ESRARUT TAHARAT İmam-ı Gazali
Kullarına lütfederek, onları nezâfete mecbur eden Allah'a hamd-u senalar olsun. Temizlenmeleri için kalplerine nur lütuflarını akıtan, rikkat ve letâfet özelliğine sahip bulunan su ile bedenlerini temizlemeye imkân veren Allah'a şükürler olsun.
Kâinatın tümünü hidayet nuruyla dolduran Allah'ın Rasûlü Hz. Muhammed Mustafa'ya, O'nun güzel ve temiz âline, kıyâmet gününde, bereketiyle, korkudan bizi kurtaran, bizimle her türlü âfetin arasına bir siper gibi giren o zâta salât ve selâm olsun!
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Orada günahlardan ve pisliklerden temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da böyle çok temizlenenleri sever.” (Tevbe, 108)
Yine Kur'an'da şöyle buyurulmaktadır: “Allah size bir güçlük dilemez. Fakat sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki, şükredesiniz.” (Mâide, 6)
Basiret sahipleri bu ayet ve hadislerin zahirlerine bakarak İslam'da kalp temizliğinin her şeyin başında geldiğine hükmettiler. Çünkü Hz. Peygamber'in 'Temizlik imanın yarısıdır' hadisinden, sadece su ile temizlenip atılan kirler kast olunmamıştır; zira sularla zahiri kirler temizlense dahi, kalp, harâbe ve kirlerle dolu oldu mu böyle bir zahiri temizlik nasıl olur da imanın yarısı olabilir? Olamaz ve olması da uzak bir ihtimaldir.
Taharetin dört mertebesi vardır:
Birinci mertebe: Zâhiri necaset ve pisliklerden temizlenmektir. İkinci mertebe: Azaları günahlardan temizlemektir. Üçüncü mertebe: Kalbi çirkin ve rezil sıfatlardan temizlemektir. Dördüncü Mertebe: Sırrı mâsivadan temizlemektir. Bu tür temizlik, temizliğin en yüksek derecesidir ancak peygamberlere ve sıddıklara mahsustur.
Bu dört mertebenin her birindeki temizlik, o sahadaki çalışmanın yarısıdır. Çünkü sırrın çalışmasındaki en büyük gaye, çalışana, Allah'ın celâl ve azametinin görünmesidir. Allah'tan gayrı şeyler, sırdan göç edip çıkmadıkça, hakikî olarak Allah'ın marifeti o sırda konaklamaz. Bu sırra binaen Allah Teâlâ “De ki: 'Allah o kitabı indirdi'. Sonra onları bırak, bâtıl dedikodularında oynayadursunlar” (En'am, 91) buyurmaktadır. Çünkü Allah'ın marifeti ile Allah'tan gayrı şeylerin bir kalpte toplanması ve bir araya gelmesi mümkün değildir
Allah Teâlâ bir kişinin göğsünde iki kalp yaratmış değildir ki, mârifetullah birinde, Allah'tan gayrı şeyler de diğerinde olsun!
Kalp amelinin en büyük hedefi; kalbi, güzel ahlâk, sahih ve meşrû inançlarla süslemektir, Kalp, bu iyi ahlâk ve meşrû inançların zıtlarından temizlenmedikçe onlarla sıfatlanamaz. Fâsıklık ve rezil inançlar atılmadıkça öbürleri kalpte yerleşemez. Bu bakımdan kalbin temizlenmesi, kalp amelinin yarısı ve ikinci yarısının da tamamlanmasında şart koşulan birinci parçasıdır, İşte temizlik, bundan dolayı ve bu mânâ ile imânın yarısı veya parçası olmaktadır.
Azaların yasaklardan temizlenmesi de böylece âza amelinin yarısıdır ve ikinci yarısının oluşmasında da şarttır. Bu bakımdan âza amellerinin yarısı temizlenmeleridir. Bu temizlik aynı zamanda âzanın tamirinde büyük rol oynayan ibadetlerin doğru olmasının da şartıdır. İşte imanın makamları bunlardan ibarettir ve her makamın bir derecesi vardır.
Kul, o derecelerin üstüne, ancak o derecelerden geçmek suretiyle varabilir. Çirkin sıfatlardan sıyrılmadan sırrın temizliğine, kalbi, çirkin ahlâktan temizlemeden iyi ahlâkla tamirine varılamaz. Azalan huylardan temizleyip bu dereceyi geçmeden, ibâdetlerin mânevî süslenmelerine erişemez. Matlûb ne kadar aziz ve şerefli ise, ona varmak için o nisbette zorluklar olduğu gibi, ona giden yol da uzun ve dağdağalı olur. Sakın bu emre, temenniler ve kolaylıkla varılacağını zannetme. Evet, basiret gözü kör olup, bu derecelerin farklılığını idrâk etmeyen bir kimse, taharetin mertebelerinden ancak istenilen öze nisbetle kabul mesabesinde bulunan en son derecesini anlayabilir ve ötesine çıkamaz. Bu bakımdan, basireti kör olan bir kimse, ancak taharetin en basit mertebesine dalar ve onun mecralarını teker teker arar, bütün vaktini istincâ yapmak, elbise yıkamak, zahirin temizliğini yapmak ve bolca akan suları aramakla geçirip zayi eder. Vesvese ve hayâlin hükmüyle Allah tarafından istenilen şerefli taharetin sadece bu olduğu zannına kapılır. Selef-i sâlihînin sîretini bilmediği gibi, onların bütün vakitlerini kalbin temizlenmesine ve tefekküre sarfettiğini de bilmez ve onların, içlerinin temizliği yanında bedenî temizliğe pek önem vermediklerinden de gafildir.
II. Halife Hz. Ömer (ra) o kadar büyüklüğüne rağmen, hıristiyan bir kadının testisindeki sudan abdest aldığından ve ashâb-ı kirâmın yağlı yemeklerden sonra ellerini su ile yıkamak suretiyle değil, ancak ayaklarının altına sürmekle iktifa ettiklerinden, sabun yerine esnan denilen köpüklü bitki ile yıkanmayı yeni çıkmış bid'atlardan saydıklarından gafildirler.
Ashâb-ı kirâm (ra) camilerde toprak üzerinde namaz kılar, yollarda yalın ayak gezerlerdi. Toprak üzerine tevazularından dolayı, oturanlar ashabın en büyüklerinden sayılırdı. İstincada sadece taş ile temizlenmekle iktifa ederlerdi.
Ebû Hüreyre ve diğer suffe ashabı şöyle anlatmaktadırlar: 'Biz kızartılmış eti yer, namaz için kamet getirildiği zaman, parmaklarımızı mesciddeki kumların arasına sokar ve toprakla siler, derhal namaza istirâk ederek tekbir alırdık.'[40] Hz. Ömer şöyle anlatır: 'Biz Rasûlullah'ın zamanında köpüklü esnan ile yıkanmanın ne olduğunu bilmezdik. Bizim mendillerimiz ayaklarımızın altıydı. Yağlı bir şey yediğimiz zaman ellerimizi ayaklarımızın altına sürmek suretiyle temizlerdik'.[41]
Rasûlullah'tan sonra ilk başgösteren bid'atların dört tane olduğu söylenir:
- Elekler ve kalburlar
- Köpüklü esnan
- Sofrala
- Doya doya yemek
Bu bakımdan ashabın bütün gayesi; bâtınlarını temizlemek ve bu sayede Rasûlullah'a lâyık bir ümmet olmaktı. Hatta onlardan bazıları 'Nalınlarla namaz kılmak, onları çıkarıp namaz kılmaktan daha efdaldir' buyurmuştur. Çünkü Hz. Peygamber, Cebrâil kendisine 'Senin nalınlarında necâset vardır' dediği zaman onları çıkarmış ve öylece namaza durmuştur.
Rasûlullah'ın nalınlarını çıkardığını gören ashâb da kendi nalınlarını çıkarmıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) 'Nalınlarınızı neden çıkardınız?'6 diye sormuştur.
İmam Nehâî namazda nalınlarını çıkaranlar hakkında 'Temiz nalınını çıkarıp öylece namaza başlayanların nalınlarının muhtaç bir kimse tarafından alıp götürülmesini temenni ediyorum' buyurmuştur.'
İşte selef-i sâlihîn, zahirî emirlerde, bu kadar musâhale ve kolaylık taraftarı idiler. Çarşı ve sokaklardaki çamurlarda yalın ayak gezer ve o çamurların üzerinde, icabında sakınmadan otururlardı. Mescidlerde hiçbir şey sermeden yerde namaz kılar, hayvanlar ile sürülen ve hayvanların kirlettiği buğday ve arpa unundan çekinmeden yerler o, necasetler içerisinde yuvarlanan deve ve atların terinden sakınmazlardı. Selef-i sâlihînden hiç kimsenin zahirî necasetlerin ince teferruatına dalıp sorduğu nakledilmemiştir. İşte selefin zahirî necasetler hakkındaki kolaylık ve musahelesi bu raddeye varmıştı. Zamanımızda, cehaletin ifrat derecesini nezafet ve temizlik sayan bir gruba sıra gelmiştir. Maalesef bu grup, cehaletin ifratından gelen zahiri temizlikleri dinin temel ve esası olarak kabul etmektedirler. Vakitlerinin çoğunu gelinleri süsleyen, tel ve duvak takan kadınlar gibi zahirî süslere hasretmektedirler. Bâtınları ise, harâb olduğu gibi, kibir, ucub, cehalet, riya ve nifak pislikleriyle de doludur. Bu kötü fiillerini kötü görmedikleri gibi tasvip de etmektedirler. Eğer bu zamanda bir mü'min sadece taş ile istincâ etmekle iktifa ederse, yalın ayak gezerse, seccadeyi kaldırıp toprak üzerinde namaz kılarsa veya seccade yerine mescidin hasırları üzerinde namazlarını eda ederse veya ayağına deriden yapılmış terlik giymeksizin halılar üzerinde gezerse veya ihtiyar bir kadının testisinden veya mütedeyyin (dindar) olmayan bir kişinin tasarrufunda bulunan bir sudan abdest alırsa, böyle bir kimsenin başına kıyamet kopar ve yaptıklarını şiddetle itham ederek kendisini pis insan olarak kabul ederler. Cemaatlerinden uzaklaştırır, onunla arkadaşlık yapmayı, hele onunla yemek yemeyi çok kötü birşey kabul ederler.
Bu bakımdan zamanımızdaki cahiller, imandan olan yamalı ve perişan görünüşü pislik ve ahmaklık; sözde temizliği ise nezafet kabul ederler. Bu bakımdan mârufun münker (yani iyinin kötü) ve münkerin de mâruf sayıldığını, dinin hakikatinin silinip, şekilciliğin dinî hakikatin ve dinî ilimlerin yerini aldığını, şu zamanımızda, kolayca müşahede edebiliriz.
'Sen sûfîlerin sonradan ihdas ettikleri şeklî ve zahirî temizliklerini de mi haram ve münkerâttan sayıyorsun?' diye soracak olursan, iyi bil ki tafsilât vermeksizin mutlak bir şekilde sûfîlerin yaptıklarına 'haram' ve 'münker' demekten Allah'a sığınırım. Ancak diyebilirim ki; tasavvuf ehlinin hallerinde görünen nezâfet ve bu nezâfet için çekilen zorluklar ve hazırlanan kap ve âletler, kullanılan terlikler ve yüzü toz ve pisliklerden korumak için başa geçirilen peçeler ve diğer sebepler, mücerret bir şekilde zatlarına bakılırsa, mubahtırlar. Bazen onları iyiliklerden saydıracak niyet ve durumlarla bir arada bulunduğu gibi, bazen de haram ve münkerâta sürükleyecek niyetlerle beraber bulunurlar.
Haddi zâtında mübâh olmalarına gelince, bu gizli olmayan bir hakikattir. Çünkü malın sahibi bu şeyleri yapmak suretiyle malında, beden ve elbisesinde tasarruf etmektedir. Zayi edip, israfa kaçmadıkça bunlarda tasarruf yapabilir.
Haram ve mahzurlu olmalarına gelince, onları dinin esası olarak kabul ve Hz. Peygamber 'Din, nezafet temeli üzerine binâ edilmiştir' hadîs-i şerifini onlarla tefsir etmesi sebebiyle olur ki, şekilciliği dinin esası ve bu hadîs-i şerifin tefsiri olarak telakki eden kimseler, selef-i sâlihînin gidişatını takip edip şekilciliğe dalmayanları günahkâr ve âsî kabul ederler. Böyle bir telâkki ise, felâketin katmerlisidir. Bu yaptıklarıyla zahirlerini halka süslü göstermek ve halkın dikkatini çekmeyi kastediyorlar. İşte böyle bir davranış şeriatın çirkin gördüğü riyakârlığın tâ kendisidir.
Bu bakımdan sûfîlerin giyiniş ve kuşanışları bu iki sebebe dayanırsa mahzurlu ve haramdır. Eğer bu giyim ve kuşamdan gaye zahirî süs değil de ancak iyi bir niyetse, o takdirde bu giyiniş ve kuşanış münker değildir. Fakat bununla beraber, bu şekilde giyinmeyen ve kuşanmayanlara da hücum etmemek gerekir. Böyle giyim ve kuşamla meşgul ol-mak suretiyle namazı, vaktinin evvelinden tehir etmemek ve daha efdal olan bir ameli onun için bırakmamak, ilim ve benzeri iyi amellerin gecikmesine sebep olmamak şartıyle mübâh ve helâl olabilir.
Eğer menfî bir tesir yapmayıp iyi bir niyetle yapılırsa Allah'a yaklaştırıcı bir amel olarak kabul edilmesi de mümkündür. Fakat böyle bir giyim ve kuşam, ciddiyetle çalışanlara kolay kolay müyesser olamaz. Ancak tembellere nasib olur ki o tembeller de eğer vakitlerini bu zahirî süslere sarfetmeseler, mutlaka ya uyku ile veya boş konuşmalar ve dedikodu yapmak suretiyle geçireceklerdir.
Bu bakımdan tembellerin zahiri giyiniş ve kuşanışla ilgilenmeleri daha evlâdır. Çünkü zahiri taharet ve temizliklerle meşgul olmak hiç olmazsa, zaman zaman Allah'ın zikrini gerektirir ve ibâdetleri hatırlatır. Bu bakımdan böyle bir gidişat şeriatça münker olmayan veya israf sayılmayan bir duruma insanı sevketmedikçe zararsız bir hareket olarak kabul edilebilir. İlim ve amel ehline gelince, onların, ancak zarurî ihtiyaç miktarı vakitlerini, zahirî taharet ve temizliklere sarfetmeleri câiz olabilir. Zarurî ihtiyaçtan fazla böyle şeylere vakit sarfetmek ilim ve amel ehline uygun bir davranış değildir ve mücevheratın en kıymetlisi olan ömrü fuzulî yere sarfedip, eldeki fırsatı değerlendirmemek gibi bir felâkettir.
'Nasıl olur da, ilim ve amel ehlini istisna ederek, diğer kimselere ruhsatlı olan birşeyi onlar için ruhsatlı sayamazsın' denilemez ve bu ayırıma şaşmak da gerekmez. Çünkü Ebrâr'ın iyilikleri Ebrar'dan daha üstün olan Mukarribler için kötülük sayılmaktadır. Yani avam için ruhsatlı olan; işlenmesinde hiçbir mahzur bulunmayan hareketler havâss için mahzurludur. Tembeller nezafeti terkedip ve nezafete ihtimam veren ehl-i tasavvufa hücum etmemeli ve 'Ben zahirî nezafeti terketmek suretiyle kendimi sahâbe-i kirama benzetiyorum' iddiasında da bulunmamalıdır. Çünkü ashaba, zahirî temizliğe pek önem vermemek suretiyle benzemeye çalışmak, ancak zahirî temizlikten daha önemli olan iç temizliğiyle meşgul olunduğu takdirde mümkün olabilir.
Nitekim Dâvud-i Tâî'ye 'Neden sakalını taramıyorsun?' denildiği zaman şu cevabı vermiştir: 'Eğer sakalımı taramaya vakit bulursam, o zaman iç temizlikten kurtulmuşum demektir'.
İşte bu sır ve hikmete binaen öğreten âlim, öğrenmek isteyen talebe ve ilmiyle amel etmek isteyen âlimin elbiselerini kendi eliyle yıkamak suretiyle vaktini harcamasını uygun bulmuyorum.
'Yıkayıcılar, belki yıkadıkları şeylerde kusur eder, temiz sularla yıkamıyorlar da ondan dolayı ben, bizzat kalbim mutmain olsun diye bu vazifeyi görüyorum' demek suretiyle kendisini mâzûr göstermek de doğru birşey değildir. Çünkü selef, tabaklanmış derileri giyerek namazlarını kılar, debbağm kimliğini ve tabaklanmış elbisenin temiz veya necis birşeyle mi bu hale getirildiğini sormazlardı. Ancak necaseti gözleriyle gördükleri zaman sakırıırlardı. İnce ihtimallari kaale alıp detaylara inmezlerdi. Onlar sadece riyanın ve zulmün inceliklerine dalıp, derin derin düşünmeyi iş edinirlerdi.
Bir ara Süfyan es-Sevrî (ra), beraberinde yürüyen ve o esnada başını kaldırıp ma'mur ve yüksek bir kapıya bakan arkadaşına 'Sakın ona ve onun gibi kapılara bakma. Çünkü senin gibiler o kapılara bakmamış olsaydı, onların sahipleri de bu israfa girmezlerdi' buyurmuştur.
