05 Mart 2015

DOKUZUNCU BÖLÜM YUMİURİ SIMBUM Gazetesi 1997 yılından beri ‘’20. Yüzyıla Bakış’’ isimli bir yorum / analiz dizisi


DOKUZUNCU BÖLÜM
YUMİURİ SIMBUM Gazetesi 1997 yılından beri
 ‘’20. Yüzyıla Bakış’’ isimli bir yorum / analiz dizisi
yayınlıyor. Bu çerçevede sizinle geçtiğimiz 100 yılı tahlil eden, devrimleri, savaşları, endüstriyi, bilimi,
felsefeyi ve yaşam sitilini içeren çok geniş ve kapsamlı bir görüşme yapılması istenmektedir.
20 yüzyılın tarihi olaylarını takip etmek ve gelecek nesillere aydınlatıcı mesajlar vermek için bir
program hazırlıyoruz. Zatı âlinizin görüş ve yorumlarını önemsiyoruz ve öğrenmek istiyoruz” diyerek
yaptıkları uzun röportajın bir özetini şöyle sunmuşlardı:
Erbakan’a göre: 20. Asrın Özet Yorumu
Önce bir defa yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalar şu gerçekleri açıkça ortaya koymuştur. 20. asır
yeryüzündeki insanların istedikleri manada barış, huzur, saadet ve sükûn asrı olmamıştır. Birçok
huzursuzluklar, savaşlar olmuştur. İnsanlar istedikleri saadete kavuşamamışlardır. Yukarıda yapmış
olduğumuz açıklamalar gösteriyor ki, insanlar saadet ve huzur aradıkları 20. asırda hüsrana uğratılmışlar,
yanılmışlardır. İçinde bulunduğumuz asırda, yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalar şu gerçekleri ortaya
koyuyor: İnsanlar bu asırda tahakküm ve diktadan hayır gelmeyeceğini görmüşler, baskıdan hayır
gelmeyeceğini öğrenmişlerdir. Bütün bunların sonucunda insan hakları, demokrasi ve hürriyete özlem
duymuşlardır.
İkinci olarak; insanlar bu asırda ümit olarak ortaya atılan ve fakat sadece gözyaşı, ıstırap ve kan
getiren materyalizmin iflâsını görmüş ve yaşamışlardır. Bundan başka üçüncü olarak; 20. asır boyunca
İslâm’ı düşman görüp ortadan kaldırmak isteyenler bunu başaramamış ve bunun mümkün olmadığını
anlayarak bir arada yaşamayı öğrenmek mecburiyetinde kalmışlardır.
Dördüncü olarak; sömürü yapmak mümkündür bunu görmüşler ancak bu insanlara saadet getirmemiş,
milletlerde gerginliği arttırmıştır.
Beşinci olarak; bu asırda insanlık çifte standarttan fayda gelmeyeceğini, saadet için adaletin
gerektiğini ve aynı zamanda tekebbürden faydalar sağlanamayacağını, saadet için eşitlik olması lâzım
geldiğini ve çatışma değil, tahakküm değil, diyalogun esas alınması gerektiğini acı tecrübelerle tekrar tekrar
yaşayarak görmüşler ve anlamışlardır. Ve nihayet Altıncı olarak; 20. asırda insanlar çevreyi daha iyi tanımış
ve bilgilenmişlerdir. Bu asra girerken çevreyi sınırsız, istediği gibi istismar edilebilir olarak düşünüyorlardı.
Fakat bu asırda bir yanda endüstri, bir yanda hava kirliliği, diğer yandan ormanların tahribatı ve bunun
sonucu doğal dengenin bozulması meydana geldi. Doğal dengenin bozulması karşısında insanların
örgütlenerek ‘’Çevreyi düşmanlardan korumak lâzımdır’’ fikrinin oluşması ve gelecek nesillere korunmuş bir
çevre bırakılması bilincinin yerleşmesi 20. asrın insanlara kazandırdığı en önemli şuurlanmadır, çevre
aşkıdır.
İşte şimdi bu gerçekler açısından baktığımız zaman sonuç şudur ki, 20 asır tam bir deneme, ders alma
asrı olmuştur. Bu asırda insanlık bütün gücünü, menfileri, olmaması lâzım gelenleri, yapılmaması icap
edenleri gerçekleştirmek istemiş, elinden gelen her türlü gayreti göstermiş fakat bunların sonunda hüsrana
uğramış ve menfilerle bir saadete ulaşılamayacağını açık bir şekilde göstermiştir. Şimdi artık bu
denemelerden sonra 21. asra girdiğimizde hiç kimsenin ders almamış durumda olmaması gerekir. Yani bir
insan halâ baskı ve Faşizmden sonuç alınır, hayır gelir zannederse çok yanılır ve 20. asırdan ders almamış
olur. 20. asır baskı ve faşizmin değil, Demokrasi ve Hürriyetin ancak insanlara saadet getireceğini
göstermiştir, Aynı şekilde İslâm’ı ortadan kaldırmak zihniyetinin de insanlara saadet getirmeyeceği, ne
İslâm’ı, nede başka bir topluluğu ortadan kaldırmak doğru bir yol değildir. Saadet bir arada yaşamak ve
işbirliğindedir. İşte 20. asır baştan sona bu dersle doludur.
Sözün burasında bir defa daha tekrar ediyorum. 21. asra girdikten sonra hâlâ bu fikirlerin saplantısı
içinde olanlar varsa, onlar 20. asırdan ders almalıdırlar ve bu sapık fikirlerden vazgeçmelidirler. Aynı şekilde
20. asır sömürüden saadet ve huzur gelmeyeceğini, ekonomide işbirliği ve adil şekilde münasebetlerin
kurulmasından saadet geleceğini açık bir şekilde gösteren sayısız derslerle doludur. 20. asrın bu kadar açık
derslerinden sonra 21. asra girildiğinde hâlâ çifte standarttan, tahakkümden ve tekebbürden sonuç
alınacağını zannedenler varsa bunlar yanılmaktadırlar. Kendilerini bir an evvel düzeltmeleri lâzım gelir. 20.
221
asır onun için gerekli dersleri fazlasıyla ihtiva etmiştir. Ve nihayet 20. asırdaki bunca acı denemelerden sonra
hâlâ 21. asırda insanlar çevreyi sınırsız zannederlerse ve hoyrat bir şekilde bunu kullanmaya kalkarlarsa
bunun sadece kendi nesillerine değil, gelecek nesillere de yapacağı en büyük haksızlık olduğunu idrak
etmelidirler. Bunu idrak etmeyen insanlar mutlaka 20. asrı yakinen tanımalıdırlar.
Sonuç olarak 20. asır; insanların saadeti için D-8’lerin bayrağındaki 6 tane yıldızın gösterdiği yolda
yürümek gerektiğinin baştan sona kadar delilleriyle ispat edildiği bir asır olmuştur. Bundan dolayıdır ki, 20.
asrın 21. asra en önemli hediyesi D-8’ler hareketidir.
Erbakan Hoca Mısır’daki mazlum müminlerin mahkemelerini bile bizzat takip
ediyor ve sahip çıkıyordu:
“Bizim liderimiz bizi düşünmüş sizi göndermiş, artık idam etseler de gam yemeyiz!”
sevinci
“1995 de bir akşam hocamızın özel kalem müdürü telefonla aradı. Hoca sizi bekliyor dedi. Ben de
Meclis’ten Genel Merkez’e geldim. Hoca bize özetle “Müslüman Kardeşler teşkilatının üst düzey
yöneticilerinin üç yıl Önce Amel (işçi) Partisi’nden seçimlere katılmak istemeleri üzerine tutuklanarak idam
talebiyle yargılandıklarını ve bizim de onları mahkemede savunmamamızı” istedi. (Tabi bu arada, Mısır
mahkemesinde nasıl savunma yapılması gerektiğinin de öğretmişti) Ertesi günü havaalanında tarifeli uçak
beklerken Hocamın Özel Kalem Müdürü bize bu iş için özel bir uçak kiraladığını ve uçağa binmemizi istedi. 6
kişilik bir jet uçağı idi, uçağa bindik bir pilot üç milletvekili Kahire’ye geldik. Çıkışta bizi karşılamak üzere
Hasan el Benna’nın oğlu Avukat Seyfülislam el Benna ve El Ezher Üniversitesi’nde okuyan üç Türk öğrenci
bekliyordu. Ertesi gün sabah bizi otelden aldılar, duruşmanın yapılacağı Askeri mahkemeye götürdüler.
Orada duruşma başlamadan önce tutukluları getirdiler büyük arabaların içinde aslan kafeslerine benzer
kafeslerde idiler. Raylı bir bölmenin dışı yine parmaklıklı idi. Tutukluların kafesleri bu raylar üzerinden
mahkeme salonuna getirildi. Ben yanlarına gittim aramızda bir metre mesafeden fazla boşluk vardı. Onlara
“bizi Türkiye’den Necmettin Erbakan gönderdi, sizi mahkemede savunacağız bizler onun
milletvekilleriyiz” dedim. Bu sözlerimi Türk öğrencilerden biri Arapçaya tercüme etti. Birden büyük bir
ağlama sesi duyuldu. Hepsi ağlıyordu. Bir şeyler söylüyorlardı. ”Niçin ağlıyorlar ne söylüyorlar?” diye sordum
bana dedi ki: “Bunlar sevinçten ağlıyorlar. Diyorlar ki bundan sonra bize idam etseler gam yemeyiz.
Bizim liderimiz İslam Davasının rehberi Aziz Erbakan Hocamız bizi düşünmüş bize sizleri göndermiş.
Bugün bizim bayram günümüzdür karar ne olursa olsun artık umurumuzda değil” dedi. Onların
ağlaması beni de hislendirdi ve onlarla birlikte ağlamaya başladım. Sonra mahkeme heyeti geldi. Bizler
dilekçemizi verdik Türkiye’den geldiğimizi baroya kayıtlı avukatlar olduğumuzu sanıkların vekâletlerini
bilahare alacağımızı mahkemede savunma avukatları olarak kabulümüzü istedik. Mahkeme heyeti Mısır
hukuk fakültelerinden birinden mezun olmadığımızı ve Mısır’da baroya kayıtlı olmadığımızı ayrıca Mısır
vatandaşı olmamamızdan dolayı talebimizi red etti. Bu kez ben o günlerde almış olduğum Uluslararası Af
Örgütü’nün üye kartını mahkemeye sundum. Duruşmaya gözlemci sıfatıyla kabulümüzü istedim.
Tercümanlar tercüme ettiler. Mahkeme üye kartıma baktı sonunda gözlemci olarak bizi mahkemeye kabul
ettiler ve duruşma başladı. Sonunda duruşma bitti ve mahkeme heyeti odalarına çekilirken ben yerimden
fırladım son üye içeriye girerken yetiştim. Kapıyı kapatırken ayağımı kapının arasına koydum bana “memnu
memnu” dedi. Ben de yanıma gelen Türk öğrenciye “Bu hâkime söyle bu yargılama dünyanın hiçbir yerinde
olmamaktadır. Siz sivil şahısları sivil suçları askeri mahkemede yargılıyorsunuz ortaya konulan deliler de
geçersizdir. Bir binaya giren herkesi idamla yargılıyorsunuz. Ancak binanın önüne bir levha dikmemişsiniz bu
kapıdan giren idam edilir diye” söylediklerimi çevirmesini söyledim. Bu arada gürültüye diğer hâkimlerde
geldiler. Bende bunları dedikten sonra “eğer bu hususta görüşmezsek önümüzdeki duruşmaya en az on
avukatla ve insan haklan örgütleriyle, af örgütüyle katılacağımızı bu konuda Mısır’ın adalet sistemini, adil
yargılama haklarını ihlal ettiğini tüm dünyaya duyuracağız” dedim. Sözlerim tercüme edilince mahkeme
heyeti başkanı bize “şimdi gidin yarın buraya gelin görüşelim” dedi. Biz de mahkeme binasından ayrıldık.
İkinci gün tekrar mahkeme binasına geldik. Mahkeme başkanının odasında oturduk hâkimler gelmişti. Bu
222
konuda daha önce bu şahısların sivil mahkemede yargılanıp beraat ettiklerini bildiğimizi kendilerine anlattık.
