09 Mart 2015

YEHOVA'nın OĞULLARI VE MASONLAR


YEHOVA'nın OĞULLARI VE MASONLAR

Elinizdeki kitap, 1993 yılında yayınlanmış olan "Yehova'nın Oğulları ve Masonlar" isimli kitabımızın bazı ilavelerle güncellenmiş halidir. Soğuk Savaş'ın henüz sona erdiği dönemde hazırlanan söz konusu kitap, gerek dönemin gelişmeleri üzerine yapılan yorumlar gerekse de bu gelişmelerin tarihi bağlantıları üzerine yapılan değerlendirmeler ile büyük yankı uyandırmıştı. Bu yönü ile önemli bir kaynak eser konumunda olan kitap, aynı zamanda dünyanın en karanlık örgütlenmelerinden biri olan masonluk hakkında da çok önemli bilgiler içermektedir. Bununla birlikte masonluk ile radikal Siyonist ideolojiye bağlı bazı Yahudiler arasındaki ilişkiler de kitapta incelenmektedir.

Bu çalışmamız aradan geçen 10 yıla rağmen her döneme ışık tutan içeriğiyle güncelliğini yitirmedi. Bu nedenle de ikinci baskısını hazırlarken kitabın temel mantığı, orijinal kaynakları ve içindeki bilgilerin büyük bir bölümü ilk baskıdaki şekilleriyle muhafaza edilmiş, bir bölümü ise güncelleştirilmiştir. Bunun nedenlerinden biri, dönemin olayları ile ilgili yapılan yorumların günümüzde yaşanan olayları değerlendirmede de okuyuculara önemli bir bakış açısı kazandırmasıdır. Bir diğer nedeni ise, elinizde tuttuğunuz bu kitabın ardından hazırlanan Yeni Masonik Düzen, Terörün Perde Arkası, İsrail'in Kürt Kartı, Gizli El Bosna'da ve Global Masonluk gibi çalışmalarımızda, bu kitapta geçen her konunun detaylı olarak incelenmiş ve güncel bilgilerle yazılmış olmalarıdır. 
Bunların yanı sıra, bu baskıda masonluk örgütünün karanlıkta kalmış bir diğer yönü daha gözler önüne serilmektedir. Bu da, maosnluğun mistik Yahudi geleneği olan Kabalizm ile olan gizli bağlantısıdır. 
Ancak bu kitabı okurken göz ardı edilmemesi gereken bazı önemli gerçekler vardır. Bunlardan ilki, bu kitapta yapılan birtakım tespitler ve eleştiriler esnasında Yahudilik dininin ve bu dine mensup samimi dindarların asla hedef alınmadığıdır. Kitapta vurgulanan kirli bağlantılar ve ittifaklar, radikal Siyonizm gibi ırkçı ideolojilerle masonluk gibi karanlık örgütler arasındaki ilişkiler ve bunların dünya üzerinde kurmak istedikleri düzendir. 
