20 Nisan 2015

CİMRİLİĞİN VE MAL SEVGİSİ KÖTÜLÜĞÜ İmam-ı Gazâli .




CİMRİLİĞİN VE MAL SEVGİSİ KÖTÜLÜĞÜ
 İmam-ı Gazâli

Kitap 3 - Cimriligin ve Mal Sevgisi Kötülüğü
Cimriligin ve Mal Sevgisi Kötülüğü
•             Başkasını Nefsine Tercih Etmenin Fazileti
•             Cimriliğin Kötülenmesi
•             Cimriliğin Tedavisi
•             Cimrilik Hakkında Hikâyeler
•             Cömertliğin Fazileti
•             Cömertliğin ve Cimriliğin Dereceleri ve Hakikati
•             Cömertlik Hakkında Hikâyeler
•             Giriş
•             Hırs ve Tamahkârlığın Kötülenmesi, Kanaat Etmenin ve İnsanlardan Müstağni Olmanın Övülmesi
•             Hırsın, Tamahkârlığın İlâcı, Kanaat Etmenin Devası
•             Malı Hususunda Kula Düşen Vazifeler
•             Malın Âfetleri ve Faydaları
•             Malın Övülmesi ve Övgü İle Kötülemenin Te'lifi
•             Malın ve Mal Sevgisinin Kötülenmesi
•             Zenginliğin Kötülenmesi ve Fakirliğin Övülmesi
*Giriş
Yaymış olduğu rızkından dolayı hamde müstehak olan Allah'a hamdolsun! Ümitsizlikten sonra zararı kaldıran Allah'a hamdolsun! O Allah ki mahlukâtı yaratmış, rızkı genişletmiş, âlemlere malların çeşitlerini ihsan etmiş... Durumların değişmesi üzerine onları, mal hususunda denemiş... Onları mal hususunda genişlik ve sıkılık arasında kıvrandırmış. Zenginlik ve fakirlik, tamahkârlık ve ümitsizlik, servet ve iflas, âcizlik ve kuvvet, harislik ve kanaat, cimrilik ve cömertlik, mevcut ile sevinmek, yok olanla üzülmek, kardeşini nefsine tercih etmek, yedirmek, genişletmek, fakirlik, israfçılık ve sıkılık, aza razı olmak ve çoğu hakir görmek arasında insanları evirip çevirmiştir. Bütün bunları insanların hangisinin amel yönünden daha güzel hareket edeceğini denemek için yapmıştır. Hangisinin dünyayı âhirete tercih edeceğini, âhiretten sarf-ı nazar edip döneceğini, dünyayı kendisine azık ve ni-met ittihaz edeceğini tecrübe etmek için yapmıştır. Salât, ümmetiyle diğer ümmetleri nesheden, şeriatıyla diğer din ve meşrebleri ortadan kaldıran Hz. Peygamber'in, âli'nin, itaatkâr olarak rablerinin yoluna sülûk eden ashabının üzerine olsun! Yarab! Onlara çokça selâm et!
Dünyanın fitneleri çok ve afakları geniştir. Fakat mallar dünya fitnelerinin en büyüğü, meşakkatlerinin en baskını ve korkuncudur. Maldaki en büyük fitne, herkes mala muhtaç olduğundandır. Mal elde edildiği zaman, onun fitnesinden kurtuluş yoktur. Eğer mal yok olursa, küfre götürmesi pek yakın olan fakirlik meydana gelir. Eğer mal olursa sonucu zarardan başkası olmayan saldırganlık meydana gelir. Kısacası mal, fayda ve âfetlerden uzak değildir. Malın faydaları kurtarıcılardan, âfetleri ise helâk edici-lerdendir. Malın hayrını şerrinden ayırt etmek, ancak din husu-sunda basiret sahipleri tarafından mümkün olan zor meselelerdendir. Dinde râsih olan âlimler bunu ayırt edebilirler. Mağrur ve âlim kisvesinde olanlar ise asla ayırt edemezler.
Bunu tek başına şerhedip açıklamak pek mühimdir. Çünkü bizim dünyanın kötülenmesi bahsinde zikrettiklerimiz sadece mal hususunda değildi, umumî dünya hakkında idi; zira dünya her
geçici lezzeti içine almaktadır. Mal ise, dünyanın bir parçası, rütbe başka bir parçası, mide ve tenasül uzvunun şehvetinin arkasına takılmak başka bir parçasıdır.. Hased ve öfke ile göğüste kabaran kini dindirmek başka bir parçasıdır, kibir, büyüklük taslamak diğer bir parçasıdır. Dünyanın daha nice parçaları vardır. Dünyanın bütün parçalarını şu cümle ifade etmektedir: İnsanoğlu için. içinde geçici lezzet olan herşey dünyadır'.
Bizim bu kitapta anlatacaklarımız sadece mal hakkındadır; zira malda âfet ve tehlikeler vardır. Malın yokluğundan doğan fakirlik sıfatı, yine malın varlığından doğan zenginlik sıfatı vardır. Bunlar, kendileriyle imtihan ve deneme için yapılan iki durumdur. Sonra malı kaybeden için iki durum vardır: Kanaat ve harîslik; bu durumlardan birisi kötüdür (yerilir), diğeri ise güzeldir (övülür). Harîs bir kimsenin de iki durumu vardır: Halkın elindeki mala tamah etmesi, halktan ümitsizlikten ötürü sanata dalmasıdır. Bu iki durumun en şerlisi halkın elindeki mala tamah etmesidir!
Servet sahibinin de iki durumu vardır:
1.Cimrilik sâikiyle malı tutmak.
2.İnfak etmek (vermek ve sarfetmek).
Bunlardan biri kötü, diğeri güzeldir. İnfak edenin de iki durumu vardır:
1.İsraf
2.İktisad.
Övülen iktisaddır. İşte bunlar birbirine benzer durumlardır. Bunlardan çözülmesi müşkil olanın yüzünden perdeyi kaldırmak oldukça mühim bir vazifedir. Biz onu ondört fasılda -eğer Allah dilerse- izah edeceğiz. O fasıllar şunlardır:
Malın kötülenmesi, sonra övülmesi, sonra malın fayda ve âfetlerinin tafsilâtı sonra hırs ve tamahın kötülüğü, sonra hırs ve tamahın ilâcı, sonra cömertliğin hikâyeleri, sonra cimriliğin kötülüğü, sonra cimrilerin hikâyeleri, sonra isar (başkasını nefsine tercih etmek) ve fazileti, sonra cömertlik ve cimriliğin hududu, sonra cimriliğin ilâcı, sonra maldaki vazifelerin bütünü, sonra zenginliğin kötülenmesi ve daha sonra fakirliğin övülmesi...
Eğer Allah dilerse bunları ele alıp tek tek izah edeceğiz.
*Başkasını Nefsine Tercih Etmenin Fazileti
Cömertlik ve cimrilik, birkaç dereceye ayrılır. Cömertliğin en yüksek derecesi îsardır. İsar demek, ihtiyacı olduğu halde cömertlik yapmak demektir. Cömertlik ise, muhtaç olmadığı şeyi, muhtaç olana veya muhtaç olmayana vermek demektir. Fakat mala ihtiyacı olduğu halde cömertlik yapmak nefse daha ağır gelir. Nasıl ki cömertlik bazen, ihtiyacı olduğu halde insanı başkasına verecek dereceye yükseltiyorsa, cimrilik de bazen ihtiyacı olduğu halde insanı kendi nefsinden bile esirgemeye sürükler. Nice cimri vardır ki malı kıskıvrak tutar. Hasta olur, tedaviye gitmez! Canı istediği halde paraya kıyamadığı için alıp yemez. Eğer bedava olursa yer.
İşte böyle bir kimse ihtiyacına rağmen nefsine karşı cimrilik yapan bir kimsedir. Öbür kimse, muhtaç olmasına rağmen başkasını nefsine tercih eden kimsedir. Bu iki kişinin arasındaki farkı düşün! Çünkü ahlâklar ilâhî vergilerdir. Allah Teâlâ dilediği yere ahlâkları koyar! Cömertlik hususunda îsardan daha büyük bir derece yoktur. Nitekim Allah Teâlâ ashab-ı kirâmı överek şöyle buyurmuştur:
Onlara verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, (hicret edenleri) nefisleri üzerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar başarıya erenlerdir.(Haşr/9)
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
Bir kişinin istenilen bırşeye iştahı çekerse, buna rağmen şehvetini geriye itip başka bir kardeşini nefsine tercih ederse, onun günahları bağışlanır.127
Aişe validemiz (r.a) şöyle der: Hz. Peygamber, dünyadan ayrıldığı güne kadar hiçbir zaman üç gün arka arkaya doymadı. Oysa biz isteseydik doyabilirdik. Fakat bizler başkasını kendimize tercih ederdik.128
Hz. Peygamber'e bir misafir geldi. Hz. Peygamber, aile efradının yanında misafirine yedirecek birşey bulamadı. Bu esnada ensar-ı kirâmdan bir kişi Hz. Peygamber'e geldi. Misafiri alıp evine götürdü. Sonra misafire yemek ikram etti. Hanımına çırayı söndürmesini emretti. Elini, sanki misafirle beraber yiyormuş gibi uzatıyor, fakat yemiyordu. Misafir, yemeği bitirinceye kadar bu hâl böyle devam etti. Sabahladığı zaman Hz. Peygamber şöyle dedi:
Bu gece misafirinize gösterdiğiniz güzel davranışınızdan Allah Teâlâ memnun olmuştur! Bunun üzerine 'Onlar verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları bile olsa (muhacirleri) nefisleri üzerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar başarıya erenlerdir'. (Haşr/9) ayeti nâzil oldu.129
Bu bakımdan cömertlik, Allah Teâlâ'nın ahlâkından biridir. Îsar ise cömertlik derecelerinin en yücesidir. Îsar ahlâkı Hz. Peygamber'in (s.a) edebindendi. Hatta Allah Teâlâ buna azim (büyük) diye isim vererek şöyle buyurmuştur:
Gerçekten sen pek büyük (azim) bir ahlâk üzerindesin. (Kalem/4)
Sehl et-Tusterî der ki: Hz. Musa (a.s) şöyle niyazda bulunmuştur. 'Ya rabbî! Muhammed'in ve ümmetinin bazı derecelerini bana göster!' Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Ey Musa! Senin buna gücün yetmez. Fakat ben onun menzillerinden birini, büyük ve faziletli bir menzili sana göstereyim ki o menzilinden dolayı onu senden de, bütün mahlûkattan da üstün kıldım.
Râvi der ki: Hz. Musa'ya göklerin melekûtu göründü. Hz. Musa, bir menzile (manevi mertebeye) baktı. Neredeyse, o mertebe-nin nûrlarından ve Allah'a yakınlığından dolayı Musa helâk olacaktı. Musa (a.s) tekrar şöyle dilekte bulundu: 'Yarab! Sen Muhammed kulunu ne ile bu şerefe nail ettin?' Allah Teâlâ dedi ki:
Mahluklar arasında hassaten ona vermiş olduğum bir ahl-âktan dolayı onu bu şerefe nâil ettim. O da îsârdır. Ey Musa!Ümmet-i Muhammed'den herhangi bir kimse hayatında bir defa îsarı kullanmışsa, benim huzuruma geldiğinde onu hesaba çekmekten hayâ ederim. Ona cennetimin dilediği köşesinde yerleşme imkânını bahşederim!
Denildi ki, Abdullah b. Câfer (r.a), bahçelerinden birine gitti, Bu esnada başka bir kavmin hurmalığına vardı. Orada çalışan siyah bir hizmetçi gördü. Hizmetçi yemeğini yemeye oturduğu zaman yanına bir köpek sokuldu. Hizmetçi ekmeği köpeğe verdi. Köpek onu yedi. Sonra ikinci ve üçüncüyü de verdi. Köpek onları da yedi. Abdullah da bakıyordu. Hizmetçiye şöyle sordu:
-Günde kaç ekmek nafakan var?
-İşte senin gördüğün kadar.
-O halde bu köpeği neden kendi nefsine tercih ettin?
-Burası köpeğin bulunacağı bir yer değildir. Muhakkak bu köpek uzun bir yoldan aç olarak gelmiştir. Ben de o aç iken doymayı iyi görmedim.
-O halde akşama kadar ne yapacaksın?
-Bugün bütün gün aç kalacağım!
Abdullah b. Câfer dedi ki: 'Ben cömertliğimden dolayı kınanıyorum. Oysa şu çocuk benden daha cömerttir!' Bunun üzerine Abdullah, o bostanı, hizmetçiyi ve o bostanda bulunan âletlerin tamamını sahibinden satın aldı. Köleyi azad etti ve orayı köleye hibe etti.
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in ashabından bir zata bir koyun kellesi hediye edildi. O 'Benim kardeşim benden daha muhtaçtır' deyip başkasına gönderdi. Böylece onların herbirisi o kelleyi diğerine gönderiyordu. Sonunda, kelle yedi evi dolaşıp yine birinci eve döndü.
Hz. Ali, hicret gecesinde Hz. Peygamber'in yatağında uyudu. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Cebrâil ile Mikâil'e vahy göndererek 'Ben ikinizi kardeş yaptım ve birinizin ömrünü diğerinizin ömründen daha uzun kıldım! Hanginiz arkadaşına uzun ömrünü bahşedecek?' dedi. Bunun üzerine herbiri kendisinin daha uzun yaşamasını istedi. Allah Teâlâ onlara vahy göndererek 'Siz Ali b. Ebî Tâlib gibi olamazsınız? Onunla peygamberim Muhammed'i kardeş yaptım, O, Hz. Peygamber'in yatağında yattı. Nefsini ona feda etti. Onun yaşamasını seçti. Bu bakımdan ikiniz de yeryüzüne inin. Onu düşmanından koruyun' dedi. Bunun üzerine Cebrail (a.s) Hz. Ali'nin baş ucunda, Mikâil de ayak ucunda nöbet beklediler. Cebrâil (a.s) dedi ki: 'Ey Ebu Tâlib'in oğlu! Aferin senin gibisine! Allah Teâlâ seninle meleklere karşı iftihar ediyor'. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu ayeti gönderdi.
İnsanlardan öylesi de var ki canını, Allah'ın rızasını kazanmaya satar. Allah da kullarına çok merhamet edicidir.(Bakara/207)
Ebu Hasan el-Antakî'den şöyle rivayet ediliyor: Bu zâtın yanında otuz küsur şahıs toplandı. Horasan şehirlerinden Rey şehrine yakın bir köyde kalırlardı. Onların sayılı ekmekleri vardı. Hepsini doyurmazdı. Bunun üzerine ekmekleri parçaladılar. Çırayı söndürdüler ve yemeğe oturdular. Yemek yenildikten sonra sofranın olduğu gibi kaldığını gördüler. Onların hiçbiri ondan birşey almamıştı. Kardeşini kendi nefsine tercih etmek için böyle yapmışlardı.
Rivayet ediliyor ki, hadîs ilmi'nde emîr'ul-mü'minîn sayılan Şu'be b. Haccac'a bir dilenci geldi. Onun yanında birşey yoktu. Dilenciye vermek üzere evinin tavanından bir mertek çıkarıp verdi. Sonra dilenciden özür diledi.
Huzeyfe el-Advî şöyle anlatıyor: Yermuk (Şam'da bir yerdir) savaşında elimde biraz su olduğu halde, yaralılar arasında amcamın oğlunu arıyordum ve diyordum ki: 'Eğer amcamın oğlunda bir hayat emaresi varsa, ona su içireceğim ve yüzünü bu su ile sileceğim'.
Gezerken amcamın oğlunu gördüm. 'Sana su içireyim mi?' diye sorunca bana işaret ederek içir dedi. O sırada başka bir kişinin Ah! Su! dediğini işittik. Amcamın oğlu bana 'suyu ona götürüp vermemi' işaret etti. O kişiye vardım, Hişam b. As olduğunu gördüm. Ona 'Sana su içireyim mi?' dedim. O sırada başka birinden ah diye bir ses geldi. Hişam, suyu ona götürmemi işaret etti.Ona varınca baktım ki ölmüş. Hişam'a döndüm. Baktım ki o da ölmüş! Amcamın oğluna geldim, baktım ki o da ölmüş! Allah'ın rahmeti hepsinin üzerine olsun!
Abbas b. Dehka şöyle anlatıyor: "Bişr el-Hafî hariç, hiç kimse dünyaya geldiği gibi, dünyadan çıkmamıştır. Şöyle ki: Hâris hasta yatıyordu. Bir kişi gelip ihtiyacını söyledi. Hâris, gömleğini çıkarıp adama verdi. Emanet olarak gömlek aldı ve o emanet aldığı gömlekle can verdi".
Bir sûfîden şöyle rivayet ediliyor: Biz Tarsus'ta bulunuyorduk. Orada bir grup teşkil ettik. Oradan cihada çıktık. Şehirden bir köpek bizim arkamıza takıldı. Kapının dışına çıkınca baktık ki ölü bir hayvan vardır. Bunun üzerine bir tepeye çıkıp oturduk. Arkamıza takılan köpek leşi görünce şehre dönüverdi. Bir saat sonra beraberinde yirmi köpek olduğu halde o leşin yanına geldi. Kendisi bir kenara oturdu. O köpekler leşe daldılar. Onlar leşten yiyorlar, öbür köpek de oturmuş onları seyrediyordu. Leş bitip, sadece kemik kalıp köpekler şehre dönünceye kadar bekledi. O zaman kalkıp kemiklerin yanına geldi. Kalan şeylerden birazcık yedi. Sonra o da gitti.
Biz îsâr hakkındaki evliyanın hallerinden bir kısmını Fakr ve Zühd bölümünde zikretmiştik. Burada onları tekrar etmeye ihtiyaç yoktur. Tevfîk Allah'tandır. Allah'ı razı eden hususta Allah'a tevekkül edilir!
_______________
127)İbn Hibban, Zuafâ; Ebu Şeyh, Sevab
128)Beyhâkî, Şuab'ul-İman
129) Müslim, Buhârî
130) İmam Ahmed, (İbn Abbas'tan). ve Hâkim. İmam Ahmed'in rivayetinde Cebrâil ile Mikâil bahsi yoktur. Irakî bu ziyadenin herhangi bir aslına rast-lamadığını kaydeder. İmam Ahmed, hadisin münker olduğunu söylemiştir.
*Cimriliğin Kötülenmesi
Ayetler
Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.(Tegâbün/16)
Allah'ın fazlından kendilerine verdiği şeye cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Aksine o kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.(Âlu İmran/180)
Bunlar öyle insanlardır ki cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği tavsiye ederler ve Allah'ın kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar. (Biz de) o nankörlere hor ve rüsvay edici bir azap hazırladık.(Nisâ/37) Hadîsler
Cimrilikten -kaçının! Çünkü sizden önce gelen ümmetleri helâk eden cimriliktir. Cimrilik onları, birbirlerinin kanını akıtmaya, birbirlerinin namus ve malını helâl saymaya zorladı.100
Cimrilikten kaçının! Çünkü cimrilik sizden öncekileri çağırıp, birbirine kırdırıp kanlarını akıttı! Onları çağırdı. Bu bakımdan birbirlerinin haram olan haklarını helâl saydılar. Yine onları çağırdı. Aralarındaki rahmi (akrabalığı) kestiler.101
Cennete cimri, hilebaz, hain ve kötü ahlâklı kimse, kötülüğünün karşılığını görmedikçe girmez.102
Bir rivayette "diktatör kimse giremez', başka bir rivayette de 'sadakasını başa kakan giremez' diye vârid olmuştur.
Üç haslet vardır. Onlar helâk edicidirler. İtaat edilen cimrilik, arkasından gidilen hevâ-i nefis ve kişinin kendini beğenmesi!103
Muhakkak Allah Teâlâ üç sınıftan nefret eder: Zina eden ihtiyar, iyiliğini başa kakan cimri, mütekebbir olan çoluk çocuk sahibi.101
Malını Allah yolunda infak edenle, cimrilik yapanın misâli, sırtında memelerinden boğazlarına kadar birer demir gömlek olan iki kişinin misâline benzer. İnfak eden bir kimseye gelince, infak ettiğinden ötürü gömleği bütün bedenini kaplar veya parmak boğumlarına kadar derisini örter. Cimri bir kimseye gelince, o hiçbir şeyi infak etmek istemez. Böylece gömleği daha kısalır ve demir gömlekteki her halka olduğu yere batar! Öyle ki gırtlağını sıkmaya başlar bir duruma gelir... Bu kimse onu genişletmek ister. Fakat o bir türlü genişlemez.105
İki haslet vardır. Onların ikisi mü'min bir kimsede biraraya gelmezler: Cimrilik ile kötü ahlâk...106
Ey Allahım! Ben cimrilikten sana sığınıyorum. Korkaklıktan sana sığınıyorum. Bunama derecesine gelen yaşlılıktan sana sığınıyorum.107
Zulümden kaçının! Çünkü zulüm, kıyamet gününde birçok karanlıklara sebep olur. Fâhiş konuşmaktan sakının! Çünkü Allah Teâlâ fâhiş konuşanı da, fâhişlik yapmayı kabul edeni de sevmez! Cimrilikten sakının! Çünkü sizden öncekileri cimrilik helâk etmiştir. Cimrilik onlara yalan söylemeyi emretmiş, yalan söylemişler! Onlara zulmetmeyi emretmiş, zulmetmişler. Onlara sılayı rahmi kesmeyi emretmiş, sılayı rahmi kesmişlerdir.108
Kişide bulunan en şerli hasletler, obur bir cimrilik, şiddetli bir korkaklıktır.109
Hz. Peygamber zamanında biri öldürüldü. Bir kadın onun için ağlarken Ey şehid! diye bağırdı. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
Onun şehid olduğunu nereden biliyorsun? O, kendisini ilgilendirmeyen konularda konuşur veya önemsiz birşeyi vermekte cimrilik yapardı!110
Cübeyr b. Mûtim şöyle anlatıyor: Biz Hz. Peygamber ile beraber Hayber'den dönüyorduk. O esnada bedeviler gelip Hz. Peygamber'den ısrarla birşeyler istediler. Öyle ki Hz. Peygamber'i bir ağaca sığınmaya mecbur ettiler. Hz. Peygamber'in abası ağaca takılıp omuzundan yere düştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber durakladı ve şöyle dedi:
Benim abamı veriniz! Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, eğer şu tümsekler kadar malım olsaydı, muhakkak sizin aranızda taksim ederdim. Beni ne cimri, ne yalancı, ne de korkak olarak göremezdiniz.111
Hz. Ömer (r.a) der ki: Hz. Peygamber (s.a) bir taksimat yaptı. Ben dedim ki: 'Bu maldan almayanlar, almak hususunda alanlardan daha müstehak idiler'. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
'Onlar fâhiş bir şekilde benden istemek veya cimrilik yapmak arasında beni serbest bırakırlar. Oysa ben cimri değilim'.112
Ebu Said el-Hudrî der ki: İki kişi Hz. Peygamber'in huzuruna girdiler. Hz. Peygamber'den bir deve parası istediler. Hz. Peygamber onlara iki dinar verdi. Onlar Hz. Peygamber'in huzurundan çıkarken Ömer b. Hattab (r.a) onlarla karşılaştı. Onlar Hz. Peygamber'i övdüler ve Hz. Peygamber'in kendilerine yapmış olduğu iyiliğe karşı teşekkür ettiler. Hz. Ömer içeri girdi, onların dediklerini Hz. Peygamber'e nakletti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:
Filan adama on ile yüz arasında verdiğim halde böyle söylemedi. Biriniz benden istiyor, istediğini alıp kucağında saklayarak gidiyor. Oysa o ateştir.
-O halde ateş olan bir şeyi neden onlara veriyorsun?
-Onlar benden ısrarla istiyor. Allah Teâlâ da cimriliği bana
yasaklamıştır. Bu yüzden veriyorum!113
İbn Abbas Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
ömertlik Allah'ın cömertliğinden gelir. Bu bakımdan siz cömertlik yapın ki Allah da sizin için cömertlik yapsın! Allah Teâlâ cömertliği bir adam suretinde yaratmıştır. Onun başını Tubâ ağacının köküne yerleştirmiştir. Onun ağacını Sidret'ül-Münteha ağacıyla bağlamıştır. Onun bazı dallarını dünyaya sarkıtmıştır. Bu bakımdan onun dallarından bir dala yapışan kimseyi o dal cennete götürür. Cömertlik imandandır. İman da cennettedir. Allah Teâlâ cimriliği de gadabmdan yaratmıştır. Onun başını zakkum ağacının köküne yerleştirmiştir. Bir kısım dallarını dünyaya sarkıtmıştır. Onun dallarından birine yapışan kimseyi ateşe sokar. Muhakkak cimrilik küfürdendir. Küfür de ateştedir.114
Cömertlik bir ağaçtır, cennette biter. Bu bakımdan cennete ancak cömert olan bir kimse girer. Cimrilik bir ağaçtır, ateşte biter. Bu bakımdan ateşe ancak cimri bir kimse girer.115
Ebu Hüreyre'nin bir rivayetinde Hz. Peygamber (s.a) Benî Lihyan heyetine dedi ki: 'Ey Benî Lihyan! Sizin başınız kimdir?7 Dediler ki: 'Bizim başımız Cedd b. Kays'tır.116 Ancak kendisinde cimrilik vardır'. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi:
Acaba cimrilikten daha korkunç hangi hastalık vardır? Sizin başınız Amr b. Cemuh'tur.117
Bir rivayette onlar dediler ki:
-Bizim başımız Cedd b. Kays'tır.
-Onu neden reis kabul ettiniz?
-O malca hepimizden zengindir. Fakat biz buna rağmen onda cimrilik görüyoruz.
-Acaba cimrilikten daha korkunç bir hastalık var mıdır? O sizin başınız olamaz!
-O halde ey Allah'ın Rasûlü, bizim başımız kimdir?
-Sizin başınız Bişr b. Bera'dır.118
Hz. Ali, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Allah, hayatında cimri, ölümü anında cömert olan bir kimseden nefret eder!119
Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Câhil bir cömert, Allah katında, cimri bir âbidden daha sevimlidir.120
Cimrilik ile iman bir kulun kalbinde biraraya gelmezler.121
Hiçbir mü'min için cimri olmak da, korkak olmak da uygun değildir.122
Bazılarınız 'Cimri, zâlimden daha zararsızdır ve daha mâzurdur' der. Allah katında cimrilikten daha büyük bir zulüm yoktur. Allah Teâlâ izzet, azamet ve celâliyle yemin etmiştir ki cennete cimri ve eli sıkı olan kimse girmeyecektir.123
Rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber Kâbe'yi ziyaret ediyordu. Baktı ki bir bir kişi Kâbe'nin örtüsüne yapışmış şöyle demektedir:
-Bu beytin hürmetine benim günahımı bağışla!
-Senin günahın nedir?
-Benim günahımı kelimeler anlatamaz.
-Rahmet olasıca! Senin günahın mı daha büyüktür, yoksa arz mı?
-Belki benim günahım daha büyüktür!
-Senin günahın mı, yoksa denizler mi daha büyüktür?
-Günahım daha büyüktür.
-Günahın mı büyük, yoksa gökler mi?
-Günahım daha büyüktür!
-Günahın mı daha büyüktür, yoksa arş mı?
-Günahım daha büyüktür.
-Günahın mı daha büyüktür, yoksa Allah mı? Allah daha büyük ve yücedir.
-O halde rahmet olasıca, günahını bana anlat!
-Ey Allah'ın Rasûlü! Ben servet sahibi bir kimseyim. Dilenci bana gelip, benden birşeyi istediğinde sanki beni bir parça ateşle karşılıyor.
-Benden uzaklaş! Ateşinle beni yakma! Beni hidayet ve kerametle hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim, eğer sen Rükün (Kâbe'nin rükn-ü yemânisini kasdedi-yor) ile Makam (Makam-ı İbrahim) arasında durup ikibin sene namaz kılsan, sonra göz yaşlarından nehirler çıkıp akarcasına, ağaçlar sulanırcasma ağlasan, sonra cimri olduğun halde ölsen muhakkak Allah Teâlâ seni yüzü koyun ateşe atar. Rahmet olasıca! Bilmez misin cimrilik küfürdür? Muhakkak küfür de ateştedir. Rahmet olasıca!Bilmez misin Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: 'Oysa kim cimrilik ederse kendi zararına cimrilik etmiş olur'.(Muhammed/39);
'Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtulanlardır'. (Teğâbün/16)
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
İbn Abbas (r.a) der ki: Allah Teâlâ, Adn cennetini yarattığı zaman ona süslen emrini verdi. O da süslendi. Sonra ona nehirlerini çıkar dedi. O da Selsebil, Kâfur ve Tesnîm çeşmelerini çıkardı. Bu çeşmelerden cennetlerde şarap, bal ve süt nehirleri aktı. Sonra cennete 'Tahtırevanların, gerdek odalarını, kürsülerini, süs eşyalarını, ziynetlerini ve elâ gözlü kadınlarını göster' dedi. Onları da gösterdi. Sonra cennete baktı ve dedi ki konuş! Bunun üzerine cennet şöyle konuştu: 'Ne mutlu bana girene!' Allah Teâlâ da İzzetimle yemin ederim, sende cimri bir kimseyi durdurmayacağım!' dedi.
Ömer b. Abdülâziz'in kız kardeşi Ümmü'l-Benin şöyle demiştir: 'Cimriye yazıklar olsun! Eğer cimrilik bir iç gömlek ol-saydı ben onu giymezdim. Eğer bir yol olsaydı ben o yolda yürümezdim'.
Hz. Talha (r.a) der ki: 'Muhakkak biz mallarımızla, cimrilerin elde ettiklerini elde ederiz. Fakat biz sabrı yükleniriz'.
Muhammed b. Münkedir şöyle demiştir: Eskiden 'Allah bir kavme şerri irade ettiği zaman, onların şerlilerini onların başına geçirir. Rızıklarını cimrilerinin eline verir' denirdi.
Hz. Ali bir hutbesinde şöyle demiştir: 'Halkın üzerine bir ısırıcı zaman gelecektir. Zengin elindeki serveti ısıracaktır. Oysa bununla emrolunmamıştır'.
Aranızda birbirinize iyilik etmeyi unutmayın! (Bakara/237)
Abdullah b. Amr şöyle demiştir: 'Şuh denilen cimrilik, buhl denilen cimrilikten daha berbattır. Çünkü sahih olan kimse o başkasının elindeki mala, almak için üşüşür ve kendisinin elinde bulunan malı da cimrilikten vermez ve sever. Bahil de ancak elindeki mal ile cimrilik yapar!'
Şa'bî şöyle demiştir: 'Bunların ikisinden hangisinin cehennem ateşine daha fazla batırdığını bilmiyorum! Cimrilik mi, yoksa yalan mı?'
Nuşirevan'ın huzurunda Hintli bir hakîm ile Rum bir filozof bir araya geldiler. Nuşirevan, Hindliye konuş dedi. Hintli 'İnsanların en hayırlısı cömert, öfke anında vakur, sözünde teenni ile hareket eden, mütevazi ve akrabalarına şefkatli olan bir kimsedir' dedi. Rum ayağa kalkarak şöyle dedi: 'Kim cimri ise düşmanı onun malına vâris olur! Şükretmesi azalan bir kimse hiçbir zaman zafere eremez. Yalancılar kötü kimselerdir. Kovuculuk yapan fakir olarak ölür. Merhamet etmeyen bir kimseye, merhametsiz bir kimse musallat kılınır!'
Dahhâk 'Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik. Çenelerine kadar dayanan o halkalar yüzünden kafaları kalkıktır'. (Yasin/8) ayetinin tefsirinde, ağlâl kelimesi cimrilik mânâsına gelir demiştir. Allah Teâlâ onların ellerini Allah yolunda infak etmekten tutar. Onlar hidayeti görmez olurlar.
Ka'b şöyle der: Her sabah iki melek şöyle bağırırlar: 'Ey Allahım! Senin yolunda harcamayalım malını telef et! Yolunda harcayanın harcadıklarının yerini hemen doldur!5
Abdülmelik b. Karîb el-Esmaî der ki: Bir kişiyi tavsif ederken bir bedevi şöyle diyordu: 'Filan adam gözümde küçüldü. Çünkü dünya onun gözünde büyümüştür. O adam dilenciyi gördüğü zaman sanki kendisine geleni ölüm meleği gibi görür'.
Ebu Hanife şöyle demiştir: 'Ben cimri bir kimseyi bir türlü âdil telâkki edemiyorum. Çünkü cimrilik onu fazlasıyla almaya zorlar ve o da alır. Bu bakımdan böyle olan bir kimse, emanet hususunda, emin sayılmaz'.
Hz. Ali şöyle demiştir: 'Allah'a yemin ederim! Kerim bir kimse hiçbir zaman hakkını son noktasına kadar almış değildir'.
(Peygamber, hanımına) bunların bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti.
(Tahrim/3)
Cahız124 der ki: 'Lezzetlerden üç şey kalmıştır. Cimrileri zemmetmek, kebab yemek, uyuzu kaşımak../
Bişr b. Hâris şöyle demiştir: 'Cimri bir kimsenin gıybeti yoktur'. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Muhakkak sen o zaman cimrisin.
Bir kadın Hz. Peygamber'in yanında 'Oruç tutar, namaz kılar, ancak onda cimrilik vardır' diye övüldü. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
O vakit onun hayırlı olması nerede?!125
Bişr şöyle demiştir: 'Cimriye bakmak kalbi katılaştırır. Cimrilerle karşılaşmak, mü'minlerin kalbine üzüntü verir. Fâsık dahi olsalar, cömertler için sevgiden başka birşey yoktur. Cimriler, sâlih dahi olsalar onlar için de buğzdan başka birşey yoktur'.
