EVRAD VE GECELERİ İHYA
BÖLÜM İKİ
Hallerin Değişmesiyle Virdlerin Değişmesi
abid alim muvahhid resmi görevli talebe virdlerin değişmesi zenaatkar Ahiret azığının taliplisi ve âhiret yolunun yolcusu altı durumdan uzak değildir. Zira böyle bir kimse ya âbid, ya âlim, yâ tâlib, ya idareci, ya zanaatkâr veya vâhid ve samed olan Allah'tan başkasını bırakmış, bütün vaktini Allah Teâlâ'nın büyüklüğünü düşünmeye hasreden muvahhiddir. 1. Âbid Âbid, kendisini, ibâdet için tecerrüd etmiş ve ibâdetten başka hiçbir meşguliyeti olmayan kimse demektir. Eğer âbid, ibâdeti terk ederse, başka meşguliyeti olmadığından boş olarak oturacaktır. Bu bakımdan âbidin, evrâdının tertibi daha önce beyân ettiğimiz şekildedir. Vakitlerinin çoğunu ya namaz veya okumak veyahut tesbihlere hasretmek suretiyle vazifelerinin çeşitliliği âbid için uzak bir ihtimal değildir. Çünkü ashâb-ı kirâmdan bazılarının bir günlük virdi, oniki bin tesbihti ve yine onlardan bazılarının evradı da otuzbindi. Bazılarının da virdi üçyüz rek'attan altıyüz rek'ata kadar namazdı. Bin rek'ata kadar kılanlar da vardı. Onların virdleri hakkında nakledilenin en azı yirmi dört saatte yüz rek'at namazdır. Ashâbın bir kısmı vardı ki, virdinin ekserisi Kur'an okumaktı. Onların içinde günde bir defa Kur'an'ı hatmedenler vardı. Bazılarının ise, günde iki hatim indirdiklerini rivayet etmişlerdir. Bazıları da bir gün bütün gece bir tek ayeti tekrar edip duruyor ve onu düşünüyordu. Seleften Gurrez b Vebre Mekke'de ikamet ediyordu. Bu zat, hergün yetmiş tavaf yapardı ve her gece de yetmiş. Bununla beraber yirmidört saatte iki defa Kur'an'ı hatmederdi. Bu tavaf mesafeleri hesap edildi. On fersah mesafeye yetişiyordu ve her bir tavafla beraber iki rek'at da namaz kılardı. Bu da ikiyüzseksen rek'at namaz, iki hatm-i şerîf ve on fersahlık bir mesafe demekti.(80) Şayet 'Bütün bu virdlerden hangisine daha çok vakit sarfetmek evlâdır?' diye soracak olursan, bil ki namazda ayaktayken,düşünerek Kur'an okumak bütün bunları bir araya getirir.Fakat buna devam etmek çoğu zaman güçtür. Bu bakımdan en faziletlisi şahsın durumuna göre değişir. Virdlerin gayesi; kalbin tezkiyesi,temizlenmesi ve Allah'ın zikriyle süslenmesidir. Kalbi, Allah'a(O'nun zikrine) ısındırmaktır. Bu bakımdan mürid, kalbine bakmalıdır ki, hangi virdin kalbinde daha fazla tesir ettiğini anlasın ve ona devam etsin. Ne zaman usanç duyarsa, o virdi bırakıp başka bir virdi yapmaya koyulmalıdır. İşte bundan dolayı halkın çoğu için en doğru yol, bu hayırlı vazifeleri vakitlere bölmektir. Nitekim bunu daha önce de söyledik ve yine halkın çoğu için en doğru yol,bizim kanaatimize göre, virdlerin bir kısmından diğer bir kısmına geçmektir. Çünkü bir şeyi devamlı yapmak, tabiata usanç verici bir durumdur. Bir şahsın durumu bu konuda değişik olabilir. Fakat virdlerin anlamını ve sırrını anladığı zaman, kendisini mânâya vermelidir. Eğer bir tesbihi, o tesbihin kalbinde tesir ettiğini hissederse,o tesiri gördükçe bahsi geçen tesbihi yapmaya devam etmelidir. İbrahim b. Edhem bir abdaldan şöyle rivayet eder: O abdal bir gece deniz kıyısında namaza durdu. Bu esnada gür bir sesin tesbih ettiğini işitti. Fakat okuyanı görmedi. Bunun üzerine şöyle seslendi: -Sen kimsin? Senin sesini dinliyor, fakat şahsınıgörmüyorum. -Ben bir meleğim.Budenizin işleri benim elimdedir. Yaratıldığım andan şu zamana kadar Allah Teâlâ'yı böylece tesbih ediyorum. -Senin ismin nedir? -Benim ismim Mehyehâil'dir. -Senin bu tesbihini okuyanın mükâfatı nedir?' -Kim benim bu tesbihimi yüz defa söylerse, o kimse kendisi için cennette hazırlanan makamını görmeyince -kendisine o makam gösterilmeyince- can vermez. O tesbih şudur:
Deyyan (kullarının mükafatını veren) ve yüce olan Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Arşının, azametinin ve izze-tinin temelleri sarsılmaz olan Allah, eksikliklerden uzaktır. Geceyi götüren ve yerine gündüzü getiren Allah, her türlü eksiklikten münezzehtir. Kendisini hiçbir durum, diğer bir durumdan alıkoymayan Allah, her türlü eksiklikten münezzehtir... el-Hannân (çok şefkâtli), el-Mennân (çok minnet edici), olan Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Her mekânda tesbih edilen Allah, her kusurdan münezzehtir.
İşte bu ve buna benzer tesbihleri âhiret müridi dinlediği ve onun kalbinde tesir yaptığı zaman onu tekrar etmelidir. Kısaca hangi tesbih kalbinde tesir yapar, kendisi için hayrın kapısını açarsa onu okumaya devam etmelidir.
2. Âlim Âlim o kimsedir ki, halk onun ilminden faydalanır. Fetvalarında, ders verişinde ve kitab telifinde halkın yararı vardır. Bu bakımdan bu âlim kişinin virdlerini tertiplemesi, âbid kişinin virdlerini tertiplemesine benzemez. Zira âlim kişi, kitapları incelemeye, yazmaya, halka faydalı olmaya muhtaçtır ve bütün bunlar için bir zaman ayırmaya, şüphesiz ki ihtiyacı vardır. Eğer bütün vakitlerini mümkün olduğu kadar bu ilmî çalışma işine tahsis ederse, farz ve vakitli ibâdetlerden sonra en faziletli meşguliyet âlim için budur... İlim kitabında öğretme'nin ve öğrenme'nin fazileti hakkında zikrettiğimiz bütün ayet ve hadîsler buna delâlet eder. Âlimin durumu, nasıl böyle olmasın? Oysa ilimde Allah zik-rine devamlılık, Allah'ın ve Rasûlullah'ın dediklerini düşünmek vardır ve bununla beraber halkın faydası ve âhiret yoluna hidâyet olunmaları vardır. Bir de çok zaman tek bir mesele vardır ki, öğrenci onu öğrenir. Onunla hayatı boyunca ibadetini ıslâh eder. Eğer onu öğrenmemiş olsaydı, belki de hayatı boyunca çalışması ve gayreti boşa giderdi. İbadeten daha önce gelen ilimden gayemiz insanları ahirete teşvik eden, dünyaya tapmaktan sakındıran ilimdir. Tabiidir ki, insanoğlu bu ilmi kendisine bu yolda yardımcı olsun diye öğrendiği zaman durum böyle olur... İbâdetten daha önce gelen ilimden gayemiz; mal, mertebe, halkın nezdinde itibar görmek hususlarında insanı iten ve teşvik eden ilimler değildir. Âlim için de vakitlerinin taksimi daha evlâdır. Gündüz Bütün vakitleri ilmin tertibine hasretmek, tabiatın yüklenemiyeceği bir külfettir. Bu bakımdan sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar olan vakti, birinci virdde dediğimiz gibi zikir ve virdlere tahsis etmelidir. Eğer yanında âhiret için ilminden istifade eden varsa, güneşin doğuşundan gündüzün Duhâ (kuşluk namazı) vaktine kadar olan zamanını öğretmeye tahsis etmelidir. Eğer böyle bir kimse yoksa, bu vaktini düşünceye hasretmelidir. Dinî ilimlerin kendisine müşkil gelen konularını düşünmelidir. Zira zikirden uzaklaştıktan sonra ve dünya dertleriyle meşgul ol-madan önce kalbinin saflığı müşkil meselelerin haline yardımcı olur. Gündüzün kuşluk vaktinden ikindiye kadar olan vaktini kitap yazmaya ve incelemeye hasretmelidir. Kitap yazmayı ve incelemeyi, ancak yemek zamanı, abdest alma, farzları kılma, zevalden önce kaylulet uykusunu uyumak için terketmelidir. Eğer günler uzunsa, ikindi vaktinden güneşin sararmasına kadar huzurunda okunan tefsir, hadîs ve faydalı ilimleri dinlemekle meşgul olmalıdır. Güneşin sararmasından güneş batmcaya kadar da zikir, istiğfar ve tesbih ile meşgul olmalıdır. Bu bakımdan âlim kişinin güneş doğmazdan önce olan birinci virdi dilin çalışmasıdır, ikindiye kadar olan üçüncü virdi ise, göz ve elin inceleme ve yazma ile meşgul olmasıdır, İkindiden sonra olan dördüncü virdi ise, sadece kulağın çalışmasıdır. Böyle yapmasının hikmeti ise; gözünün ve elinin istirahat etmesini temin etmek içindir. Zira ikindiden sonra kitap incelemek ve yazı yazmak, çoğu zaman göze zarar verir. Güneş sararınca yine dilin zikrine dönmelidir, Böyle olduğunda günün bir parçası kalmaz ki, orada kalbinin huzuru ile âzalarının çalışması olmasın! Gece Bir âlim için gece taksiminin en güzel örneği İmam Şâfii'nin şu taksimidir: İmam Şafiî geceyi üçe taksim ediyordu. Üçte birini kitapları incelemeye ve ilim tertibine hasrediyordu ki bu, birinci virdiydi. Üçte birini de namaza hasrederdi, bu da ortanca virdiydi. Son üçte birini de uykuya tahsis ederdi. Evet kış gecelerinde böyle yapmak mümkündür. Fakat yaz geceleri ancak normal uykunun çoğu gündüz olduğu takdirde buna tahammül edilebilir. İşte bizce âlimin virdlerini böyle tertip etmesi uygun ve güzeldir. 3. Talebe İlim öğrenmekle meşgul olmak, zikir ve nafilelerle meşgul olmaktan daha üstündür. Bu bakımdan talebenin virdlerinin tertibindeki hükmü, âlimin hükmüne benzer. Ancak âlim, faydalı olmaya çalıştığı zamanlarda, ilim tâlibi ondan yararlanmaya çalışmalıdır. Kitaplarının kenarına haşiyeleri ve hocasından öğrendiği kaideleri yazmakla, âlimlerin kitap yazmakla meşgul olduğu zamanlarda meşgul olmalıdır. Daha önce zikrettiğimiz gibi, vakitlerini düzenlemelidir. Kitab'ul-İlim'de öğrenme'nin ve öğretme'nin faziletleri hakkında zikrettiğimiz ayet ve hadîsler delâlet ederler ki; öğrencilik gerekleriyle meşgul olmak, nafile ibâdetlerle meşgul olmaktan daha üstündür. Şayet öğrenci, kitap yazıp âlim olmak için tahsil eden bir kimse olmayıp avam tabakasından olsa bile, zikir, vaaz ve ilim meclislerine gidip oralarda hazır bulunması, sabah namazından güneş doğuncaya kadar ve sair vakitlerde olan virdlerle meşgul olmasından daha efdaldir. Zira Ebu Zer el-Gıfârî'nin rivayet ettiği bir hadîste şöyle buyurulmaktadır:
Bir zikir (ilim) meclisinde hazır bulunmak, bin rek'at na-mazdan, bin cenaze merasimine iştirâk etmekten ve bin hastayı ziyaret etmekten, daha efdaldir.(81)
Siz cennet bahçelerini gördüğünüz zaman, o bahçelerden is-tifade ediniz. Bunun üzerine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Cennet bahçeleri de neymiş?' diye soruldu.Hz.Peygamber (s.a): 'Zikir halkalarıdır' buyurdu.(82)
Ka'b'ul-Ahbar şöyle der: 'Eğer insanlar için âlimlerin meclislerinden elde edilen sevap gösterilmiş olsaydı, mutlaka o sevabı elde etmek için o meclisin tâlipleri dövüşürlerdi. Öyle ki her rütbe sâhibi, rütbesini bırakıp o meclislere koşar ve her esnaf pazar yerini terkederek oraya varırdı'.(83)
Ömer b. Hattâb (r.a) şöyle demiştir: 'Kişi evinden çıkar. Omuzunda Tihame dağları kadar günâh vardır. Âlimi dinlediği zaman korkar, günâhından dönüş yapar ve yine günâhsız olarak döner. Bu bakımdan siz, âlimlerin meclislerinden ayrılmayın. Zira Allah Teâlâ, yeryüzünde âlimlerin meclisinden daha şerefli bir meclis yaratmış değildir'. Bir kişi, Hasan Basrî'ye 'Ben kalbimin katılığını sana şikâyet ediyorum bana bir çıkar yol göster' dedi. Bunun üzerine Hasan Basrî, o kişiye şöyle dedi: 'Kalbini zikir meclislerine yaklaştır'. Ammar ez-Zâhidî (r.a), (sâliha kadınlardan) Miskine et-Tevafîye'yi rüyasında gördü. Bu hâtun, zikir meclislerine devam edenlerdendi. Ammâr kendisine şöyle dedi: -Ey Miskine! Merhaba! Miskinlik (fakirlik) gitti, zenginlik geldi. -Bu nasıl oldu? -Cennetin bütünüyle kendisine helâl olduğu birisine mi soru- yorsun? -Cennetin bütünü sana neyle helâl oldu? -Zikir meclislerinde oturmakla... Kısaca kişi için kalbindeki dünya sevgisinin düğümleri, güzel konuşan ve temiz ahlâklı bir vâizin sözleriyle çözüldüğü müddetçe o vâizi dinlemesi, dünya sevgisi ile kalbi dolu olmakla beraber birçok rek'at namaz kılmasından daha faydalıdır.