Bilindiği üzere, Siyonizm 19. yüzyılın ortalarında, yurtları olmayan Yahudilerin vatan sahibi olmasını savunan bir ideoloji olarak ortaya çıkmıştır. Ancak zaman içerisinde pek çok ideolojide olduğu gibi Siyonizm de dejenarasyona uğramış, bu haklı talep, uygulamada şiddet ve teröre başvuran, aşırı güçlerle ittifak eden radikal bir anlayışa dönüşmüştür. Bu nedenle üzerinde durulması, deşifre edilmesi ve karşışında her türlü fikri tedbirin alınması gereken tehlike de radikalizmdir. Yahudilerin atalarının toprakları olan bugünkü İsrail'de diledikleri gibi yaşamaları, ticaretlerinde, ibadetlerinde, insani haklarını kullanmakta özgür olmaları en doğal haklarıdır. Bununla birlikte, aynı topraklar Müslümanlar için de kutsaldır. Ve Müslümanların da bu topraklarda diledikleri gibi yaşamak, varlıklarını devam ettirmek hakları vardır. Bu hak, elbette Hıristiyanlar için de geçerlidir. 
Ancak günümüzde, din ahlakına uygun olmayan ideolojilerin etkisi altında kalan bazı kesimler, her iki toplumun da karşılıklı varlık hakkını inkar etmeye kalkışmakta, terör ve şiddete başvurarak bir diğerini bu topraklardan silmeye gayret etmektedir. Bunlardan biri, Yahudilerin vatan sevgisini temel alan Siyonist ideolojiyi çarpıtarak din ahlakına uygun olmayan ırkçı ve acımasız bir ideolojiye dönüştüren radikallerdir. Bu kitapta da eleştirilerin yöneltildiği kesim bunlardır. Söz konusu radikal Siyonistler, samimi ve vicdanlı Yahudiler ve Siyonistler tarafından da ciddi şekilde eleştirilmektedir. Siyonizmin ilk dönemlerinde öne sürülen propagandaların aksine, daha sonra bazı çevreler tarafından şiddet yanlısı bir akıma dönüştürüldüğü, huzur ve güvenliği açıkça tehdit ettiği ve radikal Siyonizmin yalnızca Arapların değil Yahudilerin de büyük kayıplar vermesine neden olduğu yaşanan tarihi tecrübelerle ispat edilmiştir. Temmenimiz, bu kitapta ifade edilen olayların ve uyarıların, tüm radikal unsurlar tarafından dikkate alınması ve bölgede kalıcı barışın tesis edilebilmesi için öncü olmasıdır. 
Şunu da belirtmek gerekir ki, Peygamberimiz (sav)'in sünnetinde ve Kuran ahlakında hiçbir yeri olmayan intihar saldırılarını gerçekleştirenler de büyük bir hata içindedirler. Masum sivilleri katletmek İslam ahlakıyla asla bağdaşmaz ve hiçbir samimi Müslüman tarafından da kabul edilemez. Müslümanların haksızlığa ve zulme karşı tepkisi her zaman Kuran'a ve sünnete uygun olmalıdır. Barış ve sevgi dini olan İslam'da şiddetin yeri olmadığı da açıktır. 