İbn Mu'tez dedi ki: 'İnsanların malca en cimrisi, şerefçe en cömerdidir'. Yani malına kıymaması, şerefine saldırılmasına vesile olur!
Yahya b. Zekeriyya (a.s) İblis'i gerçek şeklinde gördü. Yahya (a.s) ona dedi ki: 'Ey İblis! Sence insanların en sevimlisi ve en sevimsizi kimdir?' İblis şöyle dedi: İnsanların bence en sevimlisi cimri müslümanlardır ve insanların bence en sevimsizi cömert fâsıktır. Çünkü cimrinin cimriliği benim vazifemi görmüştür. Cömert fâsık ise, korkarım ki Allah onu cömertliği ânında kabul eder!' İblis bu sözleri söyledikten sonra Yahya'ya (a.s) sırtını çevirerek gitti ve şöyle dedi: 'Eğer sen Yahya olmasaydın sana bunları söylemezdim!'
______________________
100)Ebu Dâvud, Nesâî
101)Hâkim
102)İmam Ahmed, Tirmizî
103)İlim bölümünde geçmişti.
104)Tirmizî, Nesâî
105)Müslim, Buhârî
106)Tirmizî
107)Buhârî
108)Hâkim
109)Ebu Dâvud
110)Ebu Yâ'lâ, Beyhâkî
111)Buhârî
112)Müslim
113)İmam Ahmed, Ebu Yâ'lâ, Bezzar
114)Deylemî
115)Daha önce geçmişti.
116)Adı Cedd b. Kays b. Sâhir b. Hansâ b. Sinan b. Ubeyd b. Adîy b. Ganem b.Kâ'b b. Seleme'dir. Ensardandır.
117)Hâkim
118)Adı Bişr b. Berâ b. Ma'rur b. Sahr b. Hansâ b. Sinan'dır. Cedd'in amcazadesidir.
119)Deylemî
120)Tirmizî
121)Nesâî
122)Irâkî, bu ibare ile görmediğini söylemektedir.
123)Tirmizî
124)Adı Amr b. Bahr'dır. Basralıdır. Künyesi Ebu Osman'dır. Mu'tezile'nin
ileri gelenlerindendir. H. 355'de vefat etmiştir.
125)Dilin Âfetleri bölümünde geçmişti.
*Cimriliğin Tedavisi
Cimriliğin sebebi mal sevgisidir. Mal sevgisinin de iki sebebi vardır.
Bir
Onlardan biri, uzun emelle beraber ancak mal ile elde edilen şeyleri sevmektir. İnsanoğlu birgün sonra öleceğini bilse çoğu zaman malıyla cimrilik yapmaz. Çünkü birgün veya bir ay veya bir sene muhtaç olacağı miktar yakındır. Eğer kısa emelli olmasına rağmen çocukları varsa, çocuklar uzun emelin yerine kaim olur.Çünkü kişi onların geride kalacaklarını, kendi nefsinin kalacağı gibi takdir eder, onlar için mal toplar ve bunun için de Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.
Çocuk, cimriliğe, korkaklığa ve cehalete teşvik edici bir sebeptir.132
Buna 'fakirlik korkusu', 'rızkın gelmesine az güvenmek' de eklendiği zaman şüphesiz ki cimrilik daha da güçlenir.
İki
İkinci sebep, malın bizzat kendisini sevmesidir; zira insanların bir kısmı vardır ki ömrünün geri kalan kısmında kendisine yetecek kadar malı vardır. Eğer normal infak etse bile geride binlerce dirhemi kalacaktır. Kendisi çocuksuz bir ihtiyar olduğu halde beraberinde birçok mal vardır. Fakat nefsi, zekâtı vermeye bile tahammül etmemektedir. Hastalık anında kendisini tedavi etmeye razı olmamaktadır! Dinarların dostu ve aşığı olmuştur. Elinde dinarların olmasından vc onlara muktedir olmasından zevk alır. Onları toprak altında saklar. Bilir ki öldüğü zaman onlar ya toprağın altında zâyi olacaktır veya düşmanlarının eline geçecektir. Buna rağmen nefsi bir türlü bir lokma yemesine veya sadaka vermeye dahi razı olmaz. Bu, kalbin büyük bir hastalığıdır. Tedavisi zordur. Hele ihtiyarlık zamanında bu müzmin bir hastalıktır. Tedavi edilmesi umulmaz. Bunun sahibinin misâli, bir şahsa aşık olan ve o şahıstan gelen elçiyi seven, sonra aşık olduğu şahsı unutan, elçi ile meşgul olan bir kimsenin misâline benzer. Çünkü dinarlar (paralar) elçidir. İnsanların ihtiyaçlarını giderir ve bunun için de sevimli olur; zira lezzetli birşeye götüren de lezzetli olur. Sonra paralar vasıtasıyla elde edilen ihtiyaçlar unutulur. Paralar kişinin yanında sanki kendilerinde bulunan bir marifetten dolayı sevgili olur. Bu ise dalâletin son noktasıdır. Hatta para ile taş arasında fark gören bir kimse cahildir. Ancak para ile ihtiyaç yerine getirilir. İşte farkı bu kadardır. Bu bakımdan ihtiyaçtan fazla olanı taş mesabesindedir. İşte mal sevgisinin sebepleri bunlardır.
Her hastalığın tedavisi ancak onun sebebinin zıddı iledir. Bu bakımdan şehvet sevgisini, aza kanâat etmekle ve sabırla tedavi etmelisin. Çünkü uzun emeli, ölümü çok hatırlamakla, akran ve emsâlinin ölümüne bakmakla tedavi edersin. Mal toplamak sevgisini, mal toplayanların yorgunluklarına ve onlardan sonra malın zâyi olmasına bakmakla tedavi edebilirsin.
Kalbin çocuğa karşı duyduğu aşırı ilgiyi şu şekilde tedavi edebilirsin: Çocuğun yaradanı, onunla beraber rızkını da yaratmıştır. Nice çocuklar vardır ki babasından kendilerine miras kalmamıştır. Oysa babasından miras alanların halinden, onun hali daha iyidir. Malı çocuğu için topladığını ve çocuğunu hayırlı bir durumda bırakıp kendisinin şerre gideceğini bilmekle tedavi edebilir. Evladı eğer muttakî, salih bir kimse ise, Allah ona kâfidir. Eğer fâsık ise bıraktığı o mal ile günahları daha da artar. İşlediği günahların felâketi de kendisine döner düşüncesiyle tedavi olur.
Kalbini, cimrilik hakkında ve cömertliğin övülmesi hususunda vârid olan hadîsleri ve cimrilikten dolayı Allah'ın büyük azabını düşünmek suretiyle tedavi etmelisin.
Fayda verici tedavi formüllerinden biri de cimrilerin durumlarını çokça düşünmek, tabiatın onlardan nefret ettiğini ve çirkin gördüğünü çokça düşünmektir; zira hiçbir cimri yoktur ki başkasında olan cimriliği çirkin görmesin ve cimri olan arkadaşlarının cimriliğinden rahatsız olmasın. Bu bakımdan kendisinin de halkın kalbinde çirkin sayıldığını bilmelidir. Nitekim diğer cimrileri de kendisi böyle telâkki eder. Yine kalbini malın maksadlarını, niçin yaratıldığını, malın sadece ihtiyaç miktarının korunması gerektiğini, fazlasını infak etmekle âhiret için azık hazırladığını düşünmekle tedavi eder.
İşte mârifet ve ilim yönünden gelen tedavi formülleri bunlardır. Bu bakımdan kişi, basiret nûruyla malı vermenin, gerek dünyada ve gerek ahirette, vermemekten daha hayırlı olduğunu bildiği zaman, eğer aklı varsa vermeye rağbet eder. Eğer şehveti hayır hususunda harekete geçerse, derhal ilk hatıra gelene icabet etmelidir. Çünkü şeytan, kendisini durmadan fakirlikle korkutur ve cömertlikten menetmeye çalışır.
Hikâye olunuyor ki, Ebu Hasan el-Buşencî133 birgün helâda bulunuyordu. Bu esnada talebesini çağırdı ve dedi ki:
-İç gömleğimi çıkar, filân adama ver!'
-Helâdan çıkıncaya kadar sabredemedin mi?
-Nefsimin caymasından emin değilim. Helâda iken kalbime geldi. Helâdan çıkıncaya kadar nefsimin fikir değiştireceğinden emin olmadığımdan dolayı böyle yaptım.
Cimrilik sıfatı zorla vermeye kendisini alıştırmakla ortadan kalkar. Tıpkı aşkın, ancak mâşukun memleketinden ayrılmakla ortadan kalktığı gibi... Hatta kişi sefere çıkar, mâşukundan ayrılırsa ve bir müddet de onsuz tahammül etmeye kendisini zorlarsa, kalbi artık onsuz durmaya alışır. Cimrilik hastalığını tedavi etmek isteyen bir kimsenin de vermek suretiyle maldan zorla ayrılması uygundur. Hatta malı suya atması bile malı severek elinde bulundurmaktan daha hayırlıdır.
Bu hususta çıkar yolun inceliklerinden biri de nefsini güzel isim yapmak, cömertlikle şöhret bulmakla aldatmasıdır. Nefsi, cömertliğin haşmetine tamah edinceye kadar riya kasdıyla vermelidir. Böylece nefsinden cimriliğin çirkefini uzaklaştırır, onunla riya çirkefini elde etmiş olur. Fakat bunu yaptıktan sonra riyaya yönelir, riyayı ilacıyla ortadan kaldırmaya çalışır. Bu bakımdan isim yapmak hevesi, nefsi maldan kesme anında nefis için teselli gibi olur. Nitekim çocuğun, annesinin sütünden kesildiği anda kuş ve benzeri şeylerle oynamakla teselli olduğu gibi... Çocuğun bunlarla oynaması, çocuğu oyunla başbaşa bırakmak için değildir. Annesinin memesinden ayrılsın diye bu imkân kendisine verilir. Sonra bu imkândan da bir kısmını diğerine musallat kılmak uygundur. Nitekim şehveti öfkeye musallat kılınır. Şehvetin hamakatı onunla kırılır. Ancak bu usûl, kendisinde mertebe ve riya sevgisi, cimrilik sevgisinden daha az olan kimse için faydalıdır. Böylece en kuvvetlisi en zayıf ile değiştirilir. Eğer rütbe onun nezdinde mal kadar sevimli ise o vakit cimriliği bırakıp ona yapışmakta hiçbir fayda yoktur. Çünkü bir hastalıktan yakayı sıyırır ve diğer hastalığa onun bir mislini daha eklemiş olur. Bunun alâmeti, riya için vermenin kendisine ağır gelmemesidir. Böylece bilinir ki riya kendisinde daha galiptir. Eğer vermek, riya ile beraber nefse ağır geliyorsa, bu takdirde vermek uygundur. Bu ağır gelme delâlet eder ki cimrilik hastalığı kalpte riyadan daha ağır basar. Bu sıfatların birinin diğerini ortadan kaldırmasının misâli, tıpkı şu denilen söze benziyor: 'Ölünün bütün bedeni kurtlanır. Sonra da o kurtlar sayıları azalıncaya kadar birbirini yerler. (Yani iki büyük kurda dönüşünceye kadar birbirlerini yerler). Sonra o iki kurt birbirini yeyinceye kadar dövüşür. Galip mağlubu yer, semizleşir. Sonra tek başına kalır ve ölüme mahkûm olur!'
İşte bu çirkin sıfatlar da böyledir. Bazılarını bazılarına musallat etmek, onun kökünü kazımak, kuvvet bakımından zayıf olanı, kuvvetliye yem yapmak mümkündür. Ta ki bir tanesi kalıncaya kadar... Onu da mücahede ile eritip ortadan kaldırmalıdır. Onunla mücahede etmek, ondan gıdasını menetmek demektir. Sıfatlardan gıdayı menetmek demek, onların isteklerine göre amel etmemek demektir.
Diğer sıfatlar, şüphesiz birtakım ameller isterler. Ne zaman onlara aykırı hareket edilirse, onlar sönerler ve ölürler. Meselâ cimrilik, malı sarfetmemeyi ister. Onun isteğine karşı çıkıp zaman zaman mal verildiği takdirde cimrilik sıfatı ölür. Cömertlik, insana tabiat olur, vermek için çekilen zorluklar ortadan kalkar; zira cimriliğin tedavisi ilim ve amelledir. Burada ilim, cimrilik âfetinin bilinmesine, cömertliğin faydasına dönüşür. Fakat cimrilik bazen gözü kör, kulağı sağır edercesine kuvvetli olur. Dolayısıyla bu husustaki mârifetin tahakkukuna mâni olur. Mârifet tahakkuk etmediği takdirde rağbet ve istek harekete geçmez. Dolayısıyla çalışmak da kolay olmaz, illet müzmin olarak kalır. Tıpkı ilacın bilinmesine ve kullanma imkânına mâni olan hastalık gibi... Zira böyle bir hastalıkta ölünceye kadar sabretmekten başka çare kalmaz. Tasavvuf şeyhlerinin bazılarının âdeti, müridlerdeki cimriliği tedavi etmek hususunda, şuydu: Onlara mahsus olan zaviyelerden onları menederdi. Bir müridin zaviyesiyle ve zaviyenin içerisinde bulunan şeylerle sevindiğini hissettiği zaman, onu başka bir zaviyeye, başka bir zaviyeyi de oraya nakleder ve onun elinden bütün mülk edindiklerim alırdı. Yeni bir elbiseye iltifat ettiğini gördüğü veya bir seccade ile sevindiğini hissettiği zaman derhal onu başkasına vermesini emrederdi. Ona eski bir elbise giydirirdi. Öyle bir elbise ki müridin kalbi o elbiseye meyletmezdi.İşte kalp bu yolla dünya mallarından uzaklaşırdı. Bu bakımdan bu yolda gitmeyen bir kimse dünya ile yakınlık kurup dünyayı sever. Eğer kişinin bin türlü malı varsa bin tane sevgilisi var demektir. Bunun için de onlardan biri çalındığı zaman, onu sevdiği kadar, üzüntüye mâruz kalır. Öldüğü zaman bir defada onun üzerine bin musibet iner. Çünkü hepsini severdi ve hepsi kendisinden alınmıştır! Hayattayken de onları kaybetmek ve onların elinden çıkması tehlikesiyle karşı karşıya idi.
Padişahlardan birine Firuzeç denilen maddeden yapılmış, cevherlerle süslenmiş bir tabak hediye edildi ki onun benzeri görülmemişti. Padişah buna pek sevindi. Yanındaki hükemadan birine şöyle sordu:
-Bunu nasıl görüyorsunuz?
-Onu bir musibet ve fakirlik olarak görüyorum!
-Nasıl olur?
-Eğer kırılırsa reddedilemeyecek bir musibet olur. Eğer çalınırsa ona muhtaç olur ve benzerini de bulamazsın. Oysa bu sana gelmeden önce sen hem musibetten, hem de buna muhtaç
olmaktan emindin.
Sonra günün birinde tabak kırıldı veya çalındı. Padişaha bu musibet pek ağır geldi ve dedi ki: 'Hakîm doğru söyledi! Keşke o tabak başta bize hediye edilmeseydi!'
Dünya sebeplerinin hepsinin durumu budur. Çünkü dünya Allah düşmanlarının düşmanıdır. Onları cehenneme sevkeder. Allah dostlarına da düşmandır. Kendisine karşı sabretmekle onları üzer. Allah'ın da düşmanıdır. Çünkü Allah'a giden yolu kullarının yüzüne kapatır. Kendi kendisinin de düşmanıdır. Çünkü nefsini kıtır kıtır yer; zira mallar ancak hazinelerde nöbetçilerle korunur. Hazine vc nöbetçiler ise, ancak mal ile; dirhem ve dinarı vermek suretiyle edinilir. Bu bakımdan mal, nefsini yer, zatına ters düşer. Sonunda yok olup gider. Malın âfetini ve tehlikesini bilen bir kimse onunla ünsiyet edip sevinmez! Aksine zarurî ihtiyacı kadar ondan alır. İhtiyaç kadarıyla kanaat eden bir kimse cimri olmaz. Çünkü ihtiyacı olanı vermemesi cimrilik değildir. Muhtaç olmadığı miktarı korumakla nefsini yormaz. Bu bakımdan onu sarfeder. Hatta o, nehrin suyu gibidir; zira nehrin suyu hakkında hiç kimse cimrilik etmez. Çünkü halk, ihtiyaçları kadarıyla kanaat eder!
________________
132) İbn Mâce
133) Adı Ebu Hasan Ali b. Ahmed b. Sehl'dir. H. 318'de vefat etmiştir.
*Cimrilik Hakkında Hikâyeler
Basra'da zengin ve cimri bir kişi vardı. Komşularından biri kendisini davet etti. Kendisine yumurtalı kıyma takdim etti. O yumurtalı kıymadan fazlasıyla yedi. Bir taraftan yiyor, bir taraftan su içiyordu. Sonunda karnı şişti. Bundan dolayı üzerine bir ağırlık çöktü ve kıvranmaya başladı. Son raddeye vardığı zaman durumunu doktora söyledi. Doktor 'Önemli değil, yediğini kusmak suretiyle çıkar, kurtulursun!' dedi. Adam 'Yumurtalı kıymayı kusmak suretiyle nasıl çıkarayım? Ölürüm daha iyi' dedi.
Bir bedevi birini aramaya geldi. Aranan kişinin önünde incir vardı. Bedeviyi görünce inciri abasıyla örttü. Bedevi oturdu, adam bedeviye şöyle dedi:
-Sen Kur'an'dan birşey biliyor musun?
-Evet!Sonra 'Ve'z-zeytûni ve tûr-i sînîn...' diye Tin sûresini okumaya başladı. Bunun üzerine kişi bedeviye dedi ki:
-Hani surenin başındaki Vettîni kelimesi?
-(Latifeyle) Tin (incir) senin abanın altındadır.
Zatın biri bir arkadaşını davet etti ve ona birşey. yedirmedi. Onu ikindi zamanına kadar evde bekletti. Adam iyice acıktı. Neredeyse delirecekti. Bunun üzerine ev sahibi ud'u eline aldı ve ona dedi ki: 'Hayatımla sana yemin verdiriyorum, sen hangi makamı seviyorsan ben o makamda çalayım!' Adam cevap olarak 'Kavrayan etin sesini istiyorum!' dedi.
Hikâye olunuyor ki, Muhammed b. Yahya b. Halid el-Bermekî126 cimri, hem de kötü bir cimriydi. Bunun üzerine onun bu halini bilen ve arası iyi olan bir arkadaşından durumu soruldu. Ona biri 'Onun sofrasını bana anlat' deyince, arkadaşı 'Onun sofrası bir kulaç çapındadır. Onun tabakları haşhaşın tanelerinden delinmiştir!' dedi. Denildi ki:
- O sofraya kim gelip hazır bulunuyor?
- Kiramen kâtibin melekleri!
-O halde onunla beraber kimse yemek yemiyor mu?
-Evet! Sinekler beraber yiyorlar!
-Sen onun en yakın adamı olduğun halde senin avretin görünüyor, elbisen de yırtık!
-Allah'a kasem ederim, ben elbisemi dikmek için bir iğneye bile sahip değilim. Muhammed'in elinde Bağdad'dan Nevbe'ye kadar uzanan bir ev olsa, o ev iğnelerle tıka basa dolu olsa, Cebrâil ile
Mîkâil (a.s) beraberlerinde Yakub peygamber olduğu halde gelse,Muhammed'den Aziz'in hanımının yırttığı Yusuf'un (a.s)gömleğini dikmek için ödünç bir iğne isteseler yine vermez!
Denildi ki, Mervan b. Ebu Hafsa, cimriliğinden et yemiyordu. Ta ki, fazlasıyla iştahı çekinceye kadar... Fazlasıyla iştahı çektiği zaman hizmetçisini gönderir, bir baş aldırır, baş yerdi. Kendisine denildi ki:
-Ne oluyor? Yaz kış daima baş yediğini görüyoruz? Neden böyle yapıyorsun?
-Ben başın fiyatını biliyorum. Hizmetçinin bana ihanet edeceğinden eminim. Başta beni kandırmaya gücü yetmiyor ve bir de baş, hizmetçinin pişirip de ondan yiyeceği birşey değildir. Çünkü eğer hizmetçi bir gözüne, veya kulağına veya yanağına dokunsa derhal anlarım. Bir de baştan birkaç çeşit et yiyorum. Gözü bir çeşit, kulağı diğer bir çeşit, dili bir çeşit. Hulkumu bir çeşit, beyni başka bir çeşit! Bütün bunlarla beraber pişirmek masrafından da kurtulmuş oluyorum. İşte benim için başta bu kadar faydalar vardır. Bundan dolayı baş yiyorum.
Birgün bu zat Halife Mehdî'nin huzuruna gitmek üzere çıktı. Aile efradından bir kadın kendisine dedi ki: 'Eğer sen halifeden caize ve hediye alıp da dönersen bana ne vereceksin?' Cevap olarak dedi ki: 'Eğer bana yüz bin dirhem verilirse sana bir dirhem vereceğim!' Kendisine altmış bin dirhem verilince gelip o kadına dört danik verdi (tam bir dirhem vermedi). Bir ara bir dirhemle et aldı. O gün bir dostu kendisini evine davet edince, eti götürüp ka-saba bir danik eksiğine geri verdi ve dedi ki: 'Ben israftan hoşlanmam!'
A'meş'in bir komşusu vardı. Bu komşusu daima A'meş'e evine gitmeyi, orada bir parça ekmek ile tuz yemeyi teklif ediyordu. A'meş de gitmiyordu. Birgün yine aynı teklifi yaptı. O gün de A'meş'in açlığına denk geldi ve haydi gidelim dedi. A'meş adamın evine gitti. Adam A'meş'e ekmek ile tuz ikram etti. O esnada bir di-lenci geldi. Ev sahibi dilenciye 'Allah versin' dedi. Buna rağmen dilenci tekrar istedi. Ev sahibi tekrar 'Allah versin' dedi. Dilenci üçüncü defa isteyince 'Git! Aksi takdirde Allah'a yemin ederim sopa ile gelirim' dedi.
Râvi der ki: A'meş dilenciyi çağırdı ve 'Git! Allah'a yemin ederim, ben bu adamdan daha fazla sözünü tutan bir kimseyi görmedim. O, uzun bir zamandan beri beni bir parça tuz ekmek yemeye davet ediyordu. Allah'a yemin ederim ondan başkasını bana ikram etmedi!' diye ikazda bulundu.
________________
26) Hâlid b. Bermekî ateşperestti. Sonra müslüman oldu. Oğlu Ebu Ali Yahya zengin idi. Sonra Abbasilerin veziri oldu.
*Cömertliğin Fazileti
Mal yok ise bu durumda kul için en uygun hareket, kanaat etmek ve az hırslı olmaktır. Eğer mal varsa bu takdirde kulun en uygun hali, başkasını nefsine tercih etmek, cömertlik ve iyilik yapmak ve cimrilikten uzaklaşmaktır. Çünkü cömertlik, peygamberlerin (a.s) ahlâkındandır. Cömertlik kurtuluş esaslarından biridir.
Hadîsler
Cömertlik, cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Onun dalları yere sarkıtılmıştır. Bu bakımdan onun dallarından birine yapışan bir kimseyi o dal cennete doğru götürür.52
Câbir Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cebrâil, Allah Teâlâ'nın şöyle dediğini söyledi: Muhakkak bu (islâm dini) öyle bir dindir ki nefsim için ona razı oldum. O dini ancak cömertlik ve güzel ahlâk ıslah eder. Bu bakımdan siz bu iki hasletle gücünüz yettiği kadar o dine ikramda bulunun, dini güzelleştirin.53
O dine bu iki hasletle -onunla arkadaşlık yaptığınız müddetçe- ikramda bulunun.
Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ, bir veliyi kendisi için yarattığı zaman güzel ahlâk ve cömertlik üzere yaratır.54
Câbir (r.a) der ki: Hz. Peygamber'i 'Ey Allah'ın Rasûlü! Amellerin hangisi daha faziletlidir?' diye soruldu. Cevap olarak şöyle buyurdu: 'Sabır ve cömertlik'55
Abdullah b. Amr Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
İki ahlâk vardır ki, Allah onları sever. İki huy da vardır ki Allah onlardan nefret eder. Allah'ın sevdiği iki ahlâka gelince, birincisi güzel ahlâk, ikincisi cömertliktir. Allah'ın buğzettiği iki ahlâk ise, birisi kötü ahlâk, ikincisi cimriliktir. Allah Teâlâ bir kuluna hayrı murad ederse onu insanların ihtiyaçlarını yerine getirmekte kullanır.56
Mikdam b. Şureyh57 babasından, o da babasından rivayet ederek şöyle diyor: "Hz. Peygamber'e 'Beni cennete götürecek bir amele muttali kıl!' deyince, cevap olarak 'Muhakkak ki yemek yedirmek, selâmı yaymak ve güzel konuşmak mağfireti gerektiren hasletlerdendir' buyurdu".58
Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu riva-yet eder:
Cömertlik, cennette bulunan bir ağaçtır. Cömert olan bir kimse, o ağacın bir dalına yapışmıştır. O dal onu cennete sokuncaya kadar bırakmaz! Cimrilik ateşte biten bir ağaçtır. Cimri olan bir kimse onun dallarından birine tutunmuştur. O dal onu cehenneme sokuncaya kadar bırakmaz.59
Ebu Said el-Hudrî Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır. Fazileti, kullarımın şefkatlilerinde arayın ki onların sayesinde yaşayın! Çünkü ben rahmetimi onların kalbine koydum! Şefkati, kalpleri katı olanlardan istemeyin. Çünkü ben onların kalplerine öfkemi koydum.60
İbn Abbas Hz. Peygamber'in (s,a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cömert bir kimsenin günahından vazgeçin! Çünkü Allah Teâlâ bile, o cömert kulu kaydıkça onun elinden tutar.61
Rızık yemek yedirene devenin gırtlağına saplanan bıçaktan daha süratle varır. Allah Teâlâ, yemek yedirenle meleklerine karşı öğünür.62
Allah cömerttir, cömerdi sever. Güzel ahlâkı sever. Düşük ahlâktan nefret eder.63
Enes (r.a) der ki, Hz. Peygamber (s.a) müslüman olmak muka-bilinde herhangi birşey kendisinden istenirse veriyordu. Bir kişi kendisine geldi ve bir şeyler istedi. Bunun üzerine zekât koyunlarından iki dağın arasını dolduracak kadar koyun verilmesini emretti. Bunun üzerine adam kavmine döndü ve dedi ki: 'Ey kavmim! Müslüman olunuz! Çünkü Muhammed, fakirlikten korkmayan bir kimsenin verdiği gibi veriyor!'64
Allah Teâlâ birçok kullarına, kulların faydası için servet ihsan eder. Bu bakımdan kim cimrilik yapar, o faydaları kullara göstermezse Allah Teâlâ serveti ondan alır, başkasına devreder!65
El-Hilâlî'den06 şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber'in huzuruna Benî Anber67 esirleri getirildi. Onların öldürülmesini emretti. Ancak onlardan bir kişiyi ayırdı. Bunun üzerine Hz. Ali dedi ki: 'Allah birdir, din birdir, günah birdir. O halde bu kişiyi onların arasından neden ayırdın?' Cevap olarak Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Cebrâil (a.s) bana vahiy getirerek şöyle dedi: 'Bunları öldür! Fakat bunu öldürme! Çünkü Allah, bu kişide bulunan cömertlikten dolayı bir teşekkür olsun diye onu affetti'.68
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Muhakkak herşeyin bir meyvesi vardır. İyiliğin meyvesi de iyilik yapılanı bekletmemek ve hemen ihtiyacını görmektir.69
İbn Ömer Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cömerdin yemeği deva, cimrinin yemeği hastalıktır.70
Allah'ın nimeti kimin katında büyümüşse, halkın nafakası da onun üzerinde büyümüştür.71
Bu bakımdan o nafaka ve zahmeti yüklenmeyen bir kimse kendisine verilen o nimeti zevale maruz bırakmıştır.
Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Ateşin kendisini yemediği şeyden çok edinin'. Kendisine o şeyin ne olduğu soruldu. Cevap olarak İyilik yapmaktır!' dedi.
Hz. Âişe Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle dediğini rivayet eder:
Cennet cömertlerin evidir.72
Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cömert bir kimse Allah'a yakındır. İnsana yakındır. Cennete yakın ve cehennemden uzaktır. Cimri bir kimse de hem Allah'tan, hem insandan, hem de cennetten uzak ve cehenneme de yakındır. Câhil bir cömert, Allah katında cimri bir âlimden daha sevimlidir. Hastalığın hastalığı cimriliktir.73
İyilik ehli bir kimseye de, iyilik ehli olmayana da iyilik yap! Eğer ehline tesadüf ederse ne âlâ! Eğer ehline tesadüf etmezse muhakkak sen iyilik ehlindesin.74
Muhakkak ki ümmetimin halis kullarından bir grup, cennete namazla, oruçla girmiş değildirler. Fakat cennete nefislerinin cömertliği, gönüllerinin selâmeti ve müslümanlar için yapmış oldukları nasihattan dolayı girmişlerdir.75
Ebu Sâid el-Hudrî Hz, Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Allah (c.c) iyilik için mahlukatından bir grubu hazırlayıp yaratmıştır. Onlara iyiliği ve iyilik yapmayı sevdirmiştir. İyiliği arayanları onlara yöneltmiş, vermeyi onlara kolaylaştırmıştır. Tıpkı kurak bir memlekete yağmur gönder mek sûretiyle o memleketi ve o memleketin halkını dirilttiği gibi..76
Her iyilik sadakadır. Kişinin, kendi nefsine, aile fertlerine infak ettiği herşey kişi için sadaka sayılır. Kişinin, kendisiyle şerefini koruduğu şey, kişi için sadakadır. Kişinin infak ettiği nafakanın yerini doldurmak Allah'a düşer.77
Her iyilik sadakadır. Hayra delâlet eden (önderlik yapan) hayır yapan gibidir. Allah Teâlâ, mahzun ve sıkıntıda olan kimsenin yardımına koşmayı sever.78
Zengine veya fakire yaptığın her iyilik sadakadır.79
Rivayet ediliyor ki, Allah Teâlâ Hz. Musa'ya vahiy göndererek 'Sâmirî'yi80 öldürme! Çünkü o cömerttir!' dedi.
Cabir der ki, Hz. Peygamber (s.a), Kays b. Sa'd b. Ubade kumandasında bir birlik gönderdi. Bunlar cihad ettiler. Kays onlara dokuz tane binilen deve kesti. Onlar Medine'ye gelince bu hâdiseyi Hz. Peygamber'e naklettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Muhakkak ki cömertlik o ailenin ahlâkındandır.81
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
Hz. Ali şöyle demiştir; 'Dünya sana yöneldiği zaman ondan infak et! Çünkü o, infak etmekle yok olmaz. Dünya senden uzaklaştığı zaman ondan infak et! Çünkü o senin elinde kalmaz'.
Sonra Hz. Ali şu şiiri okudu: Dünya sana yöneldiği halde onu vermekle cimrilik yapma! Çünkü onu israf ve tebzir eksiltmez! Eğer dünya sana arka çevirirse, o zaman onunla cömertlik yapman daha uygun olur. Çünkü ondan dolayı övülmek, o insana sırt çevirdiği zaman onun halefi olup yerine geçer.
Muaviye, Hz. Hasan b. Ali'den mürevvet, necdet ve kerem'in mânâsını sordu. Hasan (r.a) şöyle cevap verdi: 'Mürevvet, kişinin dinini muhafaza etmesi, nefsini sakındırması, misafirine karşı vazifesini güzelce yapması, nefsin kerih saydığı şeyde güzel bir tarzda ilerlemesi demektir. Necdet'e gelince, komşuyu korumak, tehlikeli yerlerde sabır göstermek demektir. Kereme gelince, istenmeden iyilik yapmak, yerinde (kıtlıkta) yedirmek, isteyene vermekle beraber şefkat göstermek demektir'.
Bir kişi, Hz. Ali'nin oğlu Hasan'a bir kâğıt uzattı. Hz. Hasan kâğıdı okumadan önce ona 'Senin ihtiyacın görülmüştür!' dedi. Bunun üzerine Hz. Hasan'a denildi ki: 'Ey Rasûlullah'ın torunu! Keşke onun kâğıdına baksaydın! Sonra kâğıttaki miktara göre cevap verseydin!' Hz. Hasan şöyle dedi: 'Onun huzurumdaki duruşunun zilletinden dolayı kâğıdı okuyuncaya kadar bekletirsem Allah Teâlâ benden sual sorar'.
Muhammed b. Sebih b. Semmet el-Bağdâdî şöyle demiştir: 'Köleleri malıyla satın alıp, hür kimseleri iyiliğiyle satın almayan bir kimsenin aklına şaşarım'.
Bedevilere 'Sizin efendiniz kim?' diye soruldu. Cevap olarak 'Kim bizim küfretmemize katlanır, dilencimize verir, câhilimize göz yumarsa odur' dediler.
Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelâbidin (r.a) şöyle demiştir: 'Kim malını isteyenlere vermeye niyetleniyorsa o kimse cömert sayılmaz. Cömert o kimsedir ki Allah'a ibâdet edenlerden ve Allah'ın hukukundan başlar. Buna karşılık teşekkür bile beklemez! Çünkü onun Allah'ın sevabına olan yakîni tam ve eksiksizdir'.
Hasan Basrî'ye denildi ki:
-Cömertlik nedir?
-Malınla Allah yolunda cömertlik yapman!
-Hazım nedir?
-Allah yolunda malını israftan menetmek!
-İsraf nedir?
-Riyaset sevgisi için malı infak etmek!
Câfer-i Sâdık (r.a) şöyle demiştir: 'Akıldan daha iyi bir mal, ce haletten daha büyük bir musibet ve müşavere gibi bir dayanak nok-tası yoktur!' Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Muhakkak ki ben cevvad ve kerîmim. Alçak bir kimse be-nimle komşuluk yapamaz. Alçaklık küfürdendir. Küfür ehli ise ateştedir. Cevvadlık ve kerem imandandır, iman ehli ise cennettedir.
