirler ve Dualar) bölümü burada sona erdi. Bunun ardından Allah'ın izniyle Evrad (Virdler) bahsi gelecektir.
Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur. Salât ve selâm Hz. Muhammed'in, âlinin ve ashâbının üzerine olsun! Gecenin bir kısım vakitlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et ki, Allah'ın rızasına eresin. (Tâhâ/130) Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler, kötülükleri giderir, Bu, ibretle düşünenlere bir nasihattir. (Hûd/114)
Sonra bak ki, Allah Teâlâ, kurtulmuş kullarını nasıl ve ne ile vasfediyor? (Kâfir mi hayırlıdır?) Yoksa ahiretin azâbından korkarak ve rabbinin rahmetini umarak, o, gece saatlerinde kalkıp secde ve kıyam hâlinde ibadet eden mi? De ki: 'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?' (Zümer/9)
(Onlar o kimselerdir ki, geceleyin namaz kılmak için) yataklarından kalkarlar. Rablerinin azabından korkarak ve rahmetinden ümidvâr olarak duâ ederler. (Secde/16)
Onlar ki, rablerine secdeler ve kıyamlar yaparak (namaz kılarak) geceyi geçirirler. (Furkan/64)
Onlar geceden pek az (bir zaman) uyuyorlardı. Sabahın erken vakitlerinde de hep istiğfar ediyorlardı. (Zâriyât/17-18)
O halde akşama girdiğiniz vakit (akşam ve yatsı namazını) sabaha erdiğiniz vakit (sabah namazını kılın), Allah'ı tesbih edin! (Rûm/17)
Rablerinin rızasını dileyerek sabah ve akşam ona duâ edenleri (fakirleri) yanından kovma Onların hesabından sana hiçbir şey gerekmez ve senin hesabından da onlara birşey yoktur (En'âm/52)
Bütün bu ayetler gösterir ki, Allah'a giden yol, vakitleri murâkabe etmek, devamlı bir şekilde zikir ve virdleri ile o vakitlerin ihyasına çalışmaktır.
Bu sırra binâen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Allah nezdinde kulların en sevgilisi, güneşi, ay ve gölgeleri Allah'ın zikrini yapmak için gözetenlerdir.1
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Ay ve güneş hesap iledir. (Rahmân/6) Rabbinin kudretine bakmaz mısın? Gölgeyi nasıl yayıyor? Dileseydi o gölgeyi devamlı ve sabit yapardı. Sonra biz güneşi de o gölge üzerine bir delil yaptık. Sonra gölgeyi azar azar bize doğru (dilediğimiz yere) alırız. (Furkan/45-46)
Ay'ın da seyrine menziller takdir ettik. (Yâsîn/39)
Karanın ve denizin karanlıklarında doğru yolu bulasınız diye sizin için yıldızları yaratan O'dur! (En'am/97)
Güneşi ve ay'ı hesapla seyredecek şekilde yaratmaktan gaye, sadece tertipli bir manzumenin vücuda gelmesi olmadığı gibi, gölge, nûr ve yıldızların yaratılmasından gayenin de sadece dünya işlerinde yardımcı olsunlar diye olmadığını bil. Aksine bunların yaratılışından gaye; vakitlerin takdirinin bilinmesi ve bilindikten sonra da o vakitlerde taat ve âhiret için, ibâdetle meşgul olmaktır. Bunların sadece bu gaye için yaratılmış olduğunun delili şu ayettir:
Düşünüp ibret almak ya da şükretmek isteyenler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren yine O'dur! (Furkan/62)
Yani gece ile gündüzü birbirinin ardına getiriyor ki, birisinde kaçırılan fırsat hiç olmazsa diğerinde de elde edilmiş olsun ve bu ayette Allah Teâlâ gece ve gündüzün bu şekilde yaradılışının sa-dece vakitleri zikir ve şükür ile geçirip değerlendirmek için olduğunu beyan eder.
Başka bir ayette şöyle buyurmaktadır: Biz geceyi ve gündüzü kudretimize delalet eden iki alâmet yaptık da sonra geceyi giderip yerine gündüzü getirdik ki, rabbinizden (geçim için) bir lûtuf arayasınız. Yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz. Biz herşeyi apaçık olarak beyan ettik. (İsrâ/12)
Aranan fazilet, Allah'ın sevap vermesi ve günahları bağışlamasıdır. Biz, Allah Teâlâ'nın rızasına mazhar olacak ameller yapmakta bizi güzel tevfîkiyle muvaffak kılmasını talep ederiz.
1) Taberânî ve Hâkim, (İbn Ebî Evfa'dan sahih bir senedle)

Virdlerin Adedi ve Tertibi

fecrin doğuşu gündüzün virdleri zeval vakti Gündüzün virdleri yedi tanedir. ı. Fecrin doğuşundan, güneşin doğuşuna kadar bir vird ıı-ııı. Güneşin doğuşundan zevale kadar iki vird ıv-v. Zevalden ikindi vaktine kadar iki vird vı-vıı. İkindiden güneş batıncaya kadar da iki vird
Gece ise, dört virde taksim olunur. ı-ıı. Güneşin batışından halkın uyku zamanına kadar iki vird ııı-ıv. Gecenin son yarısından fecrin doğuşuna kadar iki vird
Bu virdlerin tek tek faziletlerini, vazifelerini ve bunlarla ilgili hususları izah etmeye çalışacağız.

Gündüz Virdleri

vird I. Vird Şafağın doğuşundan güneşin doğuşuna kadardır. Bu vakit şerefli bir vakittir. Bu vaktin şerefli ve faziletli oluşuna Allah Teâlâ'nın bu vakitle yemin etmesi delâlet eder: Ağardığı zaman o sabaha ki... (Tekvîr/18) Allah Teâlâ'nın bu vakti yaratmakla zât-ı ulûhiyyetini övmesi, bu vaktin şerefli ve faziletli olduğuna delâlet etmektedir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: O, gece karanlığından sabahı yarıp çıkaran Allah'tır! (En'âm/96) De ki: Sığınırım ben karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran rabbe! (Felâk/1) Allah Teâlâ gölgeyi o vakitte kısaltmak sûretiyle kudretini izhâr ederek o vaktin şerefini belirtmiştir. Biz bu gölgeyi azar, azar bize doğru (dilediğimiz yere) alırız. (Furkan/46)
Bu vakit gece gölgesinin azar azar alınma, güneş ışığının yayılma ve insanları o vakitte tesbîhe irşâd etme vaktidir. Bu hakîkat şu ayetle belirtilmiştir:
O halde akşama girdiğiniz vakit, sabaha erdiğiniz vakit Allah'ı tesbih edin! (Rûm/17) O halde dediklerine sabret. Hem güneşin doğmasından önce, hem de batmasından önce rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir kısım vakitlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et ki, Allah'ın rızâsına eresin. (Tâhâ/130)
Sabah-akşam rabbinin adını an! (İnsan/25) Müslüman uykudan uyandığı zaman bir vakit tâyin etmeli. Uyandığı zaman da Allah'ın zikriyle başlayıp şöyle demesi daha uygun düşer: 'Hamd', bizi ölü gibi uyuttuktan sonra dirilten Allah'amahsustur'.
Duâlar bölümünde uykudan uyanan kimselerin ne gibi duâlar okuyacağı hususunda zikrettiğimiz duâ ve âyetleri sonuna kadar okumalı ve hatırlamalıdır. Elbiselerini duâ okuyarak giymelidir. Elbiselerini giyerken Allah'ın 'avret yerlerinizi örtünüz' emrine uymaya niyet etmelidir ve elbiselerle riya, gösteriş kasdetmeksizin sadece Allah'a ibâdet yapmasına yardımcı olmaları için niyet etmelidir.
Helâya giderken önce sol ayağını içeri atmalıdır. Helâya giriş ve çıkış hususunda ve Tahâret bölümünde zikrettiğimiz duâları okumalıdır. Helâdan sonra daha önce de dediğimiz gibi, Sünnet-i seniyye'ye uygun bir şekilde misvak kullanmalıdır. Tahâret bölümünde zikrettiğimiz duâ ve sünnetlerin tamamını gözetmek sûretiyle abdest almalıdır.
Çünkü biz daha önce ibadetleri teker teker zikrettik ki burada sadece o ibadetlerin terkip ve tertip yönünü zikredelim. Abdestini bitirdikten sonra sabah namazından önce kılınması gereken iki rek'at sünneti kılmalıdır. Bu sünnetten gaye, evde kılınan sünnettir. Hz. Peygamber de aynı şekilde bu sünneti evinde kılardı.2
Bu iki rek'at sünnetten sonra, ister onları evinde, isterse câmide kılsın, İbn Abbas'ın rivayet ettiği şu duâyı okumalıdır: 'Ey Allahım! Senden nezd-i ilâhinden gelen bir rahmeti talep ediyorum. Öyle rahmet ki, onunla, kalbim hidayete gelir.' Sonra camiye gitmek için evinden çıkar. Fakat camiye gitmek için okunan duâyı unutmamalıdır. Koşa koşa namaza gitmemeli-dir. Aksine normal şekilde yürüyerek vekarlı bir şekilde gitmelidir. Nitekim hadîs-i şerîfte de böyle vârid olmuştur. Camiye vardığı zaman parmaklarının birini diğerine geçirmemeli. Camiye girerken sağ ayağını önce atmalı ve camiye girerken okunması vârid olan duâyı okumalıdır. Sonra camide birinci safta, eğer varsa yeralmalıdır. Birinci safa geçmek için cemaatin omuzlarından atlamamalı ve izdihama meydan vermemelidir. Nitekim bu keyfiyet cuma bahsinde de geçmişti. Camiye vardıktan sonra, eğer evinde iki rek'at sabah sünnetini kılmamışsa onları camide kılmalıdır. Onları kıldıktan sonra arkalarından okunan duâ ile meşgul ol-malıdır.. Eğer evinde iki rek'at sabahın sünnetini kılmışsa, camiye vardığında, tahiyyet'ul-mescid olarak (Şafiî mezhebine göre) iki rek'at nafile namaz kılmalıdır. Ondan sonra cemaati beklemek üzere oturmalıdır. Cemaat olmak hususundaki vaktin en faziletlisi Şafiî'ye göre sabahın erken saatlerinde (alacakaranlıkta) olan cemaattir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) sabah namazını sabahın alacakaranlığında kılardı.3 Umumî olarak herhangi bir namazda cemaati terketmek yakışıksız bir harekettir. Özellikle sabah ve yatsı namazlarında... Zira onların faziletleri daha fazladır. Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber'in (s.a) sabah namazı hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Kim abdest alır, sonra câmiye gider, orada namazını eda ederse, o kimse için attığı her adıma karşılık bir sevap yazılır ve bir günahı silinir. (Allah nezdinde) bir sevap on sevap olmaktadır. Bu bakımdan kişi namazını kıldığı ve güneş çıkınca câmiden çıkıp evine gittiği zaman, bedeninde bulunan kıllar adedince kendisine hasene verilir. Evine Allah nezdinde kabul olunan bir hac sevabıyla döner. Eğer güneş doğunca câmiden çıkmayıp, kuşluk namazını eda edinceye kadar beklerse, o zaman her rek'ata karşılık kendi-sine iki milyon sevap yazılır. Kim yatsı namazını câmide bu şekilde eda ederse, o kimseye daha önce söylediğimiz sevabın aynısı verilmekle beraber Allah nezdinde kabul olunan bir umre ibadetinin sevabı da ayrıca kendisine ihsân edilir ve öylece (yüklü olarak) evine dönmüş olur.4
Selef-i sâlihinin âdeti fecir doğmazdan önce camiye girmekti. Tabiîn-i kirâmdan biri şöyle anlatır: Fecir doğmazdan önce camiye girdim. Baktım ki Ebu Hüreyre benden önce camiye gelmiş... Ebu Hüreyre beni görünce 'Ey yeğenim! Bu saatte niçin evinden çıktın?' diye sordu. Ben 'Sabah namazını edâ etmek için' deyince. Ebu Hüreyre 'Müjdeler olsun! Biz Rasûlullah'ın sahâbîleri bu saatte evimizden çıkmayı ve camide oturmayı Allah yolunda yapılan bir gaza gibi sayardık (veya Peygamber'le beraber yapılan bir gaza gibi sayardık)'5 dedi. Hz. Ali, zevcesi Hz. Fâtıma ile uyudukları bir anda Rasûlullah'ın (s.a) kapılarını çalarak 'Siz namaz kılmaz mısınız?' diye seslendiğini söylemiştir. Yine Hz. Ali şöyle der: Ben Rasûlullah'a 'Ey Allah'ın Rasûlü! Nefislerimiz Allah'ın kudret elindedir. Ne zaman dilerse o zaman gönderir' dedim ve bunun üzerine Hz. Peygamber'in dönüp gittiğini ve giderken dövünerek şöyle dediğini işittim: 'İnsan haksız yere düşmanlık yapıp, münâkaşa etmekte herşeyden daha fazla ileri gider'.6 Sabah namazının iki rek'at sünnetinden ve duâsından sonra sabah namazı için kamet getirilinceye kadar istiğfar ve tesbihle meşgul olması gerekir. İstiğfar ederken şöyle demelidir:
