CİMRİLİĞİN VE MAL SEVGİSİ KÖTÜLÜĞÜ
İmam-ı Gazâli
Kitap 3 - Cimriligin ve Mal Sevgisi Kötülüğü
Cimriligin ve Mal Sevgisi Kötülüğü
• Başkasını Nefsine Tercih Etmenin
Fazileti
• Cimriliğin Kötülenmesi
• Cimriliğin Tedavisi
• Cimrilik Hakkında Hikâyeler
• Cömertliğin Fazileti
• Cömertliğin ve Cimriliğin
Dereceleri ve Hakikati
• Cömertlik Hakkında Hikâyeler
• Giriş
• Hırs ve Tamahkârlığın Kötülenmesi,
Kanaat Etmenin ve İnsanlardan Müstağni Olmanın Övülmesi
• Hırsın, Tamahkârlığın İlâcı, Kanaat
Etmenin Devası
• Malı Hususunda Kula Düşen Vazifeler
• Malın Âfetleri ve Faydaları
• Malın Övülmesi ve Övgü İle
Kötülemenin Te'lifi
• Malın ve Mal Sevgisinin Kötülenmesi
• Zenginliğin Kötülenmesi ve
Fakirliğin Övülmesi
*Giriş
Yaymış olduğu rızkından dolayı hamde müstehak olan Allah'a hamdolsun!
Ümitsizlikten sonra zararı kaldıran Allah'a hamdolsun! O Allah ki mahlukâtı
yaratmış, rızkı genişletmiş, âlemlere malların çeşitlerini ihsan etmiş...
Durumların değişmesi üzerine onları, mal hususunda denemiş... Onları mal
hususunda genişlik ve sıkılık arasında kıvrandırmış. Zenginlik ve fakirlik,
tamahkârlık ve ümitsizlik, servet ve iflas, âcizlik ve kuvvet, harislik ve
kanaat, cimrilik ve cömertlik, mevcut ile sevinmek, yok olanla üzülmek,
kardeşini nefsine tercih etmek, yedirmek, genişletmek, fakirlik, israfçılık ve
sıkılık, aza razı olmak ve çoğu hakir görmek arasında insanları evirip
çevirmiştir. Bütün bunları insanların hangisinin amel yönünden daha güzel
hareket edeceğini denemek için yapmıştır. Hangisinin dünyayı âhirete tercih
edeceğini, âhiretten sarf-ı nazar edip döneceğini, dünyayı kendisine azık ve
ni-met ittihaz edeceğini tecrübe etmek için yapmıştır. Salât, ümmetiyle diğer ümmetleri
nesheden, şeriatıyla diğer din ve meşrebleri ortadan kaldıran Hz. Peygamber'in,
âli'nin, itaatkâr olarak rablerinin yoluna sülûk eden ashabının üzerine olsun!
Yarab! Onlara çokça selâm et!
Dünyanın fitneleri çok ve afakları geniştir. Fakat mallar dünya fitnelerinin en
büyüğü, meşakkatlerinin en baskını ve korkuncudur. Maldaki en büyük fitne,
herkes mala muhtaç olduğundandır. Mal elde edildiği zaman, onun fitnesinden
kurtuluş yoktur. Eğer mal yok olursa, küfre götürmesi pek yakın olan fakirlik
meydana gelir. Eğer mal olursa sonucu zarardan başkası olmayan saldırganlık
meydana gelir. Kısacası mal, fayda ve âfetlerden uzak değildir. Malın faydaları
kurtarıcılardan, âfetleri ise helâk edici-lerdendir. Malın hayrını şerrinden
ayırt etmek, ancak din husu-sunda basiret sahipleri tarafından mümkün olan zor
meselelerdendir. Dinde râsih olan âlimler bunu ayırt edebilirler. Mağrur ve
âlim kisvesinde olanlar ise asla ayırt edemezler.
Bunu tek başına şerhedip açıklamak pek mühimdir. Çünkü bizim dünyanın kötülenmesi
bahsinde zikrettiklerimiz sadece mal hususunda değildi, umumî dünya hakkında
idi; zira dünya her
geçici lezzeti içine almaktadır. Mal ise, dünyanın bir parçası, rütbe başka bir
parçası, mide ve tenasül uzvunun şehvetinin arkasına takılmak başka bir parçasıdır..
Hased ve öfke ile göğüste kabaran kini dindirmek başka bir parçasıdır, kibir,
büyüklük taslamak diğer bir parçasıdır. Dünyanın daha nice parçaları vardır.
Dünyanın bütün parçalarını şu cümle ifade etmektedir: İnsanoğlu için. içinde
geçici lezzet olan herşey dünyadır'.
Bizim bu kitapta anlatacaklarımız sadece mal hakkındadır; zira malda âfet ve
tehlikeler vardır. Malın yokluğundan doğan fakirlik sıfatı, yine malın
varlığından doğan zenginlik sıfatı vardır. Bunlar, kendileriyle imtihan ve
deneme için yapılan iki durumdur. Sonra malı kaybeden için iki durum vardır:
Kanaat ve harîslik; bu durumlardan birisi kötüdür (yerilir), diğeri ise
güzeldir (övülür). Harîs bir kimsenin de iki durumu vardır: Halkın elindeki
mala tamah etmesi, halktan ümitsizlikten ötürü sanata dalmasıdır. Bu iki
durumun en şerlisi halkın elindeki mala tamah etmesidir!
Servet sahibinin de iki durumu vardır:
1.Cimrilik sâikiyle malı tutmak.
2.İnfak etmek (vermek ve sarfetmek).
Bunlardan biri kötü, diğeri güzeldir. İnfak edenin de iki durumu vardır:
1.İsraf
2.İktisad.
Övülen iktisaddır. İşte bunlar birbirine benzer durumlardır. Bunlardan
çözülmesi müşkil olanın yüzünden perdeyi kaldırmak oldukça mühim bir vazifedir.
Biz onu ondört fasılda -eğer Allah dilerse- izah edeceğiz. O fasıllar
şunlardır:
Malın kötülenmesi, sonra övülmesi, sonra malın fayda ve âfetlerinin tafsilâtı
sonra hırs ve tamahın kötülüğü, sonra hırs ve tamahın ilâcı, sonra cömertliğin
hikâyeleri, sonra cimriliğin kötülüğü, sonra cimrilerin hikâyeleri, sonra isar
(başkasını nefsine tercih etmek) ve fazileti, sonra cömertlik ve cimriliğin
hududu, sonra cimriliğin ilâcı, sonra maldaki vazifelerin bütünü, sonra
zenginliğin kötülenmesi ve daha sonra fakirliğin övülmesi...
Eğer Allah dilerse bunları ele alıp tek tek izah edeceğiz.
*Başkasını Nefsine Tercih Etmenin Fazileti
Cömertlik ve cimrilik, birkaç dereceye ayrılır. Cömertliğin en yüksek derecesi
îsardır. İsar demek, ihtiyacı olduğu halde cömertlik yapmak demektir. Cömertlik
ise, muhtaç olmadığı şeyi, muhtaç olana veya muhtaç olmayana vermek demektir.
Fakat mala ihtiyacı olduğu halde cömertlik yapmak nefse daha ağır gelir. Nasıl
ki cömertlik bazen, ihtiyacı olduğu halde insanı başkasına verecek dereceye
yükseltiyorsa, cimrilik de bazen ihtiyacı olduğu halde insanı kendi nefsinden
bile esirgemeye sürükler. Nice cimri vardır ki malı kıskıvrak tutar. Hasta
olur, tedaviye gitmez! Canı istediği halde paraya kıyamadığı için alıp yemez.
Eğer bedava olursa yer.
İşte böyle bir kimse ihtiyacına rağmen nefsine karşı cimrilik yapan bir
kimsedir. Öbür kimse, muhtaç olmasına rağmen başkasını nefsine tercih eden
kimsedir. Bu iki kişinin arasındaki farkı düşün! Çünkü ahlâklar ilâhî
vergilerdir. Allah Teâlâ dilediği yere ahlâkları koyar! Cömertlik hususunda
îsardan daha büyük bir derece yoktur. Nitekim Allah Teâlâ ashab-ı kirâmı överek
şöyle buyurmuştur:
Onlara verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar. Kendilerinin
ihtiyaçları olsa dahi, (hicret edenleri) nefisleri üzerine tercih ederler. Kim
nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar başarıya erenlerdir.(Haşr/9)
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
Bir kişinin istenilen bırşeye iştahı çekerse, buna rağmen şehvetini geriye itip
başka bir kardeşini nefsine tercih ederse, onun günahları bağışlanır.127
Aişe validemiz (r.a) şöyle der: Hz. Peygamber, dünyadan ayrıldığı güne kadar
hiçbir zaman üç gün arka arkaya doymadı. Oysa biz isteseydik doyabilirdik.
Fakat bizler başkasını kendimize tercih ederdik.128
Hz. Peygamber'e bir misafir geldi. Hz. Peygamber, aile efradının yanında
misafirine yedirecek birşey bulamadı. Bu esnada ensar-ı kirâmdan bir kişi Hz.
Peygamber'e geldi. Misafiri alıp evine götürdü. Sonra misafire yemek ikram
etti. Hanımına çırayı söndürmesini emretti. Elini, sanki misafirle beraber
yiyormuş gibi uzatıyor, fakat yemiyordu. Misafir, yemeği bitirinceye kadar bu
hâl böyle devam etti. Sabahladığı zaman Hz. Peygamber şöyle dedi:
Bu gece misafirinize gösterdiğiniz güzel davranışınızdan Allah Teâlâ memnun
olmuştur! Bunun üzerine 'Onlar verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı
duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları bile olsa (muhacirleri) nefisleri üzerine
tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar başarıya
erenlerdir'. (Haşr/9) ayeti nâzil oldu.129
Bu bakımdan cömertlik, Allah Teâlâ'nın ahlâkından biridir. Îsar ise cömertlik
derecelerinin en yücesidir. Îsar ahlâkı Hz. Peygamber'in (s.a) edebindendi.
Hatta Allah Teâlâ buna azim (büyük) diye isim vererek şöyle buyurmuştur:
Gerçekten sen pek büyük (azim) bir ahlâk üzerindesin. (Kalem/4)
Sehl et-Tusterî der ki: Hz. Musa (a.s) şöyle niyazda bulunmuştur. 'Ya rabbî!
Muhammed'in ve ümmetinin bazı derecelerini bana göster!' Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
Ey Musa! Senin buna gücün yetmez. Fakat ben onun menzillerinden birini, büyük
ve faziletli bir menzili sana göstereyim ki o menzilinden dolayı onu senden de,
bütün mahlûkattan da üstün kıldım.
Râvi der ki: Hz. Musa'ya göklerin melekûtu göründü. Hz. Musa, bir menzile
(manevi mertebeye) baktı. Neredeyse, o mertebe-nin nûrlarından ve Allah'a
yakınlığından dolayı Musa helâk olacaktı. Musa (a.s) tekrar şöyle dilekte
bulundu: 'Yarab! Sen Muhammed kulunu ne ile bu şerefe nail ettin?' Allah Teâlâ
dedi ki:
Mahluklar arasında hassaten ona vermiş olduğum bir ahl-âktan dolayı onu bu
şerefe nâil ettim. O da îsârdır. Ey Musa!Ümmet-i Muhammed'den herhangi bir
kimse hayatında bir defa îsarı kullanmışsa, benim huzuruma geldiğinde onu
hesaba çekmekten hayâ ederim. Ona cennetimin dilediği köşesinde yerleşme
imkânını bahşederim!
Denildi ki, Abdullah b. Câfer (r.a), bahçelerinden birine gitti, Bu esnada
başka bir kavmin hurmalığına vardı. Orada çalışan siyah bir hizmetçi gördü.
Hizmetçi yemeğini yemeye oturduğu zaman yanına bir köpek sokuldu. Hizmetçi
ekmeği köpeğe verdi. Köpek onu yedi. Sonra ikinci ve üçüncüyü de verdi. Köpek
onları da yedi. Abdullah da bakıyordu. Hizmetçiye şöyle sordu:
-Günde kaç ekmek nafakan var?
-İşte senin gördüğün kadar.
-O halde bu köpeği neden kendi nefsine tercih ettin?
-Burası köpeğin bulunacağı bir yer değildir. Muhakkak bu köpek uzun bir yoldan
aç olarak gelmiştir. Ben de o aç iken doymayı iyi görmedim.
-O halde akşama kadar ne yapacaksın?
-Bugün bütün gün aç kalacağım!
Abdullah b. Câfer dedi ki: 'Ben cömertliğimden dolayı kınanıyorum. Oysa şu
çocuk benden daha cömerttir!' Bunun üzerine Abdullah, o bostanı, hizmetçiyi ve
o bostanda bulunan âletlerin tamamını sahibinden satın aldı. Köleyi azad etti
ve orayı köleye hibe etti.
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in ashabından bir zata bir koyun
kellesi hediye edildi. O 'Benim kardeşim benden daha muhtaçtır' deyip başkasına
gönderdi. Böylece onların herbirisi o kelleyi diğerine gönderiyordu. Sonunda,
kelle yedi evi dolaşıp yine birinci eve döndü.
Hz. Ali, hicret gecesinde Hz. Peygamber'in yatağında uyudu. Bunun üzerine Allah
Teâlâ, Cebrâil ile Mikâil'e vahy göndererek 'Ben ikinizi kardeş yaptım ve
birinizin ömrünü diğerinizin ömründen daha uzun kıldım! Hanginiz arkadaşına
uzun ömrünü bahşedecek?' dedi. Bunun üzerine herbiri kendisinin daha uzun
yaşamasını istedi. Allah Teâlâ onlara vahy göndererek 'Siz Ali b. Ebî Tâlib
gibi olamazsınız? Onunla peygamberim Muhammed'i kardeş yaptım, O, Hz.
Peygamber'in yatağında yattı. Nefsini ona feda etti. Onun yaşamasını seçti. Bu
bakımdan ikiniz de yeryüzüne inin. Onu düşmanından koruyun' dedi. Bunun üzerine
Cebrail (a.s) Hz. Ali'nin baş ucunda, Mikâil de ayak ucunda nöbet beklediler.
Cebrâil (a.s) dedi ki: 'Ey Ebu Tâlib'in oğlu! Aferin senin gibisine! Allah
Teâlâ seninle meleklere karşı iftihar ediyor'. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu
ayeti gönderdi.
İnsanlardan öylesi de var ki canını, Allah'ın rızasını kazanmaya satar. Allah
da kullarına çok merhamet edicidir.(Bakara/207)
Ebu Hasan el-Antakî'den şöyle rivayet ediliyor: Bu zâtın yanında otuz küsur
şahıs toplandı. Horasan şehirlerinden Rey şehrine yakın bir köyde kalırlardı.
Onların sayılı ekmekleri vardı. Hepsini doyurmazdı. Bunun üzerine ekmekleri
parçaladılar. Çırayı söndürdüler ve yemeğe oturdular. Yemek yenildikten sonra
sofranın olduğu gibi kaldığını gördüler. Onların hiçbiri ondan birşey almamıştı.
Kardeşini kendi nefsine tercih etmek için böyle yapmışlardı.
Rivayet ediliyor ki, hadîs ilmi'nde emîr'ul-mü'minîn sayılan Şu'be b. Haccac'a
bir dilenci geldi. Onun yanında birşey yoktu. Dilenciye vermek üzere evinin
tavanından bir mertek çıkarıp verdi. Sonra dilenciden özür diledi.
Huzeyfe el-Advî şöyle anlatıyor: Yermuk (Şam'da bir yerdir) savaşında elimde
biraz su olduğu halde, yaralılar arasında amcamın oğlunu arıyordum ve diyordum
ki: 'Eğer amcamın oğlunda bir hayat emaresi varsa, ona su içireceğim ve yüzünü
bu su ile sileceğim'.
Gezerken amcamın oğlunu gördüm. 'Sana su içireyim mi?' diye sorunca bana işaret
ederek içir dedi. O sırada başka bir kişinin Ah! Su! dediğini işittik. Amcamın
oğlu bana 'suyu ona götürüp vermemi' işaret etti. O kişiye vardım, Hişam b. As
olduğunu gördüm. Ona 'Sana su içireyim mi?' dedim. O sırada başka birinden ah
diye bir ses geldi. Hişam, suyu ona götürmemi işaret etti.Ona varınca baktım ki
ölmüş. Hişam'a döndüm. Baktım ki o da ölmüş! Amcamın oğluna geldim, baktım ki o
da ölmüş! Allah'ın rahmeti hepsinin üzerine olsun!
Abbas b. Dehka şöyle anlatıyor: "Bişr el-Hafî hariç, hiç kimse dünyaya
geldiği gibi, dünyadan çıkmamıştır. Şöyle ki: Hâris hasta yatıyordu. Bir kişi
gelip ihtiyacını söyledi. Hâris, gömleğini çıkarıp adama verdi. Emanet olarak
gömlek aldı ve o emanet aldığı gömlekle can verdi".
Bir sûfîden şöyle rivayet ediliyor: Biz Tarsus'ta bulunuyorduk. Orada bir grup
teşkil ettik. Oradan cihada çıktık. Şehirden bir köpek bizim arkamıza takıldı.
Kapının dışına çıkınca baktık ki ölü bir hayvan vardır. Bunun üzerine bir
tepeye çıkıp oturduk. Arkamıza takılan köpek leşi görünce şehre dönüverdi. Bir
saat sonra beraberinde yirmi köpek olduğu halde o leşin yanına geldi. Kendisi
bir kenara oturdu. O köpekler leşe daldılar. Onlar leşten yiyorlar, öbür köpek
de oturmuş onları seyrediyordu. Leş bitip, sadece kemik kalıp köpekler şehre
dönünceye kadar bekledi. O zaman kalkıp kemiklerin yanına geldi. Kalan
şeylerden birazcık yedi. Sonra o da gitti.
Biz îsâr hakkındaki evliyanın hallerinden bir kısmını Fakr ve Zühd bölümünde
zikretmiştik. Burada onları tekrar etmeye ihtiyaç yoktur. Tevfîk Allah'tandır.
Allah'ı razı eden hususta Allah'a tevekkül edilir!
_______________
127)İbn Hibban, Zuafâ; Ebu Şeyh, Sevab
128)Beyhâkî, Şuab'ul-İman
129) Müslim, Buhârî
130) İmam Ahmed, (İbn Abbas'tan). ve Hâkim. İmam Ahmed'in rivayetinde Cebrâil
ile Mikâil bahsi yoktur. Irakî bu ziyadenin herhangi bir aslına rast-lamadığını
kaydeder. İmam Ahmed, hadisin münker olduğunu söylemiştir.
*Cimriliğin Kötülenmesi
Ayetler
Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa
erenlerdir.(Tegâbün/16)
Allah'ın fazlından kendilerine verdiği şeye cimrilik edenler, onu kendileri
için hayırlı sanmasınlar. Aksine o kendileri için bir şerdir. Cimrilik
ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.(Âlu İmran/180)
Bunlar öyle insanlardır ki cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği tavsiye
ederler ve Allah'ın kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar. (Biz de) o
nankörlere hor ve rüsvay edici bir azap hazırladık.(Nisâ/37) Hadîsler
Cimrilikten -kaçının! Çünkü sizden önce gelen ümmetleri helâk eden cimriliktir.
Cimrilik onları, birbirlerinin kanını akıtmaya, birbirlerinin namus ve malını
helâl saymaya zorladı.100
Cimrilikten kaçının! Çünkü cimrilik sizden öncekileri çağırıp, birbirine
kırdırıp kanlarını akıttı! Onları çağırdı. Bu bakımdan birbirlerinin haram olan
haklarını helâl saydılar. Yine onları çağırdı. Aralarındaki rahmi (akrabalığı)
kestiler.101
Cennete cimri, hilebaz, hain ve kötü ahlâklı kimse, kötülüğünün karşılığını
görmedikçe girmez.102
Bir rivayette "diktatör kimse giremez', başka bir rivayette de 'sadakasını
başa kakan giremez' diye vârid olmuştur.
Üç haslet vardır. Onlar helâk edicidirler. İtaat edilen cimrilik, arkasından
gidilen hevâ-i nefis ve kişinin kendini beğenmesi!103
Muhakkak Allah Teâlâ üç sınıftan nefret eder: Zina eden ihtiyar, iyiliğini başa
kakan cimri, mütekebbir olan çoluk çocuk sahibi.101
Malını Allah yolunda infak edenle, cimrilik yapanın misâli, sırtında memelerinden
boğazlarına kadar birer demir gömlek olan iki kişinin misâline benzer. İnfak
eden bir kimseye gelince, infak ettiğinden ötürü gömleği bütün bedenini kaplar
veya parmak boğumlarına kadar derisini örter. Cimri bir kimseye gelince, o
hiçbir şeyi infak etmek istemez. Böylece gömleği daha kısalır ve demir
gömlekteki her halka olduğu yere batar! Öyle ki gırtlağını sıkmaya başlar bir
duruma gelir... Bu kimse onu genişletmek ister. Fakat o bir türlü
genişlemez.105
İki haslet vardır. Onların ikisi mü'min bir kimsede biraraya gelmezler:
Cimrilik ile kötü ahlâk...106
Ey Allahım! Ben cimrilikten sana sığınıyorum. Korkaklıktan sana sığınıyorum.
Bunama derecesine gelen yaşlılıktan sana sığınıyorum.107
Zulümden kaçının! Çünkü zulüm, kıyamet gününde birçok karanlıklara sebep olur.
Fâhiş konuşmaktan sakının! Çünkü Allah Teâlâ fâhiş konuşanı da, fâhişlik
yapmayı kabul edeni de sevmez! Cimrilikten sakının! Çünkü sizden öncekileri
cimrilik helâk etmiştir. Cimrilik onlara yalan söylemeyi emretmiş, yalan
söylemişler! Onlara zulmetmeyi emretmiş, zulmetmişler. Onlara sılayı rahmi
kesmeyi emretmiş, sılayı rahmi kesmişlerdir.108
Kişide bulunan en şerli hasletler, obur bir cimrilik, şiddetli bir
korkaklıktır.109
Hz. Peygamber zamanında biri öldürüldü. Bir kadın onun için ağlarken Ey şehid!
diye bağırdı. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
Onun şehid olduğunu nereden biliyorsun? O, kendisini ilgilendirmeyen konularda
konuşur veya önemsiz birşeyi vermekte cimrilik yapardı!110
Cübeyr b. Mûtim şöyle anlatıyor: Biz Hz. Peygamber ile beraber Hayber'den
dönüyorduk. O esnada bedeviler gelip Hz. Peygamber'den ısrarla birşeyler
istediler. Öyle ki Hz. Peygamber'i bir ağaca sığınmaya mecbur ettiler. Hz.
Peygamber'in abası ağaca takılıp omuzundan yere düştü. Bunun üzerine Hz.
Peygamber durakladı ve şöyle dedi:
Benim abamı veriniz! Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, eğer şu
tümsekler kadar malım olsaydı, muhakkak sizin aranızda taksim ederdim. Beni ne
cimri, ne yalancı, ne de korkak olarak göremezdiniz.111
Hz. Ömer (r.a) der ki: Hz. Peygamber (s.a) bir taksimat yaptı. Ben dedim ki:
'Bu maldan almayanlar, almak hususunda alanlardan daha müstehak idiler'. Hz.
Peygamber şöyle buyurdu:
'Onlar fâhiş bir şekilde benden istemek veya cimrilik yapmak arasında beni
serbest bırakırlar. Oysa ben cimri değilim'.112
Ebu Said el-Hudrî der ki: İki kişi Hz. Peygamber'in huzuruna girdiler. Hz.
Peygamber'den bir deve parası istediler. Hz. Peygamber onlara iki dinar verdi.
Onlar Hz. Peygamber'in huzurundan çıkarken Ömer b. Hattab (r.a) onlarla
karşılaştı. Onlar Hz. Peygamber'i övdüler ve Hz. Peygamber'in kendilerine
yapmış olduğu iyiliğe karşı teşekkür ettiler. Hz. Ömer içeri girdi, onların
dediklerini Hz. Peygamber'e nakletti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle
buyurdu:
Filan adama on ile yüz arasında verdiğim halde böyle söylemedi. Biriniz benden
istiyor, istediğini alıp kucağında saklayarak gidiyor. Oysa o ateştir.
-O halde ateş olan bir şeyi neden onlara veriyorsun?
-Onlar benden ısrarla istiyor. Allah Teâlâ da cimriliği bana
yasaklamıştır. Bu yüzden veriyorum!113
İbn Abbas Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
ömertlik Allah'ın cömertliğinden gelir. Bu bakımdan siz cömertlik yapın ki
Allah da sizin için cömertlik yapsın! Allah Teâlâ cömertliği bir adam suretinde
yaratmıştır. Onun başını Tubâ ağacının köküne yerleştirmiştir. Onun ağacını
Sidret'ül-Münteha ağacıyla bağlamıştır. Onun bazı dallarını dünyaya
sarkıtmıştır. Bu bakımdan onun dallarından bir dala yapışan kimseyi o dal
cennete götürür. Cömertlik imandandır. İman da cennettedir. Allah Teâlâ
cimriliği de gadabmdan yaratmıştır. Onun başını zakkum ağacının köküne
yerleştirmiştir. Bir kısım dallarını dünyaya sarkıtmıştır. Onun dallarından
birine yapışan kimseyi ateşe sokar. Muhakkak cimrilik küfürdendir. Küfür de ateştedir.114
Cömertlik bir ağaçtır, cennette biter. Bu bakımdan cennete ancak cömert olan
bir kimse girer. Cimrilik bir ağaçtır, ateşte biter. Bu bakımdan ateşe ancak
cimri bir kimse girer.115
Ebu Hüreyre'nin bir rivayetinde Hz. Peygamber (s.a) Benî Lihyan heyetine dedi
ki: 'Ey Benî Lihyan! Sizin başınız kimdir?7 Dediler ki: 'Bizim başımız Cedd b.
Kays'tır.116 Ancak kendisinde cimrilik vardır'. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a) şöyle dedi:
Acaba cimrilikten daha korkunç hangi hastalık vardır? Sizin başınız Amr b.
Cemuh'tur.117
Bir rivayette onlar dediler ki:
-Bizim başımız Cedd b. Kays'tır.
-Onu neden reis kabul ettiniz?
-O malca hepimizden zengindir. Fakat biz buna rağmen onda cimrilik görüyoruz.
-Acaba cimrilikten daha korkunç bir hastalık var mıdır? O sizin başınız olamaz!
-O halde ey Allah'ın Rasûlü, bizim başımız kimdir?
-Sizin başınız Bişr b. Bera'dır.118
Hz. Ali, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Allah, hayatında cimri, ölümü anında cömert olan bir kimseden nefret eder!119
Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Câhil bir cömert, Allah katında, cimri bir âbidden daha sevimlidir.120
Cimrilik ile iman bir kulun kalbinde biraraya gelmezler.121
Hiçbir mü'min için cimri olmak da, korkak olmak da uygun değildir.122
Bazılarınız 'Cimri, zâlimden daha zararsızdır ve daha mâzurdur' der. Allah
katında cimrilikten daha büyük bir zulüm yoktur. Allah Teâlâ izzet, azamet ve
celâliyle yemin etmiştir ki cennete cimri ve eli sıkı olan kimse
girmeyecektir.123
Rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber Kâbe'yi ziyaret ediyordu. Baktı ki bir bir
kişi Kâbe'nin örtüsüne yapışmış şöyle demektedir:
-Bu beytin hürmetine benim günahımı bağışla!
-Senin günahın nedir?
-Benim günahımı kelimeler anlatamaz.
-Rahmet olasıca! Senin günahın mı daha büyüktür, yoksa arz mı?
-Belki benim günahım daha büyüktür!
-Senin günahın mı, yoksa denizler mi daha büyüktür?
-Günahım daha büyüktür.
-Günahın mı büyük, yoksa gökler mi?
-Günahım daha büyüktür!
-Günahın mı daha büyüktür, yoksa arş mı?
-Günahım daha büyüktür.
-Günahın mı daha büyüktür, yoksa Allah mı? Allah daha büyük ve yücedir.
-O halde rahmet olasıca, günahını bana anlat!
-Ey Allah'ın Rasûlü! Ben servet sahibi bir kimseyim. Dilenci bana gelip, benden
birşeyi istediğinde sanki beni bir parça ateşle karşılıyor.
-Benden uzaklaş! Ateşinle beni yakma! Beni hidayet ve kerametle hak peygamber
olarak gönderen Allah'a yemin ederim, eğer sen Rükün (Kâbe'nin rükn-ü
yemânisini kasdedi-yor) ile Makam (Makam-ı İbrahim) arasında durup ikibin sene
namaz kılsan, sonra göz yaşlarından nehirler çıkıp akarcasına, ağaçlar
sulanırcasma ağlasan, sonra cimri olduğun halde ölsen muhakkak Allah Teâlâ seni
yüzü koyun ateşe atar. Rahmet olasıca! Bilmez misin cimrilik küfürdür? Muhakkak
küfür de ateştedir. Rahmet olasıca!Bilmez misin Allah Teâlâ şöyle
buyurmaktadır: 'Oysa kim cimrilik ederse kendi zararına cimrilik etmiş
olur'.(Muhammed/39);
'Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtulanlardır'. (Teğâbün/16)
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
İbn Abbas (r.a) der ki: Allah Teâlâ, Adn cennetini yarattığı zaman ona süslen
emrini verdi. O da süslendi. Sonra ona nehirlerini çıkar dedi. O da Selsebil,
Kâfur ve Tesnîm çeşmelerini çıkardı. Bu çeşmelerden cennetlerde şarap, bal ve
süt nehirleri aktı. Sonra cennete 'Tahtırevanların, gerdek odalarını,
kürsülerini, süs eşyalarını, ziynetlerini ve elâ gözlü kadınlarını göster'
dedi. Onları da gösterdi. Sonra cennete baktı ve dedi ki konuş! Bunun üzerine
cennet şöyle konuştu: 'Ne mutlu bana girene!' Allah Teâlâ da İzzetimle yemin
ederim, sende cimri bir kimseyi durdurmayacağım!' dedi.
Ömer b. Abdülâziz'in kız kardeşi Ümmü'l-Benin şöyle demiştir: 'Cimriye yazıklar
olsun! Eğer cimrilik bir iç gömlek ol-saydı ben onu giymezdim. Eğer bir yol
olsaydı ben o yolda yürümezdim'.
Hz. Talha (r.a) der ki: 'Muhakkak biz mallarımızla, cimrilerin elde ettiklerini
elde ederiz. Fakat biz sabrı yükleniriz'.
Muhammed b. Münkedir şöyle demiştir: Eskiden 'Allah bir kavme şerri irade
ettiği zaman, onların şerlilerini onların başına geçirir. Rızıklarını
cimrilerinin eline verir' denirdi.
Hz. Ali bir hutbesinde şöyle demiştir: 'Halkın üzerine bir ısırıcı zaman
gelecektir. Zengin elindeki serveti ısıracaktır. Oysa bununla emrolunmamıştır'.