Huzeyfe (r.a) şöyle demiştir: 'Dini hususunda nice fâcir vardır ki maişetinde cömerttir, cennete de cömertliğinden dolayı girer!'
Rivayet ediliyor ki; Ahmed b. Kays bir kişiyi elinde bir dirhem olduğu halde gördü ve şöyle sordu: 'Bu dirhem kimindir?' Kişi 'Benimdir!' dedi. Bunun üzerine Ahmed dedi ki: 'Senin elinden çıkmadıkça senin değildir!' Bu mânâda şöyle denilmiştir: 'Malı elinde tuttuğun zaman sen onun hizmetçisisin. Onu infak ettiğin zaman, mal senin hizmetçindir'.
Vâsıl b. Ata'ya gazzal denilmiştir. Çünkü Vâsıl, iplik eğirenlerin yanında ve çarşılarda otururdu. Birşey almak isteyen zayıf bir kadın gördüğü zaman ona birşey verirdi.
Abdülmelik b. Said el-Esmâî şöyle anlatıyor: Hz. Hasan, Hz. Hüseyin'e bir mektup yazarak şairlere verdiği maldan dolayı kendisini kınadı. Hz. Hüseyin, ağabeyine cevap olarak şöyle yazdı: 'Malın en hayırlısı odur ki onunla insan şerefini korur!'
Süfyan b. Uyeyne'ye 'Cömertlik nedir?' diye soruldu. Cevap ola-rak şöyle dedi: 'Arkadaşlara iyilik yapmak ve mal ile cömertlik etmek demektir'.
Dedi ki: 'Benim babam elli bin dirhem veraset elde etti. Onu keseler halinde arkadaşlarına gönderdi ve dedi ki: Ben Allah Teâlâ'dan arkadaşlarım için namazımda cennet istiyordum. O halde nasıl olur da kendilerine cennet istediğim kimselere karşı cimrilik yapabilirim'.
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Mevcut olan malın verilmesi cömertliğin son zirvesidir'. Hukemânın birine 'Senin nezdinde insanların en sevimlisi kimdir?' diye soruldu. Cevap olarak şöyle dedi: İyilikleri çok olan kimsedir!' 'Eğer birşeyi yoksa?' denilince, cevap olarak şöyle dedi: 'O kimse ki onun yanında iyiliklerin çok olur!'
Abdülâziz b. Mervan şöyle dedi: 'Kişi kendisine iyilik yapmam için bana imkân verdiği zaman, bence bu imkândan dolayı onun yapmış olduğu iyilik, benim ona yapmış olduğum iyiliğe eşittir'.
Mehdî82, Şeybe b. Şebîb'e83 'Halkı benim evimde nasıl gördün?' diye sordu. Şebîb şöyle cevap verdi: 'Ey mü'minlerin emiri! Onların her biri ümitlenerek giriyor, razı olarak çıkıyor!'
Bir kimse Abdullah b. Câfer'in yanında misal getirerek şöyle dedi: 'İyilik, ancak onunla iyilik yolu elde edilirse iyilik olur. Bu bakımdan bir iyilik yaptığın zaman o iyiliği Allah için veya akraban için yap veyahut bırak!5
Bunun üzerine Abdullah b. Câfer dedi ki: 'Bu okuduğun iki beyit halkı cimrileştirir! Lakin iyiliği yağmur gibi yağdır! Eğer şerefli kimselere isabet ederse onlar iyiliğin ehlidirler. Eğer alçak kimselere isabet ederse sen onun ehli olursun!5
___________________________________
52)İbn Hibban, Zuafâ; İbn Adîy; Dârekutnî
53)Dârekutnî
54)Dârekutnî; İbn Cevzî, Mevzuat
55)Ebu Yâ'lâ; İbn Hibban, Zuafâ
56)Deylemî
57)Adı Mikdam b. Şureyh b. Hani b. Yezid el-Hârisî'dir. Kûfeli ve güvenilir bir zattır.
58)Taberânî
59)Dârekutnî
60)İbn Hibban, Zuafâ; Harâitî, Taberânî
61)Taberânî
62)İbn Mâce
63)Harâitî, Mekârim'u1-Ahlâk
64)Müslim
65)Taberânî, Ebu Nuaym
66)Benî Hilâle mensuptur.
67)Temim'den bir boydur. Peygamberlik iddia eden meşhur kadın Seccah bu kabiledendir.
68)Irâkî'ye göre aslına rastlanılmamıştır.
69)Irâkî'ye göre aslına rastlanılmamıştır.
70)İbn Adîy, Dârekutnî
71)İbn Adîy, İbn Hibban
72)İbn Adîy, Dârekutnî
73)Tirmizî
74)Dârekutnî
75)Dârekutnî
76)Dârekutnî
77)İbn Adiy, Dârekutnî, Harâitî, Beyhâkî
78Dârekutnî
79)Dârekutnî
80)İsrailoğulları'ndandır, kıssası Kur'an'da zikredilmiştir. Bu kimseye
mensup olan yahudiler Hz. Dâvud'un peygamberliğini inkar ederler. Ondan
sonraki peygamberleri de kabul etmezler. Hz. Musa'dan sonra peygamber
olmadığına inanırlar.
81)Dârekutnî
82)Adı Muhammed b. Abdullah b. Ali b. Abdullah b. Abbas'dır.
83)Adı Şebib b. Şeybe b. Abdullah et-Temimî el-Basrî'dir. Fesâhetinden ötürü
Hatib lakabını almıştır.
84)Bu hanım Hz. Âişe'nin azatlısıdır.
*Cömertlik Hakkında Hikâyeler
Muhammed b. Münkedir, Hz. Âişe'nin hizmetçisi Ümmü Durre84den rivayet ediyor: Muaviye, Hz. Âişe'ye miktarı 180.000 dirhem olan bir malı iki çuvala doldurarak gönderdi. Bunun üzerine Hz. Âişe bir tabak istedi, O tabak ile o malı, ihtiyaç sahipleri-nin arasında taksim etti. Akşamladığı zaman cariyesine 'Benim iftar yemeğimi getir!' dedi. Cariye kendisine ekmek ile zeytinyağı getirdi. Ümmü Durre, Hz. Âişe'ye 'Bugün taksim ettiğin malın bir dirhemiyle bize iftar etmemiz için biraz et alamaz mıydın?' dedi. Aişe validemiz ona cevap olarak şöyle dedi: 'Eğer daha önce hatırlatsaydın alırdım!'
Eban b. Osman'dan85 şöyle rivayet ediliyor: Bir kişi Hz. Ubeydullah b. Abbas'ı zarara sokmak istedi ve Kureyş'in eşrafına gelerek şöyle dedi: 'Ubeydullah sizi bugün öğle yemeğine davet ediyor' Bunun üzerine Kureyş eşrafı Ubeydullah'a, evini dolduracak kadar akın ettiler. Ubeydullah 'Ne oldu! Bu akının sebebi nedir?' diye sorunca olay kendisine anlatıldı. Bunun üzerine Ubeydullah bir taraftan meyve satın alınmasını emretti. Öbür taraftan da tirit yapılmasını ve ekmek pişirilmesini emretti. Meyveler misafirlere takdim edildi. Misafirler daha meyveleri bitirmeden sofralar kuruldu. Onlar doyasıya yediler. Ubeydullah vekillerine 'Bu sofralar hergün bizde var mı?' dedi. Onlar 'Evet!' deyince, Ubeydullah 'O halde bunlar hergün bizde öğle yemeği yesinler' dedi.
Mus'ab b. Zübeyr şöyle anlatıyor: Muaviye hacca geldi. Hacdan dönerken Medine'den geçti. Bunun üzerine Hz. Hüseyin, Hz. Hasan'a 'Muaviye'yi karşılama ve ona selâm verme!' diye tenbih etti. Muaviye Medine'den çıkınca Hz. Hasan dedi ki: 'Bizim bir borcumuz vardır. Mutlaka onun ödenmesi için Muaviye'ye gitmemiz gerekir' dedi ve bir hayvana binerek Muaviye'ye yetişti. Ona selâm verdi. Borcunu haber verdi. Bu esnada Muaviye'nin yanından, yükü 80.000 dinar olan bir deveyi geçirdiler. Deve yorulmuş, diğer develerden geri kalmıştı. Bir grup insan deveyi sürüyordu. Muaviye 'Bu, ne devesidir?' diye sordu. Kendisine hâdise anlatıldı. Bunun üzerine 'Deveyi yüküyle beraber Ebu Muhammed'e (Hz. Hasan'a) verin!' dedi.
Vâkıd b. Muhammed el-Vâkıdî86 babasından şöyle rivayet ediyor: Babam, Halife Me'mun'a, bir dilekçe takdim etmiş, borcunun çokluğundan ve borçlu kalmak hususunda sabrının azaldığından bahsetmiş. Me'mun, arzuhalinin arkasına şunları yazmış: "Sen öyle bir kişisin ki sende iki haslet birden vardır: 'Senin elindeki serveti tüketen cömertliktir. Derdini bize anlatmaktan seni meneden hayâ'dır. Ben sana 100.000 dirhem yerilmesini emrettim. Eğer ihtiyacına cevap verecek miktarı tahsis etmişsem, elinin yaymasını fazlalaştır. Eğer verdiğim ihtiyacını karşılamazsa, suçun sana aittir. Çünkü sen babam Harun Reşid'in kadısı iken, bana Muhammed b. İshak'tan, o da Zührî'den, o da Enes'den, Hz. Peygamber'in Zübeyr b. Avvam'a şöyle dediğini rivayet etmiştin: 'Ey Zübeyr!87 Bil ki kulların rızık anahtarları arşın karşısındadır. Allah Teâlâ her kulun nafakası nisbetinde ona rızık gönderir. Bu bakımdan çok infak edene çok, az infak edene az gönderir'.88 Sen benden daha iyi bilirsin!"
Vakıdî der ki: 'Allah'a yemin olsun. Me'mun'un, benimle bu hadîs-i şerifi müzakere etmesi bana verilen 100.000 dirhemlik caizeden daha sevimli geldi bana!'
Bir kişi Hasan b. Ali'den bir ihtiyacının giderilmesini diledi. Hz. Hasan şu cevabı verdi: 'Ey kişi! Dilediğinin hakkı yanımda pek büyüktür. Sana gerekeni biliyor olmam, benim için daha ağır oldu. Elim sana lâyık olanı vermekten aciz... Allah için ne kadar verilirse azdır. Benim şu anda mülk ve tasarrufumda bulunan mal, senin şükrünü ifa etmek için senindir. Eğer sen bu mümkün olanı kabul eder, şu eziyetin yükünü benden kaldırır, gereken hakkından dolayı gösterdiğin ihtimamdan beni kurtarırsan, sana bütün malımı veririm'. Bunun üzerine kişi dedi ki: 'Ey Rasûlullah'ın torunu! Kabul eder ve atiyene karşı teşekkür ederim. Kabul etmemek bana ağır gelir!'
Bunun üzerine Hz. Hasan vekilini çağırdı. Zarurî nafakalar hakkında vekille hesaba girişti. Bütün zarurî nafakalarını ortaya koyduktan sonra vekile şu emri verdi: 'Üçyüz bin dirhemden artanı getir!' Bunun üzerine vekil 50.000 dirhem getirdi. Hz. Hasan vekile 'Beşyüz dinarı ne yaptın?' Vekil Yanımdadır!' dedi. Hz. Hasan 'Onu da getir!' diye emir verdi. Hz. Hasan, hamalların ücretini ödemek için abâsını da verdi. Bunun üzerine köleleri ve hizmetçileri Hz. Hasan'a 'Allah'a yemin olsun! Bizim yanımızda bir dirhem dahi kalmadı' dediler. Hz, Hasan 'Ümit ederim ki Allah katında bu benim için büyük bir ecir olur!' dedi.
Basra'nın kurraları Basra valisi İbn Abbas'ın huzurunda toplanıp şöyle dediler: 'Bizim bir komşumuz var. Gündüzleri oruçlu, geceleri âbiddir. Her birimiz onun gibi olmak istiyoruz. Bu kişi kızını kardeşinin oğluyla evlendirdi. Fakat yeğeni fakirdir. Kızının çeyizini yapacak gücü yoktur. Onun için yardım et!'
Bu söz üzerine İbn Abbas kalktı. Ellerinden tutarak onları evine götürdü. Bir sandık açtı. Sandıktan altı yığın (kese) para çıkardı. Onlara 'Bunları götürün!' dedi. Onlar da parayı alıp götürdüler. Daha sonra İbn Abbas 'Biz o kişiye iyilik yapmadık. Onu oruç ve ibâdetinden alıkoyacak şeyler verdik. O malı geri getirin. Biz kızın çeyizini temin etmekle ona yardımcı olalım. Dünyanın, Allah'ın kullarından birini, Allah'a ibâdetinden meşgul edecek kadar değeri yoktur! Allah'ın velî kullarına hizmet etmekten bizi alıkoyan kibir ve gurur da bizde yoktur' dedi. İbn Abbas da, kurralar da dediklerini yaptılar.
Hikâye olunuyor ki; Mısır'da halk kıtlığa yakalandı. Onların emiri Abdülhamid b. Sa'd idi. Abdülhamid dedi ki: 'Allah'a yemin ederim! Ben kendisine düşman olduğumu şeytana bildireceğim!' Bu bakımdan gıda maddelerinin fiyatları normale dönünceye kadar Abdülhamid, Mısırlı fakirleri kesesinden besledi. Sonra emîrlikten ayrıldı. Borçlarının karşılığında hanımlarının ziynetlerini rehin bıraktı. O ziynetlerin kıymetleri beş milyon dirhemdi. Ziynetleri tüccarların elinden borçlarını ödemek suretiyle alması zorlaştığı zaman ziynetleri satmalarını, haklarından fazla kalan parayı daha önce ikramına mazhar olmayan fakirlere dağıtmalarını yazdı.
Şii olan Ebu Tahir b. Kuseyr'e bir kişi 'Ali b. Ebî Tâlib'in hakkı için, senin filan filan yerdeki hakkını bana hibe et!' dedi. Bunun üzerine Ebu Tahir kişiye 'Onu sana verdim. Ali'nin hakkıyla yemin ederim, ondan sonra gelen yeri de sana veriyorum' dedi. Oysa kendiliğinden verdiği yer, kişinin istemiş olduğu yerin birkaç misliydi.
Ebu Mes'ud kerîm birisiydi. Şairlerden bazıları onu medhetti. Kendisini öven şaire dedi ki: 'Allah'a yemin ederim, benim yanımda sana verecek bir şeyim yok! Fakat beni yakamdan tut! Kadı'nın huzuruna götür. Bende 10.000 dirhem alacağının olduğunu iddia et! Ben de 'Evet! Borçluyum' diyeyim. Sonra bu borcun karışlığmda hapsedilmemi iste! Çünkü böyle yaptığın takdirde, aile efradım 10.000 dirhem için beni hapiste bırakmazlar'.
Şair, onun dediği gibi yaptı. Akşama kadar şaire 10.000 dirhem verildi ve Ebu Mes'ud hapisten çıkarıldı.
Muan b. Zaid89 Basra'da yukarı ve aşağı Irak'ın valisi idi. Bir şair kapısına geldi, bir müddet bekledi. Muan'ın huzuruna girmek istedi. Fakat bir türlü buna muvaffak olamadı. Birgün Muan'ın bazı hizmetçilerine dedi ki: 'Emîr bahçeye indiği zaman onu bana göster!' Emîr bahçeye indiği zaman hizmetçi kendisine haber verdi. Bunun üzerine şair bir tahta parçasına bir şiir yazdı. Tahtayı bahçeye akan suya attı. Muan, suyun başında duruyordu. Tahtayı görünce aldı, okudu. Baktı ki içinde şunlar yazılıdır: 'Ey Muan'ın cömertliği! Benim ihtiyacımı Muan'a gizlice söyle! Çünkü senden başka Muan'ın yanında benim için şefaat edecek bir kimse yoktur!'
Muan 'Bu şiirin sahibi kimdir?' dedi. Bunun üzerine kişi Muan'ın huzuruna çağrıldı. Muan adama 'Şiiri nasıl söyledin?' dedi. Adam şiiri okudu. Bunun üzerine Muan, on kese verilmesini emretti, kişi bunları aldı. Vali o odun parçasını minderinin altına bıraktı. İkinci gün onu oradan çıkardı, okudu ve o kişiyi tekrar çağırdı. Ona 100.000 dirhem verdi, kişi bu 100.000 dirhemi aldığı zaman valinin bunu kendisinden geri alabileceğinden korkarak çıkıp gitti! Üçüncü gün şiiri tekrar okudu ve onu çağırdı, fakat şair arandı, bulunamadı. Bunun üzerine Muan dedi ki: 'Hazinemde bir dirhem ve dinar kalmayıncaya kadar ona vermek benim boynumun borcu olmuştur!'
Ebu Hasan el-Medainî90 şöyle demiştir: Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Câfer beraberce hacca gittiler. Ağırlıkları kendilerinden daha önce gittiği için acıktılar ve susadılar. Çadırında oturan bir kocakarının yanından geçtiler. Kadına 'su var mı?' diye sorunca 'Evet, var!' cevabını aldılar. Bunun üzerine develerini çöktürdüler. Çadırın bir tarafında kadının zayıf bir koyunu vardı. Kadın onlara 'Şu koyunu sağın, sütünü için!' dedi. Onlar bunu yaptılar. Sonra kadına dediler ki: 'Yemek var mı?' Kadın 'Hayır! Bu koyundan başka yiyecek bir madde yok! Fakat bu koyunu biriniz kessin ki size yiyecek hazırlayayım!' dedi. Onlardan biri koyunu kesti, yüzdü. Kadın onlara yemek hazırladı. Hava serinleyinceye kadar orada durdular. Giderken kadına dediler ki: 'Biz Kureyşteniz. Bu tarafa (Ka'be'ye) gitmek istiyoruz. Sağ sâlim Medine'ye döndüğümüz zaman, yanımıza gel, sana iyilik yapacağız!' Sonra gittiler. Hanımın kocası gelince, ona olanları anlattı. Bunun üzerine kocası öfkelendi ve kadına dedi ki: 'Allah senin belanı versin! Tanımadığın bir gruba benim koyunumu nasıl keser ve sonra da 'Kureyş'ten birkaç kişiydi' dersin?'
Bir müddet sonra, zaruret o karı-kocayı Medine'ye gelmeye zorladı. Karı koca Medine'ye geldiler. Hayvan dışkılarını toplayıp, satıyorlar ve onun parasıyla yaşıyorlardı. Birgün kadın Medine'nin bir sokağından geçti. O anda Hz. Hasan kapısında duruyordu. Kadını tanıdı. Fakat kadın kendisini tanımadı. Hizmetçisini göndererek kadını çağırdı. Kadına dedi ki: 'Ey Allah'ın sevgili kulu! Beni tanıdın mı?' Kadın 'Hayır! Seni tanımıyorum!' deyince, Hz. Hasan 'Ben filan filan günde senin misafirin olmadım mı?' dedi. Kadın 'Annem babam sana feda olsun! Sen o musun?' dedi.
Hz. Hasan 'Evet! Ben oyum!' dedi. Sonra Hz. Hasan zekât koyunlarından kadın için bin koyun satın alınmasını emretti. Bunlarla beraber kadına bin dinar verdi ve kadını hizmetçisiyle beraber kardeşi Hz. Hüseyin'e gönderdi. Hz. Hüseyin kadına 'Ağabeyim sana ne kadar verdi?' diye sordu. Kadın 'Bin koyun, bin dinar!' dedi. Bunun üzerine Hz. Hüseyin de kadına o kadar verilmesini emretti. Sonra kadını hizmetçisiyle beraber Abdullah b. Câfer'e gönderdi. Abdullah 'Hasan ile Hüseyin sana ne kadar ikramda bulundu?' dedi. Kadın 'İki bin koyun, iki bin dinar!' dedi. Bunun üzerine Abdullah (r.a) kadına iki bin koyun, iki bin dinar verilmesini emretti ve dedi ki: 'Eğer benden başlamış olsaydın onların ikisini de yorardım!' Kadın kocasına dört bin koyun ve dört bin dinarla döndü!
Abdullah b. Amr b. Kureyz camiden çıkıp evine giderden Sakif kabilesinden bir çocuk ayağa kalktı. Onun yanına gitti. Abdullah çocuğa 'Senin bir ihtiyacın mı var?' dedi. Çocuk 'Senin salâh (iyilik) ve felâhını (kurtuluşunu) istiyorum. Senin tek başına yürüdüğünü görünce seninle beraber yürüyüp, seni korumayı düşündüm. Sana bir kötülük dokunmasından Allah'a sığınırım!' dedi. Bunun üzerine Abdullah çocuğun elinden tuttu. Onu evine götürdü. Sonra bin dinar istedi. Çocuğa verdi ve dedi ki: 'Ailen seni güzel terbiye etmiş. Bu parayı infak et!'
Hikâye ediliyor ki, Araplardan bir kavim, cömert birinin kabrini ziyaret etmeye geldiler. Kabrinin yanında konaklayıp geceledi-ler. Kendileri uzun bir mesafeden geliyorlardı. Onlardan biri, rüyasında kabir sahibini gördü. Kabir sahibi kendisine şu teklifte bulundu: 'Sen deveni benim devemle değiştirir misin?' Cömert olan kabir sahibi arkasında bir deve bırakmıştı. Onunla mâruf ve meşhur idi. Rüya gören kişinin de semiz bir devesi vardı. Kişi, kabir sahibine 'Evet! Değiştiririm' dedi ve rüyada deveyi onun devesiyle takas yaptı. Aralarında akid olunca kabir sahibi deveye doğru gitti ve deveyi kesti. Deve sahibi rüyasından uyanınca devesinin göğsünden kan aktığını gördü. Kalkıp deveyi kesti, etini taksim etti. Pişirdiler ve sonra göç edip, gittiler. İkinci gün yoldayken onları bir kervan karşıladı. Kervanın içinden biri bunlara 'Sizden filan oğlu filan kimdir?' dedi. Deve sahibinin ismini söyledi. Bunun üzerine deve sahibi 'O sorduğun kimse benim!' dedi. Soran adam deve sahibine 'Sen filan oğlu filana (kabir sahibini kastediyor) birşey sattın mı?' dedi. Deve sahibi 'Evet! Ben devemi rüya âleminde onun devesiyle takas yaptım!' dedi. Soran 'O halde bu onun devesidir, buyurun!' diye deveyi takdim ettikten sonra şöyle devam etti: 'O ka-bir sahibi benim babamdır. Onu rüya âleminde gördüm. Bana dedi ki: "Eğer oğlum isen benim devemi filan oğlu filana götür diyerek senin ismini de zikretti" dedi.
Kureyşten bir kişi seferden geldi. Yol kenarında oturan bir bedevinin yanından geçti. O bedevi hastalıktan halsiz düşmüştü. Bedevi misafire şöyle seslendi: 'Ey kişi! Zamanın felâketlerine karşı bize yardım et!' Bunun üzerine misafir, hizmetçisine dedi ki: 'Seninle beraber kalan nafakayı bu adamcağıza ver!'
Bu söz üzerine, hizmetçi, bedevinin kucağına dört bin dirhemi döküverdi. Bedevi gitmek istedi. Fakat zayıflıktan kalkamadı, ağladı. Misafir kendisine 'Seni ağlatan nedir? Acaba bizim verdiğimizi az mı gördün?' dedi. Bedevi 'Hayır!' dedi ve devamla 'Fakat ben toprağın senin kereminden (iskeletini kastediyor) yiyeceğini hatırladım da o beni ağlattı!' dedi,
Abdullah b. Amr, Hâlid b. Ukbe b. Ebî Müeyyed'den çarşıdaki evini 90.000 dirheme satın aldı. Geceleyin Hâlid'in aile efradının ağlamasını işitti. Hanımına 'Bunlar niçin ağlıyorlar?' diye sordu. Hanımı dedi ki: 'Sana satılan evleri için ağlıyorlar?' Bunun üzerine Abdullah hizmetçisine 'Git onlara söyle! Hem verdiğim mal, hem de ev onlarındır!' dedi.
Harun Reşid, İmam Mâlik'e beşyüz dinar gönderdi. Bu haber Leys b. Sa'd'ın91 kulağına gitti. Leys bunun üzerine İmam Mâlik'e bin dinar gönderdi. Harun Reşid bu olaya kızarak, Leys'e 'Nasıl olur? Ben ona beşyüz dinar veriyorum, sen ise bin dinar! Oysa sen benim halkımdan bir fertsin' dedi. Bunun üzerine Leys şöyle cevap verdi: 'Ey mü'minlerin emiri! Benim mahsulümden hergün bin dinarlık kâr geliyor. Bu bakımdan ben İmam Mâlik gibi bir insana günlük gelirimden azını vermiş olmaktan utandım!'
Hikâye olunuyor ki Leys'in günlük geliri bin dinar olmakla beraber kendisine zekât vâcib olmamıştır. (Yani malını elinde tutmamıştır). Bir kadın, Leys b. Sa'd'dan biraz bal istedi. Leys, kadına bir tulum dolusu bal verilmesini emretti. Kendisine denildi ki: 'Kadın bundan azıyla kanaat ediyor!' Cevap olarak şöyle dedi: 'O ihtiyacı kadarını istedi. Biz de bize verilen nimet oranında verelim!' Leys b. Sa'd, üçyüz altmış fakire sadaka vermeden birgün bile konuşmazdı.
A'meş92 der ki: "Yanımda bulunan bir koyun hasta oldu. Hayseme b. Abdurrahman93 sabah akşam koyunu kontrol edip bana 'Koyun bugün yemini aldı mı?' diyordu. Çocuklar, koyunun sütünü kaybettiklerinden beri zor durumda kalmışlardı. Benim altımda, üzerinde oturduğum bir keçe vardı. Hayseme her gelip gittiğinde, bana 'Keçenin altındakini al!' diyordu. Öyle ki koyunun
hastalığı müddetince üç yüz dinardan fazla bana para verdi. Hatta koyunun hiç iyileşmemesini temenni ettim".
Abdülmelik b. Mervan, Esma b. Harice'ye94 dedi ki: 'Senin hakkında bazı hasletler işittim! Onları bana söyler misin?' Esma 'Bu hasletleri başkasından dinlemen, benden dinlemenden daha güzeldir' dedi. Abdülmelik 'O hasletleri bana söylemeni sana emrediyorum!' dedi. Bunun üzerine Esma, söze başlayarak şöyle dedi: 'Ey mü'minlerin emiri! Ben hiçbir arkadaşımın huzurunda ayaklarımı uzatmış değilim! Bir yemeği yapıp ona bir kavmi davet ettiğimde bu hususta benim onlara yapacağım minnetten daha fazlasını onlar bana yapmış olurlar. Hiç kimse yoktur ki yüzünü çevirip benden birşey istemiş olsun da ona vermiş olduğumu çok görmüş olayım!'
Said b. Hâlid,95, Süleyman b. Abdülmelik'in huzuruna girdi. Said cömert bir kimseydi. Yanında birşey bulunmadığı zaman kendisinden mal isteyen bir kimseye bir borç senedi verirdi. Maaşı çıkınca o borcu öderdi. Süleyman ona baktığı zaman şu şiir ile temsil getirdi:
- Ben sabahla beraber bir çağırıcıyı dinledim. Şöyle sesleni-yordu: 'Ey çok yardımcı olan kişiye yardım eden neredesin?'
-Senin ihtiyacın nedir?
-Benim borcum var.
-Ne kadar?
-Otuz bin dinar!
-Senin borcun ve onun kadarı da senin olsun!
Denildi ki, Kays b. Sa'd b. Ubade hastalandı. Arkadaşları ziya-retini tehir ettiler. Bunun üzerine kendisine denildi ki: 'Onlar sana borçlu oldukları için utanıp gelmiyorlar!' Bunun üzerine Kays şöyle dedi: 'Arkadaşları ziyaretten meneden bir malı Allah rezil eder (etsin!)' Sonra bir tellâle emir verdi, tellâl şöyle çağırdı: 'Kaysın kimde alacağı varsa, bağışlanmıştır!'
Râvi der ki: 'O gün Kays'ı ziyaret edenlerin çokluğundan ötürü Kays'ın merdiveni kırıldı'.
Ebu İshak'tan şöyle rivayet ediliyor: Sabah namazını Kûfe'de, Eşas06 mescidinde kıldım. Bir borçlumu arıyordum. Namaz kıldıktan sonra önüme bir elbise ile bir çift ayakkabı konuldu. Getirene dedim ki: 'Ben bu mescidin ehlinden değilim. Bunları neden bana veriyorsun?' Bana dediler ki: 'Eşas b. Kays el-Kindî, akşamleyin Mekke'den geldi. Camide namaz kılan herkese bir elbise ile bir çift ayakkabı verilmesini emretti'.
Şeyh Ebu Sa'd Harkuşî Nisaburî97 Muhammed b. Muhammed'den şöyle rivayet ediyor: Mekke-i Mükerreme'de mücavir olarak bulunan Şâfiî şöyle anlattı: 'Mısır'da fakirler için birşeyler toparlamakla bilinen bir kişi vardı. Fakirlerden birinin çocuğu doğdu. Çocuğun babası fakirlerin haline bakan adama geldi ve kendisine bir çocuğunun doğup dünyaya geldiğini haber verdi. Çocuğa bakmak için yanında birşey olmadığını söyledi. Adam onunla beraber gitti. Bir cemaatin huzuruna girdi. Fakat hiçbir şey alamadı. Bir kabrin yanına gelerek orada oturdu ve şöyle seslendi: 'Allah senden razı olsun. Sen iyilik yapar ve verirdin. Ben bugün bir cemaatin yanma girip çıktım. Yeni doğan bir çocuğa birşeyler vermeyi teklif ettim. Hiçbir şey alamadım!' Çocuğun babası der ki: Sonra kabrin yanından kalktı. Bir dinar çıkardı. Onu ikiye böldü. Yarısını bana verdi ve dedi ki: 'Eline birşey geçinceye kadar bu senin boynuna borç olacaktır!' Bunun üzerine parayı aldım gittim. Mümkün olan şeyleri satın aldım. O gece o zat, kabir sahibini rüyasında görmüş. Kabir sahibi ona 'Senin bütün dediğini dinledim. Fakat cevap vermek için bize izin yok. Lâkin evime git. Çocuğuma söyle! Ocak yerini kazsınlar. Orada bir dağarcık vardır. İçinde beşyüz dinar vardır. Onu al! Çocuğun babasına götür, teslim et!' Sabah olduğu zaman kişi ölünün evine gitti, onlara hikâyeyi anlattı. Kendisine otur dedikten sonra denilen yeri kazdılar, paraları çıkardılar ve paraları getirip adamın önüne koydular. Adam dedi ki: 'Benim rüyamın hükmü yoktur. Bu mal sizindir!'
Bunun üzerine onlar dediler ki: 'O ölü iken cömertlik yapar da biz diri iken nasıl cömertlik yapmayız' ve paraları alması için ısrar ettiler. Bunun üzerine adam paraları alıp çocuğun babasına getirdi. Macerayı kendisine anlattı. Çocuğun babası onların içinden bir dinar aldı. Onu ikiye böldü. Kendisine borç vermiş olduğu yarım dinarı iade etti ve diğer yarıyı yanında bıraktı. Parayı getirene 'Bu bana kâfidir, geri kalan parayı götür fakirlere sadaka ver!' dedi. Ebu Said der ki: 'Ben bu kişilerin hangisinin daha cömert olduğunu bilmiyorum'.
Rivayet ediliyor ki İmam Şâfiî, Mısır'da ölüm hastalığına tutulduğu zaman şöyle demiştir: 'Filan adama söyleyin beni yıkasın!' Vefat edince adamın kulağına İmam Şâfiî'nin ölüm haberi geldi. Bunun üzerine adam gelip orada hazır bulundu ve şöyle dedi: 'Hazretin geride bıraktığı tezkereyi (hesap defterini) bana getiriniz!' Tezkereyi getirdiler. Baktı ki, Şâfiî'nin boynunda yetmiş bin dirhem borç var. O borcu kendi üzerine aldı ve ödedi. Sonra da dedi ki: 'İşte benim onu yıkamamın mânâsı budur!'
Ebu Said şöyle anlatıyor: Mısır'a geldiğim zaman İmam Şâfiî'ye bu iyiliği yapanın evini sordum. Evi bana gösterdiler. Onun ahfadından bir grup gördüm. Onları ziyaret etim. Onlarda hayırlı simalar gördüm. Faziletin eserlerini müşahede ettim ve dedim ki: 'O zatın hayır hususundaki eseri bunlara yetişmiş, bereketi bunlarda tebellür etmiştir'. Bunu da Allah Teâlâ'nın şu ayetiyle istidlâl ederek söyledi:
O kişinin babaları sâlih bir kimseydi.(Kehf/82)
İmam Şâfiî şöyle demiştir: "Ben daima Hammad b. Ebî Süleyman'ı severim. Çünkü ondan benim kulağıma şöyle birşey geldi: O birgün merkebine binmiş olduğu halde iken merkep onu salladı. Bunun üzerine düğmesi koptu. Bir terzinin yanından geçerken, düğmesini diktirmek için inmek istedi. Terzi onu görünce 'Allah'a yemin ederim, sen inmeyeceksin!' dedi. Terzi bizzat yanına gitti, onun düğmesini dikip düzeltti. Hammad terziye, içinde on dinar bulunan bir kese uzatıp teslim etti ve terziden verdiğinin azlığından dolayı özür diledi". İmam Şâfiî kendi nefsi için de şu şiiri okudu:
Ey kalbimin hasreti! Bir mal için ki o mal ile mürüvvet ehlinden fakir olanlara cömertlik yapacaktım!
Muhakkak ki bana gelip yanımda olmayanı benden isteyen için özür dilemem, musibetlerden biridir.
Rebî b. Süleyman'dan şöyle rivayet ediliyor: Bir kişi İmam Şâfiî'nin üzengisini tuttu, İmam Şâfiî talebesi Rebî'ye dedi ki: 'Bu kişiye dört dinar ver ve benden dolayı kendisinden özür dile!'
Rebî, Humeydî'den şöyle rivayet ediyor: 'Şâfiî, Yemen'in San'a şehrinden Mekke'ye 10.000 dinarla geldi. Mekke'nin dışında bir yerde çadırını kurdu. O 10.000 dinarı bir elbise üzerine serdi. Sonra kendisinin yanına gelene o dinarlardan bir avuç alıp veriyordu. Öğle namazını kılıncaya kadar böyle devam etti. Öğleyin elbiseyi üzerinde birşey olmadığı halde silkti'.
Ebu Sevr'den şöyle rivayet edilir: Şâfiî, beraberinde mal olduğu halde, Mekke'ye gitmek istedi, cömertliğinden dolayı elinde az şey tutabilirdi. Bunun üzerine kendisine 'Bu mal ile sana ve senden sonraki çocuklarına yetecek bir akar almalısın!' dedim. İmam Şâfiî çıkıp gitti. Sonra dönüp bize geldiğinde o malı ne yaptığını sorunca şöyle dedi: 'Mekke'de bir akar bulamadım ki onu satın almak imkânım olsun! Çünkü ben Mekke'nin esasını biliyorum. Mekke'nin çoğu vakfedilmiştir. Ancak ben Mina'da bir konak yeri inşa ettim. Orası arkadaşlarımız hacca gittikleri zaman onlara konak olsun!' İmam Şâfiî nefsi için şu şiiri inşa etmiştir: 'Nefsimi görüyorum ki bir kısım şeylere isteklidir. Oysa o şeyleri elde etmeye malım yetişmez. Bu bakımdan benim nefsim cimrilikten dolayı bana itaat etmez. Benim malım da beni yaptıklarıma ulaştırmaz'.
Muhammed b. Ubbad el-Muhallebî şöyle anlatıyor: Babam, Me'mun'un huzuruna girdi. Me'mun babama yüz bin dirhem caize verdi. Babam onun yanından kalkıp o parayı sadaka olarak dağıttı. Bu haber Me'mun'un kulağına gittiği zaman babamı huzuruna çağırdı ve bu hususta babamı kınadı. Babam ona şöyle dedi: 'Mevcut olanı vermemek, Allah hakkında su-i zan etmek demektir'. Bunun üzerine Me'mun kendisine yüz bin dirhem daha verdi.