Radikal Siyonizm, ırkçı, acımasız ve hepsinden önemlisi, ittifak halinde olduğu masonluk gibi, aslında din dışı bir ideolojidir. Buna rağmen bazı radikal Siyonistler söylemlerinde sık sık Tevrat'tan alıntılar yapar ve uyguladıkları vahşetin sözde dini temeli olduğunu iddia ederler. Oysa Tevrat, Allah'ın Hz. Musa'ya vahyettiği mübarek bir kitaptır. Allah Kuran'da "Gerçek şu ki, Biz Tevrat'ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik..." (Maide Suresi, 44) şeklinde buyurur. Yine Kuran'da bildirildiği üzere, Tevrat daha sonra tahrif edilmiş ve içine insan sözleri sokulmuştur. Bu nedenle bugün elimizdeki Tevrat, "Muharref Tevrat"tır.
Yine de Muharref Tevrat incelendiğinde, içinde Allah'a iman, teslimiyet ve şükür, Allah korkusu, Allah sevgisi, adalet, şefkat, merhamet, zulme ve haksızlığa karşı koyma gibi hak dinin pek çok unsurunun halen bulunduğu görülür. Bunun yanında, Muharref Tevrat'ta, tarihte yaşanmış bazı savaşlar ve bu savaşlardaki kıyımlar da anlatılmaktadır. Eğer bir kişinin amacı, uygulamak istediği şiddet, kıyım ve cinayetlere çarpıtarak da olsa bir dayanak bulmaksa, söz konusu Muharref Tevrat pasajlarını kendine bir malzeme haline getirebilir. Radikal Siyonizm, gerçekte faşist bir terör olan kendi terörünü meşrulaştırabilmek için bu yola başvurmuş ve etkili de olmuştur. Örneğin, geçmişte yaşanmış bazı savaş ve katliamlarla ilgili Muharref Tevrat pasajlarını, Filistin'in mazlum halkına karşı kullanmıştır. Bu, samimiyetsiz bir yorumdur. Dini, faşist ve ırkçı bir ideolojiye alet etmeye kalkışmaktadır.
Günümüzde İsrail Devleti'nin iç ve dış siyaseti üzerinde de büyük etkisi olan radikal Siyonist ideoloji, acımasız işgal, baskı ve katliam politikaları uygulamakta, gerek Ortadoğu'da gerekse diğer bazı coğrafyalarda insan haklarını açıkça ihlal etmektedir. Bu nedenledir ki radikal Siyonizmin ırkçı ve faşizan uygulamaları hem İsrail'de hem de diğer ülkelerde yaşayan pek çok Yahudi tarafından da şiddetle eleştirilmekte ve kınanmaktadır. Samimi dindar Yahudiler, bu ideolojiyi savunan ve uygulayanların gösterdikleri ahlakın, din ahlakı ile hiçbir ilgisi olmadığını özellikle vurgulamaktadırlar.
Elbette böyle bir durumda tıpkı bu Yahudiler ve adalet ve vicdan kavramına sahip tüm insanlar gibi, Müslümanlar da bu haksız zulmü kınayacaklar ve bu zulme sebep olanların gerçek yüzlerinin açığa çıkması için haklı bir çaba içinde olacaklardır. İşte bu noktada, hatırda tutulması gereken diğer bir önemli husus daha vardır; Kuran'a göre Müslümanların Yahudilere karşı nasıl bir tavır içinde olmaları gerektiği.