Aranızda birbirinize iyilik etmeyi unutmayın! (Bakara/237)
Abdullah b. Amr şöyle demiştir: 'Şuh denilen cimrilik, buhl denilen cimrilikten
daha berbattır. Çünkü sahih olan kimse o başkasının elindeki mala, almak için
üşüşür ve kendisinin elinde bulunan malı da cimrilikten vermez ve sever. Bahil
de ancak elindeki mal ile cimrilik yapar!'
Şa'bî şöyle demiştir: 'Bunların ikisinden hangisinin cehennem ateşine daha
fazla batırdığını bilmiyorum! Cimrilik mi, yoksa yalan mı?'
Nuşirevan'ın huzurunda Hintli bir hakîm ile Rum bir filozof bir araya geldiler.
Nuşirevan, Hindliye konuş dedi. Hintli 'İnsanların en hayırlısı cömert, öfke
anında vakur, sözünde teenni ile hareket eden, mütevazi ve akrabalarına
şefkatli olan bir kimsedir' dedi. Rum ayağa kalkarak şöyle dedi: 'Kim cimri ise
düşmanı onun malına vâris olur! Şükretmesi azalan bir kimse hiçbir zaman zafere
eremez. Yalancılar kötü kimselerdir. Kovuculuk yapan fakir olarak ölür.
Merhamet etmeyen bir kimseye, merhametsiz bir kimse musallat kılınır!'
Dahhâk 'Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik. Çenelerine kadar dayanan o
halkalar yüzünden kafaları kalkıktır'. (Yasin/8) ayetinin tefsirinde, ağlâl
kelimesi cimrilik mânâsına gelir demiştir. Allah Teâlâ onların ellerini Allah
yolunda infak etmekten tutar. Onlar hidayeti görmez olurlar.
Ka'b şöyle der: Her sabah iki melek şöyle bağırırlar: 'Ey Allahım! Senin
yolunda harcamayalım malını telef et! Yolunda harcayanın harcadıklarının yerini
hemen doldur!5
Abdülmelik b. Karîb el-Esmaî der ki: Bir kişiyi tavsif ederken bir bedevi şöyle
diyordu: 'Filan adam gözümde küçüldü. Çünkü dünya onun gözünde büyümüştür. O
adam dilenciyi gördüğü zaman sanki kendisine geleni ölüm meleği gibi görür'.
Ebu Hanife şöyle demiştir: 'Ben cimri bir kimseyi bir türlü âdil telâkki
edemiyorum. Çünkü cimrilik onu fazlasıyla almaya zorlar ve o da alır. Bu
bakımdan böyle olan bir kimse, emanet hususunda, emin sayılmaz'.
Hz. Ali şöyle demiştir: 'Allah'a yemin ederim! Kerim bir kimse hiçbir zaman
hakkını son noktasına kadar almış değildir'.
(Peygamber, hanımına) bunların bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da
vazgeçmişti.
(Tahrim/3)
Cahız124 der ki: 'Lezzetlerden üç şey kalmıştır. Cimrileri zemmetmek, kebab
yemek, uyuzu kaşımak../
Bişr b. Hâris şöyle demiştir: 'Cimri bir kimsenin gıybeti yoktur'. Nitekim Hz.
Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Muhakkak sen o zaman cimrisin.
Bir kadın Hz. Peygamber'in yanında 'Oruç tutar, namaz kılar, ancak onda
cimrilik vardır' diye övüldü. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
O vakit onun hayırlı olması nerede?!125
Bişr şöyle demiştir: 'Cimriye bakmak kalbi katılaştırır. Cimrilerle
karşılaşmak, mü'minlerin kalbine üzüntü verir. Fâsık dahi olsalar, cömertler
için sevgiden başka birşey yoktur. Cimriler, sâlih dahi olsalar onlar için de
buğzdan başka birşey yoktur'.
İbn Mu'tez dedi ki: 'İnsanların malca en cimrisi, şerefçe en cömerdidir'. Yani
malına kıymaması, şerefine saldırılmasına vesile olur!
Yahya b. Zekeriyya (a.s) İblis'i gerçek şeklinde gördü. Yahya (a.s) ona dedi
ki: 'Ey İblis! Sence insanların en sevimlisi ve en sevimsizi kimdir?' İblis
şöyle dedi: İnsanların bence en sevimlisi cimri müslümanlardır ve insanların
bence en sevimsizi cömert fâsıktır. Çünkü cimrinin cimriliği benim vazifemi
görmüştür. Cömert fâsık ise, korkarım ki Allah onu cömertliği ânında kabul
eder!' İblis bu sözleri söyledikten sonra Yahya'ya (a.s) sırtını çevirerek
gitti ve şöyle dedi: 'Eğer sen Yahya olmasaydın sana bunları söylemezdim!'
______________________
100)Ebu Dâvud, Nesâî
101)Hâkim
102)İmam Ahmed, Tirmizî
103)İlim bölümünde geçmişti.
104)Tirmizî, Nesâî
105)Müslim, Buhârî
106)Tirmizî
107)Buhârî
108)Hâkim
109)Ebu Dâvud
110)Ebu Yâ'lâ, Beyhâkî
111)Buhârî
112)Müslim
113)İmam Ahmed, Ebu Yâ'lâ, Bezzar
114)Deylemî
115)Daha önce geçmişti.
116)Adı Cedd b. Kays b. Sâhir b. Hansâ b. Sinan b. Ubeyd b. Adîy b. Ganem
b.Kâ'b b. Seleme'dir. Ensardandır.
117)Hâkim
118)Adı Bişr b. Berâ b. Ma'rur b. Sahr b. Hansâ b. Sinan'dır. Cedd'in
amcazadesidir.
119)Deylemî
120)Tirmizî
121)Nesâî
122)Irâkî, bu ibare ile görmediğini söylemektedir.
123)Tirmizî
124)Adı Amr b. Bahr'dır. Basralıdır. Künyesi Ebu Osman'dır. Mu'tezile'nin
ileri gelenlerindendir. H. 355'de vefat etmiştir.
125)Dilin Âfetleri bölümünde geçmişti.
*Cimriliğin Tedavisi
Cimriliğin sebebi mal sevgisidir. Mal sevgisinin de iki sebebi vardır.
Bir
Onlardan biri, uzun emelle beraber ancak mal ile elde edilen şeyleri sevmektir.
İnsanoğlu birgün sonra öleceğini bilse çoğu zaman malıyla cimrilik yapmaz.
Çünkü birgün veya bir ay veya bir sene muhtaç olacağı miktar yakındır. Eğer
kısa emelli olmasına rağmen çocukları varsa, çocuklar uzun emelin yerine kaim
olur.Çünkü kişi onların geride kalacaklarını, kendi nefsinin kalacağı gibi
takdir eder, onlar için mal toplar ve bunun için de Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur.
Çocuk, cimriliğe, korkaklığa ve cehalete teşvik edici bir sebeptir.132
Buna 'fakirlik korkusu', 'rızkın gelmesine az güvenmek' de eklendiği zaman
şüphesiz ki cimrilik daha da güçlenir.
İki
İkinci sebep, malın bizzat kendisini sevmesidir; zira insanların bir kısmı
vardır ki ömrünün geri kalan kısmında kendisine yetecek kadar malı vardır. Eğer
normal infak etse bile geride binlerce dirhemi kalacaktır. Kendisi çocuksuz bir
ihtiyar olduğu halde beraberinde birçok mal vardır. Fakat nefsi, zekâtı vermeye
bile tahammül etmemektedir. Hastalık anında kendisini tedavi etmeye razı
olmamaktadır! Dinarların dostu ve aşığı olmuştur. Elinde dinarların olmasından
vc onlara muktedir olmasından zevk alır. Onları toprak altında saklar. Bilir ki
öldüğü zaman onlar ya toprağın altında zâyi olacaktır veya düşmanlarının eline
geçecektir. Buna rağmen nefsi bir türlü bir lokma yemesine veya sadaka vermeye
dahi razı olmaz. Bu, kalbin büyük bir hastalığıdır. Tedavisi zordur. Hele
ihtiyarlık zamanında bu müzmin bir hastalıktır. Tedavi edilmesi umulmaz. Bunun
sahibinin misâli, bir şahsa aşık olan ve o şahıstan gelen elçiyi seven, sonra
aşık olduğu şahsı unutan, elçi ile meşgul olan bir kimsenin misâline benzer.
Çünkü dinarlar (paralar) elçidir. İnsanların ihtiyaçlarını giderir ve bunun
için de sevimli olur; zira lezzetli birşeye götüren de lezzetli olur. Sonra
paralar vasıtasıyla elde edilen ihtiyaçlar unutulur. Paralar kişinin yanında
sanki kendilerinde bulunan bir marifetten dolayı sevgili olur. Bu ise dalâletin
son noktasıdır. Hatta para ile taş arasında fark gören bir kimse cahildir.
Ancak para ile ihtiyaç yerine getirilir. İşte farkı bu kadardır. Bu bakımdan
ihtiyaçtan fazla olanı taş mesabesindedir. İşte mal sevgisinin sebepleri
bunlardır.
Her hastalığın tedavisi ancak onun sebebinin zıddı iledir. Bu bakımdan şehvet
sevgisini, aza kanâat etmekle ve sabırla tedavi etmelisin. Çünkü uzun emeli,
ölümü çok hatırlamakla, akran ve emsâlinin ölümüne bakmakla tedavi edersin. Mal
toplamak sevgisini, mal toplayanların yorgunluklarına ve onlardan sonra malın
zâyi olmasına bakmakla tedavi edebilirsin.
Kalbin çocuğa karşı duyduğu aşırı ilgiyi şu şekilde tedavi edebilirsin: Çocuğun
yaradanı, onunla beraber rızkını da yaratmıştır. Nice çocuklar vardır ki
babasından kendilerine miras kalmamıştır. Oysa babasından miras alanların
halinden, onun hali daha iyidir. Malı çocuğu için topladığını ve çocuğunu
hayırlı bir durumda bırakıp kendisinin şerre gideceğini bilmekle tedavi
edebilir. Evladı eğer muttakî, salih bir kimse ise, Allah ona kâfidir. Eğer
fâsık ise bıraktığı o mal ile günahları daha da artar. İşlediği günahların
felâketi de kendisine döner düşüncesiyle tedavi olur.
Kalbini, cimrilik hakkında ve cömertliğin övülmesi hususunda vârid olan
hadîsleri ve cimrilikten dolayı Allah'ın büyük azabını düşünmek suretiyle
tedavi etmelisin.
Fayda verici tedavi formüllerinden biri de cimrilerin durumlarını çokça
düşünmek, tabiatın onlardan nefret ettiğini ve çirkin gördüğünü çokça
düşünmektir; zira hiçbir cimri yoktur ki başkasında olan cimriliği çirkin
görmesin ve cimri olan arkadaşlarının cimriliğinden rahatsız olmasın. Bu
bakımdan kendisinin de halkın kalbinde çirkin sayıldığını bilmelidir. Nitekim
diğer cimrileri de kendisi böyle telâkki eder. Yine kalbini malın maksadlarını,
niçin yaratıldığını, malın sadece ihtiyaç miktarının korunması gerektiğini,
fazlasını infak etmekle âhiret için azık hazırladığını düşünmekle tedavi eder.
İşte mârifet ve ilim yönünden gelen tedavi formülleri bunlardır. Bu bakımdan
kişi, basiret nûruyla malı vermenin, gerek dünyada ve gerek ahirette,
vermemekten daha hayırlı olduğunu bildiği zaman, eğer aklı varsa vermeye rağbet
eder. Eğer şehveti hayır hususunda harekete geçerse, derhal ilk hatıra gelene
icabet etmelidir. Çünkü şeytan, kendisini durmadan fakirlikle korkutur ve
cömertlikten menetmeye çalışır.
Hikâye olunuyor ki, Ebu Hasan el-Buşencî133 birgün helâda bulunuyordu. Bu
esnada talebesini çağırdı ve dedi ki:
-İç gömleğimi çıkar, filân adama ver!'
-Helâdan çıkıncaya kadar sabredemedin mi?
-Nefsimin caymasından emin değilim. Helâda iken kalbime geldi. Helâdan
çıkıncaya kadar nefsimin fikir değiştireceğinden emin olmadığımdan dolayı böyle
yaptım.
Cimrilik sıfatı zorla vermeye kendisini alıştırmakla ortadan kalkar. Tıpkı
aşkın, ancak mâşukun memleketinden ayrılmakla ortadan kalktığı gibi... Hatta
kişi sefere çıkar, mâşukundan ayrılırsa ve bir müddet de onsuz tahammül etmeye
kendisini zorlarsa, kalbi artık onsuz durmaya alışır. Cimrilik hastalığını
tedavi etmek isteyen bir kimsenin de vermek suretiyle maldan zorla ayrılması
uygundur. Hatta malı suya atması bile malı severek elinde bulundurmaktan daha
hayırlıdır.
Bu hususta çıkar yolun inceliklerinden biri de nefsini güzel isim yapmak,
cömertlikle şöhret bulmakla aldatmasıdır. Nefsi, cömertliğin haşmetine tamah
edinceye kadar riya kasdıyla vermelidir. Böylece nefsinden cimriliğin çirkefini
uzaklaştırır, onunla riya çirkefini elde etmiş olur. Fakat bunu yaptıktan sonra
riyaya yönelir, riyayı ilacıyla ortadan kaldırmaya çalışır. Bu bakımdan isim
yapmak hevesi, nefsi maldan kesme anında nefis için teselli gibi olur. Nitekim
çocuğun, annesinin sütünden kesildiği anda kuş ve benzeri şeylerle oynamakla
teselli olduğu gibi... Çocuğun bunlarla oynaması, çocuğu oyunla başbaşa
bırakmak için değildir. Annesinin memesinden ayrılsın diye bu imkân kendisine
verilir. Sonra bu imkândan da bir kısmını diğerine musallat kılmak uygundur.
Nitekim şehveti öfkeye musallat kılınır. Şehvetin hamakatı onunla kırılır.
Ancak bu usûl, kendisinde mertebe ve riya sevgisi, cimrilik sevgisinden daha az
olan kimse için faydalıdır. Böylece en kuvvetlisi en zayıf ile değiştirilir.
Eğer rütbe onun nezdinde mal kadar sevimli ise o vakit cimriliği bırakıp ona
yapışmakta hiçbir fayda yoktur. Çünkü bir hastalıktan yakayı sıyırır ve diğer
hastalığa onun bir mislini daha eklemiş olur. Bunun alâmeti, riya için vermenin
kendisine ağır gelmemesidir. Böylece bilinir ki riya kendisinde daha galiptir.
Eğer vermek, riya ile beraber nefse ağır geliyorsa, bu takdirde vermek
uygundur. Bu ağır gelme delâlet eder ki cimrilik hastalığı kalpte riyadan daha
ağır basar. Bu sıfatların birinin diğerini ortadan kaldırmasının misâli, tıpkı
şu denilen söze benziyor: 'Ölünün bütün bedeni kurtlanır. Sonra da o kurtlar
sayıları azalıncaya kadar birbirini yerler. (Yani iki büyük kurda dönüşünceye
kadar birbirlerini yerler). Sonra o iki kurt birbirini yeyinceye kadar dövüşür.
Galip mağlubu yer, semizleşir. Sonra tek başına kalır ve ölüme mahkûm olur!'
İşte bu çirkin sıfatlar da böyledir. Bazılarını bazılarına musallat etmek, onun
kökünü kazımak, kuvvet bakımından zayıf olanı, kuvvetliye yem yapmak mümkündür.
Ta ki bir tanesi kalıncaya kadar... Onu da mücahede ile eritip ortadan
kaldırmalıdır. Onunla mücahede etmek, ondan gıdasını menetmek demektir.
Sıfatlardan gıdayı menetmek demek, onların isteklerine göre amel etmemek
demektir.
Diğer sıfatlar, şüphesiz birtakım ameller isterler. Ne zaman onlara aykırı
hareket edilirse, onlar sönerler ve ölürler. Meselâ cimrilik, malı sarfetmemeyi
ister. Onun isteğine karşı çıkıp zaman zaman mal verildiği takdirde cimrilik
sıfatı ölür. Cömertlik, insana tabiat olur, vermek için çekilen zorluklar
ortadan kalkar; zira cimriliğin tedavisi ilim ve amelledir. Burada ilim,
cimrilik âfetinin bilinmesine, cömertliğin faydasına dönüşür. Fakat cimrilik
bazen gözü kör, kulağı sağır edercesine kuvvetli olur. Dolayısıyla bu husustaki
mârifetin tahakkukuna mâni olur. Mârifet tahakkuk etmediği takdirde rağbet ve
istek harekete geçmez. Dolayısıyla çalışmak da kolay olmaz, illet müzmin olarak
kalır. Tıpkı ilacın bilinmesine ve kullanma imkânına mâni olan hastalık gibi...
Zira böyle bir hastalıkta ölünceye kadar sabretmekten başka çare kalmaz.
Tasavvuf şeyhlerinin bazılarının âdeti, müridlerdeki cimriliği tedavi etmek
hususunda, şuydu: Onlara mahsus olan zaviyelerden onları menederdi. Bir müridin
zaviyesiyle ve zaviyenin içerisinde bulunan şeylerle sevindiğini hissettiği zaman,
onu başka bir zaviyeye, başka bir zaviyeyi de oraya nakleder ve onun elinden
bütün mülk edindiklerim alırdı. Yeni bir elbiseye iltifat ettiğini gördüğü veya
bir seccade ile sevindiğini hissettiği zaman derhal onu başkasına vermesini
emrederdi. Ona eski bir elbise giydirirdi. Öyle bir elbise ki müridin kalbi o
elbiseye meyletmezdi.İşte kalp bu yolla dünya mallarından uzaklaşırdı. Bu
bakımdan bu yolda gitmeyen bir kimse dünya ile yakınlık kurup dünyayı sever.
Eğer kişinin bin türlü malı varsa bin tane sevgilisi var demektir. Bunun için
de onlardan biri çalındığı zaman, onu sevdiği kadar, üzüntüye mâruz kalır.
Öldüğü zaman bir defada onun üzerine bin musibet iner. Çünkü hepsini severdi ve
hepsi kendisinden alınmıştır! Hayattayken de onları kaybetmek ve onların
elinden çıkması tehlikesiyle karşı karşıya idi.
Padişahlardan birine Firuzeç denilen maddeden yapılmış, cevherlerle süslenmiş
bir tabak hediye edildi ki onun benzeri görülmemişti. Padişah buna pek sevindi.
Yanındaki hükemadan birine şöyle sordu:
-Bunu nasıl görüyorsunuz?
-Onu bir musibet ve fakirlik olarak görüyorum!
-Nasıl olur?
-Eğer kırılırsa reddedilemeyecek bir musibet olur. Eğer çalınırsa ona muhtaç
olur ve benzerini de bulamazsın. Oysa bu sana gelmeden önce sen hem musibetten,
hem de buna muhtaç
olmaktan emindin.
Sonra günün birinde tabak kırıldı veya çalındı. Padişaha bu musibet pek ağır
geldi ve dedi ki: 'Hakîm doğru söyledi! Keşke o tabak başta bize hediye
edilmeseydi!'
Dünya sebeplerinin hepsinin durumu budur. Çünkü dünya Allah düşmanlarının
düşmanıdır. Onları cehenneme sevkeder. Allah dostlarına da düşmandır. Kendisine
karşı sabretmekle onları üzer. Allah'ın da düşmanıdır. Çünkü Allah'a giden yolu
kullarının yüzüne kapatır. Kendi kendisinin de düşmanıdır. Çünkü nefsini kıtır
kıtır yer; zira mallar ancak hazinelerde nöbetçilerle korunur. Hazine vc
nöbetçiler ise, ancak mal ile; dirhem ve dinarı vermek suretiyle edinilir. Bu
bakımdan mal, nefsini yer, zatına ters düşer. Sonunda yok olup gider. Malın
âfetini ve tehlikesini bilen bir kimse onunla ünsiyet edip sevinmez! Aksine
zarurî ihtiyacı kadar ondan alır. İhtiyaç kadarıyla kanaat eden bir kimse cimri
olmaz. Çünkü ihtiyacı olanı vermemesi cimrilik değildir. Muhtaç olmadığı
miktarı korumakla nefsini yormaz. Bu bakımdan onu sarfeder. Hatta o, nehrin
suyu gibidir; zira nehrin suyu hakkında hiç kimse cimrilik etmez. Çünkü halk,
ihtiyaçları kadarıyla kanaat eder!
________________
132) İbn Mâce
133) Adı Ebu Hasan Ali b. Ahmed b. Sehl'dir. H. 318'de vefat etmiştir.
*Cimrilik Hakkında Hikâyeler
Basra'da zengin ve cimri bir kişi vardı. Komşularından biri kendisini davet
etti. Kendisine yumurtalı kıyma takdim etti. O yumurtalı kıymadan fazlasıyla
yedi. Bir taraftan yiyor, bir taraftan su içiyordu. Sonunda karnı şişti. Bundan
dolayı üzerine bir ağırlık çöktü ve kıvranmaya başladı. Son raddeye vardığı
zaman durumunu doktora söyledi. Doktor 'Önemli değil, yediğini kusmak suretiyle
çıkar, kurtulursun!' dedi. Adam 'Yumurtalı kıymayı kusmak suretiyle nasıl
çıkarayım? Ölürüm daha iyi' dedi.
Bir bedevi birini aramaya geldi. Aranan kişinin önünde incir vardı. Bedeviyi
görünce inciri abasıyla örttü. Bedevi oturdu, adam bedeviye şöyle dedi:
-Sen Kur'an'dan birşey biliyor musun?
-Evet!Sonra 'Ve'z-zeytûni ve tûr-i sînîn...' diye Tin sûresini okumaya başladı.
Bunun üzerine kişi bedeviye dedi ki:
-Hani surenin başındaki Vettîni kelimesi?
-(Latifeyle) Tin (incir) senin abanın altındadır.
Zatın biri bir arkadaşını davet etti ve ona birşey. yedirmedi. Onu ikindi
zamanına kadar evde bekletti. Adam iyice acıktı. Neredeyse delirecekti. Bunun
üzerine ev sahibi ud'u eline aldı ve ona dedi ki: 'Hayatımla sana yemin
verdiriyorum, sen hangi makamı seviyorsan ben o makamda çalayım!' Adam cevap
olarak 'Kavrayan etin sesini istiyorum!' dedi.
Hikâye olunuyor ki, Muhammed b. Yahya b. Halid el-Bermekî126 cimri, hem de kötü
bir cimriydi. Bunun üzerine onun bu halini bilen ve arası iyi olan bir
arkadaşından durumu soruldu. Ona biri 'Onun sofrasını bana anlat' deyince,
arkadaşı 'Onun sofrası bir kulaç çapındadır. Onun tabakları haşhaşın
tanelerinden delinmiştir!' dedi. Denildi ki:
- O sofraya kim gelip hazır bulunuyor?
- Kiramen kâtibin melekleri!
-O halde onunla beraber kimse yemek yemiyor mu?
-Evet! Sinekler beraber yiyorlar!
-Sen onun en yakın adamı olduğun halde senin avretin görünüyor, elbisen de
yırtık!
-Allah'a kasem ederim, ben elbisemi dikmek için bir iğneye bile sahip değilim.
Muhammed'in elinde Bağdad'dan Nevbe'ye kadar uzanan bir ev olsa, o ev iğnelerle
tıka basa dolu olsa, Cebrâil ile
Mîkâil (a.s) beraberlerinde Yakub peygamber olduğu halde gelse,Muhammed'den
Aziz'in hanımının yırttığı Yusuf'un (a.s)gömleğini dikmek için ödünç bir iğne
isteseler yine vermez!
Denildi ki, Mervan b. Ebu Hafsa, cimriliğinden et yemiyordu. Ta ki, fazlasıyla
iştahı çekinceye kadar... Fazlasıyla iştahı çektiği zaman hizmetçisini
gönderir, bir baş aldırır, baş yerdi. Kendisine denildi ki:
-Ne oluyor? Yaz kış daima baş yediğini görüyoruz? Neden böyle yapıyorsun?
-Ben başın fiyatını biliyorum. Hizmetçinin bana ihanet edeceğinden eminim. Başta
beni kandırmaya gücü yetmiyor ve bir de baş, hizmetçinin pişirip de ondan
yiyeceği birşey değildir. Çünkü eğer hizmetçi bir gözüne, veya kulağına veya
yanağına dokunsa derhal anlarım. Bir de baştan birkaç çeşit et yiyorum. Gözü
bir çeşit, kulağı diğer bir çeşit, dili bir çeşit. Hulkumu bir çeşit, beyni
başka bir çeşit! Bütün bunlarla beraber pişirmek masrafından da kurtulmuş
oluyorum. İşte benim için başta bu kadar faydalar vardır. Bundan dolayı baş
yiyorum.
Birgün bu zat Halife Mehdî'nin huzuruna gitmek üzere çıktı. Aile efradından bir
kadın kendisine dedi ki: 'Eğer sen halifeden caize ve hediye alıp da dönersen
bana ne vereceksin?' Cevap olarak dedi ki: 'Eğer bana yüz bin dirhem verilirse
sana bir dirhem vereceğim!' Kendisine altmış bin dirhem verilince gelip o
kadına dört danik verdi (tam bir dirhem vermedi). Bir ara bir dirhemle et aldı.
O gün bir dostu kendisini evine davet edince, eti götürüp ka-saba bir danik
eksiğine geri verdi ve dedi ki: 'Ben israftan hoşlanmam!'
A'meş'in bir komşusu vardı. Bu komşusu daima A'meş'e evine gitmeyi, orada bir
parça ekmek ile tuz yemeyi teklif ediyordu. A'meş de gitmiyordu. Birgün yine
aynı teklifi yaptı. O gün de A'meş'in açlığına denk geldi ve haydi gidelim
dedi. A'meş adamın evine gitti. Adam A'meş'e ekmek ile tuz ikram etti. O esnada
bir di-lenci geldi. Ev sahibi dilenciye 'Allah versin' dedi. Buna rağmen
dilenci tekrar istedi. Ev sahibi tekrar 'Allah versin' dedi. Dilenci üçüncü
defa isteyince 'Git! Aksi takdirde Allah'a yemin ederim sopa ile gelirim' dedi.
Râvi der ki: A'meş dilenciyi çağırdı ve 'Git! Allah'a yemin ederim, ben bu
adamdan daha fazla sözünü tutan bir kimseyi görmedim. O, uzun bir zamandan beri
beni bir parça tuz ekmek yemeye davet ediyordu. Allah'a yemin ederim ondan
başkasını bana ikram etmedi!' diye ikazda bulundu.
________________
26) Hâlid b. Bermekî ateşperestti. Sonra müslüman oldu. Oğlu Ebu Ali Yahya
zengin idi. Sonra Abbasilerin veziri oldu.
*Cömertliğin Fazileti
Mal yok ise bu durumda kul için en uygun hareket, kanaat etmek ve az hırslı
olmaktır. Eğer mal varsa bu takdirde kulun en uygun hali, başkasını nefsine
tercih etmek, cömertlik ve iyilik yapmak ve cimrilikten uzaklaşmaktır. Çünkü
cömertlik, peygamberlerin (a.s) ahlâkındandır. Cömertlik kurtuluş esaslarından
biridir.
Hadîsler
Cömertlik, cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Onun dalları yere sarkıtılmıştır.
Bu bakımdan onun dallarından birine yapışan bir kimseyi o dal cennete doğru
götürür.52
Câbir Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cebrâil, Allah Teâlâ'nın şöyle dediğini söyledi: Muhakkak bu (islâm dini) öyle
bir dindir ki nefsim için ona razı oldum. O dini ancak cömertlik ve güzel ahlâk
ıslah eder. Bu bakımdan siz bu iki hasletle gücünüz yettiği kadar o dine
ikramda bulunun, dini güzelleştirin.53
O dine bu iki hasletle -onunla arkadaşlık yaptığınız müddetçe- ikramda bulunun.
Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ, bir veliyi kendisi için yarattığı zaman güzel ahlâk ve cömertlik
üzere yaratır.54
Câbir (r.a) der ki: Hz. Peygamber'i 'Ey Allah'ın Rasûlü! Amellerin hangisi daha
faziletlidir?' diye soruldu. Cevap olarak şöyle buyurdu: 'Sabır ve cömertlik'55
Abdullah b. Amr Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
İki ahlâk vardır ki, Allah onları sever. İki huy da vardır ki Allah onlardan
nefret eder. Allah'ın sevdiği iki ahlâka gelince, birincisi güzel ahlâk,
ikincisi cömertliktir. Allah'ın buğzettiği iki ahlâk ise, birisi kötü ahlâk,
ikincisi cimriliktir. Allah Teâlâ bir kuluna hayrı murad ederse onu insanların
ihtiyaçlarını yerine getirmekte kullanır.56
Mikdam b. Şureyh57 babasından, o da babasından rivayet ederek şöyle diyor:
"Hz. Peygamber'e 'Beni cennete götürecek bir amele muttali kıl!' deyince,
cevap olarak 'Muhakkak ki yemek yedirmek, selâmı yaymak ve güzel konuşmak
mağfireti gerektiren hasletlerdendir' buyurdu".58
Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu riva-yet eder:
Cömertlik, cennette bulunan bir ağaçtır. Cömert olan bir kimse, o ağacın bir
dalına yapışmıştır. O dal onu cennete sokuncaya kadar bırakmaz! Cimrilik ateşte
biten bir ağaçtır. Cimri olan bir kimse onun dallarından birine tutunmuştur. O
dal onu cehenneme sokuncaya kadar bırakmaz.59
Ebu Said el-Hudrî Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır. Fazileti, kullarımın şefkatlilerinde arayın ki
onların sayesinde yaşayın! Çünkü ben rahmetimi onların kalbine koydum! Şefkati,
kalpleri katı olanlardan istemeyin. Çünkü ben onların kalplerine öfkemi
koydum.60
İbn Abbas Hz. Peygamber'in (s,a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cömert bir kimsenin günahından vazgeçin! Çünkü Allah Teâlâ bile, o cömert kulu
kaydıkça onun elinden tutar.61
Rızık yemek yedirene devenin gırtlağına saplanan bıçaktan daha süratle varır.
Allah Teâlâ, yemek yedirenle meleklerine karşı öğünür.62
Allah cömerttir, cömerdi sever. Güzel ahlâkı sever. Düşük ahlâktan nefret
eder.63
Enes (r.a) der ki, Hz. Peygamber (s.a) müslüman olmak muka-bilinde herhangi
birşey kendisinden istenirse veriyordu. Bir kişi kendisine geldi ve bir şeyler
istedi. Bunun üzerine zekât koyunlarından iki dağın arasını dolduracak kadar
koyun verilmesini emretti. Bunun üzerine adam kavmine döndü ve dedi ki: 'Ey
kavmim! Müslüman olunuz! Çünkü Muhammed, fakirlikten korkmayan bir kimsenin
verdiği gibi veriyor!'64
Allah Teâlâ birçok kullarına, kulların faydası için servet ihsan eder. Bu
bakımdan kim cimrilik yapar, o faydaları kullara göstermezse Allah Teâlâ
serveti ondan alır, başkasına devreder!65
El-Hilâlî'den06 şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber'in huzuruna Benî Anber67
esirleri getirildi. Onların öldürülmesini emretti. Ancak onlardan bir kişiyi
ayırdı. Bunun üzerine Hz. Ali dedi ki: 'Allah birdir, din birdir, günah birdir.