O Allah'tan günahlarımın affını dilerim ki, ondan başka ilah yoktur. O hayy ve kayyümdur (diridir ve herşeyi tedbir edendir) ve O'na tevbe eder,dönüş yaparım. Bu istiğfârı yetmiş defa ve şunu da yüz defa söylemelidir: 'Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur ve Allah herşeyden daha büyüktür'. Sonra Namazda İmama Uymak bölümünde dediğimiz gibi, zahir ve batın âdâbların tamamını gözeterek farz namazı eda etmelidir. Farz namazı eda ettikten sonra güneş çıkıncaya kadar câmide oturup -ileride beyan edeceğimiz şekilde- Allah'ın zikrine devam etmelidir. Zira Allah'ın Rasûlü (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Ben meclisimde oturup sabah namazından güneş çıkıncaya kadar Allah'ı zikredersem, bu benim için dört köleyi âzâd etmekten daha sevimli olur.7
Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) sabah namazını kıldığı zaman seccadesinin üzerinde oturur, güneş doğuncaya kadar böyle kalmaya devam ederdi.8 Rivayetlerden bazılarında 'Güneş doğduktan sonra iki rek'at namaz kıldı' şeklinde vârid olmuştur. Böyle yapmanın fazileti hakkında sayısız hadîs vârid olmuştur. Hasan rivayet eder ki: Hz. Peygamber (s.a) rabbinin rahmetinden bahsederken ezcümle rabbinin şöyle söylediğini de zikrediyordu:
Ey Ademoğlu! Sabah namazından sonra bir saat beni zikret. İkindi namazından sonra da bir saat... Bu durumda bu iki namazın arkasından (maddeten ve mânen) sana kâfi gele-yim. Seni koruyayım.9
Bu zikrin fazileti böylece bilindiği zaman, kişi sabah na-mazından sonra oturup güneş doğuncaya kadar konuşmamalıdır. En uygun hareket, güneş doğuncaya kadar ki vazifesini dört kısma ayırmaktır: 1.Duâlar 2.Zikirler. (Zikirleri tekrar etmelidir). 3.Kur'an okumak 4.Tefekkür
1. Duâlar Namazı bitirdiği zaman, şöyle demelidir:
Ey Allahım! Hz. Muhammed'e ve âline salât et ve onları her türlü eksiklikten emin kıl! Ey Allahım! Sensin selâm. Sendedir selâm ve selâm sana döner. Ey rabbiıniz! Bizi se-lâm ile dirilt. Bizi selâm evine dahil et. Ey ikram ve celâl sahibi! Sen müşriklerin dediğinden yücesin. Bu duâyı okuduktan sonra Hz. Peygamber'in başlangıçta söy-lediği gibi o da şöyle söylemelidir:
Kullarına çokca hibede bulunan en yüce ve mutlak yücelik sahibi olan rabbim, her türlü eksiklikten münezzehtir. Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir, O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur Hamd O'nun. O diriltir, öldürür, hiç ölmeyen diri sadece O'dur. Hayr, O'nun elindedir. O herşeye kâ- dirdir. Allah'tan başka ilah yoktur. Nimetin, faziletin ve güzel senânın sahibi ve lâyıkı O'dur. Allah'tan başka ilah yoktur. Biz sadece O'na ibâdet ederiz İtâatimizi ihlâs ile sadece O'na yaparız; kâfirler böyle yaptığımızdan hoşlanmasalar dahi...10 Bunu söyledikten, sonra Dualar kitabının üçüncü ve dördüncü bölümlerinde zikrettiğimiz duâlara başlayıp ve eğer kudreti varsa bütün o duâları okumalı veya hangisini daha münasip görürse onu ezberlemelidir. Hangisi kalbini daha çok inceltir ve diline daha hafif gelirse onu ezberlemelidir. 2. Zikirler Bu zikirler şunlardır: Bunların tekrarının fazileti hakkında birçok haberler gelmiştir. Fakat biz o faziletleri burada zikretmekle sözü uzatmak istemiyoruz. Bu kelimelerin her birini üçer veya yedişer defa tekrarlamak lazımdır. En fazlası ise yüzer veya yetmişer defa tekrarlanır. Ortası ise onar defa tekrarlanır. Bu bakımdan kişi, imkânı nisbetinde ve vaktinin genişliğine göre, bu kelimeleri tekrar etmelidir. Fazla tekrar etmenin faziletinin daha fazla olduğu bir gerçektir. Normal bir şekilde tekrar etmek de o nisbette faziletlidir. Orta derecede zikretmek, onar defa tekrar etmek demektir. Bu zikirleri okumaya devam eden şahıs için bu şekilde hareket etmesi daha uygundur. Çünkü işlerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır. Her vazifenin çoğuna devam etmek imkânı yoksa, az ve devamlı olması daha faziletlidir. Arada sırada yapılanın çoğundan, kalpte daha tesirli olur. Zira gevşeklikle karışık bir şekilde yapılan çoğun tesiri azalır. Daimî bir şekilde yapılan azın misâli; kesintisiz bir şekilde yer üzerine damlayan yağmur damlacıkları gibidir. Bu damlacıklar, daimi olduğu için, yerde bir iz bırakır. Şayet taşın üzerine de düşse yine aynı izi bırakacaktır. Çünkü devamlıdır. Arada sırada gelen çoğun misâli ise, bir defada veya ayrı ayrı olmak üzere birkaç defada uzun aralıklarla dökülen bol su gibidir. Böyle bir suyun eseri görünmez.. Bu zikirler de on tanedir: Bir Allah'tan başka ilah yoktur. O, birdir. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'nadır. Dirilten ve öldüren O'dur. O, ölmez bir diridir. Hayr O'nun kudret elindedir. O herşeye kâdirdir. İki Allah müşriklerin dediklerinden münezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah herşeyden daha büyüktür. Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak azîm ve yüce olan Allah'ın kuvvet ve kudretiyledir.11 Üç Çokça tesbih ve takdis edilir. Meleklerin ve er-Ruh'un rabbidir.12 Dört Yüce olan Allah müşriklerin dediğinden münezzehtir, O'nun hamdiyle (bu itirafta bulunuyoruz).13 Beş Yüce olan Allah'tan af dilerim. Öyle Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Hayy (diri) ve kayyûm ancak O'dur. O'ndan tevbe dilerim.14 Altı Ey Allahım! Senin verdiğini önleyecek hiç kimse yoktur. Senin menettiğini de verecek kimse yoktur. Senin nezdinde, servet (veya sa'y ü gayret) sahibine hiçbir fayda veremez. (Ancak senin lûtfun menfaat vericidir).15 Yedi El-Mübîn, el-Hak, el-Melîk olan Allah'tan başka ilah yok-tur!16 Sekiz İsmiyle beraber ne yerde ve ne de gökte hiçbir şeyin zarar vermeyeceği Allah'ın ismiyle başlarım. En ince teferruatına kadar, bilen ve işiten O'dur.17 Dokuz Ey Allahım! İlmin ve hakikatin zirvesine çıkan ümmî nebîn, rasûlün ve kulun Muhammed'e, âline ve ashâbına salât ve selâm eyle ve onları istenilmeyen kötülüklerden emîn kıl!18 On Allah'ın dergahından kovulan şeytanın şerrinden, işiten ve bilen Allah'a sığınırım. Ey rabbim! Şeytanın vesveselerin-den sana sığınırım. Şeytanların etrafımı çepeçevre sarıp beni saptırmalarından da sana iltica ederim!19
İşte on zikir bunlardır. Bunların herbiri on defa tekrar edildiği zaman, tümünden yüz defa okumanın sevabı hâsıl olmaktadır. Böyle yapmak her birini yüz defa tekrar etmekten daha efdaldir. Çünkü bu zikirlerin her birinin kendine mahsus bir fazileti vardır. Aynı zamanda kalp de, bu zikirlerin her biriyle ayrı bir şekilde lezzetlenir. Nefis ise, bir zikirden başka bir zikre geçmek suretiyle bir nev'i istirahat aldığı gibi yorgunluğu da önlenmiş olur. (Her yeninin bir lezzeti vardır).
3. Kıraat (Kur'an Okumak) Birçok ayetlerin okunması kişi için müstehabdır. Bu ayetlerin fazileti hakkında çeşitli haberler gelmiştir. O ayetler şunlardır: Fatiha sûresi20, Âyet'el-Kürsî21, Bakara sûresinin sonu (Âmene'r-Rasûlü'den başlayarak)22,Alu İmran sûresinin 18. ayeti23, yine aynı sûrenin 26, ayeti24, Tevbe sûresinin 128. ayetinin sonuna kadar25, Fetih sûresinin 27. ayetinin de sonuna kadar26, İsra sûresinin 111. ayetinin sonuna kadar27, Hadîd sûresinin başından beş ayeti28 ve Haşr sûresinin sonundan üç ayeti okumalıdır.29 Eğer kişi, Hızır'ın İbrahim et-Teymî'ye hediye ettiği, sabah ve akşam yedişer defa okunmasını tavsiye buyurmuş olduğu duâyı yedişer defa okursa faziletin tamamını elde ettiği gibi, şimdiye kadar zikrolunan bütün duâların faziletini de elde etmiş olur. Nitekim Gurrez b. Vebre30 şöyle anlatır: Şam ahâlisinden bir dostum ve din kardeşim bana geldi. Birşey hediye ederek şöyle dedi: 'Ey Gurrez! Şu hediyeyi benden kabul eyle. Çünkü bu hediye çok güzel bir hediyedir'. Bu sözü üzerine kendisine 'Ey Kardeşim! Kim sana bu hediyeyi verdi ki (sen de bana veriyorsun)?' diye sordum. 'Bunu bana İbrahim et-Teymî adlı zat verdi' dedi. Ben 'Sen İbrahim'e sormadın mı? Bu hediyeyi ona kim vermiş?' deyince şöyle dedi: 'Evet, sordum. Dedi ki: Ben Kâbe'nin önündeki meydanlıkta oturuyordum.Tehlil (Lâ ilâhe illâllah), tesbih (Sübhânallah), tahmid (elhamdülillâh) ve temcid (Allah'ı övmek) ile uğraşırken bir kişi geldi. Selâm verip sağ yanıma oturdu. Ondan daha güzel bir kimseyi görmediğim gibi, ondan daha güzel giyinmiş bir kimseyi de görmemiştim. Onun elbisesinden daha beyaz bir elbise ve etrafa saçılan güzel kokusundan daha iyi bir kokuya da tesadüf etmemiştim. Bu manzara karşısında kendisine sordum: -Ey Allah'ın kulu! Sen kimsin ve nereden geliyorsun? -Ben Hızırım Hangi konu için bana gelmiş bulunuyorsun? -Sana selâm vermek ve Allah rızâsı için seni sevmem sebe- biyle sana gelmiş bulunuyorum. Benim yanımda bir hediye vardır. Onu sana vermek istiyorum. -O nedir? -Güneş çıkıp, yeryüzüne yayılmadan, bir de batmadan önce her birini yedişer defa okumak sûretiyle Fâtiha, Nâs, Felâk, İhlâs, Kâfirûn sûreleriyle Âyet'el-Kürsi'yi tekrarlamak, daha sonra yedi defa 'Allah müşriklerin dediğinden mü- nezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah herşeyden daha yücedir' diyeceksin. Yedi defa Hz. Peygamber'e (âline ve ashâbına) salâvat-ı şerife okuya- caksın. Bundan sonra yedi defa kendin için, annen ve baban için, müslüman erkek ve kadınlar için af talebinde buluna- rak şöyle diyeceksin:
Ey Allahım! Benim ve onların hakkında ister acele, ister ge-lecekte, din, dünya ve âhiretimizde senin şânına ne yakışırsa ve sen neye ehilsen onu yap. Ey Mevlâmız! Bizim kötü amelimizle müstahak olduğumuz cezayı,bizim hakkımızda icra etme.Sen çok bağışlayıcı, ilim sâhibi,cömert,kerem, şefkat ve rahmet sâhibisin.