Bu bakımdan şatafatlı bir kapıya bakan bir kimse, kapıyı o şekilde yapıp israfa girenin yardımcısı olur. İşte selef-i Sâlihîn, zihinlerini bu incelikleri elde etmek için kullanırlardı. Zahiri necasetin ihtimallerinde zihin yormazlardı... Âlimin, elbisesini ona yıkatması ve kendisinin de ilimle meşgul olması kendisi için daha efdaldir. Çünkü alim, elbisesini yıkayıcıya yıkatmak suretiyle ona ücret verip kolaylık gösterdiği için iyilik yapmıştır. Yıkayıcı ise, nefsi emmâresini, helâl bir amelle meşgul etmekle susturmuş ve meşguliyeti müddetince günahlardan kurtulmak suretiyle iyilik yapmış olur. Çünkü nefis birşeyle iştigal etmediği takdirde sahibini meşgul eder. Eğer yıkayıcı, âlimin elbisesini yıkamakla bir âlime iyilik yapmak niyetini taşıyorsa, bu niyetiyle bu hareket, onun için en faziletli hareketlerden birisi olur. Bu bakımdan âlimin, vaktini, elbise yıkamak gibi basit şeylere sarfetmesi uygun bir hareket olmadığı için elbisesini yıkayan birisinin bulunması ve o sayede vaktini ilim tahsiliyle değerlendirmesi, âlim için en iyi harekettir. Yıkayıcı da böyle bir hareketle meşgul olup nefs-i emmârenin desiselerinden kurtulursa, kendisi için hayırlı olur. O halde her iki taraftan, yani âlimin tarafından da, yıkayıcının tarafından da hayırlar oluk şeklinde akar. Bu misâl ile buna benzer çalışmaların neticeleri düşünülüp idrâk edilebilir. Çalışmaların faziletleri ve bir kısmının diğerinden önce gelmesinin gerekliliği de böylece anlaşılabilir. Bu bakımdan ömrün sayılı dakikalarını en önemli işlere sarfetmek, bütün dünya işlerini incelemek ve saymaktan daha önemlidir. Bu mukaddimeyi hakkıyla idrâk ettiğin zaman, taharetin dört mertebeli oluşu sana güneşten daha bâriz bir şekilde görünür. Bundan sonra bilmen gerekiyor ki, biz bu bölümde taharetin dördüncü mertebesi olan zahirî nezafetten başka birşeyden bahsetmeyeceğiz. Çünkü bu bölümün birinci şıkkında sadece zahirî ve bedenî taharetten bahsedilir. Bu hakikatlerden sonra deriz ki; zahirin temizlenmesi üç kısma ayrılır:
A)Pisliklerden B)Hadesten C)Bedenin ifrazatlarından
Bedenin ifrazatlarından temizlenmek, ancak tırnakların kesilmesi, kasıkların kazınması veya ilaçla kıllarının giderilmesi, sünnet ameliyesi ve benzerleriyledir.
Abdestin Keyfiyeti[düzenle]
Kişi istincadan kurtulduğu zaman abdestle meşgul olur. Rasûlullah'm taharetten sonra abdest almaması vâki değildi. Abdest almak isteyen önce misvak kullanmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ağızlarınız Kuran'ın yollarıdır. Bu bakımdan onları misvak kullanmak suretiyle temizleyiniz.18
Misvak kullanırken Kur'ân okunmalı ve Allah'ın adı namazda zikredileceği için ağzın temizliğine niyet etmelidir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Misvak kullanılarak kılınan bir namaz, misvaksız kılınan yetmiş namazdan daha üstündür.19
Eğer zor geleceğinden korkmasaydım, her namazda misvak kullanmayı ümmetime emrederdim.20
Misvakla dişlerinizi temizlemeden, sarı dişli olarak huzuruma neden geliyorsunuz? Misvak kullanın.21
Hz. Peygamber her gece birkaç defa misvak kullanırlardı.22
İbn Abbas 'Rasûlullah daima bize misvak kullanmayı emrederdi. Rasûlullah'ın misvak kullanma hususundaki emri öyle bir raddeye geldi ki neredeyse misvak hakkında Allah tarafından bir hüküm geleceğini zannettik'23 buyurmuştur. Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: Misvak kullanınız. Çünkü o,ağzı temizler ve Allah'ın rızâsına vesile olur.24 Hz. Ali (r.a) 'Misvak kullanmak insanın zekâsını geliştirir ve balgamını söker' buyurmuştur.
Yine bir rivayete göre, Hz. Peygamberin ashabı sabahları evlerinden çıkarken misvaklarını kulaklarının arkasına yerleştirirlerdi.25
Misvak Kullanmanın Keyfiyeti
Misvak, erak veya başka ağaçların sert ve kiri giderici dallarından yapılır. Dişlerin enine boyuna sürülür. Eğer sadece enine veya boyuna kullanmak istiyorsa o zaman enine kullanmak daha evlâdır. Namaz vakitlerinde abdest alınırken misvak kullanmak müstehabdır. Abdest, namaz kılmak için alınmasa dahi... Uyku, uzun zaman sükût etmek veya kötü kokulu birşeyi yemekten ötürü ağızın kokusu bozulduğu zamanda da misvak kullanmak müstehabdır. Misvağı kullandıktan sonra yüzünü kıbleye çevirerek abdest almaya başlamalıdır.'Bismillahirrahmanirrahim' diyerek abdeste başlanır. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Besmele çekmeyen bir kimsenin abdesti mükemmel ve tam sayılmaz! Besmele'den sonra şu duayı okuyup, üç defa elini su kabına sokmadan önce üç defa yıkamalıdır:
Ey Allahım! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım ve şeytanların gelip burada hazır bulunmalarından da yine sana sığınırım! Ellerini yıkarken de şu duayı okumalıdır:
Allahım! Ben senden iyilik ve bereket istiyorum. Meymenetsizlik ve helâk olmaktan sana sığınırım.26
Sonra abdestsizliğin giderilmesi ve namaz için niyet etmelidir. Yüzünü yıkayıncaya kadar kalbinde bu niyeti devam ettirmelidir. Eğer yüzünü yıkarken niyeti unutmuşsa abdesti kâfi gelmez. (Bu hükümler Şafiî mezhebine göredir). Niyetten sonra sağ eliyle ağzına vermek üzere suyu avuçlar, üç defa ağzını gargara yapmak suretiyle çalkalar ve döker. Ancak oruçlu olan bir kimse suyu midesine kaçırmamak için gargara yapmaktan sakınmalıdır. Ağzına su verirken şu duayı okumalıdır: Ey Allahım! Seni çokça anmak ve Kur'an'ını okumak üzere bana yardım et! Ağzından sonra burnuna vermek üzere bir avuç su alır. Üç defa burnunu çalkalar. Nefes almak suretiyle suyu genzine kadar çekmeli ve sümkürmek suretiyle dışarı atmalıdır. Burna su çekerken şu dua okunmalıdır:
Ey Allahım! Benden râzı olduğun halde cennet kokusunu bana nasib eyle! Sümkürürken de şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Âhirette sığınağın kötüsünden ve ateşin pis kokularından sana sığınırım! Sümkürükten sonra suyu avuçlar, yüzünü, alnından başlayarak çene altına kadar uzunluğuna, kulak memesinden öbür kulak memesine kadar derinliğine yıkar. Alnın iki tarafında birleşen beyaz hatlar yüzün değil, başın hududuna dahildir Su, kadınların âdet edinerek cımbız ve saire ile tüylerini aldıkları şakak kısımlarına kadar yetiştirilmelidir, Bu, ipin iki ucundan biri kulak kepçesinin üst kısmına, öbür ucu da alın zaviyesine konduğu takdirde yüzün hududunda kalan yerler yüzden sayıldıkları için yıkanmalıdır. Yüz yıkanırken kaşların, bıyıkların, zülüflerin ve kirpiklerin kökleri de yıkanmalıdır. Çünkü bu kıllar,' insanların çoğunda hafiftir.Bu bakımdan bunların köklerinin yıkanması icab eder. Zülüfler sakalın üst başlangıcından yukarı ve kulaklara kadar gelen kıllardır.
Hafif sakalın köklerini yıkamak vâcibdir. Gür sakala gelince, onun altını yıkamak vâcib değildir. Çene çukurunun hükmü ise, gür ve seyrek olmasıyla sakalın hükmüne tâbidir. Sonra bütün bu fiilleri üçlemelidir veya sakalın sarkıtılmış kısmının üzerine su dökülmelidir. Parmak uçlarını göz pınarlarına ve çapak yerlerine ve sürmenin toplandığı yerlere usulca koyup oraları temizlemelidir.
Rivayet ediliyor ki Efendimiz (s.a) bunları yapmıştır.27
Bunları yaparken maddi kirlerle beraber mânevî kirlerin de gözlerinden çıkmasını ümit ederek yapmak gerekir. Böylece her azayı yıkarken mânevî kirlerin temizlenmesine niyet etmelidir.
Yüzünü yıkarken şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Dostlarının yüzü ağardığı günde nurunla benim yüzümü ağart. Düşmanlarının yüzü simsiyah kesildiği günde yüzümü karartma! Gür sakalını, yüzünü yıkarken hilâllamak (parmakla karıştırmak) müstehabdır. Sonra ellerini dirseklerle beraber üç defa yıkamalı ve parmağındaki yüzüğü oynatmalıdır. Ellerini ve yüzünü hududundan fazla yıkamalı, suyu, bâzusunun en yukarısına kadar götürmelidir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a), müslümanların abdest mahalleri pırıl pırıl parladığı halde kıyamet gününde haşrolunacağını müjdeleyerek bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: Abdest azalarını imkân nisbetinde fazla yıkamaya gücü yeten bir kimse gayret göstersin.28
Kıyamet gününde Allah'ın mü'min kullarına giydirdiği hilye, abdest suyunun yetiştiği yere kadar ulaşır.29
Sağ elinden başlamalı ve sağ elini yıkarken şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Kitabımı sağıma ver ve hesabımı kolaylaştır! Sol kolunu yıkarken de şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Kitabımı sol elime veya arkama vermenden sana sığınırım! Kollarını yıkadıktan sonra iki elini ıslatarak, sağ elin parmak uçlarını sol elin parmak uçlarına bitiştirmeli, başının ön kısmına koyarak ensesine doğru çekmelidir. Oradan da tekrar alnına doğru çekmek suretiyle bütün başını meshetmelidir. Bunu üç defa30 yapmalıdır. Başını mesh ederken şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Beni rahmetinle ört. Bereketlerinden bana indir. Arşının gölgesinden başka gölge bulunmadığı bir günde arşının gölgesinde gölgelendir. Başını meshettikten sonra yeni bir su ile şehadet parmağını kulağının kepçesine, baş parmağını kulaklarının arkasına koymak suretiyle kulaklarının içini ve dışını mesheder. Meshten sonra ellerini, silinmemiş yer kalmasın diye, kulaklarının üzerine koyarak bu şekilde meshi üç kere tekrar etmelidir. (Hanefî mezhebinde mesh bir defadır). Kulaklarını meshederken şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Beni, sözü dinleyip en güzeline tâbi olanlardan eyle. Allahım! Ebrâr kullarınla beraber bana cennet münâdisinin sesini duyar. Kulaklarını meshettikten sonra yeni bir su ile boynunu meshetmelidir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Boynu meshetmek, kıyâmet gününde bukağıların boyuna geçirilmesinden insanı emin kılar.31 Boynunu meshederken de şu duayı okumalıdır:
Ey yüce Allahım! Benim boynumu ateşten âzâd eyle. Kıyamette âsîlerin boynuna geçirilen bukağılar ve ellerine takılan zincirlerden sana sığınırım! Boynunu meshettikten sonra sağ ayağını üç defa yıkar ve sol elin parmaklarıyla sağ ayağın parmaklarını alttan hilâller. Sağ ayağın serçe parmağından başlayarak, sol ayağın serçe parmağında bu vazifeyi bitirmelidir. Sağ ayağını yıkarken şu duayı okumalıdır: Ey Allahım! Ayakların ateşe kaydığı günde benim ayağımı dosdoğru köprü üzerinde sâbit kıl! Sol ayağını yıkarken şu duayı okumalıdır:
Ey Allahım! Münafıkların ayağının kaydığı bir. günde ayağımın köprüden kaymasından sana sığınırım! Ayakları yıkarken bacaklarının yarısına kadar yıkamak müstehabdır. Abdesti bitirdikten sonra başını kaldırıp göklere bakarak şöyle demelidir:
Allah'tan başka ilah olmadığına, Allah'ın tek ve bir olduğuna, onun ortağı ve şeriki olmadığına şâhidlik ederim. Muhammed'in de Allah'ın kulu ve rasûlü olduğuna şâhidlik ederim.
Ey Allahım! Sen ortaktan münezzehsin. Senin ortağın olamaz. Senin hamdinie senden başka ilâh olmadığını bilir ve ikrar ederim. Rabbim! Ben kötülük yaptım, nefsime zulmettim. Senin affını diler ve senin kapına dönerim. Beni affet ve tevbemi kabul eyle. Zira düşkün kullarına rahmet eden ve tevbe edenlerin tevbesini kabul eden ancak sensin.
Ey Allahım! Beni tevbe eden kullarından eyle. Beni maddeten ve mânen temizlenen kullarından kıl. Beni sâlih kullarının zümresine ilhak eyle. Çok sabreden ve çok şükreden bir kul eyle. Seni çokça zikreden, sabah akşam seni tesbih eden bir kul eyle beni...
Denilir ki; abdestten sonra bu duayı okuyan bir kimsenin abdestine mânevî mühür vurulur ve o abdest arşın altına gider, orada kıyamete kadar Allah'ı tesbih ve takdis eder ve abdest sahibine de o kadar sevap yazılır.
Abdestin Mekruhları
1.Üç defadan fazla yıkamak veya meshetmek mekruhtur ve bunu yapan zulmetmiş olur. 2.Suyu israf etmek mekruhtur. Rasûlullah'ın (s.a) abdest aza larını üç defa yıkayıp meshettiğini ve bunu yaptıktan sonra şöyle dediğini rivayet ederler: Daha fazlasını yapan hem zulüm, hem de kötülük eder!32
Bu ümmetten bir kavim olacaktır. Dualarında ve abdestlerinde ifrata kaçacaklardır,33 Deniliyor ki: 'Abdestte fazla su sarfetmek kişinin bilgisinin zayıflığına delâlet eder'.34
İbrahim b. Edhem İnsanoğluna vesvesenin ilki abdestten gelir' buyurmuştur. Hasan Basrî de 'Abdest hususunda insanların üzerine gülen Velhan adlı bir şeytan vardır' demiştir. 3.Abdestten sonra elini silkip abdest suyunu sağa sola sıçratmak, 4.Abdest esnasında konuşmak, 5.Abdest alırken yüzüne su çarpmak mekruhtur. 6.Bir grup kurutmayı mekruh görerek şöyle demişlerdir:
'Abdest suyu hasenat kefesinde tartılır. Bu bakımdan silinmeme lidir\ (Şafiî mezhebine göre hüküm böyledir), Said b. Müseyyeb ile Zührî de bu görüştedirler. Fakat Muaz b. Cebel'den, Rasûlullah'm abdest aldıktan sonra yüzünü, elbisesinin kenarıyla sildiği rivayet edilmektedir.35
Âişe validemiz de (r.a) 'Rasûlullah'ın bir mendili vardı, onunla silinirdi' buyurmuştur.36 Fakat Hz. Aişe'den gelen bu rivayet tenkid konusu yapılarak; 'Bu hususta Rasûlullah'tan şâyân-ı îtimâd bir rivayet gelmemiştir' denilmektedir.
7.Bakır kaplardan abdest almak mekruhtur. 8.Güneşin hararetiyle ısınmış su ile abdest almak mekruhtur.
Bu kerâhet, tıbbi bakımdandır. Şu'be'ye bakır kaptan abdest alması için su getirildiğinde, bu sudan abdest almamış ve bu su ile abdest almanın mekruh olduğuna dair İbn Ömer ve Ebû Hüreyre'den bir hadîs rivayet etmiştir. Kalbin temizlenmesinin tevbe, çirkin huylardan uzaklaşma ve güzel ahlâkla ahlâklanmaya bağlı olduğu kesinlikle bilinmelidir. Çünkü zahirî temizlikle iktifa eden kimse, âdeta padişahî pisliklerle dolu olan eve dâvet eden kimseye benzer. Evinin dış kısmını badana etmiş, iç kısmını süpürmeden, silmeden bırakmış bir kimse gibi olur! Padişaha karşı bu küstahlığı yapan kişi, Allah'ul-Alem büyük bir cezaya çarptırılmayı hak etmiş demektir.