O halde bu kişiyi onların arasından neden ayırdın?' Cevap olarak Hz. Peygamber
şöyle buyurdu:
Cebrâil (a.s) bana vahiy getirerek şöyle dedi: 'Bunları öldür! Fakat bunu
öldürme! Çünkü Allah, bu kişide bulunan cömertlikten dolayı bir teşekkür olsun
diye onu affetti'.68
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Muhakkak herşeyin bir meyvesi vardır. İyiliğin meyvesi de iyilik yapılanı
bekletmemek ve hemen ihtiyacını görmektir.69
İbn Ömer Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cömerdin yemeği deva, cimrinin yemeği hastalıktır.70
Allah'ın nimeti kimin katında büyümüşse, halkın nafakası da onun üzerinde
büyümüştür.71
Bu bakımdan o nafaka ve zahmeti yüklenmeyen bir kimse kendisine verilen o
nimeti zevale maruz bırakmıştır.
Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Ateşin kendisini yemediği şeyden çok edinin'.
Kendisine o şeyin ne olduğu soruldu. Cevap olarak İyilik yapmaktır!' dedi.
Hz. Âişe Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle dediğini rivayet eder:
Cennet cömertlerin evidir.72
Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cömert bir kimse Allah'a yakındır. İnsana yakındır. Cennete yakın ve
cehennemden uzaktır. Cimri bir kimse de hem Allah'tan, hem insandan, hem de
cennetten uzak ve cehenneme de yakındır. Câhil bir cömert, Allah katında cimri
bir âlimden daha sevimlidir. Hastalığın hastalığı cimriliktir.73
İyilik ehli bir kimseye de, iyilik ehli olmayana da iyilik yap! Eğer ehline
tesadüf ederse ne âlâ! Eğer ehline tesadüf etmezse muhakkak sen iyilik
ehlindesin.74
Muhakkak ki ümmetimin halis kullarından bir grup, cennete namazla, oruçla
girmiş değildirler. Fakat cennete nefislerinin cömertliği, gönüllerinin
selâmeti ve müslümanlar için yapmış oldukları nasihattan dolayı girmişlerdir.75
Ebu Sâid el-Hudrî Hz, Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Allah (c.c) iyilik için mahlukatından bir grubu hazırlayıp yaratmıştır. Onlara
iyiliği ve iyilik yapmayı sevdirmiştir. İyiliği arayanları onlara yöneltmiş,
vermeyi onlara kolaylaştırmıştır. Tıpkı kurak bir memlekete yağmur gönder mek
sûretiyle o memleketi ve o memleketin halkını dirilttiği gibi..76
Her iyilik sadakadır. Kişinin, kendi nefsine, aile fertlerine infak ettiği
herşey kişi için sadaka sayılır. Kişinin, kendisiyle şerefini koruduğu şey,
kişi için sadakadır. Kişinin infak ettiği nafakanın yerini doldurmak Allah'a
düşer.77
Her iyilik sadakadır. Hayra delâlet eden (önderlik yapan) hayır yapan gibidir.
Allah Teâlâ, mahzun ve sıkıntıda olan kimsenin yardımına koşmayı sever.78
Zengine veya fakire yaptığın her iyilik sadakadır.79
Rivayet ediliyor ki, Allah Teâlâ Hz. Musa'ya vahiy göndererek 'Sâmirî'yi80
öldürme! Çünkü o cömerttir!' dedi.
Cabir der ki, Hz. Peygamber (s.a), Kays b. Sa'd b. Ubade kumandasında bir
birlik gönderdi. Bunlar cihad ettiler. Kays onlara dokuz tane binilen deve
kesti. Onlar Medine'ye gelince bu hâdiseyi Hz. Peygamber'e naklettiler. Bunun
üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Muhakkak ki cömertlik o ailenin ahlâkındandır.81
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
Hz. Ali şöyle demiştir; 'Dünya sana yöneldiği zaman ondan infak et! Çünkü o,
infak etmekle yok olmaz. Dünya senden uzaklaştığı zaman ondan infak et! Çünkü o
senin elinde kalmaz'.
Sonra Hz. Ali şu şiiri okudu: Dünya sana yöneldiği halde onu vermekle cimrilik
yapma! Çünkü onu israf ve tebzir eksiltmez! Eğer dünya sana arka çevirirse, o
zaman onunla cömertlik yapman daha uygun olur. Çünkü ondan dolayı övülmek, o
insana sırt çevirdiği zaman onun halefi olup yerine geçer.
Muaviye, Hz. Hasan b. Ali'den mürevvet, necdet ve kerem'in mânâsını sordu.
Hasan (r.a) şöyle cevap verdi: 'Mürevvet, kişinin dinini muhafaza etmesi,
nefsini sakındırması, misafirine karşı vazifesini güzelce yapması, nefsin kerih
saydığı şeyde güzel bir tarzda ilerlemesi demektir. Necdet'e gelince, komşuyu
korumak, tehlikeli yerlerde sabır göstermek demektir. Kereme gelince,
istenmeden iyilik yapmak, yerinde (kıtlıkta) yedirmek, isteyene vermekle
beraber şefkat göstermek demektir'.
Bir kişi, Hz. Ali'nin oğlu Hasan'a bir kâğıt uzattı. Hz. Hasan kâğıdı okumadan
önce ona 'Senin ihtiyacın görülmüştür!' dedi. Bunun üzerine Hz. Hasan'a denildi
ki: 'Ey Rasûlullah'ın torunu! Keşke onun kâğıdına baksaydın! Sonra kâğıttaki
miktara göre cevap verseydin!' Hz. Hasan şöyle dedi: 'Onun huzurumdaki
duruşunun zilletinden dolayı kâğıdı okuyuncaya kadar bekletirsem Allah Teâlâ
benden sual sorar'.
Muhammed b. Sebih b. Semmet el-Bağdâdî şöyle demiştir: 'Köleleri malıyla satın
alıp, hür kimseleri iyiliğiyle satın almayan bir kimsenin aklına şaşarım'.
Bedevilere 'Sizin efendiniz kim?' diye soruldu. Cevap olarak 'Kim bizim
küfretmemize katlanır, dilencimize verir, câhilimize göz yumarsa odur' dediler.
Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelâbidin (r.a) şöyle demiştir: 'Kim malını
isteyenlere vermeye niyetleniyorsa o kimse cömert sayılmaz. Cömert o kimsedir
ki Allah'a ibâdet edenlerden ve Allah'ın hukukundan başlar. Buna karşılık
teşekkür bile beklemez! Çünkü onun Allah'ın sevabına olan yakîni tam ve
eksiksizdir'.
Hasan Basrî'ye denildi ki:
-Cömertlik nedir?
-Malınla Allah yolunda cömertlik yapman!
-Hazım nedir?
-Allah yolunda malını israftan menetmek!
-İsraf nedir?
-Riyaset sevgisi için malı infak etmek!
Câfer-i Sâdık (r.a) şöyle demiştir: 'Akıldan daha iyi bir mal, ce haletten daha
büyük bir musibet ve müşavere gibi bir dayanak nok-tası yoktur!' Allah Teâlâ
şöyle buyurmaktadır:
Muhakkak ki ben cevvad ve kerîmim. Alçak bir kimse be-nimle komşuluk yapamaz.
Alçaklık küfürdendir. Küfür ehli ise ateştedir. Cevvadlık ve kerem imandandır,
iman ehli ise cennettedir.
Huzeyfe (r.a) şöyle demiştir: 'Dini hususunda nice fâcir vardır ki maişetinde
cömerttir, cennete de cömertliğinden dolayı girer!'
Rivayet ediliyor ki; Ahmed b. Kays bir kişiyi elinde bir dirhem olduğu halde
gördü ve şöyle sordu: 'Bu dirhem kimindir?' Kişi 'Benimdir!' dedi. Bunun
üzerine Ahmed dedi ki: 'Senin elinden çıkmadıkça senin değildir!' Bu mânâda
şöyle denilmiştir: 'Malı elinde tuttuğun zaman sen onun hizmetçisisin. Onu
infak ettiğin zaman, mal senin hizmetçindir'.
Vâsıl b. Ata'ya gazzal denilmiştir. Çünkü Vâsıl, iplik eğirenlerin yanında ve
çarşılarda otururdu. Birşey almak isteyen zayıf bir kadın gördüğü zaman ona
birşey verirdi.
Abdülmelik b. Said el-Esmâî şöyle anlatıyor: Hz. Hasan, Hz. Hüseyin'e bir
mektup yazarak şairlere verdiği maldan dolayı kendisini kınadı. Hz. Hüseyin,
ağabeyine cevap olarak şöyle yazdı: 'Malın en hayırlısı odur ki onunla insan
şerefini korur!'
Süfyan b. Uyeyne'ye 'Cömertlik nedir?' diye soruldu. Cevap ola-rak şöyle dedi:
'Arkadaşlara iyilik yapmak ve mal ile cömertlik etmek demektir'.
Dedi ki: 'Benim babam elli bin dirhem veraset elde etti. Onu keseler halinde
arkadaşlarına gönderdi ve dedi ki: Ben Allah Teâlâ'dan arkadaşlarım için
namazımda cennet istiyordum. O halde nasıl olur da kendilerine cennet istediğim
kimselere karşı cimrilik yapabilirim'.
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Mevcut olan malın verilmesi cömertliğin son
zirvesidir'. Hukemânın birine 'Senin nezdinde insanların en sevimlisi kimdir?'
diye soruldu. Cevap olarak şöyle dedi: İyilikleri çok olan kimsedir!' 'Eğer
birşeyi yoksa?' denilince, cevap olarak şöyle dedi: 'O kimse ki onun yanında
iyiliklerin çok olur!'
Abdülâziz b. Mervan şöyle dedi: 'Kişi kendisine iyilik yapmam için bana imkân
verdiği zaman, bence bu imkândan dolayı onun yapmış olduğu iyilik, benim ona
yapmış olduğum iyiliğe eşittir'.
Mehdî82, Şeybe b. Şebîb'e83 'Halkı benim evimde nasıl gördün?' diye sordu.
Şebîb şöyle cevap verdi: 'Ey mü'minlerin emiri! Onların her biri ümitlenerek
giriyor, razı olarak çıkıyor!'
Bir kimse Abdullah b. Câfer'in yanında misal getirerek şöyle dedi: 'İyilik,
ancak onunla iyilik yolu elde edilirse iyilik olur. Bu bakımdan bir iyilik
yaptığın zaman o iyiliği Allah için veya akraban için yap veyahut bırak!5
Bunun üzerine Abdullah b. Câfer dedi ki: 'Bu okuduğun iki beyit halkı
cimrileştirir! Lakin iyiliği yağmur gibi yağdır! Eğer şerefli kimselere isabet
ederse onlar iyiliğin ehlidirler. Eğer alçak kimselere isabet ederse sen onun
ehli olursun!5
___________________________________
52)İbn Hibban, Zuafâ; İbn Adîy; Dârekutnî
53)Dârekutnî
54)Dârekutnî; İbn Cevzî, Mevzuat
55)Ebu Yâ'lâ; İbn Hibban, Zuafâ
56)Deylemî
57)Adı Mikdam b. Şureyh b. Hani b. Yezid el-Hârisî'dir. Kûfeli ve güvenilir bir
zattır.
58)Taberânî
59)Dârekutnî
60)İbn Hibban, Zuafâ; Harâitî, Taberânî
61)Taberânî
62)İbn Mâce
63)Harâitî, Mekârim'u1-Ahlâk
64)Müslim
65)Taberânî, Ebu Nuaym
66)Benî Hilâle mensuptur.
67)Temim'den bir boydur. Peygamberlik iddia eden meşhur kadın Seccah bu
kabiledendir.
68)Irâkî'ye göre aslına rastlanılmamıştır.
69)Irâkî'ye göre aslına rastlanılmamıştır.
70)İbn Adîy, Dârekutnî
71)İbn Adîy, İbn Hibban
72)İbn Adîy, Dârekutnî
73)Tirmizî
74)Dârekutnî
75)Dârekutnî
76)Dârekutnî
77)İbn Adiy, Dârekutnî, Harâitî, Beyhâkî
78Dârekutnî
79)Dârekutnî
80)İsrailoğulları'ndandır, kıssası Kur'an'da zikredilmiştir. Bu kimseye
mensup olan yahudiler Hz. Dâvud'un peygamberliğini inkar ederler. Ondan
sonraki peygamberleri de kabul etmezler. Hz. Musa'dan sonra peygamber
olmadığına inanırlar.
81)Dârekutnî
82)Adı Muhammed b. Abdullah b. Ali b. Abdullah b. Abbas'dır.
83)Adı Şebib b. Şeybe b. Abdullah et-Temimî el-Basrî'dir. Fesâhetinden ötürü
Hatib lakabını almıştır.
84)Bu hanım Hz. Âişe'nin azatlısıdır.
*Cömertlik Hakkında Hikâyeler
Muhammed b. Münkedir, Hz. Âişe'nin hizmetçisi Ümmü Durre84den rivayet ediyor:
Muaviye, Hz. Âişe'ye miktarı 180.000 dirhem olan bir malı iki çuvala doldurarak
gönderdi. Bunun üzerine Hz. Âişe bir tabak istedi, O tabak ile o malı, ihtiyaç
sahipleri-nin arasında taksim etti. Akşamladığı zaman cariyesine 'Benim iftar
yemeğimi getir!' dedi. Cariye kendisine ekmek ile zeytinyağı getirdi. Ümmü
Durre, Hz. Âişe'ye 'Bugün taksim ettiğin malın bir dirhemiyle bize iftar
etmemiz için biraz et alamaz mıydın?' dedi. Aişe validemiz ona cevap olarak
şöyle dedi: 'Eğer daha önce hatırlatsaydın alırdım!'
Eban b. Osman'dan85 şöyle rivayet ediliyor: Bir kişi Hz. Ubeydullah b. Abbas'ı
zarara sokmak istedi ve Kureyş'in eşrafına gelerek şöyle dedi: 'Ubeydullah sizi
bugün öğle yemeğine davet ediyor' Bunun üzerine Kureyş eşrafı Ubeydullah'a,
evini dolduracak kadar akın ettiler. Ubeydullah 'Ne oldu! Bu akının sebebi
nedir?' diye sorunca olay kendisine anlatıldı. Bunun üzerine Ubeydullah bir
taraftan meyve satın alınmasını emretti. Öbür taraftan da tirit yapılmasını ve
ekmek pişirilmesini emretti. Meyveler misafirlere takdim edildi. Misafirler
daha meyveleri bitirmeden sofralar kuruldu. Onlar doyasıya yediler. Ubeydullah
vekillerine 'Bu sofralar hergün bizde var mı?' dedi. Onlar 'Evet!' deyince,
Ubeydullah 'O halde bunlar hergün bizde öğle yemeği yesinler' dedi.
Mus'ab b. Zübeyr şöyle anlatıyor: Muaviye hacca geldi. Hacdan dönerken
Medine'den geçti. Bunun üzerine Hz. Hüseyin, Hz. Hasan'a 'Muaviye'yi karşılama
ve ona selâm verme!' diye tenbih etti. Muaviye Medine'den çıkınca Hz. Hasan
dedi ki: 'Bizim bir borcumuz vardır. Mutlaka onun ödenmesi için Muaviye'ye
gitmemiz gerekir' dedi ve bir hayvana binerek Muaviye'ye yetişti. Ona selâm
verdi. Borcunu haber verdi. Bu esnada Muaviye'nin yanından, yükü 80.000 dinar
olan bir deveyi geçirdiler. Deve yorulmuş, diğer develerden geri kalmıştı. Bir
grup insan deveyi sürüyordu. Muaviye 'Bu, ne devesidir?' diye sordu. Kendisine
hâdise anlatıldı. Bunun üzerine 'Deveyi yüküyle beraber Ebu Muhammed'e (Hz.
Hasan'a) verin!' dedi.
Vâkıd b. Muhammed el-Vâkıdî86 babasından şöyle rivayet ediyor: Babam, Halife
Me'mun'a, bir dilekçe takdim etmiş, borcunun çokluğundan ve borçlu kalmak
hususunda sabrının azaldığından bahsetmiş. Me'mun, arzuhalinin arkasına şunları
yazmış: "Sen öyle bir kişisin ki sende iki haslet birden vardır: 'Senin
elindeki serveti tüketen cömertliktir. Derdini bize anlatmaktan seni meneden
hayâ'dır. Ben sana 100.000 dirhem yerilmesini emrettim. Eğer ihtiyacına cevap
verecek miktarı tahsis etmişsem, elinin yaymasını fazlalaştır. Eğer verdiğim
ihtiyacını karşılamazsa, suçun sana aittir. Çünkü sen babam Harun Reşid'in
kadısı iken, bana Muhammed b. İshak'tan, o da Zührî'den, o da Enes'den, Hz.
Peygamber'in Zübeyr b. Avvam'a şöyle dediğini rivayet etmiştin: 'Ey Zübeyr!87
Bil ki kulların rızık anahtarları arşın karşısındadır. Allah Teâlâ her kulun
nafakası nisbetinde ona rızık gönderir. Bu bakımdan çok infak edene çok, az
infak edene az gönderir'.88 Sen benden daha iyi bilirsin!"
Vakıdî der ki: 'Allah'a yemin olsun. Me'mun'un, benimle bu hadîs-i şerifi
müzakere etmesi bana verilen 100.000 dirhemlik caizeden daha sevimli geldi
bana!'
Bir kişi Hasan b. Ali'den bir ihtiyacının giderilmesini diledi. Hz. Hasan şu
cevabı verdi: 'Ey kişi! Dilediğinin hakkı yanımda pek büyüktür. Sana gerekeni
biliyor olmam, benim için daha ağır oldu. Elim sana lâyık olanı vermekten
aciz... Allah için ne kadar verilirse azdır. Benim şu anda mülk ve tasarrufumda
bulunan mal, senin şükrünü ifa etmek için senindir. Eğer sen bu mümkün olanı
kabul eder, şu eziyetin yükünü benden kaldırır, gereken hakkından dolayı
gösterdiğin ihtimamdan beni kurtarırsan, sana bütün malımı veririm'. Bunun
üzerine kişi dedi ki: 'Ey Rasûlullah'ın torunu! Kabul eder ve atiyene karşı
teşekkür ederim. Kabul etmemek bana ağır gelir!'
Bunun üzerine Hz. Hasan vekilini çağırdı. Zarurî nafakalar hakkında vekille
hesaba girişti. Bütün zarurî nafakalarını ortaya koyduktan sonra vekile şu emri
verdi: 'Üçyüz bin dirhemden artanı getir!' Bunun üzerine vekil 50.000 dirhem
getirdi. Hz. Hasan vekile 'Beşyüz dinarı ne yaptın?' Vekil Yanımdadır!' dedi.
Hz. Hasan 'Onu da getir!' diye emir verdi. Hz. Hasan, hamalların ücretini
ödemek için abâsını da verdi. Bunun üzerine köleleri ve hizmetçileri Hz.
Hasan'a 'Allah'a yemin olsun! Bizim yanımızda bir dirhem dahi kalmadı' dediler.
Hz, Hasan 'Ümit ederim ki Allah katında bu benim için büyük bir ecir olur!'
dedi.
Basra'nın kurraları Basra valisi İbn Abbas'ın huzurunda toplanıp şöyle dediler:
'Bizim bir komşumuz var. Gündüzleri oruçlu, geceleri âbiddir. Her birimiz onun
gibi olmak istiyoruz. Bu kişi kızını kardeşinin oğluyla evlendirdi. Fakat
yeğeni fakirdir. Kızının çeyizini yapacak gücü yoktur. Onun için yardım et!'
Bu söz üzerine İbn Abbas kalktı. Ellerinden tutarak onları evine götürdü. Bir
sandık açtı. Sandıktan altı yığın (kese) para çıkardı. Onlara 'Bunları
götürün!' dedi. Onlar da parayı alıp götürdüler. Daha sonra İbn Abbas 'Biz o
kişiye iyilik yapmadık. Onu oruç ve ibâdetinden alıkoyacak şeyler verdik. O
malı geri getirin. Biz kızın çeyizini temin etmekle ona yardımcı olalım.
Dünyanın, Allah'ın kullarından birini, Allah'a ibâdetinden meşgul edecek kadar
değeri yoktur! Allah'ın velî kullarına hizmet etmekten bizi alıkoyan kibir ve
gurur da bizde yoktur' dedi. İbn Abbas da, kurralar da dediklerini yaptılar.
Hikâye olunuyor ki; Mısır'da halk kıtlığa yakalandı. Onların emiri Abdülhamid
b. Sa'd idi. Abdülhamid dedi ki: 'Allah'a yemin ederim! Ben kendisine düşman
olduğumu şeytana bildireceğim!' Bu bakımdan gıda maddelerinin fiyatları normale
dönünceye kadar Abdülhamid, Mısırlı fakirleri kesesinden besledi. Sonra
emîrlikten ayrıldı. Borçlarının karşılığında hanımlarının ziynetlerini rehin
bıraktı. O ziynetlerin kıymetleri beş milyon dirhemdi. Ziynetleri tüccarların
elinden borçlarını ödemek suretiyle alması zorlaştığı zaman ziynetleri
satmalarını, haklarından fazla kalan parayı daha önce ikramına mazhar olmayan
fakirlere dağıtmalarını yazdı.
Şii olan Ebu Tahir b. Kuseyr'e bir kişi 'Ali b. Ebî Tâlib'in hakkı için, senin
filan filan yerdeki hakkını bana hibe et!' dedi. Bunun üzerine Ebu Tahir kişiye
'Onu sana verdim. Ali'nin hakkıyla yemin ederim, ondan sonra gelen yeri de sana
veriyorum' dedi. Oysa kendiliğinden verdiği yer, kişinin istemiş olduğu yerin
birkaç misliydi.
Ebu Mes'ud kerîm birisiydi. Şairlerden bazıları onu medhetti. Kendisini öven
şaire dedi ki: 'Allah'a yemin ederim, benim yanımda sana verecek bir şeyim yok!
Fakat beni yakamdan tut! Kadı'nın huzuruna götür. Bende 10.000 dirhem
alacağının olduğunu iddia et! Ben de 'Evet! Borçluyum' diyeyim. Sonra bu borcun
karışlığmda hapsedilmemi iste! Çünkü böyle yaptığın takdirde, aile efradım
10.000 dirhem için beni hapiste bırakmazlar'.
Şair, onun dediği gibi yaptı. Akşama kadar şaire 10.000 dirhem verildi ve Ebu
Mes'ud hapisten çıkarıldı.
Muan b. Zaid89 Basra'da yukarı ve aşağı Irak'ın valisi idi. Bir şair kapısına
geldi, bir müddet bekledi. Muan'ın huzuruna girmek istedi. Fakat bir türlü buna
muvaffak olamadı. Birgün Muan'ın bazı hizmetçilerine dedi ki: 'Emîr bahçeye
indiği zaman onu bana göster!' Emîr bahçeye indiği zaman hizmetçi kendisine
haber verdi. Bunun üzerine şair bir tahta parçasına bir şiir yazdı. Tahtayı
bahçeye akan suya attı. Muan, suyun başında duruyordu. Tahtayı görünce aldı,
okudu. Baktı ki içinde şunlar yazılıdır: 'Ey Muan'ın cömertliği! Benim
ihtiyacımı Muan'a gizlice söyle! Çünkü senden başka Muan'ın yanında benim için
şefaat edecek bir kimse yoktur!'
Muan 'Bu şiirin sahibi kimdir?' dedi. Bunun üzerine kişi Muan'ın huzuruna
çağrıldı. Muan adama 'Şiiri nasıl söyledin?' dedi. Adam şiiri okudu. Bunun
üzerine Muan, on kese verilmesini emretti, kişi bunları aldı. Vali o odun
parçasını minderinin altına bıraktı. İkinci gün onu oradan çıkardı, okudu ve o
kişiyi tekrar çağırdı. Ona 100.000 dirhem verdi, kişi bu 100.000 dirhemi aldığı
zaman valinin bunu kendisinden geri alabileceğinden korkarak çıkıp gitti!
Üçüncü gün şiiri tekrar okudu ve onu çağırdı, fakat şair arandı, bulunamadı.
Bunun üzerine Muan dedi ki: 'Hazinemde bir dirhem ve dinar kalmayıncaya kadar
ona vermek benim boynumun borcu olmuştur!'
Ebu Hasan el-Medainî90 şöyle demiştir: Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Abdullah b.
Câfer beraberce hacca gittiler. Ağırlıkları kendilerinden daha önce gittiği
için acıktılar ve susadılar. Çadırında oturan bir kocakarının yanından geçtiler.
Kadına 'su var mı?' diye sorunca 'Evet, var!' cevabını aldılar. Bunun üzerine
develerini çöktürdüler. Çadırın bir tarafında kadının zayıf bir koyunu vardı.
Kadın onlara 'Şu koyunu sağın, sütünü için!' dedi. Onlar bunu yaptılar. Sonra
kadına dediler ki: 'Yemek var mı?' Kadın 'Hayır! Bu koyundan başka yiyecek bir
madde yok! Fakat bu koyunu biriniz kessin ki size yiyecek hazırlayayım!' dedi.
Onlardan biri koyunu kesti, yüzdü. Kadın onlara yemek hazırladı. Hava
serinleyinceye kadar orada durdular. Giderken kadına dediler ki: 'Biz
Kureyşteniz. Bu tarafa (Ka'be'ye) gitmek istiyoruz. Sağ sâlim Medine'ye
döndüğümüz zaman, yanımıza gel, sana iyilik yapacağız!' Sonra gittiler. Hanımın
kocası gelince, ona olanları anlattı. Bunun üzerine kocası öfkelendi ve kadına
dedi ki: 'Allah senin belanı versin! Tanımadığın bir gruba benim koyunumu nasıl
keser ve sonra da 'Kureyş'ten birkaç kişiydi' dersin?'
Bir müddet sonra, zaruret o karı-kocayı Medine'ye gelmeye zorladı. Karı koca
Medine'ye geldiler. Hayvan dışkılarını toplayıp, satıyorlar ve onun parasıyla
yaşıyorlardı. Birgün kadın Medine'nin bir sokağından geçti. O anda Hz. Hasan
kapısında duruyordu. Kadını tanıdı. Fakat kadın kendisini tanımadı.
Hizmetçisini göndererek kadını çağırdı. Kadına dedi ki: 'Ey Allah'ın sevgili
kulu! Beni tanıdın mı?' Kadın 'Hayır! Seni tanımıyorum!' deyince, Hz. Hasan
'Ben filan filan günde senin misafirin olmadım mı?' dedi. Kadın 'Annem babam
sana feda olsun! Sen o musun?' dedi.
Hz. Hasan 'Evet! Ben oyum!' dedi. Sonra Hz. Hasan zekât koyunlarından kadın
için bin koyun satın alınmasını emretti. Bunlarla beraber kadına bin dinar
verdi ve kadını hizmetçisiyle beraber kardeşi Hz. Hüseyin'e gönderdi. Hz.
Hüseyin kadına 'Ağabeyim sana ne kadar verdi?' diye sordu. Kadın 'Bin koyun,
bin dinar!' dedi. Bunun üzerine Hz. Hüseyin de kadına o kadar verilmesini
emretti. Sonra kadını hizmetçisiyle beraber Abdullah b. Câfer'e gönderdi.
Abdullah 'Hasan ile Hüseyin sana ne kadar ikramda bulundu?' dedi. Kadın 'İki
bin koyun, iki bin dinar!' dedi. Bunun üzerine Abdullah (r.a) kadına iki bin
koyun, iki bin dinar verilmesini emretti ve dedi ki: 'Eğer benden başlamış
olsaydın onların ikisini de yorardım!' Kadın kocasına dört bin koyun ve dört
bin dinarla döndü!
Abdullah b. Amr b. Kureyz camiden çıkıp evine giderden Sakif kabilesinden bir
çocuk ayağa kalktı. Onun yanına gitti. Abdullah çocuğa 'Senin bir ihtiyacın mı
var?' dedi. Çocuk 'Senin salâh (iyilik) ve felâhını (kurtuluşunu) istiyorum.
Senin tek başına yürüdüğünü görünce seninle beraber yürüyüp, seni korumayı düşündüm.
Sana bir kötülük dokunmasından Allah'a sığınırım!' dedi. Bunun üzerine Abdullah
çocuğun elinden tuttu. Onu evine götürdü. Sonra bin dinar istedi. Çocuğa verdi
ve dedi ki: 'Ailen seni güzel terbiye etmiş. Bu parayı infak et!'
Hikâye ediliyor ki, Araplardan bir kavim, cömert birinin kabrini ziyaret etmeye
geldiler. Kabrinin yanında konaklayıp geceledi-ler. Kendileri uzun bir
mesafeden geliyorlardı. Onlardan biri, rüyasında kabir sahibini gördü. Kabir
sahibi kendisine şu teklifte bulundu: 'Sen deveni benim devemle değiştirir
misin?' Cömert olan kabir sahibi arkasında bir deve bırakmıştı. Onunla mâruf ve
meşhur idi. Rüya gören kişinin de semiz bir devesi vardı. Kişi, kabir sahibine
'Evet! Değiştiririm' dedi ve rüyada deveyi onun devesiyle takas yaptı. Aralarında
akid olunca kabir sahibi deveye doğru gitti ve deveyi kesti. Deve sahibi
rüyasından uyanınca devesinin göğsünden kan aktığını gördü. Kalkıp deveyi
kesti, etini taksim etti. Pişirdiler ve sonra göç edip, gittiler. İkinci gün
yoldayken onları bir kervan karşıladı. Kervanın içinden biri bunlara 'Sizden
filan oğlu filan kimdir?' dedi. Deve sahibinin ismini söyledi. Bunun üzerine
deve sahibi 'O sorduğun kimse benim!' dedi. Soran adam deve sahibine 'Sen filan
oğlu filana (kabir sahibini kastediyor) birşey sattın mı?' dedi. Deve sahibi
'Evet! Ben devemi rüya âleminde onun devesiyle takas yaptım!' dedi. Soran 'O
halde bu onun devesidir, buyurun!' diye deveyi takdim ettikten sonra şöyle
devam etti: 'O ka-bir sahibi benim babamdır. Onu rüya âleminde gördüm. Bana
dedi ki: "Eğer oğlum isen benim devemi filan oğlu filana götür diyerek
senin ismini de zikretti" dedi.