Bu duâyı yedi defa tekrar et. Dikkat et, bu söylediğim duâları her sabah ve akşam oku ve terketme! Ey Allah'ın sâlih kulu! İsterim ki, bu büyük hediyeyi sana veren kimseyi bana haber veresin. Bu büyük hediyeyi bana Hz. Muhammed verdi. Bu duâdan hâsıl olan sevabın ne olduğunu bana haber vermeni istiyorum. Hz. Muhammed'le bir araya geldiğin zaman, ondan bu duânın sevabını sor, o sana bunu söyler. İbrahim et-Teymî anlatmaya şöyle devam eder: Birgün rü-yamda melekler bana geldiler. Beni sırtlayıp cennete götür-düler. Cennetteki nimetleri gördüm. (Cennette gördüğü bü-yük nimetleri tavsif etti). Cennette gördüğüm o büyük şeyler (köşkler, saraylar ve bahçeler) hakkında meleklere 'Bunlar kimin içindir?' diye sorunca melekler şöyle dediler: 'Senin yaptığın gibi kim yaparsa bunlar onundur'. (İbrahim et-Teymî'nin anlattığına göre, meyvelerden yemiş ve melekler İbrahim'e cennetin suyundan içirmişlerdir). İbrahim anlatmaya şöyle devam eder: Ben bu durumdayken Hz. Peygamber, beraberinde yetmiş peygamber, meleklerden de yetmiş saf ve her safın meşrikten mağribe kadar olduğu bir durumda teşrif edip geldi. Bana selâm verdi ve elimden tuttu. (Bundan cesaret alarak) Hz. Peygamber'e şöyle dedim: Ey Allah'ın Rasûlü!Hızır bana senden şu hadîsi dinlediğini söyledi. Sen ne dersin? Hızır doğru söylemiştir. Hızır doğru söylemiştir. Onun hi- kâye ettiği haktır. O yeryüzünün en büyük âlimidir. O abdal- ların reisidir. O Allah'ın yeryüzündeki askerlerindendir. Ey Allah'ın Rasûlü! Bu duâyı okuyan bir kimse benim şu anda rüyamda gördüğüm şeylerin benzerini görmezse,acaba bana verilen bu büyük nimet ona da verilir mi? - Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim. Senin bu yaptığını yapan bir kimse, beni ve bu cenneti görmese dahi, onun yapmış olduğu bütün büyük günahları affolunur. Allah ondan gazab ve öfkesini kaldırır. Onun kö-tülüklerini yazan sol tarafındaki meleğe Allah Teâlâ bir se-neye kadar onun kötülüklerinden hiçbirisini yazmamasını emreder. Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim. Ancak Allah tarafından saîd olarak yaratılmış bir kul bu duâyı okur ve ancak Allah tarafından şakî olarak yaratılmış bir kimse bunu terkeder. İbrahim et-Teymî bu rüyayı gördükten sonra dört ay yemeden içmeden kesilmiştir.31 İşte Kur'an okuma vazifesi budur. Eğer Kur'an'dan vird edindiği veya devamlı okuduğu bir şeyi bu okumasına eklerse daha iyi olur. Çünkü Kur'an daha önce de söylediğimiz gibi, düşünülerek okunduğu takdirde duâ, düşünce ve zikir faziletlerinin tamamını elde ettirir. Nitekim Kur'an'ın Faziletleri ve Âdâb-ı Tilâvet bölümünde bunlar anlatılmıştı. 4. Tefekkür Tefekkür kişinin vazifelerinden birisi olmalıdır. Neyin hakkında düşünür ve nasıl düşünür? Bunun tafsilâtı Münciyât kısmının Tefekkür kitabında zikredilecektir. Fakat tefekkürün özü iki şıkta toplanmaktadır: a) Kendisine fayda veren işler hakkında düşünmelidir. Şöyle ki: Daha önceki kusurlarından nefsini hesaba çekmeli, içinde bulunduğu güne vazifelerini bölmeli ve engelleri nasıl aşacağını inceden inceye düşünmeli, kusurlu oluşunu hatırlamalıdır. Kusurlarına sebebiyet veren amellerini de göz önünde bulundurmalı ki onu ıslah edebilsin. Kalbinde, nefsindeki amellerinde ve müslümanlara karşı yaptıkları için iyi niyetlerini hazır bulundurmalıdır. b) Kendisine fayda veren mükâşefe ilmi hakkında düşünmelidir. Şöyle ki: Allah'ın nimetleri, zâhir ve bâtın ihsanları hakkında düşünmeli, bu düşüncesi sayesinde bunlar hakkındaki marifeti artmalı ve bunlara karşı şükretmesi çoğalmalıdır veya Allah Teâlâ'nın ceza ve intikamları hakkında düşünmelidir ki Allah'ın kudretini ve herşeyden müstağni olduğunu daha geniş bir marifetle tanımış olsun. Allah'ın cezalarından korkusu artsın. Bu hâdiselerin her birinin binlerce dalları vardır. Bazı insanlar için bu sahada düşünce oldukça geniştir. Bazıları için de tam ak-sine... Biz, gelecek tefekkür kitabında bunu tedkik ve tahkike çalışacağız. Kısaca tefekkürden ne kadarı mümkün olursa, o ibadetlerin en şereflisidir. Çünkü düşüncede Allah'ın anılması sözkonusu olduğu gibi fazla olarak da iki unsur daha vardır: 1.Mârifetin artışı; zira tefekkür ve keşfin anahtarıdır. 2.Muhabbetin artışı; zira kalp, büyüklüğüne inanmadığı bir zâtı sevmez. Allah'ın büyüklüğü ise, ancak sıfatlarının, kudretinin ve fiillerinin üstünlüğünü bilmekle anlaşılır. Böylece fikirden mârifet doğar. Mârifetten de Allah'ın tazimi ve büyüklüğü doğar, tâzimden de muhabbet doğar. Aynı zamanda zikir, ünsiyeti elde ettirir. Ünsiyet ise, muhabbetin bir çeşididir. Fakat mârifetten doğan muhabbet, ünsiyetten gelenden daha kuvvetli, daha kalıcı ve daha büyüktür. Ârif bir kimsenin muhabbeti, tam basirete sahip olmadan zikreden bir kimsenin ünsiyetine nisbet edildiği zaman, tıpkı gözüyle bir şahsın güzelliğini görmüş, onun güzel ahlâklarına, fiil ve faziletlerine tecrübe ve deneme ile muttali olmuş bir kimsenin tanımasının, gözüyle görmediği, ancak iyiliğini ve her sahada ahlâklı olduğunu tafsilâtı olmaksızın kulaktan dolma dinleyen bir zata karşı duyduğu ünsiyetine nisbet edilmesi gibidir. Bu bakımdan gözüyle o meçhul şahsı görmeyenin ona karşı sevgisi, elbette onu bilfiil görenin sevgisi gibi olmaz. Çünkü işitmek gözle görmek gibi değildir (ve olamaz da). O halde Allah'ın zikrine kalben ve lisanen devam eden, taklidî bir iman ile peygamberlerin (a.s) getirdiklerine inananla bir olmaz. Allah'ın sıfatlarının güzelliklerinden ancak iman ettikleri peygamberlerin kendilerine bildirdiği şekilde müc-mel olarak inananlarla, birtakım işlere sahip olan âbidler ile Allah'ın celâl ve cemâlini zahiri gözden daha keskin bâtınî ve basîret gözleri ile müşâhede eden ârifler bir olamazlar. Evet bu iki grup da Allah'ın celâl ve cemâlinin künhüne vakıf olmamışlardır. Zira bu şekilde vakıf olmak, kulların kudretinin dahilinde değildir. Ancak her kul, kendisine aralanan perde oranında cemâli müşahede eder. Oysa, rubûbiyet huzurunun ne cemâline, ne de perdelerine hidâyet yoktur, Nûr ile anılması gereken perdelerinin sayısı sonsuzdur. O perdeler ki, onlara ulaşan bir kimse, onu asi sanıyor. O perdelerin sayısı yetmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ'nın nûrdan yetmiş perdesi vardır. Eğer o perdeleri aralarsa (keyfiyeti bizce malûm olmayan) yüzünün parıltıları her gördüğünü yakıp kül edecektir.32
O perdeler de tertiplidir. O nûrlar rütbece ayrı ayrıdır. Tıpkı güneş, ay ve yıldızların ayrı olması gibi... Önce en küçükleri görünür. Sonra diğerleri tevâli eder. İşte bu esas üzere bazı sûfîler Hz. İbrahim'in terakkisinde görünen dereceleri te'vil etmişlerdir: 'Felemma cenne aleyhi'l-leyl'; yani işler Hz. İbrahim'in üzerine karardığı ve müşkil olduğu zaman 'Reâ kevkeben'; o nûr perdelerinden birisine vardı. İşte Allah Teâlâ nûr perdesini Kevkeb diye tâbir ediyor. Kevkeb'den 'parlayan' ve yıldız denilen şu cisimler kastolunmamıştır. Çünkü (değil Hz. İbrahim) gibi bir peygamber, sıradan insanlar dahi bilirler ki, Rubûbiyet vasfı cisimlere lâyık ve uygun bir vasıf değildir. Halk tabakası bile basit düşünceleriyle bu keyfiyeti idrak etmektedirler. O halde halk tabakasını şaşırtmayan bir mesele, nasıl olur da Allah'ın dostu Hz. İbrahim'i şaşırtır. Nûr diye adlandırılan perdelerden, göz ile görülen ışık kastolunmamaktadır. Aksine kastolunan mânâ, Allah Teâlâ'nın şu ayeti celilesiyle kastolunan mânâdır: Allah göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûru, içinde lamba bulunan bir kandile benzer. Lamba cam içerisindedir. Cam sanki inciden bir yıldız. Ne doğuya ne de batıya ait olmayan mübarek bir zeytin ağacı (nın yağı)ndan yakılır. (Öyle mübarek bir ağaç) ki, nerdeyse ateş değmese de yağı ışık verir. Işığı parıl parıldır. Allah dilediği kimseyi nûruna kavuşturur.Allah insanlara böyle misâller verir, Allah herşeyi bilir. (Nûr/35) Biz bu mânâlardan geçelim. Çünkü bunlar muamele ilmi'nin dışında kalan mânâlardır. Bu mânâların hakikatlerine ancak saf fikrin arkasından gelen keşif varabilir! Böyle bir keşfin kapısı ise, az kimselere açılmaktadır. Sıradan insanlar tarafından kolayca elde edilen düşünce ise, ancak muamele ilmi'nin fayda verici kısımları hakkındadır. Bu da faydası çok ve büyük olan konulardır. İşte bu dört vazife ki bunlar; duâ, zikir, kıraat (Kur'an okumak) ve tefekkürdür her müridin sabah namazından sonraki vazifesi olmalıdır. Belki mürid, namaz vazifesinden kurtulduktan sonra her virdde bu vazifeleri yapmalıdır. Namazdan sonra bu dört vazifeden başka bir vazife yoktur. Kişi silahını ve kalkanını aldıktan sonra bu vazifeleri yapmaya muktedir olur. Oruç öyle bir kalkandır ki, insanoğlunun düşmanı olan ve onu dosdoğru yoldan çeviren şeytanın geçiş yollarını daraltır. Şafak söktükten sonra tâ güneş doğuncaya kadar sabah namazından önce kılınan iki rek'at sünnet ile sabah namazının farzından başka herhangi bir namaz yoktur... Hz. Peygamber (s.a) ve ashâb-ı kirâm gibi bu vakitte zikirle meşgul olmak daha evlâdır. Ancak farz namazını (sabah namazını) kılmadan önce uyku galebe çalarsa ve uykuyu gidermek ancak namaz kılmakla mümkün olursa o zaman uykuyu defetmek için namaz kılınmasında bir sakınca yoktur.33 II. Vird Güneşin doğuşundan kuşluk zamanına kadardır. Kuşluk za-manından gayem; güneşin doğuşu ile zevâlin ortasındaki vakittir. Bu da günden üç saatin geçtiği zaman olur. Eğer gün oniki saat farzedilirse -ki bu onikinin dörtte biridir- günün bu dörtte bir vaktinde iki fazla vazife daha vardır: a) İlki, kuşluk namazı (es-Salât'ud-Duhâ)dır ki biz bunu Namaz bölümünde zikretmiştik. En evlâ ve uygunu bu namazın iki rek'at olarak güneşin yükseldiği bir anda kılınmasıdır. Yani güneş ışınlarını yaydığı ve yarım mızrak kadar yükseldiği zaman kılmaktır. Aynı zamanda dört, altı veya sekiz rek'atı da süt çocuğunun, annesinin kucağında hararetten uyuduğu veya ayaklar güneşin ısısıyla yandığı vakitte kılınır, Bu bakımdan daha önce kılınan iki rek'atın vakti, Allah Teâlâ'nın şu ayetiyle murad olunan vakittir. Gerçekten biz dağları onun emrine bağlı kıldık da akşamleyin ve kuşluk vakti onunla beraber tesbih ederlerdi.(Sâd/18) Hz. Peygamber (s.a), işrak zamanında namaz kılan ashâb-ı ki-râma rastladığında sesini yükselterek şöyle dedi:
İyi bilin ki, evvâbînlerin namazı, güneş sıcağının etkisiyle yavruların yattığı vakittir. Yani o vakitte kılınır.34
İşte bu sırra binaen deriz ki, eğer kişi kuşluk namazını iki defa değil de bir defa kılmak istiyorsa, biraz önce hadîste belirtilen vakit bu namaz için en faziletli vakittir. Fakat bütün bunlara rağmen kuşluk namazını iki kerâhet vaktinin (güneşin ilk doğduğu vakitle tam göğün ortasında bulunduğu vakit) arasında herhangi bir saatte kılarsa ecir hâsıl olur. Fakat daha önce denildiği gibi o vakitte kılmak daha efdaldir. Bütün bunlara Duhâ (kuşluk) ismi verilir. Sanki işrâk namazının iki rek'atı. namaz kılmasına izin verilen vaktin başlangıcına ve kerahet vaktinin de bitimine düşer. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Muhakkak güneş, beraberinde şeytanın boynuzu olduğu halde doğar. Ne zaman ki yükselir, işte o zaman şeytan ondan ayrılır.35
Bu bakımdan güneşin en az yükselmesi daha Önce söylendiği gibi yerin buhar ve sis tabakasının hizasında yükselmesidir. Bu ise ancak takriben gözetilir ve bilinir.
b) Bu vaktin ikinci vazifesi; insanlarla ilgili olup tâ ezelden beri âdet olarak işlenen hayırlardır. Hastayı ziyaret etmek, cenaze merasimine iştirâk etmek, birr (hayr) ve takvâ hususunda yardımlaşmak, ilim meclisinde hazır bulunmak, herhangi bir müslümanın ihtiyacını görmek ve bunlar gibi sair hayırlı işler... Eğer bu vazifelerden hiç birisi yoksa daha önce zikrettiğimiz tefekkür, kıraat, zikir ve duâdan meydana gelen dört vazifeye dönmelidir veya bunlarla dolu nafile namazları kılmalıdır. Nafile namazlar sabah namazından sonra mekruh iseler de... Fakat şu anda mekruh değildirler. Bu bakımdan bu vakitte kılınan bu gibi namazlar, isteyen bir kimse için bu vaktin vazifelerinin beşinci kısmını teşkil etmektedir. Sabah namazının farzından sonra ise, sebepsiz olarak kılınan nafile namazı mekruhtur. Sabah olduktan sonra en iyi hareket; sabah namazından önce kılınan iki rek'at sabah sünneti ve mescide giriş namazlarıyla yetinmektir. Bunların dışında herhangi bir namazla meşgul olmamalı, aksine zikir, Kur'an okuma, duâ ve tefekkür ile meşgul olmalıdır.