Abdestin Fazileti
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kim güzelce abdest alıp iki rek'at namaz kılarsa ve o iki rek'at namazda kalbinden dünyanın herhangi birşeyini ge-çirmezse, annesinden doğduğu gün gibi günâhından olur.37 Aynı hadîsin başka bir rivayetinde; 'O iki rek'atta unutkanlığa düşmezse geçmiş günahları affolunur' denilmektedir. Yine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur; Allah tarafından günahlara keffâret oları ve derecelerin yükselmesine vesile bulunan şeyi size haber vereyim mi? Sıkıntılı zamanlarda tam manâsıyla abdest alır, camiye yürür ve kıldığı namazdan sonra ikinci bir namazı bekler! Hz. Peygamber bu sözün ardından üç defa İşte, ribat budur' demiştir.38
Hz. Peygamber (s.a) abdest azalarını birer defa yıkayarak: 'Bu öyle bir abdesttir ki Allah, namazı ancak bu abdestte kabul eder' buyurmuştur. Abdest azalarını ikişer defa yıkayarak abdest alıp şöyle buyurmuştur: 'Kim, ikişer defa azalarını yıkamak suretiyle abdest alırsa, Allah ona iki defa ecir verir'. Hz. Peygamber bir defasında da abdest azalarını üçer defa yıkamak suretiyle abdest alarak şöyle buyurmuştur: Benim abdestim ve benden önceki peygamberlerin abdesti ve Allah'ın dostu Hz. İbrahim'in abdesti işte böyledir.39
Abdest alırken Allah'ı anan bir kimsenin bütün bedenini Allah Teâlâ temiz kılar. Kim abdest alırken Allah'ı zikretmezse, onun ancak suyun değdiği azalan temizlenir. Gerisi ise mânevi kirle kalır.40 Abdestli olduğu halde yeniden abdest alan bir kimse için Allah Teâlâ on sevap yazar.41 Abdest üzerine abdest, nur üzerine nurdur.42 Bütün bunlar abdestin yenilenmesine teşvik ve tergib sadedinde zikredilmiştir. Müslüman, abdest aldığı zaman, ağzına verdiği su ile ağzındaki günahlar çıkar. Burnuna aldığı suyu dışarıya atarken onunla beraber burnundaki günahlar atılır. Yüzünü yıkarken günahlar yüzden, hattâ göz kirpiklerinin altından teker teker çıkıverirler. Ellerini yıkarken tırnaklarının altından çıkacak derecede ellerinden günahları çıkar. Başını meshederken günahlar başından çıkarlar, hatta kulaklarının dibinden bile çıkar. Ayaklarını yıkarken günahlar ayak tırnaklarının altından dökülür. Sonra kişinin bu abdestle mescide gitmesi ve namaz kılması da kişi için nafile sayılır.43 Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber 'Abdestli olan, oruç tutan gibidir' buyurmuştur.44
Abdestini güzel alıp, bitirdikten sonra, kişi gözlerini semâya kaldırıp Eşhedu enlâ ilâhe illâllahu vahdehu lâ şerike lehu ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasûlühu derse cennetin sekiz kapısı birden kendisine açılır ve istediği kapıdan cennete girebilir.45 Hz. Ömer (r.a): 'Sahih ve kâmil bir abdest, şeytanı senden uzaklaştırır' demiştir. İmam Mücâhid de şöyle der: 'Kimin gücü, temiz olarak, Allah'ı anarak ve Allah'tan af dileyerek gecelemeye yetiyorsa mutlaka böyle yapsın; zira ruhlar hangi durum üzere bedenlerden çıkarlarsa mahşere de aynı durumda girerler'.
17) Bezzar, (İbn Abbas'dan zayıf bir senedle); İbn Mâce ve Hâkim, (Ebû Eyyûb, Câbir ve Enes'den) 18) Ebû Nuayın, Hilye, (Hz. Ali'den); İbn Mâce, (Hz. Ali'den mefküf olarak) 19) Ebû Nuaym, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle). Ebû Dâvûd ve Hakîm, (Hâkim hadîsin sahih olduğunu söylemiştir); Beyhakî, (Hz. Aişe'den); hadîsin zayıf olduğunu söylemiştir. 20) Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den) 21) Bezzar ve Beyhaki, (İbn Abbas'tan) 22) Müslim, (İbn Abbas'tan) 23) İmam Ahmed 24) Buhârî» (Hz. Aişe'den); Nesâî Ye İfan Huzeyme 25) Hatîb, (Mâlik'ten); Ebû Davud ve Tirmizî 26) Tirmizî, İbn Mâce 27) İmam Ahmed, (Ebû Umame'den); Dârekutnî, (Ebû Hüreyre'den zayıf bir senedle) . 28) Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den) 29) Buhari ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den) 30) Meshin üç defa yapılması Şafiî mezhebine göredir. 31) Deylemî, Müs?ıed'ul~Pirdeus, (Hz. Ömer'den). Irâkî zayıf olduğunu söylemiştir. 32)Ebû Dâvûd ve Nesâî, İbn Mâce, (Amr b. Şuayb'dan) 33)Ebû Dâvûd, İbn Mâce, İbn Hibban ve Hâkim, (Abdullah b. Mugaffel'den) 34) Bu söz, selef-i sâlihîne ait bir sözdür, hadîs değildir. Bu bakımdan Irâkî'nin 'asılsız bir hadîstir' şeklindeki hükmü yanlıştır. (Zebîdî) 35) Tirmîzî, (hadisin garib olduğunu ve isnadında zaaf bulunduğunu söylemiştir). 36) Tirmizî 37) İbn Mübârek, Zühd vc Rekaik; Buhârî V2 Müslim, (Hz. Osman'dan) 38) Buhârî ve Müslim 39) İbn Mâce, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle) 40) Dârekutnî, (Ebû Hüreyre'den zayıf bir senedle) 41) Ebû Davud, Tirmizî ve İbn Mâcc, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle) 42) Rezin, Müsned; (İbn Hacer, bu hadîsin zayıf olduğunu söylemiştir) 43) Ebû Dâvûd, İbn Hâce, (Senabici'den sahih olarak) 44) Deylemî, (Ebû Hüreyre'den) 45) Nesâî, (Ukbo b. Amir'den.)
Bedenden Çıkan Ter ve Diğer Temiz İfrazatlar[düzenle]
Temiz maddeler iki kısma ayrılır: a. Hariçten gelenler b. Bedenin parçaları
I. KISIM
Birinci kısım, kir ve kirlere iltihak eden bedenî nemlerdir. Bunlar da kendi aralarında sekiz kısma ayrılır:
1. Başın saçlarında toplanan kir ve bittir. Saçları yağlamak, taramak ve yıkamak suretiyle kirden ve bitten temizlenmek müstehabdır. Bir de yıkanmak, taranmak ve yağlanmakla başın dağınık saçları intizama sokulur. Hz. Peygamber:
Saçını yağlar, arada sırada da tarardı. Ashâb-ı Kirâm'a da 'Arada sırada saçlarınızı yağlayın (ve tarayın)' derdi.47
Kimin saçı varsa saçının bakımını yapsın! Bir ara saçı darmadağınık, sakalı tozdan ve bakımsızlıktan keçeleşmiş birisi Hz. Peygamberin huzuruna girdi. Bu vaziyet karşısında. Hz. Peygamber 'Bu adamın, saçlarını yumuşatacak kadar yağı yok mu?' dedikten sonra şöyle devam etti: 'Şeytan gibi yanıma giriyor'.48
2.Kulağın kıvrımlarında toplanan kirdir. Kulağın meshedil mesi, kulağın görünür kısımlarında ve kulak kepçesinin derinliklerindeki kirlerin silinmesi demektir. Bu bakımdan hamamdan çıkarken, kulak zarını incitmeyecek şekilde, kulağın kıvrımları temizlenmelidir. Zira kulakta kirin birikmesi, çoğu zaman duyma hâssasını dumura uğratır,
3.Burnun içinde, sağına soluna yapışarak katılaşan kirlerdir. Bunları sümkürmek ve abdest alırken burnuna su almak suretiyle gidermek lâzımdır.
4.Dişlerde ve dilin ucunda toplanan kir ve sarılıklar. Bunlar da daha önce zikrettiğimiz gibi misvak kullanmak ve abdest alırken ağza su vermek suretiyle temizlenir.
5.Sakalda, taranmadığı ve yağlanmadığı takdirde, biriken kir ler ve bitlerdir. Bunların giderilmesi yıkanmak ve taranmakla olur.Meşhur bir rivayette şöyle denilmektedir:
Hz. Peygamber tarağını ve aynasını ne seferde ne de hazerdeyanından ayırmazdı.49 Hz. Peygamber, günde iki defa sakalını tarardı.50 Rasûlullah'ın (s.a.) sakalı gür ve sıktı.51 Hz. Ebû Bekir'in sakalı da öyleydi. Hz. Osman'ın sakalı ince ve uzun, Hz. Ali'ninki de kucağı dolduracak derecede enliydi. Yukarıda geçen hadîsten daha garib olan bir hadîs-i şerifte Aişe validemiz şöyle buyuruyor: 'Bir cemaat Rasûlullah'ın kapısında toplandı. Rasûlullah'ın onların yanına çıkarken su kabına eğildiğini, başını ve sakalını düzelttiğini görünce dedim ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sen de mi böyle yapıyorsun?' Bu sözüme karşılık olarak Allah'ın Rasûlü şu cevabı verdi: Evet, Allah Teâlâ, kulunun, arkadaşlarını üstü başı intizamlı olduğu halde karşılamasını sever.52
Cahil kişi, çok zaman Rasûlullah'ın başını ve saçını düzeltip de ziyaretçileri karşılamasını belki de zahirini insanlara süslü olarak göstermek istediğine hamletmektedir. Çünkü cahilin nazarında Rasûlullah'ın ahlâkı başkalarının ahlâkına kıyas edilmektedir. Zira cahil, melekleri demircilere benzetir. Halbuki iki sınıfın arasında çok uzun mesafeler vardır. Hz. Peygamber, halkı dine davet etmekle vazifeliydi. Durumunu dâvet edenlerin kalbinde büyütmek onun vazifeleri arasındaydı. Böylece dâvet edilenlerin nefisleri, Rasülullah'ı zahirî perişanlık ve kirden dolayı hor karşılamasın, küçük görüp nefretlerini mucip olmasın diye suretini, sîreti gibi onların gözlerine güzel gösterirdi. Zira böyle yapmasaydı, münafıklar, İslâm'a dâvet edilenlerin nefretini bu cepheden tahrik edeceklerdi. Rasûlullah'ın bu hareketinin taklidini yapmak halkı İslâm'a dâvet eden bir âlime vâcibtir Yani davetçi, halkın nefretini mûcib olan dış görünüşünü mümkün olduğu kadar zapt-u rapt altına alarak düzeltmelidir. Böyle şeylerde niyete bakılır. Bunu yapanın niyet ve maksadına göre hüküm değişir. (Eğer niyeti süs ve böbürlenmek ise, bu bir felâkettir. Eğer niyeti şahsını tahkir etmemek ve dâvasını kabul ettirmek ise o zaman beis yoktur). Bu bakımdan bu gaye ile süslenmek güzeldir. Hatta nefsine ve dünyaya kıymet vermiyor mânâsına gelsin diye saçını sakalını karıştırıp taramayan da büyük bir tehlikeye girmiş demektir.
Fakat saç ve sakal taramaktan daha önemli vazifelerle meşgul olduğu için onlara bakmaya vakit bulamıyorsa, o zaman hareketi güzeldir. Bunlar Allah ile kul arasındaki bâtınî hallerdir. Bunları kritik ve tedkik eden Allah (cc) basîrdir. En ince noktasına kadar hepsini bilir ve görür. Onu aldatmaya ve şaşırtmaya kalkışan, kendisini aldatmaktan başka bir neticeye varamaz! Halkın dikkatini çekmek için bu işleri âdet edinen nice cahiller vardır. Hem kendi nefsini, hem de başkasını kandırmaya kalkışırlar. Gayelerinin 'hayır yapmak' olduğunu iddia ederler. Âlimlerden kıymetli elbise giyen bir grubu görürsün ki, 'Gayemiz bid'atçıların ve mücadelecilerin burnunu kırmak ve böylece Allah'a yaklaşmaktır' derler. Bu iddiaların doğru olup olmadığı, bütün gizlilerin su yüzüne çıktığı ve mezardaki toprak zerrelerine dönüşen varlıkların diriltilip haşre gönderildiği, kalplerdeki niyetlerin açıkça kulun yüzüne vurulduğu günde belli olacaktır, İşte o zaman, saf altın sahtesinden ayırt edilecektir. Büyük duruşma gününde mahcubiyetten Allah'a sığınırız!
6.Parmak kıvrımlarında toplanan kirlerdir. Asr-ı saadetten evvel Araplar, yemekten sonra el yıkamayı âdet edinmedikleri için,parmak kıvrımlarını yıkamıyorlardı ve böylece o kıvrımlarda bol kir toplanmaktaydı. Ne zaman ki Hz.Peygamber, Allah'ın nizamıyla gönderildi, onlara parmaklarının kıvrımlarını yıkamayı emir buyurdu.53
7.Parmak uçları ile tırnakların altındaki kirlerdir. Hz. Peygamber, müslümanlara, parmak uçları ile tırnaklarının altındaki kiri temizlemeyi emretti.54 Çünkü Araplar her zaman ellerine makas geçip de onunla tırnaklarını kesmeye fırsat bulamazlardı. Bu bakımdan tırnakları uzar, altları kirle dolardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber belirli vakitlerde tırnakların kesilmesini emretti.
Böylece koltukların ve kasıkların temizlenmesini de kırk gün olarak tesbit etti.55 Fakat tırnakların altında kirin kırk gün kalmasına Hz. Peygamber müsamaha etmedi. O müddet zarfında tırnakların altında biriken kirin herhangi bir vasıta ile çıkartılmasını emretti.56
Bir ara Hz. Peygambere vahiy geç gelmişti. Cebrâil (a.s) vahyi getirdiği zaman (Hz. Peygamber, Cebrail'e şöyle sordu): 'Neden geç geldin?' Cebrâil 'Siz parmaklarınızın kıvrımlarını yıkamıyor, parmaklarınızın ucunu temizlemiyor ve dişlerinizin pasını da misvak kullanmak suretiyle gidermiyorsunuz. O halde biz melekler sizin üzerinize nasıl inebiliriz? Ümmetine bunları yapmayı emret' dedi.57
Öf kelimesi tırnak altındaki kir, Tüf kelimesi de kulak kiri demek olduğuna göre Allah Teâlâ'nm 'Sakın onlara öf bile deme' (îsra/23) ayetinin mânâsı, 'Onları, tırnaklarının altındaki kiri temizlemek suretiyle taciz etme' demektir.
Bazı kimseler de ayete şu mânâyı vermişlerdir: Tırnaklarının altındaki kirden âciz olduğun gibi anne-babanın yükünden âciz olma'.
8.Terden ve yerden kalkan tozlardan beden üzerinde biriken kirlerdir. Bu kirleri ancak hamam giderir. Bu kiri gidermek için hamama gitmekte herhangi bir beis yoktur.
Hz. Peygamberin yüce sahabîleri Şam şehrinin hamamlarına girmiştir. Hatta onlardan bâzıları 'Evlerin en iyisi hamamdır. Bedenin kirini temizler ve insana cehennemi hatırlatır' demişlerdir. Bu rivayet, Ebû Derda ve Ebû Eyyûb el-Ensârî'den (r.a) nakledilmektedir. Bazıları da 'Evlerin en kötüsü hamamdır. Avretini gösterir, hayayı da siler' buyurmuştur.
Bu zikrettiğimiz sözler, hamamın âfetini belirtmek içindir. Daha evvelki söz ise, hamamın fazileti hakkındadır. Bu bakımdan hamamın afetinden korunmak şartıyle ondan istifade etmeye çalışmakta beis yoktur. Fakat şu kadar var ki, hamama giren bir kimsenin sünnet ve vâcib olmak üzere birçok vazifeleri vardır. Kendi avreti hakkında iki, başkasınki hakkında da iki olmak üzere dört vazifesi vardır. Kendi avreti hakkında vâcib olan vazifeleri şunlardır:
a)Avretini başkasının gözlerinden korumak
b)Avret mahallini başkasının ellemesinden muhafaza etmek
Bu bakımdan avret mahallini yıkamasını ve kirlerinin giderilmesini kendi eliyle yapmalıdır. Baldırlarını, göbeğinden kasıklarına kadar olan kısmını keseletmemelidir. Ön ve arka deliklerinin hâricinde kalan diğer yerlerin temizlenmesi için keseletmekte iki ihtimal mevcuttur. (Bir ihtimale göre, helâl, diğerine göre haramdır) fakat kıyasa en uygun fetvaya göre 'haram'dır. Çünkü ön ve arka deliklerin ellenmesi haramlık hususunda bakmaya kıyas edilir. Nasıl ki, oralara bakmak haramsa, ellenmeleri de haramdır. Bu bakımdan avret mahallinin diğer kısımlarının da böyle olması gerektir. Yani baldırlar da bu hükme dahil olmalıdır.
Başkasının avreti hakkındaki vâcib olan iki vazife de şunlardır:
a)Avret yerine bakmaktan sakınmak
b)Avret sahibine avretini açmamasını emretmek
Çünkü şeriata muhalif ve münker bir şeyi gören müslüman, onu yasaklamak mecburiyetindedir. Bu bakımdan bunu söylemek de hamama giren bir insana farz olur. Ama karşı tarafın onun sözünü kabul etmemesi halinde kendisinden mesuliyet kalkar. Dövülmekten, hakarete uğramaktan veya kötü bir hâdiseden korkarsa susmayı tercih edebilir.
Bu bakımdan haramı işleyen bir kişiyi, ikinci bir haramı işlemeye sürükleyici bir harekette bulunmak hiçbir müslümana yakışan bir fiil değildir. Kişinin 'Ben ne söyleyeceğini bilmiyorum. Biliyorum ki, sözüm fayda vermez ve o insan benim sözümle amel etmez' sözü meşrû bir mazeret değildir. Belki daha önce söy-lediğimiz mahzurlar mevzu bahis değilse avret mahallini açan bir kimseyi mutlaka ikaz etmek gerekir. Zira insanoğlunun kalbi, hoş görülmeyen hareketinden ötürü, bazan müteessir olup ibret alır. Günahkarlığından ötürü ayıplandığı zaman, o günâhı bırakmak şuuruna sahip olması da ihtimal dahilindedir. Yapılan itiraz, günahı, onun gözünde çirkin gösterir ve nefsini o günahtan nefret ettirir. Bu bakımdan nasihatin terkedilmesi caiz değildir. îşte bu sırra binaen bu zamanda hamama girmemek daha ihtiyatlı bir hareket sayılmıştır ve daha doğrudur. Zirâ şu zamanda avret yerlerinin açılmadığı bir hamam tasavvur edilemez gibidir... Bilhassa göbek ile kasık üstü arasındaki yer ise daha fazla açılır. Zira halk, bu yerleri avretten saymamaktadır. Halbuki şeriat, bu arayı da avret mahalli olarak kabul ve avretin hududu içine dahil etmiştir. İşte bunun için hamamı tamamen terketmek veya sadece ücret mukabilinde boşalttıktan sonra hamama gitmek müstehab olmuştur.