Onlara yeni teklifimizin bu tutukluların yattıkları süre de göz önünde tutularak kendilerine üç yılı geçmemek
üzere ceza verilsin ve tamamı tahliye edilsin teklifine onlar da olumlu baktılar. Bir sonraki duruşmada bu
kararı vereceklerini ifade ettiler. Biz de Ankara’ya döndük. Durumu hocamıza anlattık memnun oldu
mahkemeyi takip etmemizi istedi. Bir sonraki duruşmada her birine dediğimiz gibi tutukluluk süreleri kadar
ceza vererek salıverildiklerini öğrendik.”133
Muazzam inkılâbın doğum sancıları
“Hak gelince Batıl zail olur” gerçeğinin zihinlere, gönüllere daha kolay nakşedilmesi… Yeni Bir
Dünya Düzeninin gerçek tarihinin nasıl şekillendiğinin bilinmesi için bunlar aktarılmıştır.
Muhyiddini Arabî’den Konya’ya gelen zafer muştuları!
Çünkü tarihin en kırılgan ve önemli dönüm noktasında, dünyanın en stratejik coğrafyasında, ‘yalana
teslim’ olmuş insanlığın geleceği, dünya ve ahiret saadeti; Hoca gibi ender ve önder Liderlerin yaptıklarını ve
amaçlarını kavramaya bağlıdır. İsterseniz sözü asırlar öncesine ve hikmet kutbu şahsiyetlere bırakalım:
Erbakan Hoca’nın gerçekte neyi temsil ettiğine Selçuklu payitahtı Konya’da zikrettiği şu mealdeki sözleri,
“Erbakan kimdir, Milli Görüş nedir” sorusunun en anlamlı ve kapsamlı yanıtı sayılmalıdır:
“Milli Görüş, bütün insanlığın kurtuluş hareketidir. Bundan asırlar önce Muhyiddin İbni
Arabi Hazretleri de, insanlığın karanlığa mahkum olduğu bir zamanda İkinci Kurtuluş
Hareketi’nin Konya’dan başlayacağını müjdelemiştir!” (Birinci Kurtuluş, Kâinatın Efendisi (S.A.V.)
ile başlayan ve 11 asır devam eden İslam’ın Aydınlığı Dönemidir) EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR...
133 Fethullah Erbaş, 4 Mart 2013, Milli Gazete
223
 SİYONİZMİN SON ÇIRPINIŞLARI VE ERBAKAN KORKULARI
Soner Yalçın’ın “ERBAKAN” Kitabı:
İLTİFAT KILIFLI İFTİRALARI
Rahmetli Hoca aleyhine, sağdan soldan topladığı iftira ve saptırmaları, hatta masonik
merkezlerin uydurduğu dedikodu ve fısıltıları, çoğuna hiçbir kaynak ve belge göstermeden,
bu hezeyanları kendi araştırma ve saptamaları gibi okuyucuya sunan Soner Yalçın
“ERBAKAN” kitabıyla134 sabataist takımının ve gizli İslam düşmanlarının niyetini ve tıynetini
ortaya koyuyordu. Çoğu asılsız ve kasıtlı iddialar olarak, halkın kafasını karıştırmak üzere
medyaya yansıtılmış ve mahkeme açılmaya bile değer bulunmamış, bir kısmı da
mahkemelerce temelsiz ve geçersiz bulunup aklanmış ne kadar isnat ve iddia varsa hepsini
derleyip; “Eziyet edilerek yalnızlığa yükseltilen bir siyasi liderin portresi” gibi bir alt başlıkla,
sanki ona yönelik hakaret ve hıyanetleri deşifre edecekmiş görüntüsüyle, tam aksine
Hoca’yı karalamak için hazırlanan bu kitap, aslında malum ve melun odakların, hala Erbakan
korkularını ve Milli Görüş düşüncesiyle yapılacak “tarihi devrim” kuşkularını yansıtıyordu.
“Bu siyasi çizginin en önemli başarısı, AKP’nin 10 yıllık iktidarı oldu” (Sh: 281) diyerek,
AKP’yi Milli Görüş’ün devamı sayan ve tabi bütün tahribatlarını Erbakan’ın sırtına yıkmaya
çalışan Soner Yalçın, böylece hem AKP’yi aklamaya, hem de arkasındaki odaklara
yaranmaya çalışıyor, belki de bu hizmetinin karşılığı serbest bırakılıyordu. Çünkü
cezaevinden çıktığında “Başbakan Erdoğan’ın ofisine gizli dinleme cihazları yerleştirenleri
biliyorum ve zaten onları deşifre etmeye çalışıyorum” anlamında yalakalıklar yapıyordu.
Soner Yalçın kitabına “Şeriat yasaları kaldırıldığında konan medeni kanunları uygulamakla”
suçlayıp saçmaladığı, Hoca’nın babası Ağır Ceza Reisi Mehmet Sabri Erbakan’ın “dönemin İstiklal
mahkemesi üyelerine yardım etmediği düşünülemez” (Sh: 19) gibi, şeytanı bile utandıracak bir iddiayla
başlıyordu. Hemen ardından Hoca’nın nikah şahidinin mason olduğunu (Sh: 23-33) söyleyip bu alakasız
saptamalarla Erbakan aleyhine suizan oluşturmaya çalışıyordu. “1967 yılında nikâh şahidi bir mason olan
Erbakan, üç yıl sonra masonlara düşman kesilmişti” (Sh: 64) diyen zavallı, “Milli Nizam Partisi’nin
tüzüğüne mason olanların partiye giremeyecekleri” şartını da hatırlatıyordu. (Sh: 64)
“Konya’lı uyanık bir sahtekârın, başaramayacaklarını bile bile Hoca’nın başında bulunduğu
Gümüş Motor’a, sütten krema çıkaran bir makine yapmak üzere, 250 bin lira yatırdığı, ama Erbakan’a
çaktırmadan imzalattığı bir mukavele gereği, vaktinde teslim edilmeyen makineler nedeniyle 700 bin
lira tazminat kopardığı” (Sh: 30) gibi kaynaksız ve ispatsız kahvehane dedikodularını bile, ciddi gerçekler
ve belgeler diye yazmaktan utanılmıyordu.
Koç şirketinin ve Bernar Nahum Yahudi’sinin uykularını kaçıran “Türkiye kendi otomobilini
üretebilir” fikrini ortaya koyan ve meşhur Devrim otomobilinin başarılmasına öncülük yapan (Sh: 36)
Erbakan’ın “Arabian-Amerikan Oil Company-Aromco şirketi tarafından desteklendiği” (Sh: 44) yalanını
bile kitabında uzun uzun anlatıyordu.
Soner Yalçın: “Milli Nizam Partisi’nin; Milli kıyafetlere aykırı giyim tarzlarının kaldırılacağını,
gayri milli maarifin yerine, kendi maarifimizin kurulacağını” söyledikten sonra “yani bunlar Latin
harflerine karşı çıkıyordu” diyerek “cehaletini keramet gibi aktarıp gülünç duruma düşüyordu” Çünkü
Milli Görüş asla Latin alfabesine karşı çıkmıyor, sadece tarihimiz ve kültürümüzle bağlarımızın kopmaması
için Kur’an harflerinin de öğretilmesi gerektiğini savunuyordu. Zaten Çin ve Japonya gibi birçok ülke, böyle
134 Kırmızı kedi Yay. Şubat 2013
224
birkaç alfabe birden kullanıyordu.
Haşa, “Erbakan Peygamber”miş iftirası!
Soner Yalçın’ın nasıl bir yalancı sahtekâr olduğu kitabının 113. sayfasında, ortaya attığı: “… MSP’liler
Erbakan’ı Ahir Zaman Peygamberi olarak takdim etmeye başladı” iftirasıyla kesinlik kazanıyordu. Çünkü
Hz. Muhammed’ten (SAV) sonra artık Peygamber gelmeyeceğini, böyle bir iddiaya kalkışanların ve onların
peşine takılanların dinden çıkıp küfre düşeceğini en sıradan Müslümanlar dahi biliyordu. Ama şeytan suretli
insanların ve Soner Yalçın gibi şarlatanların derin Erbakan kıcıklığı ve gizli İslam Düşmanlığı, onları
böylesine hezeyan ve iftiraları uydurmaya sürükleyip, sonunda rezil ediyordu.
Hızını ve hırsını alamayan Soner Yalçın:
“Erbakan “gevezeliğinden” kendi partileri de bıkmıştı. Konya Milletvekili Şener Battal: “yahu şu
Hoca bir ikaz edilsin. Çok konuşmasın; Konya’da kendisine “İsmail Dümbüllü” diye isim takmışlar”
diyordu. Erbakan’ın bu özelliği partisine zarar veriyordu” (Sh: 128) gibi edep ve erdem dışı duyumları
bile kitabına alıyordu.
Soner Yalçın kendi fıtratına ve fırsatçılığına yakışan bir pişkinlikle:
“Erbakan,1996’da (Mesut Yılmaz tarafından) imzalanan Türkiye- İsrail Serbest Ticaret
anlaşmasının tüm gerçeklerini yerine getirdiği gibi, İsrail ile tarihin en kapsamlı savunma
anlaşmasına imza attı: 28 Ağustos 1996.” (Bak: sh-245 ve devamı) diyerek yalancılığın zirvesine
çıkıyordu. Oysa Erbakan Hoca İsrail’le yeni bir anlaşma imzalamıyor, sadece önceki anlaşmanın birçok
maddesini ülkemiz lehine değiştiriyor, elimizdeki F-16’ların ve bazı tankların mecburen modernizasyonunun,
ABD’deki fiyatların çok altına İsrail’de yapılmasını sağlıyordu. Bir ömür boyu, Ağır Sanayi hamlesi ve Milli
Harb Sanayi için çırpınan; ama dış güçler, masonik mahfiller ve sağcı- solcu işbirlikçiler tarafında sürekli
sekteye uğratılan Erbakan’ın “F-16 savaş uçaklarımızı ve tanklarımızı, niye ABD’ye değil de, daha
ucuza ve İsrail’de modernize ettiğini?” sorgulayıp suçlamak ise, Yahudi cıfıtlığının karakterini
yansıtıyordu. Hem bu Erbakan, Madem ABD ve İsrail’e bu kadar yarıyordu ve onların çizgisinden
çıkamıyordu, ne diye bu gavurlar Onun tırnağıyla söke söke ulaştığı iktidarlarına bir yıl bile dayanamıyor ve
darbeler tezgahlamak zorunda kalıyordu? Erbakan Hoca Milli çıkarlarımız doğrultusunda bu Siyonist
merkezlere ve yerli masonik çömezlerine nasıl bir kazık atmıştı ki, bir türlü acısı unutulmuyordu?
İslam ve insanlık tarihinde her zaman insanlığın içine düşürüldüğü zilleti ve acziyeti kendine dert
edinen, mutlu kurtuluş reçetesini de, aklın ve Kur’an’ın ışığında ele alarak çözüm yolunu gösteren seçkin
şahsiyetlerden birisi olan Aziz ve Muhterem Hocamız, Osmanlı’nın Çöküşünden bu yana, Ülkemize yönelik
maddi ve manevi tahribatları teşhis etmek ve çareler üretmek suretiyle tarihin en büyük inkılabına alt yapı
hazırlamıştır. Ülkemizde huzurun, bölgemizde istikrarın sembolü olan kahraman ordumuzun (tabir Hocamıza
ait) çağın teknolojilerine uygun araç ve mühimmat ihtiyaçlarının üretimi ve tedariki konusundaki azami
hassasiyet ve gayretleri de asla unutulmayacaktır.
Erbakan; birilerinin “bunları biz yapamayız, başaramayız” acziyetleri ve aşağılık kompleksleri sonucu,
en stratejik ihtiyaçlarımızı bile Siyonist İsrail’e ve ABD’ye havale ettikleri bir dönemde, işbirlikçilerin yaptıkları
anlaşmaların en ağır maddelerini elinin tersiyle iterek bunları kendi ülkemizde başarabileceğimizi ciddi bir
devlet adamlığı kararlılığı ile ortaya koyan insandır.