Kureyşten bir kişi seferden geldi. Yol kenarında oturan bir bedevinin yanından
geçti. O bedevi hastalıktan halsiz düşmüştü. Bedevi misafire şöyle seslendi:
'Ey kişi! Zamanın felâketlerine karşı bize yardım et!' Bunun üzerine misafir,
hizmetçisine dedi ki: 'Seninle beraber kalan nafakayı bu adamcağıza ver!'
Bu söz üzerine, hizmetçi, bedevinin kucağına dört bin dirhemi döküverdi. Bedevi
gitmek istedi. Fakat zayıflıktan kalkamadı, ağladı. Misafir kendisine 'Seni
ağlatan nedir? Acaba bizim verdiğimizi az mı gördün?' dedi. Bedevi 'Hayır!'
dedi ve devamla 'Fakat ben toprağın senin kereminden (iskeletini kastediyor)
yiyeceğini hatırladım da o beni ağlattı!' dedi,
Abdullah b. Amr, Hâlid b. Ukbe b. Ebî Müeyyed'den çarşıdaki evini 90.000
dirheme satın aldı. Geceleyin Hâlid'in aile efradının ağlamasını işitti.
Hanımına 'Bunlar niçin ağlıyorlar?' diye sordu. Hanımı dedi ki: 'Sana satılan
evleri için ağlıyorlar?' Bunun üzerine Abdullah hizmetçisine 'Git onlara söyle!
Hem verdiğim mal, hem de ev onlarındır!' dedi.
Harun Reşid, İmam Mâlik'e beşyüz dinar gönderdi. Bu haber Leys b. Sa'd'ın91
kulağına gitti. Leys bunun üzerine İmam Mâlik'e bin dinar gönderdi. Harun Reşid
bu olaya kızarak, Leys'e 'Nasıl olur? Ben ona beşyüz dinar veriyorum, sen ise
bin dinar! Oysa sen benim halkımdan bir fertsin' dedi. Bunun üzerine Leys şöyle
cevap verdi: 'Ey mü'minlerin emiri! Benim mahsulümden hergün bin dinarlık kâr
geliyor. Bu bakımdan ben İmam Mâlik gibi bir insana günlük gelirimden azını
vermiş olmaktan utandım!'
Hikâye olunuyor ki Leys'in günlük geliri bin dinar olmakla beraber kendisine
zekât vâcib olmamıştır. (Yani malını elinde tutmamıştır). Bir kadın, Leys b.
Sa'd'dan biraz bal istedi. Leys, kadına bir tulum dolusu bal verilmesini
emretti. Kendisine denildi ki: 'Kadın bundan azıyla kanaat ediyor!' Cevap
olarak şöyle dedi: 'O ihtiyacı kadarını istedi. Biz de bize verilen nimet
oranında verelim!' Leys b. Sa'd, üçyüz altmış fakire sadaka vermeden birgün
bile konuşmazdı.
A'meş92 der ki: "Yanımda bulunan bir koyun hasta oldu. Hayseme b.
Abdurrahman93 sabah akşam koyunu kontrol edip bana 'Koyun bugün yemini aldı
mı?' diyordu. Çocuklar, koyunun sütünü kaybettiklerinden beri zor durumda
kalmışlardı. Benim altımda, üzerinde oturduğum bir keçe vardı. Hayseme her
gelip gittiğinde, bana 'Keçenin altındakini al!' diyordu. Öyle ki koyunun
hastalığı müddetince üç yüz dinardan fazla bana para verdi. Hatta koyunun hiç
iyileşmemesini temenni ettim".
Abdülmelik b. Mervan, Esma b. Harice'ye94 dedi ki: 'Senin hakkında bazı
hasletler işittim! Onları bana söyler misin?' Esma 'Bu hasletleri başkasından
dinlemen, benden dinlemenden daha güzeldir' dedi. Abdülmelik 'O hasletleri bana
söylemeni sana emrediyorum!' dedi. Bunun üzerine Esma, söze başlayarak şöyle
dedi: 'Ey mü'minlerin emiri! Ben hiçbir arkadaşımın huzurunda ayaklarımı
uzatmış değilim! Bir yemeği yapıp ona bir kavmi davet ettiğimde bu hususta
benim onlara yapacağım minnetten daha fazlasını onlar bana yapmış olurlar. Hiç
kimse yoktur ki yüzünü çevirip benden birşey istemiş olsun da ona vermiş
olduğumu çok görmüş olayım!'
Said b. Hâlid,95, Süleyman b. Abdülmelik'in huzuruna girdi. Said cömert bir
kimseydi. Yanında birşey bulunmadığı zaman kendisinden mal isteyen bir kimseye
bir borç senedi verirdi. Maaşı çıkınca o borcu öderdi. Süleyman ona baktığı
zaman şu şiir ile temsil getirdi:
- Ben sabahla beraber bir çağırıcıyı dinledim. Şöyle sesleni-yordu: 'Ey çok
yardımcı olan kişiye yardım eden neredesin?'
-Senin ihtiyacın nedir?
-Benim borcum var.
-Ne kadar?
-Otuz bin dinar!
-Senin borcun ve onun kadarı da senin olsun!
Denildi ki, Kays b. Sa'd b. Ubade hastalandı. Arkadaşları ziya-retini tehir
ettiler. Bunun üzerine kendisine denildi ki: 'Onlar sana borçlu oldukları için
utanıp gelmiyorlar!' Bunun üzerine Kays şöyle dedi: 'Arkadaşları ziyaretten
meneden bir malı Allah rezil eder (etsin!)' Sonra bir tellâle emir verdi,
tellâl şöyle çağırdı: 'Kaysın kimde alacağı varsa, bağışlanmıştır!'
Râvi der ki: 'O gün Kays'ı ziyaret edenlerin çokluğundan ötürü Kays'ın
merdiveni kırıldı'.
Ebu İshak'tan şöyle rivayet ediliyor: Sabah namazını Kûfe'de, Eşas06 mescidinde
kıldım. Bir borçlumu arıyordum. Namaz kıldıktan sonra önüme bir elbise ile bir
çift ayakkabı konuldu. Getirene dedim ki: 'Ben bu mescidin ehlinden değilim.
Bunları neden bana veriyorsun?' Bana dediler ki: 'Eşas b. Kays el-Kindî,
akşamleyin Mekke'den geldi. Camide namaz kılan herkese bir elbise ile bir çift
ayakkabı verilmesini emretti'.
Şeyh Ebu Sa'd Harkuşî Nisaburî97 Muhammed b. Muhammed'den şöyle rivayet ediyor:
Mekke-i Mükerreme'de mücavir olarak bulunan Şâfiî şöyle anlattı: 'Mısır'da
fakirler için birşeyler toparlamakla bilinen bir kişi vardı. Fakirlerden
birinin çocuğu doğdu. Çocuğun babası fakirlerin haline bakan adama geldi ve
kendisine bir çocuğunun doğup dünyaya geldiğini haber verdi. Çocuğa bakmak için
yanında birşey olmadığını söyledi. Adam onunla beraber gitti. Bir cemaatin
huzuruna girdi. Fakat hiçbir şey alamadı. Bir kabrin yanına gelerek orada
oturdu ve şöyle seslendi: 'Allah senden razı olsun. Sen iyilik yapar ve
verirdin. Ben bugün bir cemaatin yanma girip çıktım. Yeni doğan bir çocuğa
birşeyler vermeyi teklif ettim. Hiçbir şey alamadım!' Çocuğun babası der ki:
Sonra kabrin yanından kalktı. Bir dinar çıkardı. Onu ikiye böldü. Yarısını bana
verdi ve dedi ki: 'Eline birşey geçinceye kadar bu senin boynuna borç
olacaktır!' Bunun üzerine parayı aldım gittim. Mümkün olan şeyleri satın aldım.
O gece o zat, kabir sahibini rüyasında görmüş. Kabir sahibi ona 'Senin bütün
dediğini dinledim. Fakat cevap vermek için bize izin yok. Lâkin evime git.
Çocuğuma söyle! Ocak yerini kazsınlar. Orada bir dağarcık vardır. İçinde beşyüz
dinar vardır. Onu al! Çocuğun babasına götür, teslim et!' Sabah olduğu zaman
kişi ölünün evine gitti, onlara hikâyeyi anlattı. Kendisine otur dedikten sonra
denilen yeri kazdılar, paraları çıkardılar ve paraları getirip adamın önüne
koydular. Adam dedi ki: 'Benim rüyamın hükmü yoktur. Bu mal sizindir!'
Bunun üzerine onlar dediler ki: 'O ölü iken cömertlik yapar da biz diri iken
nasıl cömertlik yapmayız' ve paraları alması için ısrar ettiler. Bunun üzerine
adam paraları alıp çocuğun babasına getirdi. Macerayı kendisine anlattı.
Çocuğun babası onların içinden bir dinar aldı. Onu ikiye böldü. Kendisine borç
vermiş olduğu yarım dinarı iade etti ve diğer yarıyı yanında bıraktı. Parayı
getirene 'Bu bana kâfidir, geri kalan parayı götür fakirlere sadaka ver!' dedi.
Ebu Said der ki: 'Ben bu kişilerin hangisinin daha cömert olduğunu bilmiyorum'.
Rivayet ediliyor ki İmam Şâfiî, Mısır'da ölüm hastalığına tutulduğu zaman şöyle
demiştir: 'Filan adama söyleyin beni yıkasın!' Vefat edince adamın kulağına
İmam Şâfiî'nin ölüm haberi geldi. Bunun üzerine adam gelip orada hazır bulundu
ve şöyle dedi: 'Hazretin geride bıraktığı tezkereyi (hesap defterini) bana
getiriniz!' Tezkereyi getirdiler. Baktı ki, Şâfiî'nin boynunda yetmiş bin
dirhem borç var. O borcu kendi üzerine aldı ve ödedi. Sonra da dedi ki: 'İşte
benim onu yıkamamın mânâsı budur!'
Ebu Said şöyle anlatıyor: Mısır'a geldiğim zaman İmam Şâfiî'ye bu iyiliği
yapanın evini sordum. Evi bana gösterdiler. Onun ahfadından bir grup gördüm.
Onları ziyaret etim. Onlarda hayırlı simalar gördüm. Faziletin eserlerini
müşahede ettim ve dedim ki: 'O zatın hayır hususundaki eseri bunlara yetişmiş,
bereketi bunlarda tebellür etmiştir'. Bunu da Allah Teâlâ'nın şu ayetiyle
istidlâl ederek söyledi:
O kişinin babaları sâlih bir kimseydi.(Kehf/82)
İmam Şâfiî şöyle demiştir: "Ben daima Hammad b. Ebî Süleyman'ı severim.
Çünkü ondan benim kulağıma şöyle birşey geldi: O birgün merkebine binmiş olduğu
halde iken merkep onu salladı. Bunun üzerine düğmesi koptu. Bir terzinin
yanından geçerken, düğmesini diktirmek için inmek istedi. Terzi onu görünce
'Allah'a yemin ederim, sen inmeyeceksin!' dedi. Terzi bizzat yanına gitti, onun
düğmesini dikip düzeltti. Hammad terziye, içinde on dinar bulunan bir kese
uzatıp teslim etti ve terziden verdiğinin azlığından dolayı özür diledi".
İmam Şâfiî kendi nefsi için de şu şiiri okudu:
Ey kalbimin hasreti! Bir mal için ki o mal ile mürüvvet ehlinden fakir olanlara
cömertlik yapacaktım!
Muhakkak ki bana gelip yanımda olmayanı benden isteyen için özür dilemem,
musibetlerden biridir.
Rebî b. Süleyman'dan şöyle rivayet ediliyor: Bir kişi İmam Şâfiî'nin üzengisini
tuttu, İmam Şâfiî talebesi Rebî'ye dedi ki: 'Bu kişiye dört dinar ver ve benden
dolayı kendisinden özür dile!'
Rebî, Humeydî'den şöyle rivayet ediyor: 'Şâfiî, Yemen'in San'a şehrinden
Mekke'ye 10.000 dinarla geldi. Mekke'nin dışında bir yerde çadırını kurdu. O
10.000 dinarı bir elbise üzerine serdi. Sonra kendisinin yanına gelene o
dinarlardan bir avuç alıp veriyordu. Öğle namazını kılıncaya kadar böyle devam
etti. Öğleyin elbiseyi üzerinde birşey olmadığı halde silkti'.
Ebu Sevr'den şöyle rivayet edilir: Şâfiî, beraberinde mal olduğu halde,
Mekke'ye gitmek istedi, cömertliğinden dolayı elinde az şey tutabilirdi. Bunun
üzerine kendisine 'Bu mal ile sana ve senden sonraki çocuklarına yetecek bir
akar almalısın!' dedim. İmam Şâfiî çıkıp gitti. Sonra dönüp bize geldiğinde o
malı ne yaptığını sorunca şöyle dedi: 'Mekke'de bir akar bulamadım ki onu satın
almak imkânım olsun! Çünkü ben Mekke'nin esasını biliyorum. Mekke'nin çoğu
vakfedilmiştir. Ancak ben Mina'da bir konak yeri inşa ettim. Orası
arkadaşlarımız hacca gittikleri zaman onlara konak olsun!' İmam Şâfiî nefsi
için şu şiiri inşa etmiştir: 'Nefsimi görüyorum ki bir kısım şeylere
isteklidir. Oysa o şeyleri elde etmeye malım yetişmez. Bu bakımdan benim nefsim
cimrilikten dolayı bana itaat etmez. Benim malım da beni yaptıklarıma
ulaştırmaz'.
Muhammed b. Ubbad el-Muhallebî şöyle anlatıyor: Babam, Me'mun'un huzuruna
girdi. Me'mun babama yüz bin dirhem caize verdi. Babam onun yanından kalkıp o
parayı sadaka olarak dağıttı. Bu haber Me'mun'un kulağına gittiği zaman babamı
huzuruna çağırdı ve bu hususta babamı kınadı. Babam ona şöyle dedi: 'Mevcut
olanı vermemek, Allah hakkında su-i zan etmek demektir'. Bunun üzerine Me'mun
kendisine yüz bin dirhem daha verdi.
Adamın biri Said b. As'ın yanına vardı. Said'den para istedi. Said ona 100.000
dirhem verilmesini emretti. Adam ağladı. Said adama 'Seni ağlatan nedir?' dedi.
Adam 'Toprağın senin gibi bir insanı yiyeceği için ağlıyorum' dedi. Said adama
100.000 dirhem daha verilmesini emretti.
Ebu Temam98, İbrahim b. Şekele'nin huzuruna, İbrahim'i öven birkaç kişiyle
girdi. İbrahim hastaydı. İbrahim, şair Ebu Temam'm medhiyesini kabul etti.
Teşrifatçısına, şairin şanına yakışır şekilde ikramda bulunulmasını emretti ve
dedi ki: 'Umarım ki ben hastalığımdan kalkıp onu mükâfatlandırırım'. Bunun
üzerine şair orada iki ay durdu. Uzun durmak şairi sıktı. Şair, İbrahim'e
mektup yazarak şöyle dedi:
Muhakkak ki bizim medhiyemizi kabul etmek ve umulan caizeyi vermemek,
alışverişte malın bedelini aynı anda ödememenin haram olduğu gibi haramdır!
Bu iki beyit, İbrahim'in eline ulaştığı zaman vezirine 'Şair ne zamandan beri
burada bulunuyor?' diye sordu, vezir 'İki aydan beri!' dedi. İbrahim 'O halde
şaire otuz bin dirhem ver ve bana da divit ile kalem getir!' dedi. İbrahim
şaire şunu yazdı:
Sen bizi aceleciliğe sevkettin. İşte sana acele olan atiyyemiz az geldi. Eğer
bize mühlet verseydin az vermezdik.
Bu bakımdan sen azı al ve sanki şiir söylememiş gibi ol! Biz de deriz ki; sanki
şaire hiçbir şey vermedik!
Rivayet ediliyor ki Hz. Osman'ın Hz. Talha'dan 50.000 dirhem alacağı vardı. Hz.
Osman birgün camiye çıkınca Talha kendisine 'Senin malın hazırlanmıştır,
götürebilirsin!' dedi. Hz. Osman, Hz. Talha'ya 'Ya Ebu Muhammed! O mal senin
olsun. Mürüvvetine karşı sana bir yardım olsun!' dedi.
Su'da binti Avf99 şöyle anlatıyor: Hz. Talha'nın evine gittim, ağır bir
hastalığa tutulmuştu ve üzülüyordu. Kendisine 'Neden böyle sıkılıyorsun?'
deyince, şöyle dedi: 'Benim yanımda birçok mal birikmiş ve bu beni üzüyor!'
Dedim ki: 'Neden seni üzüyor? Kavmini çağır ve dağıt!' Bunun üzerine
hizmetçisine 'Kavmimi çağır ve bu malı onlara taksim et!' dedi. Hizmetçi 'Ne
kadar dağıtayım?' dedi. Talha 'Dörtyüz bin dirhem' dedi.
Bir bedevi Hz. Talha'ya geldi ve merhametini çekecek şekilde kendisine
yalvardı. Bunun üzerine Hz. Talha şöyle dedi: 'Senden önce hiç kimse bana bu
şekilde yalvarmış değildir. Benim bir arazim vardır. Osman (r.a) bana 300.000
dirhem verdiği halde yine vermemiştim. İstersen o arazi senin olsun. Dilersen
onu Osman'a satıp parasını sana vereyim!'
Adam 'Parasını istiyorum!' dedi. Bunun üzerine Talha, arazisini Hz. Osman'a
sattı ve parayı adama verdi.
Deniliyor ki, Hz. Ali birgün ağladı. Kendisine 'Seni ağlatan nedir?' diye
soruldu. Cevap olarak şöyle dedi: 'Yedi günden beri bana misafir gelmedi.
Korkuyorum ki, Allah Teâlâ beni rezil etmiş olsun!'
Adamın biri bir dostunun yanına gelip kapısını çaldı. Dostu 'Seni gelmeye
zorlayan nedir?' diye sorunca kişi şöyle dedi: 'Benim boynumda dörtyüz dirhem
borç vardır!' Bunun üzerine ev sahibi dörtyüz dirhemi tartıp adama teslim etti.
Eve dönünce ağladı. Hanımı 'Madem ki para vermek sana zor geliyor, neden
verdin?' diye sorunca şu cevabı verdi: 'Ben bu dostumun halini sormadığımdan,
onu gelip benden para istemeye mecbur ettiğimden ötürü ağlıyorum!'
Allah bu sıfatlara sahip olan kimseden râzı olsun ve böyle kim-selerin
günahlarını bağışlasın!
______________________
85)Eban b. Osman b. Affan Medinelidir, güvenilir bir zattır. H. 105 senesinde
vefat etmiştir.
86)Adı Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer Eslemi'dir Hârun Reşid tarafından Bağdad
kadılığına tayin olunmuştur. H. 130'da doğmuş, 207'de vefat etmiştir.
87)Cennetle müjdelenenlerden biridir.
88)Dârekutnî
89)Şeyban kabilesindendir ve cömertliğiyle meşhurdur.
90)Adı Ali b. Muhammed b. Abdullah b. Ebi Seyf el-Medâinî'dir Meşhur eserlerin
sahibidir. Mekke'de H. 224'de vefat etmiştir. Öldüğünde 93 yaşında idi.
91)İmam Mâlik ayarında olan bu zatın adı Ebu Hâris Fehmî el-Mısrî'dir.
92)Kûfeli Mehram'm oğlu Süleyman'dır.
93)Bu zatın hem babası, hem de dedesi sahâbedendir. Ca'fî kabilesinden olan
bu zat Kûfelidir.
94)Esma b. Hârice b. Hasın b. Huzeyfe b. Bedr el-Fazzârî'dir. Uyeyne b.Hısn'ın
yeğenidir. Babası da, amcası da ashâbdandır.
95)Adı Said b. Hâlid b. Amr b. Osman b. Affan'dır.
96Adı Eşas b. Kays b. Madî Kerib el-Kindî'dir. Ashabdandır Künyesi Ebu
Muhammed'dir. Zengin ve cömertti. H. 40'da vefat etmiştir.
97)Adı Ebu Said Abdülmelik b. Muhammed b. İbrahim'dir. H. 406'da
Nisabur'da vefat etmiştir.
98)Adı EbûuTemam Habib b. Evs b. Evs b. Hâris b. Kays'dır. Tâi kabilesin-
den olan bu zat meşhur bir şairdir. H. 281'de vefat etmiştir.
99)Cennetle müjdelenen Hz. Talha'nın ailesidir.
*Hırs ve Tamahkârlığın Kötülenmesi, Kanaat Etmenin ve İnsanlardan Müstağni
Olmanın Övülmesi
Fakirlik bölümünde söylediğimiz gibi fakirlik övülmüştür. Fakat fakirin
kanaatkâr olması, halktan tamahını kesmesi, halkın elindeki mala iltifat
etmemesi, nereden gelirse gelsin zihniyetiyle malı elde etmeye haris olmaması
gerekir. Bu ise fakir için ancak zaruret miktarı yemek, giymek, meskenle kanaat
edip, kıymet bakımından en düşüğüyle, çeşit bakımından en azıyla yetinirse
mümkündür. Emelini yaşadığı güne veya yaşadığı aya döndürür ve kalbini bir
aydan sonrası ile meşgul etmezse mümkündür. Eğer çoğa iştiyaki olup uzun emel beslerse,
kanaatin azizliği elinden kaçar, tamahkârlık ve harisliğin zilletiyle kirlenir.
Tamahkârlık ve harislik kendisini çirkin huylara, mürüvvetleri yıkıcı
münkerleri yapmaya sürükler. Zaten Âdemoğlu hırs, tamahkârlık ve az kanaat
üzerine yaratılmıştır.
Hadîsler
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Eğer Âdemoğlunun iki vâdi dolusu altını olsaydı muhakkak üçüncü bir vâdi daha
isterdi! Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini Allah
kabul eder.22
Ebu Vakıd el-Leysî23 şöyle anlatır: Hz. Peygamber'e vahiy geldiği zaman biz ona
geliyorduk. O bize gelen vahyi öğretiyordu. Ben birgün Hz. Peygamber'e geldim.
Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Allah Teâlâ buyurmaktadır ki biz malı, namazın kılınması, zekâtın verilmesi
için ihsan ettik. Eğer Ademoğlu'nun bir vâdi dolusu altını olsa muhakkak
ikincisinin olmasını ister. Eğer ikincisi olsa muhakkak üçüncüsünü ister.
Öyleyse âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini Allah
kabul eder.24
Ebu Musa el-Eş'arî şöyle demiştir: 'Berâe sûresine benzer bir süre nâzil oldu.
Sonra Allah tarafından kaldırıldı. Ancak o sûreden şu ayet aklımda kaldı:
Muhakkak Allah Teâlâ bu dini, nasipleri olmayan kavimlerle takviye eder. Eğer
Âdemoğlu'nun iki vâdi dolusu malı olsa, muhakkak üçüncü vâdiyi temenni eder.
Âdemoğlu'nun gözünü ancak toprak doyurur. Ancak Allah tevbe edenin tevbesini
kabul eder.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Doymayan iki aç vardır. Birincisi ilme, ikincisi mala aç olandır.25
Ademoğlu ihtiyarlar, fakat onunla beraber iki şey gençleşir: 1. Emel, 2. Mal
sevgisi!26
Bunlar Âdemoğlunun saptırıcı ve helâk edici niteliğidir. Allah Teâlâ ve Hz.
Peygamber kanaati övmüşlerdir.
Cennet o kimseye olsun ki geçimi yetecek kadar olduğu ve kanaat ettiği halde
İslâm dinine hidayet olunmuştur.27
İster fakir olsun, ister zengin, hiç kimse yoktur ki kıyamet gününde dünyada
nafaka verilmiş olmasını temenni etmesin.28
Zenginlik, servetin çokluğu değildir. Zenginlik, ancak gönül zenginliğidir.29
Hz. Peygamber, hırsı ve mübalağalı bir şekilde dünyayı aramayı yasaklayarak
şöyle buyurmuştur:
Ey insan! Helâlinden kazanmaya bak! Çünkü hiçbir kul yoktur ki kendisine
yazılan rızıktan başka birşey elde etsin! Kendisine yazılan rızık eline
geçmeden önce hiçbir kul dünyadan göç etmez,30
Rivayet ediliyor ki, Hz. Musa (a.s) rabbine şöyle sordu:
-Senin kullarının hangisi daha zengindir?
-Verdiğime en fazla kanaat edeni.
-Hangisi daha âdildir?
-Nefsinden, başkasının hakkını alan.
İbn Mes'ud Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Muhakkak ki Ruh'ul-Kudüs (Cebrail) benim kalbime 'Rızkını tamamen yemedikçe
hiçbir insan ölmeyecektir' diye ilham etti. Bu bakımdan siz Allah'tan korkun!
Kazançta meşrû olandan ayrılmayın!31
Ebu Hüreyre, Hz, Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Ey Ebu Hüreyre! Ne zaman fazlasıyla acıkırsan, sana bir ekmek ile bir testi su
(kâfidir). (Bundan sonra) dünya (isterse) helâk olsun!32
Müttaki ol, insanların en âbidi olursun. Kanaatkâr ol, insanların en
şükredicisi olursun! Kendi nefsin için sevdiğini insanlar için de sev, mü'min
olursun.
Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin rivayet ettiği bir hadîste Hz. Peygamber tamahkârlığı
yasaklamaktadır: Bir bedevi Hz. Peygamber'e gelerek 'Bana nasihat et! Fakat
kısa olsun!' dedi. Hz. Peygamber bunun üzerine şöyle buyurdu:
Namaz kıldığın zaman veda eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Yarın kendisinden
dolayı özür dileyeceğin bir konuşmayı sakın yapma! Halkın elindeki servetten
ümitsiz ol!33
Avf b. Mâlik el-Eşcâî şöyle anlatıyor: Biz Hz. Peygamber'in yanında yedi, sekiz
veya dokuz kişiydik. Hz. Peygamber şöyle dedi: 'Siz Allah'ın Rasûlü'ne bîat
etmez misiniz?' Biz 'Sana daha önce biat etmedik mi?' dedik. Bu sözümüzden
sonra yine 'Siz Allah'ın Rasûlü'ne bîat etmez misiniz?' dedi. Bunun üzerine biz
ellerimizi uzattık ve bîat ettik. Bu esnada bizden biri 'Biz sana bîat ettik
ama neyin üzerine biat ediyoruz?' diye sordu. Hz. Peygamber şu cevabı verdi:
Allah'a ibâdet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza, beş vakit namazı
kılacağınıza, başınızdakinin sözünü dinleyip itaat edeceğinize dair biat
ettiniz.
Gizlice birşey konuştuktan sonra İnsanlardan hiçbir şey istemeyeceğinize dair
biat ettiniz?' dedi.
Râvî der ki: 'Bu kişilerden bazıları elinden kamçısı düştüğü zaman kamçısının
kendisine verilmesini dahi kimseden istemez, bineğinden iner, kamçısını kendisi
alırdı'.
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Tamahkârlık fakirliktir. Halkın elindeki maldan
ümit kesmek ise zenginliktir'.
Halkın elindeki maldan ümidini kesen bir kimsenin halka ihtiyacı olmadığı gibi onlardan
minnetsiz olacağı da muhakkaktır. Hukemâdan birisine şöyle denildi: 'Zenginlik
nedir?' Cevap olarak 'Azı temenni edip yetecek kadarla kanaat etmendir' dedi.
Hayat, geçen birkaç saattir.
Tekrarlanan birkaç günün zahmetleridir. Razı olduğun bir hayata kanaat et!
Hevâ-i nefsini bırak, hür olarak yaşarsın!
Çok felâket vardır ki, onu insanoğluna altın, yakut ve inci getirir!..
Muhammed b. Vâsı, kuru ekmeğini su ile ıslatır, yer ve derdi ki: 'Buna kanaat
eden bir kimse, hiç kimseye muhtaç olmaz!'
Süfyan es-Sevrî 'Dünyanızın en hayırlısı kendisinden dolayı müptelâ olmadığınız
şeylerdir. Müptelâ olduğunuz şeyin en hayırlısı, sizin elinizden çıkandır'
dedi.
İbn Mes'ud şöyle demiştir: Hergün bir melek şöyle seslenir: 'Ey Ademoğlu! Sana
kâfi gelen az, seni azdıran çoktan daha hayırlıdır'.
Sumeyt b. Aclan şöyle demiştir: 'Ey Ademoğlu! Karnın ancak bir karış
çapındadır. O halde seni neden ateşe sokuyor?'
Bir hakîme şöyle soruldu: 'Senin malın nedir?' Cevap olarak 'Zâhirde süslenmek,
bâtında normal hareket ve halkın elindeki servetten ümit kesmektir' dedi.
Allah Teâlâ'nın şöyle dediği rivayet edilir: 'Ey Âdemoğlu! Eğer dünyanın tamamı
senin olsa bile ondan ancak yediğin senin olur. Ondan sana gıdayı, verdiğimizin
hesabını da başkasına yük-lediğimiz zaman muhakkak ben sana iyilik yapmış
olurum'.
İbn Mes'ud şöyle demiştir: 'Biriniz birşey istediği zaman, basitçe istesin,
kişiye sen sen (deyip onu övmek suretiyle) belini kırmasın. Çünkü kendisi için
ayrılan rızık eline gelir'.
Emevîlerden biri Ebu Hâzım b. Ebî Seleme'ye bir mektup yaza-rak ihtiyacını
kendisine bildirmesinde ısrar etti. Ebu Hâzım ona şu cevabı verdi: İhtiyacımı
mevlâma arzettim. Bana verileni kabul ettim. Bana verilmeyene de kanaat edip
razı oldum.'
Hukemâdan birine şöyle soruldu:
-Hangi şey akıl için daha sevindiricidir? Üzüntünün giderilmesinde hangi şey
daha fazla yardım eder?
-Akıl nezdinde en sevindirici şey, kişinin ölümünden önce yapıp gönderdiği
sâlih ameldir. Üzüntünün giderilmesinde en fazla yardımcı olan şey ise kaza ve
kaderin hükmüne razı olmaktır.
Hukemâdan biri şöyle demiştir: 'En uzun üzüntüye sahip olarak hasetçi kimseyi
gördüm. Yaşantı bakımından en refahlısını da kanaat eden kimse olarak buldum.
Eziyetçe en fazla olan da tamahkârlık yapıp haris olan bir kimsedir. Maişet
yönünden insanların en düşüğü, dünyayı en fazla tepenidir. Pişmanlık yönünden
en büyükleri ise ifrata kaçan âlimdir'.
Rızıkları taksim eden Allah'ın, kendisine rızık vereceğine güvenerek akşamlayan
bir kimsenin kalbi ne zengindir!
Böyle bir kimsenin şerefi korunmuştur. Onu kirletmez! Yüzü yepyenidir, onu
yıpratmaz!
Yine şöyle denilmiştir:
Ne zamana kadar konaklamak, sefere çıkmak, uzun çalışmak, gitmek ve gelmek
durumunda kalacağım?