Bişr b. Hars el-Hafî "Bir dirhemi olup da bununla hamamı boşaltmayan bir kişi ne de katı kalpli bir kimsedir' demiştir. İbn Ömer'in hamamda oturduğunu, yüzünü duvara çevirdiğini ve gözlerini bir bezle bağladığını görenler olmuştur.
Bazı âlimler 'Hamama gitmekte beis yoktur. Fakat iki peştemal kullanmak şartıyla... Birini avret yeri için, ikincisini de başa örtmek, gözlerini haram bakışdan korumak için kullanmalıdır. demişlerdir.
Hamama Girmenin Sünnetleri
1.Niyyet. Yani sadece dünyanın geçici kirlerini temizlemek için olmadığı gibi, nefsinin hevasına tâbi olarak da hamama girmemelidir. Sadece, namazını süslemek için, dinen sevimli olan nezafeti yerine getirmek kastıyla hamama girmelidir.
2.Hamama girmeden önce hamamcının ücretini vermelidir. Çünkü hamamda ne kadar su harcanacağı meçhul olduğu gibi, hamam sahibinin beklediği ücret de meçhuldür. Bu bakımdan başta ücreti vermek iki ücretten birisinin meçhuliyetini ortadan kaldırmak demektir. Böylece hamam sahibinin de kalbi mutmain olur.58 3.Hamama sol ayağıyla girmelidir.
4.'Bismillahirrahmanirrahim, eûzübillâhi min'er-ricsi'nnecesi el-habis'ilmuhabbes eş-şeytan'ir-racim' (Rahman ve rahîm olan Allah'ın adına sığınarak hamama giriyorum. Allah'ın rah metinden kovulmuş, habis ve habasetin girdabına daldırılmış ne cis şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım) demelidir.
5.Tenha bir zamanda girmek veya hamam ücretini tamamen üzerine alıp hamamı şahsına tahsis ettirmektir. Çünkü eğer ha mamda dindarlardan başka hiç kimse yoksa ve orada bulunan dindarlar, avret yerlerini göstermedikleri gibi başkasının avret mahallerine de bakmasalar bile avret yerinin dışında kalan çıplak bedene bakmakta hayasızlık kokusu olduğu için insana avret yerlerine bakmayı hatırlatmaktadır. Bir de insan, hareket esnasında avret yerlerinin açılmamasından emin değildir. Ayağı peştemalın bir tarafına takılır, peştemalı sıyrılır, bilmediği halde başkasının avret yerine bakmak durumunda kalabilir, İşte bu sırra binaen İbn Ömer (r.a) hamama girdiği zaman, gözlerini bir bezle sımsıkı bağlardı.
6.Hamama girerken omuzlarını yıkamalıdır.
7.Hamama girer girmez en sıcak terletme yerine dışarda ter lemeyince girmemelidir,
8.İhtiyaçtan fazla su sarfetmemelidir. Çünkü örf ve âdet kari nesiyle hamama giren kişi ancak ihtiyacı kadar su sarfetmek du rumundadır. Eğer ihtiyaçtan fasla suyu sarfedeceğine hamam sâ hibi vakıf olursa, mutlaka hoşuna gitmeyecektir. Hele sıcak su...
Zira sıcak suda hem külfet var ve hem de suyu o hale getirmek için fazlaca para sarfedilmiştir.
9.Hamamın hararetiyle cehennem hararetini hatırlamalıdır. Kendisini bir saat sıcak kabinede hapsedilmiş farz etmeli ve onu cehenneme kıyas edip ibret almalıdır. Çünkü hamamın terletme kabinesi cehenneme en fazla benzeyen bir yerdir. Altında ateş, üstünde karanlık. Allah Teâlâ'dan bu biçimde olan cehennemden bizi korumasını dileriz. Akıllı bir kimse, yalnız hamamda değil,belki her yerde, her an için âhireti hatırlamaktan gafil olmamalıdır. Çünkü onun son varacağı yer ahirettir. Bu bakımdanhamama giren bir kişi, hamamda gördüğü sıcak su, ateş ve başka şeylerden ibret alıp istifade etmelidir. Her kişi himmeti ve anlayışı nisbetinde bakıp gördüklerini değerlendirir. Sözgelimi bir bezzaz (kumaş satıcısı), bir marangoz, bir duvar ustası ve bir dokumacı dayalı döşeli bir eve girerler. Onların ne yaptıklarına baktığında görürsün ki, bezzaz sergilere (halılara-perdelere) bakıp, kaç para edeceklerini hesap eder. Dokumacı nasıl dokuduklarını, marangoz ise, tavanlara bakarak terkiplerinin keyfiyetini, usta ise duvarlara bakıp kuvvetli ve müstakim olduklarını düşünür.
İşte bunlar gibi âhiret yolcusu da her gördüğü şeyi âhirette fayda verici, hatırlatıcı ve nasihat edici bir şekilde kabul ederek tedkik eder. Belki âhiret yolcusu herhangi birşeye baktığı zaman, Allah Teâlâ ona ibret almak yolunu açar. Siyaha baktığı zaman kabrin karanlığını hatırlar. Yılana baktığı zaman cehennem yılanlarını düşünür. Çirkin bir surete baktığı zaman cehennem zebanilerini, kabirdeki Nekir ve Münker i tefekkür eder. Dehşetli bir ses işittiği zaman İsrafil'in Sûrunu hatırlar. Güzel birşey gördüğünde cennetin nimetlerini düşünür. Red veya kabul anlamına gelen bir kelimeyi çarşıda veya bir evde işittiği zaman, hesaptan sonra, red veya kabul olunacağının sonucu kendisine görünmeye başlar. Bu durumların akıllı bir kimsenin kalbine galip gelmesi en uygun bir harekettir. Zira akıllı bir kimseyi âhiretten, ancak, dünyanın önemli meseleleri çevirebilir. Bu bakımdan dünyada kalacağı zamanı âhiretteki müddete nisbet ettiğinde dünyayı hakir görmeye başlar. Tabiîdir ki, kalbi gaflete dalmayan ve basireti kör olmayanlar için durum böyledir.
10. Hamama girerken hiç kimseye selâm vermemelidir. Kendisine de hamamda selâm verildiği takdirde 'selâm' lâfzını söylemek suretiyle cevap vermemelidir. Eğer başkası, verilen selâmı cevaplandırırsa sükût etmelidir. (Çünkü selâm, Allah'ın yüce isimlerinden biridir. O yüce ismi böyle kirli yerlerde zikretmek azametine uygun düşmemektedir).
İsterse selâm verene 'Allah senin günahlarını ve hastalıklarını gidersin' demek suretiyle cevap verebilir. Hamama giren bir insanın hamamda bulunan bir kimse tarafından elinin sıkılmasında, 'Allah sana âfiyet versin' demek suretiyle dua etmesinde bir beis yoktur.59 Hamamın adabından birisi de hamamda çok konuşmamak ve açıktan Kur'ân okumamaktır. Terleme kabinesine girmek üzereyken açıkça 'Eûzübillâhi min'eş-şeytan'irracim' demekte beis yok-tur. Akşam ve yatsı arasında ve güneş batmak üzereyken hamama girmek mekruhtur. Çünkü o vakitler şeytanların dağılıp vazife yapacakları ânlardır.
Bedenini başkasına keseletmekte beis yoktur. Yusuf b. Esbat'ın böyle yaptırdığı naklolunmaktadır. Deniliyor ki, bu zat, ölümünden önce arkadaşlarından olmayan bir kimsenin kendisini yıkamasını vasiyet ederek, 'O, beni bir defa hamamda kese yapmıştı. Bu bakımdan ben onu sevindirecek bir mükâfat ile taltif etmek istiyordum. Benim cenazemi yıkamakla sevineceğini kesinlikle biliyorum' dedi. Hamamda başkasına kese yaptırmanın caiz olduğuna, şu rivayet de delâlet etmektedir:
Hz. Peygamber, bazı seferlerinde bir yerde konakladı. Konakladığı o yerde yüzüstü yatarak mübarek sırtını siyah bir köleye ovdurdu. Râvi diyor ki, ben 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu da nedir? diye sorunca Rasülullah (s.a) 'Deve beni sarstı da ondan ovduruyordum' diye cevap verdi.60 Kişi yıkandıktan sonra bu nimete karşı Allah Teâlâ'ya şükretmelidir. 'Kış mevsiminde sıcak su güzel nimetlerdendir denilmiştir. İbn Ömer de 'Hamam, sonradan icat edilen nimetlerdendir7 demiştir. (Kasıkların tüylerini düşürmek için kullanılan ve) Nevre denilen maddeyi sürdükten sonra hamama girmenin, insanı cüzzam hastalığından koruduğu söylenilmiştir.. Yine 'Ayda bir defa nevreyi kullanmak, harareti söndürür, rengi parlatır ve cima kuvvetini geliştirir' denilmiştir. 'Kış mevsiminde, hamamda, ayakta bevletmek, bir ilâcı içmekten daha faydalıdır' denilmiştir.61
Deniliyor ki: 'Yaz mevsiminde hamamdan sonra uyumak, ilâç içmekle eşittir. Hamamdan çıkınca ayakları soğuk su ile yıkamak, insanı Nekres denilen hastalıktan korur'. Hamamdan çıkarken başına soğuk su dökmek veya soğuk su içmek mekruhtur. (Zira şiddetli baş ağrısına sebep olduğunu tesbit etmişlerdir). Buraya kadar söylediklerimiz erkekler içindir. Kadınlara gelince, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Evinde banyosu olduğu halde eşine hamama gitmek için izin vermek müslüman bir erkeğe helâl değildir.62 Halk arasında meşhur olan bir hadîs-i şerîfte şöyle denir:
Erkeklere peştemalsiz hamama girmek haramdır. Lohusa ve hasta kadınlar hariç, kadınlara da hamama gitmek haramdır.63 Âişe validemiz hastalığından ötürü bir defa hamama gitmiştir. Eğer kadın zaruret sebebiyle hamama girmişse mutlaka başından ayak topuklarına kadar inen bir peştemala bürünmelidir. Erkeğe, hanımına hamam ücreti vermek mekruhtur. Zira eşine hamam ücreti vermek suretiyle onu mekruha sevketmek hususunda yardımcı olur. Bu bakımdan keraheti irtikâb eden kimse mânen sorumlu olur.
47)İbn Salâh, böyle bir hadîse rastlamadığını, İmam Nevevî de mâruf olmadığını söylemektedir. Krş. Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî, (Abdullah b. Mugaffel'den) 48)Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibban, (Câbir'den hasen bir isnadla). Allah Rasûlü, kişinin kılık kıyafetinin perişanlığım şeytâna benzetmiştir. Zirâ Arapların perişanlıkta ifrat derecesine kaçan bir şeyi şeytana benzetmek adeti vardı. 49)İbn Tâhir, (Ebû Said'den); Taberânî, (Hz. Aişe'den zayıf bir senedle). 50)Hadis bu lâfızla vârid olmamıştır. Ancak Tirmizî'nin Şemail'de zikrettiği bir hadîste şu cümle geçmektedir: 'Hz. Peygamber sakalını çokça tarardı7. 51)Tirmizî, Şemail, (Hind b. Ebî Hâle'den); Ebû Nuaym, Delâil'un-Nübüvve, (Hz. Ali'den) 52) İbn Adiyy; (hadîsin münker olduğunu söylemiştir). 53)Hâkim-i Tirmizî., Nevadir, (Abdullah b. Bişr'den) 54)İmam Ahmed, (İbn Abbâs'tan) 55)Müslim, (Enes'ten) 56)Taberânî, (Vabise b. Said'den) 57)İmam Ahmed, (İbn Abbâs'tan) 58) Bu, müellifin dönemine ilişkin bir keyfiyettir. 59) Bu dua yapılırken Allah lafzı gizli söylenmelidir. 60)Taberânî, Evsat, (Hz. Ömer'den zayıf bir senedle) 61)Ayakta bevletmek, oturarak bevletmekten daha hayırlıdır. Fakat ayakta bevleden kimsenin, avret mahallini halka göstermemesi,mecbur kalmadıkça bevletmemesi, terkedilmiş bir yeriaraması ve üzerine sıçratmaması gerekir. (Zebîdî, İthaf us-Saade, III/406)
Guslün Keyfiyeti[düzenle]
Su kabını sağ tarafına koyduktan sonra besmeleyi çeker. Ellerini üçer defa yıkar. Daha önce de dediğimiz şekilde istincâ eder. Eğer bedeninde necaset varsa onu su ile giderir. Bütün bunları yaptıktan sonra namazda olduğu gibi abdest alır.
Ancak şu kadar var ki, ayaklarının yıkanmasını guslün sonuna tehir etmelidir. Çünkü yıkandıktan sonra ayakları tekrar yere basması, suyu zayi etmekten başka birşeye yaramaz. Abdest aldıktan sonra üç defa başına, üç defa sağ omuzuna ve üç defa da sol omuzuna su döker. Sonra ön ve arkasını güzelce ovalar. Başını ve sakalını karıştırır, isterse hafif, isterse gür olsun sakalın köklerine suyun yetişmesi lâzımdır. Kadınlar için örgülerin açılması vacip değildir. Ancak suyun, örgüler açılmadıkça saç köklerine yetişmediği bilinirse açmak mecburiyetindedirler. Bedenindeki deri kıvrımları ve çukur yerleri yoklamalıdır. Guslün arasında avucunun içini aletine değdirmemeye dikkat etmelidir. Eğer gusül esnasında el tenasül uzvuna değerse ikinci defa abdestini yenilemelidir. Eğer gusülden evvel abdest almışsa gusülden sonra yeniden abdest almaya lüzum yoktur. İşte abdestin ve guslün sünnetleri bunlardır. Âhiret yolcusuna bu konuda lâzım gelen ilim ve ameli zikrettik. Zikrettiğimiz meselelerin dışında kalan hususlar ise, duruma ve zamana göre gerekli olanları fıkıh kitaplarından öğrenilmelidir.
Gusülde zikrettiğimiz meselelerden ikisi farzdır: 1.Gusle niyet etmek 2.Bütün bedeni su ile yıkamak
Abdestin farzı ise altıdır: 1-Niyet 2-Yüzün yıkanması 3-Dirseklere kadar ellerin yıkanması 4-Mesh denilecek kadar başın meshedilmesi 5-Ayakların topuklara kadar yıkanması 6-Tertip Ara vermeden arka arkaya abdest azalarını yıkamak ise, vâcib değildir.[42]
Gusül dört şeyle vacib olur: A)Meninin çıkışı B)Erkek ve kadının sünnet yerlerinin birleşmesi C)Hayız D)Nifâs (lohusalık) kanı
Bu dört şeyle vâcib olanın dışında kalan gusüller ise sünnettir. İki bayramın, cumanın, Arafat vakfesine çıkmanın, ihrama girmenin, Müzdelife'ye varmanın ve Mekke şehrine girmenin gusülleri gibi. Teşrikin üç gününde yapılan üç gusül ve vedâ ziyareti için yapılan gusül de, bir kavle göre, sünnet olan gusüllerdendir. Bir kâfirin, müslüman olduğunda cünüp değilse gusletmesi sünnettir. Delinin akıllandığı, sıhhat bulduğu zaman, gassalin ise ölüyü yıkadıktan sonra gusletmesi sünnettir. Bu bakımdan bütün bu gusüller müstehabdır. (Şâfiî mezhebinde sünnet, mendûb ve müstehab tâbirlerinin mânâsı birdir).
43)Ebû Dâvûd, İbn Hâce, (Senabici'den sahih olarak) 44)Deylemî, (Ebû Hüreyre'den) 45)Nesâî, (Ukbo b. Amir'den.)
Hadesten (Hükmî Necasetlerden) Temizlik[düzenle]
Hadesten temizlik abdest, gusül, ve teyemmüm etmek demektir. Bunların evvelinde istincâ gelir. Biz tertip üzere, bunların keyfiyetlerinden, âdâb ve sünnetleriyle beraber abdestin sebeplerinden ve def-i hacetin âdabından başlayacağız.
Def-i Hacetfin Adabı
1.Sahrada def-i hâcet etmek isteyen bir kimsenin insanların gözünden uzaklaşması, 2.Eğer varsa bir siperin arkasına gizlenmesi, 3.Oturacak yere varmadan evvel avret mahallini açmaması, 4.Güneşe, Ay'a ve 5.Kıbleye yüzünü ve arkasını çevirmemesi en uygun harekettir. Ancak evlerin içindeki tuvaletlerde bu şartlar gerekli değildir. Bununla beraber ev içindeki tuvaletlerde de kıbleden, güneş ve aydan önünü ve arkasını çevirmek daha iyidir.Eğer sahrada,bineğini kendisine siper yaparak taharete durursa caizdir. Hattauzun etekle de siper yapılabilir. 6.İnsanların toplanıp konuştukları belirli yerlerde küçük ve büyük taharetlerini yapmamak gerekir. 7.Durgun suya, 8.Meyveli ağacın altına, 9.Haşerelerin yuvalarına küçük su dökülmemesi daha uygundur. 10.Sert bir yere, 11.Rüzgârın estiği tarafa üzerine sıçramaması için küçük abdest yapılmamalıdır. 12.Otururken sol tarafa meyletmeli, 13.Tuvalete giriliyorsa evvela sol ayağını, çıkarken de sağ ayağını atmalıdır. 14.Ayakta küçük su dökülmemelidir.
Âişe validemiz 'Size Rasûiullah'ın ayakta küçük su döktüğünü söyleyen kimselere inanmayınız9 buyurmaktadır.