Malum olduğu üzere, Refah -Yol Hükümetinden önceki Mesut Yılmaz döneminde kararı verilen;
ordumuzun ihtiyacı olan tank ve uçakların modernizasyonuyla ilgili İsrail’le yapılan anlaşma 14 milyar
dolarlık,10 yıllığına yapılan ve her yıl İsrail’e 1 milyar 400 milyon dolarlık ödeme yapmayı şart koşan bir
anlaşmadır. Bunun ülkemiz adına bir utanç olduğunu ve asla kabul edilemeyeceğini söyleyen Erbakan
Hocamız, bunun yerine yeni bir projenin hayata geçirilmesi için etrafındaki Teknik heyete ve ilgililere talimat
vererek, bunun ASELSAN bünyesinde gerçekleştirilmesi için, bir fizibilite raporu hazırlanmıştır. İşte bu teknik
kadronun başında Doç. Sedat Çelikdoğan, (OSTİM yönetim kurulu üyesi) bulunmaktadır ve 45 günlük bir
çalışmadan sonra, raporu Hocamıza sunmuşlardır.
Bu rapora göre; ASELSAN bünyesinde 3 milyar dolarlık bir yatırım yapılırsa kendi tankımızı da
uçaklarımızın elektronik aksamını (beyin mekanizması) imal edeceğimiz ortaya çıkmıştır. Bu proje 2.5-3 yıl
225
içerisinde tamamlanacak, uluslararası patent hakkına sahip olabilmek içinde 2 yıl deneme süresi ile beraber
5 yılda hayata geçirilecek şekilde tasarlanmıştır.
Erbakan Hocamız, bu projenin devlet erkânına, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarına bir
brifing olarak verilmesini sağlayarak hayata geçirilmesinin ilk adımını atmıştır. Sunumu yapan Değerli Bilim
Adamı Doç. Sedat Çelikdoğan, dönemin Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı Karadayı tarafından iki defa
boynuna sarılmak suretiyle takdirle karşılanmıştır. Başbakanımız Prof. Dr. Necmettin Erbakan da heyete, bu
projenin hayata geçirilmesi için Hükümet olarak bütçeden ödeneğin ayrılacağı müjdesini vererek Milli ve
haysiyetli tavır takınmıştır.
Asıl önemli olan da bundan sonrasıdır; çünkü daha önce İsrail’le imzalanmış olan bir anlaşma vardır.
Haliyle de bu antlaşmanın bazı maddelerinin iptal edilmesi bazı yerlerinin de değiştirilmesi lazımdır. İşte bu
maksatla İsrailli yetkililerle, (Deyvid Levi) bir araya gelinerek ülkemizin menfaatleri gereği bu antlaşmanın 10
yıldan 5 yıla indirilmesi, parasal miktarının da 14 milyar dolardan 7 milyar dolara düşürülmesi sağlanmış ve
acil modernizasyonu gereken F 16’larımız ve tanklarımızın çok daha ucuza yapılması başarılmıştır. Aslında
Erbakan’ın takdir edilmesi gereken bu haysiyetli ve cesaretli tavrını bile: “İsrail’e hizmet etti” şeklinde
saptırmak, olsa olsa derin bir kin ve kuyruk acısıdır. Allah’a Hamdolsun bugün kendi tankımızı, mayın tarama
araçlarımızı, panzerlerimizi üretmeğe başladıksa, bütün bunlar Erbakan’ın girişimlerinin devamıdır.
Soner Yalçın'ın Yamuklukları:
Aynı, Soner Yalçın denen, aslı ve ayarı belirsiz kişi, daha önce de 23.03.2008 tarihli Hürriyet'te "AKP
Davasına Yabancılar Niye Bu Kadar Tepkili" yazısında, hiçbir alakası olmadan Erbakan Hoca'ya
sataşmıştı. Kur’an ayetlerinin ve tarihi tecrübelerin gösterdiği gibi, "Hakla Batılı karıştırarak, doğrularla
yanlışları harmanlayarak" gerçekleri çarpıtmak Mel'un Siyonist Yahudi'nin en belirgin vasfıydı, Soner
Yalçın da böyle yapmıştı. Siyonist olmayan dürüst Yahudilere ise, her zaman saygımız vardı.
"Erbakan hareketinin (Milli Görüşün) ilk partisi, Milli Nizam Partisi idi. Faize karşıydılar,
masonları sevmiyorlardı; Avrupa Birliğine değil, İslam Birliğine girmek istiyorlardı" diyor. El hak bunlar
doğrulardı. Ama: "Milli-dini kıyafetlere aykırı elbiselerin giyinmesi yasaklanacaktı. Okullarda İmamı
Gazali'nin ve İmamı Rabbani'nin kitapları okutulacaktı.." iddiaları tamamen kuyruklu bir yalandı. Çünkü
ne parti programlarında, ne hükümet uygulamalarında bugüne kadar böyle bir şeye asla rastlanmamıştı.
"Mehdiye inanıyorlardı; Milli Nizam Mehdi Aleyhisselamın devrine bir basamak olacaktı" diyor.
Evet bunlar doğrulardı. Çünkü bizler, son Peygamberin yüzlerce hadisle haber verip müjdelediği ve binlerce
alimin, milyarlarca müminin ümitle beklediği ve bütün insanlığın huzura ereceği bir mehdiyet medeniyetine
inanan insanlardık. Acaba, Siyonist Yahudilerin Gizli Dünya Hâkimiyetini yıkacak ve İsrail'i hizaya sokacak
bir İslami hareket, Soner Yalçın'a niye dokunmaktaydı?
"Milli Nizam Partisi, Laikliğe aykırı faaliyetlerinden dolayı 14 Ocak 1972'de kapatıldı. Kapatılma
gerekçeleri arasında "okullarda din derslerinin zorunlu olmasını istemeleri de vardı" diyor, bu da
doğrulardandı. Ama Soner Yalçın gibi çocuklar aynı din derslerinin, mecburi ders olarak hem de anayasaya
koyulmasına ve bugüne kadar okutulmasına yine de engel olamamışlardı.. Çünkü Erbakan gerçeği
karşısında, Siyonist ve masonik merkezler ipin ucunu ellerinden kaçırmışlardı...
"Erbakan ve 77 sanık 1997 yılı hazine yardımını siyasi partiler kanununa aykırı harcadıkları
gerekçesiyle mahkum olmuşlardı..." sözleri de bir olayı çarpıtmaktı. Çünkü Türkiye'de bazı davaların iç ve
dış baskılarla ve siyasi kasıtlarla açıldığı ve sonuçlandığı maalesef bir vakaydı.
"Siyasal tarihimizde "şapkayı alıp gitmek" deyimi hep Süleyman Demirel için söylenir. Oysa
Milli Nizam Partisi kapatılınca Necmettin Erbakan da "şapkasını alıp kaçarcasına" İsviçre'ye gitmişti"
iddiaları da tam bir çarpıtmacaydı. Çünkü Erbakan Hoca Partinin kapatılma sürecinde değil, resmen
kapatılması sonrasında ve kendisiyle ilgili herhangi bir takibat ve tahkikat başlatılmadığı halde gitmişti. Daha
sonraları Milli Selamet, Refah ve Fazilet Partilerinin kapatılması sırasında da yurt dışına çıkmayı asla
düşünmemiş, hatta soğukkanlılığı ve itidal çağrılarıyla herkesin saygınlığını ve hayranlığını kazanmıştı.
Şimdi kendisine soralım:
a- Soner Yalçın, artık Milli Görüşle hiçbir ilgisi bulunmayan ve zaten Hoca'ya hıyanetleri karşılığı
226
iktidara taşınan AKP'yi kapatma davası bahanesiyle, niye Erbakan'a saldırıyordu? Kuyruk altı dikeni gibi,
şuuraltına yerleşmiş hangi kaygıları ve intikam duygularıyla böylesine kaşınıp durmaktaydı? Erbakan'ın;
Yahudi Lobilerinin ve İsrail'in korkulu rüyası olduğu biliniyordu. Peki Soner Yalçın bu kahpe ve katil
Siyonistlerin nesi oluyordu?
b- Doğum günü İsrail'le aynı olan Hürriyet'in efesi, yani sahibinin sesi olan Soner Yalçın, şu anda
AKP'yi kapatma davasına karşı çıkan Barbar Batılıların, Erbakan'ın dört partisinin kapatılmasını hararetle
desteklediklerini ve bunun sebeplerini niye söylemiyordu? Hiç utanmadan, okurlarını ve toplumu zekâ özürlü
çocuk yerine mi koyuyordu? Hâlbuki Refah ve Fazilet Partilerini kapatma davasını açan eski Başsavcı Sn.
Vural Savaş bile: "Bu partilerin Erbakan Hoca yüzünden değil, çoğu şimdi AKP'ye kaçan kişilerin ucuz
kahramanlıkları ve sahtekârlıkları nedeniyle kapatıldığını" TV'lerde açıkça vurgulamış ama milli Görüş’ü
“Habis Ur” ve “Çirkef” gibi çirkin benzetmelerle tanımlama seviyesizliğinden hala kurtulamamıştı.
c- Bay Soner Yalçın, siyasetten ticarete, dış işlerinden tarikatlara kadar, her tarafa yerleşmiş ve
gizlenmiş sabataist (Yahudi dönmez)lerinin, artık stratejik önemi kalmamış bir kısmını deşifre ediyor
da, niye acaba, Milli Görüşe sızmış adamlarını bir türlü gündeme getirmiyordu? "Türkiye'yi Yöneten
Dergah" diye kitap yazıp ille de Özallarla, Erdoğanlarla Erbakan Hoca'yı aynılaştırmak için ter ter
tepiniyordu da, niye bunlardan hiç bahsetmiyordu? En fazla ürktükleri ve başına üşüştükleri Erbakan
Hoca olduğuna göre, yoksa Onun çevresinde konuşlanan gizli Yahudilerin sinsi görevleri hala devam
mı ediyordu?
Yok eğer Siyonist ve masonlar; "Biz Milli Görüş'ü önemsemiyor ve İsrail için bir tehlike olarak
görmüyoruz ki, içine sızıp kontrol altına almaya çalışalım" diyorlarsa, peki o zaman, hala Erbakan
Hoca'ya hırlamak ve onu yıpratmak için ne diye fırsat kollanıyor ve bahane aranıyordu?
Bu bay Soner Yalçın; sabataist ve CIA ajanı ve Kanada'da sinagog hahamı olan ve Ergenekon
soruşturması onun yüksek bilgi ve belgelerine dayandırılan şu Tuncay Güney'in İsmailağa Tarikatına
ve Fetullahçılar cemaatine niçin sızdığını, Samanyolu TV'de nasıl program yaptığını ve Amerika'da
hangi Yahudilerin güdümünde çalıştığını niye hiç gündeme getirmiyordu? Şu ılımlı İslamcı ve
Diyalogcu dalaverecilerle, Protestan Avengelistlerin ve Siyonist sermaye şebekelerinin ilginç ve
iğrenç ilişkilerini niye hiç konu edinmiyordu!?
Haydi şeytanın şövalyeleri! Belki bu son şansınızdır... İstediğiniz gibi sallayın ve
saçmalayın... Ki pek yakında, pişmanlığınız ve utancınız o denli katmerli olsun!..
Soner Yalçın’ın başka numaraları!
Soner Yalçın, Beyaz Türkler (Efendi-1) den sonra, Beyaz Müslümanları (Efendi-2) da yazıyor;
böylece Türk geçinen, hatta Türkçülük yürüten Yahudi dönmelerini deşifre ettiği gibi, şimdi de
Müslüman ve müttaki bilinen hatta şeyhlik ve ermişlik satan Yahudileri, soy kütükleriyle birlikte
tanıtıyordu!