III.Vird
Üçüncü vird kuşluk zamanından zevale kadardır. Kuşluktan gayemiz, güneşin doğuşu ve tam zevale ermesinin ortası olan vakit ile ondan az önceki vakittir. Her ne kadar her üç saatten sonra namaz kılınması emredilmişse de... Bu bakımdan güneş doğduktan itibaren üç saatlik bir zaman geçtiğinde, namaz kılınır. O kadar vakit daha geçmeden önce de kuşluk namazı vardır. İkinci bir üç saat daha geçerse öğle namazı vakti gelmektedir. Ondan sonra üç saat daha geçerse, ikindi namazı vakti gelir. İkindiden sonra üç saat geçerse akşam namazının vakti gelir. Kuşluk namazının, zeval ile güneşin doğuşu arasındaki yeri ve mertebesi, tıpkı zeval ile güneşin batışı arasındaki ikindi namazının yeri ve mertebesi gibidir. Ancak şu fark var ki,kuşluk namazı farz değildir. Çünkü kuşluk zamanı, insanların tam hararetle çalıştığı bir zamandır. Bu bakımdan Allah Teâlâ bu zamanda herhangi bir ibâdeti farz kılmamakla kullarına kolaylık göstermiştir. Dördüncü vazife; bu vakitte, o dört kısımdan başka iki vazife daha vardır: a)Kazanç, maişetin tedbiri, çarşı ve pazarlarda hazır bulunmakla meşgul olmak vardır. Eğer kişi tüccarsa dürüstçe ticaret yapması gerekmektedir. Eğer sanat sahibiyse,nasihat ve şefkatle sanatına devam etmelidir. Meşguliyetlerinin hiçbirisinde Allah'ın zikrini unutmamalıdır. Günün ihtiyacı kadar çalışmalıdır. Eğer her günün nafakasını temin etmek için çalışmaya muktedirse, o günün nafakasını temin ettiği zaman evine dönmeli ve geri kalan vaktini âhiretinin azığını elde etmeye sarfetmelidir. Çünkü(Allah'a inanan bir insan için) âhiret azığına daha şiddetle ihtiyaç vardır.Âhiret azığından alınan lezzet daha devamlıdır.Bu bakımdan kişinin bu azığı elde etmesi için çalışması, zamanının ve günlerinin ihtiyacından fazlasını elde etmek için çalışmasından daha önemlidir. Denildi ki; mü'min ancak üç yerde bulunur: 1.İbadet imâr ettiği bir mescidde, 2.Kendisini başkalarından saklayan bir evde, 3.Zarurî bir ihtiyaçta. Oysa kifayet edecek zaruri ihtiyacı bilip takdir eden pek azdır. Aksine insanların çoğu muhtaç olmadıkları ve kendileri için zarurî olmayan şeyler için çalışırlar. Çünkü şeytan onları daima fakirlikle korkutup durur. Onlara çirkin hareketleri emreder. Onlar ise şeytana kulak verip uyarlar. Yemediklerini ve yemeyeceklerini istif ederler. Bütün bunları fakr u zaruretten korkarak yaparlar! Oysa Allah Teâlâ, onlara mağfiret va'dediyor. Fazilet va'dinde bulunuyor.Onlar ise Allah Teâlâ'nın bu va'dinden yüz çeviriyorlar ve onu elde etmek hususunda herhangi bir rağbet göstermiyorlar. b)İkinci vazife, kaylulet (öğleden evvel) uykusudur. Kaylulet uykusu sünnettir. Bu uyku sayesinde kişi gece ibadetini rahatça yapabilir. Ramazan-ı şerifte veya herhangi bir oruçta yardımcı olmak için sahur yemeğinin yenmesinin sünnet olduğu gibi,kaylulet uykusu da sünnettir... Eğer kişi kaylulet uykusunu uyumadığı takdirde geceleyin kalkıp ibadet etmeyecekse, o vakit hiçbir hayırla meşgul ol-maksızın kaylulet uykusunu uyumalıdır. Çoğu zaman mü'min bir kimse gaflet ehliyle oturup, onlarla konuşuyor, Oysa böyle yapmaktansa kaylulet uykusu daha güzeldir. Çünkü bu uykuyu uyumadığı takdirde zinde bir şekilde zikre ve belirtilen vazifelerine yönelmesi mümkün olmaz. Çünkü uykuda susmak ve (dolayısıyla) günahlardan uzak kalmak gibi bir durum vardır. Âlimlerin bazısı demiştir ki: 'İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, o zamanda susmak ve uyumak, amel yapmaktan daha faziletli olacaktır' ve devamla 'Nice âbidler vardır ki, onun en iyi hâli uykudur' demişlerdir. Âlimlerin dediği o zaman, ibâdetlerle gösteriş yapılan ve ihlâssız ibâdetlerle uğraşılan bir zamandır. Acaba hem fâsık, hem de yaptıklarının hakikatinden gâfil olan kimseye ne denilir? Süfyan es-Sevrî (r.a) şöyle demiştir: 'Selef-i sâlihin, ibâdetlerinden ve çalışmalarından boşa çıktıklarında zinde kalmak için uyumayı tercih ederlerdi'. Bu bakımdan kişinin uykusu selâmeti elde etmek ve geceleyin kalkıp ibâdette bulunmak niyetiyle olursa, ibâdet sayılır. Fakat hangi niyeti taşırsa taşısın, zevalden önce uyanması gereklidir. Namaz için abdest almak ve vakit gelmeden önce camiye hazırlık yapmak için zevalden biraz önce uyanmalıdır. Çünkü vakit gelmeden önce abdest almak ve camiye gitmek en faziletli amellerdendir. Eğer kişi o vakitte ne kaylulet uykusunu uyumuş, ne de kazanç ile meşgul olmuş, sadece namaz ve zikirle meşgul olmuşsa, böyle bir meşguliyet, o günün en faziletli amellerinderıdir. Çünkü o vakit insanların Allah'tan gâfil olup dünya işleriyle meşgul oldukları vakittir. Bu bakımdan bütün insanların rabbinin kapısından yüz çevirdikleri bir anda, rabbinin hizmetine hazırlanan bir kalp, Allah Teâlâ tarafından yüceltilmeye, mânevî huzuruna seçilmeye ve mârifetini bilmeye hak kazanmış olur. Bu vakti ibâdetle geçir menin fazileti geceyi ihyâ etmenin fazileti gibidir. Zira gece de uykudan ötürü gaflet vaktidir. Şu gündüz vakti de nefsin hevasına tâbi ve dünyevî işlerle meşgul olmak hasebiyle gaflet vaktidir ve aynı zamanda aşağıdaki ayette belirtilen işlerden birisini yapına vakti de olabilir:
Düşünüp ibret almak yahut şükretmek isteyenler için, gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur. (Furkan/62)
IV. Vird Zeval ile öğle namazının farz ve sünnetinden boşalıncaya ka-dar olan zamandır. Bu zaman, ise, günün en kısa ve en faziletli virdidir. Eğer kişi zevalden önce abdest alıp mescide gelmişse, güneş tam göğün ortasından batıya doğru kayıp, müezzin ezâna başladığında, kişi müezzine karşılık verinceye kadar sabretsin. Sonra kalkıp ezan ile kamet arasını ihya etsin. Bu ara, Allah Teâlâ'nın şu ayet-i celilesiyle irade ettiği 'izhar' vaktinin tâ kendisidir: Öğleye girdiğiniz vakitte de...(Rûm/18) Bu vakitte aralarında fâsıla vermeksizin ye bir selâmda kılınan dört rek'at namaz kılmalıdır. Gündüz kılınan nafile namazların arasında bazı âlimlerin rivayetine göre sadece bu namaz dört rek'atlı olarak bir selâmla kılınır. Fakat bu rivayet, ta'nedilmiş ve pek kuvvetli olmayan bir rivayettir. İmam Şafiî'nin mezhebi şudur ki; sair sünnetler gibi bu namazında iki rek'atının bir selâmla kılınmasıdır ve aralarında selâm ile fasıla verilmelidir. Şafii'nin bu kanaati sahih olarak rivayet edilmiştir. Bu rek'atları mümkün olduğu kadar uzatmalıdır. Çünkü ta-tavvu namazı bahsinde zikrettiğimiz bir hadîste belirtildiği gibi, göklerin kapıları bu saatlerde açılır. Bu namazda Bakara veya iki-yüz ayetlik sûrelerden birini, yahut da 'el-Mesânî' sûrelerden dört tanesini okumalıdır. Çünkü bu saatler duânın kabul olunduğu saatlerdir. Hz. Peygamber (s.a) amelinin bu saatlerde Allah huzuruna yükselmesini severdi. Bundan sonra cemaatle öğle namazını kılmalıdır. Daha önce söylediğimiz gibi, uzun kılınan dört rek'at nafileden sonra öğle namazı kılınmalı veya bu dört rek'at nafile kısa olarak kılınmalıdır. Kısacası: Dört rek'atı terketmek uygun değildir. Öğle namazından sonra önce iki rek'at nafileyi, o iki rek'attan sonra da dört rek'at nafileyi kılmalıdır. Zira İbn Mes'ud farz namazın arkasından fasıla vermeksizin onun gibi bir namaz kılmayı kerih görmüştür. Bu nafile namazda Âyet'el-Kürsi'yi, Bakara sûresinin sonunu ve birinci virdde söylediğimiz ayetleri okuması müstehabdır ki böylece duâ, zikir, kıraat, namaz, hamd ve tesbihî vaktin şerefiyle beraber bir arada yapmış olsun! V. Vird Dördüncü virdin sonundan ikindi vaktine kadar olan za-mandır. Bu zamanda mecscidde itikâfa girmek, zikir, namaz veya hayrın herhangi bir dalıyla meşgul olmak müstehabdır. Böylece itikâflı olduğu halde namazı da beklemiş sayılır. Zira farz namazdan sonra gelen ikinci farz namazı beklemek amellerin faziletlilerindendir ve böyle yapmak selefin yolu ve sünnetidir. Selef-i Sâlihîn zamanında camiye gitmek isteyen öğle ve ikindi vakti arasında camiye girdiğinde, tıpkı arıların kovandaki vızıltısı gibi namaz kılanların okuyuşunu duyardı. Eğer kişinin evinde ibadet etmesi dinine daha selâmetli ve himmetinin toplu halde oluşuna daha el-verişliyse, böyle bir kişi için nâfile namazları evinde kılmak camiye gidip kılmaktan daha faziletli olur. Bu bakımdan bu beşinci vird vaktini ihyâ etmek ki bu vakit, insanların çoğunun Allah'ın zikrinden gâfil olduğu vakittir; tıpkı fazilet bakımından üçüncü virdin ihyâsı gibidir. Bu beşinci vird vaktinde uyumak öğleden önce kay-lulet uykusu uyumuş bir kimse için mekruhtur. Zira gündüz iki defa uyumak mekruhtur. Alimlerden biri şöyle demiştir: 'Üç şey vardır. Allah Teâlâ onlara (veya onlardan ötürü yapana) buğzeder: a) Yersiz gülmek, b) Acıkmadan yemek, c) Gece ibâdeti yapıp uykusuz kalmadan gündüz uyumak'. Uykuda sınır şudur: Gece ve gündüz yirmi dört saatten ibarettir. Normal olarak gece ve gündüzün tamamında kişiye sekiz saat uyku yeter. Eğer gece sekiz saat uyursa ikinci bir defa gündüz uyumasının herhangi bir mânâsı kalmaz. Eğer bu sekiz saatin bi-razını gece uyumadan geçirirse onu gündüz telâfi edebilir. Bu bakımdan insanoğluna eğer altmış sene yaşamış ise -ki galib ömür altmış senedir- ömründen yirmi senenin eksilmesi yeter de artar. Zira insanoğlu her gece sekiz saat uyursa -ki bu gece ve gündüzün üçte biridir-o zaman onun ömründen üçte biri eksilmiş oluyor demektir. Fakat yemek bedenin gıdası, ilim ve zikir de bırakılması mümkün olmayan kalbin gıdası oldukları gibi, uykuyu bırakmakta mümkün değildir. İşte normal uykunun miktarı bu kadardır. Fakat bundan daha az uyumak çok zaman bedenin sarsılmasına yol açar. Ancak tedricî bir şekilde nefsini az uyumaya bedeni sarsmaksızın alıştıran bir kimsenin durumu bu kaidenin dışındadır, Bu vird, virdlerin en uzunu ve kullar için en kârlısı,en lezzetlisidir ve aynı zamanda Allah Teâlâ'nın sözünü ettiği 'asal'dan biridir:
Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez, kendileri de gölgeleri de sabah-akşam Allah'a secde eder.(Ra'd/15)
Madem ki, Allah Teâlâ'ya cansız şeyler secde eder, o halde akıllı bir kulun ibâdetinin çeşitlerinden gâfil olması nasıl caiz olabilir?
VI.Vird İkindinin vakti geldiğinde altıncı virdin vakti de geliyor demektir. O vakit, Allah Teâlâ'nın Asr sûresinde kendisiyle yemin ettiği vakittir; 'And olsun asr'a'. Bu, ayetin mânâlarından sadece biridir. 'Asal'ın bir tefsirinde de altıncı virdin vakti kastolunmuştur. Aynı zamanda 've aşiyyen' (Rum/18) kelimesinden de altıncı virdin vakti murad olunmuştur. Nitekim 'Akşam ve kuşluk vakti onunla beraber tesbih ederlerdi' (Sâd/18) ayetinde geçen Akşam tâbirinden, altıncı virdin vakti kastolunmuştur. Bu vakitte öğle na-mazından önce geçtiği gibi, ancak ezan ile kamet arasında dört rek'at namaz vardır ve ondan sonra da farz namaz kılınır. Bunun dışında bu vakitte herhangi bir namaz yoktur. Birinci virdde zikrolunan dört kısımla meşgul olmalıdır. Tâ ki güneş duvarların tepesine çıkıp sararıncaya kadar... Altıncı virdde namaz kılmak yasak olduğundan, en faziletlisi o vakitte Kur'an'ı düşünerek ve anlayarak okumaktır. Çünkü bu şekilde Kur'an okumak, zikir, duâ ve fikri bir araya getirmiş olur. Bu bakımdan bu kısma, diğer üç kısmın maksatlarının çoğu dahil olur.