Hz. Ömer (r.a) şöyle anlatır: "Rasûlullah (s.a) beni ayakta su dökerken gördüğünde 'Ey Ömer! Sakın ayakta su dökme" buyurdu". Hz. Ömer 'Bu tavsiyeden sonra ayakta su dökmedim' diyor.10
Fakat ayakta su dökmek hususunda ruhsat vardır. Çünkü Hz. Huzeyfe b. Yemân (r.a) £Hz. Peygamber (s.a) ayakta su döktü. Ben de ona temiz su getirdim, atâestini aldı ve mestlerinin üzerine meshetti'11 buyurmaktadır. 15.Banyoda yıkanırken küçük su dökmemek gerekir.Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Vesveselerin çoğu, banyoda yapılan bevlden ileri gelmektedir İbn Mübârek 'Eğer üzerinden su akıyorsa banyoda bevl yapmakta beis yoktur' demiştir. İbn Mübârek'ten bu hükmü İmam Tirmizî rivayet etmektedir. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: Sakın hiçbiriniz yıkandığı yerde bevledip, sonra aynı yerde abdest almasın. Çünkü vesveselerin çoğu boyle bir hareketten neş'et eder. İbn Mübârek de 'Eğer yapılan bevlin üzerinden su akarsa beis yoktur' demektedir. 16.Helaya giden, üzerinde Allah'ın ve Rasûlullah'ın ismi yazılı birşeyi taşımamalıdır. 17.Helaya başı açık girmemek lâzımdır. 18.Helaya girerken şu duayı okumalıdır: Pis, necis, habis, habislenen ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olan şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım! 19.Heladan çıkarken de şu duayı okumalıdır: Bana eziyet veren kısmı benden çıkaran ve bana faydalı olanı bedenimde bırakan Allah'a hamdolsun! Bu duayı okurken helanın dışında bulunmalıdır. Yani dışarı çıkmak üzereyken duayı okumaya başlamalıdır. 20.Taharete oturmazdan evvel istincâ âletini hazırlamalıdır. 21.Tahâret edilen yerde su ile yıkanmamalı, belki pisliğin bu lunduğu yerden uzaklaştıktan sonra yıkanmalıdır. 22.Tenasül âletini üç defa oğalamak, öksürmek ve gezmek su retiyle istibrâ etmelidir. Sol elini âletinin alt kısmına dolaştırarak son damlanın akmasını temin etmelidir.
İstibrâ hakkında vesveseye düşecek şekilde düşünmemelidir. Çünkü istibrâ düşüncesinden dolayı vesveseye kapılan bir kişiye istibrâ etmek ve abdest almak çok güçleşir. Donda görülen ıslaklığa gelince, onun, temizlik suyunun eseri olduğunu kabul etmelidir. Eğer ıslaklığın görülmesi kendisine eziyet veriyorsa nefsinde 'görülen ıslaklık yıkanmakta kullanılan suyun eseridir' kanâati yerleşsin diye donuna ve ön kısmına eliyle su serpmek suretiyle vesveseden kurtulmalıdır. Hadîslerde Hz. Peygamber'in istincadan sonra donuna su serptiği vârid olmuştur.13
Ashâb-ı kiramdan istibrâ hususunda en rahat davrananları en fazla fıkıh bilenleri idi. Bu bakımdan istibrâ hususunda vesvese, kişinin az fıkıh bildiğine delâlet etmektedir. Hz. Selman şöyle anlatır:
Rasûlullah (s.a) bizlere herşeyi öğretti. Hatta nasıl abdest bozacağımızı bile... Bize kemikle, hayvan tersiyle istincâ etmemizi emretti. Büyük ve küçük taharetleri yaparken kıbleye doğru durmaktan bizi nehyetti.14 Bir adam, bedevî arkadaşlarından (bu kısım Zebidî'nin tashihine göre tercüme edilmiştir. Çev.) biriyle arasında ağız kavgası olduğundan dolayı 'Senin güzel taharet edeceğini dahi sanmıyorum/ der. Bedevî 'Babanın hayatıyla yemin ederim ki ben taharet almayı iyi bilirim ve bu hususta çok mâhirimdir' diye karşılık verince, adam 'O halde bize nasıl taharet edileceğini izah et' der. Bedevî şöyle izah eder: 'Halktan uzaklaşırım. Taharete oturmazdan evvel istincâ etmek için taşları hazırlarım. Bir tümseğin arkasına sığınırım. Arkamı esen rüzgâra veririm. Geyiğin oturuşu gibi oturur, Nea'me denilen hayvanın kuyruğu gibi mak'adımı kaldırıp öylece ihtiyacımı görürüm'. İnsanoğlunun, perde arkasında, arkadaşına yakın bir yerde bevletmesi dinen caizdir. Çünkü Hz. Peygamber, en fazla hayaya sahip olduğu halde insanlara bu gibi bir hareketin caiz olduğunu bildirmek için böyle yapmıştır.15
İstincâ Nasıl Yapılır?
Def-i hacetten sonra önünden başlayarak mak'adını üç taş ile temizler. Eğer üç taş ile temizlenirse onunla yetinebilir. Eğer üç taş kâfi gelmezse dördüncü taşı kullanır. Bununla temizlendiği takdirde taşları tekleştirmek için beşinci taşı da kullanmalıdır. Çünkü temizlemek vâcib, Pekleştirmek ise müstehabdır. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur.:
Taş ile temizlenen bir kişi taşları tek olarak kullansın!16 Taşı sol eline alır, mak'adının önüne koyar, arkaya doğru çekerek sıyırır. İkinci taşı yine sol eliyle alır, bu sefer maksadın arkasından öne doğru sıyırır. Üçüncü taşı alır, evvelâ çıkış noktasının etrafında çevirir ve atar. Eğer çıkış noktasının etrafında taşın dolaştırılması kolay değilse üçüncü taşla maksadın önünden arkasına doğru sıyırıp temizlerse kâfi gelir. Bunu yaptıktan sonra sağ eline büyük bir taş alır. Âleti de sol elinde olduğu halde taşı âletine sürter. Fakat bunu yaparken sol elini depretmek suretiyle taşın uç kısmına âleti sürter veya üç taşla ya da bir duvarın üç ayrı yerine sürtmek suretiyle bu temizliği tamamlar. Mesh yerinde ıslaklık görülünceye kadar âletini meshetmeye devam etmelidir. Eğer iki defa sürtmek suretiyle görülmeye başlarsa, üçüncü sürtmeyi de yapmalıdır. Eğer sadece taş ile yetinip su kullanmamak niyetinde ise, taşa üçüncü defa sürtmek vâcib olur. Eğer dördüncü sürtünme ile âletinin temizlenmesi sona ererse, beşinci sürtünme müstehab tır ki, sürtünmeler tekleşsin. Taşlarla istincâ eden kişi, o yerden başka bir yere geçmeli, sağ eliyle suyu pislik yerine dökmeli ve pislik kalmaymcaya kadar sol eliyle ovalamalıdır Pisliğin eserinin kalmamasını, sürtünmekle el hissedebilir. Çıkış noktasının kıvrtmlarıyla uğraşıp onları temizlemeyi pek ihtimama lâyık görmemelidir. Çünkü bu yer vesvesenin kaynağıdır. Ancak zahirdeki yerleri güzelce yıkamak kâfidir. Suyun varmadığı her yerin iç taraf olduğunu bilmelidir. Necasetin hükmü ise, iç kısımdaki kalıntılar dışarı çıkmadıkça bunları kapsamaz. Dışarda bulunup ve kendisine necaset hükmü sâbit olanların zâhir sayılmaları için suyun onlara yetişmesi ve su vasıtasıyla silinmeleri lüzumlu olmalıdır. Bu bakımdan bu hususta vesveselerin hiçbir mânâ ve faydası yoktur. İstincadan kurtulduğu zaman şu duayı okumalıdır: Ey Allahım! Kalbimi nifaktan temizle, tenasül uzvumu fuhşiyattan koru ve muhafaza eyle!
İstincadan sonra eğer koku kalmışsa elini yere veya bir duvara sürmelidir. îstincada su ve taşı bir arada, beraberce kullanmak müstehabdır. Rivayet edildiğine göre, 'Orada günahlardan ve pisliklerden temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da böyle çok temizlenenleri sever' (Tevbe/108), ayeti nâzil olduğu zaman Hz. Peygamber Kubâ Mescidi*nin yakınlarında oturan kimselere 'Allah'ın sizler için övdüğü bu taharetiniz nedir? Bana söyler misiniz? buyurmuş, onlar da 'Biz istincada su ile taşı bir arada kullanıyoruz' demişlerdir.17
Tirmizî, İbn Mâce, Nesâî; Tirmizî 'Bu babda daha sahih bir hadîs yoktur* demiştir. lü) İbn Mâce, {zayıf bir senedle); İbn Hibban, (İbn Ömer'den) 11)Buhârî ve Müslim 12)Sünen sahipleri, (Abdullah b. Mugaffel'den); Tirmizî hadîsin garib olduğunu belirtmiştir. 13) Ebû Dâvûd ve Nesâî, (Süfyan b. Hakem'den) 14) Müslim 15) Buhârî ve Müslim, (Huzeyfe'den) 16) Buhârî ve Müslim, (Ebû Hüreyre'den)
İkinci kısım da, bedende çıkan sekiz şeydir[düzenle]
Bunlar sırasıyla şöyledir. 1. Saçlar Temizlik için saçı tras etmekte beis yoktur. Saçın temizliğine, yağlamak ve taramak suretiyle, riayet edebilecek bir kimse için saç bırakmakta da beis yoktur. Ancak kötü itiyadlı kimselerin âdetleri gibi saçının bir kısmını kesip bir kısmını bırakırsa o zaman mesele değişir. Veya Ehli Beyt gibi, saçını örgüler halinde bırakırsa o zaman da mahzurludur. Çünkü bu şekilde saç bırakmak halk arasında Ehl-i Beytim, şiarı olmuştur. Bu bakımdan Ehl-i Beytten olmayan bir kimsenin bu şekilde saçını bırakması karışıklığa meydan vermektedir.
2. Bıyıklar Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Bıyıklarınızı kısaltınız. Sakallarınızı uzatınız.64 Hadîsin diğer bir rivayetinde cezzu tâbiri, başka bir rivayetinde de huffu'ş-şevaribe va'fullıha şeklindedir. Yani bıyıklarınızın önlerinden almak suretiyle dudakların kenarlarına kaydırınız. Sakallarınızı ise salınız.
Nitekim, Huffunnn mânâsı 'birşeyin etrafını sarmak' demektir. Bu kelimenin bu mânâya geldiğini şu ayet desteklemektedir: Bir de melekleri görürsün ki, rablerinin hamdiyle tesbih ederek arşın etrafını kuşatmışlardır. (Zümer/75) Hadîsin diğer bir rivayetinde bıyıkların tamamını makaslamak suretiyle kısaltmak mânâsını ifade eden ve Huffu tâbirinden daha mübalâğalı olan Ahfu tabiri de vârid olmuştur. İhfa kökünden gelen bu fiilin, tamamını kısaltmak mânâsını ifade ettiğine delil olarak şu ayet gösterilebilir: Eğer sizden mallarınızın hepsini ister de sizi çıplak bırakacak olursa cimrilik edip vermezsiniz. (Muhammed/37)
Bıyıkların dipten tras edilmesine gelince, hadîste böyle şey vârid olmamıştır. (İmam Mâlik, bıyığı dipten traş edenlerin tedib edilmesini emrederdi. Hazret, aynı zamanda bıyıklarını makasla üstten kısaltmayı da kerih görürdü) Dipten tras etmeye yakın olan üstten makaslamak ise, Hz. Peygamberin sahabîlerinden nakledilmiştir.
Tâbiîn-i Kiram'dan biri bıyıklarını makasla kısaltan birisini gördüğünde 'Bana Allah Rasûlü'nün ashabını hatırlattın' demiştir. Mugîre b. Şû'be (r.a)65 şöyle buyurmuştur:
Hz. Peygamber bir ara bana baktı. Bıyıklarım da uzamıştı. Bana; gel dedi, yanına vardım, bıyıklarımın uzun kısmını bir misvak üzerine alarak makasla kısalttı.66
Bıyıkların uçlarını uzatmakta beis yoktur. Hz. Ömer ve başka sahabîler bıyıklarının uçlarını uzatmışlardır. Çünkü bıyıkların uçları ne insanın ağzını kapatır ve ne de yemeğin kalıntıları kılların içinde kalır. Zira yemek, bıyık uçlarına yetişemez. Rasûlullah'ın 'Sakallarınızı affediniz' demesi uzatınız anlamındadır. Bir hadîste şöyle buyurulmaktadır: Yahudiler bıyıklarını uzatıyor sakallarını kısaltıyorlar. Siz ise, yahudilere muhalefet ediniz.07
Bir kısım âlimler bıyık uçlarının traş edilmesine mekruh demişler ve bunu Bid'at saymışlardır.
3Koltuk Kılları Koltuk kıllarını en fazla kırk günde bir defa yolmak müstehabdır. Başlangıçta koltuk kıllarını yolmaya alışanlar için kırk günde bir defa yolmak kolay gelir. Koltuk altlarını traş etmeyi âdet edinenler için traş etmek kâfidir. Çünkü yolmakta zahmet ve acıtma vardır. Gaye de temizliktir, ve bu temizlik traş ile de elde edilir.
4.Kasık Kılları Kasık kıllarını traş etmek veya Nevre denilen maddeyi kullanmak suretiyle kazıtmak müstahabtır. En fazla kırk günü geçmemek en uygun harekettir.
5.Tırnaklar Tırnakları kesmek müstehabtır. Çünkü tırnaklar uzadığı takdirde çirkin görünürler ve altlarında kirler toplanmaya başlar. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Ey Ebâ Hüreyre! Tırnaklarını kes! Zira uzayan tırnakların üzerinde şeytan oturuyor.68
Eğer uzayan tırnağın altında kir varsa, o kir abdestin sahih olmasına mâni olmaz. Çünkü bu, suyun sızmasına mâni değildir. Bir de insanoğlunun çalışmaya olan ihtiyacından ötürü kir hakkında kolaylık gösterilmiştir. Hele erkeklerin tırnakları altında bulunan kirler... Hele köylüler ve göçebelerin el ve ayak üstlerinde ve kıvrımlarında toplanan kirler... Hz. Peygamber kirli gördüğü tırnakları kesmelerini emrederek tırnak altında toplanan kirlere kızardı. Fakat hiç birisine 'Namazını iade et!' diye emir vermezdi. Yine de eğer namazını iade etmesini söyleseydi, bu sözün mânâsı 'Namazın olmadığı için yeniden kıl!' demek değildir.
Belki bu sözün altında başka bir maksat yatmaktadır. O da onları kirli olmaktan alıkoymak ve kurtarmaktır.
Hiçbir kitapta tırnak kesiminin tertibi hakkında rivayet edilmiş bir hadîse tesadüf etmedim. Ancak işittiğime göre, Hz. Peygamber (s.a) sağ elinin şehadet parmağından başlar, o elinin baş parmağında tırnak kesmeyi sona erdirirmiş... Sol elinin ise serçe parmağından başlar, baş parmağında bitirirmiş... Bu rivayeti tedkik ederek düşündüğüm zaman kalbime şu mânâ geldi:
Bu rivayet sahihtir. Çünkü böyle bir mânâ, nübüvvet nuru olmazsa insanoğluna keşfonulamaz. Basiret sahibi alim kişiye gelince, onun gayesi Rasûlullah'dan kendisine naklolunan fiili aklî delille takviye etmektir. Bu bakımdan bu hususta bana görünen hakîkat şudur: El ve ayak tırnaklarının kesilmesi mutlaka gereklidir. El, ayaktan daha şerefli olduğu için elden başlamalıdır. Sağ, soldan daha şerefli olduğu için sağ elden başlamalıdır. Sağ elde beş parmak vardır. Onların en şereflisi şehadet parmağıdır. Çünkü şehadet kelimesi söylendiğinde parmaklar arasından ancak onunla Allah'ın birliğine işaret edilir. Şehadet parmağından sonra o parmağın sağına düşen ortanca parmağına devam etmek suretiyle tırnak kesimini sürdürmelidir. Çünkü şeriat temizlik ve benzeri işleri sağdan boşaltmayı müstehab görmektedir.
Eğer elin dışını yere koyarsak o vakit baş parmak şehadet parmağının sağında olmaktadır. Eğer elin ayasını yere koyarsak şehadet parmağının sağındaki parmak ortanca parmaktır. Sonra elin ayası diğer elin ayasının üzerine konulduğu zaman parmaklar bir daire halini almaktadır. Bu bakımdan daire tertibi şehadet parmağının sağından gidip şehadet parmağına tekrar gelmeyi gerektirir. O halde sol elin serçe parmağından başlayıp baş parmağında sonuçlandırmak ve sağ elinin kalmış olan baş parmağında bitirmek gerekmektedir. Biz bu durumu, iki elin ayasını karşı karşıya getirmek suretiyle takdir ettik ki, tırnak kesmekteki sıra daha iyi anlaşılsın. Böylece takdir etmek, ellerden birinin içini diğerinin dışına veya birinin dışını diğerinin dışına koymaktan daha evlâdır. Çünkü tabiî duruş bu iki şekli de gerektirir. Ayak parmaklarına gelince, eğer bu hususta nakledilmiş bir hadîs yoksa kanaatime göre, en uygun şekil şöyledir: Sağ ayağın serçe parmağından başlamalı, sol ayağın serçe parmağında sonuçlandırmalıdır. Nitekim ayak parmaklarının hilâllenmesi de böyledir. Çünkü el parmakları hakkında zikrettiğimiz mânâlar ayaklarda tatbik edilmemektedir. Zira ayaklarda şehadet parmağı yoktur.Ayağın parmakları ise, yerde dizilmiş bir saf gibidir. Bu bakımdan onların sağından başlanmalıdır. Tabanı taban üzerine koymak suretiyle bir yuvarlak halka takdir etmekse tabiata muhalif düşer. Fakat ellerde mesele değişiktir. Tertip konusundaki bu incelikler, nübüvvet nuruyla bir anda insanoğluna inkişaf eder. Ancak bu incelikler bizim için çok zordur. Bizden parmakların tertibi hakkında sual sorulsaydı, biraz önce beyan ettiğimiz şekilde kalbimize çoğu zaman bu tertib gelmezdi.