1949 yıllarında Avengeliklerin İsviçre şatosunda iki ay boyunca “İslamiyet ve Ehli Kitap
yakınlığı” konusunda dersler anlatan, yani ılımlı İslamın temellerini atan Yahudi dönmeleri ve Arusi
Şeyhi Ömer Fevzi Mardin’lerden; Avengelik Rahip Dr. Bruchman’ın manevi talebesi olan 1951’de
“Avrupa ve Dünya Federasyonu fikrini Yayınlama Cemiyetini” kuran.135 Yahudi Ahmet Emin Yalman
ailesine…
Yahudi Üzeyir Garih’lerin ve Mareşal Fevzi Çakmak ailesinin şeyhi olan Küçük Hüseyin
Efendiden136 Rıfai Şeyhi bilinen Kenan Rıfai adlı Sabataist deist (Peygamber tanımayıp, sadece
Allah’a inandığını söyleyen)lere.. Ve Baş müridi Kazım Karabekir’e ve kızı Timsal hanımefendilere.137
MSP’de palazlan, ANAP ve AKP’de bakan, bürokrat ve patron olan Dönme nakşilerden, İhsan
Doğramacı gibi Hıristiyan Maroni sanılan Yahudi Profesörlere,
Selanik Dönmesi iken Peygamber varisi geçinen Devlet Planlamadan emekli, “Allah’ın
135 Sh: 46
136 Sh: 62
137 Sh: 129
227
Üniversitesi Rektörü ve Dinlerin Birliği Projesi mühendisi, Nur TV sahibi İskender Erol
Evrenesoğlu’ndan, Mesut Yılmaz’ın Dönme olan annesine ve Eşi (Berna Müren) ve babaannesine..138
Mevlevi sabataistlerden, Atatürk’ün ilkokul öğretmeni Şemsi Efendilere, Dönme Şeyhülislam ve
Müderris ulemadan, Cemaleddini Afgani'ye139
İttihatçı -Yahudi Masonlardan, siyasal İslamcılara; Şia misyoneri İran Yahudisi Hüseyin
Hatemiden, Sabataist Generallere140
İlim Yayma Cemiyetinden, Türk Milliyetçisi ve Yahudi dostu sabataistlere141
Pir Sultan Abdal’dan142 Bektaşi Medreselerine; Ermeni Yahudilerden (Pakraduniler)143 Dönme
Diyanet Reislerine..144
Melami Şeyhi sabataistlerden, Cüneyt Zapsu’nun karışık sülalesinden145 Astroloji bilginlerine
ve Ahmet Hulisi ile146 ve Tayip Erdoğan ilişkisine,147 Nakşi Topbaşların sabataist sicilinden,
“Ülker”lerin dönmelik derinliğine148 Nevzat Yalçıntaş ailesinden, Sabahattin Zaim sülalesine…149 Ve
Albaraka Türk’ten, Faizsiz finans sektörüne… Pek çok gizemli ve kirli gerçeği gün yüzüne çıkarıyor
rolü oynuyordu.
Ancak öyle anlaşılıyor ki Sn. Soner Yalçın:
• Klasik ve arkaik bilgileri ve artık önemini ve özelliğini yitirmiş gelişmeleri gündeme taşıyıp,
asıl stratejik gerçekleri saklamaya, tehlikeli ve sinsi-siyonist girişimleri dikkatlerden kaçırmaya
çalışıyordu. Yani:
• Bazı doğru araçları, yanlış ve yanıltıcı amaçlar için kullanmak ve bir batman reçeteye bir gram
zehir katmak için bu kitapları hazırladığı anlaşılıyordu.
Bu yaklaşım ve ifşaatlar:
a- “İsmen ve resmen olmasa da, fikren ve fiilen bütün İslami tarikatlar ve tasavvufi hareketler
Kabalist Yahudilerin yolunda ve kontrolü altındadır.
b- Hatta Osmanlıdan beri siyasetten ticarete, kültürden müziğe, askeriyeden bürokrasiye her
şey kabalist ve sabataist cuntanın güdümünde ve gözetiminde bulunmaktadır.
c- Bunlar artık halkın sosyal, ekonomik ve siyasal bünyesinden sökülmez, fark edilmez gizli bir
güçtür ve bunlara teslim olmaktan başka çare yoktur ve boşunadır.” Kanaatini aşılıyor ve kafaları
karıştırıyordu.
Halbuki: samimi dönmelere ve Milletimizin sadık bir ferdi gibi hayat sürenlere zaten söylenecek hiçbir
söz olamazdı. Ve zaten Osmanlı’da “Dönmelik” serbestti ve ayıp sayılmazdı. Kötü niyetli, hıyanet fikirli ve dış
güçlerle işbirlikçi örgütlü Sabataistler, ise artık gücünü ve güvencesini yitirmiş çaresizlik içinde
kıvranmaktaydı.
“Yok Bediüzzaman cifir ve ebced ilmiyle uğraşmış da, kabalist Yahudiler de bu tür
meşguliyetler varmış ta…
Yok Mevlana Halidi Bağdadi Kuzey Irak’lı Kürtlerdenmiş ve bu bölgede Kürtleşmiş Yahudiler de
yaşamaktaymış ta… Yok, Kuran’ı tersten okursan İbranice olurmuş ta… Yok, Esat Erbilli, Kürt olduğu
için Kürtleri Türklere ve Cumhuriyete karşı kışkırtmış ta…”150 yahu böylesi iddialarla Soner Yalçın
nereye varmak istiyordu?
Yoksa, Masonların Son Eri böylesi safsata ve saptırmalarla beyinleri zehirlemeye çalışırken ve
138 Sh: 122-150
139 Sh: 216
140 Sh: 95
141 Sh: 141-142
142 Sh: 163
143 Sh: 253
144 Sh: 256
145 Sh: 301
146 Sh: 349
147 Sh: 349
148 Sh: 397-410
149 410-415
150 Sh: 314 395
228
gerçekleri çarpıtırken, asıl kendisi çarpılıp iyice zırvalıyor muydu? Evet Böylece, Soner Yalçın, kendisini
ele veriyordu:
Sonera YALÇIN'in saçmalık spa saptırmaları:
Aynı yazısında: “Necmettin Erbakan ile Üzeyir Garih’in ilişkisi hep sürdü... Babasının ölümü
üzerine Üzeyir Garih’in, Erbakan’ın yanındaki asistanlığı son buldu, özel sektöre geçti. Yirmi üç
yaşında mason oldu. Ne Yahudiliği ne de masonluğu Milli Görüş hareketinin lideri Erbakan’la
dostluğuna gölge düşürebildi. Minik bir not yazmama izin verin: Necmettin Erbakan ve arkadaşlarının
kurduğu Milli Nizam Partisi’nin tüzüğünde partiye kimlerin üye olamayacağı belirtilmişti: masonlar!
Bu partinin genel başkanı Erbakan’ın yakın arkadaşı Üzeyir Garih, masondu. Üstelik o dönemde
Erbakan’ın nikâh şahitliğini yapan, İTÜ öğretim üyesi Prof. Bedri Karafakioğlu da masondu. Her ikisi
de sıradan mason değildi; en üst mertebeye çıkmışlardı, 33. dereceden masondular!
Peki, “Özel yaşamınızda bu kadar yakın olduğunuz masonları, başkalarına niye düşman
gösteriyorsunuz?” diye sorarsak ayıp etmiş olur muyuz ?.. Mason localarını basıp insanlarımızı
öldüren bizim çocuklarımız hangi siyasi kültür ortamında büyüdüler? Sorgulamayacak mıyız?
İnsanımıza yazık değil mi?”151 diye soruyor ve tabi zırvalıyordu.
Bre zavallı zırto! Erbakan Hoca’nın teknik üniversitede karşılaşıp tanıştığı Yahudi asıllı bir Türk
vatandaşıyla ilmi ve insani ilişkiler kurmasıyla, Milli Görüşün antisiyonist felsefesi ve bu yoldaki
samimi, sürekli ve cesaretli mücadelesi arasında ne gibi bir tezat vardır? Bizim inancımız bütün
Yahudilerle insani ilişkileri, hatta hayırlı işlerde işbirliğini değil; Siyonist fikirli ve saldırgan
Yahudilerle ve onların örgütlü şebekeleriyle dostluğu ve dayanışmayı yasaklamaktadır. Artık
Siyonizm Milli Görüş’ten kurtulmak ve kökünü kurutmak için kendilerinin iktidara taşıdıkları AKP’ye
bir alternatif bile çıkaramamıştır. Erbakan Hoca’nın teknik ve taktik işleri ile psikolojik ve stratejik
ilişkileri farklıdır.
Soner Yalçın’ın ve Yalçın Küçük’ün 12 Eylül sıkıntısı:
“İran ve Afganistan’da kaybeden ABD, Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamazdı. 12 Eylül 1980
askeri darbesinin, bu basmakalıp “Türk-İslam sentezi”ni benimsemesinin asıl nedeni buydu. “İslam
Ortak Pazarı”, “okullarda zorunlu din dersi”, “daha fazla İmam-Hatip okulu açılsın” gibi istekleri
nedeniyle Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve arkadaşlarını cezaevlerine
sokarken, 12 Eylül 1980 askeri rejimi İslam Konferansı’na üye oldu, İslam Ortak Pazarı kurmayı talep
etti; okullara mecburi din dersi koydu; İmam-Hatip okullarının sayısını artırdı vb. Bu ne yaman
çelişkiydi? Kim Türkiye’yi “İslamlaştırmak” istiyordu; MSP mi, 12 Eylül askeri cuntası mı? İslam,
Türkiye’de “altın çağını” bu dönemde yaşamadı mı?152
Öyle anlaşılıyor ki:
• 12 Eylül Hareketine ve Kenan Paşa Hz.lerine hıncınız, açıkça kustuğunuz gibi, İslamlaşma
sürecine hız kazandırdığı içindir.
• Yani sizin asıl düşmanlığınız İslam’a ve Müslümanlara yöneliktir.
• “Amerika’nın Türkiye’yi İslamlaştırmak” iddianız da, yalandır ve kasıtlı bir çarpıtmadır. Çünkü
Amerika Türkiye’yi İslamlaştırmak değil, laytlaştırmak ve ılımlı İslamcı münafıklar eliyle yozlaştırmak
çabasındadır.
• Erbakan Amerika’ya ve Siyonist odaklara yarıyorsa, niye beş partisi kapatılmış, niye 28
Şubat’ta hükümeti yıktırılmış ve niye Ona hıyanet edip ayrılanlar iktidara taşınmıştır?
Şimdi Bay Soner’e tekrar soralım:
1- Niye, şartlı ve kasıtlı olarak, Erbakan Hoca’nın yanına sokulup oturtulan ve devamlı orda
tutulan ve dahi topluma ve teşkilata evliya olarak tanıtılan:
a- Selanik göçmeni kripto Yahudilerden
b- Pakraduni (Ermenileşmiş Yahudi)lerden, hiç bahsetmiyorsunuz?
151 Sh: 80
152 Sh: 142
229
2- Bunları açıklarsanız, Siyonist çetenin, Erbakan’ı kontrol altında tutacak kadar ürküp çekindiğini
ortaya koymaktan ve toplumun gözünü açmaktan mı korkuyorsunuz?
3- “Malta Şovalyeleri” denilen Vatikan mafyasının koyu Katolik ve Müslüman Türk düşmanı örgütünün
ölümünden bir yıl önce “Onursal Üyelik Beratı” verdiği saptanan…153 Türkiye’de bölücülük ve vatana hıyanet
suçunun sabit olmasıyla vatandaşlıktan çıkarılan ve ülkemizden kovulan Yakavos Gavurunu, Amerika’nın
özel talimatıyla, bağışlayıp tekrar T.C. vatandaşlığına sokan ve 1989 17 Aralık günü muhteşem bir törenle
Patrikhane açılışını yaptıran 154
“Bu fesat ocağı mutlaka Milli hudutlarımız dışına çıkarılmalıdır” diyen K. Atatürk’e rağmen ve
Heybeliada’da Ruhban Okulunun savaş ve casusluk faaliyetleri nedeniyle 1938’de yabancı öğrenci alması
yasaklanmışken, “din özgürlüğü” bahanesiyle bu hıyanet ocaklarını yeniden açtıran Turgut Özal ve Korkut
Özal kardeşlerin Pakraduni-(Yani Ermenileşmiş Yahudi) kökenli olup olmadığını niye araştırıp
açıklamıyorsunuz?155
4- Yahudi kökenli kaç Bakanımız oldu? Tıpkı İsmet Paşa`nın Bitlis`in Kürümoğlu aşiretinden
olduğu söylendiği halde aslında Nahçivan’dan gelme Pakraduni şeceresi olduğu konusunu niye
araştırmıyorsunuz?