4.Zenaatkâr Çocuklarının nafakası için çalışmaya muhtaç olan sanatkâr kimsenin bütün vakitlerini ibâdetlere hasretmek sûretiyle çocuklarını mağdur etmesi aslâ caiz değildir. Böyle bir kimsenin çalışma zamanındaki virdi, çarşıya gitmek ve kazanç ile meşgul olmaktır. Ancak sanatını yaparken Allah'ın zikrini unutmaması gerekir. Sanatını icrâ ederken tesbih, zikir ve Kur'an okumaya da devam etmelidir. Çünkü bunları çalışırken yapmak mümkündür. Ancak çalışma ile namaz kılmak bir arada mümkün değildir. Çalışan adam bahçıvan ise, o zaman vazifesiyle beraber namaz virdini de edâ edebilir. Fakat sanatkâr bir kimse, gereken nafakasını temin ettiğinde derhal virdlerinin tertip üzere yapılmasına dönmesi gerekir. Eğer nafakasının temininden sonra yine de çalışmaya devam edip fazla kazancını sadakaya verirse, böyle yapması, daha önce de bahsettiğimiz virdleri yapmaktan daha üstündür. Çünkü faydası başkasına dokunan ibâdetler, sadece kendine fayda veren ibâdetlerden daha üstündür. Sadaka vermek niyetiyle çalışmak, kişinin nefsinde yerleşmişse, kendisini Allah'a yaklaştıran bir ibâdet olur. Sadaka vermekle en güzel ibâdeti yapmış sayıldığı gibi başkasına da faydalı olur ve dolayısıyla müslümanların duâlarının bereketlerini celbetmiş ve böylece kat kat sevaba da sâhip olmuş olur.
5.Resmî Görevli Devlet başkanı, kadı ve müslümanların işlerine bakmak için herhangi bir vazifeye tâyin edilmiş bir idarecinin, müslümanların ihtiyaçlarını ve Allah nizamına uygun düşen isteklerini ihlâs ile yerine getirmeye çalışması, daha önceden zikredilen virdlerden daha üstün olur. O halde bu gibi vazifelere tâyin edilmiş kimselerin vazifesi; gündüz halkın işleriyle meşgul olup sadece farz ibadetlerini edâ etmektir. Fakat daha önce söylediğimiz gibi geceleyin yapılması söylenen virdlerini geceleyin yapmalıdır. Nitekim Hz. Ömer (r.a) böyle yapardı. Zira Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Benim uyku ile ne alâkam var! Eğer gündüz uyursam, müslümanlara haksızlık etmiş olurum. Eğer gece uyursam, kendi nefsimi zâyî etmiş olurum'. Bu söylediklerimizle anladın ki, bedenî ibadetlerden önce iki şey yapılır: a)İlim b)Müslümanlara yapılan hizmet İlim ve müslümanlara yapılan hizmet, gerçekte ibâdet olduğu gibi aynı zamanda bütün ibâdetlerden daha üstündür. Onun faydası umumî ve yaygındır. Bu bakımdan bu iki vazife, bedenî ibadetlerden daha öndedirler.
6. Muvahhid Bütün vaktini Vâhid ve Samed olan Allah'ı düşünmeye hasre-den bir muvahhidin bütün gayesi; tek hedefte toplanır. Bu bakımdan o, Allah'tan başkasını sevemez ve ancak Allah'tan korkar. Başkasından rızık beklemez, herhangi birşeye baktığı zaman muhakkak orada Allah'ı görür. Böyle bir dereceye varan kimsenin çeşitli virdlere ihtivacı yoktur. Aksine böyle bir kimsenin virdi, farz ibâdetlerden sonra bir tek şeydir. O da kalbin her an Allah ile haz duymasıdır. Böyle kimselerin kalbine gelen bir iş, kulaklarına gelen bir ses ve gözlerine görünen bir şeyde muhakkak ibret vardır. Düşünceleri gelişir ve mertebeleri artar. O halde onları iteleyici ve durdurucu kuvvet ancak Allah'ın kuvvetidir. Bu bakımdan böyle kimselerin bütün durumları ilerlemelerine vesile olur. Bunların nezdinde hiçbir ibâdet, diğerinden ayırt edilmez. Allah'a koşarak ilticâ eden bunlardır. Nitekim Allah Teâlâ bunları kasdederek şöyle buyurmaktadır:
O halde hemen Allah'a kaçınız. Gerçekten ben size Allah tarafından (azap ile) korkutan açık bir peygamberim. (Zâriyat/49)
Yine bunlar hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Madem ki siz kavminizden ve onların Allah'tan başka taptıkları putlardan ayrıldınız, o halde mağaraya çekilin ki rabbiniz rahmetinden size genişlik versin ve size işinizde bir kolaylık hazırlasın. (Kehf/l6)
Bu kimselere Allah Teâlâ'nın şu mübarek ayet-i celîlesi ile de işaret edilmiştir: Bir de (İbrahim) şöyle dedi: Ben rabbime gidiyorum, o bana yolunu gösterir.(Saffât/99)
Bu derece, sıddîkların en son derecesidir. Bu dereceye, ancak virdlerin tertibinden ve onlara uzun bir zaman devam ettikten sonra varılır. Bu bakımdan mürid bu dereceleri işitip 'Ben de buraya vardım' diye mağrur olmamalı, ibâdet vazifelerinde gevşeklik göstermemelidir. Böyle olmadığının alâmeti; kalbinde herhangi bir vesvesenin olmaması, kalbine herhangi bir mâsiyetin gelmemesi ve aynı zamanda zorluklardan ve büyük meşguliyetlerden korkmamasıdır. Bu mertebe rastgele olarak herkese verilmez. Bu bakımdan bu mertebeleri elde etmek için gereken vazife, söylediğimiz şekilde virdlerin tertibine ihtimam göstermektir. Bizim söylediklerimiz, Allah'a götüren yollardır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: De ki: 'Herkes bulunduğu hâl ve niyetine göre iş yapar, o halde kimin yolca daha doğru olduğunu rabbin daha iyi bi-lir'.(İsra/84)
Bu bakımdan bütün bunları yapanlar hidâyettedirler, fakat bazısı diğerinden daha öndedir. Hepsi o kadar. Nitekim bir hadîste şöyle denilmiştir:
İman, üçyüz otuzüç yoldan ibarettir. Bu yolların herhangi birisinde Allah'ın birliğine şâhidlik ettiği hâlde Allah'ın huzûruna varan bir kimse cennete girer.(84)
Âlimlerden biri şöyle demiştir: İman, üçyüz onüç ahlâktan ibarettir. Tam rasûllerin adedi kadar. Bu bakımdan bu ahlâklardan birisiyle ahlâklanmış mü'min, Allah'a götüren yoldadır. Dolayısıyla insanların ibâdetteki yolları her ne kadar ayrı da olsa, hepsi sevap üzerindedir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Bunlar içlerinden hangileri (ibâdet) yapmakla (Allah'a) yakîn olacak kaygısı ile rablerine vesile ararlar. Rahmetini umarlar ve O'ndan korkarlar. Çünkü rabbinin azabı korkunçtur.(İsra/57)
Bunların aralarındaki fark, ancak yakınlığın derecelerindedir. Aslında değildir. Bunların Allah'a en yakınları, Allah'ı daha iyi bilenleridir. Allah'ı daha iyi bilenleri ise, elbette en fazla ibâdet edenleridir. Zira Allah'ı bilen, asla başkasına ibadet etmez. Her sınıf insan hakkında aslolan virdlerde devamlılıktır. Zira virdlerden gaye; kişideki gizli sıfatların değiştirilmesidir. Amellerin aralıklı yapılan kısımlarının ise tesirleri pek azdır. Ancak tam tesir ibâdetlerin tümünün yapılmasından doğar. Bu bakımdan bir amelin arkasından hissedilir bir eser görülmezse ve o amelin akabinde ikinci ve üçüncüsü yakın bir aralıkla eklen-mezse, birinci eser silinip yok olur. Böyle bir kimse tıpkı fakih bir kimseye benzer. Öyle fakih ki, nefsinde fıkhın istikrar bulmasını ister. Oysa fıkıh birçok defa tekrar etmekle ancak nefsinde yerleşebilir. Faraza bir gecede binlerce defa tekrar edip durduktan sonra bir ay veya bir hafta terkedip sonra yine başlar ve bir gece durmadan sabaha kadar tekrar ederse, onun bu yaptığı müsbet olarak hiçbir tesir bırakmaz. Eğer o bir gecede durmadan yaptığını, birbiri ardına gelen gecelere taksim edip yapsaydı, yaptığının tesir edeceği muhakkaktı. İşte bu sırra binâen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Allah nezdinde amellerin en sevimlisi, (az da olsa) devamlı olanıdır.
Âişe validemize Rasûlullah'ın (s.a) ameli sorulduğunda şöyle demiştir:
Rasûlullah'ın ameli devamlı idi. O, bir amele sarıldığı za-man, onu devamlı yapardı.
İşte bu sırra binâendir ki, Hz. Peygamber (s.a) de şöyle bu-yurmuştur:
Allah Teâlâ kime bir ibâdeti âdet kılarsa, o da o ibâdeti usandığından terk ederse Allah Teâlâ ona buğzeder! Bir ara Hz. Peygamber'e gelen bir heyet, kendisini meşgul etti ve o zamanki virdi geçti. İşte bu virdin telâfisi için ikindi namazından sonra iki rek'at namaz kıldı. Bundan böyle ölünceye kadar ikindi namazından sonra kıldığı bu virde devam etti. Ancak şu var ki başkası bu hususta kendisine uymasın diye mescidde değil, evinde bu iki rek'atı kılardı. (Âişe validemizle Ümmü Seleme vâlidemiz rivayet etmiştir). Şayet 'Rasûlullah'ın ikindi namazından sonra kıldığı o iki rek'atın vakti, kerahet vakti olduğu için, başkası bu hususta Rasûlullah'a uymaya yetkili midir?' diye soracak olursan, bil ki kerahet hakkında zikrettiğimiz; güneşe tapanlara benzemekten kaçmak, şeytan boynuzunun çıktığı bir anda secde etmekten sakınmak veya usanmaktan korkarak ibâdeti bırakıp istirahat etmek gibi mânâların hiçbiri Rasûlullah'ın hakkında tahakkuk edemez. Bu bakımdan bu hususta başkası Rasûlullah'a kıyas edilemez. Bu hususta başkası kendisine uymasın diye, mezkûr namazını evinde kılması da, yukarıdaki hükmümüze şâhidlik eder!
80) Bu ancak Tayy-i Zaman (zamanda yolculuk) ile mümkün olabilir. Bu ise herkes için mümkün değildir. 81) Kitab'ul-İlim'de geçmişti. 82)Kitab'ul-İlim'de geçmişti 83)Ebu. Nuaym, el-Hilye 84) İbn Şâhin, Taberânî ve Beyhâkı
Gecenin ihyâsı
Gecenin ihyâsı
aklın şahitliği gece ibadeti naklin şahitliği öğlen uykusu Akşam ile Yatsı Namazlarının Arasını İhyâ Etmenin Fazileti
Hz. Peygamber (s.a) -Hz. Âişe'nin rivâyet ettiği bir hadîste-şöyle buyurmaktadır:
Allah nezdinde namazların en faziletlisi, akşam namazıdır ki, Allah Teâlâ o namazı ne yolculukta olan, ne de mukîm bir kimseden iskât etmemiştir. Onunla gece namazını başlatmış ve yine onunla gündüzün namazını sona erdirmiştir. Bu bakımdan, kim akşam namazını kılıp ondan sonra da iki rek'at sünnet kılarsa, Allah Teâlâ o kimse için cennette iki köşk bina eder.(85) Hadîsin râvisi 'Bu köşklerin altından mı, gümüşten mi yapıldığını bilmiyorum. Çünkü hangisinden olacağını unuttum' demiştir.