Müslümanların Yahudilere Bakışı


Yahudiler, binlerce yıldır yaşadıkları Filistin'den, MS 70 yılında, putperest Roma İmparatorluğu tarafından sürülmüşler ve daha sonraki 19 asır boyunca diasporada, yani sürgünde yaşamışlardır. Bu dönem boyunca özellikle Hıristiyan ülkelerde çoğu zaman baskı ve zulüm görmüşler, defalarca yurtlarından sürülmüş, hatta toplu katliamların hedefi olmuşlardır. Yahudilerin bu dönemde en çok huzur ve güven buldukları coğrafya ise İslam toprakları olmuştur. İslam dünyasında hiçbir zaman antisemitizm görülmemiş, Yahudiler (ve Hıristiyanlar) kendi inanç, adet ve hatta hukuklarına göre herhangi bir baskı ve zulüm görmeden asırlarca bu topraklarda yaşamışlardır.
Bu hoşgörü ve güven ortamının başlıca nedeni, Kuran ahlakıdır. Kuran'da Yahudiler ve Hıristiyanlar "Kitap Ehli" olarak ifade edilir ve Müslümanlar ile Kitap Ehline dostça bir yaşam sürmeleri tavsiye edilir. Kuran'a göre Kitap Ehlinin yemeğini yemek ve Kitap Ehlinden hanımlarla evlenmek Müslümanlara serbest kılınmıştır (Maide Suresi, 5). Bu hükümler, Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasında nikah sonucu akrabalık bağlarının kurulabileceğini, iki tarafın birbirlerinin yemek davetlerine icabet edebileceklerini gösterir ki, bunlar sıcak insani ilişkiler ve huzurlu bir ortak yaşam kurulmasını sağlayacak esaslardır.
Allah Kuran'da, Müslümanlara, müşrik insanlara (yani Allah'tan gelen vahye uymayan putperestlere) bile güvenlik sağlamalarını emreder: 
"Eğer müşriklerden biri, senden 'eman (güvenlik) isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır..." (Tevbe Suresi, 6) 

Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler Hıristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.
(Bakara Suresi, 62)
Müşriklere göre Müslümanlara çok daha yakın bir inanç ve ahlaka sahip olan Kitap Ehline ise, daha da fazla saygı, hoşgörü ve yardımseverlik göstermek gerekmektedir. 
Bir başka ayette ise Allah Kitap Ehli dahil tüm gayrimüslimlere, Müslümanlara düşmanca davranmamaları şartıyla, iyilikle davranılması gerektiğini şöyle emretmektedir: 
Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever... (Mümtehine Suresi, 8)
Dolayısıyla Müslümanlar, kendileriyle aynı toplumda yaşayan tüm Yahudi ve Hıristiyanlar ile sıcak bir komşuluk ilişkisi kurmakla yükümlüdürler. Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkede ise, Kitap Ehli Müslümanlar üzerine bir emanettir. Onları huzur ve güven içinde yaşatmak, her türlü tehlike ve tedirginlikten korumak Müslümanlar için dini bir görevdir. Yahudilerin tarihte çok defalar olduğu gibi, sırf inançları veya soyları nedeniyle hedef alınmaları, medeni haklardan yoksun tutulmaları, isimlerini açıklamaktan bile endişe edecekleri bir baskı ve korku içinde yaşamak zorunda bırakılmaları, gettolara, korkunç toplama kamplarına hapsedilmeleri büyük bir zulümdür. Bir Müslüman bu gibi zulümleri asla tasvip etmediği gibi, bunları engellemek için de var gücüyle çalışmalıdır. 
Cahil insanlarda "kendine benzemeyene art niyetle bakmak" gibi yanlış bir düşünce şekli hakimdir. Bu nedenle başta Ortaçağ Avupası toplumları olmak üzere, tarihte ve günümüzde Yahudiler hakkında olmadık suçlamalar, iftiralar, asılsız dedikodular üretilmiştir. Halen de bazı insanların bilinçaltlarında Yahudilere karşı bu hurafelerin getirdiği ön yargı ve antipatiler vardır. Bir Müslüman asla böyle bir bakış açısı ve tutum içine giremez. Allah "Kitap Ehli"nin var olduğunu bize Kuran'da bildirmiş, hangi konularda yanılgılar içinde olduklarını açıklamış, ama bununla birlikte onlara karşı iyilik ve adaletle davranmamızı emretmiştir. Allah bir ayette, Kitap Ehline karşı şöyle söylememizi emreder:
"Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz." (Ankebut Suresi, 46) 
Sonuç olarak, Siyonizmin insanlık suçlarının her Müslümanda bir tepki ve "buğz" uyandırması doğaldır. Ancak bunun hiçbir zaman adaletsiz bir tepkiye dönüşmemesi gerekir. Allah bu konuda bizleri uyarır ve "... Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır" şeklinde (Maide Suresi, 8) buyurur. 
Kitap Ehli ve Müslümanlar, birbirlerinin hasmı değil müttefikidirler. Özellikle dünyada ateist ve din-düşmanı ideolojilerin mevcut olduğu çağımızda, aynı şekilde Allah'a inanan ve aynı ahlaki değerleri savunan Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların iş birliği yapmaları gerekmektedir. Allah Kuran'da, Müslümanlara, Kitap Ehli hakkında bir emir vermekte; onları "ortak bir kelimede birleşmeye" çağırmalarını şöyle bildirmektedir:
De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız bir kısmımızı Rabler edinmeyelim... (Al-i İmran Suresi, 64)
Bizim Yahudilere ve Hıristiyanlara olan çağrımız da budur: Allah'a iman eden ve O'nun vahyine itaat eden insanlar olarak, gelin ortak bir "iman" kelimesinde birleşelim. Hepimiz Yaratıcımız ve Rabbimiz olan Allah'ı sevelim. O'nun emirlerine uyalım. Ve Allah'ın bizi daha da doğruya eriştirmesi için dua edelim. Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler bu şekilde ortak bir kelimede birleştiklerinde, birbirlerinin düşmanı değil dostu olduklarını anladıklarında, asıl zararlı akımların ateizm ve dinsizlik olduğunu gördüklerinde, dünya çok daha farklı bir yer olacaktır. Asırlardır süren çatışmalar, husumetler, korkular, terör eylemleri sona erecek ve "ortak bir kelime" üzerinde sevgi, saygı ve huzura dayalı bir "medeniyetler barışı" kurulacaktır. 