5- Rahşan Ecevit`in ailesi Kırım Yahudisi miydi?.. Bu Kırım Yahudisi aile Karadeniz üzerinden
göçerken Şebinkarahisar`a mı yerleşmişti? Teyze kendini Şebinkarahisarlı olarak bu yüzden mi
göstermişti? Asıl adı Raşel miydi?.. Elde ve kontrolde tutulan, görünürde Bülent Ecevit ise de, acaba
gerçekte Türkiye devleti miydi? Sorularına niye yanıt aramıyorsunuz?
6- Atatürk`ün manevi kızı Ülkü aslında Danin Günsberg`ten olma öz kızı mıydı? Bu kadın niye ilk
evliliğini ve ikinci evliliğini Yahudilerle yapmıştı? Niye 5 milyar aylık ödeneği alınca susup kalmıştı?
Konuşsaydı neler açıklayacaktı?
7- Lozan’ın gizli mimarı ve Yahudi ajanı Haim Nahum`un oğulları olan Bernar Nahum ve Jak Nahum
“PO”nun niye başındaydı. Sakın Vehbi Koç`un sekreter`inden olma oğlu (olduğu iddia edilen) bay x`in
akrabalığından dolayı olmasındı? Bu bay x; Vehbi Koç`un mezarını açtırıp kemiklerini DNA testi için mi
ortaya çıkardı? Ve bu sessiz girişimi bir Türk İstihbaratı nasıl boşa çıkardı? Mezarı açan saf çocuklar
soruşturmayı yürüten savcı amcalarına neler anlatmıştı? Bay x`in mirası bu testten sonra mı tescillenip
garantiye alınmıştı? Ve yine Vehbi Koç amca hilafet`in kaldırılması sırasında Meclis`te zabıt katibi olarak ne
iş yapıyordu? Kadrolu muydu?
8- Türk parasının kağıdını kimler ithal ediyordu? Karıları Yahudi olan, paşa babalar, İslamcı geçinen
Amerikancı hocalar, Ulusalcı bilinen İsrail ajanları kimler oluyordu?
9- Vehbi Koç`un hanımı Sadberk teyzenin erkek kardeşi Josef Habib Gerez’le akrabalık bağı olan
sözde antisiyonist yazar kimdir? Siyonizmin deşifrasyonu sizin gibi tekelci ve kontrol edilebilen ellerde mi
tutuluyordu? “İ.Z.” hangi Paşa’nın özel istihbaratı için çalışıyordu?156
10- Yalçın Küçük’ün Küçük Hüseyin Efendiyle, Soner Yalçın’ın Yahudi dönmeleriyle bir ilişkisi var
mıydı, varsa niye saklanıyordu?
Siyonist ve emperyalist kafalılar ve ülkemiz aleyhine hıyanet planlayanlar dışında,
sade ve samimi Yahudilerle hiç hesabımız ve ön yargımız yoktur.
"Onların (Yahudi ve Hıristiyanların) hepsi bir değildir. Kitap ehlinden (ibadet ve ahret için)
ayakta durup, Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye varırlar.
Bunlar, Allah'a ve ahret hayatına iman eder, marufu (iyi, güzel ve doğru olanı) emreder,
münkerden (kötü, zararlı ve haksız olandan) sakındırır ve hayırda yarışırlar. İşte bunlar Salih (yararlı
ve barışçı) kimselerdir"157 ayetinde açıkça haber verildiği gibi, Yahudi ve Hıristiyanların içinde iyi
153 Judasofya. H. Yılmaz Çebi. Sh:90
154 Yaş. Sh: 141
155 Bak: Pakraduniler veya Ermeni-Yahudi Cemaati. Yahudi Prof. Ve CHP Milletvekili Abraham Galenle… Ve yine:
Ermeni Yazar Levan Panos Dabağyan. Türkiye Ermenileri Tarihi
156 Hakan Yılmaz Çebi haycebi@mynet.com
157 Ali İmran: 113-114
230
niyetli ve istikametli pek çok Salih insan vardır. Siyonist ve emperyalist amaçlar gütmeyen, ülkemize,
devletimize, milletimize ve insanlık alemine hıyanet düşünmeyen, hayırlı ve yararlı şahsiyetler
bulunmaktadır.
İşte bunlardan birisi, Erbakan Hoca'nın Başbakanlığı döneminde, başından geçen bir olayı
şöyle nakletmiştir:
"Erbakan Hoca, Başbakanlığı sırasında dünyada, çok yaygın meşhur bir deterjan firmasının sahibi ve
iyi niyetli ve İstanbul doğumlu bir Yahudi olan M... Bey'le görüşmek istemiştir. (Firması ve ismi bizde saklıdır.
A.A.) Çünkü bu Zat hem Amerika'daki sermaye çevrelerinde çok etkin birisidir, hem de Türkiye'yi seven ve
her yönden kalkınmasını ve huzura kavuşmasını isteyen bir şahsiyettir. Bir araya gelinir ve yaklaşık üç saat
kadar bir görüşme gerçekleşir. Hocamız bu sırada kapısını ve telefonunu kapatıvermiştir. Görüşmenin
sonunda M... Bey, Hocamıza kendisinden tam olarak ne istediğini sorar. Hocamız ise:
"Şu anda Türkiye'nin iç ve dış acilen ödenmesi gereken, şu kadar milyar dolar borcu var. Bu
parayı %3 gibi düşük bir faizle ve etkin çevrenizle temin edebilirseniz, ülkemiz için çok önemli bir
hizmeti yerine getirmiş olacaksınız" der. M... Bey, bu teklifi memnuniyetle kabul edip çalışmalara girişmiş
ve bu parayı temin etmiştir. Ne var ki, istenen krediyi %3 değil, %3,5 faizle bulabilmiştir. Bu konunun Tansu
Çiller'le de görüşülmesi gerekir, ama O yurt dışına gitmiştir. Bu sefer ilgili Bakanlıkta bürokratlar ve parayı
verecek olanlar bir araya gelmiş, görüşmelere geçilmiştir. Ancak ne olmuşsa birden bire "haydi hep beraber
İstanbul'a gidiyoruz" denmiştir. Bunun üzerine uçakla toplu olarak İstanbul'a geçilir. İstanbul'da vardıkları yer
Özer Çiller'in evidir. Durum orada da müzakere edilir ve %3,5 faizle yeterli kredinin bulunacağı kendisine
bildirilir. Ama Özer Çiller bir anda elini kaldırarak:
"Hayır, ben ancak %5 faizle borç alırım!" diyerek herkesi şaşkına çevirmiştir. M... Bey, hayretle şu
soruyu yöneltir:
"Özer Bey, sizin matematik bildiğinizi sanıyoruz. Biz %3,5 diyoruz, siz ise %5 olacak diye
dayatıyorsunuz.!?" O zaman Özer Çiller şu yanıtı verir:
"% 3,5 faiz; bu krediyi sağlayanlara; %1,5 faiz ise benim Amerika'daki şahsi hesabıma
yatırılacak!" Bunun üzerine para sahipleri kredi vermekten vazgeçmiştir ve böylece ülkemizi kısa
yoldan ve kalıcı olarak bu borç batağından kurtarmak isteyen Erbakan Hoca'nın samimi bir girişimi
de başarısızlıkla neticelendirilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, bu girişimlerden bir şekilde haberdar olan
hain çevreler, bu işi engellemek üzere, gelen heyeti Özer Çillere yönlendirmiştir.
... Hanım M... Bey'e dönerek:
"Peki; bunları niye anlatmadınız ve medyaya yansıtmadınız? Halkımızın haberi olsaydı ona göre
tavır alırdı!" diye sorunca: M... Bey:
"Bunları söyleseydim beni yaşatmazlardı!" karşılığını vermiştir. Patronumuz... Hanım, M...
Bey'in içtenlikli ve gerçekçi bir tavır takındığını ve bu konuyu isim vererek çok net bir şekilde anlattığını
söyledi... Hatta kendisinden randevu talep edilirse, kabul edeceği kanaatini belirtti. Meşhur bir deterjan
firmasının sahibi ve ayrıca “Yahudi kökenli bu iş adamımızın, ülkemizi seven, farklı görüşlere saygı
gösteren, sinsi ve Siyonist emeller beslemeyen samimi ve seviyeli bir kişilik olduğunu” ekledi. Ben bu
notları yazdıktan sonra patronumuz(...) Hanımdan bu kişinin soyadını, telefon numarasını istedim, ama
çekinip bana vermedi, ancak, randevu ayarlayabileceğini söyledi. Ayrıca önümüzdeki günlerde M... Bey'in
ilimize gelme olasılığından da bahsetti. Eğer bu gerçekleşirse bizimle görüştüreceği sözünü verdi. Ayrıca
başka daha çok önemli şeyler de dile getirdi ve M... Bey'in şunları söylediğini de ifade etti.
• "Kayıp trilyon davasının aslı 800 milyon eski TL'dir. Artanı faizle şişirilmiş ve trilyonlarca
gösterilmiştir. Bu parayı Erbakan Hoca'nın çok hayırlı yerlerde ve meşru yöntemlerle harcadığı
tarafımızdan bilinmektedir. Yakında bütün gerçeklerin ortaya çıkacağı beklenmektedir. Kaldı ki böyle
bir paraya tenezzül edecek durumda da değildir. Bundan fazlasını her gün vatanı ve insanlık davası
için harcayan birisidir.
• Dünyada üç yerde dolar basılır. Bunlar, ABD, İsrail ve üçüncüsü bizim bildiğimiz bir ülkede ve
emperyalizme karşı bir şahsiyetin kontrolündedir.
231
• Başörtüsü sadece bir bahane ve malzemedir. Bunun altından çok şeyler çıkacağa
benzemektedir. Erdoğan ise erken öten bir horoz gibidir."
Gülsüm Hanım; "niye Erbakan sizi Özer bey'in eline bıraktı?" diye sorunca vatansever ve
saygıdeğer bir insan olan M... Bey:
"Özer Bey'e gittiğimizi bilmiyorduk. Bakanlar ve bürokratlar bizi oraya götürdü. Görüşme
sırasında çelişkili durum ortaya çıkınca arkadaşlar; "Bu şartlarda çalışamayız" dediler ve Türkiye'yi
terk ettiler. Ben de engel olamadım. Ben Erbakan'ı kendi öz kardeşimi tanıdığım kadar yakından
bilirim. Ülkemizin, bölgemizin hatta insanlık aleminin Ona ihtiyacı olduğu kanaatindeyim." Dünyanın
kötü gidişatını ve korkunç bir savaş ortamına doğru yaklaşıldığını sezen basiret sahipleri Atatürk'ten
sonra Sn. Erbakan'ı mevcut dengeleri değiştirip düzeltecek çok seçkin bir lider olarak görmektedir."
Tam böyle bir sırada Yeniçağ gazetesi 30 Mart Pazar sayısında şu haber yer alıyordu: "D-8'lerle
Şanghay beşlisinin ABD ve İsrail tehdidine karşı birleşmesi ve ortak hareket etmesi için Prof. Dr.
Necmettin Erbakan'la Rusya Lideri Putin'in görüşmesinin şu günlerde gerçekleşebileceği söyleniyor.
Buna hazırlık mahiyetinde Erbakan Hoca'nın GATA'ya giderek geniş kapsamlı bir sağlık kontrolünden
geçtiği biliniyor. Bu arada Erbakan Hocaya üç haftalık evden çıkmadan yoğun istirahat raporu
verildiği öğreniliyor. Bu arada Erbakan-Putin görüşmesi hazırlıklarını bir emekli generalin yürüttüğü
saptanıyor.” Yani Küçükler Düşük İşlerle Uğraşırken, Büyükler Yüksek Gayeler İçin Çırpınıyor ve
Dünya Türkiye Merkezli Bir Dönüşüme Hazırlanıyordu.
Recep Tayyip Bey'e arka çıkan Amerika, Avrupa ve Ilımlı İslamcı münafıklar, neden
Erbakan'ın cezasının onanmasına bayram ediyordu?