Adamın biri Said b. As'ın yanına vardı. Said'den para istedi. Said ona 100.000 dirhem verilmesini emretti. Adam ağladı. Said adama 'Seni ağlatan nedir?' dedi. Adam 'Toprağın senin gibi bir insanı yiyeceği için ağlıyorum' dedi. Said adama 100.000 dirhem daha verilmesini emretti.

Ebu Temam98, İbrahim b. Şekele'nin huzuruna, İbrahim'i öven birkaç kişiyle girdi. İbrahim hastaydı. İbrahim, şair Ebu Temam'm medhiyesini kabul etti. Teşrifatçısına, şairin şanına yakışır şekilde ikramda bulunulmasını emretti ve dedi ki: 'Umarım ki ben hastalığımdan kalkıp onu mükâfatlandırırım'. Bunun üzerine şair orada iki ay durdu. Uzun durmak şairi sıktı. Şair, İbrahim'e mektup yazarak şöyle dedi:

Muhakkak ki bizim medhiyemizi kabul etmek ve umulan caizeyi vermemek, alışverişte malın bedelini aynı anda ödememenin haram olduğu gibi haramdır!

Bu iki beyit, İbrahim'in eline ulaştığı zaman vezirine 'Şair ne zamandan beri burada bulunuyor?' diye sordu, vezir 'İki aydan beri!' dedi. İbrahim 'O halde şaire otuz bin dirhem ver ve bana da divit ile kalem getir!' dedi. İbrahim şaire şunu yazdı:

Sen bizi aceleciliğe sevkettin. İşte sana acele olan atiyyemiz az geldi. Eğer bize mühlet verseydin az vermezdik.

Bu bakımdan sen azı al ve sanki şiir söylememiş gibi ol! Biz de deriz ki; sanki şaire hiçbir şey vermedik!

Rivayet ediliyor ki Hz. Osman'ın Hz. Talha'dan 50.000 dirhem alacağı vardı. Hz. Osman birgün camiye çıkınca Talha kendisine 'Senin malın hazırlanmıştır, götürebilirsin!' dedi. Hz. Osman, Hz. Talha'ya 'Ya Ebu Muhammed! O mal senin olsun. Mürüvvetine karşı sana bir yardım olsun!' dedi.

Su'da binti Avf99 şöyle anlatıyor: Hz. Talha'nın evine gittim, ağır bir hastalığa tutulmuştu ve üzülüyordu. Kendisine 'Neden böyle sıkılıyorsun?' deyince, şöyle dedi: 'Benim yanımda birçok mal birikmiş ve bu beni üzüyor!' Dedim ki: 'Neden seni üzüyor? Kavmini çağır ve dağıt!' Bunun üzerine hizmetçisine 'Kavmimi çağır ve bu malı onlara taksim et!' dedi. Hizmetçi 'Ne kadar dağıtayım?' dedi. Talha 'Dörtyüz bin dirhem' dedi.

Bir bedevi Hz. Talha'ya geldi ve merhametini çekecek şekilde kendisine yalvardı. Bunun üzerine Hz. Talha şöyle dedi: 'Senden önce hiç kimse bana bu şekilde yalvarmış değildir. Benim bir arazim vardır. Osman (r.a) bana 300.000 dirhem verdiği halde yine vermemiştim. İstersen o arazi senin olsun. Dilersen onu Osman'a satıp parasını sana vereyim!'

Adam 'Parasını istiyorum!' dedi. Bunun üzerine Talha, arazisini Hz. Osman'a sattı ve parayı adama verdi.

Deniliyor ki, Hz. Ali birgün ağladı. Kendisine 'Seni ağlatan nedir?' diye soruldu. Cevap olarak şöyle dedi: 'Yedi günden beri bana misafir gelmedi. Korkuyorum ki, Allah Teâlâ beni rezil etmiş olsun!'

Adamın biri bir dostunun yanına gelip kapısını çaldı. Dostu 'Seni gelmeye zorlayan nedir?' diye sorunca kişi şöyle dedi: 'Benim boynumda dörtyüz dirhem borç vardır!' Bunun üzerine ev sahibi dörtyüz dirhemi tartıp adama teslim etti. Eve dönünce ağladı. Hanımı 'Madem ki para vermek sana zor geliyor, neden verdin?' diye sorunca şu cevabı verdi: 'Ben bu dostumun halini sormadığımdan, onu gelip benden para istemeye mecbur ettiğimden ötürü ağlıyorum!'
Allah bu sıfatlara sahip olan kimseden râzı olsun ve böyle kim-selerin günahlarını bağışlasın!

______________________

85)Eban b. Osman b. Affan Medinelidir, güvenilir bir zattır. H. 105 senesinde vefat etmiştir.
86)Adı Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer Eslemi'dir Hârun Reşid tarafından Bağdad kadılığına tayin olunmuştur. H. 130'da doğmuş, 207'de vefat etmiştir.
87)Cennetle müjdelenenlerden biridir.
88)Dârekutnî
89)Şeyban kabilesindendir ve cömertliğiyle meşhurdur.
90)Adı Ali b. Muhammed b. Abdullah b. Ebi Seyf el-Medâinî'dir Meşhur eserlerin sahibidir. Mekke'de H. 224'de vefat etmiştir. Öldüğünde 93 yaşında idi.
91)İmam Mâlik ayarında olan bu zatın adı Ebu Hâris Fehmî el-Mısrî'dir.
92)Kûfeli Mehram'm oğlu Süleyman'dır.
93)Bu zatın hem babası, hem de dedesi sahâbedendir. Ca'fî kabilesinden olan
bu zat Kûfelidir.
94)Esma b. Hârice b. Hasın b. Huzeyfe b. Bedr el-Fazzârî'dir. Uyeyne b.Hısn'ın yeğenidir. Babası da, amcası da ashâbdandır.
95)Adı Said b. Hâlid b. Amr b. Osman b. Affan'dır.
96Adı Eşas b. Kays b. Madî Kerib el-Kindî'dir. Ashabdandır Künyesi Ebu
Muhammed'dir. Zengin ve cömertti. H. 40'da vefat etmiştir.
97)Adı Ebu Said Abdülmelik b. Muhammed b. İbrahim'dir. H. 406'da
Nisabur'da vefat etmiştir.
98)Adı EbûuTemam Habib b. Evs b. Evs b. Hâris b. Kays'dır. Tâi kabilesin-
den olan bu zat meşhur bir şairdir. H. 281'de vefat etmiştir.
99)Cennetle müjdelenen Hz. Talha'nın ailesidir.

*Hırs ve Tamahkârlığın Kötülenmesi, Kanaat Etmenin ve İnsanlardan Müstağni Olmanın Övülmesi

Fakirlik bölümünde söylediğimiz gibi fakirlik övülmüştür. Fakat fakirin kanaatkâr olması, halktan tamahını kesmesi, halkın elindeki mala iltifat etmemesi, nereden gelirse gelsin zihniyetiyle malı elde etmeye haris olmaması gerekir. Bu ise fakir için ancak zaruret miktarı yemek, giymek, meskenle kanaat edip, kıymet bakımından en düşüğüyle, çeşit bakımından en azıyla yetinirse mümkündür. Emelini yaşadığı güne veya yaşadığı aya döndürür ve kalbini bir aydan sonrası ile meşgul etmezse mümkündür. Eğer çoğa iştiyaki olup uzun emel beslerse, kanaatin azizliği elinden kaçar, tamahkârlık ve harisliğin zilletiyle kirlenir. Tamahkârlık ve harislik kendisini çirkin huylara, mürüvvetleri yıkıcı münkerleri yapmaya sürükler. Zaten Âdemoğlu hırs, tamahkârlık ve az kanaat üzerine yaratılmıştır.

Hadîsler

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Eğer Âdemoğlunun iki vâdi dolusu altını olsaydı muhakkak üçüncü bir vâdi daha isterdi! Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder.22

Ebu Vakıd el-Leysî23 şöyle anlatır: Hz. Peygamber'e vahiy geldiği zaman biz ona geliyorduk. O bize gelen vahyi öğretiyordu. Ben birgün Hz. Peygamber'e geldim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Allah Teâlâ buyurmaktadır ki biz malı, namazın kılınması, zekâtın verilmesi için ihsan ettik. Eğer Ademoğlu'nun bir vâdi dolusu altını olsa muhakkak ikincisinin olmasını ister. Eğer ikincisi olsa muhakkak üçüncüsünü ister. Öyleyse âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder.24

Ebu Musa el-Eş'arî şöyle demiştir: 'Berâe sûresine benzer bir süre nâzil oldu. Sonra Allah tarafından kaldırıldı. Ancak o sûreden şu ayet aklımda kaldı:

Muhakkak Allah Teâlâ bu dini, nasipleri olmayan kavimlerle takviye eder. Eğer Âdemoğlu'nun iki vâdi dolusu malı olsa, muhakkak üçüncü vâdiyi temenni eder. Âdemoğlu'nun gözünü ancak toprak doyurur. Ancak Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Doymayan iki aç vardır. Birincisi ilme, ikincisi mala aç olandır.25

Ademoğlu ihtiyarlar, fakat onunla beraber iki şey gençleşir: 1. Emel, 2. Mal sevgisi!26
Bunlar Âdemoğlunun saptırıcı ve helâk edici niteliğidir. Allah Teâlâ ve Hz. Peygamber kanaati övmüşlerdir.
Cennet o kimseye olsun ki geçimi yetecek kadar olduğu ve kanaat ettiği halde İslâm dinine hidayet olunmuştur.27

İster fakir olsun, ister zengin, hiç kimse yoktur ki kıyamet gününde dünyada nafaka verilmiş olmasını temenni etmesin.28

Zenginlik, servetin çokluğu değildir. Zenginlik, ancak gönül zenginliğidir.29
Hz. Peygamber, hırsı ve mübalağalı bir şekilde dünyayı aramayı yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

Ey insan! Helâlinden kazanmaya bak! Çünkü hiçbir kul yoktur ki kendisine yazılan rızıktan başka birşey elde etsin! Kendisine yazılan rızık eline geçmeden önce hiçbir kul dünyadan göç etmez,30

Rivayet ediliyor ki, Hz. Musa (a.s) rabbine şöyle sordu:

-Senin kullarının hangisi daha zengindir?

-Verdiğime en fazla kanaat edeni.

-Hangisi daha âdildir?

-Nefsinden, başkasının hakkını alan.

İbn Mes'ud Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Muhakkak ki Ruh'ul-Kudüs (Cebrail) benim kalbime 'Rızkını tamamen yemedikçe hiçbir insan ölmeyecektir' diye ilham etti. Bu bakımdan siz Allah'tan korkun! Kazançta meşrû olandan ayrılmayın!31

Ebu Hüreyre, Hz, Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Ey Ebu Hüreyre! Ne zaman fazlasıyla acıkırsan, sana bir ekmek ile bir testi su (kâfidir). (Bundan sonra) dünya (isterse) helâk olsun!32

Müttaki ol, insanların en âbidi olursun. Kanaatkâr ol, insanların en şükredicisi olursun! Kendi nefsin için sevdiğini insanlar için de sev, mü'min olursun.

Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin rivayet ettiği bir hadîste Hz. Peygamber tamahkârlığı yasaklamaktadır: Bir bedevi Hz. Peygamber'e gelerek 'Bana nasihat et! Fakat kısa olsun!' dedi. Hz. Peygamber bunun üzerine şöyle buyurdu:

Namaz kıldığın zaman veda eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Yarın kendisinden dolayı özür dileyeceğin bir konuşmayı sakın yapma! Halkın elindeki servetten ümitsiz ol!33

Avf b. Mâlik el-Eşcâî şöyle anlatıyor: Biz Hz. Peygamber'in yanında yedi, sekiz veya dokuz kişiydik. Hz. Peygamber şöyle dedi: 'Siz Allah'ın Rasûlü'ne bîat etmez misiniz?' Biz 'Sana daha önce biat etmedik mi?' dedik. Bu sözümüzden sonra yine 'Siz Allah'ın Rasûlü'ne bîat etmez misiniz?' dedi. Bunun üzerine biz ellerimizi uzattık ve bîat ettik. Bu esnada bizden biri 'Biz sana bîat ettik ama neyin üzerine biat ediyoruz?' diye sordu. Hz. Peygamber şu cevabı verdi:

Allah'a ibâdet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza, beş vakit namazı kılacağınıza, başınızdakinin sözünü dinleyip itaat edeceğinize dair biat ettiniz.

Gizlice birşey konuştuktan sonra İnsanlardan hiçbir şey istemeyeceğinize dair biat ettiniz?' dedi.

Râvî der ki: 'Bu kişilerden bazıları elinden kamçısı düştüğü zaman kamçısının kendisine verilmesini dahi kimseden istemez, bineğinden iner, kamçısını kendisi alırdı'.

Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Tamahkârlık fakirliktir. Halkın elindeki maldan ümit kesmek ise zenginliktir'.

Halkın elindeki maldan ümidini kesen bir kimsenin halka ihtiyacı olmadığı gibi onlardan minnetsiz olacağı da muhakkaktır. Hukemâdan birisine şöyle denildi: 'Zenginlik nedir?' Cevap olarak 'Azı temenni edip yetecek kadarla kanaat etmendir' dedi.
Hayat, geçen birkaç saattir.
Tekrarlanan birkaç günün zahmetleridir. Razı olduğun bir hayata kanaat et!
Hevâ-i nefsini bırak, hür olarak yaşarsın!
Çok felâket vardır ki, onu insanoğluna altın, yakut ve inci getirir!..

Muhammed b. Vâsı, kuru ekmeğini su ile ıslatır, yer ve derdi ki: 'Buna kanaat eden bir kimse, hiç kimseye muhtaç olmaz!'

Süfyan es-Sevrî 'Dünyanızın en hayırlısı kendisinden dolayı müptelâ olmadığınız şeylerdir. Müptelâ olduğunuz şeyin en hayırlısı, sizin elinizden çıkandır' dedi.

İbn Mes'ud şöyle demiştir: Hergün bir melek şöyle seslenir: 'Ey Ademoğlu! Sana kâfi gelen az, seni azdıran çoktan daha hayırlıdır'.

Sumeyt b. Aclan şöyle demiştir: 'Ey Ademoğlu! Karnın ancak bir karış çapındadır. O halde seni neden ateşe sokuyor?'

Bir hakîme şöyle soruldu: 'Senin malın nedir?' Cevap olarak 'Zâhirde süslenmek, bâtında normal hareket ve halkın elindeki servetten ümit kesmektir' dedi.

Allah Teâlâ'nın şöyle dediği rivayet edilir: 'Ey Âdemoğlu! Eğer dünyanın tamamı senin olsa bile ondan ancak yediğin senin olur. Ondan sana gıdayı, verdiğimizin hesabını da başkasına yük-lediğimiz zaman muhakkak ben sana iyilik yapmış olurum'.

İbn Mes'ud şöyle demiştir: 'Biriniz birşey istediği zaman, basitçe istesin, kişiye sen sen (deyip onu övmek suretiyle) belini kırmasın. Çünkü kendisi için ayrılan rızık eline gelir'.
Emevîlerden biri Ebu Hâzım b. Ebî Seleme'ye bir mektup yaza-rak ihtiyacını kendisine bildirmesinde ısrar etti. Ebu Hâzım ona şu cevabı verdi: İhtiyacımı mevlâma arzettim. Bana verileni kabul ettim. Bana verilmeyene de kanaat edip razı oldum.'

Hukemâdan birine şöyle soruldu:
-Hangi şey akıl için daha sevindiricidir? Üzüntünün giderilmesinde hangi şey daha fazla yardım eder?
-Akıl nezdinde en sevindirici şey, kişinin ölümünden önce yapıp gönderdiği sâlih ameldir. Üzüntünün giderilmesinde en fazla yardımcı olan şey ise kaza ve kaderin hükmüne razı olmaktır.

Hukemâdan biri şöyle demiştir: 'En uzun üzüntüye sahip olarak hasetçi kimseyi gördüm. Yaşantı bakımından en refahlısını da kanaat eden kimse olarak buldum. Eziyetçe en fazla olan da tamahkârlık yapıp haris olan bir kimsedir. Maişet yönünden insanların en düşüğü, dünyayı en fazla tepenidir. Pişmanlık yönünden en büyükleri ise ifrata kaçan âlimdir'.
Rızıkları taksim eden Allah'ın, kendisine rızık vereceğine güvenerek akşamlayan bir kimsenin kalbi ne zengindir!

Böyle bir kimsenin şerefi korunmuştur. Onu kirletmez! Yüzü yepyenidir, onu yıpratmaz!
Yine şöyle denilmiştir:

Ne zamana kadar konaklamak, sefere çıkmak, uzun çalışmak, gitmek ve gelmek durumunda kalacağım?