VII.Vird
Güneş yere yaklaşmak, yeryüzündeki toz ve sislerle ziyası örtünmek sûretiyle sarardığı ve ziyasında sarılar göründüğü zaman bu virdin vakti başlamış olur. Bu vird tıpkı fecrin doğuşundan güneşin çıkışma kadar olan birinci vird gibidir. Çünkü bu vird güneş batmadan önce, birinci vird de güneş doğmazdan öncedir. Nitekim 'O halde akşama girdiğiniz ve sabaha erdiğiniz vakit Allah'ı tesbih edin' (Rum/17) ayetinde bu vird kastolunmuştur. 'Ve gündüzün etrafında da tesbih et' (Tâhâ/130) ayetiyle de yedinci vird kastolunmaktadır. Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Selef-i sâlihîn, günün son kısmına günün öncesinden daha fazla önem verir ve tâzim ederlerdi'. Seleften biri şöyle demiştir: 'Bizim ecdadımız günün başını dünya işlerine ayırırdı, sonunu da âhiret işlerine...' Bu bakımdan günün sonunda özellikle tesbih ve istiğfar etmek ve birinci virdde söylenen bütün zikirleri yapmak müstehâbdır. Meselâ şöyle denmeli: Allah'tan af talep ederim. Ondan başka ilah yoktur. Hayy ve Kayyûm O'dur. Allah'tan tevbe talep ederim. Azim olan Allah'ın hamdiyle beraber O'nu her türlü eksikliklerden tenzih ederim. Bu duâ, Allah Teâlâ'nın şu âyet-i celîlesinden istinbat edilmiştir: O halde sabret. Çünkü Allah'ın va'di gerçektir. Günâhın için mağfiret dile. Akşam sabah hamd ile rabbini tesbih et!(Mü'min/55) Kur'an'da geçen Allah'ın isimleri üzerine istiğfar edip af talep etmek daha iyidir. Allah'tan af talep ediyorum. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır. Allah'tan af talep ediyorum. Çünkü Allah tevbeleri çokca kabul edendir. Yâ rabbî! Affet, rahmet et. Zira sen rahmet edenlerin en hayırlısısın. Bizi affet, bize rahmet gönder. Zira sen affedenlerin en hayırlısısın! Güneş batmadan önce Şems ile Leyl sûreleri ile Muavvizeteyn surelerini okumak müstehabdır. Kendisi istiğfar ederken üzerine güneşin batmasını temin etmeye çalışmalıdır. Bu bakımdan akşam ezanını dinlediği zaman şöyle demelidir: 'Ey Allahım! İşte bu, senin gecenin geliş zamanıdır ve gününün gidiş zamanı... Seni çağıranların sesleri (işitilmekte)...' Bu duâ daha önce de geçmişti. Bu duayı okuduktan sonra, mü-ezzinin dediklerini tekrar etmek sûretiyle müezzine karşılık vermeli ve akşam namazıyla meşgul olmalıdır. Güneşin batışıyla gündüzün virdleri sona ermiş olur. Bu bakımdan kul, durumunu düşünmeli, nefsini hesaba çekmelidir. Çünkü (uzun) yolunun bir merhalesini böylece sona erdirmiştir. Eğer gündüzü, gecesiyle eşit olursa aldanmıştır. Eğer gecesinden daha şerlisiyse o vakit de lâ-nete uğramıştır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Hayr bakımından artış kaydetmediğin günde benim için bereket yoktur. (Veya benini için o günde bereket olmasın) 37 Eğer nefsini bütün gün bolca hayırlar yapmaya meyyâl görürse ve aynı zamanda oburluktan da kaçındığını hissederse, bu durum onun için müjdedir. Bu bakımdan Allah Teâlâ'nın kendisini bu sahada muvaffak kıldığından ve kendisini dosdoğru olarak yoluna ilettiğinden dolayı ona şükretmelidir. Eğer nefsinin bunun aksine hareket ettiğini görürse, bilmelidir ki; gece, gündüzün halefi ve ve-kilidir. O halde gündüz elinden kaçırdığı fırsatı gece telâfi etmeye çalışmalıdır. Çünkü sevaplar günahları sildirir. Ayrıca Allah Teâlâ'nın bedenine vermiş olduğu sıhhatten ve geride kalan ömründen ötürü Allah'a teşekkür etmelidir. Evet, Allah'a teşekkür etmelidir; çünkü Allah Teâlâ ona bütün gece yapmış olduğu kusurların telâfi etmesi için fırsat vermiştir. Geceye girdiği zaman kalbinde 'Hayat gündüzünün sonu da vardır, onun da güneşi birgün batacaktır. Artık o batıştan sonra da bir daha doğuş (dünyada) olmayacaktır' düşüncesini hazır bulundurmalıdır ve bilmelidir ki, hayatın güneşi battığı an artık tedbir alma ve özür dileme kapıları kapanır. Bir daha da tevbe etmeye imkân bulunmaz. Bu bakımdan hayat belli günlerden ibarettir. Şeksiz ve şüphesiz o belli günler teker teker sona ermek sûretiyle fertlerin sonları gelecektir.
2) Müslim ve Buharî, (Hz. Hafsa'dan). Bu nedenle bu ve diğer nafilelerin evde kılınması sünnettir. 3) Müslim ve Buharî, (Hz. Âişe'den) 4)Beyhakî, Şuab'ul-İman (Enes'ten zayıf bir senedle) 'Akşam namazını cemaatle kılan bir kimseye hacc-ı mebrur ve kabul olunan umre sevabı yazılır7. 5)İmam Irâkî bu rivayetin aslına rastlamadığını kaydeder. 6)Müslim ve Buharî 7)Ebu Dâvud, (Enes'ten) 8)Müslim, (Câbir b. Semurc'den); Tirmizî, (Enes'ten) 9)İbn Mübârek, (mürsel olarak) 10) Bezzar, (Abdurrahman b. Avf'dan) Kitabu Tertib'il-Evrâd ve Tafsili İhya'il-Leyl/I. Bölüm 1173 Bir 11)Nesâî İbn Hibban ve Hâkim, (Ebu Said el-Hudrî'den sahih bir senedle) 12)İmam Irâkî,bunu mükerrer olarak görmediğini kaydediyor.Fakat Müslim, Hz. Âişe'den birkaç yerde tekrar edildiğini rivayet ediyor. 13)Müslim ve Buharî (Ebu Hüreyre'den) 14)el-Müstağfiri, (Muaz b. Cebel'den) 15)İmam Irâkî bu hadîsi mükerrer olarak görmediğini, ancak namazlardan sonra okunmasını ve rükûda söylenmesini zikreden rivayetlerin olduğunu kaydeder. 16)el-Müstağfirî, Dualar; Hatîb, Haviler, (İmam Mâlik'ten) 17)Sünen sahipleri,İbn Hibban ve Hâkim,(Hz.Osman'dan sahih bir senedle) 18)Ebu Kasım Muhammed b, Abdülvahid Fazilet'ııl-Kur'an 19)Tirmizî, (Ma'kal b. Yesar'dan) 20)Krş. Buharî, (Ebu Said'den); Müslim, (İbn Abbas'tan) 21)Müslim, (Ubeyd b. Ka'b'dan) 22)Müslim ve Buharî, (Ebu Mes'ud'dan) 23)İbn Hibban, Sevab, (İbn Mes'ud'dan) 24)el-Müstağfirî, (Hz. Ali'den) 25)Taberânî, (Enes'den zayıf bir senedle) 26)İmam Irâkî bu ayetin fazileti hususunda varid olan bir hadîse tesadüf etmediğini yazmaktadır. Fetih sûresinin fazileti hakkında Ebu Şeyh, Ubey b. Ka'b'dan bir hadîs rivayet etmekte ise de, hadîs uydurmadır. 27)Ahmed ve Taberânî, (Muaz b. Enes'ten) 28)Ebu Kasım el-Gafıkî, (Hz. Ali'den) 29)Tirmizî, (Ma'kal b. Yesar'dan); Beyhakî, Şuab'il-İman, (Ebu Umame'den zayıf bir senedle) 30)Ebu Nuaym'a göre,bu zat Gürcan kasabasında oturuyordu. Aslen Kûfelidir. Abidler arasında ibadette büyük bir şöhrete sahiptir. Rivayette ismi geçen İbrahim et-Teymî ise Zeyd'in oğlu,Şerîk'in torunudur.Aslen Kufelidir.Âbid ve zâhid bir zattır.Otuz gün yemek yemediği rivayet edilmektedir. Yaşı daha kırka varmadan Hicrî 93 yılında vefat etmiştir. 31) İmam Irâkî, böyle bir hadisin sabit olmadığını ileri sürerek şöyle demiştir: 'Hiçbir hadîste Hızır'ın Hz. Muhammed'le bir araya geldiği veya gelmediği, Hızır'ın hayatı ve ölümü hakkında sahih bir rivayet vârid olmuş değildir. (Bkz. İthaf'us-Saade) 32) Kavaid'u1-Akaid bölümünde geçmişti. 33) Daha önce geçmişti. 34)Taberânî, (Zeyd b. Erkam'dan hadîsin bir kısmını) 35)Namaz bölümünde geçmişti. 36) Dört rekatın bir selâmla kılınması için bkz. Ebu Dâvud, İbn Mâce, (Ebu Eyyüb'dan); İki rek'at namazın bir selâmla kılınması için bkz. Ebu Davud ve İbn Hibban, (İbn Ömer'den) 37)Kitab'u1-İlim, Birinci Bölüm'de geçmişti.
Gece Virdleri
vird virdler Gece virdleri beş tanedir:
I. Vird Güneş battığı zaman, akşam namazını kılmalıdır. Akşam ile yatsının arasını Allah'ın zikriyle ihya etmeye çalışmalıdır. Bu virdin sonu yatsı namazının vaktinin gelişini bildiren kırmızı şafağın batışına kadardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Kasem ederim şafağa... (İnşikak/16)
Allah (cc) ayette, bu vakte yemin etmektedir. Bu vakitte kılınan namaz, Kur'an lisânında Nâşiete'l-Leyl diye tâbir edilen namazdır. Zira bu vakit, gece saatlerinin ilkidir ve şu ayette zikrolunan anlardan biridir.
Gecenin bir kısım anlarında (vakitlerinde) ve gündüzün etrafında da tesbih et.(Tâhâ/130)
Bu namaz 'evvabin' namazıdır ve şu ayetle bu namaz kasto-lunmuştur.
Onlar o kimselerdir ki,(geceleyin teheccüd namazını kılmak için) yataklarından kalkarlar.(Secde/16)
Bu durum, Hasan Basri'den bu şekilde rivayet edilmiştir. Hasan Basrî'nin bu rivayetini İbn Ebî Ziyad, Rasûlullah'a isnad etmektedir. Şöyle ki:
Allah'ın Rasûlü'ne'Yataklarından kalkarlar'ifadesiyle hangi namazın kastolunduğu sorulduğunda,Hz.Peygamber 'Akşam ve yatsı arasındaki namaz kastolunuyor' diye cevap vermiştir.(38) Sonra Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur ki: 'Akşam ile yatsı arasında kılınan namazı geçirmeyiniz. Çünkü o namaz gündüzün fuzulî işlerini zihinlerden silip götürmekte olduğu gibi, sonunu da temizler'. Enes'ten akşam ile yatsı arasında uyuyan bir kimsenin du-rumu sorulduğunda şöyle demiştir: 'Sakın böyle bir uykuya dalma. Çünkü bu saat Allah Teâlâ'nın Secde sûresinin 16. ayet-i celîlesiyle (biraz önce zikredilmişti) kasdolunan saattir'. Akşam ile yatsının arasını ibadetle ihyâ etmenin fazileti, bu ikinci bölümde ele alınacaktır. Bu virdin tertibi şöyledir: Akşam namazından sonra, iki rek'at sünnet kılmalı, birincisinde Kâfirûn sûresini ikincisinde de İhlâs sûresini zamm-ı sûre olarak okumalıdır. Bu iki rek'at namaz ile akşam namazının arasına herhangi bir konuşmanın ve meşguliyetin girmemesi için hemen akşam namazından sonra bunları kılmalıdır. Sonra dört rek'at nâfile namaz daha kılmalıdır ve bu dört rek'atı oldukça uzatmalıdır. Bu dört rek'attan sonra kırmızı şafak kaybolıncaya kadar mümkün olduğu nisbette nafile namaz kılmalıdır. Mescid evine yakın olsa bile şayet mescidde itikâfa girme niyeti yoksa bu nafileleri evinde kılmalıdır. Eğer mescidde itikâfa girmeye niyet ederse ve böylece mescidde durup da yatsı namazını beklerse, o vakit mescidde bekleyip bu sünnetleri de orada kılması daha efdaldir. Fakat böyle yapmanın gösteriş ve ri-yaya kaçmamak şartıyla daha üstün olduğu bilinmelidir.