Fakat Hz. Peygamber'in basiret gözüyle gördüğü hükmün şahidliğiyle sabit olan ve mânâya dikkati çeken ve izlediği tertibi hatırlamamız sayesinde bu mânâyı elde etmek gayet kolay bir şeydir.
Sakın Rasûlullah'ın hareket ve fiillerini ölçü, kanun ve tertip dışı sanıp kötü bir zann'a kapılma! Belki bizim zikrettiğimiz ihtiyarî işlerin tamamında insan iki veya daha fazla kısımlar arasında tereddüd edebilir. Belki onu yaptırmaya veya başkasını bırakıp o kısmı seçmeye zorlayan bir hikmet vardır. Zirâ mânâsız ve tesadüf eseri olarak körü körüne hareket etmek hayvanlara mahsus bir ahlâktır. Hareketleri, mânâların ölçü ve hikmetlerini zapt u rapt altına almak ise, Allah dostlarının âdeti ve seciyesidir. İnsanoğlunun hareket ve iradesi ne kadar intizamlı ve başıboşluktan uzaksa, o nisbette peygamber ve velîlerin mertebesine yakındır. Allah a olan yakınlığı da daha açık bir şekilde görünür. Çünkü peygambere yakın olan, Allah'a yakındır. Allah'a yakın olanın yakınlığı ise kesindir. O halde yakına yakın olan başkasına nisbetle Allah'a daha yakındır. İşlerimizin dizgininin hevâ ve arzular vasıtasıyla şeytanın elinde olmasından Allah'a sığınırız.
Hz. Peygamberin Sürme Kullanması
Hareketlerini zapt u rapt altına almak hususunda Hz. Peygamber'in sürme kullanmasından ibret al. Zira Hz. Peygamber'in âdeti şöyleydi: Sağ gözüne üç, sol gözüne de iki defa sürme çeker, sağ göz daha şerefli olduğu için sağdan başlardı.69 İki göze eşit şekilde sürme çekmemesi, sürmelenmenin tek olmasını istemesinden kaynaklanıyordu. Çünkü tek çiftten daha faziletlidir. Allah tektir, teki sever. Bu bakımdan kulun hiçbir fiili Allah'ın vasıflarından birisine uygun düşmekten uzak olmamalıdır. İstincâ taşlarının tek olmasının müstehab olması da bu hikmetten dolayıdır. Sürme çekmekte üç defa ile yetinmedi. Oysa üç de tektir. Fakat o zaman sol göze bir defa isabet ederdi, bir defa sürmek de sürmeyi kirpiklerin köklerine kadar tam manâsıyla ulaştırmazdı. Sağ göze üç defa sürme çekmesine gelince, fazilet tekte olduğuna göre, daha üstün ve efdal olan sağa daha fazla itibar etmek istedi. Çünkü bu hareket adalete daha uygun düşer. Şayet Hz. Peygamber'in sol gözüne iki defa sürme çekmekle yetindiğini söyleyecek olursan, derim ki, sol göze iki defa sürme çekmek zaruri olmuştur. Zira her iki göze de tek sürdüğü takdirde toplamı çift olur. Zira tek adet, teke eklenirse çift olur. Kişinin bir hasletin hükmünde olan fiilin tamamında tek sayıyı gözetmesi, tek göze sürme çekerek tekleşmeyi gözetmesinden daha evlâdır.
Fakat herbir göze üç defa sürmenin de bir hikmeti olabilir; zira bu sefer de gözleri abdest azalarına kıyas etmiş olur. Sahih bir hadîste 'Abdest azalarının her biri üç defa yıkansın!' hükmü vârid olmuştur. Belki de bunu gözetmek daha evlâ olur. Rasûlullah'ın (s.a) hareketlerinde gözettiği incelikleri saymaya kalkışırsak, konu uzadıkça uzayacaktır. Bu bakımdan söylemediklerimizi söylediklerimize kıyas et.
Alim kişi şeriatın bütün mânâlarına muttali olmadığı takdirde Rasûlullah'ın vârisi olamaz. Âlimin, Rasülullah'a hakiki vâris olabilmesi için nübüvvet derecesi hâriç, diğer derecelerde Rasulullah'a yaklaşması gerekir.
Rasûlullah'ın kavradığı gibi şeriatı bütünüyle kavramalıdır. Zira mirası kazanıp elde eden ve elde etmek için de çaba sarfeden murîsdir. Vâris ise, çaba sarfetmeksizin ancak intikal yoluyla malı edinen kimsedir. Bu mânâlar, derin sırlara nisbeten çok daha kolay olduğu halde yine de başlangıçta ancak peygamberler müstakil olarak idrâk ederler. Peygamberlerin ikazı olmadan bu mânâları elde etmek müstakil olarak başka kimselere nasip olmaz. Ancak peygamberlerin vârisleri bulunan âlimler hariç...
6-7. Göbek Fazlası ve Sünnet Sırasında Kesilen Parça Göbeğe gelince, doğumun ilk ânında kesilir. Doğumun yedinci gününde sünnet ameliyesiyle temizlik yapmak yahudilerin âdeti olduğu için çocuğun gelişip biraz kuvvetlenmesine kadar tehir edilmesi, yahudilere muhalefet olması bakımından daha iyi bir hareket ve çocuk için de tehlikesiz ve daha emin bir yoldur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.:
Sünnet ameliyesi erkekler için sünnet-i seniyyedir. Kadınlar için de bir güzelliktir.70 Kadınların sünnet ameliyesinde, pek derinden kesmemek daha uygundur. Hz. Peygamber, kadınları sünnet ederken fazla derine giden Ümmü Atiyye'ye şöyle demiştir:
Ey Ümmü Atiyye! Sünnet edilen parçayı üstten kırp, köküne dek dalma. Çünkü üstten kırpmak, yüze daha fazla su ve kan (güzellik) verir ve koca için de daha lezzetli olur.71
Hz. Peygamberin kinayesindeki tabirin güzelliğine dikkat ediyor musunuz? Nübüvvetim en önemli hedefi olan âhiret hayatının faydalarından dünya hayatının fayda ve kolaylıklarına kadar uzanan parlak nurlara bir bakınız!
Bu güneş gibi parlak ve gizlileri açıkça gösteren ışıklar sayesinde mektep medrese görmeyen Peygamber (s.a) insanlık âlemine yönelen bu hadisenin hassasiyetini görerek onun en hassas noktasına işaret buyurmuştur. O nokta ki, eğer insanoğlu ondan gafil olursa zararından fazlasıyla zarar etmesinden korkulur. Nübüvvet nuruyla hükmeden bu peygamber-i zişânı, âlemlere rahmet olarak gönderen Allah'ın şâm çok yüce ve büyüktür. Allah Teâlâ onu din ve dünya işlerini bir arada himmet ve bereketiyle yürütmek için göndermiştir!..
8. Sakal Biz bu bahsi en sona bıraktık ki bu münasebetle sakal hakkında vârid olan sünnetler ve bidatlerden de bahsedelim. Zira sakalla ilgili sünnet ve bidatlerden bahsetmenin en uygun yeri burasıdır. Ulema, sakalın uzunluğu mevzuunda çeşitli görüşler ileri sürmüştür. Bazıları 'tutamdan fazlasının kesilmesinde beis yok-tur demişlerdir.
Hz. Ömer ve tabiînden de bir cemaat bu görüştedir. Nitekim Şa'bî ve İbn Şirin de böyle hareket etmeyi güzel görmüşlerdir. Hasan Basrî ve Katade bir tutamdan fazlasını kesmeyi kerih görerek şöyle demişlerdir: "Sakalın bir tutamdan fazlasını kırpmamak ve salıvermek daha iyidir. Çünkü Hz Peygamber 'Sakalınızı uzatınız' buyurmuştur".
Eğer sakalın her taraftan kesilmek suretiyle kırpılması ve yuvarlak bir şekle sokulması sözkonusu ise, bu takdirde Hasan Basrî ve Katade'nin görüşü doğru değildir. Çünkü sakalı haddinden fazla uzatmak bazen hilkati (sureti) çirkinleştirip gıybetçilerin tân etmesine vesile olur.
Bu bakımdan bu niyetle böyle bir tanin önünü kesmek için sakalı kısaltmakta hiçbir beis yoktur. Nehâî şöyle buyurmuştur: "Akıllı kişinin uzun sakal bırakmasına hayret ediyorum. Neden sakalından kırparak normal hâle gelmez. Oysa herşey de ortalama bir yol daha güzeldir. 'Sakal uzadıkça akıl kısalır' sözü de herhalde bu hikmete binaen söylenmiştir".
Fasıl
Sakal hususunda mekruh olan on şey vardır. Bir kısmı diğerinden daha fazla mekruhtur. 1.Sakalı siyaha boyatmak veya kükürt denilen madde ile be yazlatmak. 2.Sakalını yolmak. 3.İçindeki beyaz tüyleri temizlemek. 4.Sakalı, eklemek suretiyle fazlalaştırmak. 5.Sakalı, eklemek suretiyle fazlalaştırmak. 6.Riya için sakalı taramak. 7.Zahidliğini göstermek için sakalı kirli paslı bırakmak. 8.Gençlikle gururlanmak için sakalın siyahlığına itina gös termek. 9.Yaşlılıkla iftihar etmek gayesiyle sakalın beyazlığına itina göstermek. 10. Bir maksadı olmaksızın sâlih kimselere benzemek için sakalı kırmızıya veya sarıya boyamak. A. Sakalı Siyaha Boyatmak Sakalı siyaha boyatmak Hz. Peygamberin şu hadîs-i şerîfîyle yasaklanmıştır: Gençlerinizin en hayırlısı, kendisini ihtiyarlarınıza, ihtiyarlarınızın en şerlisi de gençlerinize benzetendir.72
Hadîs metnindeki İhtiyarlara benzemek' tâbirinden kastedilen mânâ, sakalın kıllarını beyaza boyamak suretiyle değil, olgunluk ve vekar cihetiyledir. Sakalı siyahi boyamak, cehennem ehlinin kınasıdır.
Sakalı siyaha boyamak, kâfirlerin boyanmasıdır.73 Hz. Ömer'in hilâfeti döneminde saç ve sakalını siyaha boyamayı âdet edinen biri evlendi. Boya silindikten sonra beyaz kılları meydana çıktı. Bunun üzerine kadının yakınları Hz. Ömer'e müracaat ederek kandırıldıklarından şikâyette bulundular. Hz. Ömer (r.a), nikâhı feshettiği gibi, adamı kıyasıya dövdü ve kendisine 'Bu aile halkını, kendini genç göstermek için beyaz kıllarını boyayarak onları kandırdın' dedi,
Allah'ın lanetine uğrayan Firavun'un saç ve sakalını siyahla boyatan ilk kimse olduğu rivayet edilmektedir. İbn Abbas (r.a) Hz, Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir.: Âhir zamanda siyahla boyanıp, kendilerini güvercinin yuvasına benzeten bir kavim gelecektir.Bunlar cennetin kokusunu alamayacaklardır.74
B. Sakalı Sarı ve Kırmızıya Boyatmak
Saç ve sakalı sarı ve kırmızı ile boyamaya gelince, savaşlarda kâfirlere genç görünmek için bu şekilde boyanmak caizdir. Bu niyyetle değil de, kendini din ehline benzetmek kastiyle böyle boyanmak ise çirkindir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Sarı, müslümanların, kırmızı da müzminlerin kınasıdır.75 Müslümanlar kırmızı renk için kınayı, sarı renk için de kitem ve halûk maddelerini kullanırlardı. Âlimlerin bazısı muharebede siyah boyayı da kullanmıştır. Eğer niyetleri sade düşmana genç görünmek ve onları korkutmaksa, siyah boyayı kullanmakta da beis yoktur.
Nefsin hevâ ve hevesine uyularak siyah boya ile boyanırsa dinen zararlıdır.
C. Sakalı Beyazlatmak
Sakalı, yaşlı görünmek kastıyla kükürtle beyazlatmak ise, bu işi başkalarının hürmetini celbetsin, şahidliği kabul edilsin, ule-madan yaptığı rivayetlere inanılsın, gençlerden daha büyük gö-rünsün ve birçok meselelerde âlim olduğu zannedilsin diye yapılırsa mekruhtur. Böyle bir insan fazla yaşamanın insana fazi-let vereceği zannına kapılıyor. Halbuki aldanmaktadır. Çünkü fazla yaşamak, cahiller için, cehaleti artırmaktan başka bir şeye yaramaz.
İlim ise, yaşa değil, başa bakar ve akim semeresidir. Akıl, insanoğlunun bünyesinde yaratılmış bir cevherdir. İhtiyarlık bu cevhere, geliştirmek bakımından herhangi bir tesir yapamaz. Cevherinde hamâkat bulunan bir kimse için uzun yaşamak, ancak hamakatını artırın'. Selef-i sûlihînin yaşlıları, genç âlimleri takdir eder ve faziletlerini her yerde söylerlerdi.
Hz. Ömer (r.a) genç olan İbn Abbas'ı yaşlı şahabîlerden üstün tutar, meclislerinde, meseleleri onlardan değil, İbn Abbas'tan sorardı. İbn Abbas (r.a) 'Cenâb-ı Hak bir kuluna ilmi gençken ihsan eder. Hayrın tamamı gençliktedir' dedikten sonra şu ayetleri okumuştur: (Kâfirler) dediler: İşittik ki bir genç bunları kötülüyormuş ve adı da İbrahim imiş'. (Enbiya/60) Biz sana onların haberlerini doğru olarak anlatalım. Gerçekten bunlar rablerine iman eden birkaç gençti. Biz de onların hidâyetlerim artırmıştık. (Kehf/13) Daha çocukken ona hikmet verdik! (Meryem/12)
Enes b. Mâlik Allah'ın Rasûlü (s.a) vefat ettiğinde, saçında da, sakalında da yirmi ak kıl yoktu' buyurduğu zaman, dileyenlerden biri kendisine sorar: 'Ey Ebû Hamza! Nasıl olur da Hz. Peygamberin başında ve sakalında yirmi ak kıl dahi olmaz? Halbuki o yaşlanmıştı?' Enes "Allah Teâlâ onu ak lallarla çirkinleştirmemiştir7 der. Soru soran kişi 'Ak kıllar çirkin midir ki?' diye sorunca, Enes 'Sizler ak kılları çirkin bulmuyor musunuz?' diye karşılık verir.
Rivayet olunduğuna göre. Yahya b. Eksam, yirmibir yaşında iken, kadılık vazifesiyle görevlendirilir. Kendisini küçük yaşından ötürü mahcup etmek isteyen biri, bir mecliste şöyle bir soru sorar: 'Allah, kadı hazretlerinin yardımcısı olsun! Kadı'nın yaşı kaçtır?' Bu sorunun altındaki mânâyı sezen Yahya, aynen şu cevabı verir: 'Rasûlullah, Attab b. Useyd'i (r.a) Mekke'nin emir ve kadılığına tayin ettiği zaman yaşı kaç idiyse benim yaşım da o kadar'. Böylece yaşının küçüklüğüne itiraz eden kimseyi susturur.76
İmam Mâlik (r.a) şöyle demiştir: Bir kitapta şöyle yazıldığını gördüm: 'Sakallar, sizi aldatmasın. Çünkü tekenin de sakalı vardır'. Ebû Amir b. Âlâ şöyle der: 'Kişiyi uzun boylu, küçük kafalı ve geniş sakallı gördüğün zaman onun ahmak olduğunu anla. Ümeyye b. Abdişşems olsa dahi..."77
Eyyûb es-Sahtiyanî78: 'Seksen yaşında bir ihtiyar gördüm. İlim öğrenmek için bir gencin peşinden koşmaktaydı' demiştir. Âli b. Hüseyin79: 'Senden önce ilim kime akarsa o yaşça senden küçük olsa dahi ilimde senin imamındır' buyurmuştur.
Ebû Âmir b. Âlâ'ya 'İhtiyarlar için küçüklerden ilim öğrenmek doğru olur mu?' diye sorulduğu zaman şöyle buyurmuştur: 'Eğer cehalet,ihtiyarlar için kötü bir şeyse, kendileri için ilim öğrenmek, kimden olursa iyidir'.
Yahya b. Main, Ahmed b. Hanbel'in, Şafiî'nin katırı arkasında gittiğini görünce kendisine 'Ey Eba Abdullah "Yaşlı olan Süfyan'ın hadîsini terkedip bu gericin arkasında giderek ondan hadîs dinlemek nasıl oluyor? deyince, İmam Hanbel aynen şu cevabı verir: 'Eğer gerçeği buseydin, sen de katırın öbür tarafında yürürdün, Süfyan'm ilmi yüksekte, elimden kaçarsa onu aşağılarda tutarım. Fakat bu gencin fikirlerini kaçırdığım takdirde ne yüksekte ve ne de aşağılarda onu yakalamaya imkân bulamam7.
D. Sakaldaki Beyaz Kılları Yolmak
İhtiyar görünmekten kaçınarak saç ve sakalındaki beyaz kılları yolmak hususuna gelince, Hz. Peygamber (s.a) beyaz kılların yolunmasını yasaklayarak şöyle buyurmuştur: Onlar mü'minin nurudur.80 İhtiyar görünmemek için beyaz kılları yolmak, siyahla boyamak ve kınalamak mânâsına gelmektedir. Oradaki kerahiyyet illeti burada da geçerlidir. Ak kıllar Allah'ın nurudur. Durup duruken onlardan kaçınmak, Allah'ın nurundan kaçmak demektir.
E.Sakalın Hepsini veya Bir Kısmını Yolmak
Hevâ ve hevese uyularak ağarmış kılların tamamını veya bir kısmını yolmak gibi bir hareket hem mekruh, hem de yaradılışı bozmak demektir. Alt dudağın alt kısmındaki kenarların kıllarını yolmak bid'attır. Bu kısımları yolan bir kimse, âdil halife Ömer b. Abdülaziz'in huzurunda şehadette bulunmuş, fakat bu bid'atı irtikâb ettiğinden ötürü şahidliği reddedilmiştir.