Evden uzak, dostlardan garip, hâlimin ne olduğunu bilmez bir vaziyette
kalacağım?
Bazen doğuda, bazen batıda harisliğimden dolayı ölüm bile kalbime gelmez.
Eğer kanaat etseydim durduğum yerde rızık bana gelecekti! Muhakkak zenginlik
kanaattir, malın çokluğu değil!
Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Size Allah'ın malından kendime neyi helâl kıldığımı
haber vereyim mi? Biri kış, diğeri yaz için olan elbi-sem, hac ve umremi yapmak
için bir devedir. Bunlardan sonra benim nevâlem (gıdam), Kureyş'ten herhangi
bir kişinin nevalesi gibidir... Nafaka bakımından onların en yükseği olmadığım
gibi, en düşük yaşayanı da değilim. Allah'a yemin olsun bunun da helâl olup
olmadığını bilmiyorum'.
Sanki Hz. Ömer, bu kadarla kanaat etmenin bile farz olan mik-tardan fazla olup
olmaması hususunda şüphe etmektedir!
Bir bedevi, kardeşini harislikten dolayı kınayarak şöyle dedi: 'Kardeşim! Sen
arıyor ve aranıyorsun! Elinden kurtulamayacağın biri (Allah Teâlâ) seni arıyor.
Sen ise, başkası (Allah Teâlâ) tarafından sana verileni aramaktasın! Sanki
senden gâib olan sana keşfolunmuştur! Sanki içinde bulunduğundan da göç ederek
uzaklaşmışsın! Ey kardeşim! Sanki mahrum kalan haris bir kimseyi ve zengin olan
zâhid bir kimseyi hiç görmemişsin!'
Bu hususta şöyle denildi: "Görüyorum ki zenginlik gittikçe seni dünya için
haris kılıyor! Sanki ölmeyecekmişsin gibi! Acaba senin tayin ettiğin bir sonuç
var mıdır ki birgün oraya vardığın takdirde 'artık bana yeter, razı oldum'
diyesin!"
Şa'bî şöyle dedi: 'Hikâye olunuyor ki bir kişi çekuk veya turkay kuşunu avladı.
Kuş kendisine şöyle sordu:
-Beni avlayıp ne yapacaksın?
-Seni kesip yiyeceğim?
-Yemin olsun, ben bir derdine derman olmadığım gibi açlığını da gideremem.
Fakat sana üç haslet öğreteceğim ki beni yemekten sana daha hayırlıdır. Onların
birini daha elinde iken sana öğreteceğim, ikincisine gelince, uçup ağacın
dalına konduğum zaman öğreteceğim. Üçüncüsünü ise, dağın tepesinde olduğum
zaman...
-O halde birinci hasleti söyle!
-Sakın elinden kaçan birşey için üzülme!Bunun üzerine avcı kuşu bıraktı. Kuş,
ağacın üzerine konduktan sonra avcı dedi ki:
-Haydi! İkinci hasleti söyle!
-Sakın olmayacak şeye inanma!
Bunu dedikten sonra uçup dağın tepesine kondu ve şöyle dedi:
-Ey şakî! Eğer beni kesmiş olsaydın, benim kursağımdan iki inci çıkaracaktın ki
her incinin ağırlığı yirmi miskaldır.
Avcı bunun üzerine dudağını ısırarak üzüldü, ah çekti ve şöyle dedi:
-Üçüncü hasleti söyle!
-Sen iki tanesini unuttun bile! Fakat ben üçüncüsünü sana yine haber vereyim.
Sana 'elinden çıkmış birşey için üzülme ve olmayacak şeye inanma' demedim mi?
Oysa benim etim, kanım ve
tüyüm, üst üste konsa yirmi miskal ağırlığında değildir! O halde nasıl olur da
benim kursağımda ağırlığı yirmişer miskal olan iki inci bulunabilir?
Bunu dedikten sonra uçup gitti. İşte bu, Âdemoğlunun şiddetli tamahkâr-lığına
bir misaldir. Çünkü tamahkârlık, insanı hakîkati idrak etmekten kör eder. Öyle
ki olmayacak şeyi, olur zanneder.
İbn Semmak34 şöyle demiştir: 'Ümit, kalbinde bir iptir, ayağında da bir
kelepçe... Bu bakımdan ümidi kalbinden çıkar! Zira böyle yaptığın takdirde,
kelepçe ayağından çıkmış olur!'
Ebu Muhammed Yezidî35 şöyle demiştir: Hârun Reşid'in hu-zuruna girdim. Baktım
ki altın suyuyla yazılı bir sahifeye bakıyor. Beni gördüğü zaman tebessüm etti.
Bunun üzerine ben 'Allah Teâlâ mü'minlerin emirinin işini rast getirsin! Bir
fayda mı var
orada?' diye sordum. Cevap olarak dedi ki: 'Evet! Ben bu iki beyti Beni Ümeyye
hazinelerinin birisinde gördüm. Hoşuma gitti ve bunlara üçüncü bir şiiri
ekledim" dedi ve bana şu şiiri okudu:
Bir ihtiyacın önünde bir kapı yüzüne kapandığı zaman onu başkası için bırak!
O başka ihtiyacın kapısı sana açılacaktır. Çünkü karın dağarcığının
doldurulması sana kâfidir.
Emirlerin kötülükleri ise onlardan korunmak bakımından sana kâfi delildirler.
Sakın namusunu verme! Günahları işlemekten sakın ki onların cezası senden
uzaklaşsın!
Abdullah b. Selham, Kâ'b'ul-Ahbar'a dedi ki: 'Dinleyip an-ladıktan sonra
ilimleri âlimlerin kalplerinden silip götüren nedir?' Cevap olarak
'Tamahkârlık, nefsin oburluğu ve ihtiyaçların peşine amansızca düşmektir' dedi.
Birisi Fudayl'a dedi ki: 'Ka'b'ın bu sözünü bana açıkla!' Fudayl şöyle cevap
verdi: 'Kişi istediği bir şeyde ısrarla tamahkârlık yaptığından dolayı dini
gider! Oburluğa gelince, o şu veya bu şeyler hakkında nefis oburluğudur. Öyle
ki isteklerinin tümü verilsin istersin. Dolayısıyla şuna ve öbürüne ihtiyacın
olur. O senin muhtaç olduğunu gördüğü zaman, burnuna esaret halkasını geçirir
ve seni istediği istikamete sürükler, sana galip gelir. Sen de kendisine boyun
eğmek mecburiyetinde kalırsın. Bu bakımdan dünyayı sevdiğinden dolayı onun
yanından geçerken selâm verirsin. Hasta olduğunda ziyaret edersin. Allah rızası
için ona selâm vermez, ziyaret etmezsin!'
Sonra Fudayl 'Bu sözler senin için falan ve filandan rivayet edilen yüz
hadîsten daha hayırlıdır' dedi.
Hukemâdan biri şöyle demiştir: 'İnsanın acaip olan işindendir ki 'ona dünya
durdukça, sende kalacaksın' denseydi bile, dünyanın geçici ve kendisinin de
kalıcı olmadığını bildiği halde gösterdiği harislikten daha fazla bir halislik
yaratılışında olmazdı'.
Abdülvahid b. Yezid şöyle demiştir: Bir rahibin yanından geçerken 'Nereden
yiyorsun?' diye sordum. Cevap olarak 'Hâbir ve Lâtîf olan Allah'ın
armağanından... Öyle habîr ki değirmeni yaratmış ve ona öğütmek için un olacak
buğday getirmiş' dedi. Bunu söylerken eliyle azı dişlerinin değirmenine işaret
etti.
Habîr ve kâdir olan Allah ortaktan münezzehtir!
_______________________
22)Müslim, Buhârî
23)Medineli olan bu zat 85 yaşında, H. 68 senesinde vefat etmiştir.
24)İmam Ahmed, Beyhâkî
25)Taberânî
26)Müslim, Buhârî
27)Tirmizî, Nesâî
28)İbn Mâce
29)Müslim, Buhârî
30)Hâkim
31)İbn Ebî Dünya
32)İbn Mâce
33)Ebu Davud, İbn Mâce
34) Bu zat, Muhammed b. Sebih Bağdâdî' dir. Meşhur bir vaizdi
35) Adı Yahya b. Mübârek b. Mugire Advî'dir. Lûgat ve Nahiv ilmini pek iyi
bilirdi. H. 252 de vefat etmiştir.
*Hırsın, Tamahkârlığın İlâcı, Kanaat Etmenin Devası
Bu ilâç, üç esastan mürekkeptir: Sabır, ilim ve amel. Bunun toplamı da beş
şeydir:
Birincisi
Birincisi ameldir. Amel demek, maişette tutumlu hareket etmek ve infakta normal
olmak demektir. Bu bakımdan kim, kanaatin azizliğini istiyorsa, mümkün olduğu
kadar nefsine çıkış kapılarını kapatması ve nefsini sadece zarurî kısma
çevirmesi gerekir. O halde, fazla çıkış noktaları olan, infakı genişleyen bir
kimseye kanaat etme imkânı kalmaz. Hatta böyle bir kimse tek başına olursa,
yamalı bir elbise ile kanaat etmesi uygundur. Tek bir yemeğe kanaat etmelidir.
Katıklarını mümkün olduğu kadar azaltmalı ve bu hususta nefsini alıştırmalıdır.
Eğer çoluk çocuk sahibi ise, onların her birini de bu miktara alıştırmalıdır.
Çünkü bu miktar az bir çalışma ile elde edilir. Bu miktarı helâlden kazanmak
mümkün, normal yaşantı kolaydır. Kanaatte esas budur. Biz infak etmekte,
yumuşaklık göstermekten bunu kastediyoruz. Bu husustaki cehalet ve hamâkatı
terketmelidir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ, bütün işlerde rıfk ve yumuşaklığı sever.36 Tutumlu hareket eden
bir kimse fakir olmaz!37
Üç şey vardır ki kurtarıcıdırlar:
1. Tenhada ve açıkta Allah'tan korkmak,
2. Fakirlik ve zenginlikte normal hareket etmek,
3. Öfke ve rızada adalet!38
Rivayet ediliyor ki, bir kişi Ebu Derdâ'nın yerden çekirdek topladığını ve
şöyle söylediğini gördü: 'Maişetinde yumuşaklığın muhakkak ki kendi fıkhını
bilinendendir'.
İbn Abbas Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
İktisad (normal hareket), güzel huy ve sâlih bir gidiş, peygamberlikten olan
cüzün yirmi küsurundan bir parçadır.39
Tedbir maişetin yarısıdır.40
İktisad eden bir kimseyi Allah zengin, israf edeni de fakir eder. Kim Allah'ı
anarsa Allah onu sever!41
Bir iş yapmak istediğin zaman Allah sana genişlik ve çıkış nasip edinceye kadar
yumuşaklık ve normal hareketten ayrılma!42
İnfakta normal hareket etmek işlerin en mühimlerindendir. İkincisi
Elinde kişiye yetecek kadar servet bulunduğu zaman geleceği için şiddetli
sallantılara girmesi uygun değildir. Bu hususta başlıca yardımcısı, emeli
kısaltmaktır. Kendisine, takdir edilen rızkın muhakkak eline geçeceğine
inanmaktır. Her ne kadar ona karşı fazla bir harislik göstermese bile... Çünkü
harisliğin fazlası rızıkların sahiplerine gelmesi için yegâne sebep değildir.
Aksine Allah'ın sözüne güvenmesi uygundur.
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah'a ait olmasın. (Allah) onun
durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitapta
yazılıdır.(Hûd/6)
Bunun hikmeti şudur: Şeytan insanı fakirlikle korkutur, kötülüğü emreder ve der
ki: 'Eğer malın toplanmasına ve korun-masına harislik göstermezsen
hastalanabilir, çalışmaktan aciz kalabilir ve dilencilik zilletine mecbur
olabilirsin!' İşte bu şekilde vesvese yapan şeytan, insanı ömür boyunca mal
toplamak için durmadan çalıştırır! Allah'tan gâfil olduğu halde, çalışıp
yorulmasından dolayı şeytan ona güler. Bütün bunları ikinci halde de yorulacağı
vehmi ile yapar! Oysa bu da çoğu zaman olmaz. Bunun benzeri hakkında şöyle
denilmiştir: 'Kim fakirlik korkusundan do-layı mal toplamak için saatlerini
harcarsa, onun işlediği fakirliktir'.
Hâlid'in iki oğlu43 Hz. Peygamber'in huzuruna girdi. Hz. Peygamber kendilerine
dedi ki:
Başınız sallandığı sürece rızıktan ümitsiz olmayın! Çünkü insanoğlunu annesi,
kıpkırmızı bir et parçası olarak doğurup dünyaya getirir. Onun üzerinde
herhangi bir kabuk yoktur. Sonra Allah Teâlâ onun rızkını verir.
Bir ara, üzüntülü olan İbn Mes'ud'un yanından Hz. Peygam-ber geçti ve şöyle
buyurdu:
Üzüntünü çoğaltma! Takdir edilen olur! Sana rızık olarak ayrılan sana
gelecektir.44
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ey insanlar! Çalışma da güzel davranın! Çünkü hiçbir kul için kendisine takdir
edilenden başka birşey yoktur ve kul kendisine yazılan rızık eline geçmeden,
dünyadan göç edip gidemez.45
İnsanoğlu harislikten, Allah Teâlâ'nın kullarının rızıklarını takdir etmesi
hususundaki tedbirine güvenmek suretiyle ve meşrû olarak çalışmakla rızkın
geleceğine inanmakla kurtulur. Hatta uygun olan kulun haberi olmadığı halde
Allah'ın onun için takdir ettiği rızkın daha fazla olduğunu düşünmesidir.
Kim Allah'tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve onu ummadığı
yerden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse O, ona yeter.(Talâk/2-3)
Kendisinden rızık beklediği bir kapı kapandığı zaman, onun için kalbinin
muzdarip olması uygun değildir.
Allah Teâlâ mü'min kuluna ummadığı bir yerden rızık ve-rir.46
Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Allah'tan ittika et! Zira hiçbir muttakînin
muhtaç olduğunu görmedim!' Yani muttaki kul, zarurî ihtiyacını elde etmek için
çaba sarfetmeye bırakılmaz. Allah Teâlâ, müslümanların kalplerine onun rızkını
vermeyi ilka eder.
Fadl edDubdî47 der ki: 'Bir bedeviye şöyle sordum:
- Senin maişetin nereden geliyor?
- Hacıların adak ve nezirlerinden...
- Eğer hacılar hacca gelmekten menedilirlerse ne olacak?
- Eğer biz sadece bildiğimiz kaynaktan gıda almayı beklersek yaşamamamız
gerekir!
Tâbiînden Ebu Hâzım Seleme b. Dinar şöyle demiştir: 'Dünyayı iki şey olarak buldum.
O iki şeyden biri benim! Onun vakti gelmeden önce edinemem, gökler ve yerin
kuvvetiyle onu istesem yine de durum değişmez. Onlardan diğeri ise
başkasınındır. Ona da geçmiş zamanda yetişemedim ve gelecekte de
yetişebileceğimi ümit etmiyorum. Başkası için olan benden menedilir. Tıpkı
benim için olan da başkasından menedildiği gibi... İşte ben bunların hangisinde
hayatımı tüketirsem, mârifet cihetinden benim için devadır. Şeytanın fakirlikle
korkutmasının defedilmesi için mutlaka bu ilâca ihtiyaç vardır!'
Üçüncüsü
Kanaatte olan zenginliğin izzetini, harislik ve tamahkârlıkta olan zilleti
bilmesidir. Kişinin nezdinde bu sabit oldu mu kanaate rağbet eder. Çünkü
harislikte yorgunluktan, tamahkârlıkta da zilletten kurtulamaz. Kanaatte şehvet
ve fuzulî şeylere sabretmenin zorluğu ve elemi vardır. Bu eleme ancak Allah
muttali olur. Bu elemi çekmekte âhiret sevabı vardır. Harislikteki yorgunluk ve
zillet ise halkın gördüğü şeylerdendir. Bunlarda vebal vardır, vebalden başka
bu durum, nefsin izzetini ve hakikate tâbi olma kudretini de elden çıkarır.
Çünkü tamahkârlığı ve hırsı çoğalan bir kim-senin halka ihtiyacı pek fazla
olur. Bu bakımdan halkı hakka davet etmek imkânından mahrum olup, yağcılık
yapmak mecburiye-tinde kalır. Bu ise dinini yokedecek bir harekettir. Nefsinin
azizliğini, midesinin şehvetine tercih etmeyen bir kimse bunak ve imanı
eksiktir.
Mü'min bir kimsenin azizliği, halktan müstağni olması demektir.43
Bu bakımdan kanaatte hürriyet ve izzet vardır. Bunun için de şöyle denilmiştir:
İstediğin bir kimseden müstağni ol, onunla eşit olursun! İstediğin bir kimseye
muhtaç ol, onun esiri olursun. İstediğin bir kimseye iyilik yap, onun emiri
olursun!'
Dördüncüsü
Yahudilerin, hristiyanların, ahlâkça düşük insanların, ahmakların, bedevi
serserilerinin, dinsiz ve akılsız kimselerin nimetler içinde yüzdüklerini çokça
düşünmeli... Sonra peygamberlerin ve velî kulların durumlarını düşünmeli!
Hulefa-i Râşidînin, diğer sahabe ve tabiin'in yaşayışlarını düşünmeli,
hayatlarına kulak vermeli, durumlarını mütalaa etmelidir. Aklını düşük
insanlara benzemek veya Allah nezdinde yaratıkların en şerefli sınıfına uy-mak
arasında serbest bırakmalıdır ki böyle yapmaktan dolayı darlık ve az ile kanaat
etmek hususunda sabretmek kendisine kolay gelsin. Çünkü kişi, eğer midesinin
doldurulmasından lezzetle-niyorsa (muhakkak bilmeli ki) eşşek yemek bakımından
kendisinden pek ileridedir! Eğer cinsî münasebetten zevk alıyorsa domuz bu
hususta daha ileridedir. Eğer elbise ve binek hususunda süslenmekten zevk
alıyorsa, yahudiler içerisinde bu hususta ondan daha ileride olanlar vardır.
Eğer aza kanaat eder, razı olursa onun bu rütbesinde peygamberler ve velî
kullar ortaklık yapmaktadırlar.
Beşincisi
Malın Âfetleri kısmında zikrettiğimiz gibi, mal toplamadaki tehlikeyi
anlamasıdır. Mal için sözkonusu olan hırsızlık, yağma edilmek ve zayi olmak
korkusunu düşünmesidir. Eli dünyadan boşaldığı takdirdeki emniyetini de
anlamalıdır. Malın âfetleri ve insanı cennetten beş yüz sene geri bırakması
hakkında söylediklerimizi dikkatle izlemelidir.49 Çünkü kişi, yetecek kadarıyla
kanaat etmezse zenginler zümresine ilhak olunur. Fakirlerin defterinden
silinir. Fakirler defterinde kalmak ise, daima dünyada malca kendisinden aşağı
olana bakmak, kendisinden yukarı olana bakmamak suretiyle temin edilir. Çünkü
şeytan daima dünya hususunda kişiden üstün olana kişinin dikkatini çekmek ister
ve kendisine 'Mal edinmekten gevşeme! Çünkü mal sahipleri yemek ve elbise
içinde yüzmektedirler' vesvesesini verir! Din hususunda ise nazarını
kendisinden aşağı olana çevirerek der ki: 'Neden nefsine bu kadar eziyet
veriyorsun. Allahtan bu kadar korkuyorsun? Halbuki filan adam senden daha
bilgindir. Buna rağmen (senin kadar) Allah'tan korkmuyor! Bütün halk zevk ve
sefasıyla meşguldür. Sen neden onlardan ayrılmak istiyorsun?!'
Ebu Zer el-Gıfârî şöyle demiştir: 'Benim dostum (Hz. Muhammed) bana dünya
hususunda benden üstün olana değil de benden aşağıda olana bakmamı tavsiye
etmiştir'.50
Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Sizden bir kimse, Allah tarafından mal ve yaratılış bakımından üstün kılınan
bir kimseye baktığı zaman, hemen bu hususlarda kendisinden daha aşağı olan ve
faziletçe üstün olan bir insana baksın!51
Bu emirlerle, kanaat ahlâkını, işin direği olan sabır, emelin kısaltılması ve dünyanın
birkaç günlük hayatına sabretmenin neticesinin uzun bir zaman lezzetlenmek
olduğunu anlar. Bu bakımdan şifayı beklemek hususunda şiddetli istek sahibi
olduğundan dolayı ilâçların acılığına tahammül eden bir hasta gibi olur.
____________________________
36)Müslim, Buhârî
37)İmam Ahmed, Taberânî
38)Bezzar, Taberânî, Ebu Nuaym, Beyhâkî
39)Ebu Dâvud
40)Ebu Mansur Deylemî
41)Bezzar
42)İbn Mübârek
43)Bu zat Benî Âmir b. Sa'sa'dandır.
44)İbn Mâce
45)Ebu Nuaym
46)İbn Hibban, Zuafâ; İbn Cevzî, Mevzuat
47)Kûfelidir ve güvenilir bir zattır.
48)Taberânî, Hâkim
49)İmam Ahmed, Tirmizî İbn Hâce, (Ebu Hüreyre'den); 'Müslümanların fakirleri
zenginlerinden beşyüz sene önce cennete girecektir' (İthaf'us-Saade, VIII/180)
50)İmam Ahmed, İbn Hibban
51)Müslim, Buhârî
*Malı Hususunda Kula Düşen Vazifeler
Mal, daha önce dediğimiz gibi, bir yönden hayır, diğer bir yönden de şerdir.
Malın misâli, yılanın misâline benzer. Usta bir kimse yılanı tutar. Ondan
tiryak denilen panzehiri çıkarır. Gafil bir kimse yılanı tutar, yılan onu
öldürür. Hiç kimse malın zehirinden kurtulamaz. Ancak beş şeye dikkat eden
bundan müstesnadır!
Birincisi
Maldan maksadın ne olduğunu ve malın niçin yaratıldığını ve niçin mala muhtaç
olduğunu bilmektir ve yine bilmelidir ki mal ancak ihtiyaç miktarı korunur.
Himmeti müstehak olduğunun üstünde olan bir kimse onu vermez.
İkincisi
Malın gelir kaynağını gözetmektir. Dolayısıyla katıksız haramdan veya sultan
malı gibi çoğu haram olandan sakınmaktır. Mekruh olan ve içinde rüşvet kokusu
bulunan hediyeler gibi, içinde mürüvvetsizlik, zillet ve benzeri durumlar
bulunan dilencilik gibi mürüvveti yıkan kaynaklardan kaçınmalıdır.
Üçüncüsü
Kazandığı miktarı gözetmektir. Bu bakımdan ne fazla, ne az, sadece gereken
miktarı elde eder. Bunun ölçüsü ihtiyaçtır. İhtiyaç elbise, mesken ve yemektir.
Bunların her birinin de üç derecesi vardır. Ednâ (en alt derece), evsat (orta
derece) ve âlâ (en üst derece)dir. Azlık tarafına meyil olduğu ve zaruret
hududuna yakın bulunduğu müddetçe hak olur. Bu sınırı geçtiği takdirde derinliğinin
sonu olmayan bir uçuruma yuvarlanır. Biz bu dereceleri ayrıntılı bir şekilde
'Zühd' bahsinde belirtmiştik.
Dördüncüsü
Masraflarını gözetmektir. İnfakta normal hareket etmelidir. Ne israf ne de
sıkılık... Daha önce söylediğimiz gibi yapmamalıdır. Helâlinden kazandığını
uygun yere sarfetmelidir. Uygun olmayan yere sarfetmemelidir. Çünkü haksız
yerden almak ile haksız yere sarfetmekteki günah eşittir.
Beşincisi
Almakta, bırakmakta, sarfetmekte ve tutmakta niyetini düzeltmektir. Öyleyse
aldığını ibâdette kendisine yardımcı olsun diye almalı, almadığını mala karşı
zayıflığından dolayı almamalıdır. Onu hakir saydığından dolayı bırakmalıdır.
Bunu yaptığı takdirde malın varlığı ona zarar vermez ve bunun için Hz. Ali
(r.a) şöyle demiştir: 'Eğer bir kişi yeryüzündeki servetin tamamını edinmişse
ve bununla Allah'ın cemâlini istiyorsa, o kişi zâhiddir. Eğer bir kişi dünyayı
terketmişse ve bununla Allah'ın rızasını kasdetmiyorsa, o kişi zâhid değildir'.
Bu bakımdan senin bütün hareketlerin Allah için olsun. İbâdet gayesiyle veya
ibâdete yardım eden bir hedefe yönelmiş bulunsun. Çünkü ibâdetten en fazla uzak
olan hareket, yemek ve def-i hâcettir. Oysa bunların ikisi de ibâdete
yardımcıdırlar. Eğer onlardan bu kastolunursa, onların ikisi de senin için ibâdet
hükmüne geçerler. Böylece seni koruyan gömleğin, yatağın, kabın, kaşığın için
niyetin bu olmalıdır. Çünkü dinen insanoğlu bütün bunlara muhtaçtır. İhtiyaçtan
fazla olan için ise şunu kasdetmek uygundur: Allah'ın kullarından biri bundan
faydalanacaktır. Allah'ın kullarından biri buna muhtaç olduğu zaman da bundan
istifade etmekten menedilmemelidir. Bu bakımdan böyle yapan bir kimse, mal
yılanından panzehirini almış, zehirinden korunmuştur. Böyle bir kimseye malın
çokluğu zarar vermez. Fakat bu derece ancak dinde sabit kadem olan ve din
hususunda ilmen gelişen bir kimse için mümkün olabilir. Halk tabakasından olan
bir kimse, çok mal edinmek hususunda, kendini âlime benzetip 'Ben ashab-ı
kiramın zenginlerine benziyorum' iddiasında bulunursa, tıpkı zeki, mümeyyiz bir
çocuğun yılanı tuttuğunu, evirip çevirdiğini, yılandan panzehir aldığını görüp
o insanın yılanın şeklini güzel gördüğünden, yumuşak derisiyle oyalandığından
dolayı yılanı tuttuğunu zanneden bir çocuğa benzer. Bu çocuk da o mümeyyiz kişi
gibi yılanı tutar, fakat yılan derhal onu öldürür. Fakat şu fark vardır ki
yılanın öldürdüğü insan, öldürüldüğünü bilir. Malın öldürdüğü insan ise, bazen
öldürüldüğünü bilmez. Dünya yılana benzetilmiştir ve şöyle denilmiştir:
O dünya bir yılan gibidir. Zehir akıtır.
Her ne kadar onun derisi yumuşak görünürse de...
Nasıl ki âma bir kimsenin dağları aşmak, deniz kıyılarında gezmek, dikenli
yollarda yürümek hususunda gözü gören bir kimseye benzemesi muhal ise, halk
tabakasından olan bir kimsenin de mal edinmek hususunda kâmil bir âlime
benzemesi muhaldir.
*Malın Âfetleri ve Faydaları
Malın Faydaları
Mal, yılan gibidir. Ağzında zehir, etinde tiryak (panzehir) vardır. Bu bakımdan
malın faydaları, panzehiri gibidir. Tehlikeleri ise zehirleridir. O halde malın
tehlike ve faydalarını bilen bir kimse malın şerrinden sakınma ve hayrını elde
etme imkânına sahiptir.
Faydaları da dünyevî ve dinî olmak üzere iki kısma ayrılır. Dünyevî faydalarını
zikretmeye ihtiyaç yoktur. Onların bilinmesi halk arasında ortak bir
keyfiyettir. Eğer bu böyle olmasaydı halk mal aramak (servet edinmek) için
dünyayı dolaşmazdı!..
Dinî faydalarına gelince, onların tümü üç kısımda toplanır: Birinci Kısım
Malı kendi nefsine infak etmesidir. Ya ibâdet hususunda veya ibâdete yardım
hususunda infak eder. İbâdet hususunda infak etmeye gelince, bu husus, malın
yardımıyla hacca ve cihada gitmek gibidir; zira kişi ancak mal vasıtasıyla
hacca ve cihada gidebilir. Hac ve cihad Allah'a yaklaştırıcı ibâdetlerin
temellerindendir. Fakir bir kimse bu iki ibâdetin faziletinden mahrumdur.
İbâdeti takviye etmek hususunda sarfedilmesine gelince, onlar yemek, elbise,
mesken, evlenme ve hayatın diğer zarurî ihtiyaçlarıdır. Çünkü bu ihtiyaçlar
yerine getirilmediği zaman, kalp on-ları düşünür ve dini için çalışmaya vakti
kalmaz. O halde kendisiyle ibadet edebildiği şey de ibâdetin ta kendisidir. Bu
bakımdan yetecek kadar -dine yardım olsun diye- dünyalık edinmek, dinî
faydalardandır. Dünyadan zevk almak ve yeterli olandan fazla edin-mek bu kısma
dahil olmaz. Çünkü bu sadece dünya vasıflarındandır.
İkinci Kısım
Halka sarfettiğidir. Bu da dört kısma ayrılır:
1.Sadaka olarak verdiği
2.Mürüvveti gereği verdiği
3.Namusunu korumak için verdiği
4.Çalıştırma ücreti olarak verdiği
Sadaka'nın sevabı herkesin malûmudur. Sadaka Allah'ın gazabını söndürür. Biz
daha önce onun faziletini belirtmiştik.
Mürüvvet'ten gayemiz; ziyafet, hediye ve bunlara benzer yerlerde malı
zenginlere ve eşrafa sarfetmektir. Böyle bir sarfiyata sadaka denilmez; zira
sadaka, muhtaca verilen mal demektir. Ancak bu sarfiyat dinî faydalardandır;
zira böyle bir sarfiyatla kul, arkadaş ve dost edinir, cömertlik sıfatını
kazanır, cömertlerden olur. Cömertlik sıfatıyla, ancak iyilik yapan, mürüvvet
yolunda yürüyen bir kimse sıfatlanır. Bu da sadaka gibi sevabı pek büyük olan
bir harekettir; zira hediye ve ziyafetler hususunda -yiyenlerin fakir olması
şart koşulmaksızın- birçok hadîsler vârid olmuştur.
Namusu korumak için verilme hususuna gelince, biz bundan şairlerin hicvini
önlemek, sefihlerin hakaretini önlemek ve şerlerini uzaklaştırmak için verilen
malı kastediyoruz. Bu mal da faydası dünyada görülmekle beraber dinî
nasiplerdendir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kişinin namusunu koruyan mal, kişi için bir sadaka sayılır!21
Nasıl sadaka yazılmasın? Bu verilen malda gıybet yapanı, gıybetin günahından
alıkoymak olduğu gibi, düşmanlığı gerektiren konuşmasından sakınmak da vardır.
Öyle bir düşmanlık ki karşılık vermek ve intikam almak hususunda insanı şerî
hududları geçmeye zorlar!