II.Vird Yatsının vaktiyle başlar, insanların uyku hududuna kadar devam eder. Bu vakit, karanlığın kuvvetlenmesinin ve iyice çökmesinin başlangıcıdır. Allah Teâlâ bu vakitle yemin etmiştir: Geceye ve derlediği karanlığa yemin ederim.(İnşikak/l) Gecenin şiddetli karanlığına kadar...(İsrâ/8) İşte o zaman gece şiddetlenir, karanlık oldukça koyulaşır. Bu virdin tertibi, üç şeye riayet etmekle olur: 1.Yatsının farz namazından başka on rek'at namaz kıl- malıdır. Dördü yatsı namazının farzından önce olmalıdır. Bu dört rek'atın kılnışı, iki ezanın (yani ezanla kamet) arasını ihya etmek içindir. Altısı da yatsı namazının farzından sonra kılınmalıdır. Önce iki rek'at kılınmalı, sonra dört... Bu dört rek'atta, Kur'an'ın belli ayetlerini okumalıdır. Bakara sûresinin son ayetleri (Ayet'el-Kürsî), Hadîd sûresinin ilk ayeti, Haşr sûresinin de son ayeti ve başka ayetler gibi... 2.Onüç rek'at namaz kılmalıdır. Bu rek'atların sonuncusu tek olmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber'in en fazla olarak gecede onüç rek'at namaz kıldığı rivayet edilmiştir. Akıllı insanlar vakitlerini gecenin başından alırlar. (İman bakımından) kuvvetli olanlar ise, gecenin sonundan alırlar. Fakat tedbir ve ihtiyat olarak gecenin başından almak daha uygundur. Çünkü kişi çok zaman uyanmaz veya kalkıp ibadet etmek kendisine ağır gelir. Ancak kalkıp ibadet etmeyi adet edinmişse, o zaman gecenin sonu kendisi için daha faziletli olur. Sonra bu namazında Hz. Peygamber tarafından çokça okunan belirli sûrelerden üçyüz ayet kadar okumalıdır. Rasûlullah'ın okunmasını çokça âdet ettiği sûreler şunlardır: Yâsîn, Secde, Duhan, Mülk, Zümer, Vâkıa. Eğer geceleyin böyle bir namaz kılmazsa dahi bu sûrelerin okunmasını veya uykudan evvel bir kısmının okunmasını terketmemelidir. Üç hadîste Hz. Peygamber'in her gece okuduğu sûreler rivayet edilmiştir.(39) O sûrelerin en meşhuru Secde, Mülk, Zümer ve Vâkıa(40) sûreleridir. Diğer bir rivayette Zümer ve İsrâ sûrelerini okuduğuna ilişkin kayıt vardır. Başka bir rivayette Hz. Peygamber'in her gece Müsebbihat diye bilinen Hadîd, Haşr, Saff, Cuma ve Teğâbiin sûrelerini okuduğu bildirilmiştir.(41) Ravi diyor ki: Bu sûrelerde bir ayet-i celîle vardır ki bin ayetten daha faziletlidir. Alimler Müsebbihat denilen sûreleri altıya çıkararak A'lâ sûresini'de bu sûrelere ilâve etmişlerdir. Çünkü bir rivayette Hz. Peygamber'in A'lâ süresini sevdiği vârid olmuştur.(42) Resulullah vitrin üç rek'atında üç süre okurdu: A'lâ, Kâfirun ve ihlâs... Bu namazı bitirdikten sonra üç defa 'Sübhâne'l-Melik'il-Kuddûs. (Rabb'ul-Melâiketi ve'r-Ruh)' duâsını okurdu. III.Vird Eğer uykudan kalkıp namaz kılmayı âdet edinmemişse, daha uyumazdan evvel vitir namazını kılmalıdır. Ebu Hüreyre (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a), vitir namazını kıldıktan sonra bana uyumamı tavsiye etti.(43) Eğer kişinin âdeti gece namazını kılmak ise, o vakit namazını (vitrini) tehir etmesi daha efdaldir. Çünkü Hz. Peygamber bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuştur: Gece namazı ikişer rek'at olarak kılınır. Sabah vaktinin girmesinden korktuğun zaman, gece namazına bir rek'at eklemek sûretiyle onu tekleştir.(44) Hz. Âişe (r.a) şöyle demiştir; 'Allah'ın Rasûlü gecenin başında, ortasında ve sonunda vitir namazını kıldı. Onun vitir namazı seherde sona erdi'.(45) Hz. Ali (r.a) şöyle demiş dr: 'Vitir namazı üç şekilde kılınır. Dilersen gecenin başında vitir namazını kılar, sonra ikişer rek'at olarak gece namazına devam edersin. Eğer dilersen bir rek'at vitir kılarsın. Uyandığın zaman da o bir rek'ata başka bir rek'at daha eklersin. Sonra gecenin sonunda onları tekleştirirsin. Eğer dilersen namazının en sonuncusu olsun diye vitir namazını gecenin sonuna kadar tehir edebilirsin'. İşte Hz. Ali'den bu üç şekil de rivayet edilmiştir. Bu şekillerin birincisinin ve üçüncüsünün daha normal olduğu açıktır. Vitrin noksan kılınması hakkında Hz. Peygamber'in yasak emri sahih bir şekilde vârid olmuştur. Bu bakımdan ikinci şıkta olduğu gibi vitri noksan kılmak, uygun bir hareket değildir.(46) Hz. Peygamber'in mutlak olarak şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: Bir gecede iki vitir namazı yoktur.(47) Eğer uyanmasında tereddüt ederse (uyanmasında tereddüt eden birisi için) bir lûtf-i ilâhî vardır ki, ulemânın bazısı onu 'hasen' görmüştür. O lütuf da Vitir'den sonra uyuyacağı zaman yatağının üzerinde oturarak iki rek'at namaz kılmasıdır. Hz. Peygamber (s.a) yatağına gelir, iki rek'atı yatağının üzerinde kılar ve bu rek'atlarda Zilzal sûresiyle Tekasür sûresini okurdu. Çünkü bu iki sûrede korkutmak, vaîd ve va'z u nasihat vardır. Başka bir rivayette Kâfirun sûresini okuduğu zikredilmektedir. Çünkü bu sûrede şirkten tebrie ve ibadeti sadece Allah'a tahsis etmek gibi büyük mânâlar vardır. Deniliyor ki, eğer kişi bu iki rek'atı kılıp uyursa sonra tekrar uyanırsa bunların ikisi bir rek'at yerine geçer (ve böylece daha evvelce kıldığı vitir namazı çiftleşir). Bu duruma göre, gece namazının sonunda bir rek'at kılmak sûretiyle namazını tekleştirebilir. Sanki uykudan önce kılınan namaz, yatak üzerinde kılınan bu iki rek'atla çiftleşmiştir. O halde yeniden vitir namazını kılmak iyi olur ve Ebû Tâlib el-Mekkî de bu şekilde vitir namazının ikinci bir defa kılınmasını güzel görerek şöyle demiştir: 'Böyle yapmakta üç amel vardır: a) Emelin kısalması, b) Vitrin elde edilmesi, c) Vitrin, gecenin sonuna düşürülmesi'. Hakikatte durum Ebu Tâlib el-Mekkî'nin dediği gibidir. Fakat çok zaman insanın kalbine gelir ki, yatak üzerinde kılınan iki rek'at, uykudan önce kılınan vitir namazının özelliğini iptal etmiş olmaktadır. Bu bakımdan eğer kişi uyanırsa daha önce kıldığı vitir namazı çiftleşir ve vitirlikten çıkar. Eğer uyanmazsa çiftleşmez şeklindeki hüküm düşünmeye değer bir hükümdür. Hz. Peygamber'in bu iki rek'attan önce vitir namazını kıldığı ve uyandıktan sonra ikinci bir defa vitir namazını iade ettiği hakkında sahih bir rivayet varsa, o vakit anlaşılır ki bu iki rek'at, şekilde çift fakat mânâda tektirler. Bu bakımdan eğer uyanmazsa, kıldığı vitir olarak hesap edilecektir. Eğer uyanırsa, kıldığı namazı çift olarak kabullenecektir. Bütün bu hakikatleri bildikten sonra vitir namazını bitirip selâm verdiğinde şöyle demesi müstahabdır: Meleklerin ve er-Ruh'un rabbi, el-Kuddûs ve el-Melik olan Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Gökler ve yer O'nun azamet ve ceberûtunu tebcîl ve tâzim etmektedir. Kudretle galip, ölümle kullarını mağlup etti.(48) Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) farzlar hariç, namazının çoğunu oturarak kılıncaya kadar vefat etmemiştir.(49) Bir hadîs-i şerifinde de şöyle buyurmuştur: Oturarak namazını kılan, ayakta namazını kılanın yarı ec-rini alır. Uzanarak namazını kılan da oturarak kılanın yarı ecrini alır.(50) Bu hadîsi şerif, nafile namazın yatarak kılınmasının caiz olduğuna delâlet etmektedir. III.Vird Uykuyu evraddan saymakta hiçbir sakınca yoktur. Çünkü uykunun âdâbına riayet edildiği takdirde ibadet sınıfına girmektedir. Kul abdestli olup Allah'ı zikrederek uyuduğu zaman uyanıncaya kadar namazda sayılır. Bir melek onun kisve-sine girer. Eğer uykusunda kıpırdanıp Allah'ı zikrederse o melek kendisine duâ ettiği gibi Allah Teâlâ'dan onun gü-nahlarının affını da talep eder.
Kul abdestli olarak uyuduğu zaman, onun ruhu Allah Teâlâ'nın arşına yükselir.(51) Bu derece, mü'minlerin avam tabakasının derecesi olursa, acaba havassın, âlimlerin ve arınmış kalplerin sahiplerinin dereceleri nasıl olacaktır? Zira bu sınıflar uykuda dahi esrâr-ı ilâhînin keşfine mazhar olmaktadırlar. Bu sırra binâen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Âlimin uykusu ibadet, alıp-verdiği nefes ise tesbihtir.(52) Muaz (r.a) Ebu Musa el-Eş'arî'ye 'Sen gece kalkınca ne yapıyorsun?' diye sorunca, Ebu Musa şu cevabı verdi: 'Bütün gece uyumuyorum. Gecenin hiçbir vaktinde uykum gelmiyor. Gece boyunca uyumayarak Kur'an'ı emdikçe emiyorum'. Bunun üzerine Muaz (r.a) 'Ben uyuduktan sonra kalkıyorum ve aynı zamanda kalkışımdan elde ettiğim sevabı uykumdan da umuyorum'. Aralarında cereyan eden bu hâdise Hz. Peygamber'e intikal ettiğinde, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: 'Muaz, senden (Ebu Musa'dan) daha fakih ve daha anlayışlıdır'.(53) Uyku Âdâbı Uykunun on âdâbı vardır. 1. Abdest almak ve misvak kullanmak, Hz. Peygamber (s.a) bu hususu şöyle izah buyurur: Kul tahâret üzerine uyuduğu zaman, ruhu arşa doğru yük-seltilip götürülür. Bu bakımdan görmüş olduğu rüyalar doğrudur. Eğer tahâret üzerine uyumazsa ruhu arşa varmayı beceremez. İşte onun görmüş olduğu rüyalar Adğâs'ulAhlâm denilen (saçma sapan) rüyalardır ve doğru olamaz.(54) Bu hadîsi şerifteki 'taharet'ten zâhir ve bâtın tahâreti kastedilmiştir. Bâtınî tahârete gelince, gayb perdelerinin inkişafında tesir edicidir.