Ömer b. Hattab ve Medine'nin kadısı İbn Ebi Leyla da sakalını yolan bir kimsenin şahidliğini kabul etmemiştir.
Tüysüzlere benzemek için, sakalların ilk çıkışlarında yolunması büyük münkerâttandır. (Ustura veya ilâçlarla sakalın giderilmesi de böyledir. Zebîdî) Çünkü sakal, erkeklerin süsüdür. Çünkü Allah'ın birtakım melekleri vardır, onlar şöyle yemin ederler: 'Ademoğullarmı sakal ile süsleyen Allah'a yemin ederiz'. Sakal, yaradılışın tamamlayıcısıdır. Sakalla erkekler, kadınlardan tefrik olunur. Garîb'ut-Te'vil adlı eserde 'Allah yarattığı şeylerde dilediği kadar ziyade eder. Muhakkak ki Allah herşeye kadirdir' (Fatır/1) aye-tinde geçen ziyade kelimesiyle sakalın kastedildiği söylenmiştir.
Ahmed b. Kays'ın arkadaşları, 'Yirmibin dirheme olsa dahi (Köse olan) Ahmed'e bir sakal almayı arzulardık' demişlerdir. Kadı Şureyh81 'Onbin dirheme olsa dahi kendime bir sakal satın almayı isterdim' demiştir.
Sakal hiç de çirkin değildir ve sakalda şu faydalar vardır: Sakalın yüzü suyu hürmetine kişiye büyüklük, ilim ve vekar gözü ile bakılmaktadır. Meclislerde en başta oturtulur ve bütün gözler kendisine çevrilir. Cemaatin öncüsü olmaktadır. Sakal sayesinde namusu korunur. Çünkü sakalı olan bir insana küfredildiği zaman ancak sakalına küfredilir. Denilmiştir ki: 'Cennet ehlinin hepsi Hz. Musa'nın kardeşi Harun (a.s) hariç sakalsızdır. O zâtın, faziletine binaen, göbeğine kadar sarkan bir sakalı vardı'.
F. Sakalın Kademeli Olarak Düzeltilmesi
Gösteriş ve kadınlara güzel görünmek maksadıyle sakalını kdemeli şekilde kısaltmak hususuna gelince, Ka'b'ulAhbar 'Âhir zamanda sakallarını güvercin kuyruğu gibi kısaltan, ayakkabılarınm burun kısımlarını orak biçiminde kıvıran bir kavim gelecektir. İşte bu kavmin dinden hiçbir nasibi yoktur' demiştir.
G. Zülüflerle Sakalı Çoğaltmak
Muttaki kimselerin görünüşüne muhalif düştüğünden çene kemiğini geçen yanağın yarısına kadar sarkıtılan zülüfleri uzatıp sakalı büyütmek çok çirkindir.
H Gösteriş İçin Sakalı Taramak
Gösteriş için sakalı taramak veya karışık bırakmak hususunda, Bişr el-Hâfî şöyle buyurmuştur: 'Sakalda iki gizli şirk vardır; a) Gösteriş için taramak, b) Zâhid görünmek için sakalı karışık bırakmak!'
I-İ. Sakalla Kibirlenip, Övünmek
Sakalın siyahına veya beyazına bakarak kibirlenmek ve övümek çok çirkindir.Bu durum bedenin bütün uzuvlarında, hatta ilerideki bahislerde geleceği gibi bütün ahlâk ve fiillerde de kötüdür.
Süs ve temizliğin çeşitleri hususunda belirtmek istediklerimiz bu kadardır. Sahih senedlerle (Hz. Aişe, İbn Abbas ve Ebû Hüreyre'den) rivayet edilen üç hadîs-i şeriften bedenle alâkalı oniki sünnet belli olmuştur. Beşi baştadır: 1-Saçı iki örgü yapmak, 2-Abdest ve gusülde ağza su vermek (mazmaza), 3-Abdest ve gusülde buruna su vermek, (istinşak) 4-Bıyıkların ön kısımlarından kesmek, 5-Misvak kullanmak.
Sözkonusu sünnetlerin üçü de el ve ayaklardadır: 1-Tırnakları kesmek, 2-Parmakların üst kıvrımlarını yıkamak, 3- Parmak uçları ile tırnakların altlarını temizlemek.
Dördü de bedendedir: 1-Koltuk altlarını temizlemek, 2-Kasıklardaki kılları tıraş etmek, 3-Sünne olmak, 4-Su ile istincâ etmek.
Bütün bu sünnetler hakkında çeşitli hadîsler vârid olmuştur.82 Bu kitabımızın hedefi, sadece dış temizlikten sözetmek olduğu için, bâtınî temizlikleri sözkonusu etmeyip bu kadar izahatla yetİniyoruz. Fakat muhakkak bilinmesi gereken hususlardan birisi de temizlenmesi vâcib olan bâtınî kirlerin hesapsız derecede çok olduğunu bilmektir. Bu konunun tafsilâtı; temizlenmesinin yolları ve kalbin onlardan pâk tutulmasının usûlleri Mühlikat bölÜmünde Allah Teâlâ'nm izniyle gelecektir.
Kitabu Esrar'it-Tahâre (Taharetin Sırları) adlı bölüm, Allah'ın yardımıyla burada sona ermiş bulunmaktadır. Eğer Allah dilerse bu bölümün hemen ardından Namazın Suçları adlı bölüm gelecektir. Her sıfatında 'bir' olan Allah'a hamd eder ve Allah'ın rahmetinin efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a) ve seçilmiş kullarının üzerine olmasını dileriz!
62)Nesâî ve Hâkim 63)Nesâî ve Hâkim, (Câbir'den) 65)Sakif kabilesine mensuptur. Hudeybiye'de bulunmuştur. Küfe valiliği yapmıştır. H. 50 yılında vefat etmiştir. 66)Ebû Dâvûd, Nesâî ve Tirmizî 67)İmam Ahmed, (Ebû Umâme'den). Ebû Umâme şöyle anlatır: Allah'ın Rasûlü'neehli kitab'm sakallarını kısalttıklarını, bıyıklarını ise uzattıklarını söylediğimizde,/Sizler bıyıklarınızı kısaltıp, sakallarınızı uzatmak suretiyle ehli kitâb'a muhalefet ediniz' buyurdu. Meşhur kavle göre, sakalları kısaltmak, bıyıkları uzatmak ehli kitab'ın değil, mecusîlerin âdetidir. Nitekim İbn Hibban sahih bir hadîste İbn Ömer'den şöyle rivayet etmiştir: Mecusîler bıyıklarını uzatırlar, sakallarını da tras ederler. Sizler de onlara muhalefet ediniz'. 68) Hatib, el Câmî, (Câbir'den zayıf bir senedle): Tırnaklarınızı kesin. Çünkü şeytan et ile tırnak arasında oynaşıp durur'. 69) Taberânî, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle) 70)İmam Ahmed ve Beyhâki, (Ebû Müleyha b. Usame'den zayıf bir senedle).Kadınların sünneti sıcak bölgelerde vakîdir. 71)Hâkim ve Beyhakî,(Dahhak b.Kays'dan); Ebû Davud, (Ümmü Atiyye'deıı). Her iki rivayetin senedinde de zaaf vardır. 72)Taberânî, (Vâsıle'den zayıf bir senedle). 73)İbn Sa'd, Tabakât, (Amr b. el-As'dan münkatı olarak); Müslim, (Câbir'den): 'Bu görünen beyaz kılları boyatın. Fakat siyah boya vurmaktan sakının*. Hz. Peygamber bu sözü Mekke fethinde Ebû Kuhafe'nin beyaz saÇve sakalını görünce söylemiştir. 74)Ebû Davud ve Nesâî, (İbn Abbas'dan hanen olarak) 75)Taberânî ve Hâkim, (İbn Ömer'den). İbn Ebi Hatim hadîsin münker olduğunu söylemiştir. 76)Yahya, aynıcevabında sözlerine şunuda eklemektedir: 'Ben Hz.Peygamber tarafından Yemsn'e kadı olarak gönderilen Muaz b. Cebel'den de yaşlıyım*. Yahya'nın Attab b. Useyd hakkında]:! fikri doğrudur. Çünkü o, yirmi yaşında iken Mekke kadılığına tayin edilmişti. Hz. Muaz hakkındaki sözü ise ancak Yahya b. Ebi Said ol-Ensarî ve Mâlik b. Ebi Hâtim'in fikrine göre doğru olabilir. Çünkü bu zatlara göre Muaz b. Cebel 28 yaşında vefat etmiştir. Fakat daha kuvvetli bir rivayete göre H. 18 yılında vebadan 33 yaşında iken vefat etmiştir. 77 Abdüşşems, Abdimenafm oğludurŞerefli ve akıllı olduğundan ötürü Velev ki o ols bile'denilmiştir.Bu sözü söyleyen Ebû Amir, Basra'da Kurralarm imamı idi. Künyesi Zıban (veya Zeban) b. Alâ b. Ammar b. Ayy b. Hâşim b. Hars b. Celheme, b. Hacer b.Muaz b. Mâlik b. Amr b. Teym'dir. H.164 senesinde vefat etmiştir. 78)İsmi Kisan, künyesi Ebubekir'dir. Basra imamlarmdandır. H131senesinde 63 yaşında iken vefat etmiştir. 79)Künyesi Zoynelâbidin Âli b. Hüseyin b. Ali b. EM Tâlib'dir. Ebû Abdullah Muhammed Bâkır'm' babasıdır. Oniki imamdım biridir. 80) Ebû Davud, Tirmizî ve Nesâî, (Amr b. Şuayb'dan); Nesaî ve İbn Mâce hadîsin hasen olduğunu söylemişlerdir. 81) Künyesi Ebû Ümeyye el-Kindî'dir. Hz. Ömer (r.a) onu Küfe kadılığına tâyin etmişti. Bir dönem de Basra kadılığında bulunmuştur. H. 78 senesinde vefat etmiştir. 82) Bkz. Buhârî, (İbn Abbas'dan). 'On şey fıtrattandır: Bıyıkların üstünü kesmek, sakalı salıvermek, misvak kullanmak, buruna su çekmek, tırnakları kesmek, parmak kıvrımlarını temizlemek, koltuk altlarını temizlemek, kasıkları tras etmek ve su ile istincâ etmek*. (Hadisin râvisi Mus'ab onuncusunu unuttuğunu ve fakat ağıza su almak olabileceğini söylemiştir). Nesâi'ye göre zayıftır. Ebû Dâvûd ile İbn Mâce, Ammar b. Yâsir'den benzerini rivayet ederek; ağıza su almak, sünnet olmak ve şüpheden korunmak maksadıyla istincadan sonra iç çamaşıra su serpmek hususlarını zikretmişlerdir.
Pisliklerin Temizlenmesi[düzenle]
Bu kısmın incelenmesi ve tedkiki,üç şeye dayanır:
1.Temizlenen 2.Temizleyen 3.Temizlik
1.Temizlenen Temizlenen şey pisliktir. Gözle görülen şeyler üç kısma ayrılır: A)Cansızlar B)Canlılar C)Canlıların parçaları
Camidler(Cansızlar)
Şarap ve bütün sekir verici maddeler hariç, diğer cansızlar temizdir. Canlılar
Köpek, domuz, ikisinin birleşmesinden doğan melez yavru veya biriyle başka bir hayvanın birleşmesinden doğan yavrular hariç, bütün canlılar temizdir. Fakat hayvanlar kesilmeden ölürlerse, beş sınıf hariç, hepsi necis olur:
1)İnsan 2)Balık 3)Çekirge 4)Elmanın içindeki kurt; (yiyeceklerin içindeki kurtların hükmü de bu şekildedir.) 5) Akıcı kana sahip olmayan karasinek, pislik böceği ve benzeri
hayvanlar
Bu bakımdan (Şafiî mezhebine göre) bu beş canlının herhangi birisinin ölüsü suya düşerse suyu necis etmez. Canlıların parçaları Bunlar iki kısma ayrılır:
a)Canlıdan koparılan parçalar. Bunların hükmü; o canlının ölüsünün hükmü gibidir.Canlıların tüyleri ise,ne zaman kırpılırsa kırpılsın necis olmaz. Kemikler, (Hanefî mezhebi hariç)ölmesiyle necis olur.
b)Canlıların içinden çıkan sıvı ifrazatlar. Canlılardan bozul madan çıkan ve hiçbir merkezi bulunmayan gözyaşları, ter, tükü rük ve sümük gibi ifrazat temizdir. Kan, sidik ve ters gibi canlının bedeninde merkezi bulunan ve bozulduktan sonra çıkan ifrazatlar ise necistir. Hayvanın bir maddesi olan meni ve yumurta necis değildir. İrin, kan, ter ve sidik ise, hangi hayvanın olursa olsun(Şafiî mezhebinde) necistir.
Bu necasetlerden azı da, çoğu da bedene veya elbiseye veya seccadeye bulaşırsa necis eder ve affolunmaz. Ancak affolunan beş kısım, bu hükmün dışındadır:
1.Çıkış noktasını geçmemek suretiyle taşlarla temizlenen in san pisliğinin eseri ve kalıntıları affolunur.
2.Çarşı ve sokakların çamuru ve yoldaki kurumuş terslerin tozu. Bu çamur ve toz, kesinlikle necis olduğu bilindiği halde sakınılması mümkün olmayan miktarının bulaşması affolunur. Elbisesine bu pisliklerden bulaşan adam ifrat veya tefrite kaç madıkça bulaşan çamur ve tozun, sakınılması mümkün olmayan miktarı af olunur.
3.Çoğu zaman yollar necasetten hâli olmadığı için, mestlerin altına bulaşan necaset de ovulmak suretiyle temizlendikten sonra affolunur.
4.İster az, ister çok olsun, pirelerin pislikleri affolunmuştur. Ancak normalden fazla olursa o zaman necistir. Normalden fazla olan pire necaseti ister senin, isterse emanet olarak başkasındanalıp giydiğin elbisede olsun, necistir.
5.Sivilcelerin kanı ve onlardan akan sarı su ve irin affolunur. Çünkü Abdullah b. Ömer (r.a), yüzündeki bir sivilceyi sıkıp çıkan kanı yıkamadan kalkıp namazını edâ etmiştir. (Bu hüküm Şâfiî mezhebine göredir. Hanefîlere göre ise, kan çıkıp akmak suretiyle abdest bozulur. Yeniden abdest almak lâzımdır.)
Çok zaman devam eden ve müzminleşmiş yaralardan çıkan irinler de sivilceden çıkan kan gibidir; yani o da affolunur. Kan aldırma eseri de böyledir. Ancak pek az bedende çıkan çıban ve benzerlerinin kanı bu hükmün dışındadır ve istihaze kanı gibi necistir. Pek az görünen bu kan, yüzde altmış oranında insanda görülen sivilce kanının mânâ ve hükmünde olamaz. Şeriatın bu beş necaset hakkında göstermiş olduğu müsamaha, muhakkak taharet emrinin musâhale ve kolaylık üzerine bina edildiğini ifade eder. Bu bakımdan taharette haddi aşan bid'at ve aşırı incelikler asılsız vesveseden başka birşey değildir.
2.Temizleyen
Temizleyen, ya cansız veya sıvı bir maddedir. Cansız olan, istincâ taşıdır. Bu madde, hafif bir temizlik âletidir. Fakat cansız maddenin temizlik âleti olması için yumuşak olmaması, temiz olması, yaş ve hürmete lâyık bir madde de olmaması şarttır. Sıvı temizleyicilere gelince; (Şâfiî mezhebine göre) sıvılardan ancak su ile necaset izale edilip giderilebilir. Suyun her nevî ile de bu vazife yapılamaz. Ancak haddi zâtında temiz olup herhangi bir karışımla fâhiş bir şekilde bozulmaması ve su denebilecek vasıftan çıkmaması şartıyle temizleyici olabilir. Eğer tadını, renk veya kokusunu bozacak bir necasetle karışırsa, temizlik vasfını kaybettiği için temizleyici olmaktan çıkar. Eğer suyun tadı, rengi veya kokusu bozulmamış ve aynı zamanda su 250 men (ki Bağdat batmanıyla beşyüz batman eder) civarında bulunursa, o zaman necis olmaz.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Su, ila kulleye eriştiği zaman (rengi, tadı ve kokusu bozulmadıkça) necis olmaz.7
Eğer iki kulleden az ise, Şafiî'ye (Hanefilere ve İmam Ahmed'in bir görüşüne) göre necis olur. (Fakat îmanı Ahmed'in diğer görüşüne ve İmam Mâlik'e göre bozulmadıkça necis olmaz, ne kadar az olursa olsun), Bu hüküm akmayan ve durgun sular hakkındadır. Akan suya gelince, necasetle bozulduğu zaman, ancak pislikle bozulan kıvrımı necis, onun üstü ve altı ise temizdir Çünkü suyun kıvrımları suya bitişik değil, ayrı ayrıdır. Akan necaset, su yolundan geçtiği zaman, karıştığı kıvrım, onun sağında ve solundaki su, eğer iki kulleden azsa, necis olur. Eğer suyun akımı necasetin akımından daha kuvvetliyse necasetin üstündeki su tâhir, altındaki su, ne kadar uzak ve bol olursa olsun necistir. Ancak bu su kulleteyn (iki külle) kadar bir havuzda toplanırsa o zaman temiz olur. Yani necis sudan bir kulleteyn meydana gelirse o su temizlenir. Ancak kulleteyrıden alındığı zaman necaset hükmü geri gelmez. İşte İmam Şafiî'nin mezhebi budur. Fakat İmam Şafiî'nin sular hususundaki mezhebinin, hocası İmam Mâlik'in mezhebi gibi olmasını isterdim. İmam Mâlik'e göre su, ne kadar az olursa olsun, necasetin içine düşmesiyle rengi, tadı ve kokusundan birisi bozulmadıkça necis olmaz. Çünkü insanların suya ihtiyaçları çok fazladır. Vesvesenin doğuş noktası da suyun iki külle olmasının şart koşulmasıdır. Bunun içindir ki, insanlara bu tesbiti yapmak çok zor gelmektedir. Hayatımla yemin ederim, tecrübesini yapan bir kimse zorluğun bu noktadan geldiğini müşahede edebilir. Bu noktanın tesbiti zorlamaya vesile olmaktadır. Şüphe etmediğim hakikatlerden birisi de şudur ki eğer iki külle olması, necasetle karışık su için şart koşulsaydı taharet yönünden en zahmetli memleket Mekke ve Medine olacaktı. Çünkü bu iki beldede akarsu çokça olmadığı gibi, akmayan ve durgun sular da azdır. Rasûlullah'ın asr-ı saadetinin başlangıcından sahâbe-i kiramın devr-i saadetlerinin sonuna kadar taharet hakkında vâki olan belli başlı bir mesele bu iki beldede görülmemiştir'Su nasıl necasetlerden korunur' şeklinde herhangi bir sual sorulmanı ıştır. Bu devrin su kapları çocukların ve necasetten korunması mümkün olmayancariye ve kölelerin su alabileceği bir vaziyette bırakılmaktaydı. Hz. Ömer (r.a), hristiyan bir kadının testisindeki sudan abdest alıyordu. «Hz. Ömer'in bu hareketi açıkça gösteriyor ki, ancak suyun vasıflarından birisi necasetle bozulursa temizlikte kullanılmaya elverişli olmaz, aksi takdirde temizlikte kullanılabilir.