Akşam namazından sonra dört rek'at nafile kılan bir kimsenin yirmi senelik (veya kırk senelik) günâhı affolunur.(86)
Ümmü Seleme ile Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'den şu hadîsi rivâyet etmektedirler:
Her kim akşam namazından sonra altı rek'at nafile namaz kılarsa, onun için bu altı rek'at, tam bir senenin ibâdetine denktir veya o kimse kadir gecesini sanki namaz kılarak geçirmiştir.(87)
Said b. Cübeyr, Sevbâ'dan Hz. Peygamberin şu hadîsini rivayet eder:
Camide, akşam ile yatsı arasında ibâdet maksadıyla nefsini hapseden bir kimse, eğer namaz veya Kur'an'dan başka birşey ile konuşmazsa, onun için cennette uzunluk ve genişliği yüz senelik bir mesafe olan iki köşk yapmak, Allah Teâlâ'ya bir (lûtf-u ilâhîsi) olarak hak olur ve yine Allah Teâlâ, onun için o iki köşkün arasında öyle bir bahçe tanzim eder ki, eğer bütün ehl-i dünya o bahçeyi ziyaret etse, o bahçe onları içine alır.(88)
Kim akşam ile yatsı arasında on rek'at namaz kılarsa, Allah Teâlâ onun için Cennet'te bir köşk bina eder.(89)
Hz. Ömer (r.a) 'Ey Allah'ın Rasûlü, o halde bizim, Cennet'te köşklerimiz çoğalır' diye sorunca, Rasûlullah (s.a) cevaben şöyle buyurmuştur: 'Allah Teâlâ'nın nezdinde daha çok ve daha güzeli vardır'.
Enes b. Mâlik (r.a), Rasûlullah'ın şu hadîsini rivayet eder:
Kim cemaatle akşam namazını kıldıktan sonra iki rek'at nafile namazı kılar ve aralarında dünya ile ilgili herhangi birşey konuşmazsa, o iki rek'atın birinde Fâtiha sûresini, sonra Bakara sûresinin başlangıcından on âyet, ortasından yüzaltmış üç ve yüzaltmış dördüncü ayetlerini ve on beş defa da İhlâs-ı Şerîf i okuduktan sonra rükûa ve secdeye varırsa, ikinci rek'ata kalktığı zamanda Fâtiha'yı okuyup ar-kasından Ayet'el-Kürsi'yi ve ondan sonra gelen iki ayeti 'İşte bunlar cehennemliktirler, orada ebedî olarak kalıcıdırlar' (Bakara/257) meâlindeki ayete kadar okuyup Bakara sûresinin sonundan 'Göklerde ve yerde ne varsa hep Allah'ındır' ayetinden alıp, sûrenin sonuna kadar ve İhlâs sûresini de onbeş defa okursa, (ona hesapsız sevap verilir)...(90) Hadîste geçtiği şekilde yapanın sevabını, Hz. Peygamber öyle bir şekilde tavsif buyurmuştur ki, hadde ve hesaba sığmaz... Abdallardan olan Gurrez b. Vebre der ki: Hızır'a 'Bana her gece yapacağım bir ameli öğret' deyince, Hızır şöyle dedi: Akşam namazını kıldığın zaman kalk ve yatsı namazına kadar hiç kimse ile konuşmaksızın namaz kılmaya devam et ve bütün himmetini kıldığın namaza hasret. Kılacağın namazın iki rek'atında bir selâm ver ve her rek'atta bir defa Fatihayı, üç defa da ihlâs-ı Şerifi oku. Namazını bitirdiğin zaman hiç kimse ile konuşmaksızın evine dön, evinde iki rek'at namaz daha kıl. Bu iki rek'atın her birinde Fâtiha ile yedi kere İhlâs-ı Şerifi oku. Selâm verdikten sonra secdeye kapan ve yedi defa Allah'tan günâhlarının affını talep ederek şu duâyı oku:
Allah, her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd, Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah herşeyden daha yücedir, günâhtan dönüş ve ibâdete yöneliş, ancak yüce ve büyük olan Allah'ın kuvvetiyle mümkündür. Bu duâyı yedi defa tekrar et, sonra başını secdeden kaldır, normal bir şekilde otur ve ellerini kaldırarak şöyle duâ et:
Ey hayy, ey kayyum, ey celâl ve ikram sahibi, ey geçmişlerin ve geleceklerin mabudu, ey dünya ve âhiretin rahman ve rahîmi! Yârab, Yârab! Yâ Allah, yâ Allah, yâ Allah... Sonra ellerin kalkık olduğu halde ayağa kalk ve yine aynı duâyı tekrar et. Sonra istediğin yerde sağ kol üzerinde yüzün kıbleye dönük olduğu halde uyu. Rasûlullah'a (s.a) salât ve selâm getir ve uyku tutuncaya kadar salâvat okumaya devam et. Bu sözlerden sonra Hızır'a dedim ki: İstiyorum ki bu duâları kimden dinlediğini de öğreneyim'. Bu suâlime karşılık Hızır şöyle dedi: Ben, Hz. Muhammed'in bu duâyı öğrendiği ve kendisine vahyedildiği sırada yanında hazır bulundum.Benim de hazır bulunduğum bir mecliste ona bu duâ öğretildi. Ben de Hz. Muhammed'e bu duâyı öğretenden öğrendim!(91) Bu duâ ve namaza tam bir yakîn ve doğru bir niyyetle devam eden kimse, ölmezden önce Hz. Peygamberi rüyasında görür. Bazı kimseler buna devam etmiş ve rüyasında Cennet'e girdiğini, orada peygamberleri ve Rasûlullah'ı görmüştür. Böylece Rasûlullah, kendisi ile konuşmuştur ve kendisini tanımıştır. Kısaca, akşam ve yatsı namazlarının arasını ihyâ etme fazileti hakkında birçok hadîs rivayet edilmiştir. Hattâ Rasûlullah'ın âzadlısı Ubeydullah'a 'Hz. Peygamber (s.a) farz namazdan başka herhangi bir namazın kılınmasını emreder miydi?' diye so-rulduğunda, Ubeydullah (r.a) 'Akşam ve yatsı namazlarının arasında nafile namaz kılmayı emrederdi' demiştir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Bir kimse akşam ile yatsı arasında namaz kılarsa, işte onun bu namazı Evvâbin'in namazıdır!(92) Esved şöyle anlatır: 'Akşam ile yatsı arasında İbn Mes'ud'a her gittiğimde onu namaz kılarken görürdüm. Kendisine neden böyle yaptığını sorduğumda, şöyle dedi: 'Bu saat, gaflet saatidir de ondan...' Enes (r.a), Secde sûresinin 16. ayetinin bu namaz hakkında nâzil olduğunu söylerdi: '(Onlar, o kimselerdir ki, geceleyin namaz kılmak için) yataklarından kalkarlar, rablerinin azabından korkarak ve rahmetinden ümidvâr olarak duâ ederler'. Ahmed b. Ebî'l-Havarî şöyle der: Ebû Süleyman ed-Dâranî'ye şöyle sordum: - Gündüzleri oruç tutup, akşam ile yatsı arasında yemek yemem mi sence daha iyidir; yoksa gündüzleyin oruçsuz olup, akşam ile yatsı arasını nafile ibâdetle ihyâ etmem mi? -İkisini de yap! Eğer ikisini birden yapmak mümkün değilse, ne yapmalıyım? O zaman, gündüz nafile orucu tutma, akşam ile yatsı namazlarının arasını ihyâ et! Geceleri İbadete Kalkmanın Fazileti Ayetler Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını; seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Geceyi ve gündüzü takdir eden Allah, sizin onu sayamayacağınızı bildiği için sizi affetti. Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. (Müzzemmil/20 Gerçekten gece kalkmak daha oturaklı ve söz daha etkilidir. (Müzzemmil/6) Onlar o kimselerdir ki, geceleyin namaz kılmak için yataklarından kalkarlar. (Secde/16) Yoksa âhiretin azabından korkarak ve rabbinin rahmetini umarak o gece saatlerinde kalkıp secde ve kıyam halinde ibâdet eden mi? (Ey Rasûlüm, onlara) de ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak gerçek akıl sahipleri anlar. (Zümer/9) Onlar ki rablerine secdeler ve kıyamlar yaparak geceyi geçirirler. (Furkan/64) Bir de sabırla ve namazla Allah'dan yardım isteyin. (Bakara/45) Denildi ki; buradaki namaz, geceleyin kalkıp ibâdet etmek demektir. Gece ibâdetine sabır ile yardım edilir ve böylece nefse karşı açılan mücahede, zaferle sonuçlanır. Hadîsler Bu konudaki haberlerden biri de Rasûlullah'ın şu mübarek sözüdür: Herhangi biriniz uyuduğu zaman; şeytan onun tepesinde üç düğüm bağlar. Bağladığı her düğümün yerine şu cümleyi nakşeder: 'Senin üzerinde uzun bir gece vardır, o halde uyu". Bu bakımdan eğer o kimse uyanıp Allah'ı zikrederse, o düğümlerden biri çözülür. Abdest aldığında biri daha çözülür. Namaz kıldığı takdirde üçüncüsü de çözülür ve böylece neşeli ve müsterih bir şekilde sabahlar. Aksi takdirde neşesiz ve tembel olarak sabahlar.(93) Başka bir haberde, Hz, Peygamberin yanında sabahlara kadar mışıl mışıl uyuyan bir kişinin halinden bahsedildiğinde, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: 'O öyle bir kişidir ki, onun kulağına şeytan işemiştir'.(94) Yine bir haberde şöyle denilmiştir:
Şeytanın buruna çekilecek enfiyesi, ağızdan alınacak ilacı, göze sürülecek sürmesi (gözotu) vardır, şeytan, bir kimseye enfiyesinden çektirdiği zaman, ahlâkı bozulur; ilacından yedirdiği zaman dili şerri konuşmak sûretiyle kötüleşir ve onun gözüne sürmesinden çektiği zaman da, bütün gece sabahlara kadar uyur.(95)
İki rek'at namaz vardır ki o iki rek'at namazı, gecenin ortasında kılmak, kul için dünya ve dünyadakilerden daha hayırlıdır. Eğer ben ümmetimin bu hususta zorluk çe- keceğinden korkmasaydım, muhakkak onlara bu iki rek'at namazı farz kılardım.(96) Sahih'de Câbir (r.a) Rasûlullah'tan (s.a) şu hadîsi rivayet eder:
'Gecenin bir saati vardır ki, müslüman bir kul o saatte Allah Teâlâ'dan hangi hayırlı işi isterse, Allah Teâlâ kendisine onu ihsan buyurur'. Hadîsin başka bir rivayeti şöyledir: 'Kul o saatte dünya ve âhiret hayrını Allah'tan istediğinde, Allah verir. O saat ise, her gecede vardır'.(97) Muğire b. Şu'be şöyle demiştir: 'Hz. Peygamber (s.a) ayakları kabarıp patlayıncaya kadar gece ibâdetine devam ederdi. Kendisine denildi ki: 'Acaba Allah Teâlâ, senin geçmiş ve gelecek günâhlarını affetmedi mi?' Rasûlullah (s.a) 'Ben, Allah'a çokça şükreden bir kul olmayayım mı?' dedi.(98) Bu sözünün mânâsından anlaşılır ki, onun bu türlü ibâdetleri, rütbesinin artmasından kinâyedir. Çünkü şükretmek, (nimetin) artmasına vesiledir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Andolsun, eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi artırırım.(İbrahim/7) Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ey Ebu Hüreyre! İster misin, Allah'ın rahmeti hayatta, ölümde, kabirde ve haşre gönderildiğin zaman senin üze-rinde olsun? (Eğer bunu istiyorsan) geceleyin kalk, rabbinin rızasını tahsil etmek için namaz kıl. Ey Ebu Hüreyre, evinin köşesinde namaz kıl. Böyle yaptığın takdirde senin evinin nûru göklerde ve yerde yıldızların nûrunun parladığı gibi parlayacaktır."