2.Baş ucuna misvakını ve abdest suyunu akşamdan hazırlayıp bırakmalıdır. Uyandığı zaman, ibâdete kalkmaya niyet etmelidir. Her uyandığında misvak kullanmalıdır. Seleften bazıları böyle hareket ederdi, Hz. Peygamber her gece, gerek uyuduğu ve gerek uyandığı zamanlarda birkaç defa misvak kullanırdı. Eğer geceleyin kalkıp abdest alma imkânı yoksa hiç olmazsa âzalarını su ile meshetmelidir. Böyle yapması müstehabdır. Eğer böyle yapacak suya sahip değilse kalkıp yatağında birazcık olsun oturmalıdır. Yüzünü kıbleye çevirerek, zikir, duâ, Allah'ın nimetlerini ve kudretini düşünmekle meşgul olmalıdır. Çünkü böyle yaptığı takdirde,bu yaptığı kendisi için gece ibadetinin yerine geçmiş olur. Zira Hz.Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kim geceleyin kalkıp namaz kılmak niyetiyle yatağına gi-rerse, uyku kendisine galebe çalıp, tâ sabaha kadar uyan-masa bile niyet ettiği kendisi için yazılır ve uykusu da Allah'tan kendisine ihsân edilen bir sadaka olur.(55) 1.Vasiyet etmek isteyen bir müslüman, vasiyetini yazdırıp yastığının altına koyarak uyumalıdır. Çünkü hiç kimse uykuda ölmeyeceğinden emin değildir. Vasiyetsiz ölen bir müslüman ise berzah âleminde kıyâmete kadar konuşamaz bir şekilde kalır. Ölüler (ruhlar) onu ziyâret ederler ve onun yanında konuşup dururlar.O ise konuşamaz.Bunun üzerine gelen ölülerin bazısı bazısına 'Şu miskin adam vasiyetsiz ölmüştür'derler.Vasiyet yapmak,aniden ölmek korkusundan ötürü müstahabdır.Aniden ölüm ise,müminler için kolaylıktır. Ancak sırtı zulüm yükleriyle büklüm büklüm olmuş ve ölüme hazırlıklı olmayan kimseler için tehlikelidir. 2.Her günahtan tevbe ederek, bütün müslümanlar için kalbini tertemiz yaparak, hiçbir kimseye zulmetme niyetini nefsinde beslemeyerek, uyandığı takdirde herhangi bir günâhı yapmaya azimli olmayarak uyumalıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Herhangi bir kimseye zulmetmeye niyet etmeden ve her-hangi bir kimseden buğzetmeyerek yatağına girip uyuyan bir kimsenin daha önce işlediği günâhı affolunur.(56) 1.Yumuşak döşekleri sermek suretiyle fazla konfora kaçma- malıdır. Aksine ya onları tamamen terketmeli veya hiç olmazsa bu durumda normal hareket etmelidir. Çünkü selef-i salîhinin bir kısmı uyku için sergi sermeyi kerih görerek, bunu külfete girmek saymışlardır. Ashâb-ı suffe (r.a) ise, tenleriyle toprak arasına herhangi bir sergi yaymazlardı. 'Biz topraktan yaratıldık ve ona dö- neceğiz' derlerdi. Aynı zamanda böyle yapmayı kalpleri için daha ince, tevazû için daha uygun görürlerdi. Bu bakımdan eğer herhangi bir müslümanın nefsi böyle yapmasına müsamaha göstermezse, hiç olmazsa ifrata kaçmaksızın normal bir şekilde hareket etmelidir. 2.Uyku iyice ağırlık vermedikçe uyumamalıdır. Gecenin so- nunda kalkıp ibadet yapmaya yardım olsun diye uykuyu celbetmek durumu hariç,normal bir şekilde kendisini uykuya zorlamamalıdır. Zira selef-i Sâlihîn uyku galebe çalmadıkça uyumazlardı. İyice acıkmadan da yemek yemezlerdi.Zaruret olmadıkça da konuşmazlardı. İste bu sırra binaen Allah Teâlâ selef-i sâlihîni geceleyin az uyurlar diye tavsif etmektedir. Eğer uyku, namaz ve zikir esnasında galebe çalıp kişi ne dediğini anlamayacak bir şekilde uyuklarsa, o zaman dediklerini idrâk edecek hâle gelinceye kadar uyumalıdır. İbn Abbas (r.a) oturarak uyumayı kerih görüyordu. Nitekim bir haberde de şöyle buyurulmuştur: Gecenin zahmetlerine katılmayınız!(57)
Hz. Peygamber'e denildi ki: 'Filân kadın bütün gece ibadet ediyor. Uyku galebe çaldığı zaman uyumamak için bir ipe tutunuyor'. Rasûlullah, kadının bu filini yasaklayarak şöyle buyurmuştur: 'Herhangi biriniz geceleyin mümkün olduğu kadar ibâdet edip namaz kılsın. Ne zaman uyku kendisine galebe çalarsa hemen uyusun'.(58)
Gücünüz yettiği kadar amel ve ibâdet yapın; zira siz usan-madıkça Allah usanmaz.(59)
Bu dinin en hayırlısı, en kolay olanıdır.(60)
Hz. Peygamber'e denildi ki: 'Filan zat, uyumadan namaz kılıyor. İftar etmeden üst üste oruç tutuyor? Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: Takat ben hem namaz kılar, hem uyurum. Hem oruç tutar, hem de iftar ederim. Benim sünnetim (yolum) budur, Bu bakımdan bu yoldan yüz çeviren biri varsa, o benden değildir.(61)
Şu din ile gücünüzün yetmediği derecede mücadele etmeyin, (tâkatinizin fevkinde yük yüklenmeyin) Çünkü bu din metin ve sarsılmaz bir dindir. Bu bakımdan onun sonunu getirmek gayesiyle çabalayan bir kimseyi bu din mağlup eder. O halde (fazla yapmak sûretiyle) nefsini Allah'a ibâdetten soğutup usandırma!(62) 7.Yüzünü kıbleye çevirerek uyumaktır. Uyku hâlinde kıbleye yönelmek iki çeşittir: a)Can çekişenin yönelmesi gibi yönelmektir ki, bu durum sırtüstü uzanarak ensesine dayanmak sûretiyle olur. Bu gibi yöneliş,kişinin yüzü ve ayaklarının iç kısmını kıbleye yöneltmek sûretiyledir. b)Mezarda olduğu gibi kıbleye yönelmektir. Şöyle ki: Bir yanının üzerine uzanmalı ve bedeninin yönüyle beraber yüzü kıbleye dönük olmalıdır. Bu durum ancak sağ tarafı üzerine uyuduğu zaman mümkün olur. 8.Uyku ânında duâ etmektir: Şöyle demelidir: 'Ey rabbim! Senin isminle yanımı yere koyuyorum ve yine senin isminle yanımı kaldırıyorum...' Dualar kitabında geçen bu hadîste bildirilen duayı oku-malıdır.(63) Bu konuyu ilgili belirli ayetleri Âyet'el-Kürsi, Bakara'nın son ayeti gibi okumak müstehabdır. Bakara sûresinin 163 ve 164. ayetlerini okumak da müstehabdır; zira denilmiştir ki: 'Bu ayeti uykuya hazırlandığında okuyan bir kimseyi Allah Teâlâ korur ve o kimse hiçbir zaman Kur'an'ı unutmaz olur'. A'raf sûresinin 54, 55 ve 56. ayetlerini okumalıdır ve yine İsrâ sûresinin 110 ve 111. ayetlerini de okumalıdır. Zira bu ayetleri okuyan bir kimsenin elbisesi ile bedeni arasına bir melek girer. O meleğin vazifesi;onu korumak ve onun için af dilemektir. Uykuya hazırlandığı zaman Muavvizeteyni okuyup ellerine üfürmeli ve elleriyle yüzünü ve bedenini meshetmelidir. Zira Hz. Peygamberin böyle yaptığı rivayet edilmiştir.(64) Kehf sûresinin başından on, sonundan da on ayet okumalıdır. Fakat bu ayetler, geceleyin kalkıp, ibâdet etmek için uyanılsın diye okunur. Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: 'Kâmil akla sâhip olan bir kişi zannetmem ki, Bakara sûresinin sonundan iki ayeti okumadan uyusun'. Uyumak isteyen kişi, aynı zamanda yirmibeş defa 'Sübhanallah velhamdülillâh velâ ilâhe illâllah vallahu ekber' (Allah her türlü eksiklikten uzak ve münezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur ve Allah herşeyden daha yücedir) demelidir. Bu dört kelimenin her birini yirmibeşer defa okumak suretiyle yüz'e tamamlamalıdır. 9. Uykuya hazırlandığı zaman uykunun bir nevi ölüm olduğunu hatırlaması gerektiği gibi uyanmanın da bir nevi yeniden diriliş olduğunu hatırlamalıdır. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Allah öleceklerin (ölümünü takdir ettiği kimselerin) ölümleri ânında, ölmeyenlerin de uykuları esnasında bilinçlerini alır.(Zümer/42) Allah O'dur ki, sizleri geceleyin uyutarak öldürür (ölü gibi yapar).(En'am/59) İşte dikkat edilirse Allah Teâlâ bu ayeti celîlede uykuya 'ölüm' adını vermiştir. Nasıl ki uyanık bir insana birtakım manzaralar görünür de onların hiçbirisi onun uykudaki hâline uygun düşmezse, aynen onun gibi haşre gönderilen bir insan dünyada düşünemediği ve gözüyle görmediği şeylerle karşılaşır ve onları görür. Ölüm ile hayat arasında köprü vazifesini gören berzah misaline benzer. Lokman Hekim oğluna 'Ey oğlum! Eğer sen ölümden şüphe ediyorsan uyuma' demiştir. Bu bakımdan uyumak mecburiyetinde olduğun gibi, ölmek mecburiyetindesin. Eğer sen ölümden sonra dirilmekten şüphe ediyorsan uyanma. Bu bakımdan, nasıl ki, uykudan sonra uyanırsan aynen onun gibi ölümden sonra da haşrolunacaksın. Kâ'bu'l-Ahbar şöyle demiştir: 'Uyuduğun zaman sağ yanının üzerine uzan. Yüzünle kıbleye dön. Zira uyku ölümdür'. Hz. Âişe (r.a) şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a) uyumak istediği zaman en son olarak yanağını sağ elinin üzerine koyar ve kendisini o gecede ölmüş kabul ederek şöyle buyururdu: Ey Allahım! Ey yedi göğün ve yüce arşın yoktan var edicisi ve rabbi! Ey bizim ve herşeyin rabbi ve mâlikî!.. Biz, bu duayı Dualar bölümünde zikretmiştik. Bu bakımdan müslüman bir kula gereken vazife; uyumak istediği anda üç şeyi tedkik ve teftiş etmesidir: a) Neyin üzerinde uyumaktadır? b) Kendisinde galip bulunan durum nedir? Acaba Allah'ın sevgisi, Allah ile kavuşmanın muhabbeti mi kendisine galiptir veya dünyanın sevgisi mi? c) Kesinlikle bilmelidir ki, kendisinde galip olan durum neyse onun üzerinde ölecektir ve neyin üzerinde ölürse onun üzerinde de dirilecektir. Zira kişi kimi sever ve neyi severse onunla beraberdir. 10. Uyandığı zaman dua etmektir. Bu bakımdan uyandığı za-manlarda; yatağında döndüğü zamanlarda ve hangi şekilde olursa olsun her uyanışında Hz. Peygamberin (s.a) dediklerini söylemelidir.
Gaffâr, azîz, göklerin ve yerin ve aralarındaki varlıkların yoktan varedicisi, kahhâr ve bir olan Allah'tan başka hak ilah yoktur.65 Müslüman bir kimse var kuvvetiyle şu durumu elde etmeye çalışmalıdır: Uykuya hazırlandığı vakitte, kalbine en son gelen fîkir, Allah'ın zikri olmalıdır. Uyandığı vakitte de kalbine en önce gelen şey yine Allah'ın zikri olmalıdır. Böyle olması Allah'ı sevmenin alâmetidir. Zira hu iki vakitte ancak kalbe hâkim bulunan durum kalpte bulunur. Bu bakımdan müslüman, kalbini bu iki vakitte denemelidir. Zira kalbin böyle olması, muhabbetin ve sevginin alâmetidir. Bu alâmet, öyle bir alâmettir ki, kalbin en derininde inkişaf eder. Bu zikirlerin müstehab olması kalbi Allah'ın zikrine doğru sürüklemek içindir. Bu bakımdan kalkmak için uyandığı zaman şöyle demelidir: Hamd, bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a mahsustur. Ölümden sonra haşrolunmamız onun huzurunadır ve böylece uyanma ânında okunan duâları sonuna kadar daha önce zikrettiğimiz gibi okumalıdır.
IV.Vird Gecenin birinci yarısı geçtikten sonra başlar, tâ gecenin altıda biri kalıncaya kadar devam eder. Böylece gecenin altıda biri kaldığı zaman kul, teheccüd namazını kılmaya kalkmalıdır. Bu bakımdan teheccüd ismi uykudan sonra yapılan ibâdete tahsis edilmiştir. Bu vird gecenin yarısıdır. Gündüzün yarısı olan zevalden sonraki virde benzer. Allah Teâlâ (c.c) Dûha sûresinde bu virde yemin ederek şöyle buyurmuştur: 'Karanlık çöküp de sükûn bulduğu zaman geceye andolsun'. Gecenin sükûnu demek, bu vakitte sessizliğe kavuşması demektir. Bu bakımdan bu vakitte hiçbir göz bulamazsın ki, uyur olmasın. Ancak kendisini ne uyku ve ne de uyuklama tutmayan, hayy ve kayyûm olan Allah müstesnadır... Denildiğine göre, ayetteki 'İza secâ' ibaresinin mânâsı 'uzayıp gittiği', veya 'zifiri karanlık çöktüğü zaman' demektir. Gecenin hangi vaktinin daha dinlendirici gecenin hangi za-manının duâ için daha faziletli olduğu sorulduğunda, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Gecenin ortası...' Hz. Dâvud (a.s) şöyle sorar: -Ey rabbim! Ben sana kulluk yapmayı istiyor ve seviyorum. Bu bakımdan hangi vakit daha faziletlidir? Allah Teâlâ da vahiy göndererek şöyle buyurur: -Ey Dâvud! Gecenin başlangıcında ve sonunda ibâdete kalma. Zira gecenin başlangıcında ibâdete kalkan sonunda uyur kalır.Sonunda kalkan bir kimse de başlangıcında kalkamaz. Fakat sen gecenin ortasında kalk ki sen benim (cemâlimle) ben de (ilmimle) seninle başbaşa olalım ve o zaman ihtiyaçlarını bana (dergâh-ı iz-zetime) yükselt!