Tarihi Doğru Algılamak


Bu kitapta ortaya konmak istenen mesajlardan biri, olayların genelde "resmi ve genel" görüntüsünden farklı olduğu ve bunların bize anlatılandan daha değişik yönleri olabileceğidir. Sanırız bu, kitabın çoğu yerinde de belgelerle ve bilimsel yöntemlerle ispat edildi. Bu durumda şu soru çıkıyor karşımıza: Dünyayı ve insanı anlamak için Aydınlanma Çağı'ndan beri temel kaynak olarak kabul edilen materyalist tarih ve bilim anlayışı ve bunların üzerine inşa edilen dünya görüşü ne denli geçerlidir?
Allah Kuran'da bizlere, mikrokosmosdan evrenin oluşumuna, canlıların ve doğanın dengesinden insan vücuduna kadar sayısız konuyu 1400 sene öncesinden, bilimin ancak günümüzde keşfedebildiği biçimiyle haber vermiştir. Aynı şekilde Allah, Kuran'da geçmişte yaşayan toplumların hayatlarından örnekler vererek, insan ve toplum psikolojisi ve bazı sosyolojik gerçekler hakkında da bilgi edinmemizi sağlar. 
Kuran'da en çok üzerinde durulan toplumlardan birisi ise, İsrailoğulları yani Yahudi toplumudur. Özellikle Hz. Musa'nın hayatının anlatıldığı kıssalarda, İsrailoğulları'nın yaşadığı olaylar, bu olaylar karşısında gösterdikleri tepkiler ve bu toplum içinde yer alan bazı kimselerin tavır ve ahlak bozuklukları anlatılmıştır. İsrailoğulları arasında Allah'ın sınırlarını tanımamaya yatkın, kendilerini tüm diğer toplumlardan üstün gören, bu nedenle de diğer insanları sömürmekte ve onlara eziyet etmekte bir sakınca görmeyen kimselerin olduğu Kuran'da bize bildirilen bir gerçektir. 
Bununla birlikte, Allah Kuran'da yeryüzünde "şer"rin temsilcisi olan organize bir gücün de var olduğunu ve var olacağını da bildirmiştir. Özellikle Müslümanlara karşı düşmanca tavır alan bu "organize güç odakları", çoğu zaman "kavmin önde gelenleri", olarak ifade edilen elitler arasında yer almaktadır, ki bu tanım masonluk ve benzeri örgütlere çok uymaktadır. (En doğrusunu Allah bilir.) Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini, orada hileli düzenler kursunlar diye, oranın suçlu günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (En'am Suresi, 123)
... Kötülüğü örgütleyip düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azab vardır... (Fatır Suresi, 10)
Doğrusu onlar hileli bir düzen planlayıp-kuruyorlar. (Tarık Suresi, 15)
Ayrıca Kuran'da Enfal Suresi'nin 18., Rad Suresi'nin 33., Rad Suresi'nin 42., İbrahim Suresi'nin 46., Neml Suresi'nin 50., Sebe Suresi'nin 33., Tur Suresi'nin 42., Nuh Suresi'nin 22., Tarık Suresi'nin 15. ayetinde ve daha pek çok ayette "hileli düzen kurucuları"ndan bahsedilmektedir.
İşte bu kitapta amaçlanan, bu ayetlerle bildirilen gerçeklerin, örnekleriyle ve delilleriyle ortaya konmasıdır. Unutulmamalıdır ki, Kuran'da bildirilen haberler, tüm zamanlar ve mekanlar için geçerlidir. Allah Kuran'da bildirdiği kıssalar ile bizlere huzurlu ve güvenli bir hayat için alınması gereken tedbirleri, kimlerin böyle bir dünya düzeninin karşısında yer aldığını, bu kişilerin karakteristik özelliklerini ve ne gibi yollara başvurabileceklerini bildirmiştir. Buna rağmen, bu gerçek İslam'ı tanımayanlar ve Kuran hakkında eksik bilgiye sahip olanlar tarafından tam anlamıyla anlaşılamaz. Bu kişilerin Kuran hakkındaki yanlış zanları ise bir ayette şu şekilde belirtilmiştir: 
Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: 'Geçmişlerin masallarıdır' dedi. Asla, hayır; onların kazanmakta oldukları kalpleri üzerinde pas tutmuştur. Hayır; gerçekten onlar, Rablerinden perdelenerek yoksun tutulmuşlardır. (Mutaffifin Suresi, 13-15)
Bu kavrayış eksikliğinin en önemli nedenlerinden birisi, söz konusu kişilerin Allah'ı gereği gibi takdir edememeleri ve kader gerçeğini bilmemeleridir. Geçmişte yaşanan ve geleceğe dair her olay yalnızca Allah'ın takdir ettiği kader ile gerçekleşmektedir. Tarih boyunca yaşamış ve gelecekte yaşayacak olan tüm toplumları, bütün eylemleri, kültürel değerleri, düşünceleri, tepkileri, kuruluş ve yıkılış tarihleri ile birlikte yaratan Allah'tır. Dolayısıyla, Allah bize Kuran'da geçmiş toplumlardan örnekler verirken, benzer durumların günümüzde veya gelecekte de yaşanabileceğini bildirmekte, bu muhtemel durumlar karşısında en akılcı ve en uygun tepkinin ne olduğunu göstermektedir. 