Hatta Erbakan Hoca'ya verilen alakasız ve dayanaksız cezayı önlemek üzere (ki 800 bin YTL'lik parti
parasının güya usulsüz harcanmasının asıl sorumluları da Abdullah Gül ve diğer AKP kurmaylarıydı) İlgili
kanuna eklenecek üç kelimelik bir cümleyi bile Hoca'larından esirgerken, sonunda bazı Milli Görüşçülerin
kapatılma davası açılan AKP'yi hararetle savunmaları mide bulandırıyordu. Belki de bir kısmı "oh be,
Hoca'dan resmen kurtuluyoruz, meydan bize kalıyor" diye sinsice seviniyordu. Oysa tarihin en büyük
değişimi yaklaşıyordu ve marazlı münafıkların rezil olacağı günler geliyordu!
Milli Şairimiz Rahmetli Mehmet Akif'ten Bir Uyarlama ile Bitirelim
Sofuluk satıyorsun, elinde boy boy tesbih
Çevrende dalkavuklar; tapınır gibi, la-teşbih!
Sarık cübbe ve şalvar; hepsi istismar, riya
Şekil yönünden sanki; Ömer'in devri, güya!..
Herkes namaz oruçta; hepsi sözünü dinler
Zikir Kur'an sesinden, yerler ve gökler inler!
Ha bu din, iman, takva; inan ki hepsi yalan
Sen onları kendine, taptırırsın vesselam!
Derdin davan sadece, hep nefsi saltanatın
Şimdilik putu sensin, tapılan menfaatın!
Hey kukla kafalı adam, dinle sözümü tut
Bunların dilinde Hak; ama kalbi dolu put!." (Safahat- Kardeşi M. Fuat Şemsi'ye)
232
TÜRKİYE'NİN SON ŞANSI
VE
ERBAKAN’IN MEMLEKET SEVDASI!
O süreçte Erbakan’sız yeni oluşum heveslilerine, şimdi ise partiyi Erbakan
çizgisinden uzaklaştırma girişimlerine ve "Erbakan tükenip tıkandı, artık parti bize
kaldı” diye sevinen hamiyetsizlere bunları hatırlatmamız, sadık ve samimi
insanlarımızı uyarma amacı taşıyordu. Sadece masonik çevreleri ve dış güçleri
sevindirecek olan parçalanmaların ve Mescid-i Dırar cinsinden yapılanmaların,
mutlaka pişmanlık ve perişanlıkla sonuçlanacağı hatırlatılıyordu. Ve işte bugün Aziz
ve Asil Hocamızın, Hakka hicret buyurduğu… Ve hastanede iken kendisini en son
ziyaret edenlerden Namık Kemal Zeybek üzerinden: “Millet ve Memleket büyük bir
tehdit ve tehlike ile karşı karşıyadır. Bu badireyi atlatmak ve ülkeyi selamete
çıkarmak üzere, vicdan sahibi her vatan evladı sorumluluk altındadır” anlamındaki
vasiyet nitelikli mesajlarını bizlere duyurduğu böyle bir ortamda, Hocamıza ve
davamıza sadakat daha bir önem kazanıyordu…
Şimdi açıkça soralım ve yanıtları üzerinde kafa yoralım:
1- Erbakan Hocamızın planladığı, temel kurum ve kurallarını hazırladığı: İslam
Birleşmiş Milletler Teşkilatı, İslam Ortak Pazarı, İslam Dinarı, İslam Savunma Paktı,
Müslüman Ülkeler Ortak Eğitim ve Bilim Araştırma Kuruluşları gibi, mutlaka gerekli
ve yeterli oluşumları; düşünebilen, gündeme getiren başka bir siyaset erbabı ve
bilim adamı çıktı mı?
2– Rahmetli Erbakan’dan başka: Ekonomik, Siyasi, Ahlaki ve İlmi ADİL DÜZEN
projeleri dışında, Müslümanların ve tüm insanların huzur, hürriyet, adalet ve bereket
içinde yaşayacakları; Kur’an, Sünnet ve İcma’ya dayalı ama çağdaş ihtiyaç ve
standartları da karşılayıcı bilimsel ve bütünsel programları ortaya koyabilen birileri
var mıydı?
3– İslam Hukuku Uzmanı olarak tanıtılan Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın: “bugün
bir İslam Dünyası olduğuna inanmadığını” itiraf buyurdukları, ama irtibatlı, intizamlı,
canlı ve caydırıcı bir İslam dünyası oluşturma planlarını bir türlü ortaya
koyamadıkları Anadolu Platformu'nun 8. Anadolu Buluşmaları kapsamında
düzenlediği "Değişen Dünya ve İslam" sempozyumundaki tavrı acizlik ve
çaresizliğini ve ilmi yetersizliğini, laf ebeliği ile örtme çabasıydı.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman "Bizim bir şekilde o Ümmeti yeniden tesis etmemiz
lazım. Şimdi böyle bir organizasyon yapmalıyız” sözleri de toplumu avutma ve
uyutma amaçlı değilse tam bir nankörlük alametiydi ve Erbakan’ın bu yöndeki ilmi
ve İslami hazırlıklarını yok sayma ve unutturma zavallılığıydı.
“İslam Dünyasının karşısında öteki tabirini kullandım. Bizim yaramıza merhem
olacak ‘Uluslararası Topluluk' bulunmamaktadır.” "Bizim sorunumuz Ümmetsizliktir.
Ümmeti yeniden tesis etmekten başka çare yoktur. Nerede olursa olsun,
Müslümanların dayanışmasını sağlayacak, benim hakkımı hukukumu koruyacak bir
organizasyona ihtiyaç vardır!" derken, Erbakan Hoca’nın tarihi ve talihli atılımlarını
ya hiç duymamıştı veya bunları sahiplenip gündeme taşıyacak, daha da olgunlaştırıp
insanlığın dikkatine sunacak ilmi yeterlilikten ve imani ciddiyet ve cesaretten
mahrum bulunmaktaydı.
Erbakan döneklerinin kapıldığı 'Büyük Ortadoğu Projesi’ ne oluyordu?
233
Büyük Ortadoğu diye anılan İslam coğrafyası, tarih boyu dünyayı kontrol etmek isteyen güçlerin hep
ilgisini çekmiş ve bütün büyük güçlerin çatışma alanı haline gelmiştir. Sovyetlerin çöküşü ile ABD’nin buraları
kontrol edebilmek için gelip yerleşmeye ve buralarda üsler kurmaya çalışması, daima stratejik hedefleri
arasında olmuştur. 'Büyük Ortadoğu Projesi’, 'NNSS 02’ olarak kodlanan 'Ortadoğu’da ABD’nin Yeni Ulusal
Güvenlik Stratejisi: Bir 11 Eylül Sonrası Analizi’ (New National Security Strategy of The USA in the Middle
East Apost September 11 Analysis) adlı belgenin üzerine oturtulmuştur. ABD, 21. Yüzyılı bir “Amerikan
Yüzyılı” olarak düşünmekte ve stratejilerini buna göre şekillendirmektedir. O nedenle bütün projeler, 'Yeni
Amerikan Yüzyılı Projesi (PNAC)’ ana projesinin alt projeleri olarak ele alınmaktadır. BOP da, ABD’nin
Avrasya hâkimiyeti için geliştirdiği bir alt projedir ve aslında Arz-ı Mev’ud hayaline ve İsrail’in dünya
hâkimiyetine hizmet hedeflidir. Başlangıcı, 1990’lı yıllara uzanmaktadır. Kamuoyuna ilk kez Joint Forces
Quarterly dergisinin (ABD Silahlı Kuvvetler dergisi) Sonbahar 1995 sayısında 'The Greater Middle East’ ismi
ile duyurulmuştur.
26 Şubat 2003’te Amerikan Girişim Enstitüsü’nde ABD Başkanı Bush tarafından 'Ortadoğu’da
Demokratik Değerlerin Yayılmasını Öngören Plan’ açıklanırken 'Büyük Ortadoğu Projesi’nden bahsedilmiştir.
Bush ayrıca 9 Mayıs 2003’de yaptığı bir konuşmada 10 yıl içerisinde 'ABD-Ortadoğu Serbest Ticaret
Bölgesinin’ kurulacağını açıklayarak projenin hedeflerinden birini dile getirmiştir. Bush’un Ulusal Güvenlik
Danışmanı Condolezza Rice, 7 Ağustos 2003’te The Washington Post gazetesindeki yazısında, BOP
kapsamında “22 ülkenin hedef tahtasına konulup yeniden yapılandırılacaklarını” ifade etmiştir. Ulusal
Demokrasi Vakfında 6 Kasım 2003’te Bush, 'Ortadoğu’yu Özgürleştirme Stratejisini’; Başkan yardımcısı Dick
Cheney ise, Davos’ta Dünya Ekonomik Forumunda 'Büyük Ortadoğu’ya Reform’ projesini açıklamıştır.
Dışişleri Bakanı Colin Powell, değişik zamanlarda yaptığı konuşmalarda İslam coğrafyasının siyasal olarak
değiştirileceğini belirtmiştir.
ABD NATO Konseyi Daimi üyesi Nicholas Burns, 24 Ekim 2003’te, 'NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı bir
toplantıdaki konuşmasında, NATO’ya yeni bir misyon biçilip Büyük Ortadoğu’da konuşlanmasını istemiştir.
Londra’da yayınlanan El Hayat gazetesi 13 Şubat 2004’te, ABD’nin G-8 zirvesi için hazırlatıp üye ülkelere
dağıttığı taslak metni yayınlamıştır.158 Bütün bunlar incelendiğinde BOP’un, birbiri ile iç içe geçmiş biri
görünür, diğeri gizli olan iki amacı olduğu anlaşılmaktadır.
Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP’un) Sahte Amaçları
ABD yönetiminin kamuoyuna dönük yaptığı yazılı ve sözlü açıklamalardan BOP’un görünür amaçları,
aşağıdaki gibi özetlenebilir:
 Bölgedeki Kitle İmha Silahlarının(KİS) kontrol edilmesi, üretiminin ve yaygınlaştırılmasının
engellenmesi,
 Bölgedeki terör odaklarının kurutulması, terörle mücadelenin sürekli hale getirilmesi,
 Totaliter rejimlerin demokratikleştirilmesi,
 Serbest piyasa ekonomisinin yaygınlaştırılıp gerekli mekanizmaların geliştirilmesi,
 Bölgenin modernleştirilmesi,
 İnsan haklarının ve özgürlüklerin genişletilmesi,
 Kadınlara eşit haklar verilmesi,
 Radikal İslami unsurların temizlenmesi,
 Dini eğitimde reforma gidilmesi.
ABD’nin demokrasi, kadın hakları, insan hakları ve özgürlükleri gibi kavramları kullanmadaki niyeti,
yerli işbirlikçi diktatörlüklerden çok çekmiş bir halka şirin görünüp bu kavramların meydana getirdiği
cazibeden yararlanarak halkın direnişini mecrasından saptırmak ve yeni işbirlikçiler bulup sömürüye devam
edebilmektir. Radikal İslami unsur dediği şuurlu İslami hareketler olup; bunları, tasfiye edebilmek için yeni iç
müttefikler bulmak istemektedir. Bugün Mısır’da yaşanan darbeye ABD’nin açık destek vermesi, BOP’un
158 ’Büyük Ortadoğu Girişimi’ Taslak Metni, Kudüs Dergisi, El Hayat Gazetesinden Çeviri, Kış 2004, Sayı 4 S: 112-121
234
görünür amaçlarının bir aldatmaca olduğu; ABD’nin bu coğrafyaya özgürlük, İnsan hakları getirmek gibi bir
derdinin olmadığı anlamına gelmektedir. Müslüman Kardeşler Hareketi, Anti Amerikancı kesimlere bu
gerçeği anlatarak Birleşik Cephe Hareketini genişletmelidir.
Büyük Ortadoğu Projesinin Gizli Hesapları:
BOP’un gizli amaçları 4 başlık altında toplanabilir:
1- Müslümanlardan ABD’ye karşı meydana gelebilecek olan bir meydan okumayı kırmak:
'Ilımlı İslam’(!) adında yeni bir din inşa ederek Devrimci İslami Hareketlerin önünü kesmek.
Bununla eş zamanlı olarak etnik ve mezhebi temele dayalı yeni uluslar inşa edip bölgedeki karışıklığı,
çatışmayı sürekli kılarak kaos meydana getirmek.
2- Devletlerin Uluslararası Sermayeye göre yapılandırılmasını gerçekleştirmek.