Hz. Peygamber'e gecenin hangi vaktinin daha faziletli olduğu sorulduğunda, 'Gecenin ikinci yarısı...' cevabını vermiştir.(66) Gecenin sonunda arşın ihtizaza geldiği, Adn cennetlerinden güzel kokuların yayıldığı ve her türlü eksiklikten yüce bulunan ve cebbar olan Allah'ın en yakın göğe keyfiyeti bilinmeyen bir şekilde indiği ve buna benzer mânâlar hakkında haberler vârid olmuştur.(67) Bu virdin tertibi şöyledir: Uyandığı zaman okunması gereken duâları bitirdikten sonra daha önce geçtiği gibi sünnet, âdâb ve duâlarına riâyet ederek abdest almalıdır. Sonra seccadesinde kıbleye yöneldiği halde şöyle demelidir:
Allah herşeyden kesinlikle yücedir. Çokça hamd Allah'a mahsustur. Sabah akşam Allah'ı her türlü eksiklikten ten-zih ederiz. Bunu söyledikten sonra, on tesbih, on hamd, on tehlil getirmelidir. Bunların akabinde şöyle demelidir:
Allah herşeyden yücedir. Melekût ve ceberût sâhibidir. Kibriyâ, azamet, celal ve kudret sâhibidir. Rasûlullah'tan (s.a) teheccüd namazına kalkarken okuduğu rivayet edilen şu kelimeleri okusun:
Ey Allahım! Hamd sana mahsustur, sen göklerin ve yerin nûrlandırıcısısın. Hamd sana mahsustur, sen yerin ve gök-lerin ışıklandırıcısısın. Hamd sana mahsustur, sen yerin ve göklerin rabbisin. Hamd sana mahsustur, çünkü yeri, gök-leri, yerde ve gökte olanları ve onların üzerinde yaşayanları idare eden sensin. Hak, ancak sensin ve sendedir. Cennet, cehennem, haşir, peygamberler ve Hz. Muhammed Mustafa (s.a) haktır. Ey Allahım! sana teslim oldum, sana iman ettim, sana te-vekkül ettim, sana yöneldim, seninle hasmıma karşı çıktım. Mahkememi sana getirdim, beni bağışla. Daha önceden ve gelecekte gizlice ve açıkta yaptıklarımı ve israflarımı bağışla. İnsanı hayra ileten ve günahtan alıkoyan ancak sensin. Senden başka ilah yoktur. Ey Allahım! Nefsime takvâsını ihsan et. Nefsimi her türlü eksiklikten temizle. Çünkü sen temizleyicilerin en hayırlısısın. Nefsimin velisi ve mevlâsı sensin. Ey Allahım! Beni amellerin en iyisine hidâyet et. Çünkü amellerin en iyisine ancak sen hidâyet edersin. Benden amellerin kötüsünü uzaklaştır. Çünkü amellerin kötüsünden uzaklaştıran ancak sensin. Fakir ve ümitsiz bir kimsenin isteyişi ve yalvarışıyla senden ister ve yalvarırım. Zelil bulunan ve rahmetine muhtaç olan bir kimsenin duası ile seni çağırırım. Bu bakımdan ey rabbim, duanla beni şakî kılma benim hakkımda şefkatli ve rahmet edici ol. Ey ve-renlerin en hayırlısı ve cömerdlerin en cömerdi!(68) Hz. Âişe (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a) geceleyin namaza kalktığında namazına şu şekilde başlar ve devam ederdi:
Ey Allahım! Cebrâil, Mikâil ve İsrâfil'in rabbi, göklerin ve yerin yoktan vâr edicisi, gaybın ve hâzırın bilicisi, sen kullarının ihtilâf ettikleri hususlarda onların arasında hüküm verirsin. İzninle ihtilâf vâki olan hakikate beni hidâyet eyle. Zira sen, dilediğin kulunu dosdoğru yola hidâyet edersin.(69) Sonra namazına başlar hafifçe iki rek'at kılar, sonra müm-kün olduğu kadar ikişer rek'at namaz kılmaya devam ederdi. Eğer daha önce vitir namazını kılmamışsa, teheccüd namazını vitir ile kapatırdı.(70) İki namazın arasında yüz tesbih okumak sûretiyle fasıla vermek müstehabdır. Böyle yapmanın hikmeti; istirahat etmesi ve namaza karşı şevkinin artmasıdır. Hz. Peygamber'den gece namazı hakkında en sahih rivâyet şöyledir: Rasûlullah (s.a) ilk başta hafifçe iki rek'at kılardı. Daha sonra oldukça uzun iki rek'at kılardı. Bu iki rek'atten sonra onlardan daha kısa olan iki rek'at kılardı. Daha sonra tedrici bir şekilde kıldığı namazları bir öncekinden daha kısa olarak kılardı. Onüç rek'atı tamam edinceye kadar böyle devam ederdi, Hz. Âişe'ye Rasûlullah'ın gece namazında sesli mi, sessiz mi okuduğu sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir: 'Bazen sesli, bazen de sessiz okurdu'.(71) Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Gece namazı ikişer rek'at kılınır, ne zaman ki sabah olacağından korkarsan, o zaman tek bir rek'at daha kılarak sona erdir.(72) Akşamın üç rek'at namazı, gündüzün namazını tekleştirdi. Bu bakımdan siz de gece namazını tekleştiriniz.(73) Hz. Peygamber'den (s.a) gece namazı hakkında sahih olarak rivayet edilen hadîslerin çoğunda onüç rek'at kıldığı keyfiyeti vârid olmuştur.(74) Bu rek'atlarda Kur'an'dan olan evrâdını veya muayyen sûre-lerden kendisine daha kolay gelen âyetleri okuyordu. Rasûlullah'ın okudukları, bu virdin hükmündedir. Gecenin son altıda birine yakındır.
V. Vird Gecenin son altıda biridir ve bu vakit seher vaktidir. Çünkü Allah Teâlâ 'Onlar seher zamanında istiğfar ederler' (Zâriyat/18) buyurmaktadır. İstiğfar etmenin mânâsının, namaz kılmak olduğu söy-lenmiştir. Çünkü namazda istiğfar da vardır, Bu vakit, gece meleklerinin nöbet değiştirme vakti olan Fecr'e yakındır. Bu vakitte gündüz nöbetçisi olan melekler gelip nöbeti devralırlar. Selmân-ı Fârisî (r.a) Ebu Derdâ'nın ziyaretine geldiği gece. Ebu Derdâ'ya bu virdi okumasını tavsiye etti. Aralarındaki konuşma uzun bir hadîste bildirilmiştir. Fakat bu hadîsin sonunda râvi diyor ki: Gece olduğu zaman, Ebu Derdâ namaz kılmak üzere kalkmak istedi. Bunu gören Selmân (r.a) Ebu Derdâ'ya şöyle dedi. 'Uyu!' Bunun üzerine Ebu Derda, uyudu. Biraz sonra geceyi ihyâ etmek için kalkmak istedi. Yine Selmân, kendisine 'uyu' dedi. O da uyudu. Sabah yaklaştığı zaman Selmân, Ebu Derdâ'ya 'İşte şimdi kalkabilirsin' dedi. İkisi birden kalktılar ve namaz kıldılar. Bu sırada Selmân, Ebu Derdâ'ya şöyle demiştir: 'Nefsinin sende hakkı vardır. Senin misafirinin ve aile efradının sende hakkı vardır. Bu bakımdan her hak sâhibine hakkını ver.. Selmân'ın Ebu Derdâ'ya böyle demesinin hikmeti şudur: Ebu Derdâ'nın hanımı, Selmân'a Ebu Derdâ'nın geceleyin hiç uyu-madığını (ve ehliyle yatağa bile girmediğini) söylemişti. Râvî diyor ki; ertesi gün, Selmân ile Ebu Derdâ beraberce Allah'ın Rasûlü'ne geldiler. Hâdiseyi olduğu gibi naklettiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) 'Selmân doğru söylemiş' dedi. İşte beşinci vird budur. Beşinci virdde fecr'in doğuşundan korkulduğu zaman, sahur yemek müstehabdır. Bu iki virdde (dördüncü ve beşinci virdlerde) kişinin vazifesi, namaz kılmaktır. Fecr doğunca, gecenin virdleri sona erer ve gündüzün virdleri başlar. Bu nedenle kalkıp, fecrin iki rek'at namazını kılmalıdır. Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışı sırasında dahi tesbih et.(Tûr/49) Allah Teâlâ bu ayetle, bu iki rek'atı kasdetmektedir. Bu namazı kıldıktan sonra 'Allah, kendisinden başka ibâdete müstehak bir varlık olmadığını delillerle açıkladı. Meleklerle, ilim sâhipleri de adâlet ve hak üzere durarak buna şâhidlik ettiler' (Âlu İmrân/18) ayetini okuyup sonra şöyle demelidir: Allah'ın kendi nefsi için şâhidlik yaptığına, meleklerinin ve yarattıklarından ilim sâhiplerinin zat-ı ulûhiyyeti için şâhidlik ettikleriyle ben de şâhidlik ederim. Bu şahidliğimi Allah nezdinde emânet olarak bırakırım. Bu şâhidliğim, benim Allah nezdindeki emânetimdir. Allah Teâlâ'dan isteğim, beni bu şâhidlik üzerinde öldürünceye kadar onu korumasıdır. Ey Allahım! Bu şâhidliğin yüzü suyu hürmetine benden günahları düşür. Bu şahidliği, nezdinde benim için azık yap. Bu şahidliğimi zâyi olmaktan koru ve beni bu şahidlik üzerinde öldür ki, onunla senin huzuruna gelip değiştirmeksizin o huzurla şerefleneyim. İşte kullar için virdlerin tertibi böyledir. Selef-i Sâlihîn bu virdlerle beraber hergün de dört şeyi bir araya getirmeyi müstehab görürlerdi: a)Oruç tutmak, b)Az da olsa sadaka vermek c)Hastaları ziyaret etmek d)Cenâze merasimlerinde hazır bulunmak Çünkü bir haberde şöyle denilmiştir:
Cenâzeye gitmeyi, hasta ziyareti yapmayı, sadaka vermeyi ve oruç tutmayı bir günde yapan bir kimsenin günahları affolunur.(75) Diğer rivayette: 'Bunları yapan, cennete girer' buyrulmaktadır. Eğer bir kısmını yapar, diğerini yapmaktan âciz kalırsa, niyetine göre hepsinin ecrini almış olur. Selef-i Sâlihîn, bir parça ekmek veya sıla-i rahim yapmak veyahut bir hurma vermek sûretiyle de olsa sadaka vermedikleri bir günü kerih görürlerdi.Çünkü Hz, Peygamber (s.a)şöyle buyurmuştur:
Kişi, kıyâmet gününde insanların mahkemesi bitinceye ka-dar sadakasının gölgesinde durur.(76)
Bir hurmanın yarısıyla da olsa ateşten korununuz.(77) Aişe validemiz, kapısına gelen bir dilenciye bir tane üzüm verdi. Dilenci de o üzümü Âişe vâlidemizden aldı. Âişe validemizin yanında oturanlar, onu az görerek bakıştılar. Bunun üzerine Âişe validemiz 'Size ne oldu? Neden birbirinize bakıyorsunuz? Muhakkak ki, bu bir tanecik üzümde birçok hassalar vardır' dedi. Selef-i Sâlihîn, dilenciyi boş çevirmeyi hoş görmezdi. Çünkü Hz. Peygamber'in ahlâkından birisi de hiç kimseyi boş çevirmemektir. Görülmüş değildir ki, bir kimse Rasûlullah'tan birşey istesin de 'Hayır' cevabını alsın.(78) Ancak Hz. Peygamber, isteyene birşey vermeye muktedir olmadığı zamanda sükût ederdi. Haberde denilmiştir ki:
Ademoğlu, cesedinin her mafsalı üzerinde bir sadaka ge-rektiği hâlde sabahlar. Halbuki insanoğlunun iskeletinde üçyüzaltmış mafsal vardır. (Her bir mafsal üzerinde bir sa-daka vardır).(79) Devamla Rasûlullah şöyle buyurmuştur; 'Emr-i bi'l-mâ-rufu yapman sadakadır. Kötüyü yasaklaman sadakadır. Zayıfın yükünü taşıman sadakadır. Doğru yolu göstermen sadakadır. Yoldan geçenlere eziyet veren şeyleri kaldırman sadakadır'. Tesbih ve tehlillerin bile sadaka olduğunu zikrettikten sonra şöyle buyurmuştur: 'Kuşluk vaktinin iki rek'at namazı, bütün bunları içerisine alır'.
38) Müellif bu hadîsi İbn Ebî Ziyad'ın Rasûlullah'a isnad ettiğini söylüyorsa da, İmam Irâkî'ye göre bu hadîsi Rasûlullah'a isnad eden İsmail b. Ebî İyad'dır. Çünkü Deylemî Müsned'ül-Firdevs'te İsmail b. Ebî Ziyad'ın rivayetinden bu hadîsi nakleder. O Â'meş'ten, o Ebu'1-Ulâ el-Anberî'den, o da Selman'ı Fârisî'den rivayet etmektedir. 39)Tirmizî 40)Tirmizî 41)Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nesâî 42)İmam Ahmed ve Bezzar, (Hz. Ali'den zayıf bir senedle) 43)Müslim ve Buharî 44)Müslim ve Buharî 45)Müslim ve Buharî 46)Bu Abid b. Amr'ın veya İbn Abbas'ın sözünden alınmış bir hükümdür. Bkz. Buharî ve Beyhakî 47)Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nesâî 48)Ebu Talib el-Mekkî, Kut'ul-Kulûb 49)Müslim ve Buharî 50)Buharî 51)İbn Mübârek, Beyhâkî ve Taberâni 52)Oruç bölümünde zikredilmişti. 53)Müslim ve Buharî, (Ebu Musa'dan) 54)Daha önce geçmişti. 55) Nesâî ve İbn Mâce, (Ebu Derdâ'dan sahih bir senedle) 56) İbn Ebi Dünya, (Enes'ten) 57)Deylemî, (Enes'ten zayıf bir senedle) 58)Müslim ve Buharî, (Enes'ten) 59)Müslim ve Buharî, (Hz. Âişe'den) 60)İmam Ahmed 61)Nesâî 62)Buhârî 63)Beyhâkî 64) Müslim ve Buharî, (Hz. Âişe'den) 65) İbn Sinnî ve Ebu Nuaym 66)İmam Ahmed ve İbn Hibban 67)Ebu Dâvud 68)Müslim, Buharî, İmam Ahmed, Tâberânî 69)Müslim 70)Müslim, (Zeyd b. Halid'den) 71)Ebu Dâvud, Nesâi ve İbn Mâce 72)Müslim ve Buharî 73)İmam Ahmed 74)Daha önce geçmişti. 75) Müslim, (Ebu Hüreyre'den) 76)Zekât bölümünde geçmişti. 77)Zekât bölümünde geçmişti. 78)Müslim

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...