Evden uzak, dostlardan garip, hâlimin ne olduğunu bilmez bir vaziyette kalacağım?
Bazen doğuda, bazen batıda harisliğimden dolayı ölüm bile kalbime gelmez.
Eğer kanaat etseydim durduğum yerde rızık bana gelecekti! Muhakkak zenginlik kanaattir, malın çokluğu değil!

Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Size Allah'ın malından kendime neyi helâl kıldığımı haber vereyim mi? Biri kış, diğeri yaz için olan elbi-sem, hac ve umremi yapmak için bir devedir. Bunlardan sonra benim nevâlem (gıdam), Kureyş'ten herhangi bir kişinin nevalesi gibidir... Nafaka bakımından onların en yükseği olmadığım gibi, en düşük yaşayanı da değilim. Allah'a yemin olsun bunun da helâl olup olmadığını bilmiyorum'.

Sanki Hz. Ömer, bu kadarla kanaat etmenin bile farz olan mik-tardan fazla olup olmaması hususunda şüphe etmektedir!

Bir bedevi, kardeşini harislikten dolayı kınayarak şöyle dedi: 'Kardeşim! Sen arıyor ve aranıyorsun! Elinden kurtulamayacağın biri (Allah Teâlâ) seni arıyor. Sen ise, başkası (Allah Teâlâ) tarafından sana verileni aramaktasın! Sanki senden gâib olan sana keşfolunmuştur! Sanki içinde bulunduğundan da göç ederek uzaklaşmışsın! Ey kardeşim! Sanki mahrum kalan haris bir kimseyi ve zengin olan zâhid bir kimseyi hiç görmemişsin!'

Bu hususta şöyle denildi: "Görüyorum ki zenginlik gittikçe seni dünya için haris kılıyor! Sanki ölmeyecekmişsin gibi! Acaba senin tayin ettiğin bir sonuç var mıdır ki birgün oraya vardığın takdirde 'artık bana yeter, razı oldum' diyesin!"

Şa'bî şöyle dedi: 'Hikâye olunuyor ki bir kişi çekuk veya turkay kuşunu avladı. Kuş kendisine şöyle sordu:

-Beni avlayıp ne yapacaksın?

-Seni kesip yiyeceğim?

-Yemin olsun, ben bir derdine derman olmadığım gibi açlığını da gideremem. Fakat sana üç haslet öğreteceğim ki beni yemekten sana daha hayırlıdır. Onların birini daha elinde iken sana öğreteceğim, ikincisine gelince, uçup ağacın dalına konduğum zaman öğreteceğim. Üçüncüsünü ise, dağın tepesinde olduğum zaman...

-O halde birinci hasleti söyle!

-Sakın elinden kaçan birşey için üzülme!Bunun üzerine avcı kuşu bıraktı. Kuş, ağacın üzerine konduktan sonra avcı dedi ki:

-Haydi! İkinci hasleti söyle!

-Sakın olmayacak şeye inanma!

Bunu dedikten sonra uçup dağın tepesine kondu ve şöyle dedi:
-Ey şakî! Eğer beni kesmiş olsaydın, benim kursağımdan iki inci çıkaracaktın ki her incinin ağırlığı yirmi miskaldır.

Avcı bunun üzerine dudağını ısırarak üzüldü, ah çekti ve şöyle dedi:

-Üçüncü hasleti söyle!
-Sen iki tanesini unuttun bile! Fakat ben üçüncüsünü sana yine haber vereyim. Sana 'elinden çıkmış birşey için üzülme ve olmayacak şeye inanma' demedim mi? Oysa benim etim, kanım ve
tüyüm, üst üste konsa yirmi miskal ağırlığında değildir! O halde nasıl olur da benim kursağımda ağırlığı yirmişer miskal olan iki inci bulunabilir?

Bunu dedikten sonra uçup gitti. İşte bu, Âdemoğlunun şiddetli tamahkâr-lığına bir misaldir. Çünkü tamahkârlık, insanı hakîkati idrak etmekten kör eder. Öyle ki olmayacak şeyi, olur zanneder.

İbn Semmak34 şöyle demiştir: 'Ümit, kalbinde bir iptir, ayağında da bir kelepçe... Bu bakımdan ümidi kalbinden çıkar! Zira böyle yaptığın takdirde, kelepçe ayağından çıkmış olur!'

Ebu Muhammed Yezidî35 şöyle demiştir: Hârun Reşid'in hu-zuruna girdim. Baktım ki altın suyuyla yazılı bir sahifeye bakıyor. Beni gördüğü zaman tebessüm etti. Bunun üzerine ben 'Allah Teâlâ mü'minlerin emirinin işini rast getirsin! Bir fayda mı var
orada?' diye sordum. Cevap olarak dedi ki: 'Evet! Ben bu iki beyti Beni Ümeyye hazinelerinin birisinde gördüm. Hoşuma gitti ve bunlara üçüncü bir şiiri ekledim" dedi ve bana şu şiiri okudu:

Bir ihtiyacın önünde bir kapı yüzüne kapandığı zaman onu başkası için bırak!
O başka ihtiyacın kapısı sana açılacaktır. Çünkü karın dağarcığının doldurulması sana kâfidir.

Emirlerin kötülükleri ise onlardan korunmak bakımından sana kâfi delildirler.
Sakın namusunu verme! Günahları işlemekten sakın ki onların cezası senden uzaklaşsın!
Abdullah b. Selham, Kâ'b'ul-Ahbar'a dedi ki: 'Dinleyip an-ladıktan sonra ilimleri âlimlerin kalplerinden silip götüren nedir?' Cevap olarak 'Tamahkârlık, nefsin oburluğu ve ihtiyaçların peşine amansızca düşmektir' dedi.

Birisi Fudayl'a dedi ki: 'Ka'b'ın bu sözünü bana açıkla!' Fudayl şöyle cevap verdi: 'Kişi istediği bir şeyde ısrarla tamahkârlık yaptığından dolayı dini gider! Oburluğa gelince, o şu veya bu şeyler hakkında nefis oburluğudur. Öyle ki isteklerinin tümü verilsin istersin. Dolayısıyla şuna ve öbürüne ihtiyacın olur. O senin muhtaç olduğunu gördüğü zaman, burnuna esaret halkasını geçirir ve seni istediği istikamete sürükler, sana galip gelir. Sen de kendisine boyun eğmek mecburiyetinde kalırsın. Bu bakımdan dünyayı sevdiğinden dolayı onun yanından geçerken selâm verirsin. Hasta olduğunda ziyaret edersin. Allah rızası için ona selâm vermez, ziyaret etmezsin!'

Sonra Fudayl 'Bu sözler senin için falan ve filandan rivayet edilen yüz hadîsten daha hayırlıdır' dedi.

Hukemâdan biri şöyle demiştir: 'İnsanın acaip olan işindendir ki 'ona dünya durdukça, sende kalacaksın' denseydi bile, dünyanın geçici ve kendisinin de kalıcı olmadığını bildiği halde gösterdiği harislikten daha fazla bir halislik yaratılışında olmazdı'.

Abdülvahid b. Yezid şöyle demiştir: Bir rahibin yanından geçerken 'Nereden yiyorsun?' diye sordum. Cevap olarak 'Hâbir ve Lâtîf olan Allah'ın armağanından... Öyle habîr ki değirmeni yaratmış ve ona öğütmek için un olacak buğday getirmiş' dedi. Bunu söylerken eliyle azı dişlerinin değirmenine işaret etti.
Habîr ve kâdir olan Allah ortaktan münezzehtir!

_______________________
22)Müslim, Buhârî
23)Medineli olan bu zat 85 yaşında, H. 68 senesinde vefat etmiştir.
24)İmam Ahmed, Beyhâkî
25)Taberânî
26)Müslim, Buhârî
27)Tirmizî, Nesâî
28)İbn Mâce
29)Müslim, Buhârî
30)Hâkim
31)İbn Ebî Dünya
32)İbn Mâce
33)Ebu Davud, İbn Mâce
34) Bu zat, Muhammed b. Sebih Bağdâdî' dir. Meşhur bir vaizdi
35) Adı Yahya b. Mübârek b. Mugire Advî'dir. Lûgat ve Nahiv ilmini pek iyi bilirdi. H. 252 de vefat etmiştir.

*Hırsın, Tamahkârlığın İlâcı, Kanaat Etmenin Devası

Bu ilâç, üç esastan mürekkeptir: Sabır, ilim ve amel. Bunun toplamı da beş şeydir:

Birincisi

Birincisi ameldir. Amel demek, maişette tutumlu hareket etmek ve infakta normal olmak demektir. Bu bakımdan kim, kanaatin azizliğini istiyorsa, mümkün olduğu kadar nefsine çıkış kapılarını kapatması ve nefsini sadece zarurî kısma çevirmesi gerekir. O halde, fazla çıkış noktaları olan, infakı genişleyen bir kimseye kanaat etme imkânı kalmaz. Hatta böyle bir kimse tek başına olursa, yamalı bir elbise ile kanaat etmesi uygundur. Tek bir yemeğe kanaat etmelidir. Katıklarını mümkün olduğu kadar azaltmalı ve bu hususta nefsini alıştırmalıdır. Eğer çoluk çocuk sahibi ise, onların her birini de bu miktara alıştırmalıdır. Çünkü bu miktar az bir çalışma ile elde edilir. Bu miktarı helâlden kazanmak mümkün, normal yaşantı kolaydır. Kanaatte esas budur. Biz infak etmekte, yumuşaklık göstermekten bunu kastediyoruz. Bu husustaki cehalet ve hamâkatı terketmelidir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Allah Teâlâ, bütün işlerde rıfk ve yumuşaklığı sever.36 Tutumlu hareket eden bir kimse fakir olmaz!37

Üç şey vardır ki kurtarıcıdırlar:
1. Tenhada ve açıkta Allah'tan korkmak,
2. Fakirlik ve zenginlikte normal hareket etmek,
3. Öfke ve rızada adalet!38

Rivayet ediliyor ki, bir kişi Ebu Derdâ'nın yerden çekirdek topladığını ve şöyle söylediğini gördü: 'Maişetinde yumuşaklığın muhakkak ki kendi fıkhını bilinendendir'.
İbn Abbas Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

İktisad (normal hareket), güzel huy ve sâlih bir gidiş, peygamberlikten olan cüzün yirmi küsurundan bir parçadır.39

Tedbir maişetin yarısıdır.40

İktisad eden bir kimseyi Allah zengin, israf edeni de fakir eder. Kim Allah'ı anarsa Allah onu sever!41

Bir iş yapmak istediğin zaman Allah sana genişlik ve çıkış nasip edinceye kadar yumuşaklık ve normal hareketten ayrılma!42

İnfakta normal hareket etmek işlerin en mühimlerindendir. İkincisi

Elinde kişiye yetecek kadar servet bulunduğu zaman geleceği için şiddetli sallantılara girmesi uygun değildir. Bu hususta başlıca yardımcısı, emeli kısaltmaktır. Kendisine, takdir edilen rızkın muhakkak eline geçeceğine inanmaktır. Her ne kadar ona karşı fazla bir harislik göstermese bile... Çünkü harisliğin fazlası rızıkların sahiplerine gelmesi için yegâne sebep değildir. Aksine Allah'ın sözüne güvenmesi uygundur.
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah'a ait olmasın. (Allah) onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitapta yazılıdır.(Hûd/6)

Bunun hikmeti şudur: Şeytan insanı fakirlikle korkutur, kötülüğü emreder ve der ki: 'Eğer malın toplanmasına ve korun-masına harislik göstermezsen hastalanabilir, çalışmaktan aciz kalabilir ve dilencilik zilletine mecbur olabilirsin!' İşte bu şekilde vesvese yapan şeytan, insanı ömür boyunca mal toplamak için durmadan çalıştırır! Allah'tan gâfil olduğu halde, çalışıp yorulmasından dolayı şeytan ona güler. Bütün bunları ikinci halde de yorulacağı vehmi ile yapar! Oysa bu da çoğu zaman olmaz. Bunun benzeri hakkında şöyle denilmiştir: 'Kim fakirlik korkusundan do-layı mal toplamak için saatlerini harcarsa, onun işlediği fakirliktir'.

Hâlid'in iki oğlu43 Hz. Peygamber'in huzuruna girdi. Hz. Peygamber kendilerine dedi ki:

Başınız sallandığı sürece rızıktan ümitsiz olmayın! Çünkü insanoğlunu annesi, kıpkırmızı bir et parçası olarak doğurup dünyaya getirir. Onun üzerinde herhangi bir kabuk yoktur. Sonra Allah Teâlâ onun rızkını verir.

Bir ara, üzüntülü olan İbn Mes'ud'un yanından Hz. Peygam-ber geçti ve şöyle buyurdu:

Üzüntünü çoğaltma! Takdir edilen olur! Sana rızık olarak ayrılan sana gelecektir.44

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ey insanlar! Çalışma da güzel davranın! Çünkü hiçbir kul için kendisine takdir edilenden başka birşey yoktur ve kul kendisine yazılan rızık eline geçmeden, dünyadan göç edip gidemez.45

İnsanoğlu harislikten, Allah Teâlâ'nın kullarının rızıklarını takdir etmesi hususundaki tedbirine güvenmek suretiyle ve meşrû olarak çalışmakla rızkın geleceğine inanmakla kurtulur. Hatta uygun olan kulun haberi olmadığı halde Allah'ın onun için takdir ettiği rızkın daha fazla olduğunu düşünmesidir.

Kim Allah'tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse O, ona yeter.(Talâk/2-3)

Kendisinden rızık beklediği bir kapı kapandığı zaman, onun için kalbinin muzdarip olması uygun değildir.

Allah Teâlâ mü'min kuluna ummadığı bir yerden rızık ve-rir.46
Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Allah'tan ittika et! Zira hiçbir muttakînin muhtaç olduğunu görmedim!' Yani muttaki kul, zarurî ihtiyacını elde etmek için çaba sarfetmeye bırakılmaz. Allah Teâlâ, müslümanların kalplerine onun rızkını vermeyi ilka eder.

Fadl edDubdî47 der ki: 'Bir bedeviye şöyle sordum:
- Senin maişetin nereden geliyor?

- Hacıların adak ve nezirlerinden...

- Eğer hacılar hacca gelmekten menedilirlerse ne olacak?

- Eğer biz sadece bildiğimiz kaynaktan gıda almayı beklersek yaşamamamız gerekir!

Tâbiînden Ebu Hâzım Seleme b. Dinar şöyle demiştir: 'Dünyayı iki şey olarak buldum. O iki şeyden biri benim! Onun vakti gelmeden önce edinemem, gökler ve yerin kuvvetiyle onu istesem yine de durum değişmez. Onlardan diğeri ise başkasınındır. Ona da geçmiş zamanda yetişemedim ve gelecekte de yetişebileceğimi ümit etmiyorum. Başkası için olan benden menedilir. Tıpkı benim için olan da başkasından menedildiği gibi... İşte ben bunların hangisinde hayatımı tüketirsem, mârifet cihetinden benim için devadır. Şeytanın fakirlikle korkutmasının defedilmesi için mutlaka bu ilâca ihtiyaç vardır!'

Üçüncüsü

Kanaatte olan zenginliğin izzetini, harislik ve tamahkârlıkta olan zilleti bilmesidir. Kişinin nezdinde bu sabit oldu mu kanaate rağbet eder. Çünkü harislikte yorgunluktan, tamahkârlıkta da zilletten kurtulamaz. Kanaatte şehvet ve fuzulî şeylere sabretmenin zorluğu ve elemi vardır. Bu eleme ancak Allah muttali olur. Bu elemi çekmekte âhiret sevabı vardır. Harislikteki yorgunluk ve zillet ise halkın gördüğü şeylerdendir. Bunlarda vebal vardır, vebalden başka bu durum, nefsin izzetini ve hakikate tâbi olma kudretini de elden çıkarır. Çünkü tamahkârlığı ve hırsı çoğalan bir kim-senin halka ihtiyacı pek fazla olur. Bu bakımdan halkı hakka davet etmek imkânından mahrum olup, yağcılık yapmak mecburiye-tinde kalır. Bu ise dinini yokedecek bir harekettir. Nefsinin azizliğini, midesinin şehvetine tercih etmeyen bir kimse bunak ve imanı eksiktir.

Mü'min bir kimsenin azizliği, halktan müstağni olması demektir.43

Bu bakımdan kanaatte hürriyet ve izzet vardır. Bunun için de şöyle denilmiştir: İstediğin bir kimseden müstağni ol, onunla eşit olursun! İstediğin bir kimseye muhtaç ol, onun esiri olursun. İstediğin bir kimseye iyilik yap, onun emiri olursun!'

Dördüncüsü

Yahudilerin, hristiyanların, ahlâkça düşük insanların, ahmakların, bedevi serserilerinin, dinsiz ve akılsız kimselerin nimetler içinde yüzdüklerini çokça düşünmeli... Sonra peygamberlerin ve velî kulların durumlarını düşünmeli! Hulefa-i Râşidînin, diğer sahabe ve tabiin'in yaşayışlarını düşünmeli, hayatlarına kulak vermeli, durumlarını mütalaa etmelidir. Aklını düşük insanlara benzemek veya Allah nezdinde yaratıkların en şerefli sınıfına uy-mak arasında serbest bırakmalıdır ki böyle yapmaktan dolayı darlık ve az ile kanaat etmek hususunda sabretmek kendisine kolay gelsin. Çünkü kişi, eğer midesinin doldurulmasından lezzetle-niyorsa (muhakkak bilmeli ki) eşşek yemek bakımından kendisinden pek ileridedir! Eğer cinsî münasebetten zevk alıyorsa domuz bu hususta daha ileridedir. Eğer elbise ve binek hususunda süslenmekten zevk alıyorsa, yahudiler içerisinde bu hususta ondan daha ileride olanlar vardır. Eğer aza kanaat eder, razı olursa onun bu rütbesinde peygamberler ve velî kullar ortaklık yapmaktadırlar.

Beşincisi

Malın Âfetleri kısmında zikrettiğimiz gibi, mal toplamadaki tehlikeyi anlamasıdır. Mal için sözkonusu olan hırsızlık, yağma edilmek ve zayi olmak korkusunu düşünmesidir. Eli dünyadan boşaldığı takdirdeki emniyetini de anlamalıdır. Malın âfetleri ve insanı cennetten beş yüz sene geri bırakması hakkında söylediklerimizi dikkatle izlemelidir.49 Çünkü kişi, yetecek kadarıyla kanaat etmezse zenginler zümresine ilhak olunur. Fakirlerin defterinden silinir. Fakirler defterinde kalmak ise, daima dünyada malca kendisinden aşağı olana bakmak, kendisinden yukarı olana bakmamak suretiyle temin edilir. Çünkü şeytan daima dünya hususunda kişiden üstün olana kişinin dikkatini çekmek ister ve kendisine 'Mal edinmekten gevşeme! Çünkü mal sahipleri yemek ve elbise içinde yüzmektedirler' vesvesesini verir! Din hususunda ise nazarını kendisinden aşağı olana çevirerek der ki: 'Neden nefsine bu kadar eziyet veriyorsun. Allahtan bu kadar korkuyorsun? Halbuki filan adam senden daha bilgindir. Buna rağmen (senin kadar) Allah'tan korkmuyor! Bütün halk zevk ve sefasıyla meşguldür. Sen neden onlardan ayrılmak istiyorsun?!'

Ebu Zer el-Gıfârî şöyle demiştir: 'Benim dostum (Hz. Muhammed) bana dünya hususunda benden üstün olana değil de benden aşağıda olana bakmamı tavsiye etmiştir'.50

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Sizden bir kimse, Allah tarafından mal ve yaratılış bakımından üstün kılınan bir kimseye baktığı zaman, hemen bu hususlarda kendisinden daha aşağı olan ve faziletçe üstün olan bir insana baksın!51

Bu emirlerle, kanaat ahlâkını, işin direği olan sabır, emelin kısaltılması ve dünyanın birkaç günlük hayatına sabretmenin neticesinin uzun bir zaman lezzetlenmek olduğunu anlar. Bu bakımdan şifayı beklemek hususunda şiddetli istek sahibi olduğundan dolayı ilâçların acılığına tahammül eden bir hasta gibi olur.

____________________________
36)Müslim, Buhârî
37)İmam Ahmed, Taberânî
38)Bezzar, Taberânî, Ebu Nuaym, Beyhâkî
39)Ebu Dâvud
40)Ebu Mansur Deylemî
41)Bezzar
42)İbn Mübârek
43)Bu zat Benî Âmir b. Sa'sa'dandır.
44)İbn Mâce
45)Ebu Nuaym
46)İbn Hibban, Zuafâ; İbn Cevzî, Mevzuat
47)Kûfelidir ve güvenilir bir zattır.
48)Taberânî, Hâkim
49)İmam Ahmed, Tirmizî İbn Hâce, (Ebu Hüreyre'den); 'Müslümanların fakirleri zenginlerinden beşyüz sene önce cennete girecektir' (İthaf'us-Saade, VIII/180)
50)İmam Ahmed, İbn Hibban
51)Müslim, Buhârî

*Malı Hususunda Kula Düşen Vazifeler

Mal, daha önce dediğimiz gibi, bir yönden hayır, diğer bir yönden de şerdir. Malın misâli, yılanın misâline benzer. Usta bir kimse yılanı tutar. Ondan tiryak denilen panzehiri çıkarır. Gafil bir kimse yılanı tutar, yılan onu öldürür. Hiç kimse malın zehirinden kurtulamaz. Ancak beş şeye dikkat eden bundan müstesnadır!

Birincisi

Maldan maksadın ne olduğunu ve malın niçin yaratıldığını ve niçin mala muhtaç olduğunu bilmektir ve yine bilmelidir ki mal ancak ihtiyaç miktarı korunur. Himmeti müstehak olduğunun üstünde olan bir kimse onu vermez.

İkincisi

Malın gelir kaynağını gözetmektir. Dolayısıyla katıksız haramdan veya sultan malı gibi çoğu haram olandan sakınmaktır. Mekruh olan ve içinde rüşvet kokusu bulunan hediyeler gibi, içinde mürüvvetsizlik, zillet ve benzeri durumlar bulunan dilencilik gibi mürüvveti yıkan kaynaklardan kaçınmalıdır.

Üçüncüsü

Kazandığı miktarı gözetmektir. Bu bakımdan ne fazla, ne az, sadece gereken miktarı elde eder. Bunun ölçüsü ihtiyaçtır. İhtiyaç elbise, mesken ve yemektir. Bunların her birinin de üç derecesi vardır. Ednâ (en alt derece), evsat (orta derece) ve âlâ (en üst derece)dir. Azlık tarafına meyil olduğu ve zaruret hududuna yakın bulunduğu müddetçe hak olur. Bu sınırı geçtiği takdirde derinliğinin sonu olmayan bir uçuruma yuvarlanır. Biz bu dereceleri ayrıntılı bir şekilde 'Zühd' bahsinde belirtmiştik.

Dördüncüsü

Masraflarını gözetmektir. İnfakta normal hareket etmelidir. Ne israf ne de sıkılık... Daha önce söylediğimiz gibi yapmamalıdır. Helâlinden kazandığını uygun yere sarfetmelidir. Uygun olmayan yere sarfetmemelidir. Çünkü haksız yerden almak ile haksız yere sarfetmekteki günah eşittir.

Beşincisi

Almakta, bırakmakta, sarfetmekte ve tutmakta niyetini düzeltmektir. Öyleyse aldığını ibâdette kendisine yardımcı olsun diye almalı, almadığını mala karşı zayıflığından dolayı almamalıdır. Onu hakir saydığından dolayı bırakmalıdır. Bunu yaptığı takdirde malın varlığı ona zarar vermez ve bunun için Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: 'Eğer bir kişi yeryüzündeki servetin tamamını edinmişse ve bununla Allah'ın cemâlini istiyorsa, o kişi zâhiddir. Eğer bir kişi dünyayı terketmişse ve bununla Allah'ın rızasını kasdetmiyorsa, o kişi zâhid değildir'.

Bu bakımdan senin bütün hareketlerin Allah için olsun. İbâdet gayesiyle veya ibâdete yardım eden bir hedefe yönelmiş bulunsun. Çünkü ibâdetten en fazla uzak olan hareket, yemek ve def-i hâcettir. Oysa bunların ikisi de ibâdete yardımcıdırlar. Eğer onlardan bu kastolunursa, onların ikisi de senin için ibâdet hükmüne geçerler. Böylece seni koruyan gömleğin, yatağın, kabın, kaşığın için niyetin bu olmalıdır. Çünkü dinen insanoğlu bütün bunlara muhtaçtır. İhtiyaçtan fazla olan için ise şunu kasdetmek uygundur: Allah'ın kullarından biri bundan faydalanacaktır. Allah'ın kullarından biri buna muhtaç olduğu zaman da bundan istifade etmekten menedilmemelidir. Bu bakımdan böyle yapan bir kimse, mal yılanından panzehirini almış, zehirinden korunmuştur. Böyle bir kimseye malın çokluğu zarar vermez. Fakat bu derece ancak dinde sabit kadem olan ve din hususunda ilmen gelişen bir kimse için mümkün olabilir. Halk tabakasından olan bir kimse, çok mal edinmek hususunda, kendini âlime benzetip 'Ben ashab-ı kiramın zenginlerine benziyorum' iddiasında bulunursa, tıpkı zeki, mümeyyiz bir çocuğun yılanı tuttuğunu, evirip çevirdiğini, yılandan panzehir aldığını görüp o insanın yılanın şeklini güzel gördüğünden, yumuşak derisiyle oyalandığından dolayı yılanı tuttuğunu zanneden bir çocuğa benzer. Bu çocuk da o mümeyyiz kişi gibi yılanı tutar, fakat yılan derhal onu öldürür. Fakat şu fark vardır ki yılanın öldürdüğü insan, öldürüldüğünü bilir. Malın öldürdüğü insan ise, bazen öldürüldüğünü bilmez. Dünya yılana benzetilmiştir ve şöyle denilmiştir:

O dünya bir yılan gibidir. Zehir akıtır.

Her ne kadar onun derisi yumuşak görünürse de...
Nasıl ki âma bir kimsenin dağları aşmak, deniz kıyılarında gezmek, dikenli yollarda yürümek hususunda gözü gören bir kimseye benzemesi muhal ise, halk tabakasından olan bir kimsenin de mal edinmek hususunda kâmil bir âlime benzemesi muhaldir.

*Malın Âfetleri ve Faydaları

Malın Faydaları
Mal, yılan gibidir. Ağzında zehir, etinde tiryak (panzehir) vardır. Bu bakımdan malın faydaları, panzehiri gibidir. Tehlikeleri ise zehirleridir. O halde malın tehlike ve faydalarını bilen bir kimse malın şerrinden sakınma ve hayrını elde etme imkânına sahiptir.
Faydaları da dünyevî ve dinî olmak üzere iki kısma ayrılır. Dünyevî faydalarını zikretmeye ihtiyaç yoktur. Onların bilinmesi halk arasında ortak bir keyfiyettir. Eğer bu böyle olmasaydı halk mal aramak (servet edinmek) için dünyayı dolaşmazdı!..

Dinî faydalarına gelince, onların tümü üç kısımda toplanır: Birinci Kısım
Malı kendi nefsine infak etmesidir. Ya ibâdet hususunda veya ibâdete yardım hususunda infak eder. İbâdet hususunda infak etmeye gelince, bu husus, malın yardımıyla hacca ve cihada gitmek gibidir; zira kişi ancak mal vasıtasıyla hacca ve cihada gidebilir. Hac ve cihad Allah'a yaklaştırıcı ibâdetlerin temellerindendir. Fakir bir kimse bu iki ibâdetin faziletinden mahrumdur.

İbâdeti takviye etmek hususunda sarfedilmesine gelince, onlar yemek, elbise, mesken, evlenme ve hayatın diğer zarurî ihtiyaçlarıdır. Çünkü bu ihtiyaçlar yerine getirilmediği zaman, kalp on-ları düşünür ve dini için çalışmaya vakti kalmaz. O halde kendisiyle ibadet edebildiği şey de ibâdetin ta kendisidir. Bu bakımdan yetecek kadar -dine yardım olsun diye- dünyalık edinmek, dinî faydalardandır. Dünyadan zevk almak ve yeterli olandan fazla edin-mek bu kısma dahil olmaz. Çünkü bu sadece dünya vasıflarındandır.

İkinci Kısım

Halka sarfettiğidir. Bu da dört kısma ayrılır:

1.Sadaka olarak verdiği

2.Mürüvveti gereği verdiği

3.Namusunu korumak için verdiği

4.Çalıştırma ücreti olarak verdiği
Sadaka'nın sevabı herkesin malûmudur. Sadaka Allah'ın gazabını söndürür. Biz daha önce onun faziletini belirtmiştik.

Mürüvvet'ten gayemiz; ziyafet, hediye ve bunlara benzer yerlerde malı zenginlere ve eşrafa sarfetmektir. Böyle bir sarfiyata sadaka denilmez; zira sadaka, muhtaca verilen mal demektir. Ancak bu sarfiyat dinî faydalardandır; zira böyle bir sarfiyatla kul, arkadaş ve dost edinir, cömertlik sıfatını kazanır, cömertlerden olur. Cömertlik sıfatıyla, ancak iyilik yapan, mürüvvet yolunda yürüyen bir kimse sıfatlanır. Bu da sadaka gibi sevabı pek büyük olan bir harekettir; zira hediye ve ziyafetler hususunda -yiyenlerin fakir olması şart koşulmaksızın- birçok hadîsler vârid olmuştur.

Namusu korumak için verilme hususuna gelince, biz bundan şairlerin hicvini önlemek, sefihlerin hakaretini önlemek ve şerlerini uzaklaştırmak için verilen malı kastediyoruz. Bu mal da faydası dünyada görülmekle beraber dinî nasiplerdendir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kişinin namusunu koruyan mal, kişi için bir sadaka sayılır!21

Nasıl sadaka yazılmasın? Bu verilen malda gıybet yapanı, gıybetin günahından alıkoymak olduğu gibi, düşmanlığı gerektiren konuşmasından sakınmak da vardır. Öyle bir düşmanlık ki karşılık vermek ve intikam almak hususunda insanı şerî hududları geçmeye zorlar!