Hz Ömer'in hareketinden bu hüküm kastolunmasaydı, çok yakın bir zan ile hristiyan kadının kap ve kaçağının necis olduğu bilinmektedir. Mâdem ki durum budur, Şafiî mezhebine göre hareket etmek zorlaşır ve asr-ı saadette böyle bir sualin vâki olmaması da Şafiî mezhebinin zorluğuna ve Mâlikî mezhebinin daha uygun olmasına birinci delili teşkil eder. Hz. Ömer'in hristiyan kadının testisinden abdest alma hâdisesi de ikinci delili teşkil etmektedir.
Üçüncü delil ise, Rasûlullah'ın su kabını susamış kediye uzatıp su içmesine imkan vermesi ve kedilerin fare yediklerini gördüğü halde su kaplarını onlardan korumamasıdır. Halbuki sahâbe-i kiramın memleketlerinde kedilerin su içebileceği havuzlar olmadığı gibi, onlar kuyulara inip su da içemezlerdi ki bu içişle ağızları temizlenmiş olsun.
Dördüncü delil de, İmam Şafiî'nin ilk fetvası ki kavl-i kadîm diye anılır ile 'Necasetin yıkanmasında kullanılan suyun rengi, tadı ve kokusu bozulmaksızın elbiseden ayrılırsa temizdir, fakat vasıflarından biri bozulduğu takdirde necistir' şeklinde verilir.
O halde suyu necasetin üzerine dökmekle necasetin suya düşmesi arasında ne fark vardır? Suyun necaset üzerine dökülmesiyle madem ki karışmaları muhakkaktır, o halde 'Suyun necaset üzerine dökülmesindeki kuvvet necaseti yok eder' şeklindeki tefsire ne mânâ verelim?
Eğer 'Suyun necaset üzerine dökülmesi bir ihtiyaçtır, onun için bozulmadan ayrılırsa temiz kalır' şeklinde bir hile-i şer'î ileri sürülürse, içine necaset düşen suya da ihtiyaç var demektir. Bu bakımdan içinde pis bir elbise bulunan bir teste dökülen su ile aynı teknede bulunan suyun içine pis bir elbiseyi sokmak arasında ne fark olabilir? Bütün bu hareketler elbiselerin ve kapkacağın yıkanmasında mûtad olan hareketlerdir. Yani bazen, necis elbisenin üzerine su dökülür, bazen de suyun içerisine necis elbise atılır. Neden necis elbise suya atıldığında su necis olur da, su, necis elbisenin üzerine döküldüğü takdirde vasıflarından birisi bozulmadıkça necis, olmaz?
Beşinci delil, selef-i sâlihin az ve akıcı suların kenarında istincâ ederlerdi. Şafiî mezhebinde sidik, akıcı bir suya karışırsa ve suyun üç vasfından birisini bozmazsa, o su ne kadar az olursa olsun, onunla abdest almak, ihtilafsız caizdir.
Acaba akıcı su ile durgun su arasında ne fark vardır? Keşke hileydim; suyun necis olmamasını, üç vasfından birisinin bozulmamasma havale etmek mi veya suyun akması sebebiyle kuvvetli olduğuna havale etmek mi daha evlâdır?
O kurnalardan akan su ile ibrikten ve diğer kaplardan beden üzerine dökülen su arasında ne fark vardır? İkincisi de birincisi gibi akıcıdır. Bütün bunlardan sonra şunu da bilmeliyiz ki sidik, akıcı suya, katı ve sabit necasetten daha fazla karışır. Halbuki sabit ve katı necasetin üzerinden akan su, üç vasfından birisi bozulmasa bile necis olur. 'Ancak ileride iki külle kadar bir havuzda toplanırsa tekrar temiz olur' hükmü verilirse ki o hüküm de verilmiştir katı necaset ile sıvı necasetin karıştıkları su bir olduğu ve buradaki komşuluk nisbeti daha yaklaştırıcı olduğu halde aralarındaki fark nedir?
Altıncı delil, kulleteyııe (iki külle suya) bir batman sidik düşerse, sonra o iki külle su iki parçaya ayrılırsa, o parçaların hangisinden doldurulan testideki su temizdir? Halbuki herkesin malûmudur ki, sidik suda dağılmıştır! Su ise bu durumda iki kulleden azdır. (İçinde az da olsa sidik bulunan su, testi ile iki külle sudan alındığı takdirde necis değildir. Fakat bir testinin içinde bir damla dahi sidik bulunursa, onun üzerine su dolduruldu mu necis olur.;
Keşke bileydim, bu testi meselesinde suyun temizlenme işini, vasıflarından birisinin bozulmamasma bağlamak mı daha iyidir, yoksa suyun çokluğundan gelen kuvvete bağlamak mı? Halbuki suyun çokluğu ortadan kalktığı halde, suya karışan necasetin parçaları hâlâ mevcuttur.
Yedinci delile gelince, hamamların eskiden beri kirli insanların abdest aldığı ve yıkandığı yerler olduğu, kirli ellerini ve kaplarını suyu az ve küçücük havuzlarına sokmakta oldukları inkâr edilmez bir şeydir. Bununla beraber selef bilirlerdi ki, bu havuzcuklara temiz eller gibi birçok pis eller de sokulmaktadır.
Bütün bu vak'alar, insanoğlunun suya karşı olan şiddetli ihtiyacına eklenirse, nefiste, selefin ancak su vasıflarından birisinin bozulmasını suyun necis olmasında nazarı itibara aldıkları kanaati kuvvetlenmektedir. Selef, bu yaptıklarını Hz. Peygamberin 'Su temiz olarak yaratılmıştır. Onu hiçbirşey pisletemez. Ancak tadını, (rengini) veya kokusunu bozan birşey onu pisletebilir' hadîsine dayandırmış ve bunu delil ittihaz etmişlerdir.
Hz. Peygamberin bu hadîsini zikrettikten sonra sıvılar hususunda yapılan bir tedkiki zikredelim. Her sıvının tabiatı ve yaradılışı kendisine karışan herşeyi sıfatıyla sıfatlandırmak ve mağlup etmektir. Meselâ, tuzlaya düşen bir köpeğin, tuz kesildiğinden ötürü temiz olduğuna hükmedilir. Onun tuzlaşmış iskeleti tuz olarak kullanılabilir. Ondan köpeklik sıfatı kaybolduğu gibi suyun içine düşen sirke veya süt de böyledir. Eğer suya katışan bu maddeler azsa, onların sıfatları iptal olur, temizlenme suyun vasfını alır ve suyun tabiatına dönüşür. Ancak çok olup suya galebe çalarsa, o zaman su onların tabiatına dönüşür. Bu maddelerin suya galebe çalmaları tat, renk veya kokularının galebe çalmasıyla olur ve bilinir. Şeriat, necaseti gidermek için dökülen kuvvetli su hususunda bu ölçüye işaret etmiştir ve bu ölçüye güvenmek en uygun bir harekettir. Bu bakımdan bu ölçüye güvenmekle bütün zorluklar ortadan kalkmaktadır. Bu ölçü ile suyun temiz olarak yaratılmış olmasının hakikati meydana çıkar. Zira su, rengini, tadını veya kokusunu bozmayan birşeye galip gelir, onu temizler. Nitekim iki kulleyi geçen su da böyledir. Necasetin giderilmesinde kullanılan sularla akarsular ve kedinin içmesini kolaylaştırmak için ağzına uzatılan suların hükmü de böyledir; (tadı rengi ve kokusundan birisi bozulmadıkça necis olmaz.)
Sakın iki kulleden fazla olan, necasetin temizlenmesinde kullanılıp vasıflarından hiçbirini kaybetmeyen, akarsu veya kedinin artığı olan suların esasında necis olduğunu, fakat ümmete zorluk olmasın diye affedildiklerini zannetme! Çünkü eğer bunlar haddi zâtında temiz değil de ancak zorluktan ötürü affolunmuş kısım olsaydı, o zaman istincâ taşlarından sonra kalan necaset eseri ve pirelerin kanı gibi olurdu ve kendileriyle başka bir su birleştiği andan itibaren derhal necis olması icab ederdi. Halbuki gerek necasetin izalesinde kullanılan ve gerekse kedinin artığı bulunan su olsun, bunlardan her hangi birisi kendisinden az olan suya katılırsa onu necis edemezler.
Hz. Peygamber'in (s.a) 'Kulleteyn habaseti yüklenmez' (necasetin düşmesiyle pislenmez) hadîs-i şerifine gelince, bu hadîs esasında anlaşılması güç olan bir hadîstir; zira iki külle su, necasetin düşüşü ile üç vasfından birisini kaybederse necaseti kabul edip, necis olur.
"Hz. Peygamber bu hadîs-i şerîfîyle İki külle su, üç sıfatından birisi bozulmadıkça necaseti yüklenemez' mânâsını irade etmiştir" denildiği takdirde, "Hz. Peygamber (s.a) İki külle su, çok zaman mûtad necasetlerin düşüşü ile bozulmaz ve necis olmaz' mânâsını irade etmiştir" demek de mümkün olur.
Bu te'villerden sonra (deriz ki); 'İki külle olmayan sular hakkındaki böyle bir t'evil, mefhuma yapışmaktır. Halbuki mefhumu, zikrettiğimiz yedi delilden daha az delille terketmek de mümkündür. Hz. Peygamberin İki külle su necaseti yüklenemez' sözünün zahirî mânâsı; 'yüklenmeyi' nefyetmek ve kaldırmaktır. Yani iki külle su necasetleri özel sıfatına çevirir ve temizler. Tuzla, içine düşen köpeği ve başka necaseti yüklenmez, yani onları sıfatına çevirir' denildiği gibi... İki külle suyun, içine düşen necasetleri sıfatına çevirip, temiz yapması şu hikmetten ileri gelmektedir: İnsanlar bazen az su ve küçük gölcüklerle de istincâ ederler, o sulara necis kapları sokarlar.
Böyle olunca bu hareketlerin taharet ve temizliğine tesir edecek bir şekilde suyu bozup bozmadığı hususunda tereddüd ederler, Bu bakımdan hadîs-i şerîften anlaşıldı ki su, iki külle olursa bu gibi mûtad necasetlerin düşüşüyle hemen bozulup necis olmaz. Şayet "Hz. Peygamberin (s.a) İki külle su necaseti yüklenemez' buyurduğunu kaydediyorsunuz, halbuki iki külle su, düşen necaset fazla olursa onu yüklenmiş demektir; (yani necis olur)" diye itiraz edecek olursan, bu itiraz senin aleyhinedir. Çünkü necasetler ne kadar çok olursa olsun iki külle su onları zahirde yüklendiği gibi, hükmen de yüklenir. Bu bakımdan hem Mâlik, hem de Şâfiî mezhebine göre (hadîs-i şerifteki) necasetleri mûtad necasetlerle tahsis ve tefsir etmek gereklidir.
Kısaca benim kalbimin meylettiği görüş şudur ki; mûtad necasetler hakkında daima kolay tarafını tercih etmek ve selefi şâlihî-nin sîretinden anladığıma göre kolay olana gitmek icabeder ki vesvese sebepleri ortadan kalkmış olsun.
İşte imamlar arasında medar-ı ihtilâf olan bu meselelerde ileri sürdüğüm bu illetten ötürü daima temizdir diye fetva verdim.8
3.temizlik
Eğer necaset 'hükmî' ise; yani gözle görülen, elle tutulan bir madde değilse, o zaman necasetin bulaştığı her yerin üzerine su dökmek suretiyle yıkamak kâfi gelir. Eğer necaset aynî ise o zaman onun giderilmesi gerekir. Tadının mevcudiyeti necasetin kalmasına delâlet ettiği gibi, renkte de böyledir. Ancak yapışkanlarda (hayız kanı gibi) oğduktan sonra geri kalan renk affolunmuştur. Koku kalmışsa, necasetin mevcudiyetine ve giderilmemiş olmasına delalet eder. Giderilmesi çok müşkil olan fazla kokulu olanları hariç, diğer necasetlerin kokusu kaldıkça affolunamaz. Bu bakımdan kokunun giderilmesi için arka arkaya birkaç defa ovmak ve sıkmak, rengin giderilmesi için yapılan ise ovmak ve kazımak yerine geçmektedir.
Vesveseyi kaldırmak için, eşyanın temiz olarak yaratılmış olduğunu yakinen bilmek gerekir. Bu bakımdan o eşya ki, üzerinde necaset görmüyor ve onun necis olduğunu da yakînen bilmiyorsan, onunla namaz kılabilirsin. Necasetlerin takdirinde içtihada başvurmak uygun bir hareket değildir. (Sadece şeriat sahibinin haber verdikleriyle iktifa edip onun dışında kalanları araştırmaya çalışmamak gerektir.)
7) Sünen-i Sitte, İbn Hibbaıı ve Hâkim, (İbn Ömer'den) 8) İmam Gazâlî'nin Mezhebdc Müctehid vasfı bütün Şâfiî ulemasınca teslim edilmiş bir hakikattir. Bu fikrinden ilham alarak Şafiî mezhebinden, Mâlikî mezhebine döndüğünü zannedenler yanılmaktadırlar. (Bkz. İthaf us-Saade)
Teyemmüm'ün Keyfiyeti[düzenle]
Aradığı halde suyun bulunmadığı veya suyun bulunduğu yerde yırtıcı hayvan, düşmanın mevcut olduğu veyahut yanındaki suya kendisinin veya arkadaşının ihtiyacı bulunduğu veya bu suyun başkasının mülkü olduğu, sahibinin de günün rayicinden fazla paraya suyu satmak istediği veya azalarında yara bulunduğu, yahut da hasta olduğu, suyu kullandığı takdirde azasının zarara uğramasının mümkün olduğu veya hastalığının şiddetleneceğini zannettiği hallerde, kişi bu engellerle beraber farz namazın vakti girinceye kadar sabretmelidir.
Sonra üzerinde toprak olan temiz yere ki orada bulunan toprak da temiz, hâlis ve yumuşak olmalıdır gider. Parmaklarını bitiştirerek ellerini o toprağa vurup bir defasıyla yüzünü mesheder. Yüzünü meshederken namaz kılmaya niyet etmelidir. İster sakalı hafif, isterse gür olsun, toprağı, su gibi kılların köküne yetiştirmekle mükellef değildir. Ancak yüzünün derisini tamamen toz ile meshetmeye gayret göstermelidir. Bu ise bir tek dokunuş ile hâsıl olur. Çünkü yüzün eni iki elin eninden fazla değildir. Bütün yüzün meshedilmesinde zannı galip kâfidir. Yüzünü meshettikten sonra yüzüğünü çıkarır, ikinci bir defa ellerini toprağa vurur, parmaklarının arasını açar. Sonra sağ elin parmaklarının arkasını sol elin parmaklarının iç kısmına koyar. Parmak uçlarının iki elinin şehadet parmaklarından aşmaması şarttır. Sonra sol elini koyduğu yerden yavaş yavaş bilek istikametinde sağ elin dirseğine kadar götürür.Dirsekte sol elin ayasıyla sağ kolun iç kısmını tutar ve böylece elin bileğine kadar getirir. Sol elin baş parmağının iç kısmını, sağ elin baş parmağının arkasına sürtmelidir. Sonra aynı şeyi sağ el ile sol kola yapmalıdır. Sonra ellerini mesheder, parmaklarının arasını hilâller. Bundan gaye bir dokunuş ile iki kolu dirseklere kadar tamamen toprakla meshetmektir. Eğer bunu yapmak zor gelirse iki veya daha fazla dokunuşla kolların meshedilmesinde beis yoktur.
Teyemmüm ile bir farzı kıldıktan sonra istediği kadar nafile namaz kılabilir. Eğer iki farzı cem-i takdim (birinci namazın vaktinde kılmak) veya cem-i tehir (ikinci namazın vaktinde kılmak üzere birinci namazı tehir) ederek bir arada kılarsa,
ikinci farz için ikinci bir defa teyemmüm etmesi lâzımdır. İşte böylece her farz olan namaz için ayrı teyemmüm yapmak lâzımdır. (Hanefilere göre hüküm daha farklıdır) Allah herşeyi daha iyi bilir!