3- Bölgedeki enerji kaynaklarını ve ulaşım yollarını kontrol ederek enerji nedeniyle buralara
bağımlı olan ve gelecekte ABD’ye rakip olabilecek güçleri frenlemek. Bölgede var olan stratejik
madenleri ele geçirmek.
4- İsrail’in güvenliğini garantilemek ve Büyük İsrail’in önündeki engelleri gidermek.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin gizli amaçlarından en önemlisi, bölgeyi etnik, mezhebi ve dini
eksenli olarak paramparça edecek tarzda yeni uluslar ve yeni dinler icad etmektir. ABD
imparatorluğunu genişletebilmek için hedef aldığı ülkeleri, alt etnik ve mezhebi gruplara bölüp yeni
uluslar oluşturmayı bir strateji olarak benimsemiştir. Afganistan’ın geleceğinde Amerikan Politikası
Koordinatörlüğü görevini üstlenen Richard Haass, 'Karışıklık’ adlı kitabında “yeni bir ulus inşa
etmeyi”, ABD’nin işgal edeceği bölgelerde hâkimiyet kurabilmesi için şart olarak ön görmektedir:
“Politik güçle dengeleri değiştirmek ise, fazla bir zekâ gerektirmeden ve biraz da iyi şansla işe
yarayabilir. Aksi halde tek başına güç kullanımı politik değişikler için yeterli değildir. Bu şekilde bir
değişiklik için en etkili yol farklı şekillerde karışıklık ve kaos meydana getirmektir. 'Ulus inşa etmek’
bu yollardan biridir. İlk önce tüm karşı çıkanları yok edeceksin ve daha sonra başka bir topluluk
yaratmaya girişeceksin”159
2003 yılında RAND Corperation tarafından hazırlanan 'Sivil Demokratik İslam: Ortaklar,
Kaynaklar ve Stratejiler’ adlı raporda, 'Türk İslamı’, 'Alman İslamı’, 'Arap İslamı’, 'Mısır İslamı’,
'Köktendinciler’, 'Gelenekçiler’, 'Modernist Müslümanlar’ ve 'Ilımlı İslam’ gibi kavramlaştırmalara
gidilmesi, Büyük Ortadoğu coğrafyasında suni devletler yanı sıra yeni dinler inşa edilmek istendiğini
de göstermektedir. Bu rapora göre, “Köktendinciler”(!) hayatın İslam ahkâmına göre tanzim
edilmesini istemekte ve bu yolla batılı değerlere karşı alternatif projeler üretmektedir. Bunlar, azınlık
olmalarına karşılık teşkilatlı olup belli bir stratejiye göre hareket etmektedirler. Bu nedenle
“Köktendincilerin” (Şuurlu Müslümanlar), çoğunluk olan “Gelenekçilerle” kuracağı her türlü ittifak,
engellenmeli ve mümkünse “Köktendinciler”, yok edilmelidir. “Modernist Müslümanlar”, ibadetlerini
yapan ve fakat İslam’ın hayatı tanzim etmesine karşı olan kesimlerdir. Bunlara her türlü destek
verilmeli ve bunların başarıları abartılarak kamuoyuna reklam edilmeli, liderlikleri pekiştirilmelidir”160
Arslan Tekin aldanıyordu!
Asıl kahramanlık günceli değil geleceği kurtaracak kararlar verebilmektir. Ucuz
kabadayılıklar ve şahsi ihtiraslar uğruna bir toplumu kardeş kavgasına hatta iç
savaşa sürüklemek, Milli birlik ve dirliği dinamitlemek eğer feraset fakirliğinden
kaynaklanmıyorsa, bir fecaettir. Aksi halde Sn. Recep T. Erdoğan’ı en büyük
kahraman diye alkışlamak gerekir.
“28 Şubat vetiresinde, 28 Şubatçıların sözcüsü durumundaki general (Çevik Bir) ABD’ye gidip
gelmektedir. ABD’de ‘demokrasiye balans ayarı’ yaptıklarını söylemiştir. Alparslan Türkeş, bunun
üzerine yanında bir partili olduğu hâlde, Erbakan’ın evine gider ve şunu der: ‘Bu kişiyi görevden al.
159 Foster J.B. 'Emperyal Amerika ve Savaş’, Cosmo Politik, Sayı:6, Sonbahar 2003, S: 39-45
160 Milli Gazete / Burhanettin Can
235
Görevden alınmış bir kişinin gücü yoktur. Türkiye’ye dönüşünde hava alanında yapayalnız kalır.’
Erbakan, bu sözleri duyunca tedirginleşir. Yapamayacağını söyler. Bu rivayet, halkın, 28 Şubat’a
tepkisini dile getirmesidir. Erbakan, çekingen görünmüş, bunun yerinde Türkeş olsaydı direneceği
ima edilmiştir.”161 diyen Arslan Tekin boş beleş avuntu ve övüntüler peşindedir.
İlk bakışta “Rahmetli Türkeş’in cesaretli ve dirayetli bir teklif yaptığı, ama Rahmetli Hoca’nın
ürkek davranıp, buna yanaşmadığı” gibi bir algı oluşsa da; izan ve vicdan sahibi insanlar, böylesi kulaktan
dolma rivayetlere değil, fiili gerçeklere rağbet etmeliydi. Önce ta o günlerde de defalarca belirttiğimiz gibi,
Erbakan Hoca yüksek sorumlu ve şuurlu bir devlet adamı tavrıyla, 28 Şubat’ı asıl tezgâhlayan dış güçlerin
arzuladığı bir, ordu millet kapışmasına, dindar-laik kutuplaşmasına fırsat vermemek ve
işte Mısır’da yaşanan talihsizliklerin önüne geçmek amacıyla; yani devletin ve milletin
geleceği hatırına öyle ucuz kahramanlıklara tevessül ve tenezzül etmemişlerdi. Ve ne denli haklı olduklarını
işte Mısır örneği kör gözlere bile göstermişti. Ve asıl önemlisi, Türkeş gibi şahsiyetlere yakışan öyle “özel
görüşmelerde, gizli temenni ve teklifler de bulunmak” değil, parti olarak basın toplantıları yaparak,
güdümlerindeki Ülkü Ocakları ve bağlı sendikalar gibi yan kuruluşları devreye sokarak “seçimle iktidara
gelmiş ve bir yıl bile dolmadan oldukça hayırlı ve başarılı hizmetler üretmiş, dış politikada milli ve
haysiyetli atılımlar gerçekleştirmiş olan bir iktidara yönelik anti demokratik ve gayrı milli girişimleri
kınıyoruz, milli iradeye saygı bekliyoruz ve iktidarı destekliyoruz!” şeklindeki resmi ve etkili bir tavır
sergilemesiydi… Çünkü cesaret de, ciddiyet de samimiyet de, bunu gerektirirdi!?
Agah Oktay Güner, gayzını kusuyordu!
15 Eylül 2013. Halk Tv.’de Yaşar Okuyan’ın da katıldığı programda Agah Oktay Güner, AKP’nin
tahribatlarını anlatırken: “Bunların babası Erbakan da, İsrail pilotlarının Konya’da
eğitilmesine izin verdi” şeklinde asılsız iftiralarla Rahmetli Hoca’ya gayzını kusmaktan
çekinmemişti. Maalesef marazlı tipler köhneleştikçe nifak hınçları ve hırsları da katmerleşirdi. Oysa
Siyonizm’e ve İsrail’e karşı cesaretli ve dirayetli tavrı ve gerçekçi tedbir alışı nedeniyle dört partisinin
kapatıldığını ve bütün ihtilallerin asıl hedefi yapıldığını, zerre vicdanı olan herkes kabul etmekteydi.
Ömür boyu sağcı veya solcu olarak Siyonizm’e ve ABD zihniyetine hizmet vermiş tiplerin, şimdi güya
İsrail karşıtı sahte tavırları ve İslamiyeti de (bir hayat nizamı değil) sadece aksesuar olarak
istismarları da iyice sırıtıp asıl niyetlerini ve tiyniyetlerini ele vermekteydi. Zaten Erbakan
düşmanlıkları da, İslam şeriatına (Kur’an’ın hukuk kurallarına) olan gizli gıcıklıklarının bir neticesiydi.
Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz'in: "Elmüslimune kerrecülil vahid-Müslümanlar tek bir kişi
(yek vücud) gibidir". Mealindeki hadis-i şerifine dayanarak, tüm inananları ve mazlum insanları
temsilen siyaset meydanında mücadele veren Erbakan Hoca'ya ve dünya çapındaki organizasyonuna
"Tek kişilik ordu" tanımı uygun düşüyordu. Erbakan, mağdur ve mazlum milyonların mümessili
olarak hareket ettiği gibi, şuurlu ve onurlu insanların her birisi de Hocalarını örnek alıyor, Milli Görüş
davasına omuz veriyordu. Ve nihayet Onun mübarek tabutunu omuzlarken bile aynı inanç ve
heyecanla hareket ediyordu. Haktan kaynaklanan, ahlaki değerler çizgisinde ve değişmeyen doğrular
çerçevesinde halkalanan bu tek kişilik ordunun her bir ferdi, aynı olaya aynı gözle bakıyor, aynı
sorunu aynı formülle çözüyor ve aynı mutlu sonuca aynı kutlu projeyle yaklaşıyordu!.. Böylece
vahdet, kuvvet ve şevket oluşuyor; Velhasıl "fenavil ihvan ve "fenavil komutan" gerçeği tezahür
etmiş bulunuyordu.
Fenavil İhvan: Kendi nefsini din ve dava kardeşlerinin hatırına feda etme, onların başarı ve
mutluluğuyla sevinme ve şereflenme fedakârlığı ve olgunluğuydu.
Fenafil Komutan ise; Ehliyet, İstikamet ve iyi niyet sahibi Liderine tam teslimiyet ve
sadakat gösterme, "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Resule itaat edin ve sizden olan emir-komuta
sahiplerine de (itaat edin)" (Nisa: 59) hükmüne riayet etme şuuru ve sorumluluğuydu. Bir şairimizin
161 Yeniçağ / 16 04 2012
236
ifadesiyle "Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için" yaşama ve yarışma duygusuydu.
Özellikle, defalarca partilerinin kapatılmasından ve döneklerin davalarını ve Hocalarını yalnız bırakıp
kaytarmalarından sonra bile bu "tek kişilik ordu", kendi varlığını ve ağırlığını daha bir ortaya koymuştu.
Partilerinin kapatılması ve zayıf karakterlilerin ayartılması ile bu camianın sadıklarının Hak bildiği yoldan
dönmeyeceği kesinlik kazanmıştı. Bazı ortak hevesler ve kutsal hedefler peşinde kalabalıkları geçici bir süre
coşturmak ve koşturmak belki kolaydı. Bunu bazen orta çaplı liderler bile başarmaktaydı. Ama milletin hür
iradesiyle birinci yapılmış ve iktidara taşınmış bir parti kapatılırken, yani açıkça, şımarıkça ve üstelik ülkedeki
sabataist dönmeler ve masonik mahfiller tarafından büyük bir hakaret ve haksızlığa uğratılmışken, yani her
türlü tahribi ve taşkınlığı yapabilecek bir ortama itilmişken ve nice profesyonel provakatörler böyle bir ortamı
değerlendirmek için çırpınırken, milyonlarca mensubu bulunan koca bir camiayı böylesine bir sükûnet ve
metanet içinde tutabilmek; çok yüksek bir tasarrufun ve örnek bir ruhi terbiye olgunluğunun sayesinde
mümkün olmaktaydı. Aynı feraset ve metaneti gösteremeyenlerin kendilerini, çevrelerini ve ülkelerini,
ne tür belalara saldıklarını Mısır olayları ortaya koymaktaydı. Çünkü dava lideri ucuz kahramanlıkların
ve lüzumsuz kararların değil, uzun hesapların ve uygun planların adamıydı!..
Ve işte bunun için bu "tek kişilik ordu"dan, masonu, medyası, münafığı ve
mafyasıyla tüm şeytan şebekelerinin ödleri kopmaktaydı. Buna rağmen
korkmayanlar ise henüz olayı ve olacakları kavrayamadıklarından, kısaca
ahmaklıklarındandı. Herhalde bunlar "cahil cesur olur" takımındandı. Onlar
“Erbakan gitti, korkumuz bitti” sanıp yanılmaktaydı.