'Antisemitizm', 'anti-Siyonizm'?...


Yukarıda sözünü ettiğimiz "İsrailoğulları" faktörünü incelerken çok önemli bir kavram kargaşasının üzerinde biraz durmak, antisemitizm (Yahudi aleyhtarlığı) ve anti-Siyonizm (Siyonizm karşıtlığı) arasındaki büyük farkı belirlemek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Antisemitizmi, "iyi olsun kötü olsun, Yahudilere ait olan ve Yahudilerin ürettiği herşeye karşı olmak" şeklinde tanımlayabiliriz. Hiçbir temele dayanmayan bir genellemeyi yansıtan bu görüş, yaşlı-genç, dindar-dinsiz, masum-suçlu ayrımı yapmadan tüm Yahudileri "düşman" olarak kabul eder. 
Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, Müslümanlar için önemli olan Allah'ın Kuran'da bu konuda bize ne emrettiğidir. Allah Kuran'da, ne Yahudilere ne de başka bir topluma karşı, yalnızca ırkı nedeniyle düşmanca veya öfkeli bir tutum sergilenmesini kesin olarak yasaklamıştır. İnsanları Allah katında üstün kılan özellikleri, ne ırkları ne de dünya hayatındaki konumlarıdır. Allah katında üstünlük yalnızca takvaya göredir. Bununla birlikte Müslümanların bir topluma karşı buğz etmeleri  ancak, o toplumun mazlum insanlara açıkça zulmettiği, acımasızca baskı uyguladığı durumlar için geçerli olabilir. Ki böyle bir durumda vicdan sahibi her insan, haksızlığa karşı hakkın ve doğrunun yanında yer almakla yükümlüdür. Üstelik Müslümanlar, böyle bir kızgınlık duysalar bile, bu kişilere karşı da adil davranmakla ve onları en güzel üslupla doğruya ve güzele davet etmekle sorumludurlar. 
Dolayısıyla bu kitapta amacımız, Siyonizmin aldatmacalarına kapılmış Yahudilere, "biz üstün bir ırkız" gibi bir yanılgıya kapılarak, kendilerini diğer insanlardan ayırma yanlışına düştüklerini göstermek, onları bu ırkçı ideolojiden vazgeçmeye davet etmek, bu sapkın inanışın neden olduğu zararları, döktüğü kanların bilançosunu ortaya koymak olacaktır. 
Ne var ki geçmişte olduğu gibi günümüzde de Siyonizmin acımasız ve vahşi uygulamalarını eleştiren pek çok insan, çoğu zaman antisemit olmakla suçlanmaktadır. Öyle ki, kendileri de İsrail vatandaşı veya Yahudi olmalarına rağmen, Siyonizmi eleştiren kimseler ihanetle itham edilmektedirler. Aslında antisemitizm ile anti-Siyonizmi aynı şeyler gibi göstermek "Siyonist" Yahudilerin önemli bir taktiğidir. Dünyaca ünlü dil bilimci, Yahudi fakat "anti-Siyonist" yazar Noam Chomsky, "antisemitizm" ile "anti-Siyonizm"in eş tutularak eleştirilerin nasıl susturulduğunu şöyle anlatmaktadır:
"Antisemitizm suçlamalarına başvurulması, İsrail'e yönelik eleştirileri susturmak için çok sık kullanılan ve çoğunlukla da etkili bir yöntemdir. İşçi Partili saygın İsrailli diplomat Abba Eban bile 'Yahudi olmayan dünya ile diyaloglarımızda ana görevlerden biri anti-Siyonizm ile antisemitizm arasında hiçbir ayrım olmadığını göstermektir' diye yazabilmektedir." (Kader Üçgeni, Noam Chomsky, sf. 41)
Uluslararası Yahudi organizasyonu B'nai B'rith de (yine aynı taktik gereği) antisemitizmin anti-Siyonizmle aynı anlama geldiğini iddia etmektedir:
"B'nai B'rith bugün antisemitizmin anti-Siyonizmle aynı anlama geldiğini varsaymaktadır. Dolayısıyla İsrail'in eleştirilmesi antisemitizmin yeni bir biçimi olarak görülmektedir." (Kader Üçgeni, Noam Chomsky, sf. 41)
Bizim amacımız da Siyonizmin yanılgılarını ve çarpıklıklarını gösterebilmek, samimi Yahudilerin kendilerine verilmiş olan yanlış telkinlere aldanmadan, İslam'ı ve Müslümanları en doğru şekilde değerlendirmelerini sağlayabilmektir. Bu çağrı İslam ahlakının hoşgörüsü altında asırlardır birarada yaşadığımız Yahudi vatandaşlarımıza yapılmaktadır. 
İsrail'in işlediği insanlık suçlarının, ülkemizdeki Musevi vatandaşlarımız veya dünyanın herhangi bir yerindeki Musevi cemaati ile hiçbir şekilde ilişkilendirilemeyeceği herkes tarafından çok iyi bilinmelidir. Müslümanlar, kendileriyle pek çok yönden ortak bir inancı ve ahlak anlayışını savunan Musevilere kuşkusuz saygıyla ve dosktça yaklaşmakla yükümlüdürler. Eleştirilmesi gereken Yahudi inancı, Yahudi gelenekleri, Yahudi kültürü değil, bu inancı ve kültürü dejenere ederek saldırgan bir siyasi ideoloji haline getirmek isteyen ırkçı Siyonist ideolojidir. 