Gece ibâdetini kaçırmayın, çünkü gece ibâdeti, sizden önceki sâlihlerin âdetidir. Zira gece ibâdeti Allah'a (mânen) yaklaşmak olduğu gibi günahların da kefaretidir. Bedendeki hastalığı giderici ve günâhtan alıkoyucudur.(100)
Gece ibâdeti, bir kimsenin âdeti ise, fakat o ibâdetini yapmasına uyku fırsat vermezse, kendisine namazının ecri yazıldığı gibi, uykusu da kendisine sadakadır.(101) Hz. Peygamber Ebu Zer el-Gıfârî'ye hitâben şöyle demiştir:
-Eğer sefere gitmek istersen, onun için hazırlık yapar mısın? -Evet. O halde kıyâmet yolunun seferi nasıl olur ey Ebu Zer? O gün sana fayda verecek şeyleri haber vereyim mi? -Anam babam sana fedâ olsun ey Allah'ın Rasûlü! Evet! Sıcak günde, mahşer günü için oruç tut. Kabrin vahşeti için gecenin zifiri karanlığında iki rek'at namaz kıl. Büyük işlere hazırlıklı olmak için hacc yap. Miskine sadaka ver.Doğru söyle veya çirkin sözlerden kaçın.(102) Rivayet ediliyor ki Rasûlullah zamanında bir zat var idi, halk yataklarına girdiğinde ve gözlere uyku geldiğinde o zat kalkar, namaz kılar ve Kur'an okurdu. Devamlı bir şekilde 'Ey ateşin rabbi! Beni ateşten koru!' derdi. Böylece Rasûlullah bir ara onu dinlemek için geldi ve kendisini dinledi. Sabahladığı vakit kendisine şöyle hitap etti: 'Ey Filân! Neden Allah'tan cenneti istemedin?' O zat 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben daha oraya varmadım ve amelim cenneti istemeye elverişli değil'. Bu cevap karşısında kalan Hz. Peygamber'e az bir zaman sonra Cebrail (a.s) gelip şöyle demiştir:
Ey Muhammed! Filâna söyle ki, Allah onu ateşten korudu ve cennete dâhil etti. Cebrail Rasûlullah'a (s.a) şöyle der:
İbn Ömer ne iyi bir insandır, eğer geceleri de namaz kılsa... Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) İbn Ömer'e Cebrail'in sözünü nakletti. Bu müjde ile karşılaşan İbn Ömer de bundan sonra devamlı olarak gece namazını kıldı. Nafî diyor ki: İbn Ömer, geceleyin namaz kılar, sonra şöyle derdi. 'Ey Nafî! Biz seher vaktine girdik mi?' Ben 'hayır' derdim. O yine kalkıp namaza devam ederdi. Sonra 'Ey Nafî! Biz seher vaktine girdik mi? 'Ben evet derdim . Hz. Ali şöyle demiştir; 'Hz. Yahya b. Zekeriya (a.s) bir ara arpa ekmeğinden doya doya yedi ve o gece sabaha kadar uyuyup virdini terketti. Bunun üzerine Allah Teâlâ kendisine şöyle vahiy gönderdi:
Ey Yahya! Acaba benim evimden daha hayırlı bir ev mi buldun, yoksa benim komşuluğumdan daha iyi bir komşuluk mu buldun? Ey Yahya! İzzet ve celâlim hakkı için, eğer Firdevs'î görmüş olsaydın bedenindeki yağ erir ve nefsin ona kavuşmak için tenini terkederdi. Eğer sen, cehennemi bir defacık görmüş olsaydın, onun dehşetinden erirdin. Göz yaşlarından gözlerinden irinler akmaya başlardı ve Mesuh'tan sonra (Benî İsrail zamanında âbidlerin giydiği ve kara yünden yapılmış bir nev'i elbise) deri (veya demir) elbiseyi giyerdin. Hz. Peygamber'e şöyle denildi:
'Filân adam, bütün gece namaz kılıyor, sabahladığı zaman hırsızlık yapıyor, (bunun hali ne olacak?)' denilmesi üzerine Rasûlullah (s.a) 'Onun yaptığı ibâdet, birgün onu yaptığı kötülükten menedecektir' buyurdu.(103)
-Allah o kişiden razı olsun ki, geceleyin kalkar, namaz kılar, sonra eşini uyandırır, o da namaz kılar; eğer eşi uyanmak istemezse yüzüne su serper.(104)
Allah, o kadından razı olsun ki, geceleyin kalkıp namaz kılar ve daha sonra kocasını uyandırır, o da namaz kılar. Eğer kocası uyanmazsa, onun yüzüne su serpmek suretiyle onu uyandırır.(105)
Kim geceleyin uyanır ve hanımını da uyandırır, sonra da ikişer rek'at namaz kılarlarsa, Allah'ı çokça zikredip anan, erkek ve kadınlar zümresine yazılırlar.(106)
Farz namazdan sonra en faziletli (nafile) namaz gece namazıdır.(107) Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kim hizbinin (Kur'andan okunan bir miktarın) tamamını veya bir kısmını tamamlamadan uyuyup geceleyin kalkmazsa,sonra o hizbini sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, sanki onu geceleyin okumuş gibi kendisine sevap yazılır.(108) Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri Hz. Ömer (r.a) gece virdinden bir ayet okuyamadığı zaman, bayılıp düşer, adetâ hasta ziyareti gibi kendisini ziyarete gelirlerdi. İbn Mes'ud (r.a) gözleri uykuya daldığında kalkar, gece ibâdetine başlardı. Sabaha kadar arı kovanından gelen ses gibi sesi işitilirdi. Süfyân es-Sevrî (r.a) bir gece doya doya yemek yedi. Bunun üzerine kendisini kasdederek 'Eşeğin yemi arttıkça, çalışması da artırılır' deyip, o gece, sabaha kadar ibâdet etti. Tâvus (r.a) yatağının üzerine uzandığı zaman, ateşe tutulan sac üzerinde tenelerin zıplaması gibi hareketler yapardı. Sonra kalkar, sabaha kadar namaz kılardı. Sonra şöyle derdi: 'Cehennemi anmak ve hatırlamak, âbidlerin uykusunu kaçırmıştır'. Hasan Basrî (r.a) şöyle demiştir: 'Gecenin zahmetinden daha şiddetli ve nefse daha ağır gelen ve bir de şu malın Allah yolunda infâk edilmesinden daha zor olan bir amel tanımıyorum'. Bu sözden sonra Hasan Basrî'ye şöyle denildi: 'Teheccüd namazını kılanlara ne oluyor ki, yüzleri herkesin yüzünden daha iyi parlıyor?' Hasan Basri 'Onlar, Rahman ile başbaşa kaldıkları için Rahman (c.c) nûrundan onlara bir nûr giydirmiştir' dedi. Sâlihlerden biri seferden geldi. Kendisine bir döşek serildi. Döşek üzerinde o gecenin virdini geçirecek kadar uyku uyudu. Bundan sonra hiçbir zaman döşek üzerinde uyumamak üzere yemin etti...(109) Abdülaziz b. Ebî Avvad gece olduğu zaman yatağına gelir, eliyle yatağı sıvazlar; 'Muhakkak, sen yumuşaksın. Allah'a yemin ederim cennette senden daha yumuşak yatak vardır' deyip kalkar, bütün gecesini ibâdetle ihyâ ederdi. Fudayl b. İyâz şöyle demiştir: 'Geceyi ilk başından ibâdetle karşılarım. Fakat uzunluğu her ne kadar beni korkutuyorsa da aldırış etmeyip, Kur'an okumaya başlarım. Böyle sabahladığım halde yine de ibâdetten doymuş değilim'. Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Kişi, günâh işler ve işlediği gün-âhtan ötürü gece ibâdetinden mahrum olup (bu büyük hazineyi elden kaçırır)'. Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Gecenin ibâdetine ve gündüzün orucuna muktedir olmadığın zaman, bilmiş ol ki sen mahrumsun. Ayrıca günâhların da çoğalmıştır'.(110) Sile b. Uşeyn (r.a) bütün gece namaz kılar, seher zamanı geldiğinde şöyle derdi: 'Ey rabbim! Benim gibi bir kimse cenneti istemez. (Çünkü yüzüm yok). Fakat beni rahmetinle cehennemden koru!' Bir adam, hükemadan birisine 'Ben gece ibâdetine kalktığım zaman zayıflıyorum; (bana ne tavsiye edersin?)' deyince, o da şöyle bir tavsiyede bulundu: 'Ey kardeşim! Ne gündüzleri Allah'a isyan et, ne de geceleri ibadete kalk!' Hasan b. Sâlih'in bir cariyesi vardı. O câriyeyi birisine sattı. Gece yarısı olduğu zaman câriye kalktı ve şöyle dedi: -Ey evin sâkinleri! Namaza! Namaza! -Galiba sabahladık, fecr oldu mu? -Siz farz namazlardan başka namaz kılmıyor musunuz? -Evet, biz farzdan başka namaz kılmıyoruz. Bunun üzerine câriye, Hasan b. Salih'in yanına gelip, şöyle dedi. 'Ey efendim! Beni öyle birilerine satmışsın ki, farz namazdan başka namaz kılmıyorlar. Beni geri al!' O da geri aldı. Rebî şöyle demiştir: 'Ben, İmam Şafii'nin evinde birçok gece yattım. Geceleri az bir zaman uyurdu.
Ebû Cuveyriye şöyle der: "Ben Ebu Hanife ile altı ay arkadaşlık yaptığım hâlde, bu müddet zarfında bir tek gece bile yanını yere koyarak yattığını görmedim. Ebu Hanife, ilk zamanlarında gecenin yarısını ibâdetle ihyâ ederdi. Fakat bir ara bir cemaatin yanından geçti. O cemaat, fısıldaşarak birbirlerine dediler ki: 'Bu kişi bütün geceyi ibâdetle ihyâ ediyormuş'. Bu sözü işiten Ebu Hanife (r.a) 'Bende olmayan bir vasıfla vasıflandırılmaktan utanırım' deyip, bundan sonra bütün geceyi ihyâ etmeye başladı". İmam Azam'ın geceleyin yatmak için yatağının olmadığı söylenir. Mâlik b. Dinar (r.a) bir gece, akşamdan sabaha kadar şu ayeti durmadan tekrar etti: Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, kendilerini iman edip sâlih ameller işleyenler gibi yapacağız, hayat ve ölümlerini bir tutacağız mı sandılar? Ne fena hüküm veriyorlar! (Casiye/21) Muğire b. Habib şöyle anlatır: Mâlik b. Dinâr yatsı namazından sonra kalkarak abdest aldı. Sonra seccadesine yönelip sakalına yapıştı. Göz yaşları âdeta kendisini boğmaktaydı ve şöyle dedi: Ey Allahım! Mâlik kulunun bu ak tüylerini ateşe harâm kıl. Ey rabbim! Cennetin sâkinlerini cehennemin sâkinlerinden ayırdetmek ve bölmek senin şânındandır. Acaba Mâlik kulun, hangi sınıfa dâhildir? Acaba bu iki evden hangisi Mâlik kulunun evidir? Fecr doğuncaya kadar Mâlik b. Dinâr bu sözleri tekrar edip durdu. Mâlik b. Dinâr diyor ki: 'Bir gece virdimi unutup uyumuştum. Bir de rüyamda gördüm ki, mümtaz bir güzelliğe sâhip bir câriye, elinde bir parça kağıt olduğu halde bana 'Sen bu kağıdı okuyabilir misin?' diye sordu. Ben 'Evet okuyabilirim' dedim. Bunun üzerine cariye, kağıdı elime tutuşturdu. Kağıtta şunlar yazılıydı:
Lezzetler ve temenniler, seni cennetlerdeki uysal ve beyaz (elâ gözlü), hurilerden meşgul mü etti? Oysa cennette ebedî olarak yaşarsın, ölüm de yoktur ve cennetlerde güzel hurilerle beraber zevk u safâ sürersin. Uykundan uyan. Zira Kur'an ile teheccüd kılmak uykudan daha hayırlıdır.(111) Anlatıldığına göre Mesrûk hacca gittiğinde, Mekke'de kaldığı müddetçe hiçbir gece secde hâlinde olmaksızın uyumadı. Bütün uykusu secde hâlinde idi. Abidlerden olan Ezhar b. Muğis şöyle anlatır: Rüyamda ehl-i dünya kadınlarına benzemeyen bir hatun gördüm. Kendisine dedim ki: -Sen kimsin? -Ben hurilerdenim. -O halde benimle evlenir misin? -Beni efendimden iste ve mehrimi ver de evlenelim, -Senin mehrin nedir? -Uzunca süren teheccüd ibâdetinin yapılması! Yusuf b. Mihran şöyle demiştir: 'Allah'ın arşının altında horoz şeklinde bir melek vardır. Pençesi inciden, ibiği yeşil zeberceddendir. Gecenin ilk üçte biri geçtiği zaman, iki kanadını çırpar ve öterek şöyle der: 'İbâdete kalkanlar, kalksınlar!' Gecenin yarısı geçtiği zaman, yine kanatlarını çırparak bağırıp şöyle der: 'Teheccüd kılanlar kalksınlar!' Gecenin üçte ikisi geçtiği zaman kanatlarını çırparak, bağırıp şöyle der: 'Namaz kılanlar kalksınlar!' Fecirde ise kanatlarını çırptıktan sonra bağırarak şöyle der: 'Günahları boyunlarına asılı olduğu halde gafiller kalksınlar'. Söylenildiğine göre, Vehb b. Münebbih el-Yemanî, otuz sene yanını yere koymamıştır. Kendisi şöyle demektedir: 'Evimde bir şeytan görmem, bir yastığı görmekten bana daha sevimli ve kolay gelir. Çünkü yastık, insanı uykuya dâvet etmektedir'. Vehb'in, ortası hurma lifi ile dolu ve deri yüzlü yastığımsı bir şeyi vardı. Uyku kendisini zorladığı zaman, göğsünü onun üzerine koyup birkaç defa sayıklar, sonra uykudan ürkerek derhal namaza kalkardı. Seleften Rukbe b, Muskale şöyle anlatır: 'Rüyamda izzet sâhibi Allah'ı gördüm ve şöyle dediğini işittim: İzzet ve celâlim hakkı için Süleyman et-Teyrnî kulumun yattığı yeri keremimle donatacağım. Çünkü o kırk sene sabah namazını yatsı abdestiyle kıldı'. Denilir ki: Bu zâtın ictihadına göre uyku kalbe karıştığı zaman abdest bozulur. Kur'an'dan önce inmiş eski kitapların bazılarında Allah Teâlâ'dan şu söz rivayet edilmektedir: 'Benim gerçek kulum, kalkmak için horozların ötüşünü beklemeyen kimsedir'.