İstihdam ve çalıştırmaya gelince, o şu demektir: İşin yapılması için insanın birçok sebepler hazırlaması gereken işlerdir. Eğer kendi onları yaparsa vakitleri zayi olup, sâliklerin makamlarının en yücesi olan fikir ve zikir ile ahiret yolunun yolculuğu kendisine zor gelecektir. Malı olmayan bir kimse ise, kendi hizmetini kendisi yapmak mecburiyetinde kalır. Yemeğini satın almak, un ve bulgurunu öğütmek, evini süpürmek, hatta muhtaç olduğu kitabı bile yazmak gibi işleri yapmak mecburiyetinde kalır. Öyle ise, başkası tarafından yapılması mümkün olan ve senin meşgul olduğun takdirde yorulacağın işler seni hedefin olan ilim, amel, zikir ve fikirle uğraşmaktan alıkoyar. Oysa zikir ve fikrin senin yerine, başkası tarafından yapılması düşünülemez. Bu bakımdan burada yani zikir ve fikrin dışında vakti zayi etmek zarardır.

Üçüncü Kısım

Belli bir insana sarfetmediği maldır. Fakat o mal ile umumî bir hayır meydana gelir. Camiler, köprüler, tekkeler, darülacezeler inşa etmek, yollara gözcüler dikmek ve hayırlar için yapılan diğer vakıflar gibi... Bunlar ebedî hayırlardır. Ölümden sonra da fayda verirler. Sâlih kimselerin dualarını celbedici hayırlardır. Hayır bakımından bunlar sana yeter. Bu söylediklerimiz, din hususunda malın birtakım faydalarıdır. Bunların dışında dünyada olan daha nice nice faydalar vardır. Dilencilik ve fakirlikten kurtulmak, halk arasında izzet ve cömertlik sahibi olmak, arkadaşları, yardımcıları ve dostları çoğaltmak, kalplerde kendisine karşı ikram ve vekarın belirmesi gibi faydalar... Bütün bunlar malın temin ettiği dünyevî faydalardır.

Malın Âfetleri

Bunlar da dinî ve dünyevî olmak üzere iki kısımdır: Dinî âfetler üç gruptur:

Birincisi

Günahlara sevketmesidir. Çünkü şehvetler çok değişiktir. Âcizlik ve imkânsızlık bazen kişi ile günah arasına perde olarak gerilir. Nitekim 'bulmamak, masum kalmaktandır' denilmiştir. İnsanoğlu günahın bir çeşidinden ümitsiz olduğu zaman, artık ona karşı şehveti kabarmaz. Günaha muktedir olduğunu hissettiği zaman nefis kendisini dürter. Mal da kudretin bir çeşididir ve günaha davet edici karakteri insanı dürter. Eğer kişi onun isteğini yaparsa helâk olur. Eğer sabrederse, sıkıntıya girer; zira yapma gücü olduğu halde sabretmek daha zordur. Zenginlik fitnesi fakirlik fitnesinden daha büyüktür.

İkincisi

Mübahlara dalmaya (ve israfa kaçmaya) sürükler. Bu ise malın âfetlerinin başlangıcıdır. Bu bakımdan mal sahibinin arpa ekmeği yemeye, yamalı elbise giymeye, yemeklerin lezzetlilerini bırakmaya, Hz. Süleyman'ın (a.s) zenginliği terkettiği gibi terketmeye gücü ne zaman yetebilir? Öyle ise mal sahibinin en güzel durumu (kendisine göre) dünya ile lezzetlenmek, nefsini buna alıştırmaktır. Öyle ki dünya ile lezzetlenmek, onun yanında normal bir âdet haline gelir. Dünya zevklerinden uzak duramayacak bir duruma gelir! Dünyanın bir kısmı kendisini, diğer bir kısmına çeker. İnsan bu zevklere alıştığı zaman, bazen helâl kazanç ile bunlara ulaşma imkânından yoksun olur. Dolayısıyla şüphelilere dalar! Maddî durumunu düzeltip, dünya lezzetlerine nail olmak için riyakârlık, yağcılık, yalan, nifak ve diğer rezil şeylere yeltenir; zira malı çok olan bir kimsenin halka ihtiyacı çok olur. Halka ihti-yacı olan bir kimse ise, elbette onlara münafıklık yapmak, onların rızasını kazanmak için Allah'a isyan etmek mecburiyetinde kalır. Eğer insan bilfiil lezzetlere başlamaktan ibaret olan birinci âfetten kurtulursa, bu ikinci âfetten kurtulamaz. Düşmanlık ve dostluk da halka olan ihtiyaçtan doğar. Bu ihtiyaçtan hased, kin, riya, gurur, yalan, kovuculuk, gıybet, kalp ve dile mahsus olan diğer günahlar neşet eder! Bu günahların diğer azalara sirayet etmesinden de insan kurtulamaz. Bütün bunlar malın uğursuzluğundan, onu ko-rumak ve çoğaltmak ihtiyacından doğar.

Üçüncüsü

Öyle bir beladır ki hiç kimse bu beladan kurtulamaz, Şöyle ki, malı koruyup çoğaltmak insanoğlunu Allah'ın zikrinden alıkoyar. İnsanı Allah'ın zikrinden alıkoyan herşey zarardır ve bunun için de Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir:

-Malda üç âfet vardır; biri helâlinden kazanmamaktır.

-Helâlinden kazanırsa diğer âfet nedir?

-Hakkı olmayan yere sarfetmektir!

-Hakkı olan yere sarfedilirse diğer âfet nedir?

-Bu takdirde de malı korumak ve geliştirmek kendisini

Allah'ın zikrinden alıkoyar!

İşte müzmin hastalık budur. Çünkü ibâdetlerin temeli, beyni ve sırrı Allah'ın zikrini ve azametini düşünmektir. Bu ise, herşeyden boş olan bir kalp ister. Gayri menkulün sahibi ise sabah akşam çiftçi ile mücadele edeceğini, hesaba tutulacağını, ortaklarla münakaşa edeceğini, su ve sınır meselelerinde münazaa edeceğini, vergi hususunda devlet memurlarıyla uğraşacağını, tamirde ücretlilerin kusur gösterdiği şeyler hususunda münakaşaya tutuşacağını, çiftçilerin hainlik yapıp çaldıkları için, onlarla mücadele edeceğini düşünür.

Ticaret sahibi, ortağının hiyanetini kârı kendisine alacağını, çalışmaktaki kusurluluğunu ve malı zayi edeceğini düşünür. Koyun sahibi de bunun gibi şeyler düşünür. Diğer mal sahipleri de bu tür şeyler düşünür. Oysa insanoğlunun düşüncesi, parayı nereye sarfedeceği nasıl koruyacağı, birisi ona muttali olursa ne olacağı ve halkın oradan tamahlarını nasıl keseceği hususunda durmadan düşünür. Dünya için düşünmenin sonu gelmez. Günlük nafakasını bulan bir kimse, bütün bunlardan emin ve salimdir. İşte dünyevî âfetlerin özeti bunlardır. Hele mal sahiplerinin dünyada çektikleri korku, üzüntü, gam; hased edicileri defetmek hususundaki yorgunluk, malın kazanılması korunması hususundaki zorluklar da cabası! Onlarda durum bu iken, malın panzehiri; nafakasını ondan almak, kalanını hayrat yollarına sarfetmektir. Bundan başkası zehir ve âfettir. Allah Teâlâ'nın selâmetini, lütuf ve keremiyle güzel yardımını talep ediyoruz. Allah herşeye kâdirdir.

21) Ebu Yâ'lâ

*Malın Övülmesi ve Övgü İle Kötülemenin Te'lifi

Allah Teâlâ, Kur'an'ın birçok ayetinde mala hayr ismini vere-rek şöyle buyurmuştur:
Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakacaksa babasına, annesine ve akrabasına uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.(Bakara/180)

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Sâlih mal, sâlih kişinin elinde ne güzeldir!15

Hac ve sadakanın sevabı hakkında vârid olan âyet, hadîs ve eserler, aynı zamanda malı da övmektedirler; zira hac ve sadakayı insanoğlu ancak mal ile yapabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Duvar ise şehirde iki yetim çocuğundu. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da sâlih bir kimse idi. Rabbin diledi ki onlar güçlü çağlarına ersinler ve rabbinden bir merhamet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yapmadım.
(Kehf/82)

Ve size çok mallarla, oğullarla yardım etsin, size bahçeler versin, ırmaklar versin.(Nûh/12)

Fakirlik küfre (sebep olmaya) yaklaştı.16

Bu hadîs, malı övmektedir. Sen malın hikmetini, maksadını, âfet ve tehlikelerini bildikten sonra ancak malın övülmesiyle kötülenmesi hakkında gelen hadîslerin tezat teşkil etmediğine vâkıf olabilirsin. O zaman sana malın bir yönden hayır olduğu, diğer bir yönden de şer olduğu, hayır olması hasebiyle güzel birşey olduğu, şer olmak hasebiyle de kötü birşey olduğu görülecektir. Çünkü mal, sırf hayır veya sırf şer değildir. Aksine mal, hem hayrın, hem de şerrin sebebidir. Vasfı ve niteliği bu olan birşey şüphesiz ki hem övülür, hem de kötülenir. Fakat basiret sahibi ve hayrı şerden ayırdeden bir kimse idrak eder ki malın övülen kısmı, kötülenen kısmından başkadır. Bunun açıklanması, Şükür bahsinde zikrettiğimiz hayrat ve hasenat bakımından, nimetlerin derecelerinin tafsilâtı ve bu husustaki miktarın yeterli derecesi dikkate alınarak şöyle yapılır: Akıllıların maksadı ve basiret sahiplerinin hedefi; daimî nimet ve sarsılmaz mülk olan ahiret saadetidir. Bunu istemek şerefli ve akıllı kimselerin âdetidir; zira Hz. Peygamber'e 'İnsanların en şereflisi ve en akıllısı kimdir?' diye sorulduğunda, cevap olarak şöyle buyurmuştur:

Ölümü en fazla anan ve hummalı bir şekilde ölüme hazırlanan kimse!17

Bu saadet üç vesile ile elde edilir, O vesileler de nefiste olan faziletlerden ibarettir: İlim, güzel ahlâk, selâmet, sıhhat gibi bedenî ve mal gibi bedenin haricinde olan faziletlerdir. Önce bedenî faziletler, sonra bedenin haricinde olanlardır. O halde bedenin haricinde olanlar bunların en düşüğüdür. Mal ise haricî vesilelerdendir. Malın en düşüğü dirhem ve dinarlardır. Çünkü dirhem ve dinarlar hizmet ederler. Onların hizmetçisi yoktur. Dirhem ve dinar, bizzat kendileri için istenmez. Başka şeyler için istenir. Zira nefis, saadeti matlub olan cevherdir. Nefis, ilim, marifet ve ahlâka, onu zatında nitelik ve sıfat yapsın diye hizmet eder. Beden de duyu ve azalar vasıtasıyla nefse hizmet eder. Yiyecekler, giyecekler de bedene hizmet ederler. Daha önce de geçtiği gibi yemeklerden gaye, bedenin sağlam kalmasıdır. Evlenmeden gaye, neslin idamesidir. Bedenin sağlam kalmasından gaye; nefsin temizlenmesi, ilim ve ahlâkla süslenmesidir. Kim bu tertibi biliyorsa o, malın kıymetini, şerefin yolunu öğrenmiştir ve malın şerefinin yiyecek ve giyeceklerin zarurî olmasından ileri geldiğini de anlamıştır. Öyle bir zaruret ki bedenin yaşaması için gereklidir. Öyle beden ki nefsin kemâli için zarurîdir. Öyle kemâl ki hayrın ta kendisidir. O halde bir şeyin faydasını, gayesini, hedefini bilen ve şeyi o gaye için kullanan, o gayeyi gözeten, onu unutmayan bir kimse güzel davranmış ve faydalanmış demektir. Gayeye vasıtasıyla ulaşılan şey de güzeldir. Bu bakımdan mal, doğru bir maksada ve hedefe vesile olduğu gibi, kötü maksadlara da alet ve vesile edinilebilir. O kötü maksadlar, insanı ahiret saadetinden alıkoyan maksadlardır. İlim ve amel kapısını kapatan maksadlar!.. Bu bakımdan durum bu iken mal hem iyi, hem de kötü'dür. Güzel maksada nisbeten iyi'dir. Kötü maksada izafeten kötü ve çirkin'dir. Bu bakımdan dünyadan kendine yetenden daha fazlasını alan ve edinen bir kimse, hadîs-i şerîf de vârid olduğu gibi farkına varmadan kendi mahvını hazırlamış olur!

Tabiatlar Allah yoluna mâni olan şehvetlerin arkasında sürüklenmeye meyyal olduklarından, mal da bunu kolaylaştırdığından ve alet olduğundan ötürü, yeterli miktarından fazla olan mal hakkındaki tehlike oldukça büyüktür. Bunun için peygamberler onun şerrinden Allah'a sığınmışlardır.

Ey Allahım! Muhammed'in âlinin nafakasını yetecek kadar kıl!"

İşte görüldüğü gibi Hz. Peygamber, dünyadan sadece katıksız hayır olanı istemiştir.

Yarab! Beni miskin olarak dirilt! Miskin olarak öldür. Miskinler zümresinde haşreyle!19

Hz. İbrahim de istiaze ederek şöyle demiştir:

Bir zaman İbrahim şöyle demişti: 'Rabbim! Bu şehri korku-lardan emin kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut'.(İbrahim/35)

Hz. İbrahim'in putlardan gayesi; altın ve gümüştür; zira nübüvvet mertebesi, taşlarda ulûhiyyeti düşünme korkusundan pek yücedir; zira İbrahim (a.s) peygamber olmadan önce küçüklüğüne rağmen putlara ibâdet etmekten kaçınmıştır. Altın ve gümüşe ibâdet etmenin mânâsı; onları .sevmek, onlarla aldanmak ve kalben onlara meyletmektir.

Altının kölesi olan helâk olmuştur. Gümüşün kölesi olan helâk olmuştur ve bir daha kurtulamaz. Ayağına diken battığı zaman o diken çıkmaz (yani çıkmasın!)20

Görüldüğü gibi altın ve gümüşü sevmenin, onlara ibâdet etmek olduğunu beyan etmiştir. Kim bir taşa ibâdet ederse o, puta tapmış demektir. Hatta Allah'tan başkasına kul olan kimse putperesttir. Kendisini Allah'tan alıkoyan bir kimse, bu sebepten Allah'ın
hakkını ödemediği takdirde puta tapan bir kimse gibi olur. Bu ise şirktir. Şirk iki kısımdır:

1.Gizli şirk ki ebediyyen cehennemde kalmayı gerektirmez.Böyle bir şirkten mü'minlerin pek azı kurtulur. Çünkü bu şirk,karıncanın iz bırakmasından daha gizlidir.

2.Açık şirk ki ebediyyen cehennemde kalmayı gerektirir. Biz bütün bunların şerrinden Allah'a sığınırız!

_________________

14)Dımeşkli ve zâhid bir zattır. Özel isminde ihtilâf vardır.
15)İmam Ahmed, Taberânî
16)Ebu Müslim el-Leysî, Beyhâki
17)İbn Mâce
18)Daha önce geçmişti.
19)Müslim, Buhârî
20)Buhârî

*Malın ve Mal Sevgisinin Kötülenmesi

Ayetler
Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın! Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.(Münafikûn/9)

Mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah'ın katındadır.(Teğâbün/15)

Bu bakımdan kim, malını ve evladını Allah katındaki sevaba tercih ederse, o zarar etmiştir ve açıkça büyük bir ziyana uğramıştır.

Kimler dünya hayatını ve süsünü isterse, onlara oradaki amellerinin karşılığını tamamen öderiz. Bu hususta onlara noksanlık yapılmaz.(Hûd/15)

Doğrusu insan azgınlık eder. Kendini müstağni gördüğü için.(Alâk/6-7)

Bu bakımdan günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş, ancak yüce ve azîm olan Allah'ın kuvvet ve kudretiyledir.

(Mal ve evlât) çoğaltma yarışı, sizi oyaladı. (Tekâsür/1)

Hadîsler

Mal ve şeref sevgisi, kalpte nifakı bitirir; tıpkı suyun sebzeleri bitirdiği gibi.

Bir koyun ağılına salıverilen iki yırtıcı kurt, şeref, mal ve mertebenin müslüman kişinin dininde yaptığı tahribattan daha fazla tahribat yapamaz.1

Mal biriktirenler helâk oldular. Ancak Allah'ın kullarından şöyle ve şöyle (eliyle işaret etti) malı sarfedenler hariç! Onlar da pek azdır.2

Denildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Senin ümmetinin hangileri daha şerirdir?' Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Zenginler'3

Sizden sonra bir kavim gelecek, en güzel şeyleri yiyeceklerdir. Atın bakımlısına ve her çeşidine bineceklerdir. Kadınların en güzellerini alacaklar. Elbiselerin en güzellerini giyecekler... Az ile doymayan karınları, çokla kanaat etmeyen nefisleri vardır. Dünyaya dalmışlar, sabah akşam dünyaya başvururlar. Dünyayı, ilahlarından başka ilah, rablerinden başka rab edinmişlerdir. Dünyanın emrine girerler, hevâ-i nefislerine tâbi olurlar. Bu bakımdan o zamana yetişen sizin zürriyetlerinizin zürriyetlerine, haleflerinizin haleflerine Abdullah'ın oğlu Muhammed'den bir tavsiyedir ki onlara selâm vermesin, onların hastalarını ziyaret etmesin, cenazelerinin kaldırılmasına katılmasın, büyüklerine hürmet etmesin. Bunları yapan bir kimse İslâm'ın yıkımına yardım etmiş olur.4

Dünyayı dünya ehline bırakın! Kim dünyadan kendisine yetecek olandan fazlasını edinirse, o bilmeden felâketini hazırlamış olur.5

Ademoğlu 'malım, malım' der. Acaba yiyip bitirdiğinden, giyip eskittiğinden, sadaka verip tükettiğinden başka malı var mıdır?6

Bir kişi şöyle sordu: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben neden ölümü sevmiyorum?'

-Senin malın var mı?

-Evet!

-O halde önce malını ver! Çünkü mü'min bir kimsenin kalbi malıyla beraberdir. Eğer malını kendisinden önce ahirete gönderirse, arkasından gidip malına yetişmeyi sever.
Eğer malı geride ise malıyla beraber geride kalmayı sever.7

Ademoğlunun dostları üçtür: Birisi, ruhun alınmasına kadar kendisiyle arkadaşlık yapar.

İkincisi kabrine kadar, üçüncüsü mahşer yerine kadar... Ruhunun alınmasına kadar arkadaşlık yapan, kişinin malıdır. Kabrine kadar arkadaşlık yapan ise kişinin aile efradıdır. Haşrine kadar kişiden ayrılmayan ise ameldir.8
Havarîler Hz. İsa'ya şöyle sordular: 'Sen neden su üzerinde yürüyebiliyorsun da bizim buna gücümüz yetmiyor?' Hz. İsa dedi ki: 'Dinar ve dirhemin sizin nezdinizdeki kıymeti nedir?' Havârîler 'Güzellik ve sevgidir' dediler. İsa (a.s) Fakat onların ikisi benim nezdimde toprakla eşittir!' dedi.

Selman-ı Fârisî, Ebu Derdâ'ya şöyle yazdı: 'Kardeşim! Sakın dünyadan şükrünü eda etmeyeceğini toplama! Çünkü ben Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu işittim:
Dünyada Allah'a itaat eden arkadaşı getirilir. Malı da önünde... Ne zaman köprü onu sarsarsa malı kendisine 'Git! Sen bende bulunan Allah'ın hakkını edâ ettin!' der. Sonra malı da omuzunda olduğu halde, dünyada Allah'a itaat etmeyen arkadaşı getirilir. Köprü kendisini sarstıkça malı kendisine 'Azap sana olsun! Neden bende bulunan Allah'ın hakkını eda etmedin?" der. Bu durum, kişi kendisine azap ve helâk isteyinceye kadar devam eder.9
Zâhidlik ve Fakirlik bölümünde, zenginliğin kötülenmesi ve fa-kirliğin medhi hakkında belirttiklerimizin tümü aynı zamanda malın kötülenmesi demektir. Bu bakımdan biz onları tekrar et-mekle sözü uzatmayacağız. Böylece dünyanın zemmi hakkında zikrettiğimiz herşey umumî mânâsı itibariyle malın kötülenmesini de kapsamaktadır. Çünkü mal, dünya rükünlerinin en büyüğüdür.

Biz, şimdilik özel olarak mal hakkında vârid olanları zikredelim.

Kul öldüğü zaman, melekler 'kendisinden önce ne gön-derdi?' derler. Halk da 'arkasından ne bıraktı?' diye sorarlar.10
Sakın gayr-ı menkul edinmeyin, yoksa dünyayı sevmiş olursunuz!

Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri

Bir kişi, Ebu Derdâ'ya (r.a) hakaret ederek kötü davrandı. Ebu Derdâ (r.a) şöyle dua etti: 'Yarab! Bana kötülük edenin bedenini sıhhatli kıl! Ömrünü uzat, malını çoğalt!'

Dikkat et! Ebu Derdâ, bedenin sıhhati ve ömrün uzamasıyla beraber malın çoğalmasını, belanın katmerlisi olarak görmüştür! Çünkü böyle olmak saldırgan olmasına sebep olur.
Hz. Ali eline bir dirhem para aldı ve sonra şöyle dedi: 'Sen benden çıkmadıkça bana fayda vermezsin!'

Hz. Ömer, Zeyneb binti Cahş'ın payını (Bahreyn malından) gönderdi. Zeyneb 'Bu ne malıdır?' diye sordu. Dediler ki: 'Ömer sana gönderdi!' Zeyneb şöyle dedi: 'Allah onu affetsin!' Sonra yanındaki bir bezi parçaladı. O parçalardan keseler yaptı. O gelen malı yakınlarının ve himayesinde bulunan yetimlerin arasında taksim etti. Daha sonra da iki elini kaldırarak şöyle dua etti: 'Yarab! Benim bu senemden sonra Ömer'in vereceği mal bana yetişmesin?'11 Böylece duası kabul oldu ve ilk ölüp de Hz. Peygamber'e iltihak eden zevcât-ı tâhirelerinden oldu.

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Allah'a yemin olsun! Parayı azîz eden bir kimseyi muhakkak Allah zelîl eder!'

Denildi ki: 'Dinar ve dirhem (altın ve gümüş paralar) ilk sikkelendikleri zaman İblis onları kaldırdı. Sonra alnına koydu, sonra öptü ve şöyle dedi: 'İkinizi seven benim kulum ve kölemdir!'

Semît b. Aclan12 şöyle demiştir: 'Dirhem ve dinarlar, münâfıkların gemleridir. O gemlerle münâfıklar ateşe doğru çekilirler!'

Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Dirhem akreptir. Eğer onu güzelce afsunlayamayacaksan ona sahip olma. Çünkü o seni ısırırsa zehiri seni öldürür'.
Kendisine şöyle soruldu: 'Onu afsun etmek ne demektir?' şöyle cevap verdi: 'Helâlinden kazanmak ve hakkı olan yere harcamak demektir'.
Ulâ b. Ziyad şöyle demiştir: 'Dünya bana göründü, sırtında her türlü süs vardı. Ben (ey dünya) 'Senin şerrinden Allah'a sığınıyorum' deyince o şöyle dedi: 'Eğer Allah'ın seni benden korumasını istiyorsan dirhem ve dinardan nefret et'.

Bunun hikmeti şudur: Dirhem ve dinar dünyanın tamamıdır; zira onlarla dünyanın her çeşidine ulaşılır. Bu bakımdan onların ikisinden uzak duran bir kimse, dünyadan uzak durmuş olur ve bu mânâda şöyle denilmiştir: 'Ben gördüm! Bu bakımdan siz de ondan başkasını sanmayınız!'
(Gördüğüm) takvâ, şu dirhemin yanındadır. Ona sahip olduğun halde onu bırakırsan, bil ki senin takvân müslümanın takvâsıdır.

Yine bu hususta şöyle denmiştir: 'Sakın kişinin yamalı gömleği veya baldırının üstündeki kısa izarı veya secde eseri bulunan alnı seni aldatmasın! Ona parayı göster. Onun sevgisini veya takvâsını o zaman gör'.

Müslim b. Abdülmelik'den13 şöyle rivayet edilir: Ömer b. Abdülaziz ölüm döşeğinde iken huzuruna girdim ve dedim ki: 'Ey müminlerin emiri! Öyle birşey yaptın ki senden öncekilerin hiçbiri öyle birşey yapmamıştır: Çocuklarını ve yakınlarını parasız pulsuz bırakıp gidiyorsun!'

Zira Ömer b. Abdülaziz'in onüç çocuğu vardı. Ömer yanındakilere 'Beni oturtunuz!' dedi. Oturduktan sonra Müslim'e şöyle dedi: "Senin 'onlara para bırakmadın' sözüne gelince, ben on-ların hakkı olan birşeyi onlardan menetmiş değilim ve başkasının hakkını da onlara vermedim. Ancak benim evladım da şu iki kişiden biridir: 'Ya Allah'a itaat eder, Allah ona kâfidir -sâlih kimselerin velisi Allah'tır- veya Allah'a isyan eder, bu takdirde nereye düştüğü beni ilgilendirmez".

Muhammed b. Ka'b el-Kurazî büyük bir serveti Allah yolunda infak etti. Kendisine denildi ki: 'Bu serveti senden sonra çocuklarına bıraksaydın! (olmaz mıydı?)' O cevap olarak 'Hayır! Servetimi rabbimin katında nefsim için azık yapıyorum. Rabbimi de çoluk çocuğuma azık yapıyorum; onları rabbime teslim ediyorum' dedi.

Bir kişi Ebu Abdirabbihi'ye14 şöyle dedi: 'Ey kardeşim! Sakın şer ile Allah'ın huzuruna gidip çocuklarını hayr ile bırakma!' Bunun üzerine Ebu Ahdirabbihi, malından yüzbin dirhemi Allah yolunda infak etti.

Yahya b. Muaz şöyle demiştir:

-İki musibet vardır ki öncekiler ve sonrakiler onların benzerini işitmemişlerdir. Onlar, ölüm çağında kula isabet ederler.

-O iki musibet nedir?

-Bütün malı kendisinden alınır ve bütün malından ötürü de hesaba çekilir!

___________________________
1)Tirmizî, Nesâî
2)Taberânî, İmam Ahmed
3)Bu garib hadîs'tir. Irâkî bu ibare ile görmediğini kaydettikten sonra,
Taberânî ve Beyhâkî'nin başka bir lâfızla rivayet ettiğini söylemektedir.
4)Taberânî
5)Bezzar
6)Müslim
7)Irâkî bu hadîse rastlamadığını söylemektedir.
8)İmam Ahmed, Taberânî
9)Beyhâkî
10)Beyhâkî
11)Burada Hz. Peygamber'in bir mucizesi tahakkuk etmiştir. Çünkü birgün,
bütün hanımlarıyla otururken 'Sizin en cömertiniz hanginiz ise o hepinizden
önce bana iltihak edecektir!' demiştir, (Müslim) Hz. Peygamber'in zevceleri
arasında Zeyneb'den daha cömerti yoktu...
12)Seybanlı ve Basralıdır.
13) Bu zat, Abdülmelik b. Mervan'ın oğludur.

*Zenginliğin Kötülenmesi ve Fakirliğin Övülmesi

İnsanlar, şükreden zenginin, sabreden fakirden üstünlüğü hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Biz bunu fakirdik ve zahidlik bahsinde zikretmiş, bu husustaki hakikati belirtmiştik. Fakat bu kitapta fakirliğin genel olarak zenginlikten daha faziletli ve üstün olduğuna dair, durumların tefsirine bakmaksızın delil getirmeye çalışacağız.

Burada Haris b. Esed el-Muhâsibî'nin bazı kitaplarında, zengin âlimlerin bazılarına ashab-ı kiramın zenginliğiyle ve Abdurrahman b. Avf'ın malının çokluğuyla delil getirdiğinden dolayı itiraz ettiği hususunda belirttiği bir faslın hikâyesiyle yetineceğiz.

Hâris el-Muhâsibî134 ümmetin muamele ilminde en büyük âlimidir. İbâdetlerin derinliklerini, amellerin âfetlerini, nefsin ayıplarını araştıran âlimlerin hepsinden daha ilerdedir. Bu bakımdan onun konuşmasını, olduğu gibi hikâye etmek uygundur. Hâris el-Muhâsibî kötü âlimlere itiraz hususunda uzun uzun konuştuktan sonra şöyle demiştir:
"Rivayet olunduğuna göre, Meryem'in oğlu İsa (a.s) şöyle dedi: 'Ey kötü âlimler! Oruç tutuyorsunuz, namaz kılıyorsunuz, zekât veriyorsunuz. Fakat söylediklerinizi yapmıyor, bilmediklerinizi okutuyorsunuz. Ey kavim! Sizin hükmünüzün kötülüğüne şaşmamak elde değildir. Söz ve temennilerle dönüş yapıyorsunuz. Hevâ-i nefisle amel ediyorsunuz. Derilerinizi temizlemeniz -kalbiniz kirli olduğu halde- sizi Allah'ın azabından kurtarmaz. Size diyorum ki siz kalbur gibi olmayınız ki ondan ince un düşer de kepekler içerisinde kalır. Böylece sizler de hikmetleri ağızlarınızdan çıkarıyorsunuz, hileler göğsünüzde kalıyor.
Ey dünyanın köleleri! Şehvetin dünyadan isteği daha tamamen sona ermemiştir. Kalpleriniz sizin amellerinizden ağlamaktadır. Dünyayı dilinizin altına, amelleri de ayaklarınızın altına koymuş bulunuyorsunuz... Akibetinizi ifsad ettiniz. Bu bakımdan dünyanın tamiri, sizce ahiretin tamirinden daha sevimlidir. Acaba sizden daha zararlı kim olabilir? Karanlık evin dışına çıra konması ona ne fayda verir. Onun içi vahşi bir karanlıkla doludur. Böylece ilim nûrunun sizin ağzınızda olması, içiniz vahşetle dolu olduğundan dolayı size hiçbir fayda vermez.