Komplo Teorileri Üzerine...





Üzerinde durulması gereken bir diğer konu da "komplo teorileri"dir. Bu kitapla benzer konuları ele alan yayınlarda, Siyonizmin, İsrail'in, ABD'nin herhangi bir "manipülasyon"u, olaylar üzerindeki herhangi bir yönlendirmesi ortaya konduğunda, kimi çevreler hemen, "komplo teorileri üretmekle bir yere varılamayacağını, hayali düşmanlar oluşturmamak gerektiğini" bildirmektedirler. Olayların ardında bazı güç odaklarının bulunabileceğini düşünmek, bunların var olup olmadığına dair araştırma yapmak, "bilim dışı" bir saplantı, hatta bir tür "paranoya" olarak değerlendirilmektedir. 
Gerçekten de tüm dünyayı bir "komplolar sergisi" olarak değerlendirmek doğru değildir. Ayrıca şimdiye dek, Türkiye dahil sayısız ülkede, Siyonizm ve masonluk konularında tamamen "hayal ürünü" olarak nitelendirilebilecek şeyler yazıldığını görmemek de mümkün değildir. Hiçbir gerçekçi kaynağa dayanmadan, yalnızca fanatik, antisemit duygularla yazılan bu tür kitaplar, aslında daha çok karşı olduklarını ilan ettikleri çevrelerin işine yaramaktadır. Okumakta olduğunuz bu kitapta yer alan anlatımlar ise, tamamen bilimsel yöntemlerle, derinlemesine yapılan araştırmalar sonucunda ortaya kondu. 
Bunun yanı sıra şunu da vurgulamak gerek; biz bu kitapta olayları incelerken söz konusu olayların sosyolojik, kültürel boyutlarının varlığını yok saymadık. Örneğin "Güneydoğu sorunu"nu incelerken, olayın kültürel, ekonomik, sosyolojik yönleri olduğunu görmezden gelmedik. Ama bu kitabın konusu gereği, "politik" boyutunu inceledik, olayda rolü kesinlikle azımsanamayacak olan "dış güçler faktörü"ne yeni bir bakış açısı kazandırmaya, "İsrail faktörü"nü de gündeme getirmeye çalıştık. Sorunun çözümü ise elbette "dış güçler" faktörünü doğru tespit etmekten ve bunun yanında bölge halkının devlete bağlılığını pekiştirecek pek çok kültürel, ekonomik hamle gerçekleştirmekle mümkün olabilecektir.
Siyaset bilimciler bilir ki, politikada hiçbir şey hesapsız olmaz. Politik bir eylem yapmak aslında son derece kolaydır. Önemli olan doğru şartlarda, doğru zamanda, doğru "manivela"nın kullanılmasıdır. Örneğin, gerekli sosyolojik ve ekonomik şartlar oluştuktan sonra, hedefe uygun birkaç provokasyonla savaş çıkarmak çok kolaydır. Eğer siyasette yalnız "görünen"le yetinirsek, İran-Irak Savaşı'nın Şatt-ül Arap meselesinden çıktığına ya da dünyanın pek çok köşesinde yaşanan çatışmaların "demokrasi aşkı" uğruna yaşandığına inanmamız gerekir. Oysa dünya siyaseti sistemsiz gelişmez, bu başlı başına bir bilim dalıdır. Pek çok strateji kuruluşu dünyayı yönlendirmek için vardır. Bunların belirlediği stratejilerin olaylardaki rolünü göz ardı etmek, objektiflik veya bilimsellik değil neredeyse bir tür "saflık" olacaktır. 
Ancak yanlış bir tür "komplo teorisi" mantığı da geliştirmek gerekir. Tüm olayları yaratanın Allah olduğu gerçeğini unutup, olayların birtakım sahte ilahlar tarafından kontrol edildiğini zannetmekte son derece yanlış bir bakış açısıdır. 
Allah evreni ve evrendeki tüm varlıkları belirlenmiş bir kader ile yaratmıştır. Ve insan doğruya ancak bu gerçeği kavradığında ulaşır.
Gerçekte ise Siyonizm, masonluk ve benzeri "güç odakları"ndan söz ederken, bu güç odaklarının gücünün, Allah'ın tayin ettiği kader ile belirlenmiş bir güçten ibaret olduğunun bilinmesi gerekir. Allah'ın Kuran'da bize bildirdiği gibi, "hayır ve şerrin hepsi Allah'ın emri ile" gerçekleşmektedir. 
Allah bu konuda ayetlerde şu şekilde buyurmaktadr: 
Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini, orada hileli düzenler kursunlar diye, oranın suçlu günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (Enam Suresi, 123)
Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar... (İsra Suresi, 16) 
Ayetlerde belirtilen "kıldık" ya da "emrederiz" ifadeleri, hileli düzenleri -ya da komploları- yapanlar olacağını, fakat bunların İlahi kaderin dışında olmadığını bildirmektedir. Bu nedenle bazı "önde gelenlerin", "hileli düzenler" kurduğunu tespit etmek onların değil, asıl Rabbimizin iradesinin hakimiyetini açıkça göstermektedir.


Dileğimiz, Allah'ın "Onlar sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar." (Zümer Suresi, 18) ayetiyle bildirdiği gibi, önyargısız bir ortamda, her sözün dinlenmesi ve en güzelinin kabul edilmesidir.


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...