Gece İbadetine Kalkmayı Kolaylaştıran Zâhirî Sebepler
Gece ibâdeti halkın avam tabakası için zordur. Ancak zâhir ve bâtında gece ibâdetini kolaylaştıran şartları yerine getirmeye muvaffak olan (havass) kimseler için ise kolaydır. Bu ibadeti kolaylaştıran zâhirî şartlara gelince, onlar dört tanedir: 1.Fazla yememek, fazla içmemek ve dolayısıyla uykunun ken- disine galip gelip gece ibâdete kalkmayı ağırlaştırmamaktır. Şeyhlerden bazıları her gece sofranın başında dikilip şöyle diyordu: - Ey mürid kitleleri! Fazla yemeyiniz ki, fazla içmeyesiniz ve dolayısıyla çok uyumuş olmayasınız. Bunu yaptığınız takdirde ölüm ânında çok üzüntü duymuş olacaksınız! Mideyi yemeğin ağırlığından hafifletmek, bu konuda en büyük temeldir. 2.Âzâlarını yorucu ameller yapmak sûretiyle nefsini bıktırmamaktır. Çünkü böyle yapıldığı takdirde âsab bozukluğu meydana gelir! Bu hastalık ise, fazla yemek gibi uykuyu celbedici bir hastalıktır. 3.Gündüz kaylulet uykusunu terketmemektir. Çünkü kaylulet uykusu gece ibadetine yardım eden bir Sünnet-i seniyye dir.(112) 4. Gündüz günah işlememek. Çünkü günahlar kalbi katılaştırır. Kalp ile rahmet sebeplerinin arasına bir perde gerilir. Bir kişi Hasan Basrî'ye (r.a) şöyle der: 'Ey Ebu Said! Ben sapasağlam olarak uyuyorum ve gece ibadetine kalkmayı da seviyorum. Bunun için abdest suyumu hazırlıyorum. Fakat buna rağmen kalkamıyorum, sebebi ne ola ki?' Hasan (r.a) 'Senin günahların sani sımsıkı bağlamış da (ondan kalkamıyorsun!)' der. Hasan Basri (r.a), çarşıya girdiği zaman alışveriş yapanların fuzulî ve mânâsız konuşmalarını dinleyip şöyle derdi: 'Zannedersem bu kimselerin gecesi kötü bir gecedir. Çünkü bunlar kaylulet uykusunu uyumuyorlar'. Süfyân es-Sevrî şöyle der: 'İşlediğim bir günahtan ötürü beş ay gece ibâdetinden mahrum oldum'. Kendisine 'O işlediğin günâh neydi?' diye sorulduğu zaman "Bir kişiyi ağlarken gördüm. İçimden 'Bu adam samimi değil, riyakârdır' demiştim". Seleften biri şöyle anlatır: Gürrez b. Vebre'nin huzuruna girdiğimde, onu ağlarken buldum. Kendisine şöyle sordum: Aile efradından birinin ölüm haberi mi geldi ki, bu şekilde ağlıyorsun? -Ondan daha kötü! -Seni şiddetle sarsan bir hastalık mı var? -Daha da kötü! -O halde neymiş o? Benim kapım kilitli, perdelerim sarkık olduğu halde ben bu gece kalkıp virdimi okumadım. Bunun sebebi mutlaka yaptığım bir günâhtan ileri gelmektedir.Oysa hayr, başka bir hayra insanı çağırmakta, şer ise, şerre çağırmaktadır. Hayr ve şerrin her ikisinin de azı çoğuna sürükler! İşte bu hikmete binâen Ebu Süleyman Dârâni 'Bir kimsenin cemaatla kılınması gereken namazını bu şekilde kılmaması, mutlaka işlediği bir günâhtan ileri gelmektedir!' ve 'Gece ihtilâm olmak cezadır, cenâbet olmak uzaklıktır' derdi. Âlimlerden biri şöyle demiştir: 'Ey miskin insan! Oruç tuttuğun zaman düşün, kimin yanında ve neyle iftar edeceksin? Zira kul, bazen bir lokmayı yer, o lokma onun kalbini istikametten saptırır ve o kalp, ilk durumuna bir türlü artık dönemez olur. Çünkü bütün günahlar kalbin kasvetini artırır ve gece kalkmasına mâni olur. Bütün günâhlardan daha fazla menfi tesir yapan şey, haram yemektir. Helâl lokma ise, kalbin temizlenmesine tesir edip kalbi hayra doğru sürükler. Onun yaptığı bu müsbet tesir, belki de hiçbir ibâdetten elde edilemez. Kalpleri deneme ile murakabe eden ve ilanı nizamın şahidliğiyle bu durumları sabit olanlar helâl lokmayı bilirler'. Bu sırra binâen seleften biri şöyle demiştir: 'Nice lokmalar vardır ki, insanı gece ibâdetinden menederler! Nice düşünce ve bakışlar vardır ki, bir sûreyi okumaktan insanı meneder! Kul bir lokmayı yer veya bir harekette bulunur, ondan ötürü bir sene gece ibâdetinden mahrum olur! Nasıl ki, (gerçek şekilde) namaz kılmak, insanı her türlü fuhşiyat ve kötülük yapmaktan menediyorsa, fuhşiyat yapmak da öylece insanı namaz kılmaktan ve diğer hayırlı işleri yapmaktan meneder!' Dinever şehrinde gardiyanlık yapanlardan biri şöyle diyor: "Ben otuz küsür sene gardiyanlık yaptım. Geceleyin suç üstü yakalananların hepsine 'Cemaatle yatsı namazını kıldın mı?' diye sorardım. Onlar da 'hayır' cevabını verirlerdi". İşte bu hâdise, cemâatin insanı fuhşiyat ve kötülükleri yapmaktan menedişine delâlet etmez de, neye delâlet eder?
Gece ibadetine Kalkınayı Kolaylaştıran Bâtınî Sebepler Gece ibadetini kolaylaştıran bâtınî sebepler dört tanedir. 1. Kalbin müslümanlara buğzetmekten, bid'atlardan ve dünya kaygusundan pâk bulunmasıdır. Zira kalbinin bütün himmetini dünya işlerine hasreden bir kimsenin gece kalkıp ibadet etmesi mümkün değildir. Eğer kalkarsa da namazı hakkında değil, dünya kayguları hakkında düşünmeye dalar, vesveselerin içerisinde kıvranıp durur. Böyle bir kimsenin benzeri hakkında şöyle denilmiştir: Kapıcı bana senin uykuda olduğunu haber verdi. Hâlbuki sen uyanık olduğun zaman da uyuyorsun! 2. Emelin kısaltılmasıyla beraber kalpten ayrılmayan ezici bir korkudur. Kişi âhiretin şiddetlerini, cehennemin o korkunç derekelerini düşündüğü zaman, elbette uykusu kaçar, tedbir alması ve hazırlıklı bulunması iştiyâkı oldukça kabarır. Nitekim Tavus b. Keysan şöyle demiştir: 'Cehennemin hatırlanması, âbidlerin uykusunu kaçırır!' Basra'da Süheyl adlı bir köle bütün geceyi ibadetle ihyâ ederdi. Sâhibesi birgün kendisine şöyle der: -Senin geceleyin ibâdet edişin gündüz çalışmalarına zarar veriyor. -Süheyl (kendisini kastediyor) ateşi hatırladığı zaman, uyku onu tutmaz! Yine bütün geceyi ihyâ eden başka bir köleye şöyle denmiş: -Neden böyle yapıyorsun? -Ateşi hatırladığım zaman, korkum kabardıkça kabarır. Cenneti düşündüğüm zaman da şevkim yükseldikçe yükselir. Bu bakımdan uyumaya kudretim yok! Zünnûn-i Mısrî şöyle, demiştir: Kur'an, va'd ve vaîd ile gözleri gecelerde uyumaktan me-netmiştir. Onlar celâl sahibi hükümdarın kelâmını dinlemişlerdir. Bunun için onların boyunları, Zilletlerini Allah'ın izzeti önünde göstermek için O'nun rahmetine eğildi. Yine aynı mânâyı ifade etmek için şöyle demişlerdir: Ey uzun uykulu ve uzunca gafletlere dalan insan! Çok uyku birçok hasret ve üzüntüleri gerektirir. Bil ki kabirde eğer oraya inersen (ki ineceksin) Ölümden sonra bir uyku vardır ki, uzadıkça uzar.. Yine orada işlediğin günahlardan Ve sevaplardan ötürü senin için döşek yakılmıştır. Ölüm meleğinin geceleyin ansızın gelmeyeceğinden emin misin? Oysa nice emin kimseler vardır ki, Kapıları geceleyin ansızın çalınmıştır İbn Mübarek şöyle demiştir: Gece, zifirî karanlığa büründüğü zaman, onu kucaklarlar. Rükû'da oldukları hâlde üzerlerine şafak doğar. Korku, uykularını kaçırmıştır. Bunun için dimdik ayaktalar. Dünyada emin olanlar ise, mışıl mışıl uyumaktadırlar. 3.Gece ibâdetinin faziletini bu konuya delâlet eden âyet, haber ve eserleri dinlemek sûretiyle bilmeli ki, ümidi kuvvetlensin ve sevaba karşı şevki artsın. Şevk de kendisini daha fazla sevap ve cennetlerin derecelerini elde etmeye teşvik etsin. Nitekim hikâye ediliyor ki, sâlihlerden birisi gazadan dönerken hanımı kendisi için (yumuşacık bir) yatak seriverdi ve (yatağın üzerinde) oturarak kendisini beklemeye başladı. O ise camiye girdi, sabaha kadar aralıksız ibâdete devam etti. Hanımı 'Seni uzun bir süre bekledim;sen ise seferden dönüş yaptığın hâlde sabaha kadar namaz kıldın?'deyince,o zat 'Ben bütün gece cennet hurilerinden birisinidüşündüğüm için seni ve evi unuttum. Müstakbel sevgilimin aşkı ile gecenin bütününü ibadete hasrettim' dedi. 4.İbâdete teşvik eden gizli vesilelerin en şereflisi bulunan dördüncü vesile, Allah'ı sevmek, ibadetinde konuştuğu her harf ile rabbine münâcaat ettiğine, rabbinin ise kalbine gelen mânâları bile müşahade etmekle beraber, her hâline vâkıf ve muttali olduğuna sarsılmaz bir tarzda inanmaktır. Yine inanmalı ki kalbine gelen o mânâlar da Allah'tan gelen ve kendisiyle yaptığı hitap ve konuşmalardır.Bu bakımdan kul Allah'ı sevdiği zaman, şüphesiz ki, Allah ile başbaşa kalmayı da sever ve onun münâcâtından lezzet alır. Böylece sahibi ile yaptığı münâcattan lezzet duymayı uzak bir ihtimal saymak uygun değildir. Zira böyle bir lezzetin varlığına hem akıl, hem de nakil şâhidlik eder!