Ey dünyanın köleleri! Ne muttakî kullar gibi, ne de şerefli kullar gibisiniz! Dünyanın sizi kökünüzden kazıyıp atması yakındır. Hem de sizi yüzüstü atar! Sonra sizi, burunlarınızın üzerine sürter. Sonra günahlarınız gelip alınlarınıza yapışır. Dünya da sizi deyyan olan Allah'a teslim edinceye kadar arkadan dürter. Çırılçıplak, tek başına olduğunuz halde Allah'ın pençe-i kahrına teslim olunursunuz. Allah Teâlâ günahlarınızın üzerine sizi durdurur, sonra amellerinizin kötüleriyle sizi cezalandırır'.

Kardeşlerim! Bu kötü âlimler insanların şeytanlarıdır. İnsanlar için fitnedirler. Dünyanın çirkefine ve zâhirî yüceliğine rağbet ettiler, daldılar. Onu âhirete tercih ettiler. Dillerini dünya için zelil ettiler. Onlar dünyada ar ve çirkinliktirler. Âhirette de zarar edenlerdir veya kerîm olan Allah fazl u keremiyle affeder. Muhakkak ben, dünyayı âhirete tercih edip helâk olan kimseyi görüyorum ki onun sevinmesi, üzüntü ile karışıktır. Ondan üzüntülerin çeşitleri ve günahların da her türlüsü akmaktadır. Onun gidişi felâkete doğrudur. Helâk olan bir kimse, ümidiyle aldanır. Ne dünyası kendisine kalır, ne de dini... Hem dünyada, hem ahirette zarar eder. Apaçık zarar işte budur!

Ey kavim! Bu ne büyük bir musibet, ne büyük bir felâket... Kardeşlerim! Allah'ı gözetiniz! Şeytan ve şeytanın Allah nezdinde beş para etmeyen delilleriyle mağrur olan dostları sizi aldatmasınlar. Çünkü onlar dünyaya üşüşürler. Sonra nefisleri için çeşitli özür ve deliller getirmeye çalışırlar ve Hz. Peygamber'in ashabının da malları olduğunu ileri sürerler. Ashab-ı kirâmın ismini anmak suretiyle aldananlar böbürleniyorlar ki halk onları mal edinmek hususunda mâzur görsün. Oysa bilmedikleri halde şeytan onları aldatmıştır.
Azap olasıca! Fitnelenmiş kimse! Senin Abdurrahman b. Avf'n malıyla delil getirmen şeytandan gelen bir aldatmacadır. Şeytan onu senin dilinle ileri sürüyor ve sen helâk oluyorsun! Zira sen, ne zaman 'ashabın ileri gelenleri zenginlik, şeref ve süs için mal edindiler' desen, sen ümmetin büyüklerinin gıybetini etmiş olursun. Onları büyük bir tehlikeye nisbet etmiş olursun! Ne zaman 'Helâl malın toplanması, toplanmamasından daha üstündür' iddiasında bulunursan, hem Hz. Muhammed'le, hem de diğer rasûllerle istihza etmiş olur, onları senin ve arkadaşlarının rağbet ettiğiniz bu hayırdan yüz çevirmeye nisbet etmiş olursun! Senin topladığın gibi, onlar mal toplamadıklarından dolayı -hâşâ-onları cehalete nisbet etmiş olursun! Ne zaman 'Helâl malın toplanması, toplanmamasından daha yücedir' dersen, şunu iddia etmiş olursun ki Hz. Peygamber bu hususta ümmetine gereken nasihati yapmamış, malın toplanması ümmet için daha hayırlı olduğu halde onları mal toplamaktan nehyetmiştir ve senin iddi-ana göre bu şekilde onlara hainlik yapmıştır. Göğün rabbine yemin ederim, sen Hz. Peygamber'e iftira ediyorsun. Hz. Peygamber ümmet için nasihatçi, onlar için şefkatli ve onlar hakkında merhametli idi. Ne zaman 'malın toplanması daha faziletlidir' iddiasında bulunursan şunu iddia etmiş olursun: Allah Teâlâ kullarını mal toplamaktan nehyettiği zaman, malın toplanmasının onlar için daha hayırlı olduğunu bildiği halde onların faydasını dikkate almamıştır! Veya şunu demiş olursun: -Hâşâ- 'Allah, malın toplanmasının daha doğru olduğunu bilmediği için kullarını mal toplamaktan nehyetmiştir'. Oysa sen maldaki hayır ve fazileti bilmektesin ve bunun için de çokça mal edinmeyi istiyorsun. Sanki sen rabbinden hayır ve fazilet yerini daha iyi biliyorsun.
Ey nefsim! Allah Teâlâ senin cehaletinden pek yücedir. Aklınla şeytanın senin başına -sana sahabenin malıyla delil getirmeyi süslü gösterdiği zaman- ne getirdiğini düşün!

Azap olasıca! Abdurrahman b. Avf'ın malıyla delil getirmek sana hiç de fayda vermez. Çünkü o, kıyamette dünyada günlük rızkından başka birşey edinmemiş olmayı temenni edecektir. Kulağıma geldiğine göre, Abdurrahman b. Avf (r.a) vefat ettiği zaman ashabdan bir grup Abdurrahman'ın arkasında bıraktığı servetten dolayı onun durumundan korkuyordu. Buna cevap olarak Ka'b el-Ahbar şöyle demiştir: 'Hayret! Siz Abdurrahman'ın durumundan ne diye korkuyorsunuz? O, helâlinden kazandı, helâlinden infak etti ve helâlini bırakıp gitti'. Bu söz, Ebu Zer el-Gıfârî'nin kulağına gitti. Ebu Zer, son derece hiddetli bir şekilde -yolda ölmüş bir devenin çene kemiğini eline aldı- Ka'b'ı aramaya başladı. Ka'b'a denildi ki: 'Ebu Zer-i Gıfârî seni arıyor!' Bunun üzerine Ka'b, koşa koşa Hz, Osman'ın yanına girdi. Ona sığınarak hâdiseyi anlattı. Ebu Zer Gıfârî de Ka'b'ı sora sora Hz. Osman'ın evine geldi. Ebu Zer içeri girdiği zaman Ka'b kalkıp Hz. Osman'ın arkasına oturdu. Bunu, Ebu Zer'den korktuğu için yapıyordu. Ebu Zer ona dedi ki: 'Ey yahudi kadının oğlu! Abdurrahman b. Avf'ın terketmiş olduğu servette herhangi bir sakınca olmadığını söyleyen sensin ha? Oysa Hz. Peygamber (s.a), birgün Uhud'a doğru çıktı. Ben de beraberindeydim bana 'Ey Ebu Zer!' dedi. Ben 'Buyurun! Ey Allah'ın Rasûlü!' dedim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Çok mal edinenler cennete zor girerler. Sonra sağına ve soluna, önüne ve arkasına işaret ederek 'şöyle yapanlar hariç' dedi; 'onlar da pek azdırlar'.

Sonra dedi ki: 'Ey Ebu Zer!' Ben 'Ey Allah'ın Rasûlü! Annem babam sana fedâ olsun! Dinliyorum seni!' dedim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Ben Uhud dağı kadar servetim olmasını, onu Allah yolunda harcamayı ve öldüğüm günde ondan iki kıratı (danik denilen para biriminin yarısı) arkamda bırakmış olmayı istemem!

Ben 'Yoksa yanlışlık mı var ya Rasûlullah! Yoksa iki kantar mı demek istiyorsun?' dedim. Cevap olarak şöyle dedi: 'Sen (kantar demek suretiyle) çoğu kastediyorsun!'
Ey yahudi kadının oğlu! Sen ''Abdurrahman b. Avf'ın geride bıraktığı servet için zarar yoktur' diyorsun ha? Sen de yalan söylüyorsun, bunu söyleyen de yalan söylüyor!135
Ebu Zer (r.a) meclisten çıkıp gidinceye kadar, Ka'b (r.a) korkusundan sesini hiç çıkarmadı.

Rivayet olunduğuna göre, Abdurrahman b. Avfa Yemen'den bir kervan geldi. Öyle bir kervan ki Medinelileri bir ağızdan bağırttı. Hz. Âişe 'Bu ne gürültüdür?' diye sorunca cevap olarak 'Abdurrahman'ın kervanı geldi de onun için bağırıyorlar' denildi. Hz. Âişe Allah ve Allah'ın Rasûlü doğru söyledi!' dedi.

Bu haber Abdurrahman'ın kulağına gitti. Abdurrahman Hz. Aişe'den 'Bunun mânâsı ne demektir?' diye sordu. Bunun üzerine Âişe validemiz Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu söyledi:

Ben cenneti gördüm! Gördüm ki muhacirlerin fakirleri ve müslümanlar koşa koşa cennete giriyorlardı. Zenginlerden hiç kimsenin onlarla beraber cennete girdiğini görmedim. Ancak Abdurrahman b. Avf onlarla beraber sürünerek cennete giriyordu.136

Bu hadîsi dinleyen Abdurrahman şöyle demiştir: 'Deve kervanı da, onların sırtındaki mallar da Allah yolunda sadaka olsun. Kervanı getiren köleler âzâd edilmiştir. Bütün bunları onlarla beraber cennete koşarak girmemi temin eder ümidiyle yapı-yorum'.137

Rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber, Abdurrahman b. Avf'a şöyle dedi:

Dikkat et! Muhakkak sen, ümmetimin zenginlerinin ilk cennete girecek olanısın. Fakat cennete ancak sürünerek girebileceksin !138

Azap olasıca ey fitnelenmiş! Artık mal yığmanın iyiliğine delil getirmen nerede kaldı! İşte Abdurrahman! Faziletiyle, takvasıyla meşhur olan, iyilikleriyle, malları Allah yolunda vermesiyle, Hz. Peygamber'in arkadaşlığıyla ve cennet ile müjdelenmesine rağmen, helâlinden kazanıp iyilik yaptığı halde kazandığı maldan dolayı kıyamet gününde durdurulur. Allah yolunda isteyerek verdiği maldan dolayı durdurulur. Muhacirlerin fakirleriyle beraber cennete yürüyerek girmekten menedilir. Onların ardında sürünerek gider. Acaba bizim gibi dünya fitnesine dalanlar hakkında ne olacağını sanıyorsun?

Bundan sonra ey fitneye düşmüş kişi! Sana hayret etmemek ne mümkün! Şüpheler ve haramın karışmaları içerisinde kıvranıyor, insanların kirlerine dalıyor, şehvetler, süs ve gösterişler içerisinde, dünya fitnelerinde yüzüyorsun! Sonra kalkıyorsun da Abdurrahman b. Avf'ın durumuyla delil getirip diyorsun ki: 'Eğer ben mal yığmışsam ashab-ı kiram da mal yığdı'.

Sanki sen kendini ve fiillerini selef ve selefin fiillerine benzetiyorsun. Sana senin hallerini ve selefin hallerini vasıflandırayım da bu sayede sen de kendi rezaletlerini ve ashab-ı kirâmın faziletlerini tanımış olasın! Hayatımla yemin ederim, bazı ashabın mal-ları vardı. Onu dilenmemek için, Allah yolunda harcamak için, helâl olarak edinmişler, helâl olarak yemişler, normal olarak infak etmişler, fazilet olarak takdim etmişler ve o mala düşen hiçbir hakkı esirgememişlerdir. Onunla cimrilik yapmamışlardır. Fakat onlar, o malın çoğuyla Allah için cömertlik yapmışlar, bazıları bütün malını bu yolda harcamış, sıkıntılı anlarda Allah Teâlâ'yı nefislerinden çok üstün tutarak tercih etmişlerdir. Allah için söyle! Sen de böyle misin? Yemin olsun sen bu kavme benzemekten pek uzaksın!
Ashab-ı kirâmın ileri gelenleri fakirliği severler, fakirlik korkusundan emindirler. Rızıkları hususunda Allah'a tam güvenirlerdi. Allah'ın takdiriyle sevinirlerdi. Belâya razı, sıkıntılı zamanlarda şükredici ve zararda sabredici idiler, Genişlik zamanında hamdederlerdi. Allah için mütevazi idiler. Yücelik ve mal sevgisinden kaçınırlardı. Onlar dünyadan ancak kendilerine mübah olanı elde ettiler. Dünyanın zarurî miktarına razı oldular. Dünyayı ellerinin tersiyle uzaklaştırdılar. Meşakkatlerinde zenginlik gösterdiler.

Allah için söyle! Sen de böyle misin?

Rivayet olunduğuna göre, onlar dünya kendilerine yönelip geldiğinde üzülür ve derlerdi ki: 'Bir günah işledik ki Allah Teâlâ'dan onun cezası hemen bize gelmiştir'. Fakirliğin yöneldiğini gördükleri zaman derlerdi ki: 'Sâlih kimselerin alâmeti farikasına merhaba!'
Rivayet olunduğuna göre, onların bazıları sabahladığı zaman çocuklarının yanında birşey oldu mu üzüntülü sabahlıyordu. Onların yanında birşey olmadığı takdirde sevinçli sabahlıyorlardı.

Kendisine denildi ki: 'Halk tam bunun tersine... Onların yanında birşey varsa sevinir, yoksa üzülürler. Oysa sen böyle değilsin (bu neden böyledir?)' Dedi ki: 'Ben sabahladığım zaman, çoluk çocuğumun yanında birşey yoksa sevinirim. Çünkü bu hususta benim önderim Hz. Peygamber'dir. Birşey olduğu zaman üzülürüm. Çünkü Hz. Peygamber'in aile efradına benzerliğim ortadan kalkmaktadır'.

İşittiğimize göre onlar, bir genişlik yoluna düştükleri zaman üzülerek ve korkarak şöyle derlerdi: 'Bizim dünya ile ne alıp vereceğimiz vardır ve dünyadan ne istenilir ki?' Sanki onlar korku kanadı üzerinde idiler. Ne zaman meşakkat ve belâ yolu onların önünde açılırsa sevinir ve derlerdi ki: 'İşte şimdi bizim rabbimiz, bize sonsuz mükâfatlarının sözünü vermiş oluyor. Onunla anlaşmış bulunuyoruz!' İşte selefin durumları bu idi. Onlarda bizim söyleyeceğimizden pek fazla fazilet vardı. Allah için söyle sen de böyle misin? Muhakkak ki o kavme benzemekten uzaksın.

Ey fitnelenmiş! Senin durumlarının, onların durumlarına tam ters düştüğünü anlatayım da dinle! Şöyle ki: Zengin olduğunda tuğyan edersin. Genişlikte haddi aşarsın. Sevindiğinde alabildiğine alçalırsın. Nimetlerin sahibinin şükründen gafil olursun. Musibet çağında ümitsizsin, belânın geldiğinde kaza ve kadere razı olmamaktasın. Evet! Fakirlikten nefret eder, yoksulluktan burun kıvırırsın. Oysa fakirlik, rasüllerin iftihar ettiği bir vasıftır. Sen ise onların iftihar ettiği bir vasfı küçümsersin. Fakirlik korkusundan durmadan-mal istif edersin. Bu ise Allah'a karşı su-i zan ve onun teminatına az inanmak demektir. Günah olarak bu yeter! Umulur ki sen malı, dünyanın nimeti, zevk ve safâsı, şehvet ve lezzetleri için topluyorsun. Hz, Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Ümmetimin şerlileri o kimselerdir ki (bol ve aşırı) nimetlerle gıdalanmakta (şehvetlerinin istediği şekilde hareket etmekte)dirler. Bu bakımdan onların bedenleri bu haddi aşan nimetle gelişmektedir.139

İlim ehlinden biri demiştir ki: 'Kıyamet gününde bir kavim gelecek, dünyada işlemiş oldukları sevablarını isteyeceklerdir. Onlara denilir ki:
Siz dünya hayatında bütün zevklerinizi yaşayıp bitirdiniz ve bunlarla safâ sürdünüz, artık bu hakaret azabı ile cezalandırılacaksınız. Çünkü yeryüzünde haksız yere kibirleniyordunuz.
(Ahkaf/20)

Oysa sen hâlâ gaflettesin! Dünyanın zevk ve safâsından dolayı âhiret nimetinden mahrum edilmişsin! Ey (kavim), bu ne büyük bir hasret, ne dehşetli bir musibettir! Evet! Sen malı, zenginlik, yüce mertebelere varmak, emsal ve akranına karşı böbürlenmek, dünyada süslenmek için topluyorsun. Oysa rivayet olunduğuna göre, zenginlik veya böbürlenmek için dünyayı talep eden bir kimse, Allah Teâlâ kendisine öfkelendiği halde Allah Teâlâ'nın huzuruna varır. Oysa sen, Allah'ın sana isabet edecek olan ilâhî gazabını zenginlik ve yücelik talep ettiğin zaman hiç de hesaba katmamakta ve pervâ etmemektesin. Evet! Umulur ki sen şöyle diyorsun: 'Dünyada durmak Allah'ın komşuluğuna gitmekten daha sevimli görünüyor!' Sen Allah Teâlâ'yla mülâki olmayı hazmedemiyorsun. Allah'a yemin olsun, seninle mülâki olmak, Allah Teâlâ'ya daha kerih gelir. Oysa sen gaflet içerisindcsin. Umulur ki sen, elinden kaçan dünya fırsatlarından dolayı üzülmektesin. Oysa rivayet olunduğuna göre Hz, Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Elinden kaçırdığı dünya için üzülen bir kimse, bir aylık mesafe kadar cehenneme yaklaşır.
Bazı rivayetlerde 'bir ay' tabiri yerine 'bir sene' tabiri vardır,

Sen Allah'ın azabına gittikçe yaklaştığın halde perva etmeksizin elden kaçırdığın dünya için durmadan üzüntü çekmektesin. Umulur ki sen bazen dünyanın çokluğu için dininden çıkıyorsun. Dünyanın sana yönelmesine seviniyorsun. Dünya ile sevindiğinden dolayı ona gönülden bağlanıyorsun! Halbuki rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kim dünyayı sever ve dünya ile meşgul olursa âhiretin korkusu onun kalbinden silinir.140

Rivayet olunduğuna göre, ilim ehlinden biri şöyle demiştir: 'Sen elinden kaçan dünya için çektiğin üzüntüden dolayı hesaba çekilirsin. Dünyalığı elde ettiğin zaman onunla sevinmenden dolayı hesap vereceksin. Oysa dünyanla seviniyorsun ama öte taraftan Allah'ın korkusu senin kalbinden çıkmış bulunuyor. Hatta senin dünyanın işlerine gösterdiğin ihtimam, âhiretin işlerine gösterdiğin ihtimamın birkaç mislidir. Sen, günahlardan gelecek musibeti malın eksikliğinden gelen musibetten daha önemsiz görüyorsun'.
Evet! Malının gitmesinden duyduğun korku, günahlarından gelen korkundan daha fazladır. Umulur ki sen, dünyada yükselmek için topladığın bütün kirleri çekinmeden insanlara verebilirsin. Umulur ki Allah'ı kızdırdığın halde insanları razı etmeye -sana ikram ve izazda bulunsunlar diye- çalışırsın!

Azap olasıca! Sanki Hz. Peygamber'in seni kıyamette tahkir etmesi, insanların seni tahkir etmesinden daha kolay geliyor sana! Sanıyorum ki sen kötü taraflarını halktan gizliyorsun. Allah Teâlâ'nın o taraflarını görmesinden perva etmiyorsun. Sanki Allah nezdinde rezil olmak, senin için halkın yanında rezil olmaktan daha kolay görünüyor! Sanki kullar senin katında, Allah'tan daha kıymetlidirler. Allah Teâlâ senin cehaletinden yücedir. Bu kötülükler sende varken acaba akıllıların yanında nasıl konuşabilirsin? Yazıklar olsun sana! Çeşitli pisliklerle kirlenmiş olduğun halde ebrar ve seçkin kulların servet edinmesiyle nasıl delil getirirsin? Heyhat, heyhat! Hayırlı seleften sen ne kadar uzaksın! Allah'a yemin olsun, rivayet edilmiştir ki selef, Allah Teâlâ'nın kendilerine helâl kıldığı dünya hususunda, sizin haram hususunda zâhidlik ve çekingenliğinizden daha zâhid ve çekingen idiler.

Muhakkak sizce zararsız görünen şey, selefin yanında insanı helâke sürükleyen şeylerden sayılırdı. Sizin günahların en büyüklerini korkunç gördüğünüzden daha fazla küçük zelleleri korkunç görürlerdi. Keşke senin malının güzel ve helâli, onların şüpheli malları gibi olsaydı! Keşke onların hayırlarının kabul olmadığından korktukları kadar, sen günahlarından korkmuş olsaydın. Keşke senin orucun onların iftarı gibi olsaydı, keşke senin ibâdetteki var kuvvetinle çalışman onların ibâdetteki gevşemeleri ve uykuları gibi olsaydı! Keşke senin bütün hasenelerin onların bir tek hasenesi gibi olsaydı.

Ashab-ı kirâmdan biri şöyle demiştir: 'Sıddîkların ganimeti, onların eline geçmeyen dünyalıklarıdır. Onların oburluğu, dünyanın onlardan durulmuş kısmıdır'.
Bu bakımdan böyle olmayan bir kimse, dünya ve ahirette onlarla beraber olmaz. Sübhânallah! İki grubun arasındaki fark ne kadar büyüktür! Allah katında yüce olan sahabe-i kirâmın seçkinleri ile sizin gibi sefalette olanların arasındaki fark ne büyüktür. Meğer ki Allah faziletiyle affetmiş olsun! Bu hakikatlerden sonra sen, eğer mal toplamak hususunda namusunu korumak, Allah yolunda vermek için ashab-ı kirâma uyduğunu iddia ediyorsan, durumunu güzelce tedkik et!

Azap olasıca! Onların kendi zamanlarında helâli gördükleri gibi, acaba sen de zamanında helâli görebilir misin veya onların ihtiyatlı davrandıkları gibi, helâli aramakta ihtiyat gösterebileceğini sanıyor musun? Rivayet edildiğine göre, ashab-ı kirâmdan biri şöyle demiştir: 'Biz haramın bir kapısına gireriz korkusundan helâlin yetmiş kapısını terkediyorduk'. Acaba sen böyle bir ihtiyatı nefsinde ümit eder misin?
Hayır! Kâbe'nin rabbine yemin ederim! Senin böyle yapacağını sanmıyorum! Kör olasıca! Kesinlikle bil ki, sevaplı işler için mal toplamak bahanesi, şeytanın bir hilesidir. Şeytan, sevap bahanesiyle seni şüpheli kaynaklardan kazanmaya sokmak ister. O şüpheli kaynaklar ki haramla katışıktırlar. Oysa rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kim şüphelilere cüret ederse, harama girmeye yaklaşır.141

Ey mağrur! Bilmez misin, şüphelilere girmekten korkman, Allah katında senin kıymetin için, şüphelilerden kazanmak, kazandığını Allah yolunda harcamaktan daha iyi ve daha üstündür,
Ehl-i ilimden olan birinden rivayet olunduğuna göre şöyle söylemiştir: 'Helâl olmamasından korkarak bir tek dirhemi bırakmak, şüpheli kaynaktan kazandığı bir dirhemi sadaka vermekten daha üstündür. Çünkü o kaynak öyle bir şüpheli kaynaktır ki senin için helâl olup olmadığını bilmemektesin'.

Eğer 'Şüpheler hususunda ben daha takva sahibi ve daha şuurluyum ve malı da helâlinden topluyorum, toplamamın hikmeti de Allah yolunda sarfetmektir' dersen, bil ki ey kör olasıca! Eğer dediğin gibi takvada büyük bir merhale katetmiş olsan bile hesaba mâruz kalmayacak mısın? Oysa ashab-ı kirâmın hayırlıları hesaba çekilmekten korkmuşlardır. Rivayet olunduğuna göre ashab-ı kiramdan biri şöyle demiştir: 'Hergün helâlinden bin dinar kazanıp Allah yolunda infak etmem ve çalışmamın da beni cum'a namazından alıkoyması hoşuma gitmez ve beni sevindirmez'.

Kendisine 'Allah senden razı olsun! Neden böyle olsun?' diye sorulunca cevap olarak şöyle demiştir: 'Çünkü ben kıyamet gününde durdurulmaktan kurtulmuş olurum'. Allah Teâlâ buyurur ki: 'Kulum nerden kazandın ve nereye infak ettin?'

İşte bu ehl-i takva, İslâm'ın başında bulunuyorlardı. Helâl onların zamanında vardı. Buna rağmen hesaptan korkarak mal edinmeyi terkettiler. 'Malın hayırlısı, şerlisine denk olmaz' korkusundan ötürü istifçilikten kaçtılar. Oysa sen, gayet emniyet içerisinde zamanında helâl olmadığı halde kirli şeylere üşüşmekten çekinmiyorsun. Sonra malı helâlinden topladığım iddia ediyorsun.

Azap olasıca! Helâl nerede var ki sen de onu toplamış olasın? Eğer helâl bu zamanda olsa bile, acaba zenginlik çağında kalbinin bozulmasından korkmaz mısın? Oysa rivayet olunduğuna göre, ashab-ı kirâmdan biri helâlinden bir mirasa kondu, fakat kalbinin fesada uğramasından korkarak o mirası almadı. Acaba sen kalbinin, sahabîlerin kalplerinden daha müttaki olmasını mı ümit ediyorsun? Kalbinin haktan ayrılmayacağını mı sanıyorsun? Eğer bunu sanıyorsan, kötülüğü emreden nefsine hüsn-i zan göstermiş olursun!

Rahmet olasıca! Ben sana nasihat ediyorum. Senin için yetecek miktarla iktifa etmeyi uygun görüyorum. Sevap işlemek için sakın malı yığma ve hesaba kendini mâruz bırakma! Çünkü Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Kim hesaba çekilirse azap çeker!142

Kıyamet gününde haramdan mal toplamış, haramdan sarfetmiş bir kişi getirilir. Onun için 'Bunu ateşe götürün!' denir. Helâlinden mal toplayıp harama sarfeden başka bir kişi getirilir. Onun için de 'Bunu ateşe götürün!' denir. Başka bir kişi getirilir. Haramdan mal toplamış, helâle sarfetmiş. Onun için bunu da 'Ateşe götürün!' denir. Bir kişi getirilir. Helâldan mal toplamış, helâle sarfetmiş. Onun için de denilir ki:

- Sen dur! Umulur ki bu malı toplarken sana farz olan namazda kusur yapmış, onu vaktinde kılmamış, onun rükûunda, secdesinde ve abdestinde kusur yapmışsındır.

-Hayır yâ rabbî! Ben bu malı helâlinden kazandım, helâle sarfettim. Bana farz kıldığın herhangi bir ibâdetten hiçbir şey zayi etmedi m!

- Belki sen, bu mala bineğinde, elbisende, kendisiyle böbürlendiğin birşeyi katmış olabilirsin!

-Hayır ya rabbî! Katmadım ve hiçbir şeyle böbürlenmedim!

- Belki sen, sana vermeyi emrettiğim yakın akrabanın, yetimlerin, miskinlerin ve yolcuların haklarından birinin hakkını vermedin!

-Hayır yâ rabbî! Ben bu malı helâlden kazandım, helâle sarfettim. Bana farz kıldığın herhangi birşeyi zâyi etmedim, kibir ve gurura kapılmadım. Bana hakkını vermeyi emrettiğin hiçbir kimsenin. hakkını zayi etmedim.

Râvî der ki: 'Onlar getirilir. Onunla davalaşır ve derler ki: 'Ya rabbî! Sen ona verdin, onu zengin kıldın. Onu aramızda yarattın. Bize vermesini emrettin!' Eğer o, onlara vermişse, bununla beraber farzlardan herhangi birşeyi zâyî etmemişse, herhangi birşeyde katışıklık yapmamışsa ona denilir ki: İşte şimdi dur! Sana vermiş olduğum yiyecek, içecek veya lezzetli olan her nimetin şükrünü ver!' Kısacası, o kişi durmadan sorgu suale çekilir!143

Rahmet olasıca! Acaba helâlin içerisinde yüzen, hakların tamamını yerine getiren, farzları hakkıyla yerine getiren ve hesaba çekilip de kurtulan kim vardır? Acaba bizim gibilerin halinin ne olacağını düşünmüyor musun? Dünya fitnesine dalan, dünyanın fitnelerinde, şehvet ve ziynetleri içinde yüzen bizlerin!

Rahmet olasıca! İşte muttakîler bu sorgu sualler için dünyaya dalmaktan korkmuşlar, kendilerine yetecek kadarıyla razı olmuşlar, kazandıkları mal ile hayır ve hasenatın bütün çeşitlerini yapmışlardır. Rahmet olasıca! Senin için bu hayırlı insanlar ne güzel örnektirler. Eğer sen onlara uymaktan kaçınır, takvada daha üstün olduğunu, malı da iffetli kalmak, Allah yolunda infak etmek için helâlinden kazandığını ve infak ettiğini iddia edersen ve helâl şeylerin gizlisinde ve açığında Allah'ı kızdırmadığını söylersen rahmet olasıca, evet böyle olursan, oysa böyle de değilsin- o zaman malın yetecek kadarıyla razı olmak senin için daha uygundur!

Servet sahiplerinin sorgu sual için durduruldukları zaman onlardan ayrılmak, birinci safla beraber Muhammed Mustafa'nın grubuyla geçip gitmek senin için daha uygundur. Öyle ki ne sorgu, ne de hesap için durdurulmazsın! Ya selâmet veya felâkettir. Çünkü Hz. Peygamber'den şöyle rivayet edilmiştir:

Muhacirlerin fakirleri, zenginlerinden beşyüz sene önce cennete gireceklerdir.144

Mü'minlerin fakirleri, zenginlerinden önce cennete girecekler, yiyecekler, zevklenecekler. Zenginler ise dizleri üzerine çökmüş beklemektedirler. Rabbiniz der ki: 'Ey benim aradıklarım! Siz insanların hâkimleri ve mâlikleri idiniz. Bana gösterin, size verdiklerimde ne gibi hareket ettiniz?'145

Rivayet olunduğuna göre, ilim ehlinden biri şöyle demiştir: 'Birinci safta Hz. Muhammed (s.a) ve cemaati ile beraber olmayıp buna karşılık da yeryüzünün kırmızı develerinin hepsi bana verilse bu durum beni sevindirmez'.