İstihdam ve çalıştırmaya gelince, o şu demektir: İşin yapılması için insanın
birçok sebepler hazırlaması gereken işlerdir. Eğer kendi onları yaparsa
vakitleri zayi olup, sâliklerin makamlarının en yücesi olan fikir ve zikir ile
ahiret yolunun yolculuğu kendisine zor gelecektir. Malı olmayan bir kimse ise,
kendi hizmetini kendisi yapmak mecburiyetinde kalır. Yemeğini satın almak, un
ve bulgurunu öğütmek, evini süpürmek, hatta muhtaç olduğu kitabı bile yazmak
gibi işleri yapmak mecburiyetinde kalır. Öyle ise, başkası tarafından yapılması
mümkün olan ve senin meşgul olduğun takdirde yorulacağın işler seni hedefin
olan ilim, amel, zikir ve fikirle uğraşmaktan alıkoyar. Oysa zikir ve fikrin
senin yerine, başkası tarafından yapılması düşünülemez. Bu bakımdan burada yani
zikir ve fikrin dışında vakti zayi etmek zarardır.
Üçüncü Kısım
Belli bir insana sarfetmediği maldır. Fakat o mal ile umumî bir hayır meydana
gelir. Camiler, köprüler, tekkeler, darülacezeler inşa etmek, yollara gözcüler
dikmek ve hayırlar için yapılan diğer vakıflar gibi... Bunlar ebedî
hayırlardır. Ölümden sonra da fayda verirler. Sâlih kimselerin dualarını
celbedici hayırlardır. Hayır bakımından bunlar sana yeter. Bu söylediklerimiz,
din hususunda malın birtakım faydalarıdır. Bunların dışında dünyada olan daha nice
nice faydalar vardır. Dilencilik ve fakirlikten kurtulmak, halk arasında izzet
ve cömertlik sahibi olmak, arkadaşları, yardımcıları ve dostları çoğaltmak,
kalplerde kendisine karşı ikram ve vekarın belirmesi gibi faydalar... Bütün
bunlar malın temin ettiği dünyevî faydalardır.
Malın Âfetleri
Bunlar da dinî ve dünyevî olmak üzere iki kısımdır: Dinî âfetler üç gruptur:
Birincisi
Günahlara sevketmesidir. Çünkü şehvetler çok değişiktir. Âcizlik ve imkânsızlık
bazen kişi ile günah arasına perde olarak gerilir. Nitekim 'bulmamak, masum
kalmaktandır' denilmiştir. İnsanoğlu günahın bir çeşidinden ümitsiz olduğu
zaman, artık ona karşı şehveti kabarmaz. Günaha muktedir olduğunu hissettiği
zaman nefis kendisini dürter. Mal da kudretin bir çeşididir ve günaha davet
edici karakteri insanı dürter. Eğer kişi onun isteğini yaparsa helâk olur. Eğer
sabrederse, sıkıntıya girer; zira yapma gücü olduğu halde sabretmek daha
zordur. Zenginlik fitnesi fakirlik fitnesinden daha büyüktür.
İkincisi
Mübahlara dalmaya (ve israfa kaçmaya) sürükler. Bu ise malın âfetlerinin
başlangıcıdır. Bu bakımdan mal sahibinin arpa ekmeği yemeye, yamalı elbise
giymeye, yemeklerin lezzetlilerini bırakmaya, Hz. Süleyman'ın (a.s) zenginliği
terkettiği gibi terketmeye gücü ne zaman yetebilir? Öyle ise mal sahibinin en
güzel durumu (kendisine göre) dünya ile lezzetlenmek, nefsini buna
alıştırmaktır. Öyle ki dünya ile lezzetlenmek, onun yanında normal bir âdet
haline gelir. Dünya zevklerinden uzak duramayacak bir duruma gelir! Dünyanın
bir kısmı kendisini, diğer bir kısmına çeker. İnsan bu zevklere alıştığı zaman,
bazen helâl kazanç ile bunlara ulaşma imkânından yoksun olur. Dolayısıyla
şüphelilere dalar! Maddî durumunu düzeltip, dünya lezzetlerine nail olmak için
riyakârlık, yağcılık, yalan, nifak ve diğer rezil şeylere yeltenir; zira malı
çok olan bir kimsenin halka ihtiyacı çok olur. Halka ihti-yacı olan bir kimse
ise, elbette onlara münafıklık yapmak, onların rızasını kazanmak için Allah'a
isyan etmek mecburiyetinde kalır. Eğer insan bilfiil lezzetlere başlamaktan
ibaret olan birinci âfetten kurtulursa, bu ikinci âfetten kurtulamaz. Düşmanlık
ve dostluk da halka olan ihtiyaçtan doğar. Bu ihtiyaçtan hased, kin, riya,
gurur, yalan, kovuculuk, gıybet, kalp ve dile mahsus olan diğer günahlar neşet
eder! Bu günahların diğer azalara sirayet etmesinden de insan kurtulamaz. Bütün
bunlar malın uğursuzluğundan, onu ko-rumak ve çoğaltmak ihtiyacından doğar.
Üçüncüsü
Öyle bir beladır ki hiç kimse bu beladan kurtulamaz, Şöyle ki, malı koruyup
çoğaltmak insanoğlunu Allah'ın zikrinden alıkoyar. İnsanı Allah'ın zikrinden
alıkoyan herşey zarardır ve bunun için de Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir:
-Malda üç âfet vardır; biri helâlinden kazanmamaktır.
-Helâlinden kazanırsa diğer âfet nedir?
-Hakkı olmayan yere sarfetmektir!
-Hakkı olan yere sarfedilirse diğer âfet nedir?
-Bu takdirde de malı korumak ve geliştirmek kendisini
Allah'ın zikrinden alıkoyar!
İşte müzmin hastalık budur. Çünkü ibâdetlerin temeli, beyni ve sırrı Allah'ın
zikrini ve azametini düşünmektir. Bu ise, herşeyden boş olan bir kalp ister.
Gayri menkulün sahibi ise sabah akşam çiftçi ile mücadele edeceğini, hesaba
tutulacağını, ortaklarla münakaşa edeceğini, su ve sınır meselelerinde münazaa
edeceğini, vergi hususunda devlet memurlarıyla uğraşacağını, tamirde
ücretlilerin kusur gösterdiği şeyler hususunda münakaşaya tutuşacağını,
çiftçilerin hainlik yapıp çaldıkları için, onlarla mücadele edeceğini düşünür.
Ticaret sahibi, ortağının hiyanetini kârı kendisine alacağını, çalışmaktaki
kusurluluğunu ve malı zayi edeceğini düşünür. Koyun sahibi de bunun gibi şeyler
düşünür. Diğer mal sahipleri de bu tür şeyler düşünür. Oysa insanoğlunun
düşüncesi, parayı nereye sarfedeceği nasıl koruyacağı, birisi ona muttali
olursa ne olacağı ve halkın oradan tamahlarını nasıl keseceği hususunda
durmadan düşünür. Dünya için düşünmenin sonu gelmez. Günlük nafakasını bulan
bir kimse, bütün bunlardan emin ve salimdir. İşte dünyevî âfetlerin özeti
bunlardır. Hele mal sahiplerinin dünyada çektikleri korku, üzüntü, gam; hased
edicileri defetmek hususundaki yorgunluk, malın kazanılması korunması
hususundaki zorluklar da cabası! Onlarda durum bu iken, malın panzehiri;
nafakasını ondan almak, kalanını hayrat yollarına sarfetmektir. Bundan başkası
zehir ve âfettir. Allah Teâlâ'nın selâmetini, lütuf ve keremiyle güzel
yardımını talep ediyoruz. Allah herşeye kâdirdir.
21) Ebu Yâ'lâ
*Malın Övülmesi ve Övgü İle Kötülemenin Te'lifi
Allah Teâlâ, Kur'an'ın birçok ayetinde mala hayr ismini vere-rek şöyle
buyurmuştur:
Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakacaksa babasına,
annesine ve akrabasına uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar
üzerine bir borçtur.(Bakara/180)
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Sâlih mal, sâlih kişinin elinde ne güzeldir!15
Hac ve sadakanın sevabı hakkında vârid olan âyet, hadîs ve eserler, aynı
zamanda malı da övmektedirler; zira hac ve sadakayı insanoğlu ancak mal ile
yapabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Duvar ise şehirde iki yetim çocuğundu. Altında onlara ait bir define vardı.
Babaları da sâlih bir kimse idi. Rabbin diledi ki onlar güçlü çağlarına
ersinler ve rabbinden bir merhamet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları
kendiliğimden yapmadım.
(Kehf/82)
Ve size çok mallarla, oğullarla yardım etsin, size bahçeler versin, ırmaklar
versin.(Nûh/12)
Fakirlik küfre (sebep olmaya) yaklaştı.16
Bu hadîs, malı övmektedir. Sen malın hikmetini, maksadını, âfet ve
tehlikelerini bildikten sonra ancak malın övülmesiyle kötülenmesi hakkında
gelen hadîslerin tezat teşkil etmediğine vâkıf olabilirsin. O zaman sana malın
bir yönden hayır olduğu, diğer bir yönden de şer olduğu, hayır olması hasebiyle
güzel birşey olduğu, şer olmak hasebiyle de kötü birşey olduğu görülecektir.
Çünkü mal, sırf hayır veya sırf şer değildir. Aksine mal, hem hayrın, hem de
şerrin sebebidir. Vasfı ve niteliği bu olan birşey şüphesiz ki hem övülür, hem
de kötülenir. Fakat basiret sahibi ve hayrı şerden ayırdeden bir kimse idrak
eder ki malın övülen kısmı, kötülenen kısmından başkadır. Bunun açıklanması,
Şükür bahsinde zikrettiğimiz hayrat ve hasenat bakımından, nimetlerin
derecelerinin tafsilâtı ve bu husustaki miktarın yeterli derecesi dikkate
alınarak şöyle yapılır: Akıllıların maksadı ve basiret sahiplerinin hedefi;
daimî nimet ve sarsılmaz mülk olan ahiret saadetidir. Bunu istemek şerefli ve
akıllı kimselerin âdetidir; zira Hz. Peygamber'e 'İnsanların en şereflisi ve en
akıllısı kimdir?' diye sorulduğunda, cevap olarak şöyle buyurmuştur:
Ölümü en fazla anan ve hummalı bir şekilde ölüme hazırlanan kimse!17
Bu saadet üç vesile ile elde edilir, O vesileler de nefiste olan faziletlerden
ibarettir: İlim, güzel ahlâk, selâmet, sıhhat gibi bedenî ve mal gibi bedenin
haricinde olan faziletlerdir. Önce bedenî faziletler, sonra bedenin haricinde
olanlardır. O halde bedenin haricinde olanlar bunların en düşüğüdür. Mal ise
haricî vesilelerdendir. Malın en düşüğü dirhem ve dinarlardır. Çünkü dirhem ve
dinarlar hizmet ederler. Onların hizmetçisi yoktur. Dirhem ve dinar, bizzat
kendileri için istenmez. Başka şeyler için istenir. Zira nefis, saadeti matlub
olan cevherdir. Nefis, ilim, marifet ve ahlâka, onu zatında nitelik ve sıfat
yapsın diye hizmet eder. Beden de duyu ve azalar vasıtasıyla nefse hizmet eder.
Yiyecekler, giyecekler de bedene hizmet ederler. Daha önce de geçtiği gibi
yemeklerden gaye, bedenin sağlam kalmasıdır. Evlenmeden gaye, neslin
idamesidir. Bedenin sağlam kalmasından gaye; nefsin temizlenmesi, ilim ve
ahlâkla süslenmesidir. Kim bu tertibi biliyorsa o, malın kıymetini, şerefin
yolunu öğrenmiştir ve malın şerefinin yiyecek ve giyeceklerin zarurî olmasından
ileri geldiğini de anlamıştır. Öyle bir zaruret ki bedenin yaşaması için
gereklidir. Öyle beden ki nefsin kemâli için zarurîdir. Öyle kemâl ki hayrın ta
kendisidir. O halde bir şeyin faydasını, gayesini, hedefini bilen ve şeyi o
gaye için kullanan, o gayeyi gözeten, onu unutmayan bir kimse güzel davranmış
ve faydalanmış demektir. Gayeye vasıtasıyla ulaşılan şey de güzeldir. Bu
bakımdan mal, doğru bir maksada ve hedefe vesile olduğu gibi, kötü maksadlara
da alet ve vesile edinilebilir. O kötü maksadlar, insanı ahiret saadetinden
alıkoyan maksadlardır. İlim ve amel kapısını kapatan maksadlar!.. Bu bakımdan
durum bu iken mal hem iyi, hem de kötü'dür. Güzel maksada nisbeten iyi'dir.
Kötü maksada izafeten kötü ve çirkin'dir. Bu bakımdan dünyadan kendine yetenden
daha fazlasını alan ve edinen bir kimse, hadîs-i şerîf de vârid olduğu gibi
farkına varmadan kendi mahvını hazırlamış olur!
Tabiatlar Allah yoluna mâni olan şehvetlerin arkasında sürüklenmeye meyyal
olduklarından, mal da bunu kolaylaştırdığından ve alet olduğundan ötürü,
yeterli miktarından fazla olan mal hakkındaki tehlike oldukça büyüktür. Bunun
için peygamberler onun şerrinden Allah'a sığınmışlardır.
Ey Allahım! Muhammed'in âlinin nafakasını yetecek kadar kıl!"
İşte görüldüğü gibi Hz. Peygamber, dünyadan sadece katıksız hayır olanı
istemiştir.
Yarab! Beni miskin olarak dirilt! Miskin olarak öldür. Miskinler zümresinde
haşreyle!19
Hz. İbrahim de istiaze ederek şöyle demiştir:
Bir zaman İbrahim şöyle demişti: 'Rabbim! Bu şehri korku-lardan emin kıl! Beni
ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut'.(İbrahim/35)
Hz. İbrahim'in putlardan gayesi; altın ve gümüştür; zira nübüvvet mertebesi,
taşlarda ulûhiyyeti düşünme korkusundan pek yücedir; zira İbrahim (a.s)
peygamber olmadan önce küçüklüğüne rağmen putlara ibâdet etmekten kaçınmıştır.
Altın ve gümüşe ibâdet etmenin mânâsı; onları .sevmek, onlarla aldanmak ve
kalben onlara meyletmektir.
Altının kölesi olan helâk olmuştur. Gümüşün kölesi olan helâk olmuştur ve bir
daha kurtulamaz. Ayağına diken battığı zaman o diken çıkmaz (yani çıkmasın!)20
Görüldüğü gibi altın ve gümüşü sevmenin, onlara ibâdet etmek olduğunu beyan
etmiştir. Kim bir taşa ibâdet ederse o, puta tapmış demektir. Hatta Allah'tan
başkasına kul olan kimse putperesttir. Kendisini Allah'tan alıkoyan bir kimse,
bu sebepten Allah'ın
hakkını ödemediği takdirde puta tapan bir kimse gibi olur. Bu ise şirktir. Şirk
iki kısımdır:
1.Gizli şirk ki ebediyyen cehennemde kalmayı gerektirmez.Böyle bir şirkten mü'minlerin
pek azı kurtulur. Çünkü bu şirk,karıncanın iz bırakmasından daha gizlidir.
2.Açık şirk ki ebediyyen cehennemde kalmayı gerektirir. Biz bütün bunların
şerrinden Allah'a sığınırız!
_________________
14)Dımeşkli ve zâhid bir zattır. Özel isminde ihtilâf vardır.
15)İmam Ahmed, Taberânî
16)Ebu Müslim el-Leysî, Beyhâki
17)İbn Mâce
18)Daha önce geçmişti.
19)Müslim, Buhârî
20)Buhârî
*Malın ve Mal Sevgisinin Kötülenmesi
Ayetler
Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın!
Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.(Münafikûn/9)
Mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir imtihandır. Büyük mükâfat ise
Allah'ın katındadır.(Teğâbün/15)
Bu bakımdan kim, malını ve evladını Allah katındaki sevaba tercih ederse, o zarar
etmiştir ve açıkça büyük bir ziyana uğramıştır.
Kimler dünya hayatını ve süsünü isterse, onlara oradaki amellerinin karşılığını
tamamen öderiz. Bu hususta onlara noksanlık yapılmaz.(Hûd/15)
Doğrusu insan azgınlık eder. Kendini müstağni gördüğü için.(Alâk/6-7)
Bu bakımdan günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş, ancak yüce ve azîm olan Allah'ın
kuvvet ve kudretiyledir.
(Mal ve evlât) çoğaltma yarışı, sizi oyaladı. (Tekâsür/1)
Hadîsler
Mal ve şeref sevgisi, kalpte nifakı bitirir; tıpkı suyun sebzeleri bitirdiği
gibi.
Bir koyun ağılına salıverilen iki yırtıcı kurt, şeref, mal ve mertebenin
müslüman kişinin dininde yaptığı tahribattan daha fazla tahribat yapamaz.1
Mal biriktirenler helâk oldular. Ancak Allah'ın kullarından şöyle ve şöyle
(eliyle işaret etti) malı sarfedenler hariç! Onlar da pek azdır.2
Denildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Senin ümmetinin hangileri daha şerirdir?' Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: 'Zenginler'3
Sizden sonra bir kavim gelecek, en güzel şeyleri yiyeceklerdir. Atın
bakımlısına ve her çeşidine bineceklerdir. Kadınların en güzellerini alacaklar.
Elbiselerin en güzellerini giyecekler... Az ile doymayan karınları, çokla
kanaat etmeyen nefisleri vardır. Dünyaya dalmışlar, sabah akşam dünyaya
başvururlar. Dünyayı, ilahlarından başka ilah, rablerinden başka rab
edinmişlerdir. Dünyanın emrine girerler, hevâ-i nefislerine tâbi olurlar. Bu
bakımdan o zamana yetişen sizin zürriyetlerinizin zürriyetlerine,
haleflerinizin haleflerine Abdullah'ın oğlu Muhammed'den bir tavsiyedir ki
onlara selâm vermesin, onların hastalarını ziyaret etmesin, cenazelerinin
kaldırılmasına katılmasın, büyüklerine hürmet etmesin. Bunları yapan bir kimse
İslâm'ın yıkımına yardım etmiş olur.4
Dünyayı dünya ehline bırakın! Kim dünyadan kendisine yetecek olandan fazlasını
edinirse, o bilmeden felâketini hazırlamış olur.5
Ademoğlu 'malım, malım' der. Acaba yiyip bitirdiğinden, giyip eskittiğinden,
sadaka verip tükettiğinden başka malı var mıdır?6
Bir kişi şöyle sordu: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben neden ölümü sevmiyorum?'
-Senin malın var mı?
-Evet!
-O halde önce malını ver! Çünkü mü'min bir kimsenin kalbi malıyla beraberdir.
Eğer malını kendisinden önce ahirete gönderirse, arkasından gidip malına
yetişmeyi sever.
Eğer malı geride ise malıyla beraber geride kalmayı sever.7
Ademoğlunun dostları üçtür: Birisi, ruhun alınmasına kadar kendisiyle
arkadaşlık yapar.
İkincisi kabrine kadar, üçüncüsü mahşer yerine kadar... Ruhunun alınmasına
kadar arkadaşlık yapan, kişinin malıdır. Kabrine kadar arkadaşlık yapan ise
kişinin aile efradıdır. Haşrine kadar kişiden ayrılmayan ise ameldir.8
Havarîler Hz. İsa'ya şöyle sordular: 'Sen neden su üzerinde yürüyebiliyorsun da
bizim buna gücümüz yetmiyor?' Hz. İsa dedi ki: 'Dinar ve dirhemin sizin
nezdinizdeki kıymeti nedir?' Havârîler 'Güzellik ve sevgidir' dediler. İsa
(a.s) Fakat onların ikisi benim nezdimde toprakla eşittir!' dedi.
Selman-ı Fârisî, Ebu Derdâ'ya şöyle yazdı: 'Kardeşim! Sakın dünyadan şükrünü
eda etmeyeceğini toplama! Çünkü ben Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu işittim:
Dünyada Allah'a itaat eden arkadaşı getirilir. Malı da önünde... Ne zaman köprü
onu sarsarsa malı kendisine 'Git! Sen bende bulunan Allah'ın hakkını edâ
ettin!' der. Sonra malı da omuzunda olduğu halde, dünyada Allah'a itaat etmeyen
arkadaşı getirilir. Köprü kendisini sarstıkça malı kendisine 'Azap sana olsun!
Neden bende bulunan Allah'ın hakkını eda etmedin?" der. Bu durum, kişi
kendisine azap ve helâk isteyinceye kadar devam eder.9
Zâhidlik ve Fakirlik bölümünde, zenginliğin kötülenmesi ve fa-kirliğin medhi
hakkında belirttiklerimizin tümü aynı zamanda malın kötülenmesi demektir. Bu
bakımdan biz onları tekrar et-mekle sözü uzatmayacağız. Böylece dünyanın zemmi
hakkında zikrettiğimiz herşey umumî mânâsı itibariyle malın kötülenmesini de
kapsamaktadır. Çünkü mal, dünya rükünlerinin en büyüğüdür.
Biz, şimdilik özel olarak mal hakkında vârid olanları zikredelim.
Kul öldüğü zaman, melekler 'kendisinden önce ne gön-derdi?' derler. Halk da
'arkasından ne bıraktı?' diye sorarlar.10
Sakın gayr-ı menkul edinmeyin, yoksa dünyayı sevmiş olursunuz!
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
Bir kişi, Ebu Derdâ'ya (r.a) hakaret ederek kötü davrandı. Ebu Derdâ (r.a)
şöyle dua etti: 'Yarab! Bana kötülük edenin bedenini sıhhatli kıl! Ömrünü uzat,
malını çoğalt!'
Dikkat et! Ebu Derdâ, bedenin sıhhati ve ömrün uzamasıyla beraber malın
çoğalmasını, belanın katmerlisi olarak görmüştür! Çünkü böyle olmak saldırgan
olmasına sebep olur.
Hz. Ali eline bir dirhem para aldı ve sonra şöyle dedi: 'Sen benden çıkmadıkça
bana fayda vermezsin!'
Hz. Ömer, Zeyneb binti Cahş'ın payını (Bahreyn malından) gönderdi. Zeyneb 'Bu
ne malıdır?' diye sordu. Dediler ki: 'Ömer sana gönderdi!' Zeyneb şöyle dedi:
'Allah onu affetsin!' Sonra yanındaki bir bezi parçaladı. O parçalardan keseler
yaptı. O gelen malı yakınlarının ve himayesinde bulunan yetimlerin arasında
taksim etti. Daha sonra da iki elini kaldırarak şöyle dua etti: 'Yarab! Benim
bu senemden sonra Ömer'in vereceği mal bana yetişmesin?'11 Böylece duası kabul
oldu ve ilk ölüp de Hz. Peygamber'e iltihak eden zevcât-ı tâhirelerinden oldu.
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Allah'a yemin olsun! Parayı azîz eden bir kimseyi
muhakkak Allah zelîl eder!'
Denildi ki: 'Dinar ve dirhem (altın ve gümüş paralar) ilk sikkelendikleri zaman
İblis onları kaldırdı. Sonra alnına koydu, sonra öptü ve şöyle dedi: 'İkinizi
seven benim kulum ve kölemdir!'
Semît b. Aclan12 şöyle demiştir: 'Dirhem ve dinarlar, münâfıkların gemleridir.
O gemlerle münâfıklar ateşe doğru çekilirler!'
Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Dirhem akreptir. Eğer onu güzelce
afsunlayamayacaksan ona sahip olma. Çünkü o seni ısırırsa zehiri seni öldürür'.
Kendisine şöyle soruldu: 'Onu afsun etmek ne demektir?' şöyle cevap verdi:
'Helâlinden kazanmak ve hakkı olan yere harcamak demektir'.
Ulâ b. Ziyad şöyle demiştir: 'Dünya bana göründü, sırtında her türlü süs vardı.
Ben (ey dünya) 'Senin şerrinden Allah'a sığınıyorum' deyince o şöyle dedi:
'Eğer Allah'ın seni benden korumasını istiyorsan dirhem ve dinardan nefret et'.
Bunun hikmeti şudur: Dirhem ve dinar dünyanın tamamıdır; zira onlarla dünyanın
her çeşidine ulaşılır. Bu bakımdan onların ikisinden uzak duran bir kimse,
dünyadan uzak durmuş olur ve bu mânâda şöyle denilmiştir: 'Ben gördüm! Bu
bakımdan siz de ondan başkasını sanmayınız!'
(Gördüğüm) takvâ, şu dirhemin yanındadır. Ona sahip olduğun halde onu
bırakırsan, bil ki senin takvân müslümanın takvâsıdır.
Yine bu hususta şöyle denmiştir: 'Sakın kişinin yamalı gömleği veya baldırının
üstündeki kısa izarı veya secde eseri bulunan alnı seni aldatmasın! Ona parayı
göster. Onun sevgisini veya takvâsını o zaman gör'.
Müslim b. Abdülmelik'den13 şöyle rivayet edilir: Ömer b. Abdülaziz ölüm
döşeğinde iken huzuruna girdim ve dedim ki: 'Ey müminlerin emiri! Öyle birşey
yaptın ki senden öncekilerin hiçbiri öyle birşey yapmamıştır: Çocuklarını ve
yakınlarını parasız pulsuz bırakıp gidiyorsun!'
Zira Ömer b. Abdülaziz'in onüç çocuğu vardı. Ömer yanındakilere 'Beni
oturtunuz!' dedi. Oturduktan sonra Müslim'e şöyle dedi: "Senin 'onlara
para bırakmadın' sözüne gelince, ben on-ların hakkı olan birşeyi onlardan
menetmiş değilim ve başkasının hakkını da onlara vermedim. Ancak benim evladım
da şu iki kişiden biridir: 'Ya Allah'a itaat eder, Allah ona kâfidir -sâlih
kimselerin velisi Allah'tır- veya Allah'a isyan eder, bu takdirde nereye düştüğü
beni ilgilendirmez".
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî büyük bir serveti Allah yolunda infak etti.
Kendisine denildi ki: 'Bu serveti senden sonra çocuklarına bıraksaydın! (olmaz
mıydı?)' O cevap olarak 'Hayır! Servetimi rabbimin katında nefsim için azık
yapıyorum. Rabbimi de çoluk çocuğuma azık yapıyorum; onları rabbime teslim
ediyorum' dedi.
Bir kişi Ebu Abdirabbihi'ye14 şöyle dedi: 'Ey kardeşim! Sakın şer ile Allah'ın
huzuruna gidip çocuklarını hayr ile bırakma!' Bunun üzerine Ebu Ahdirabbihi,
malından yüzbin dirhemi Allah yolunda infak etti.
Yahya b. Muaz şöyle demiştir:
-İki musibet vardır ki öncekiler ve sonrakiler onların benzerini
işitmemişlerdir. Onlar, ölüm çağında kula isabet ederler.
-O iki musibet nedir?
-Bütün malı kendisinden alınır ve bütün malından ötürü de hesaba çekilir!
___________________________
1)Tirmizî, Nesâî
2)Taberânî, İmam Ahmed
3)Bu garib hadîs'tir. Irâkî bu ibare ile görmediğini kaydettikten sonra,
Taberânî ve Beyhâkî'nin başka bir lâfızla rivayet ettiğini söylemektedir.
4)Taberânî
5)Bezzar
6)Müslim
7)Irâkî bu hadîse rastlamadığını söylemektedir.
8)İmam Ahmed, Taberânî
9)Beyhâkî
10)Beyhâkî
11)Burada Hz. Peygamber'in bir mucizesi tahakkuk etmiştir. Çünkü birgün,
bütün hanımlarıyla otururken 'Sizin en cömertiniz hanginiz ise o hepinizden
önce bana iltihak edecektir!' demiştir, (Müslim) Hz. Peygamber'in zevceleri
arasında Zeyneb'den daha cömerti yoktu...
12)Seybanlı ve Basralıdır.
13) Bu zat, Abdülmelik b. Mervan'ın oğludur.
*Zenginliğin Kötülenmesi ve Fakirliğin Övülmesi
İnsanlar, şükreden zenginin, sabreden fakirden üstünlüğü hususunda ihtilâfa
düşmüşlerdir. Biz bunu fakirdik ve zahidlik bahsinde zikretmiş, bu husustaki
hakikati belirtmiştik. Fakat bu kitapta fakirliğin genel olarak zenginlikten
daha faziletli ve üstün olduğuna dair, durumların tefsirine bakmaksızın delil
getirmeye çalışacağız.
Burada Haris b. Esed el-Muhâsibî'nin bazı kitaplarında, zengin âlimlerin
bazılarına ashab-ı kiramın zenginliğiyle ve Abdurrahman b. Avf'ın malının
çokluğuyla delil getirdiğinden dolayı itiraz ettiği hususunda belirttiği bir
faslın hikâyesiyle yetineceğiz.
Hâris el-Muhâsibî134 ümmetin muamele ilminde en büyük âlimidir. İbâdetlerin
derinliklerini, amellerin âfetlerini, nefsin ayıplarını araştıran âlimlerin
hepsinden daha ilerdedir. Bu bakımdan onun konuşmasını, olduğu gibi hikâye
etmek uygundur. Hâris el-Muhâsibî kötü âlimlere itiraz hususunda uzun uzun
konuştuktan sonra şöyle demiştir:
"Rivayet olunduğuna göre, Meryem'in oğlu İsa (a.s) şöyle dedi: 'Ey kötü
âlimler! Oruç tutuyorsunuz, namaz kılıyorsunuz, zekât veriyorsunuz. Fakat
söylediklerinizi yapmıyor, bilmediklerinizi okutuyorsunuz. Ey kavim! Sizin
hükmünüzün kötülüğüne şaşmamak elde değildir. Söz ve temennilerle dönüş
yapıyorsunuz. Hevâ-i nefisle amel ediyorsunuz. Derilerinizi temizlemeniz -kalbiniz
kirli olduğu halde- sizi Allah'ın azabından kurtarmaz. Size diyorum ki siz
kalbur gibi olmayınız ki ondan ince un düşer de kepekler içerisinde kalır.
Böylece sizler de hikmetleri ağızlarınızdan çıkarıyorsunuz, hileler göğsünüzde
kalıyor.
Ey dünyanın köleleri! Şehvetin dünyadan isteği daha tamamen sona ermemiştir.
Kalpleriniz sizin amellerinizden ağlamaktadır. Dünyayı dilinizin altına,
amelleri de ayaklarınızın altına koymuş bulunuyorsunuz... Akibetinizi ifsad
ettiniz. Bu bakımdan dünyanın tamiri, sizce ahiretin tamirinden daha
sevimlidir. Acaba sizden daha zararlı kim olabilir? Karanlık evin dışına çıra
konması ona ne fayda verir. Onun içi vahşi bir karanlıkla doludur. Böylece ilim
nûrunun sizin ağzınızda olması, içiniz vahşetle dolu olduğundan dolayı size
hiçbir fayda vermez.