Aklın Şahidliği Güzelliğinden ötürü herhangi bir şahsa veya nimet ve serve-tinden dolayı pâdişaha aşık olanın hâli dikkate alınsın ve ibretle bakılsın ki, bu âşık, mâşuku ile başbaşa kaldığında münâcâtından nasıl lezzet alıyor? Tâ sabahlara kadar nasıl da uyku kendisini tutmuyor? Şayet 'Güzele bakmak insana bir zevk verir. Allah Teâlâ ise, görülmez' dersen; bil ki, eğer güzel olan sevgili perdenin arkasında veya karanlık bir evde bulunuyorsa dahi âşık ona bakmaksızın ve hiçbir şey ummaksızın sadece O'nun komşusu olmaktan lezzet, O'na âşık olduğunu izhâr etmek ve duyulacak bir yerden ağzıyla bunu ikrar etmekten zevk alır. Her ne kadar onun böyle olduğu sevgiliye mâlum ise de... Eğer 'Âşık mâşukun cevabını bekler ki onun cevabını işitmekle lezzetlensin. Oysa Allah Teâlâ'nın konuşmasını kulağıyla dinleyemez' dersen; bil ki, Allah'ın âşığı olan zât, Allah'ın kendisine cevap vermeyeceği ve bütün sızlanışlarına rağmen sükût edeceğini bilir. Bu bakımdan Allah âşığının da hâlini Allah'a arzetmekten alacağı bir lezzet ve gizlisini O'nun huzuruna çıkarmasından elde edeceği bir zevk vardır. Nasıl mı? Allah'a yakîn derecesinde inanan bir kimse, münâcâatı esnasında hatırına gelen her şeyi Allah'tan diler ve dolayısıyla lezzet alır. Pâdişah ile başbaşa kalıp, gece karanlığında ihtiyaçlarını pâdişaha arzeden bir kimse, pâdişahın vereceği nimetleri umduğundan ötürü lezzetlendiği gibi... Oysa Allah hakkındaki ümit daha doğru ve Allah nezdindeki nimet daha hayırlı, daha devamlı ve başkasının yanındaki nimetlerden daha faydalı ve garantilidir. Bu bakımdan tenhalarda ihti-yacını Allah'a arzeden bir kimse nasıl olur da bu arzedişinden lezzet almaz?
Naklin Şahidliği Bu hakikatin varlığına gece ibadetine devam edenlerin o ibâdetten lezzet aldıkları, âşıkın visal gecesini kısa saydığı gibi geceyi kısa saydıkları şâhidlik etmekte ve delil olmaktadır. Hatta aşıklardan birine 'Gece ile aran nasıl?' diye so-rulduğunda, şöyle demiştir: 'Ben onu hiçbir zaman doyasıya görmedim. Çünkü yüzünü bana gösteriyor, daha bakmadan dönüp gidiyor'. Başka biri de şöyle der: 'Benimle gece iki koşu atıyız; bazen o beni geçer, şafağa varır, bazen de beni düşünmekten keser'. Yine aşıklardan birine 'Senin için gece nasıl geçiyor?' de-nildiğinde, şöyle demiştir: 'Benim için gece bir saattir. O saatte iki durum arasındayım, Geldiği zaman onun karanlığı ile seviniyorum, doğduğu zaman onun fecri ile üzülüyorum. Ondan ötürü, sevgim, şimdiye kadar hiç bir zaman tamam olmuş değildir'. Ali b. Bekkâr şöyle demiştir: 'Kırk seneden beri fecrin doğuşundan başka beni üzen birşey olmamıştır'. Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Güneş battığı zaman, rabbimle başbaşa kalacağım için karanlığa seviniyorum, doğduğunda halkın gelip beni meşgul edeceğinden korktuğumdan ötürü üzülüyorum'. Ebu Süleyman ed-Dârânî şöyle demektedir: 'Gece ehli, gecele-rinden, oyun ehlinin oyunlarından aldıkları lezzetin daha âlâsını alırlar. Eğer gece olmasaydı dünyada kalmayı sevmezdim'. Yine şöyle demiştir: 'Eğer Allah Teâlâ, gece ehline amellerinin sevabına karşılık olarak onlara verdiği lezzeti saysaydı, muhakkak ki o zevk amellerinin sevabından daha fazla olurdu'. Alimlerden biri şöyle demiştir: 'Cennet ehlinin nimetine benzer bir vakit (nimet) dünyada yoktur. Meğer ki, Allah'a yalvarıp duran kimselerin kalplerinde taşıdığı gece münâcâtının tadı ve zevki ola...' Biri de şöyle demiştir: 'Münâcât lezzeti dünyadan değildir. O lezzet ancak cennettendir. Allah Teâlâ onu velî kullarına izhar buyurmuştur. Onlardan başkası o lezzeti duyamaz'. İbn Münkedir113 şöyle demiştir: 'Dünya lezzetlerinden ancak üç şey kalmıştır: a) Gece ibâdeti, b) Arkadaşların bir araya gelmesi, c) Cemâatle kılınan namaz'. Âriflerden biri şöyle der: 'Allah Teâlâ, seherlerde uyanık kullarının kalplerine bakar ve onların kalplerini nûrlarla doldurur. Böylece ilâhî faydalar onların kalplerinin üzerine yağar, kalpler nûrlanır, sonra onların kalplerinden o şifalar (nûrlar) gafillerin kalplerine serpilir'. Âlimlerden biri şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ seher zamanında cennete bir bakış yapar; bunun üzerine cennet parıl parıl parlayıp ışıklarla donatılır, sonra tir tir titrer, yaklaşır, güzelliği gittikçe artar ve bir milyon kat daha genişler. Sonra cennet der ki: 'Muhakkak mü'minler felâha kavuşur'. Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur: Ey cennet! Ne mutlu sana! Hükümdarlara mahsus saraylardan ibaretsin, İzzet, celâl ve yüceliğime yemin ederim, sende cebbar, cimri, mütekebbir ve gururlananlar durma-yacaklardır. Allah Teâlâ Arş'a da bir bakış yapar, Arş da bir milyon kat daha genişler. O katların her birisinin varlığıyla Allah Teâlâ da bir milyon ilme sâhip olur. O ilimlerin her birinin genişliğini ancak Allah bilir. Bütün bunlardan sonra Arş tir tir titremeye başlar. Arş'ı yüklenen meleklere Arş ağır gelir. Öyle ki onlar birbirine gi-rerler. Oysa onlar Allah Teâlâ'nın yaratıklarının sayısı kadar, belki daha fazladırlar. Bunun üzerine Arş şöyle der: 'O, ancak O'dur'. Eski âlimlerin biri şöyle der: Allah Teâlâ (c.c) sıddîklardan birine şöyle ilham etti: Kullarımdan bir grup var; ben onları, onlar da beni severler, ben onlara onlar da bana iştiyak duyarlar. Ben onları anarım, onlar da beni anarlar; onlar bana, ben de onlara bakarım. Eğer sen onların yolunda yürürsen seni severim, eğer onların yolundan saparsan senden nefret ederim! Ârif 'Ey rabbim o kullarının nişanı nedir?' diye sorunca, Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Çobanın güttüğü sürüyü gözettiği gibi, onlar da gündüzlerin ibadetlerini zamanında yapmak için gölgeleri gözetlerler. Kuşun yuvasına meyletmesi gibi, onlar da güneşin batışına meylederler. Ne zaman gece onları karanlığıyla örter, ka-ranlık artıp koyulaştığında, her âşık maşuku ile başbaşa kaldığında, o kullarım o zaman ayakları üzerinde bana doğru dikilirler, yüzlerini bana çevirirler, benim kelâmımla beni anarlar ve benim vermiş olduğum nimetlerimle bana temellük ederek yavarırlar. Onlar, çağırıp ağlayan, âh çekip isyanından şikâyet edenler arasındadırlar. Benim için katlandıkları zahmetleri benim gözümle görülmekte, muhabbe-timden ötürü çektikleri ızdıraplar! benim kulağımla dinle-nilmektedir. Onlara ilk verdiğim nimet (şudur); onların kal-bine nûrumu doldururum. Bu sayede onlardan haber verdiğim gibi, onlar da benden haber verirler. Vereceğim nimetlerin ikincisi, eğer yedi kat gök, yedi kat yer ve onlarda bulunan varlıkların tamamı terazilerine konsa, yine bu ni-metleri onlar için az görüyorum. Onlara vereceğim üçüncü nimet ise, yüzümle onlara yöneleceğim. Acaba yüzümle kendisine yöneldiğim bir kimseyi sen nasıl görürsün? (Böyle bir kimsenin mertebesi elbette çok büyüktür) Acaba hiç kimse kendisine neyi irade ettiğimi bilir mi? Mâlik b. Dinar (r.a) şöyle demiştir: 'Kul geceleyin kalkıp teheccüde başlarsa Allah Teâlâ (mânen) o kula yaklaşır. Selef-i Sâlihîn kalplerinde hissettikleri incelik, tatlılık ve nûrların, Allah Teâlâ'nın kalbe yaklaşmasından olduğuna kanaat ederlerdi'. Bu hususun -Kitab'ul-Muhabbet'de işaret edileceği gibi- bir sırrı ve tahkiki vardır. Allah Teâlâ'nın şöyle dediği rivayet edilir: 'Ey kulum, ben senin kalbine yaklaşan Allahım, gaybda nûrumu görmüştün'. Müridlerden biri, şeyhine uzun uzadıya gece uykusuz kalışından şikayet edip, şeyhinden uykusuna celbedici bir çareyi söylemesini talep eder. Şeyhi 'Ey oğlum! Bil ki, Allah Teâlâ'nın gece ve gündüzde esen rahmet meltemleri vardır. Onlar ancak uyanık kalplere isabet edip uyuyan kalplerden uzak eserler. O halde sen kalbini o esintilere karşı açık tut' der. Mürid 'Efendim, beni öyle bir hâle soktunuz ki, artık ne gece, ne de gündüz uyuyamam' der. Bunun üzerine şeyhi 'Bil ki, bu esintiler, geceleyin daha fazla umulur. Çünkü gece kalkışında kalbin saflığı ve her türlü meşguliyetin bertaraf edilmesi vardır' diye cevap verir. Sahih bir haberde Câbir b. Abdullah, Hz. Peygamber'den (s.a) şöyle rivayet eder: Gece bir saat vardır ki o saatte müslüman bir kul Allah Teâlâ'dan hayırlı bir iş istediği takdirde Allah Teâlâ ona o hayrı muhakkak ihsan buyurur.(114) Diğer bir rivayet şöyledir: 'Kul, o saatte dünya ve âhiret işinden hayırlı bir işi Allah'tan talep ederse, Allah Teâlâ muhakkak o kuluna onu ihsan buyurur'. Bu saat, her gecede mevcuttur. Zaten geceleyin ibadete devam edenlerin hedefi, bu saattir. Kadir gecesinin Ramazan ayında ve şerefli saatin cuma gününde gizlenmiş olduğu gibi, bu saat de gecenin içinde gizlenmiştir. O saat, daha önceden bahsi geçen rah-met rüzgârlarının estiği saattir. Allah daha iyi bilir.
85) Ebu'l-Velid Yunus b. Ubeydullah ve Taberânî 86)(Hişam b. Urve'den) 87)Tirmizî ve İbn Mâce 88)Namaz bölümünde geçmişti. 89)İbn Mübârek 90) Ebu Şeyh 90)İmam Irakî, bu hadîsin aslına rastlamadığını kaydeder. 91)Namaz bölümünde geçmişti 93)Müslim ve Buharı, (Ebu Hüreyre'den) 94)Müslim ve Buharî, (ibn Mes'ud'dan) 95)Taberânî, (Enes'ten) 96)Adem b. Ebî İyas, (mürsel olarak).Farz kılardım'cümlesinden maksat; 'Allah'a farz kılması için müracaatta bulunacaktım' demektir. 97)Müslim 98)Müslim ve Buharî 99)İmam Irâkî'ye göre bu hadîs uydurma'dır. 100)Tirmizî, (Bilâl'den); Taberânî ve Beyhakî, (Ebu Umâme'den) 101)Ebu Dâvud ve Nesâî, (Hz. Âişe'den) 102) İbn Ebî Dünya, (İbn Muhalled'den mürsel olarak) 103) İbn Hibban, (Ebu Hüreyre'den) 104)Ebu Dâvud ve İbn Hibban 105)Ebu Dâvud ve İbn Hibban 106)Ebu Davud ve Nesâî, (Ebu Said ve Ebu Hüreyre'den sahih bir senedle) 107)Müslim, (Ebu Hüreyre'den) 108)İmam Ahmed, Dârimi, İbn Huzeyme, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Ebu Yâ'lâ ve İbn Hibban, (İbn Ömer'den) 109)Künyesi Ebu'l-Fadl, lâkabı Şazan'dır. İbn Hibban sika (güvenilir) olduğunu söylemiştir. Buhârî ve Nesâi kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir 110) Tâbiîndendir. İbn Abbas dahil birçok sahabîden hadîs rivayet etmiştir. 111) Tâbiînin birinci tabakasındandır. Hicrî 63 yılında -61 yaşındayken-vefat etmiştir. 112)İbn Mâce, (İbn Abbas'tan) 113)Muhammed b.Münkedir b.Abdullah b.Hüdeyr, Teymî soyuna mensuptur, Medinelidir. Hicrî 130 senesinde vefat etmiştir. 114) Müslim
Geceyi Taksim Yolları
Geceyi Taksim Yolları
Miktar bakımından geceleri ihyâ etmenin yedi mertebesi vardır:
1.Bütün geceyi ihyâ etmek
1.Bütün geceyi ihyâ etmek
Böyle yapmak, sadece Allah'ın ibadetine tecerrüd eden ve münâcâatından lezzet alan, imanı kuvvetli olan kimselerin kârıdır. Bu kimselere bu şekilde ibadet etmek, ruhlarına gıda ve kalplerine hayat olur. Bunlar, ibadetin uzunluğundan yorulmazlar. Uykuyu ise, halkın meşgul bulunduğu gündüze naklederler. Bu tarzda ibâdet yapmak, selef-i sâlihinden bir cemaatin yolu idi. Bunlar sabah namazını yatsı namazının abdesti ile kılarlardı.