Ey kavmim! O halde, peygamberlerin zümresinde yükleri hafif olanlarla beraber yarışın! Hz. Peygamber'den ve muttakîlerden geri kalmaktan korkun! Duyduğuma göre, Ebubekir Sıddîk (r.a) susamış, su istemiş... Kendisine bal şerbeti getirilmiş. Onu tattığı zaman gözleri dolmuş, sonra ağlamış ve ağlatmıştır. Sonra göz yaşlarını yüzünden silerek konuşmak istemişse de ağlamaktan konuşamamıştır. Fazla ağladığı zaman kendinden geçerdi. Kendisine 'Bütün bu ağlamalar bu bal şerbeti için mi' diye sorulunca şöyle dedi: 'Evet! Ben birgün Hz. Peygamber'le beraber evde bulunuyordum. Yanımızda başka kimse yoktu. Kendisinden birşeyi uzaklaştırmaya çalışıyor ve 'Benden uzaklaş!' diyordu.

Bunun üzerine dedim ki: 'Anam ve babam sana kurban olsun! Senin önünde kimseyi görmüyorum. Kimle konuşuyorsun?' Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Şu dünyadır. Bana boynunu ve kafasını uzatmakta ve 'Ey Muhammed! Beni tut' demektedir. Ben de ona 'Benden uzaklaş!' dedim. Bana dedi ki: 'Ey Muhammed! Eğer sen benim elimden kurtulsan bile, muhakkak ki ardından gelenler elimden kurtulamayacak!'146

Hz. Ebubekir devamla: 'Ben korkuyorum ki, Hz. Peygamber'in uzaklaştırdığı dünya benim yakama yapışmış olup, Hz. Peygamber' den beni uzaklaştırmış olsun!' buyurmuştur.

Ey kavmim! İşte bunlar ümmetin en hayırlı insanları!Hz. Peygamber'den kendilerini bir yudum suyun uzaklaştırmasından korkarak ağladılar.

Ey rahmet olasıca! Sen ise nimetlerin ve şehvetlerin, hem de haram ve şüphelilerden kazanılan şehvetlerin içinde yüzmektesin. Buna rağmen Hz. Peygamber'den ayrılacağından korkmuyorsun! Sana yazıklar olsun. Cehâletin ne kadar da büyüktür.
Eğer kıyamette Hz. Peygamber'den geri kalırsan, "öyle dehşetler göreceksin ki o dehşetlerden melekler ve peygamberler bile korkmakta! Eğer bu sahadaki yarışmada kusur edersen, geriden gidip yeltişmen sana çok zor gelecektir! Eğer çokluğu istersen muhakkak çetin bir hesaba tutulursun. Eğer az ile kanaat etmezsen muhakkak uzun durmaya, ağlama ve vaveylâ koparmaya doğru sürüklenip gidersin. Eğer geri kalanların durumlarına rıza gösterirsen, muhakkak ashab-ı yemîn'den ve Hz. Peygamber'den ayrılırsın, nimetlere dalanların nimetlerinden mahrum olursun. Eğer hallerine aykırı davranırsan, ceza gününün şiddetleri içerisinde hesap görenlerden olursun.

Rahmet olasıca! Dinlediklerini düşün! Bundan sonra eğer sele-fin hayırlıları gibi olduğunu iddia ediyorsan az malla kanaat et, helâlde zâhidlik göster. Malını Allah yolunda çokça sarfet! Müslümanları nefsine tercih et! Fakirlikten korkma! Yarına birşey bırakma! Çokluk ve zenginlikten nefret et. Fakirliğe razı ol! Aza ve fakirliğe sevin. Zillet ve gönül alçaklığıyla mesrur ol! Yükseklik ve gururdan tiksin! İşinde kuvvetli ol! Kalbin hidayetten ayrılmasın. Allah yolunda nefsini hesaba çek! Bütün işlerini Allah rızasına göre ayarla! Hiçbir zaman muttala bir kimse hesaba çekilmemiş ve sorgu sual için durdurulmamıştır. Sen helâl malı ancak Allah yolunda sarfetmek için topla!

Rahmet olasıca! Ey mağrur! Bu işi iyice düşün ve derinlemesine incele! Şen bilmez birisin, mal ile meşgul olmayı terketmek kalbi zikir, hatırlama, fikir ve ibret almak için boşaltmak, din için daha selâmetli bir yol ve hesap için daha kolaydır. Sorgu sual için daha hafiftir. Kıyametin tehlikelerinden daha emin, Allah nezdinde derecenin üstün olmasına daha elverişlidir. Bir sahabîden şöyle rivayet edilmiştir: 'Eğer birinin kucağı dinarlarla dolu olup o dinarları sadaka veriyorsa, başka biri de Allah'ı zikrediyorsa, Allah'ı zikreden daha faziletlidir'. İlim ehlinin birinden malı Allah yolunda sarfetmek için toplayan bir kimsenin durumu soruldu. Cevap olarak 'Malı terketmek, toplayıp sarfetmesinden daha sevaplıdır' dedi.

Rivayet olunduğuna göre, tâbiînin seçkinlerinden olan bir zata iki kişinin durumu soruldu. 'Bu iki kişinin biri helâlinden dünyayı istemiş, elde etmiş, onunla sılayı rahim yapmış, nefsi için de bir şeyler hazırlamıştır. Diğeri ise dünyadan kaçmış, dünyayı iste-memiş ve elde etmemiştir. Acaba hangisi daha hayırlıdır?' Cevap olarak şöyle demiştir: 'Yemin olsun, bu iki kişinin arasında mesafe vardır. Dünyadan kaçınan o kimse, şark ile garb arasındaki mesafe kadar öbüründen üstündür'.

Rahmet olasıca! Bu fazilet senin için dünyayı terketmeyi üstün tutmakla elde edilir. Eğer mal ile meşgul olmayı terkedersen, geçici dünyada, sana şu mükâfat verilir: Bu hareketin bedenin için daha rahattır. Seni az yoran, maişetin için daha verimli, kalbin için daha rahatlatıcı, üzüntülerini daha azaltıcıdır. Acaba sen malı terketmenden dolayı Allah yolunda sarfetmek için arayan kimseden daha üstün olduğunu bildiğin halde mal toplama hususundaki mâzeretin bundan sonra ne olabilir? Evet! Allah'ın zik-riyle meşgul olman, Allah yolunda mal vermenden daha üstündür. Bu bakımdan dünyayı terk etmekte senin için dünya rahatı ile ahiretin selâmet ve fazileti bir arada toplanmış olur. Eğer malın toplanmasında büyük fazilet olsaydı, muhakkak iyi ahlâk husu-sunda peygamberine uyman farz olurdu! Çünkü Allah sana onun vasıtasıyla hidayet etmiştir. Sen, onun nefsi için seçmiş olduğu dünyadan sakınmaya razı olmalısın!

Rahmet olasıca! Dinlediğini düşün! Kesinlikle bil ki saâdet ve zafer dünyadan sakınmakladır. O halde, Muhammed Mustafa'nın sancağıyla beraber cennet'ul-me'vâ'ya koş! Çünkü rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Mü'minlerin efendileri o kimselerdir ki sabah yemeği yediği zaman akşam yemeğini bulamaz. Aradığı zaman borç etmekten mahrumdur. Avretini örten elbisesinden başka elbisesi yoktur ve kendisini zengin edecek malı kazanmaya da muktedir değildir. Buna rağmen rabbinden razı olarak sabahlar ve akşamlar. Bu bakımdan Allah ve rasûlüne itâat edenler işte bunlardır. Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîk, şehîd ve iyi kimselerle beraberdirler.
Bunlarsa ne güzel arkadaştır. (Nisâ/69)

Ey kardeş! Bu beyandan sonra, mal topladığın zaman sen 'bu malı hayr için topluyorum' iddiasında isen bâtıl fikirlisin. Hayır! Hayır için toplamıyorsun. Aksine fakirlikten korktuğun için topluyorsun. Nimetlenmek, süslenmek, fazla mal edinmek, böbürlenmek, yücelmek, riya, gösteriş, büyüklük taslamak ve ikram görmek için bu malı topluyorsun. Sonra Allah yolunda sarfetmek için topladığını iddia ediyorsun! Rahmet olasıca! Allah'ı gözet! Ey mağrur! Bu dâvandan utan,bu dâvandan kork! Rahmet olasıca! Eğer sen mal ve dünya sevgisiyle meftun olmuşsan, ikrar et ki fazilet ve hayır, yetecek kadara razı olmakta ve fuzulî servetten kaçınmaktadır. Evet! Mal top-ladığın anda nefsini hor gör. Kötülük yaptığını itiraf et! Hesaptan kork! Böyle olmak senin için daha kurtarıcıdır, malın toplanması için delil getirmek hususunda tepinmekten daha fazla fazilete yakındır!

Kardeşlerim! Biliniz ki ashab-ı kirâmın zamanı, helâlin mevcut olduğu bir zamandı. Buna rağmen ashab-ı kirâm kendilerine helâl olan dünya hususunda insanların en muttakîsi ve en zâhidi idiler. Biz ise öyle bir zamanda yaşıyoruz ki helâl pek yoktur. 'Acaba gıdamıza ve setr-i avretimize yetecek kadar helâl bize nasıl müyesser olur?' diye düşünmek gerek! Bizim zamanımızda mal toplamaya gelince, Allah bizi de, sizi de ondan korusun. Bundan sonra biz nerede, ashab-ı kirâmın takvası nerede? Zâhidlikleri ve ihtiyatlı hareketleri nerede? Onların kalpleri ve güzel niyetleri gibisi bize nereden verilmiştir? Göğün rabbine yemin ederim, biz ne-fislerin hastalıklarına, isteklerine müptelâ olduk. Yakın bir zamanda ölüm şerbeti içilecektir. Bu bakımdan ey (kavim), haşr gü-nünde yükü hafif olanların sevincini (görünüz!). Zenginlerin, helâl-haram demeden karıştıranların üzüntülerini müşahede ediniz. Eğer kabul ederseniz, size nasihat etmiş oldum. Oysa bu nasi-hati kabul edenler az. Allah bizi de, sizi de hayırlara muvaffak kılsın! Âmin!"

Hâris el-Muhâsibî'nin konuşması burada sona ermektedir. Fakirliğin zenginlikten daha faziletli olduğunu belirtmek hususunda burada yeteri derecede delil var, bundan fazlasına ise ihtiyaç yok!.. Bütün bunların doğruluğuna Dünyanın Zemmi, Fakr ve Zühd bölümlerinde, zikrettiğimiz hadîsler şahidlik etmektedir. Ayrıca Ebu Umâme'den rivayet edilen şu hadîs de şahidlik etmektedir:

Sa'lebe b Hatib147 dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'a yalvar ki bana rızık olarak biraz mal versin!' Hz. Peygamber, cevap olarak şöyle buyurmuştur:

Ey Salebe! Şükrünü edâ edebildiğin az mal, şükrüne gücünün yetmediği çok maldan daha hayırlıdır!

Salebe 'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'tan bana rızık olarak mal vermesini dile!' der. Hz. Peygamber de şöyle buyurur:

Ey Salebe! Senin için ben güzel bir örnek değil miyim? Sen Allah'ın peygamberi gibi olmayı istemez misin? Dikkat et!
Nefsimi kudret elinde tutarı Allah'a yemin olsun, eğer dağların altın ve gümüş olmasını isteseydim olurdu.

Salebe şöyle dedi: 'Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim. Eğer sen Allah'tan biraz mal vermesini dilersen, (Allah da verirse) muhakkak her hak sahibinin hakkını vereceğim! Muhakkak yapacağım! Muhakkak yapacağım!'

Hz. Peygamber (s.a) 'Ey Allahım! Salebe'ye rızık olarak bir mal ver!' diye dua etti. Bunun üzerine Salebe koyun edindi, böceklerin ve haşeratın çoğaldığı gibi koyunları çoğalmaya başladı. Öyle ki Medine koyunlara dar geldi. Salebe Medine'den uzaklaştı. Bir vâdide konakladı. Öğle ve ikindi namazını gelip cemaatle kılıyordu, diğer namazları tek başına kılıyordu. Koyunları üredi, çoğaldı. Salebe uzaklaştı. Öyle ki cuma hariç, diğer cemaat namazlarını terketti. Koyunlar boyuna -haşeratm üremesi gibi-ürüyordu. Sonunda Salebe cumayı terketmeye mecbur kaldı. Cuma günleri Medine'den gelen kervanların önüne gidiyor, Hz. Peygamber'in Medine'deki haberlerini onlardan soruyordu. Hz. Peygamber (s.a) 'Hatib'in oğlu Salebe ne oldu?" diye sordu. 'Ey Allah'ın Rasûlü! Koyun edindi. Medine kendisine dar geldi!' dediler.

Salebe'nin bütün hikayesi Hz. Peygamber'e anlatıldı. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Vay Salebe'nin haline, vay Salebe'nin haline, vay Salebe'nin haline!' O zaman Allah Teâlâ şu ayeti indirdi:

Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, yücelteceğin bir sadaka al ve onlara dua et! Çünkü senin duan onlar için bir rahatlık ve huzurdur.(Tevbe/103)

Allah Teâlâ, zekâtı farz kılınca, Hz. Peygamber, Cüheyne kabi-lesinden bir, Benî Selim kabilesinden de bir kişiyi zekât toplamaya memur kıldı. Onlara zekât toplamak hususunda bir emirname yazdı ve onlara yola çıkıp müslümanların zekatlarını toplamak için emir verdi ve şöyle dedi: 'Hatib'in oğlu Sa'lebe'ye ve -Benî Selim'den olan bir kişiyi kastederek- falana uğrayın! Onların zekâtlarını alın!' Bunun üzerine çıktılar, Sa'lebe'ye vardılar. Sa'lebe'den zekât istediler. Kendisine Hz. Peygamber'in isteğini söylediler. Salebe 'Bu ancak haraçtır. Bu ancak haraçtır! Bu ancak haracın kardeşidir. Gidiniz! İşinizi gördükten sonra bana dönünüz!' dedi. İki zekât memuru, Benî Selim kabilesinden olan kişiye doğru gittiler. Onların geleceğini işiten o zat, develerinin en iyisini zekât için ayırdı ve sonra o develerle onları karşıladı. Onlar bunu görünce dediler ki: 'En güzel develeri zekât vermek sana farz değildir. Biz bunları almak istemiyoruz'. O 'Hayır! Bunları ala-caksınız! Zira zekât olarak nefsim bunları vermeyi istiyor!' dedi.
Onlar zekâtı topladıktan sonra Sa'lebe'ye uğradılar. Ondan zekât istediler. Sa'lebe onlara 'Emirnâmenizi bana gösteriniz!' dedi.

Emirnâme'ye baktığı zaman şöyle dedi: 'Bu, haracın kardeşidir! Gidiniz ki ben kararımı vereyim!' Onlar Sa'lebe'den ayrıldılar. Hz. Peygamber'e geldiler. Hz. Peygamber onları görünce, kendileriyle konuşmadan önce 'Vay Sa'lebe'nin haline!' dedi ve Benî Selim'den olan kişiye bereketle dua etti. Bundan sonra onlar Sa'lebe'nin de, öbürünün de yaptıklarını Hz. Peygamber'e naklettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Sa'lebe hakkında şu ayet-leri indirdi:
Onlardan kimi de 'Eğer Allah bize lûtuf ve kereminden ihsan ederse muhakkak sadaka vereceğiz ve salihlerden olacağız!' diye Allah'a kesin söz verdiler. Ne zaman Allah, kereminden, istediklerini verdi, cimrilik edip, yüzçevirip döndüler. Allah'a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için Allah da kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerine ikiyüzlülük soktu.

Hz. Peygamber'in yanında o anda Salebe'nin yakınlarından biri bulunuyordu. O kişi Salebe hakkında inen ayeti dinledi. Çıkıp Salebe'ye geldi ve ona dedi ki: 'Annen seni kaybetsin! Allah Teâlâ senin hakkında şöyle ayet nâzil etti!' Bunun üzerine Salebe çıkıp Hz. Peygamber'e geldi. Zekâtının kabul edilmesini istedi. Hz. Peygamber dedi ki:

Allah Teâlâ, zekâtını kabul etmeyi bana yasakladı!

Salebe yerden toprak alarak başına dökmeye başladı. Bu manzara karşısında Hz. Peygamber şöyle buyurdu: İşte bu senin işendir. Sana emrettim, bana itaat etmedin'.

Hz. Peygamber (s.a) vefat edince, Salebe, zekâtını Ebubekir Sıddîk'a getirdi. Ebubekir Sıddîk da onun zekâtını kabul etmedi. Hz. Ebubekir Sıddîk'tan sonra Hz. Ömer'e getirdi. Hz. Ömer de onun zekâtını kabul etmekten kaçındı. Hz. Osman'ın hilâfeti döneminde Salebe vefat etti.148

İşte malın tuğyanı ve uğursuzluğu! Sen de bu hadîs-i şerîften bu uğursuzluğu anlamış oldun. Fakirliğin bereketi ve zenginliğin uğursuzluğundan ötürü Hz. Peygamber gerek nefsine, gerekse aile efradına fakirliği tercih etmiştir. Hatta İmran b. Hüseyin şöyle anlatır: 'Benim Hz. Peygamber'in nezdinde kıymetim vardı ve Hz. Peygamber bana şöyle demişti:
Ey İmran! Senin katımızda kıymetin vardır! Kızım Fâtıma hastadır. Onun ziyaretine gelir misin?

Ben 'Evet! Annem ve babam sana fedâ olsun, ey Allah'ın Rasûlü gelirim' dedim ve Hz. Peygamber ile beraber Fâtıma'nın kapısına kadar gittik. Hz. Peygamber kapıyı çaldı ve şöyle dedi:

-Selâm üzerine olsun! Gireyim mi?

-Ey Allah'ın Rasûlü! Gir!

-Yanımdakiyle beraber girebilir miyim?

-Ey Allah'ın Rasûlü! Kim var yanında?

-Hüseyin'in oğlu İmran!

-Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim,benim sırtımda bir abadan başka birşey yok!Hz. Peygamber eliyle işaret ederek şöyle dedi: Abayı şöyle yap!

-Peki! Bedenimi aba ile örttüm. Başımı ne yapacağım!
Bunun üzerine Hz. Peygamber yanındaki küçük bir başörtüsünü Fâtıma'ya uzattı ve şöyle dedi: "Bununla da başını ört!' Sonra Fâtıma izin verdi ve Hz. Peygamber içeri girip şöyle dedi:
-Ey kızım! Selâm sana! Nasıl sabahladın?

-Yemin olsun, ızdırablı olduğum halde sabahladım! Yemek yemediğim için ızdırabım daha da artırıyor. Açlık mecâlimi kesmiştir.
Bunun üzerine Hz. Peygamber ağlayarak şöyle dedi:

Ey kızım! Üzülme! Yemin olsun, üç günden beri ben de hiç-bir şey yemiş değilim. Oysa ben Allah nezdinde senden daha azizim. Eğer rabbimden isteseydim bana yedirirdi. Fakat ben âhireti dünyaya tercih ettim.149

Sonra elini Fâtıma'nın omuzuna vurarak şöyle dedi:

-Sana müjde olsun! Allah'a yemin ederim, gerçekten sen cennet kadınlarının başı ve hâtunusun!
-Firavun'un karısı Asiye, İmran'ın kızı Meryem neredeler?
-Asiye, kendi zamanındaki kadınların hâtunu; Meryem, kendi
zamanındaki kadınların hâtunu; (Annen) Hatice kendi zamanındaki kadınların hâtunudur. Sen de kendi zamanındaki
kadınların hâtunusun. Gerçekte sizler kamıştan yapılmış evler
içerisinde bulunacaksınız! O evlerde ne eziyyet var, ne de gürültü!

Amcamın oğluna kanaat et! Yemin olsun seni hem dünyada efendi, hem de ahirette efendi olan bir kimse ile evlendirdim!

Şimdi Fâtıma'nın haline bak! O, Hz. Peygamber'in bir parçasıdır! Gör ki o, fakirliği nasıl tercih etmiş ve malı nasıl terketmiştir? Kim peygamberlerin ve velî kulların hallerini gözetir, sözlerini can kulağıyla dinlerse, onların haber ve eserlerinde vârid olanı tedkik ederse, malın yokluğunun, varlığından daha üstün olduğundan zerre kadar şüphe etmez. Hatta bu mal hayır yolunda sarfedilse bile durum böyledir. Zira hayır ve hasenata sarfetmek, şüphelilerden korunmak ve haklarını edâ etse bile, o malın en az zararı, onun korunmasına gayret sarfettirir ve Allah'ın zikrinden insanı alıkoyar! Zira Allah'ı anmak ancak kalbin ferahıyla mümkündür. Mal ile uğraşırken kalbin boşalması sözkonusu değildir.

Cerir'den, o da Leys'ten şöyle rivayet etti: 'Biri Meryem'in oğlu İsa (a.s) ile arkadaşlık yapmak istedi ve 'Seninle beraber olup ar-kadaşlık yapmak istiyorum!'- dedi. Bunun üzerine seyahata çıktılar. Bir nehrin kıyısına varınca oturdular. Kahvaltı yaptılar. Beraberlerinde üç ekmek vardı. Ekmeğin ikisini yediler. Üçüncü ekmek kaldı. Hz. İsa (a.s) nehire gitti. Su içti, dönünce kalan ekmeği bulamadı ve o kişiye 'Ekmeği kim götürdü' dedi. Kişi 'Bilmiyorum!' dedi.

Hz. İsa (a.s) arkadaşı ile beraber yola devam etti. Beraberinde iki yavrusu bulunan bir geyik gördü. İsa (a.s) geyik yavrularından birini çağırdı. Yavru, Hz. İsa'ya geldi. Hz. İsa onu kesti, hem kendisi, hem de arkadaşı yediler. Sonra geyik yavrusuna 'Allah'ın izniyle kalk' dedi. Geyik yavrusu kalktı ve yürüdü. İsa (a.s) arkadaşına dönüp şöyle dedi: 'Sana bu mu'cizeyi gösteren Allah adına yemin veriyorum: 'O ekmeği kim aldı?' Kişi 'Bilmiyorum?' dedi. Sonra bir dereye geldliler. İsa (a.s) onun elinden tutup su üze-rinde yürüdüler. Öbür tarafa geçince 'Şu mucizeyi sana gösteren Allah'ın hakkı için, o ekmeği kim aldı?' dedi. Kişi 'Bilmiyorum!' dedi. Böylece bir çöle varıp oturdular. İsa (a.s) toprak ve kum top-ladı. Sonra 'Allah'ın izniyle altın ol!' dedi. Toprak altın oluverdi. O altınları üçe böldü. Sonra dedi ki: 'Üçte biri benim, üçte biri senin ve üçte biri de ekmeği alanındır!' Bunun üzerine kişi 'Ekmeği ben aldım!' dedi. Hz. İsa da 'O halde hepsi senin olsun!' dedi ve ondan ayrıldı.

İsa (a.s) ayrıldıktan sonra onun yanına iki kişi geldi. Bu çölde onun yanında malı görünce malı ondan alıp onu öldürmek istediler. O yalvararak 'Bunu üçe taksim edelim' dedi. Biri 'Birimiz köye gidelim ki bize bir yemek satın alsın, yiyelim!' dedi. Birisini köye gönderdiler! Köye giden kişi kendi kendine dedi ki: 'Ben bu kadar malı neden bunlarla bölüşeyim. Bu getireceğim yemeğe zehir koyacağım. Onların ikisini de öldüreceğim ve tek başıma mala sahip olacağım!' Dediklerini yaptı. Malın yanında kalan iki kişi ise dedi ki: 'Biz bu üçüncü kişiye neden mal verelim. O köyden dönünce onu öldürelim, malı aramızda taksim edelim!' O kişi onlara dönünce onu öldürdüler. Zehirli yemeği yeyince öldüler. Mal çölde sahipsiz kaldı ve üç kişi de onun yanında öldü. Hz. İsa onlar bu halde iken yanlarından geçti ve arkadaşlarına şöyle dedi: 'İşte dünya budur! Dünyadan sakının!'
Hikâye ediliyor ki, Zülkarneyn bir millete rastladı. Onların elinde halkın lezzetlendiği hiçbir şey yoktu. Onlar çukur eşerler, sabahladıkları zaman o çukurlara bakarlar, süpürürler. O çukurların yanında ibâdet ederler ve dört ayaklı hayvanların yedikleri gibi bitkileri yerlerdi ve onlar için yer bitkilerinden bir geçimlik çıkıvermişti. Zülkarneyn onların kralına haber göndererek yanına dâvet etti! O dedi ki: 'Benim Zülkarneyn ile görülecek bir ihtiyacım olsaydı muhakkak sana gelirdim'.
Zülkarneyn kendisine şöyle sordu:

- Neden sizi hiç kimsenin bulunmadığı bir durumda görüyo-rum.

-Nedir o şey?

-Ne dünyanız, ne de herhangi birşeyiniz var! Neden altın ve
gümüş edinip onlardan faydalanmadınız?

-Biz şu illetten dolayı altın ve gümüşten nefret ettik: Çünkü bir
kimseye onlardan birşey verildiği zaman o kimsenin nefsi iştahlı
olur ve onu daha fazla üzer!

-Siz neden bu çukurları kazdınız? Sabahlayınca neden bu çukurlara gidip onları süpürüyor ve yanlarında ibâdet ediyorsunuz?

-Bizim gayemiz, bu mezarlara baktığımızda, dünyayı ümit ettiğimiz zaman bu mezarlar bizi bu ümitten alıkoysunlar!

-Görüyorum ki yemeğiniz yer bitkileridir. Neden hayvan
edinmediniz? Oysa onları sağar, onlara biner ve lezzet alırdınız!

-Karınlarımızı hayvanlar için mezar yapmayı çirkin gördük.Yer bitkilerinin bunların yerini tuttuğunu gördük. Ademoğluna uygun olan en az şeyle yetinmektir. Ne olursa olsun, boğazı geçen yemeğin tadını alamayız!
Sonra o memleketin kralı elini Zülkarneyn'in arkasına uzatarak bir kafatasını eline aldı ve şöyle dedi:
-Ey Zülkarneyn! Bunun kim olduğunu biliyor musun?

- Hayır! O kimdir?

-Bu yeryüzünün padişahlarından biridir. Allah Teâlâ ona saltanat sürmeyi nasip etti. O ise hileye, zulme ve kibre kaçtı. Allah Teâlâ onun bu hareketlerini görünce onu helâk etti. O yere atılan taş gibi oldu. Allah Teâlâ onun yaptıklarını, teker teker, ahirette
ona ceza vermek için defterine yazdı.Bunu söyledikten sonra başka bir çürümüş kafatasını eline aldı ve şöyle dedi:

-Ey Zülkarneyn! Bunun kim olduğunu biliyor musun?

-Hayır, bilmiyorum!

-O bir padişah idi. O zâlim padişahtan sonra Allah buna saltanat verdi. Kendisinden önce geçen padişahın hile, zulüm ve gururunu görmüştü. Bu bakımdan tevazu gösterdi, Allah'tan korktu.Memleketinde adalet icra etti. İşte o da gördüğün gibi oldu. Allah onun da amelini tesbit etti ki âhirette ona da mükâfat versin!

Bunları gösterdikten sonra Zülkarneyn'in kafatasına işaret etti ve şöyle dedi:

-Bu da bunların ikisi gibi bir kafatasıdır. Ey Zülkarneyn!Dikkat et! Ne yaptığını bil!

-Sen bana arkadaşlık yapmıyorsun ki seni vezir ve kardeş edineyim, Allah'ın bana vermiş olduğu bu servetlere ortak yapayım!

-Ben ve sen bir yerde durmaya da, beraber olmaya da elverişli değiliz!

-Niçin?

-Çünkü insanlar senin düşmanın, benim ise dostlarımdır.

-Niçin?

-Sana elindeki mülk, servet ve dünyadan dolayı düşmanlık yapıyorlar. Ben ise bunları terkettiğimden ötürü hiç kimsenin bana düşmanlık güttüğünü görmüyorum! Bir de benim yanımda
az ihtiyaç ve az şeyin olmasından dolayı kimse bana düşmanlık yapmıyor!

Zülkarneyn hayretler içerisinde kalıp, nasihat almış olarak onun yanından ayrıldı.
İşte bu hikâyeler, daha önce zikrettiğimiz delillerle beraber, zenginliğin âfetlerine seni muttali kılmaktadırlar. Tevfik Allah'tandır. Kitabu Zemm'il-Buhl ve Zemmi Hubb'il-Mal (Mal Sevgisinin ve Cimriliğin Kötülenmesi) bölümü, Allah'ın yardımıyla burada sona ermiş bulunuyor. Allah'ın izniyle, bu bö-lümün ardından Kitabu Zemm'il-Câh ve'r-Riya bölümü gelecektir
__________________

134)Bu zat, zâhir ile bâtının arasını cemeden kimselerdendir. H. 343'de vefat etmiştir.
135)Müslim, Buhârî
136)İmam Ahmed
137)İmam Ahmed
138)Bezzar, (Enes'ten zayıf bir senedle)
139)Daha önce geçmişti.
140)Irâkî hadîs olarak görmediğini kaydetmektedir.
141)Müslim, Buhârî
142)Müslim, Buhârî
143)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.
144)İbn Mâce, Tirmizî
145)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.
146)Bezzar, Hâkim
147)Adı Salebe b. Hâtib b. Amr b. Ubeyd b. Ümeyye b. Zeyd b. Mâlik b. Avf b. Arar b. Avf b. Mâlik b. Evs el-Ensârî'dir. Musa b. Ukbe onu Bedir'e iştirâk edenler arasında zikretmiştir. Aynı ismi taşıyan başka bir sahabî daha vardır. O da Ensar'dandır. İbn İshak Mescid-i Dırar'ı yapanlar arasında bu ikinciyi zikretmektedir.
148)Taberânî, (zayıf bir senedle)
149)Irâkî İmran'ın hadisine rastlamadığını, İmam Ahmed ve Taberânî'nin, Ma'kal b. Yesar'dan sahih bir senedle rivayet ettiklerini söylemektedir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...