Ey dünyanın köleleri! Ne muttakî kullar gibi, ne de şerefli kullar gibisiniz!
Dünyanın sizi kökünüzden kazıyıp atması yakındır. Hem de sizi yüzüstü atar!
Sonra sizi, burunlarınızın üzerine sürter. Sonra günahlarınız gelip alınlarınıza
yapışır. Dünya da sizi deyyan olan Allah'a teslim edinceye kadar arkadan
dürter. Çırılçıplak, tek başına olduğunuz halde Allah'ın pençe-i kahrına teslim
olunursunuz. Allah Teâlâ günahlarınızın üzerine sizi durdurur, sonra
amellerinizin kötüleriyle sizi cezalandırır'.
Kardeşlerim! Bu kötü âlimler insanların şeytanlarıdır. İnsanlar için
fitnedirler. Dünyanın çirkefine ve zâhirî yüceliğine rağbet ettiler, daldılar.
Onu âhirete tercih ettiler. Dillerini dünya için zelil ettiler. Onlar dünyada
ar ve çirkinliktirler. Âhirette de zarar edenlerdir veya kerîm olan Allah fazl
u keremiyle affeder. Muhakkak ben, dünyayı âhirete tercih edip helâk olan
kimseyi görüyorum ki onun sevinmesi, üzüntü ile karışıktır. Ondan üzüntülerin
çeşitleri ve günahların da her türlüsü akmaktadır. Onun gidişi felâkete
doğrudur. Helâk olan bir kimse, ümidiyle aldanır. Ne dünyası kendisine kalır,
ne de dini... Hem dünyada, hem ahirette zarar eder. Apaçık zarar işte budur!
Ey kavim! Bu ne büyük bir musibet, ne büyük bir felâket... Kardeşlerim! Allah'ı
gözetiniz! Şeytan ve şeytanın Allah nezdinde beş para etmeyen delilleriyle
mağrur olan dostları sizi aldatmasınlar. Çünkü onlar dünyaya üşüşürler. Sonra
nefisleri için çeşitli özür ve deliller getirmeye çalışırlar ve Hz.
Peygamber'in ashabının da malları olduğunu ileri sürerler. Ashab-ı kirâmın
ismini anmak suretiyle aldananlar böbürleniyorlar ki halk onları mal edinmek
hususunda mâzur görsün. Oysa bilmedikleri halde şeytan onları aldatmıştır.
Azap olasıca! Fitnelenmiş kimse! Senin Abdurrahman b. Avf'n malıyla delil
getirmen şeytandan gelen bir aldatmacadır. Şeytan onu senin dilinle ileri
sürüyor ve sen helâk oluyorsun! Zira sen, ne zaman 'ashabın ileri gelenleri
zenginlik, şeref ve süs için mal edindiler' desen, sen ümmetin büyüklerinin gıybetini
etmiş olursun. Onları büyük bir tehlikeye nisbet etmiş olursun! Ne zaman 'Helâl
malın toplanması, toplanmamasından daha üstündür' iddiasında bulunursan, hem
Hz. Muhammed'le, hem de diğer rasûllerle istihza etmiş olur, onları senin ve
arkadaşlarının rağbet ettiğiniz bu hayırdan yüz çevirmeye nisbet etmiş olursun!
Senin topladığın gibi, onlar mal toplamadıklarından dolayı -hâşâ-onları
cehalete nisbet etmiş olursun! Ne zaman 'Helâl malın toplanması,
toplanmamasından daha yücedir' dersen, şunu iddia etmiş olursun ki Hz.
Peygamber bu hususta ümmetine gereken nasihati yapmamış, malın toplanması ümmet
için daha hayırlı olduğu halde onları mal toplamaktan nehyetmiştir ve senin
iddi-ana göre bu şekilde onlara hainlik yapmıştır. Göğün rabbine yemin ederim,
sen Hz. Peygamber'e iftira ediyorsun. Hz. Peygamber ümmet için nasihatçi, onlar
için şefkatli ve onlar hakkında merhametli idi. Ne zaman 'malın toplanması daha
faziletlidir' iddiasında bulunursan şunu iddia etmiş olursun: Allah Teâlâ
kullarını mal toplamaktan nehyettiği zaman, malın toplanmasının onlar için daha
hayırlı olduğunu bildiği halde onların faydasını dikkate almamıştır! Veya şunu
demiş olursun: -Hâşâ- 'Allah, malın toplanmasının daha doğru olduğunu bilmediği
için kullarını mal toplamaktan nehyetmiştir'. Oysa sen maldaki hayır ve
fazileti bilmektesin ve bunun için de çokça mal edinmeyi istiyorsun. Sanki sen
rabbinden hayır ve fazilet yerini daha iyi biliyorsun.
Ey nefsim! Allah Teâlâ senin cehaletinden pek yücedir. Aklınla şeytanın senin
başına -sana sahabenin malıyla delil getirmeyi süslü gösterdiği zaman- ne
getirdiğini düşün!
Azap olasıca! Abdurrahman b. Avf'ın malıyla delil getirmek sana hiç de fayda
vermez. Çünkü o, kıyamette dünyada günlük rızkından başka birşey edinmemiş
olmayı temenni edecektir. Kulağıma geldiğine göre, Abdurrahman b. Avf (r.a)
vefat ettiği zaman ashabdan bir grup Abdurrahman'ın arkasında bıraktığı
servetten dolayı onun durumundan korkuyordu. Buna cevap olarak Ka'b el-Ahbar
şöyle demiştir: 'Hayret! Siz Abdurrahman'ın durumundan ne diye korkuyorsunuz?
O, helâlinden kazandı, helâlinden infak etti ve helâlini bırakıp gitti'. Bu
söz, Ebu Zer el-Gıfârî'nin kulağına gitti. Ebu Zer, son derece hiddetli bir
şekilde -yolda ölmüş bir devenin çene kemiğini eline aldı- Ka'b'ı aramaya başladı.
Ka'b'a denildi ki: 'Ebu Zer-i Gıfârî seni arıyor!' Bunun üzerine Ka'b, koşa
koşa Hz, Osman'ın yanına girdi. Ona sığınarak hâdiseyi anlattı. Ebu Zer Gıfârî
de Ka'b'ı sora sora Hz. Osman'ın evine geldi. Ebu Zer içeri girdiği zaman Ka'b
kalkıp Hz. Osman'ın arkasına oturdu. Bunu, Ebu Zer'den korktuğu için yapıyordu.
Ebu Zer ona dedi ki: 'Ey yahudi kadının oğlu! Abdurrahman b. Avf'ın terketmiş
olduğu servette herhangi bir sakınca olmadığını söyleyen sensin ha? Oysa Hz.
Peygamber (s.a), birgün Uhud'a doğru çıktı. Ben de beraberindeydim bana 'Ey Ebu
Zer!' dedi. Ben 'Buyurun! Ey Allah'ın Rasûlü!' dedim. Hz. Peygamber şöyle
buyurdu:
Çok mal edinenler cennete zor girerler. Sonra sağına ve soluna, önüne ve
arkasına işaret ederek 'şöyle yapanlar hariç' dedi; 'onlar da pek azdırlar'.
Sonra dedi ki: 'Ey Ebu Zer!' Ben 'Ey Allah'ın Rasûlü! Annem babam sana fedâ
olsun! Dinliyorum seni!' dedim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Ben Uhud dağı kadar servetim olmasını, onu Allah yolunda harcamayı ve öldüğüm
günde ondan iki kıratı (danik denilen para biriminin yarısı) arkamda bırakmış
olmayı istemem!
Ben 'Yoksa yanlışlık mı var ya Rasûlullah! Yoksa iki kantar mı demek
istiyorsun?' dedim. Cevap olarak şöyle dedi: 'Sen (kantar demek suretiyle) çoğu
kastediyorsun!'
Ey yahudi kadının oğlu! Sen ''Abdurrahman b. Avf'ın geride bıraktığı servet
için zarar yoktur' diyorsun ha? Sen de yalan söylüyorsun, bunu söyleyen de
yalan söylüyor!135
Ebu Zer (r.a) meclisten çıkıp gidinceye kadar, Ka'b (r.a) korkusundan sesini
hiç çıkarmadı.
Rivayet olunduğuna göre, Abdurrahman b. Avfa Yemen'den bir kervan geldi. Öyle
bir kervan ki Medinelileri bir ağızdan bağırttı. Hz. Âişe 'Bu ne gürültüdür?'
diye sorunca cevap olarak 'Abdurrahman'ın kervanı geldi de onun için
bağırıyorlar' denildi. Hz. Âişe Allah ve Allah'ın Rasûlü doğru söyledi!' dedi.
Bu haber Abdurrahman'ın kulağına gitti. Abdurrahman Hz. Aişe'den 'Bunun mânâsı
ne demektir?' diye sordu. Bunun üzerine Âişe validemiz Hz. Peygamber'in (s.a)
şöyle buyurduğunu söyledi:
Ben cenneti gördüm! Gördüm ki muhacirlerin fakirleri ve müslümanlar koşa koşa
cennete giriyorlardı. Zenginlerden hiç kimsenin onlarla beraber cennete
girdiğini görmedim. Ancak Abdurrahman b. Avf onlarla beraber sürünerek cennete
giriyordu.136
Bu hadîsi dinleyen Abdurrahman şöyle demiştir: 'Deve kervanı da, onların
sırtındaki mallar da Allah yolunda sadaka olsun. Kervanı getiren köleler âzâd
edilmiştir. Bütün bunları onlarla beraber cennete koşarak girmemi temin eder
ümidiyle yapı-yorum'.137
Rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber, Abdurrahman b. Avf'a şöyle dedi:
Dikkat et! Muhakkak sen, ümmetimin zenginlerinin ilk cennete girecek olanısın.
Fakat cennete ancak sürünerek girebileceksin !138
Azap olasıca ey fitnelenmiş! Artık mal yığmanın iyiliğine delil getirmen nerede
kaldı! İşte Abdurrahman! Faziletiyle, takvasıyla meşhur olan, iyilikleriyle,
malları Allah yolunda vermesiyle, Hz. Peygamber'in arkadaşlığıyla ve cennet ile
müjdelenmesine rağmen, helâlinden kazanıp iyilik yaptığı halde kazandığı maldan
dolayı kıyamet gününde durdurulur. Allah yolunda isteyerek verdiği maldan
dolayı durdurulur. Muhacirlerin fakirleriyle beraber cennete yürüyerek
girmekten menedilir. Onların ardında sürünerek gider. Acaba bizim gibi dünya
fitnesine dalanlar hakkında ne olacağını sanıyorsun?
Bundan sonra ey fitneye düşmüş kişi! Sana hayret etmemek ne mümkün! Şüpheler ve
haramın karışmaları içerisinde kıvranıyor, insanların kirlerine dalıyor,
şehvetler, süs ve gösterişler içerisinde, dünya fitnelerinde yüzüyorsun! Sonra
kalkıyorsun da Abdurrahman b. Avf'ın durumuyla delil getirip diyorsun ki: 'Eğer
ben mal yığmışsam ashab-ı kiram da mal yığdı'.
Sanki sen kendini ve fiillerini selef ve selefin fiillerine benzetiyorsun. Sana
senin hallerini ve selefin hallerini vasıflandırayım da bu sayede sen de kendi
rezaletlerini ve ashab-ı kirâmın faziletlerini tanımış olasın! Hayatımla yemin
ederim, bazı ashabın mal-ları vardı. Onu dilenmemek için, Allah yolunda
harcamak için, helâl olarak edinmişler, helâl olarak yemişler, normal olarak
infak etmişler, fazilet olarak takdim etmişler ve o mala düşen hiçbir hakkı
esirgememişlerdir. Onunla cimrilik yapmamışlardır. Fakat onlar, o malın çoğuyla
Allah için cömertlik yapmışlar, bazıları bütün malını bu yolda harcamış,
sıkıntılı anlarda Allah Teâlâ'yı nefislerinden çok üstün tutarak tercih
etmişlerdir. Allah için söyle! Sen de böyle misin? Yemin olsun sen bu kavme
benzemekten pek uzaksın!
Ashab-ı kirâmın ileri gelenleri fakirliği severler, fakirlik korkusundan
emindirler. Rızıkları hususunda Allah'a tam güvenirlerdi. Allah'ın takdiriyle
sevinirlerdi. Belâya razı, sıkıntılı zamanlarda şükredici ve zararda sabredici
idiler, Genişlik zamanında hamdederlerdi. Allah için mütevazi idiler. Yücelik
ve mal sevgisinden kaçınırlardı. Onlar dünyadan ancak kendilerine mübah olanı
elde ettiler. Dünyanın zarurî miktarına razı oldular. Dünyayı ellerinin
tersiyle uzaklaştırdılar. Meşakkatlerinde zenginlik gösterdiler.
Allah için söyle! Sen de böyle misin?
Rivayet olunduğuna göre, onlar dünya kendilerine yönelip geldiğinde üzülür ve
derlerdi ki: 'Bir günah işledik ki Allah Teâlâ'dan onun cezası hemen bize
gelmiştir'. Fakirliğin yöneldiğini gördükleri zaman derlerdi ki: 'Sâlih
kimselerin alâmeti farikasına merhaba!'
Rivayet olunduğuna göre, onların bazıları sabahladığı zaman çocuklarının
yanında birşey oldu mu üzüntülü sabahlıyordu. Onların yanında birşey olmadığı
takdirde sevinçli sabahlıyorlardı.
Kendisine denildi ki: 'Halk tam bunun tersine... Onların yanında birşey varsa
sevinir, yoksa üzülürler. Oysa sen böyle değilsin (bu neden böyledir?)' Dedi ki:
'Ben sabahladığım zaman, çoluk çocuğumun yanında birşey yoksa sevinirim. Çünkü
bu hususta benim önderim Hz. Peygamber'dir. Birşey olduğu zaman üzülürüm. Çünkü
Hz. Peygamber'in aile efradına benzerliğim ortadan kalkmaktadır'.
İşittiğimize göre onlar, bir genişlik yoluna düştükleri zaman üzülerek ve
korkarak şöyle derlerdi: 'Bizim dünya ile ne alıp vereceğimiz vardır ve
dünyadan ne istenilir ki?' Sanki onlar korku kanadı üzerinde idiler. Ne zaman
meşakkat ve belâ yolu onların önünde açılırsa sevinir ve derlerdi ki: 'İşte
şimdi bizim rabbimiz, bize sonsuz mükâfatlarının sözünü vermiş oluyor. Onunla
anlaşmış bulunuyoruz!' İşte selefin durumları bu idi. Onlarda bizim
söyleyeceğimizden pek fazla fazilet vardı. Allah için söyle sen de böyle misin?
Muhakkak ki o kavme benzemekten uzaksın.
Ey fitnelenmiş! Senin durumlarının, onların durumlarına tam ters düştüğünü
anlatayım da dinle! Şöyle ki: Zengin olduğunda tuğyan edersin. Genişlikte haddi
aşarsın. Sevindiğinde alabildiğine alçalırsın. Nimetlerin sahibinin şükründen
gafil olursun. Musibet çağında ümitsizsin, belânın geldiğinde kaza ve kadere
razı olmamaktasın. Evet! Fakirlikten nefret eder, yoksulluktan burun
kıvırırsın. Oysa fakirlik, rasüllerin iftihar ettiği bir vasıftır. Sen ise
onların iftihar ettiği bir vasfı küçümsersin. Fakirlik korkusundan durmadan-mal
istif edersin. Bu ise Allah'a karşı su-i zan ve onun teminatına az inanmak
demektir. Günah olarak bu yeter! Umulur ki sen malı, dünyanın nimeti, zevk ve
safâsı, şehvet ve lezzetleri için topluyorsun. Hz, Peygamber (s.a) şöyle
buyurmuştur:
Ümmetimin şerlileri o kimselerdir ki (bol ve aşırı) nimetlerle gıdalanmakta
(şehvetlerinin istediği şekilde hareket etmekte)dirler. Bu bakımdan onların
bedenleri bu haddi aşan nimetle gelişmektedir.139
İlim ehlinden biri demiştir ki: 'Kıyamet gününde bir kavim gelecek, dünyada
işlemiş oldukları sevablarını isteyeceklerdir. Onlara denilir ki:
Siz dünya hayatında bütün zevklerinizi yaşayıp bitirdiniz ve bunlarla safâ
sürdünüz, artık bu hakaret azabı ile cezalandırılacaksınız. Çünkü yeryüzünde
haksız yere kibirleniyordunuz.
(Ahkaf/20)
Oysa sen hâlâ gaflettesin! Dünyanın zevk ve safâsından dolayı âhiret nimetinden
mahrum edilmişsin! Ey (kavim), bu ne büyük bir hasret, ne dehşetli bir
musibettir! Evet! Sen malı, zenginlik, yüce mertebelere varmak, emsal ve
akranına karşı böbürlenmek, dünyada süslenmek için topluyorsun. Oysa rivayet
olunduğuna göre, zenginlik veya böbürlenmek için dünyayı talep eden bir kimse,
Allah Teâlâ kendisine öfkelendiği halde Allah Teâlâ'nın huzuruna varır. Oysa
sen, Allah'ın sana isabet edecek olan ilâhî gazabını zenginlik ve yücelik talep
ettiğin zaman hiç de hesaba katmamakta ve pervâ etmemektesin. Evet! Umulur ki
sen şöyle diyorsun: 'Dünyada durmak Allah'ın komşuluğuna gitmekten daha sevimli
görünüyor!' Sen Allah Teâlâ'yla mülâki olmayı hazmedemiyorsun. Allah'a yemin
olsun, seninle mülâki olmak, Allah Teâlâ'ya daha kerih gelir. Oysa sen gaflet
içerisindcsin. Umulur ki sen, elinden kaçan dünya fırsatlarından dolayı
üzülmektesin. Oysa rivayet olunduğuna göre Hz, Peygamber (s.a) şöyle
buyurmuştur:
Elinden kaçırdığı dünya için üzülen bir kimse, bir aylık mesafe kadar cehenneme
yaklaşır.
Bazı rivayetlerde 'bir ay' tabiri yerine 'bir sene' tabiri vardır,
Sen Allah'ın azabına gittikçe yaklaştığın halde perva etmeksizin elden
kaçırdığın dünya için durmadan üzüntü çekmektesin. Umulur ki sen bazen dünyanın
çokluğu için dininden çıkıyorsun. Dünyanın sana yönelmesine seviniyorsun. Dünya
ile sevindiğinden dolayı ona gönülden bağlanıyorsun! Halbuki rivayet olunduğuna
göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim dünyayı sever ve dünya ile meşgul olursa âhiretin korkusu onun kalbinden
silinir.140
Rivayet olunduğuna göre, ilim ehlinden biri şöyle demiştir: 'Sen elinden kaçan
dünya için çektiğin üzüntüden dolayı hesaba çekilirsin. Dünyalığı elde ettiğin
zaman onunla sevinmenden dolayı hesap vereceksin. Oysa dünyanla seviniyorsun
ama öte taraftan Allah'ın korkusu senin kalbinden çıkmış bulunuyor. Hatta senin
dünyanın işlerine gösterdiğin ihtimam, âhiretin işlerine gösterdiğin ihtimamın
birkaç mislidir. Sen, günahlardan gelecek musibeti malın eksikliğinden gelen
musibetten daha önemsiz görüyorsun'.
Evet! Malının gitmesinden duyduğun korku, günahlarından gelen korkundan daha
fazladır. Umulur ki sen, dünyada yükselmek için topladığın bütün kirleri
çekinmeden insanlara verebilirsin. Umulur ki Allah'ı kızdırdığın halde
insanları razı etmeye -sana ikram ve izazda bulunsunlar diye- çalışırsın!
Azap olasıca! Sanki Hz. Peygamber'in seni kıyamette tahkir etmesi, insanların
seni tahkir etmesinden daha kolay geliyor sana! Sanıyorum ki sen kötü
taraflarını halktan gizliyorsun. Allah Teâlâ'nın o taraflarını görmesinden
perva etmiyorsun. Sanki Allah nezdinde rezil olmak, senin için halkın yanında
rezil olmaktan daha kolay görünüyor! Sanki kullar senin katında, Allah'tan daha
kıymetlidirler. Allah Teâlâ senin cehaletinden yücedir. Bu kötülükler sende
varken acaba akıllıların yanında nasıl konuşabilirsin? Yazıklar olsun sana!
Çeşitli pisliklerle kirlenmiş olduğun halde ebrar ve seçkin kulların servet
edinmesiyle nasıl delil getirirsin? Heyhat, heyhat! Hayırlı seleften sen ne
kadar uzaksın! Allah'a yemin olsun, rivayet edilmiştir ki selef, Allah
Teâlâ'nın kendilerine helâl kıldığı dünya hususunda, sizin haram hususunda
zâhidlik ve çekingenliğinizden daha zâhid ve çekingen idiler.
Muhakkak sizce zararsız görünen şey, selefin yanında insanı helâke sürükleyen
şeylerden sayılırdı. Sizin günahların en büyüklerini korkunç gördüğünüzden daha
fazla küçük zelleleri korkunç görürlerdi. Keşke senin malının güzel ve helâli,
onların şüpheli malları gibi olsaydı! Keşke onların hayırlarının kabul
olmadığından korktukları kadar, sen günahlarından korkmuş olsaydın. Keşke senin
orucun onların iftarı gibi olsaydı, keşke senin ibâdetteki var kuvvetinle
çalışman onların ibâdetteki gevşemeleri ve uykuları gibi olsaydı! Keşke senin
bütün hasenelerin onların bir tek hasenesi gibi olsaydı.
Ashab-ı kirâmdan biri şöyle demiştir: 'Sıddîkların ganimeti, onların eline
geçmeyen dünyalıklarıdır. Onların oburluğu, dünyanın onlardan durulmuş
kısmıdır'.
Bu bakımdan böyle olmayan bir kimse, dünya ve ahirette onlarla beraber olmaz.
Sübhânallah! İki grubun arasındaki fark ne kadar büyüktür! Allah katında yüce
olan sahabe-i kirâmın seçkinleri ile sizin gibi sefalette olanların arasındaki
fark ne büyüktür. Meğer ki Allah faziletiyle affetmiş olsun! Bu hakikatlerden
sonra sen, eğer mal toplamak hususunda namusunu korumak, Allah yolunda vermek
için ashab-ı kirâma uyduğunu iddia ediyorsan, durumunu güzelce tedkik et!
Azap olasıca! Onların kendi zamanlarında helâli gördükleri gibi, acaba sen de
zamanında helâli görebilir misin veya onların ihtiyatlı davrandıkları gibi,
helâli aramakta ihtiyat gösterebileceğini sanıyor musun? Rivayet edildiğine
göre, ashab-ı kirâmdan biri şöyle demiştir: 'Biz haramın bir kapısına gireriz
korkusundan helâlin yetmiş kapısını terkediyorduk'. Acaba sen böyle bir
ihtiyatı nefsinde ümit eder misin?
Hayır! Kâbe'nin rabbine yemin ederim! Senin böyle yapacağını sanmıyorum! Kör
olasıca! Kesinlikle bil ki, sevaplı işler için mal toplamak bahanesi, şeytanın
bir hilesidir. Şeytan, sevap bahanesiyle seni şüpheli kaynaklardan kazanmaya
sokmak ister. O şüpheli kaynaklar ki haramla katışıktırlar. Oysa rivayet
olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kim şüphelilere cüret ederse, harama girmeye yaklaşır.141
Ey mağrur! Bilmez misin, şüphelilere girmekten korkman, Allah katında senin
kıymetin için, şüphelilerden kazanmak, kazandığını Allah yolunda harcamaktan
daha iyi ve daha üstündür,
Ehl-i ilimden olan birinden rivayet olunduğuna göre şöyle söylemiştir: 'Helâl
olmamasından korkarak bir tek dirhemi bırakmak, şüpheli kaynaktan kazandığı bir
dirhemi sadaka vermekten daha üstündür. Çünkü o kaynak öyle bir şüpheli
kaynaktır ki senin için helâl olup olmadığını bilmemektesin'.
Eğer 'Şüpheler hususunda ben daha takva sahibi ve daha şuurluyum ve malı da
helâlinden topluyorum, toplamamın hikmeti de Allah yolunda sarfetmektir'
dersen, bil ki ey kör olasıca! Eğer dediğin gibi takvada büyük bir merhale
katetmiş olsan bile hesaba mâruz kalmayacak mısın? Oysa ashab-ı kirâmın
hayırlıları hesaba çekilmekten korkmuşlardır. Rivayet olunduğuna göre ashab-ı
kiramdan biri şöyle demiştir: 'Hergün helâlinden bin dinar kazanıp Allah
yolunda infak etmem ve çalışmamın da beni cum'a namazından alıkoyması hoşuma
gitmez ve beni sevindirmez'.
Kendisine 'Allah senden razı olsun! Neden böyle olsun?' diye sorulunca cevap
olarak şöyle demiştir: 'Çünkü ben kıyamet gününde durdurulmaktan kurtulmuş
olurum'. Allah Teâlâ buyurur ki: 'Kulum nerden kazandın ve nereye infak ettin?'
İşte bu ehl-i takva, İslâm'ın başında bulunuyorlardı. Helâl onların zamanında
vardı. Buna rağmen hesaptan korkarak mal edinmeyi terkettiler. 'Malın
hayırlısı, şerlisine denk olmaz' korkusundan ötürü istifçilikten kaçtılar. Oysa
sen, gayet emniyet içerisinde zamanında helâl olmadığı halde kirli şeylere
üşüşmekten çekinmiyorsun. Sonra malı helâlinden topladığım iddia ediyorsun.
Azap olasıca! Helâl nerede var ki sen de onu toplamış olasın? Eğer helâl bu
zamanda olsa bile, acaba zenginlik çağında kalbinin bozulmasından korkmaz
mısın? Oysa rivayet olunduğuna göre, ashab-ı kirâmdan biri helâlinden bir
mirasa kondu, fakat kalbinin fesada uğramasından korkarak o mirası almadı.
Acaba sen kalbinin, sahabîlerin kalplerinden daha müttaki olmasını mı ümit
ediyorsun? Kalbinin haktan ayrılmayacağını mı sanıyorsun? Eğer bunu sanıyorsan,
kötülüğü emreden nefsine hüsn-i zan göstermiş olursun!
Rahmet olasıca! Ben sana nasihat ediyorum. Senin için yetecek miktarla iktifa
etmeyi uygun görüyorum. Sevap işlemek için sakın malı yığma ve hesaba kendini
mâruz bırakma! Çünkü Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Kim hesaba çekilirse azap çeker!142
Kıyamet gününde haramdan mal toplamış, haramdan sarfetmiş bir kişi getirilir.
Onun için 'Bunu ateşe götürün!' denir. Helâlinden mal toplayıp harama sarfeden
başka bir kişi getirilir. Onun için de 'Bunu ateşe götürün!' denir. Başka bir
kişi getirilir. Haramdan mal toplamış, helâle sarfetmiş. Onun için bunu da
'Ateşe götürün!' denir. Bir kişi getirilir. Helâldan mal toplamış, helâle
sarfetmiş. Onun için de denilir ki:
- Sen dur! Umulur ki bu malı toplarken sana farz olan namazda kusur yapmış, onu
vaktinde kılmamış, onun rükûunda, secdesinde ve abdestinde kusur yapmışsındır.
-Hayır yâ rabbî! Ben bu malı helâlinden kazandım, helâle sarfettim. Bana farz
kıldığın herhangi bir ibâdetten hiçbir şey zayi etmedi m!
- Belki sen, bu mala bineğinde, elbisende, kendisiyle böbürlendiğin birşeyi
katmış olabilirsin!
-Hayır ya rabbî! Katmadım ve hiçbir şeyle böbürlenmedim!
- Belki sen, sana vermeyi emrettiğim yakın akrabanın, yetimlerin, miskinlerin
ve yolcuların haklarından birinin hakkını vermedin!
-Hayır yâ rabbî! Ben bu malı helâlden kazandım, helâle sarfettim. Bana farz
kıldığın herhangi birşeyi zâyi etmedim, kibir ve gurura kapılmadım. Bana
hakkını vermeyi emrettiğin hiçbir kimsenin. hakkını zayi etmedim.
Râvî der ki: 'Onlar getirilir. Onunla davalaşır ve derler ki: 'Ya rabbî! Sen
ona verdin, onu zengin kıldın. Onu aramızda yarattın. Bize vermesini emrettin!'
Eğer o, onlara vermişse, bununla beraber farzlardan herhangi birşeyi zâyî
etmemişse, herhangi birşeyde katışıklık yapmamışsa ona denilir ki: İşte şimdi
dur! Sana vermiş olduğum yiyecek, içecek veya lezzetli olan her nimetin şükrünü
ver!' Kısacası, o kişi durmadan sorgu suale çekilir!143
Rahmet olasıca! Acaba helâlin içerisinde yüzen, hakların tamamını yerine
getiren, farzları hakkıyla yerine getiren ve hesaba çekilip de kurtulan kim
vardır? Acaba bizim gibilerin halinin ne olacağını düşünmüyor musun? Dünya fitnesine
dalan, dünyanın fitnelerinde, şehvet ve ziynetleri içinde yüzen bizlerin!
Rahmet olasıca! İşte muttakîler bu sorgu sualler için dünyaya dalmaktan
korkmuşlar, kendilerine yetecek kadarıyla razı olmuşlar, kazandıkları mal ile
hayır ve hasenatın bütün çeşitlerini yapmışlardır. Rahmet olasıca! Senin için
bu hayırlı insanlar ne güzel örnektirler. Eğer sen onlara uymaktan kaçınır,
takvada daha üstün olduğunu, malı da iffetli kalmak, Allah yolunda infak etmek
için helâlinden kazandığını ve infak ettiğini iddia edersen ve helâl şeylerin
gizlisinde ve açığında Allah'ı kızdırmadığını söylersen rahmet olasıca, evet
böyle olursan, oysa böyle de değilsin- o zaman malın yetecek kadarıyla razı
olmak senin için daha uygundur!
Servet sahiplerinin sorgu sual için durduruldukları zaman onlardan ayrılmak,
birinci safla beraber Muhammed Mustafa'nın grubuyla geçip gitmek senin için
daha uygundur. Öyle ki ne sorgu, ne de hesap için durdurulmazsın! Ya selâmet
veya felâkettir. Çünkü Hz. Peygamber'den şöyle rivayet edilmiştir:
Muhacirlerin fakirleri, zenginlerinden beşyüz sene önce cennete
gireceklerdir.144
Mü'minlerin fakirleri, zenginlerinden önce cennete girecekler, yiyecekler,
zevklenecekler. Zenginler ise dizleri üzerine çökmüş beklemektedirler. Rabbiniz
der ki: 'Ey benim aradıklarım! Siz insanların hâkimleri ve mâlikleri idiniz.
Bana gösterin, size verdiklerimde ne gibi hareket ettiniz?'145
Rivayet olunduğuna göre, ilim ehlinden biri şöyle demiştir: 'Birinci safta Hz.