Ebu Tâlib el-Mekkî şöyle anlatır: 'Tevatür ve iştihar yoluyla tâbiinden kırk kişinin böyle yaptığı rivayet edilmiştir. Hattâ bu kırk kişinin içinden bu şekilde kırk sene devam edenleri bile vardır'.
Medineli Said b. Müseyyeb, Saffan b. Selim, Mekkeli Fudayl b.İyaz ve Vüheyb b. Verd, Yemenli Tavus ve Vehb b. Münebbih, Kûfeli Rebî b. Hayseme ve Hakem, Abadanlı Ebu Süleyman ed-Darânî ve Ali b. Bekkâr, Acemistanlı Habib Ebu Muhammed ve Ebu Câbir, Basralı Mâlik b. Dinar, Süleyman Et-Teymî, Yezîd er-Rekkaşî, Habib b. Ebî Sâbit, Yahya el-Buka ve Kehmes b. Minhal'ın bu şekilde devam edenlerden olduğunu Ebu Tâlib el-Mekkî söylemektedir.
Bu zevattan Kehmes b. Minhâl, ayda doksan defa Kur'ân-ı Kerim'i hatmederdi. Anlamadığı ayetleri ikinci bir defa tekrar ederek okurdu. Yine Medinelilerden Ebu Hâzım (Seleme b.Dinar el-Arec), Muhammed b- Münkedir b. Hüseyin ve sayılamayacak denli bir cemaat böyle yapardı.
2. Gecenin yarısını ibadetle ihya etmek
Bu şekilde yapan selef-i sâlihînin haddi hesabı yoktur. Bu konuda takip edilen en güzel yol, gecenin ilk üçte bir kısmıyla son altıda birini uyumaktır ki ibadeti gecenin tam ortasına isabet etsin. Zira böyle yapmak daha efdaldir.
3.Gecenin üçte birinde kalkmak
Bu bakımdan gecenin ilk yarısını ve son altıda birini uyku ile geçirmelidir. Kısaca gecenin sonunda uyku güzeldir. Çünkü bu uyku, gündüz uyuklamayı giderir. Bu ise büyük bir kârdır. Zira selef-i sâlihîn gündüz uyuklamayı kerih görürlerdi ve aynı zamanda gecenin sonunda uyumak benizin sarılığını onunla elde edilen ve bir felâket olan şöhreti azaltır. Eğer kişi gecenin çoğunu ibadetle geçirir, fakat seher vaktinde uyursa, benizin sarılığı azaldığı gibi, gündüz uyuklaması da azalır.
Âişe validemiz, 'Hz. Peygamber (sa) gecenin sonunda vitir namazını kıldığı zaman, eğer hanımlarına ihtiyacı olursa onlara yaklaşırdı. Eğer ihtiyacı yok ise Bilâl-i Habeşi gelip sabah namazı için ezan okuyuncaya kadar seccadesinin üzerine uzanıp yatardı' demektedir.[83]
Yine Aişe validemiz şöyle demiştir: 'Seherden sonra mutlaka Rasûlullah'ı uyuduğu halde görürdüm'.[84]
Hatta seleften bazıları sabah namazından önceki uykunun sünnet olduğunu söylemişlerdir. Ebu Hüreyre de böyle diyenlerdendir. Bu vakitte uyku, gayb perdelerinin arkasındaki müşahede ve mükâşefenin sebebidir. Bu ise, ancak erbâb-ı kulûb içindir. Bu uykuda günün ilk virdine yardım edecek istirahat vardır.
Gecenin son yarısının üçte birini ibadetle ihyâ etmek ve son altıda birini uyumak Hz. Dâvud'un âdetidir.
4.Gecenin altıda veya beşte birini ibadetle geçirmek
Bunun en faziletli şekli; gecenin son yarısında ve son altıda birinden önce olmasıdır.
5.Zamanı gözetmeksizin ibâdete dalmak
Bu şekilde yapılan ibadet, ancak kendisine vahiy gelen peygambere veya ayın yirmisekiz burcunu bilen veya kendisini murâkabe edip ibadete devamlılığını sağlayan veya kendisini uyandıracak bir kimseyi vazifelendiren kimseler için müyesser olabilir. Sonra bu kişi, bulutlu gecelerde çoğu zaman muztarib olur. Fakat buna rağmen gecenin başlangıcından uyku kendisine galebe çalıncaya kadar ibadet eder. Ne zaman uyanırsa, yine kalkar ibadete devam eder. Uyku kendisine bir daha galip gelirse yine uyur. Bu bakımdan bu kişinin gecede iki uykusu ve iki kalkışı vardır. Bu ise amellerin en zorlusu ve en faziletlisidir. Böyle yapmak Hz. Peygamber'in ahlâkındandır.[85]
Seleften biri şöyle demektedir: 'Bu uyku ilk uykudur. Bu uykudan uyandığım zaman, yeniden uykuya dönersem, Allah Teâlâ gözümü uyutmasın?'
Rasûlullah'ın miktar bakımından bir takdir ve tahdid ile kalkıp ibâdet etmesine gelince; ibâdet yapması, sadece bir tertip üzere değildi. Bazen gecenin yarısını ibâdetle geçirirdi. Bazende üçte ikisini yahut üçte birini veya altıda birini ibadetle geçirirdi. Rasûlullah'ın ibadet yapması çeşitli gecelerde vâki olurdu. Cenâb-ı Hakkın Müzzemmil suresinin iki yerindeki hükm-i ilâhîsi böyle yaptığına delâlet eder:
- “Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını,..”
(Müzzemmil, 20)
Gecenin üçte ikisinden daha az zaman ile, gecenin yarısı ile altıda birinin yarısı kastediliyor gibidir. Eğer âyetteki 'nısfehu' ve 'sülüsehu' kelimeleri esre ile okunursa, o vakit üçte ikinin yarısı ile üçte biri demektir. Bu bakımdan gecenin üçte ve dörtte birine yaklaşır. Eğer mezkûr kelimeler üstün ile okunursa gecenin yarısı olur.
Aişe validemiz (ra) şöyle demiştir: 'Hz. Peygamber (s.a), horoz'un ötüşünü işittiği zaman, ibâdete kalkardı. Rasûlullah'ın bu kalkışı, gecenin altıda biri ve daha azıdır'.(118) Sahâbîlerden birçok kimse şöyle anlatır: 'Rasûlullah'ın (s.a) seferdeki gece namazını gördüm. Yatsıdan sonra bir zaman uyudu. Sonra uyanıp göklere baktı ve Âlu İmrân sûresinin 191. ayetinden, 194. ayetine kadar okudu. Sonra yatağından bir misvak çekerek onunla ağzını misvakladı, abdest aldı ve namaz kıldı. Öyle ki uyuduğu kadar namaz kıldığı kanâatine vardım. Sonra uzandı; ben namaz kıldığı kadar uyudu dedim. Sonra uyandı ve ilk uyandığı zaman dediklerinin ve yaptıklarının aynısını yaptı'.(119)
6. Dört Veya İki Rek'at Kılacak Kadar Kalkmak
Bu mertebe, en düşük mertebedir. Abdest alması mümkün ol-mayan bir kimse kıbleye yönelip bir saat kadar oturduğu yerde zikir ve duâ ile meşgul olmalıdır. Böyle yaptığı takdirde Allah'ın fazlı ve keremi olarak geceyi ihyâ edenler defterine yazılır.
Bir koyunu sağmak kadar da olsa geceleyin kalk ve namaz kıl!(120) İşte gece namazının taksimat şekilleri bunlardır. Bu nedenle mürid için bu yollardan hangisi kolay ise, onu kendisine seçmelidir. Müride gecenin yarısında kalkmak zor geliyorsa, akşam ve yatsı arasını ihya etmeli ve yatsıdan sonraki virdi ihmâl etmemelidir. Seher vaktinde sabahtan önce kalkmalıdır ki, sabah kendisine uykuda olduğu halde yetişmesin ve böylece gecenin ilk başında kalkmış olsun. Yedinci Mertebe budur. Ne zaman gecenin taksiminde takdire bakılırsa bu mertebelerin tertip ve tanzimi vaktin uzunluk ve kısalığına göredir. Beşinci ve yedinci mertebede ise, zaman miktarına bakılmaz. Bu bakımdan, bu iki mertebenin daha önce veya daha sonra yapılması hususu, beliren tertip üzere cereyan etmez. Zira, yedinci mertebe, altıncı mertebede zikredilenlerden daha az değildir. Beşinci mertebe ise dördüncüden daha az değildir.
115)Müslim 116)Buharî ve Müslim 117) Buharî ve Müslim 118)Buharî ve Müslim 119)Nesâî 120)Ebu Yâ'lâ
Faziletli geceler ve günler[düzenle]
-Geceler-
Fazla faziletle donatılmış ve ihyâ edilmesi daha güzel ve faydalı olan geceler, bütün senede on beş gecedir. Allah'ın cemâlini arayan bir müridin bu gecelerden gâfil olması güzel bir hareket değildir. Çünkü bu geceler hayırların mevsimi ve ticaretlerin de tanzim edildiği zamandır. Tâcir bir kimse mevsimlerin değerlendirmesinden gâfil olduğu zaman, kâr edemeyeceği gibi, mürid de vakitlerin faziletlerinden gâfil bulunduğu zaman zaferi elde edemez.
Bu gecelerin altısı Ramazan ayındadır. Beşi, son on günün tek gecelerindedir. Zira, son on günün tek gecelerinde Kadir gecesi aranmalıdır, altıncısı ise Ramazan-ı şerifin on yedinci gecesidir. Bu gece öyle bir gecedir ki sabahında Kur'an inmiş ve iki ordu karşı karşıya gelmiştir. Bedir muharebesi de bugün de olmuştur. Abdullah b. Zübeyr (r.a), on yedinci gecenin Kadir gecesi olduğunu söylemiştir. Faziletli gecelerden olan diğer dokuz geceye gelince, onları da şöyle sıralayabiliriz:
2.Muharrem ayının birinci gecesi
3.Aşure gecesi (Muharrem ayının onuncu gecesi)
4.Receb ayının birinci gecesi
5.Receb ayının onbeşinci gecesi
6.Receb ayının yirmiyedinci gecesi: Ki bu gece mirac gecesidir ve bu gecede kılınması gereken bir namaz rivayet edilmiştir.Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Bu gece ibadet edene yüz senenin sevabı vardır. Bu bakımdan bu gecede on iki rekat namaz kılıp her rekatında Fâtiha suresi ile Kur'an'ın diğer bir suresini okuyup, iki rekatte teşehhüdde oturup sonunda selam veren bir kimse, daha sonra 'Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd Allah'a, mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur ve Allah her şeyden yücedir' duasını yüz defa, yüz defa istiğfar, yüz defa da salâvat-ı şerife okuyup kendisi için dünya va âhiret işlerinden dileğini istemelidir, o gün oruçlu olarak sabahlarsa, bütün duasını Allah Teâlâ kabûl eder. Meğer ki mâsiyet [günah] için dua eyleye...[86]
7. Şabanın on beşinci gecesi: Bu gecede yüz rekat namaz vardır. Her bir rekatın fatihasından sonra on ihlâs-ı şerif okumalıdır. Selef-i sâlihîn -nâfile namazların bahsinde söylediğimiz gibi- bu namazı terk etmezlerdi.