Muhammed (s.a) ve cemaati ile beraber olmayıp buna karşılık da yeryüzünün
kırmızı develerinin hepsi bana verilse bu durum beni sevindirmez'.
Ey kavmim! O halde, peygamberlerin zümresinde yükleri hafif olanlarla beraber
yarışın! Hz. Peygamber'den ve muttakîlerden geri kalmaktan korkun! Duyduğuma
göre, Ebubekir Sıddîk (r.a) susamış, su istemiş... Kendisine bal şerbeti
getirilmiş. Onu tattığı zaman gözleri dolmuş, sonra ağlamış ve ağlatmıştır.
Sonra göz yaşlarını yüzünden silerek konuşmak istemişse de ağlamaktan
konuşamamıştır. Fazla ağladığı zaman kendinden geçerdi. Kendisine 'Bütün bu
ağlamalar bu bal şerbeti için mi' diye sorulunca şöyle dedi: 'Evet! Ben birgün
Hz. Peygamber'le beraber evde bulunuyordum. Yanımızda başka kimse yoktu.
Kendisinden birşeyi uzaklaştırmaya çalışıyor ve 'Benden uzaklaş!' diyordu.
Bunun üzerine dedim ki: 'Anam ve babam sana kurban olsun! Senin önünde kimseyi
görmüyorum. Kimle konuşuyorsun?' Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Şu dünyadır. Bana boynunu ve kafasını uzatmakta ve 'Ey Muhammed! Beni tut'
demektedir. Ben de ona 'Benden uzaklaş!' dedim. Bana dedi ki: 'Ey Muhammed!
Eğer sen benim elimden kurtulsan bile, muhakkak ki ardından gelenler elimden
kurtulamayacak!'146
Hz. Ebubekir devamla: 'Ben korkuyorum ki, Hz. Peygamber'in uzaklaştırdığı dünya
benim yakama yapışmış olup, Hz. Peygamber' den beni uzaklaştırmış olsun!'
buyurmuştur.
Ey kavmim! İşte bunlar ümmetin en hayırlı insanları!Hz. Peygamber'den
kendilerini bir yudum suyun uzaklaştırmasından korkarak ağladılar.
Ey rahmet olasıca! Sen ise nimetlerin ve şehvetlerin, hem de haram ve
şüphelilerden kazanılan şehvetlerin içinde yüzmektesin. Buna rağmen Hz.
Peygamber'den ayrılacağından korkmuyorsun! Sana yazıklar olsun. Cehâletin ne
kadar da büyüktür.
Eğer kıyamette Hz. Peygamber'den geri kalırsan, "öyle dehşetler göreceksin
ki o dehşetlerden melekler ve peygamberler bile korkmakta! Eğer bu sahadaki
yarışmada kusur edersen, geriden gidip yeltişmen sana çok zor gelecektir! Eğer
çokluğu istersen muhakkak çetin bir hesaba tutulursun. Eğer az ile kanaat
etmezsen muhakkak uzun durmaya, ağlama ve vaveylâ koparmaya doğru sürüklenip
gidersin. Eğer geri kalanların durumlarına rıza gösterirsen, muhakkak ashab-ı
yemîn'den ve Hz. Peygamber'den ayrılırsın, nimetlere dalanların nimetlerinden
mahrum olursun. Eğer hallerine aykırı davranırsan, ceza gününün şiddetleri
içerisinde hesap görenlerden olursun.
Rahmet olasıca! Dinlediklerini düşün! Bundan sonra eğer sele-fin hayırlıları
gibi olduğunu iddia ediyorsan az malla kanaat et, helâlde zâhidlik göster.
Malını Allah yolunda çokça sarfet! Müslümanları nefsine tercih et! Fakirlikten
korkma! Yarına birşey bırakma! Çokluk ve zenginlikten nefret et. Fakirliğe razı
ol! Aza ve fakirliğe sevin. Zillet ve gönül alçaklığıyla mesrur ol! Yükseklik
ve gururdan tiksin! İşinde kuvvetli ol! Kalbin hidayetten ayrılmasın. Allah
yolunda nefsini hesaba çek! Bütün işlerini Allah rızasına göre ayarla! Hiçbir
zaman muttala bir kimse hesaba çekilmemiş ve sorgu sual için durdurulmamıştır.
Sen helâl malı ancak Allah yolunda sarfetmek için topla!
Rahmet olasıca! Ey mağrur! Bu işi iyice düşün ve derinlemesine incele! Şen
bilmez birisin, mal ile meşgul olmayı terketmek kalbi zikir, hatırlama, fikir
ve ibret almak için boşaltmak, din için daha selâmetli bir yol ve hesap için
daha kolaydır. Sorgu sual için daha hafiftir. Kıyametin tehlikelerinden daha
emin, Allah nezdinde derecenin üstün olmasına daha elverişlidir. Bir sahabîden
şöyle rivayet edilmiştir: 'Eğer birinin kucağı dinarlarla dolu olup o dinarları
sadaka veriyorsa, başka biri de Allah'ı zikrediyorsa, Allah'ı zikreden daha faziletlidir'.
İlim ehlinin birinden malı Allah yolunda sarfetmek için toplayan bir kimsenin
durumu soruldu. Cevap olarak 'Malı terketmek, toplayıp sarfetmesinden daha
sevaplıdır' dedi.
Rivayet olunduğuna göre, tâbiînin seçkinlerinden olan bir zata iki kişinin
durumu soruldu. 'Bu iki kişinin biri helâlinden dünyayı istemiş, elde etmiş,
onunla sılayı rahim yapmış, nefsi için de bir şeyler hazırlamıştır. Diğeri ise
dünyadan kaçmış, dünyayı iste-memiş ve elde etmemiştir. Acaba hangisi daha
hayırlıdır?' Cevap olarak şöyle demiştir: 'Yemin olsun, bu iki kişinin arasında
mesafe vardır. Dünyadan kaçınan o kimse, şark ile garb arasındaki mesafe kadar
öbüründen üstündür'.
Rahmet olasıca! Bu fazilet senin için dünyayı terketmeyi üstün tutmakla elde
edilir. Eğer mal ile meşgul olmayı terkedersen, geçici dünyada, sana şu mükâfat
verilir: Bu hareketin bedenin için daha rahattır. Seni az yoran, maişetin için
daha verimli, kalbin için daha rahatlatıcı, üzüntülerini daha azaltıcıdır.
Acaba sen malı terketmenden dolayı Allah yolunda sarfetmek için arayan kimseden
daha üstün olduğunu bildiğin halde mal toplama hususundaki mâzeretin bundan
sonra ne olabilir? Evet! Allah'ın zik-riyle meşgul olman, Allah yolunda mal
vermenden daha üstündür. Bu bakımdan dünyayı terk etmekte senin için dünya
rahatı ile ahiretin selâmet ve fazileti bir arada toplanmış olur. Eğer malın
toplanmasında büyük fazilet olsaydı, muhakkak iyi ahlâk husu-sunda peygamberine
uyman farz olurdu! Çünkü Allah sana onun vasıtasıyla hidayet etmiştir. Sen,
onun nefsi için seçmiş olduğu dünyadan sakınmaya razı olmalısın!
Rahmet olasıca! Dinlediğini düşün! Kesinlikle bil ki saâdet ve zafer dünyadan
sakınmakladır. O halde, Muhammed Mustafa'nın sancağıyla beraber
cennet'ul-me'vâ'ya koş! Çünkü rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Mü'minlerin efendileri o kimselerdir ki sabah yemeği yediği zaman akşam
yemeğini bulamaz. Aradığı zaman borç etmekten mahrumdur. Avretini örten
elbisesinden başka elbisesi yoktur ve kendisini zengin edecek malı kazanmaya da
muktedir değildir. Buna rağmen rabbinden razı olarak sabahlar ve akşamlar. Bu
bakımdan Allah ve rasûlüne itâat edenler işte bunlardır. Allah'ın kendilerine
nimet verdiği peygamberler, sıddîk, şehîd ve iyi kimselerle beraberdirler.
Bunlarsa ne güzel arkadaştır. (Nisâ/69)
Ey kardeş! Bu beyandan sonra, mal topladığın zaman sen 'bu malı hayr için
topluyorum' iddiasında isen bâtıl fikirlisin. Hayır! Hayır için toplamıyorsun.
Aksine fakirlikten korktuğun için topluyorsun. Nimetlenmek, süslenmek, fazla
mal edinmek, böbürlenmek, yücelmek, riya, gösteriş, büyüklük taslamak ve ikram
görmek için bu malı topluyorsun. Sonra Allah yolunda sarfetmek için topladığını
iddia ediyorsun! Rahmet olasıca! Allah'ı gözet! Ey mağrur! Bu dâvandan utan,bu
dâvandan kork! Rahmet olasıca! Eğer sen mal ve dünya sevgisiyle meftun
olmuşsan, ikrar et ki fazilet ve hayır, yetecek kadara razı olmakta ve fuzulî
servetten kaçınmaktadır. Evet! Mal top-ladığın anda nefsini hor gör. Kötülük
yaptığını itiraf et! Hesaptan kork! Böyle olmak senin için daha kurtarıcıdır,
malın toplanması için delil getirmek hususunda tepinmekten daha fazla fazilete
yakındır!
Kardeşlerim! Biliniz ki ashab-ı kirâmın zamanı, helâlin mevcut olduğu bir
zamandı. Buna rağmen ashab-ı kirâm kendilerine helâl olan dünya hususunda insanların
en muttakîsi ve en zâhidi idiler. Biz ise öyle bir zamanda yaşıyoruz ki helâl
pek yoktur. 'Acaba gıdamıza ve setr-i avretimize yetecek kadar helâl bize nasıl
müyesser olur?' diye düşünmek gerek! Bizim zamanımızda mal toplamaya gelince,
Allah bizi de, sizi de ondan korusun. Bundan sonra biz nerede, ashab-ı kirâmın
takvası nerede? Zâhidlikleri ve ihtiyatlı hareketleri nerede? Onların kalpleri
ve güzel niyetleri gibisi bize nereden verilmiştir? Göğün rabbine yemin ederim,
biz ne-fislerin hastalıklarına, isteklerine müptelâ olduk. Yakın bir zamanda
ölüm şerbeti içilecektir. Bu bakımdan ey (kavim), haşr gü-nünde yükü hafif
olanların sevincini (görünüz!). Zenginlerin, helâl-haram demeden
karıştıranların üzüntülerini müşahede ediniz. Eğer kabul ederseniz, size
nasihat etmiş oldum. Oysa bu nasi-hati kabul edenler az. Allah bizi de, sizi de
hayırlara muvaffak kılsın! Âmin!"
Hâris el-Muhâsibî'nin konuşması burada sona ermektedir. Fakirliğin zenginlikten
daha faziletli olduğunu belirtmek hususunda burada yeteri derecede delil var,
bundan fazlasına ise ihtiyaç yok!.. Bütün bunların doğruluğuna Dünyanın Zemmi,
Fakr ve Zühd bölümlerinde, zikrettiğimiz hadîsler şahidlik etmektedir. Ayrıca
Ebu Umâme'den rivayet edilen şu hadîs de şahidlik etmektedir:
Sa'lebe b Hatib147 dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'a yalvar ki bana rızık
olarak biraz mal versin!' Hz. Peygamber, cevap olarak şöyle buyurmuştur:
Ey Salebe! Şükrünü edâ edebildiğin az mal, şükrüne gücünün yetmediği çok maldan
daha hayırlıdır!
Salebe 'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'tan bana rızık olarak mal vermesini dile!'
der. Hz. Peygamber de şöyle buyurur:
Ey Salebe! Senin için ben güzel bir örnek değil miyim? Sen Allah'ın peygamberi
gibi olmayı istemez misin? Dikkat et!
Nefsimi kudret elinde tutarı Allah'a yemin olsun, eğer dağların altın ve gümüş
olmasını isteseydim olurdu.
Salebe şöyle dedi: 'Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim.
Eğer sen Allah'tan biraz mal vermesini dilersen, (Allah da verirse) muhakkak
her hak sahibinin hakkını vereceğim! Muhakkak yapacağım! Muhakkak yapacağım!'
Hz. Peygamber (s.a) 'Ey Allahım! Salebe'ye rızık olarak bir mal ver!' diye dua
etti. Bunun üzerine Salebe koyun edindi, böceklerin ve haşeratın çoğaldığı gibi
koyunları çoğalmaya başladı. Öyle ki Medine koyunlara dar geldi. Salebe
Medine'den uzaklaştı. Bir vâdide konakladı. Öğle ve ikindi namazını gelip
cemaatle kılıyordu, diğer namazları tek başına kılıyordu. Koyunları üredi,
çoğaldı. Salebe uzaklaştı. Öyle ki cuma hariç, diğer cemaat namazlarını
terketti. Koyunlar boyuna -haşeratm üremesi gibi-ürüyordu. Sonunda Salebe
cumayı terketmeye mecbur kaldı. Cuma günleri Medine'den gelen kervanların önüne
gidiyor, Hz. Peygamber'in Medine'deki haberlerini onlardan soruyordu. Hz.
Peygamber (s.a) 'Hatib'in oğlu Salebe ne oldu?" diye sordu. 'Ey Allah'ın
Rasûlü! Koyun edindi. Medine kendisine dar geldi!' dediler.
Salebe'nin bütün hikayesi Hz. Peygamber'e anlatıldı. Bunun üzerine Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: 'Vay Salebe'nin haline, vay Salebe'nin haline, vay
Salebe'nin haline!' O zaman Allah Teâlâ şu ayeti indirdi:
Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, yücelteceğin bir sadaka al ve
onlara dua et! Çünkü senin duan onlar için bir rahatlık ve huzurdur.(Tevbe/103)
Allah Teâlâ, zekâtı farz kılınca, Hz. Peygamber, Cüheyne kabi-lesinden bir,
Benî Selim kabilesinden de bir kişiyi zekât toplamaya memur kıldı. Onlara zekât
toplamak hususunda bir emirname yazdı ve onlara yola çıkıp müslümanların
zekatlarını toplamak için emir verdi ve şöyle dedi: 'Hatib'in oğlu Sa'lebe'ye
ve -Benî Selim'den olan bir kişiyi kastederek- falana uğrayın! Onların
zekâtlarını alın!' Bunun üzerine çıktılar, Sa'lebe'ye vardılar. Sa'lebe'den
zekât istediler. Kendisine Hz. Peygamber'in isteğini söylediler. Salebe 'Bu
ancak haraçtır. Bu ancak haraçtır! Bu ancak haracın kardeşidir. Gidiniz!
İşinizi gördükten sonra bana dönünüz!' dedi. İki zekât memuru, Benî Selim
kabilesinden olan kişiye doğru gittiler. Onların geleceğini işiten o zat,
develerinin en iyisini zekât için ayırdı ve sonra o develerle onları karşıladı.
Onlar bunu görünce dediler ki: 'En güzel develeri zekât vermek sana farz
değildir. Biz bunları almak istemiyoruz'. O 'Hayır! Bunları ala-caksınız! Zira
zekât olarak nefsim bunları vermeyi istiyor!' dedi.
Onlar zekâtı topladıktan sonra Sa'lebe'ye uğradılar. Ondan zekât istediler.
Sa'lebe onlara 'Emirnâmenizi bana gösteriniz!' dedi.
Emirnâme'ye baktığı zaman şöyle dedi: 'Bu, haracın kardeşidir! Gidiniz ki ben
kararımı vereyim!' Onlar Sa'lebe'den ayrıldılar. Hz. Peygamber'e geldiler. Hz.
Peygamber onları görünce, kendileriyle konuşmadan önce 'Vay Sa'lebe'nin
haline!' dedi ve Benî Selim'den olan kişiye bereketle dua etti. Bundan sonra
onlar Sa'lebe'nin de, öbürünün de yaptıklarını Hz. Peygamber'e naklettiler.
Bunun üzerine Allah Teâlâ, Sa'lebe hakkında şu ayet-leri indirdi:
Onlardan kimi de 'Eğer Allah bize lûtuf ve kereminden ihsan ederse muhakkak
sadaka vereceğiz ve salihlerden olacağız!' diye Allah'a kesin söz verdiler. Ne
zaman Allah, kereminden, istediklerini verdi, cimrilik edip, yüzçevirip
döndüler. Allah'a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için Allah
da kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerine ikiyüzlülük soktu.
Hz. Peygamber'in yanında o anda Salebe'nin yakınlarından biri bulunuyordu. O
kişi Salebe hakkında inen ayeti dinledi. Çıkıp Salebe'ye geldi ve ona dedi ki:
'Annen seni kaybetsin! Allah Teâlâ senin hakkında şöyle ayet nâzil etti!' Bunun
üzerine Salebe çıkıp Hz. Peygamber'e geldi. Zekâtının kabul edilmesini istedi.
Hz. Peygamber dedi ki:
Allah Teâlâ, zekâtını kabul etmeyi bana yasakladı!
Salebe yerden toprak alarak başına dökmeye başladı. Bu manzara karşısında Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: İşte bu senin işendir. Sana emrettim, bana itaat
etmedin'.
Hz. Peygamber (s.a) vefat edince, Salebe, zekâtını Ebubekir Sıddîk'a getirdi.
Ebubekir Sıddîk da onun zekâtını kabul etmedi. Hz. Ebubekir Sıddîk'tan sonra
Hz. Ömer'e getirdi. Hz. Ömer de onun zekâtını kabul etmekten kaçındı. Hz.
Osman'ın hilâfeti döneminde Salebe vefat etti.148
İşte malın tuğyanı ve uğursuzluğu! Sen de bu hadîs-i şerîften bu uğursuzluğu
anlamış oldun. Fakirliğin bereketi ve zenginliğin uğursuzluğundan ötürü Hz.
Peygamber gerek nefsine, gerekse aile efradına fakirliği tercih etmiştir. Hatta
İmran b. Hüseyin şöyle anlatır: 'Benim Hz. Peygamber'in nezdinde kıymetim vardı
ve Hz. Peygamber bana şöyle demişti:
Ey İmran! Senin katımızda kıymetin vardır! Kızım Fâtıma hastadır. Onun
ziyaretine gelir misin?
Ben 'Evet! Annem ve babam sana fedâ olsun, ey Allah'ın Rasûlü gelirim' dedim ve
Hz. Peygamber ile beraber Fâtıma'nın kapısına kadar gittik. Hz. Peygamber
kapıyı çaldı ve şöyle dedi:
-Selâm üzerine olsun! Gireyim mi?
-Ey Allah'ın Rasûlü! Gir!
-Yanımdakiyle beraber girebilir miyim?
-Ey Allah'ın Rasûlü! Kim var yanında?
-Hüseyin'in oğlu İmran!
-Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim,benim sırtımda bir
abadan başka birşey yok!Hz. Peygamber eliyle işaret ederek şöyle dedi: Abayı
şöyle yap!
-Peki! Bedenimi aba ile örttüm. Başımı ne yapacağım!
Bunun üzerine Hz. Peygamber yanındaki küçük bir başörtüsünü Fâtıma'ya uzattı ve
şöyle dedi: "Bununla da başını ört!' Sonra Fâtıma izin verdi ve Hz.
Peygamber içeri girip şöyle dedi:
-Ey kızım! Selâm sana! Nasıl sabahladın?
-Yemin olsun, ızdırablı olduğum halde sabahladım! Yemek yemediğim için
ızdırabım daha da artırıyor. Açlık mecâlimi kesmiştir.
Bunun üzerine Hz. Peygamber ağlayarak şöyle dedi:
Ey kızım! Üzülme! Yemin olsun, üç günden beri ben de hiç-bir şey yemiş değilim.
Oysa ben Allah nezdinde senden daha azizim. Eğer rabbimden isteseydim bana
yedirirdi. Fakat ben âhireti dünyaya tercih ettim.149
Sonra elini Fâtıma'nın omuzuna vurarak şöyle dedi:
-Sana müjde olsun! Allah'a yemin ederim, gerçekten sen cennet kadınlarının başı
ve hâtunusun!
-Firavun'un karısı Asiye, İmran'ın kızı Meryem neredeler?
-Asiye, kendi zamanındaki kadınların hâtunu; Meryem, kendi
zamanındaki kadınların hâtunu; (Annen) Hatice kendi zamanındaki kadınların
hâtunudur. Sen de kendi zamanındaki
kadınların hâtunusun. Gerçekte sizler kamıştan yapılmış evler
içerisinde bulunacaksınız! O evlerde ne eziyyet var, ne de gürültü!
Amcamın oğluna kanaat et! Yemin olsun seni hem dünyada efendi, hem de ahirette
efendi olan bir kimse ile evlendirdim!
Şimdi Fâtıma'nın haline bak! O, Hz. Peygamber'in bir parçasıdır! Gör ki o,
fakirliği nasıl tercih etmiş ve malı nasıl terketmiştir? Kim peygamberlerin ve
velî kulların hallerini gözetir, sözlerini can kulağıyla dinlerse, onların
haber ve eserlerinde vârid olanı tedkik ederse, malın yokluğunun, varlığından
daha üstün olduğundan zerre kadar şüphe etmez. Hatta bu mal hayır yolunda
sarfedilse bile durum böyledir. Zira hayır ve hasenata sarfetmek, şüphelilerden
korunmak ve haklarını edâ etse bile, o malın en az zararı, onun korunmasına
gayret sarfettirir ve Allah'ın zikrinden insanı alıkoyar! Zira Allah'ı anmak
ancak kalbin ferahıyla mümkündür. Mal ile uğraşırken kalbin boşalması sözkonusu
değildir.
Cerir'den, o da Leys'ten şöyle rivayet etti: 'Biri Meryem'in oğlu İsa (a.s) ile
arkadaşlık yapmak istedi ve 'Seninle beraber olup ar-kadaşlık yapmak
istiyorum!'- dedi. Bunun üzerine seyahata çıktılar. Bir nehrin kıyısına varınca
oturdular. Kahvaltı yaptılar. Beraberlerinde üç ekmek vardı. Ekmeğin ikisini
yediler. Üçüncü ekmek kaldı. Hz. İsa (a.s) nehire gitti. Su içti, dönünce kalan
ekmeği bulamadı ve o kişiye 'Ekmeği kim götürdü' dedi. Kişi 'Bilmiyorum!' dedi.
Hz. İsa (a.s) arkadaşı ile beraber yola devam etti. Beraberinde iki yavrusu
bulunan bir geyik gördü. İsa (a.s) geyik yavrularından birini çağırdı. Yavru,
Hz. İsa'ya geldi. Hz. İsa onu kesti, hem kendisi, hem de arkadaşı yediler.
Sonra geyik yavrusuna 'Allah'ın izniyle kalk' dedi. Geyik yavrusu kalktı ve
yürüdü. İsa (a.s) arkadaşına dönüp şöyle dedi: 'Sana bu mu'cizeyi gösteren
Allah adına yemin veriyorum: 'O ekmeği kim aldı?' Kişi 'Bilmiyorum?' dedi.
Sonra bir dereye geldliler. İsa (a.s) onun elinden tutup su üze-rinde
yürüdüler. Öbür tarafa geçince 'Şu mucizeyi sana gösteren Allah'ın hakkı için,
o ekmeği kim aldı?' dedi. Kişi 'Bilmiyorum!' dedi. Böylece bir çöle varıp
oturdular. İsa (a.s) toprak ve kum top-ladı. Sonra 'Allah'ın izniyle altın ol!'
dedi. Toprak altın oluverdi. O altınları üçe böldü. Sonra dedi ki: 'Üçte biri
benim, üçte biri senin ve üçte biri de ekmeği alanındır!' Bunun üzerine kişi
'Ekmeği ben aldım!' dedi. Hz. İsa da 'O halde hepsi senin olsun!' dedi ve ondan
ayrıldı.
İsa (a.s) ayrıldıktan sonra onun yanına iki kişi geldi. Bu çölde onun yanında
malı görünce malı ondan alıp onu öldürmek istediler. O yalvararak 'Bunu üçe
taksim edelim' dedi. Biri 'Birimiz köye gidelim ki bize bir yemek satın alsın,
yiyelim!' dedi. Birisini köye gönderdiler! Köye giden kişi kendi kendine dedi
ki: 'Ben bu kadar malı neden bunlarla bölüşeyim. Bu getireceğim yemeğe zehir
koyacağım. Onların ikisini de öldüreceğim ve tek başıma mala sahip olacağım!'
Dediklerini yaptı. Malın yanında kalan iki kişi ise dedi ki: 'Biz bu üçüncü
kişiye neden mal verelim. O köyden dönünce onu öldürelim, malı aramızda taksim
edelim!' O kişi onlara dönünce onu öldürdüler. Zehirli yemeği yeyince öldüler.
Mal çölde sahipsiz kaldı ve üç kişi de onun yanında öldü. Hz. İsa onlar bu
halde iken yanlarından geçti ve arkadaşlarına şöyle dedi: 'İşte dünya budur!
Dünyadan sakının!'
Hikâye ediliyor ki, Zülkarneyn bir millete rastladı. Onların elinde halkın
lezzetlendiği hiçbir şey yoktu. Onlar çukur eşerler, sabahladıkları zaman o
çukurlara bakarlar, süpürürler. O çukurların yanında ibâdet ederler ve dört
ayaklı hayvanların yedikleri gibi bitkileri yerlerdi ve onlar için yer
bitkilerinden bir geçimlik çıkıvermişti. Zülkarneyn onların kralına haber
göndererek yanına dâvet etti! O dedi ki: 'Benim Zülkarneyn ile görülecek bir
ihtiyacım olsaydı muhakkak sana gelirdim'.
Zülkarneyn kendisine şöyle sordu:
- Neden sizi hiç kimsenin bulunmadığı bir durumda görüyo-rum.
-Nedir o şey?
-Ne dünyanız, ne de herhangi birşeyiniz var! Neden altın ve
gümüş edinip onlardan faydalanmadınız?
-Biz şu illetten dolayı altın ve gümüşten nefret ettik: Çünkü bir
kimseye onlardan birşey verildiği zaman o kimsenin nefsi iştahlı
olur ve onu daha fazla üzer!
-Siz neden bu çukurları kazdınız? Sabahlayınca neden bu çukurlara gidip onları
süpürüyor ve yanlarında ibâdet ediyorsunuz?
-Bizim gayemiz, bu mezarlara baktığımızda, dünyayı ümit ettiğimiz zaman bu
mezarlar bizi bu ümitten alıkoysunlar!
-Görüyorum ki yemeğiniz yer bitkileridir. Neden hayvan
edinmediniz? Oysa onları sağar, onlara biner ve lezzet alırdınız!
-Karınlarımızı hayvanlar için mezar yapmayı çirkin gördük.Yer bitkilerinin
bunların yerini tuttuğunu gördük. Ademoğluna uygun olan en az şeyle
yetinmektir. Ne olursa olsun, boğazı geçen yemeğin tadını alamayız!
Sonra o memleketin kralı elini Zülkarneyn'in arkasına uzatarak bir kafatasını
eline aldı ve şöyle dedi:
-Ey Zülkarneyn! Bunun kim olduğunu biliyor musun?
- Hayır! O kimdir?
-Bu yeryüzünün padişahlarından biridir. Allah Teâlâ ona saltanat sürmeyi nasip
etti. O ise hileye, zulme ve kibre kaçtı. Allah Teâlâ onun bu hareketlerini
görünce onu helâk etti. O yere atılan taş gibi oldu. Allah Teâlâ onun
yaptıklarını, teker teker, ahirette
ona ceza vermek için defterine yazdı.Bunu söyledikten sonra başka bir çürümüş
kafatasını eline aldı ve şöyle dedi:
-Ey Zülkarneyn! Bunun kim olduğunu biliyor musun?
-Hayır, bilmiyorum!
-O bir padişah idi. O zâlim padişahtan sonra Allah buna saltanat verdi.
Kendisinden önce geçen padişahın hile, zulüm ve gururunu görmüştü. Bu bakımdan
tevazu gösterdi, Allah'tan korktu.Memleketinde adalet icra etti. İşte o da
gördüğün gibi oldu. Allah onun da amelini tesbit etti ki âhirette ona da
mükâfat versin!
Bunları gösterdikten sonra Zülkarneyn'in kafatasına işaret etti ve şöyle dedi:
-Bu da bunların ikisi gibi bir kafatasıdır. Ey Zülkarneyn!Dikkat et! Ne
yaptığını bil!
-Sen bana arkadaşlık yapmıyorsun ki seni vezir ve kardeş edineyim, Allah'ın
bana vermiş olduğu bu servetlere ortak yapayım!
-Ben ve sen bir yerde durmaya da, beraber olmaya da elverişli değiliz!
-Niçin?
-Çünkü insanlar senin düşmanın, benim ise dostlarımdır.
-Niçin?
-Sana elindeki mülk, servet ve dünyadan dolayı düşmanlık yapıyorlar. Ben ise
bunları terkettiğimden ötürü hiç kimsenin bana düşmanlık güttüğünü görmüyorum!
Bir de benim yanımda
az ihtiyaç ve az şeyin olmasından dolayı kimse bana düşmanlık yapmıyor!
Zülkarneyn hayretler içerisinde kalıp, nasihat almış olarak onun yanından
ayrıldı.
İşte bu hikâyeler, daha önce zikrettiğimiz delillerle beraber, zenginliğin
âfetlerine seni muttali kılmaktadırlar. Tevfik Allah'tandır. Kitabu
Zemm'il-Buhl ve Zemmi Hubb'il-Mal (Mal Sevgisinin ve Cimriliğin Kötülenmesi)
bölümü, Allah'ın yardımıyla burada sona ermiş bulunuyor. Allah'ın izniyle, bu
bö-lümün ardından Kitabu Zemm'il-Câh ve'r-Riya bölümü gelecektir
__________________
134)Bu zat, zâhir ile bâtının arasını cemeden kimselerdendir. H. 343'de vefat
etmiştir.
135)Müslim, Buhârî
136)İmam Ahmed
137)İmam Ahmed
138)Bezzar, (Enes'ten zayıf bir senedle)
139)Daha önce geçmişti.
140)Irâkî hadîs olarak görmediğini kaydetmektedir.
141)Müslim, Buhârî
142)Müslim, Buhârî
143)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.
144)İbn Mâce, Tirmizî
145)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.
146)Bezzar, Hâkim
147)Adı Salebe b. Hâtib b. Amr b. Ubeyd b. Ümeyye b. Zeyd b. Mâlik b. Avf b.
Arar b. Avf b. Mâlik b. Evs el-Ensârî'dir. Musa b. Ukbe onu Bedir'e iştirâk
edenler arasında zikretmiştir. Aynı ismi taşıyan başka bir sahabî daha vardır.
O da Ensar'dandır. İbn İshak Mescid-i Dırar'ı yapanlar arasında bu ikinciyi
zikretmektedir.
148)Taberânî, (zayıf bir senedle)
149)Irâkî İmran'ın hadisine rastlamadığını, İmam Ahmed ve Taberânî'nin, Ma'kal
b. Yesar'dan sahih bir senedle rivayet ettiklerini söylemektedir.