8. Arefe gecesi
9. Ramazan Bayramı gecesi
10. Kurban Bayramı gecesi: Hz. Peygamber (sa) şöyle buyurmuştur: “İki bayram gecesini ibâdetle ihyâ eden herhangi bir kimse-nin kalbi, kalplerin öldüğü günde ölmez.”[87]
-Günler-
Faziletli günlere gelince onlar on dokuz gündür. O günlerde virdlere aralık vermeksizin devam etmek müstehabdır. O günler şunlardır:
1.Arefe
2.Aşûre
3.Receb ayının yirmiyedinci günü: Bu günün büyük bir şerefi vardır. Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in (sa) şöyle söylediğini rivayet eder: “Her kim ki, Receb ayının yirmi yedinci gününde oruç tu-tarsa, Allah (c.c), o kimseye altmış ay oruç tutmuş gibi sevap yazar.”[88] Bugün, Cebrâil'in Hz. Muhammed'e peygamberlik getirdiği gündür.
4.Ramazanın onyedinci günü ki bu gün Bedir savaşının olduğu gündür.
5.Şâban ayının onbeşinci günü
6.Cuma günü
7.Ramazan bayramı
8.Kurban bayramı günleri
9.Zilhicce'nin 'el-Eyyâm'ul-Ma'lûmât' diye anılan on günü ve el-Eyyâm'ul-Ma'dûdât' diye anılan teşrik günleri: Enes (ra) Hz. Peygamber'den (sa) şöyle rivayet eder: “Cuma günü sağlam geçerse, haftanın diğer günleri sağlam geçer. Ramazan ayı sağlam geçtiği zaman, bütün sene sağlam geçer.”
Âlimlerden biri 'Kim dünyada bu beş günde (ciddî bir çalışmaya sarılıp) zahmetler çekerse, o kimse âhiret gününde herhangi bir zahmete uğramaz' demiştir. Beş günden şu günler kastedilmektedir: İki bayram, cuma, arefe ve aşûre günleri.
Haftanın faziletli günleri, perşembe ile pazartesi günüdür. Bu iki günde ameller Allah'ın huzuruna götürülür. Biz Kitab-u Esrar'is Savm (Orucun Sırları) bölümünde oruç tutulacak faziletli ayları ve günleri belirtmiştik. Bu nedenle bir daha tekrara gerek bulunmamaktadır. Allah'ul A'lem!
Hz. Muhammed'e, âline, ashabına ve tüm salih kullara salât ve selâm olsun!
1. CİLT SONU
Dipnotlar[düzenle]
- ↑ Buharî ve Müslim, (Muaviye'den); Tirmizî ve İmam Ahmed (İbn Abbas'dan); İbn Mâce (Ebu Hüreyre'den)
- ↑ Irakî, bu hadîsi daha önceki hadîsin bir parçası kabul etmektedir. Aynı hadîs başta yollardan da rivayet edilmiştir.
- ↑ Ebu Nuaym, Hilye; İbn Abdilberr îlim; Abdülganî el-Ezdî Muhaddislerin Adabı, (Enes'den zayıf bir senedle)
- ↑ Tirmizî, (Ebu Hüreyre'den); hadîsin garib olduğunu söylemiştir.
- ↑ [Hâkim, Nişâbur Tarihi, (Ebu Derdâ'dan); hadîsin isnadının zayıf olduğunu söylemiştir.
- ↑ Beyhakî, Şuab'il-İman, (Ebu Derdâ'dan zayıf isnadla)
- ↑ Ebu Nuaym, (İbn Abbas'dan zayıf isnadla); ayrıca Ebu Talib el-Mekkî,kut'ul-kulûb, (Muaz b. Cebel'den)
- ↑ Taberânî ve İbn Abdilberr, (Ebu Derdâ'dan)
- ↑ Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
- ↑ İbn Abdilberr, (Ebu Derda'dan zayıf bir senedle)
- ↑ İbn Abdilberr, İlim, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle)
- ↑ Hatib el-Bağdadî, Tarih
- ↑ İbn Abdilberr (Talik yoluyla); Irakî bu hadîsin senedine rastlamadığınısöylemiştir.
- ↑ İbn Abdilberr, (Muaz b. Cebel'den zayıf bir senedle)
- ↑ İbn Abdilberr ile Ebu Nuaym, (İbn Abbas'dan zayıf bir senedle)
- ↑ Taberânî, Evsat; Ebu Nuaym, Hilye, (Said b. Müseyyeb'den ve Hz. Aişe'den zayıf bir senedle)
- ↑ Tirmizî, (Ebu Umame'den) Hadisin hasen ve sahih olduğunu söylemiştir.
- ↑ Ebu Davud, Tirmizî, Nesâi ve İbn Hibban
- ↑ İbn Mâce, (Hz. Osman'dan zayıf bir senedle)
- ↑ Taberânî, Evsat', Ebu Bekir el- Acurî, Riyaz'ul Müteallimîn; Ebu Nuaym, (Ebu Hüreyre'den zayıf bir senedle)
- ↑ İbn Âbdılberr, (Enes'ten zayıf bir senedle)
- ↑ İbn Adîy, (Ebu Hüreyre'den zayıf bir senedle)
- ↑ Taberânî, (Huzam b. Hâkim'den zayıf bir isnadla)
- ↑ İsfehanî, Tergib ve Terhib, (Abdullah b. Amr'dan); Deylemî, Müsned'ul-Firdevs, (Ebu Hüreyre'den)
- ↑ İbn Abdilberr (Enes'den)
- ↑ Taberânî, (Ebu Musa'dan)
- ↑ Kumeyl, Hz. Ali'nin meşhur talebelerinden biridir. Babasının adı Ziyad'dır.
- ↑ Bu zat Hz. Ali'nin talebesidir, Arap gramerinin kurucusu olmakla bilinir. H.169 yılında vefat etmiştir.
- ↑ Bu zat ünlü zahidlerdendir. Bişr el-Hafî, Sırrî es-Sakatî gibi mutasavvıfların döneminde yaşamış ve H.130 yılında vefat etmiştir,
- ↑ Bu zat zeyd b. sabit'in âzatlısı hasan b, Yesar'dır, Hz, Ömer'in hilâfeti devrinde doğmuş, H. 110 yılında vefat etmiştir.
- ↑ İbn Mâce, (Enes b. Mâlik'ten)
- ↑ İbn Adiy ve Beyhakî, (Enes'ten); Taberânî, (İbn Abbas ve İbn Mes'ud'dan)
- ↑ Buharî, Müslim, Tirmizî, (İbn Ömer'den)
- ↑ İmam Gazâlî Şafiî mezhebinden olması nedeniyle hac ibadetini tehiri mümkün bir farz olarak ifade etmiş ve rükûnlarının bilinmesinde aceleye lüzûm olmadığını söylemiştir. Nitekim Hanefi mezhebinden İmam Muhammed ile Hanbelilere göre de böyledir. Fakat Ebu Hanife, İmam Malik ve Ebu Yusuf aksi görüştedir ve onlara göre, şartlarını haiz olan kimselerce hac ibadetinin tehiri caiz değildir.
- ↑ Beyhakî, Şuah'il-İman; Bezzar ve Taberânî, (Enes'ten)
- ↑ İbn Merduveyh (Abdullah b. Ömer'den); İbn Hibban, Dârekutnî, Hâkim ve Beyhakî, (İbn Mes'ud'dan); Buharî, (Berâ b. Âzib'den)
- ↑ Hadîse bu şekliyle muttali olamadığını söyleyen Irâkî, İbn Hibban'm Hz.Aişe'den naklettiği 'Temizlenin; zira islâm temizliktir' şeklindeki hadîsi göstermektedir. Krş. Taberânî, Evsat, (İbn Mes'ud'dan zayıf bir senedle)
- ↑ Ebû Dâvûd ve Tirmizî, (Hz. Ali'den); Tirmizî, 'Tahâret babında en sahihve en hasen hadîs budur' demektedir
- ↑ Tirmizî, (Benî Selim kabilesine mensup bir kişiden)
- ↑ İbn Mâce? (Abdullah b. Hâris'ten)
- ↑ Irâkî, Hz. Ömer'den böyle bir rivayete rastlamadığım söylerken, İbn Mâce buna benzer ve daha kısa bir hadîsi Hz. Câbir'den rivayet etmektedir.
- ↑ Bu hükümler Şafiî mezhebine göredir. Hanefîlerde ise guslün farzı üçtür: 1.Mazmaza 2.İstinşak 3.Bütün bedeni yıkamak. Abdestin farzları da dörttür: 1.Yüzü yıkamak 2.Dirseklere kadar elleri yıkamak 3.Başın dörtte birini meshetmek ve 4.Ayakları topuklarla beraber yıkamak
- ↑ Tirmizî, İbn Ömer'den hasen bir senedle
- ↑ Buharî, (Ebu Said'den)
- ↑ Taberânî el-Evsat, Hasan b. Said, Müsned, (Enes'den zayıf bir senedle)
- ↑ Buhârî ve Müslim, (Ebu Said'den)
- ↑ Ebu Dâvud, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Hibban, (Ubâde b. Sâmit'ten); İbn Abdilberr hadîsi sahih kabul etmiştir.
- ↑ Müslim, (Câbir'den); Müslim ve Buhârî, (Ebu Hüreyre'den)
- ↑ Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
- ↑ İmam Mâlik, (Said b. Müseyyeb'den mürsel olarak)
- ↑ Taberânî, el Evsat, (Enes'den)
- ↑ Beyhakî, Şuab'ul-İman, (Hz. Ömer'den zayıf bir senedle)
- ↑ Buhârî ve Müslim, (İbn Mes'ud'dan)
- ↑ İmam Ahmed ve İbn Hibban, (Abdullah b. Amr'dan)
- ↑ Tayâlisî, (Câbir'den)
- ↑ Taberânî, (Câbir'den); Hâkim, (İbn Ömer'den)
- ↑ Bezzar, (Ebu Derdâ'dan)
- ↑ İmam Ahmed ve Beyhakî, (Ümmü Eymen'den)
- ↑ Sünen sahipleri, (Ebu Hüreyre'den)
- ↑ Irâkî, bu hadîsin aslına rastlamadığını kaydetmektedir.
- ↑ İmam 'âmin' dediğinde, cemaatın da 'âmin' demesi gerektiğini bildiren hadis vardır.
- ↑ Nesâi ve Müslim, (Enes'den)
- ↑ Müslim, (Abdullah b. Saib'den) Mü'minûn suresini okuduğunu rivayet etmektedir.
- ↑ Müslim, (İbn Abbas'dan); Ebu Dâvud, (Ebu Hüreyre'den)
- ↑ Ebu Dâvud, (Ebu Hüreyre'den sahih bir senedle)
- ↑ Nevevî'ye göre, Mufassal sûreler, Hucurât süresiyle başlar ve Şems sûresinde sona erer.
- ↑ Buhârî ve Müslim, (Ümmü Fadl'dan)
- ↑ Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
- ↑ Buhârî ve Müslim, (Câbir'den) Ancak bunların rivayetinde Târık sûresinin zikri yoktur. Bu sûrenin zikri Beyhakî'ye göre sâbittir.
- ↑ Buhârî ve Müslim, Muğire b. Şu'be'den
- ↑ Buhârî, el Edeb; Müslim (Muğire b. Şu'be'den)
- ↑ Ebu Dâvud ve İbn Mâce
- ↑ Mükâteb köle;kendisiyle 'Şu kadar parayı şu kadar ayda verdiğin takdirde özgürsün'denilmek suretiyle antlaşma yapılan köle demektir. Böyle bir kölenin mal sahibi olma hakkı vardır.
- ↑ Men:İki batman demektir. Buradaki batman, dokuz yüz küsur sene evvelki Bağdad batmanı olup yüz otuz dirhem ağırlığındadır. Öşürden gaye, meyvelerden; kuru üzüm ve kuru hurma; danelerden ise buğday, arpa, pirinç, mercimek ve ihtiyarî olarak kuvt olunanlardır. Tafsilat için bkz. İmam Nevevî, Minhâc
- ↑ Hanefîlere göre süs eşyalarında da zekât vâcibdir. İster erkeğin olsun, ister kadının; ister külçe olsun, isterse de yemek kabı, bunun zekâtında kıymete değil tartıya itibar olunur. (el-Fıkhu ale'l-Mezâhib'il-Erbaa)
- ↑ Buhârî ve Müslim, (İbn Ömer'den)
- ↑ Dârekutnî ve Beyhakî, (İbn Ömer'den)
- ↑ Ebu Dâvud, (Ebu Hüreyre'den sahih bir senedle); İbn Hibban ve Hâkim Nesâî ve İmam Ahmed
- ↑ İmam Ahmed, (Ukbe b. Âmir ve Abdullah b. Amr'dan)
- ↑ Taberânî, (Abdullah b. Amr'dan zayıf bir senedle)
- ↑ Tirmizî, (Suheyb'den)
- ↑ İlim bölümünde geçmişti.
- ↑ Müslim
- ↑ Buharî ve Müslim
- ↑ Buharî ve Müslim
- ↑ Ebu Musa el-Medenî
- ↑ İbn Mâce