Milli Görüş partilerinin, haksız ve dayanaksız gerekçelerle kapatılmasını fırsat bilen, dışımızdaki bazı
fesatçılar ve aramızdaki bazı marazlılar, kendi hesaplarınca Erbakan'ı devre dışı bırakma, yeni oluşumun
dışında tutma ve güya Hoca'yı partiler üstü etkisiz ve yetkisiz konuma çıkarma hesapları yapmışlardı...
Türkçesi Hoca'yı "tenzilen terfi" ettirerek veya "maaşına zam, işine son” vererek "onursal başkan yapma"
partiyi Bülent Arınç gibi derin döneklerin güdümüne alıp, AKP’nin yedek lastiği konumuna sokma hevesine
kapılmışlardı. Bu zavallılar bilmiyorlar ve düşünmüyorlardı ki, Hoca liderlik konumuna, Allah'ın lütfuyla ve
kendi sa'yu gayretinin sonucuyla ulaşmıştı. Öyle birilerinin himmet ve himayesiyle bu makama gelmemişti ki,
yine birilerinin hile ve hıyanetleriyle oradan indirilebilsindi... Oysa Erbakan zahirde hangi makam ve
mesuliyeti yükleneceğini kendisi bilir, kendisi karar verirdi. Ama bilinmesi ve kabul edilmesi gereken bir
gerçek vardı: O her zaman tabii ve fiili liderdi ve rakipsizdi!..
12 Eylül’den sonra da, “dava kurmayı” geçinen Oğuzhan Asiltürk Erbakan
Hoca'ya şu talihsiz teklifi götürmekten çekinmemişti: "Hocam pek çok arkadaşımızın
samimi bir arzusuna tercüman olarak, sizin artık "manevi" başkanımız olmanızı
temenni ediyoruz. Zira çok yoruldunuz ve yıprandınız. Bizi perde arkasından
yönetmeniz ve manevi başkanlığımızı üstlenmeniz daha iyi olur diye
düşünüyoruz!?"
Milli Görüş'ün bir tarikat değil, bir siyasi teşkilat olduğunu unutan böylesi
insanların, ne değer ölçülerimize ne de ülke gerçeklerimize asla uygun olmayan bu
tekliflerine Hoca, böylesi iddiaların sahiplerinin gerçek niyetini ve kalplerinin
röntgenini de gösteren şu hikmetli cevabı vermişti: "Onlar beni manevi başkan
değil, uhrevi başkan yapmak istiyor!" Yani, siz beni diri diri mezara sokmak ve
milyonların hakkı bulunan, siyasi mirasımızdan bedava pay kapmak istiyorsunuz!,
demek istemişti.
Elbette Hoca makam sevdasıyla değil, mesuliyet duygusuyla bunu söylüyordu;
yoksa o isteseydi ve eğer inanç ve ideallerinden taviz verseydi, daha 40 sene
öncesinden başbakan ve cumhurbaşkanı olacağını herkes biliyordu!.. Evet, hak
etmediği ve hakkından gelemeyeceği bir makama talip olmak haram olduğu gibi,
ehliyetsiz ve emniyetsiz ellere geçtiğinde davanın perişan edileceğini bile bile bu
237
makamı başkasına terk etmenin büyük bir vebal olduğunu, bizzat Kur’an’ı Kerim ve
Hz. Peygamberimiz haber veriyordu.
Allah aşkına, bütün ilim ve içtihat erbabının ittifakıyla, bir liderde
bulunması gerekli olan:
1- Ülkenin Ekonomik, ahlaki ve siyasi sorunlarını çözmeye yetecek İLİM ve DİRAYET,
2- İç ve dış düşmanları tanıyacak ve tedbir alacak, lehimize ve aleyhimize olan durumları
değerlendirecek EHLİYET ve FERASET,
3- Toplumu ve teşkilatı adaletle yönetecek ve istikamete yönlendirecek SİYASİ KABİLİYET,
4- Bu hizmetleri görmeye mani olacak sakatlık ve hastalıktan uzak bir SAĞLIK ve GAYRET
gibi şartların hepsini hakkıyla taşımak hususunda Erbakan'a alternatif olabilecek bir kişi yoktu,
ama buna rağmen nice nasipsizler Onun karşısına dikiliyordu.
Bu haklı durum karşısında marazlıların ortak cevabı şu oluyordu: ya Hoca
ölürse, ya ondan sonra?.." diye sorulup hedef saptırılıyordu. Oysa bu insafsızlar ve
vefasızlar bu tavrı takınırken Hoca hala hayatta ve hizmetinin başında bulunuyordu...
Tüm karanlık güçlerin korkulu rüyası olmaya devam ediyordu. Ondan sonrası için de
gerekli ve yeterli tedbirler elbette ve her halde düşünülüyordu. Böyle müstesna bir
lider henüz hayatta ve görevinin başında iken ve üstelik çok çok başarılıyken ve
kesin hedefe doğru yürürken; "ille de bunu değiştirelim, yerine yenilerini getirelim"
düşüncesi, kesinlikle karanlık odaklardan kaynaklanıyordu.
Elbette insanların yaşam süresi belirlidir ve kişiler gelip geçicidir. Kalıcı olan
değerli fikirler ve doğru prensiplerdir. Dinimiz, davamız ve devletimiz inşallah
kıyamete kadar bakidir. Ve yine unutulmasın ki önemli görevlere kimlerin tayin ve
tavsiye edileceği konusunda en başta hak sahibi olan, yine o davayı temelden
başlatıp başarıya taşıyan Liderlerdir. Onlar sadece hayatları sırasında değil,
vefatlarından sonrasında da gerekli tedbirleri alacak kutlu şahsiyetlerdir. Evet,
muazzam Milli Görüş camiası ve muhterem hocası "tek kişilik ordu gibiydi". Ve Erbakan bir
katrilyonun başında bulunan "1" yerindeydi. Elbette bir katrilyondaki her rakam ayrı bir değerde ve
ayrı bir önemdeydi. Ancak başlarındaki "1"i kaldırdığımızda düşünün, gerisi ne haline gelecekti?
Bu konuyu İmam-ı Azam Hazretleriyle ilgili ibretli ve hikmetli bir olayla
bitirelim:
İkisi de uzun boylu olan İmam-ı Yusuf'la İmam-ı Muhammed (R.A), Hocaları Ebu Hanife
ortalarında bulunduğu halde medreseye giderken, latifeyi seven İmam-ı Muhammed, İmam-ı Azam'ın
kısa boylu olduğunu ima ederek "Üstadım siz aramızda "LENA"nın "NUN"u gibisiniz" diye
takılıyordu. İmam-ı Azam ise şöyle cevap veriyordu: "Ama o "NUN"u çıkarırsanız, geride "LA" kalır" .
Bilindiği gibi Arapçada "LENA" yazısında "LEM" uzun ortada "nun" bir nokta ve nunu çeken "elif"
yine uzundu. Ama ortadaki "nun" çıkarılırsa geri kalan "LA" okunuyor ve hiç hükmünde ve yok
manasına geliyordu. İmam-ı Azam, Hocaları olmadan talebelerinin kendi başına bir işe
yaramayacaklarını latife yollu böyle anlatıyordu.
238
SONSÖZ
SURİYE'NİN KARIŞTIRILMASI
VE
BÜYÜK HESAPLAŞMANIN YAKLAŞMASI
Maalesef, ülkemiz ve milletimiz belki de tarihin en sinsi ve tehlikeli bir sürecini
yaşamakta, parçalanma ve dağılma aşamasına dayanmış bulunmaktadır. Rahmetli Erbakan
Hoca’nın ifadesiyle “Artık toprak ayaklarımızın altından kaymaya başlamıştır” Bir ruh için
beden ne ise, bir millet için de vatan aynı konumdadır. Vatanı işgal edilen veya bölünüp
başka güçlerin güdümüne giren bir toplum: Hürriyet ve huzurunu, namus ve onurunu ve
haysiyetli millet şuurunu kaybetmiş olacaktır.
 Bugün İsrail’i kurmak ve siyonizmin Dünya hakimiyeti hedefine kavuşmak üzere BOP
istikametinde ve böylesine yabancı ve Türkiye’yi de yıkıcı bir projede, dış odaklarca Başbakanımıza
verilen eşbaşkanlık sayesinde:
1- Irak fiilen üçe parçalanmıştır.
2- Libya NATO tahribatıyla ikiye ayrılmıştır.
3- Şimdi Suriye dağıtılmak üzere hedef tahtasındadır.
4- Daha önce Keşmir bölgesi kopartılan Pakistan’dan, bu sefer Peştunistanı da koparıp,
Afganistan’a bağlama hesapları yapılmaktadır.
5- Ardından Afganistan Peştunlarıyla, Pakistan Peştunları birleştirilip yeni bir kukla devlet
kurulması amaçlanmaktadır. Yani Afganistan da şeriatçı Taliban bölgesiyle, demokratik Karzai
bölgesi olarak parçalanmaya hazırlanmaktadır.
6- Daha sonra İran’a saldırılıp Kürtler; Azeriler, Farisiler ve Arap Şiiler diye dörde ayrılacaktır.
7- Bütün bunların ardından “Güneydoğu özerk Kürdistan’ı, AB’ye katılım sürecinde pilot
bölge Marmara özel dükalığı, Tarihi ve turistik amaçlı Karadeniz Pontus mirası” olarak, sıra
Türkiye’nin parçalanmasına gelip dayanacaktır.
ABD’nin kukla başkanı ve Siyonist Yahudi lobilerinin kahyası Obama ile, Suriye’ye müdahale
konusunu görüşmek üzere Güney Kore’nin başkenti Seul’e giderken, recep T. Erdoğan’ın “Suriye’yi oturup
seyredemeyiz. Üstümüze düşen görevi yerine getireceğiz.” Sözleri gayet açıktır. Yani Suriye’ye askeri
müdahale edip parçalanmasını kolaylaştırma ihalesi AKP iktidarının üzerinde kalmıştır. Bu nedenle:
Bremen mızıkacıları, hep bir ağızdan: “zorba ve diktatör Esad devrilsin, Suriye’ye demokrasi
getirilsin” sloganları atmaktadır.
Aynı mutfaktan beslendikleri ve aynı odaklarca şişirildikleri belli olan figüranlar hep bir ağızdan
“Türkiye çabuk yetişsin ve Suriye’ye barış ve demokrasi getirsin.” Diye çığlık atmakta ve kamuoyunu
bu yönde şartlandırmaktaydı.
Hatırlayınız:
 İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu Amerika temaslarından sonra BM
Genel Merkezindeki basın toplantısında: “Suriye meselesinin Türkiyesiz çözümü imkansızdır.” Diyerek
AKP hükümetini askeri müdahaleye kışkırtmaktaydı. (Bak: 24 Mart 2012 / Milli Gazete)
 BBP Genel Başkanı Mustafa Destici “Türkiye’nin tek başına Suriye’ye müdahalesi doğru
olmaz, BM’in yardımı alınmalıdır.” Diyerek yeşil ışık yakmakta, ama BM kılıfını sarmaktaydı.
 Aynı toplantıda IHH Başkanı Bülent Yıldırım “Akan kanın durdurulması ve Suriye’de huzurun
239
sağlanması için gereken her şey yapılmalıdır.” Sözleriyle Suriye saldırısı için Siyonist NATO ve BM
maşası iktidara mazeret kazandırmaktaydı.
 Anayasa mahkemesi eski raportörü Osman Can; “Taraflar biri birine üstünlük sağlamaya
çalıştıkça, değişim sürecinden uzaklaşılıyor.” Diyerek PKK ile AKP’yi, daha doğrusu T.C ile eşkıya
şebekesini aynı kefeye koymakta ve “mevcut anayasa Kürt meselesini yok saymaktadır. Sorunlarımızın
nedeni baskıcı devlet aygıtıdır ve kırmızı çizgiler saplantısıdır.” Sözleriyle “özerk Kürdistana mazeret ve
meşruiyet uydurmaktaydı.
 AKP’nin fikir babalarından Kürtçü-bölücü Kemal Burkay’ın partisi HAKPAR “Kuzey Irak’ta
Bağımsız Kürdistan’ın ilanını hasretle beklendiğini” vurgulamaktaydı.
 AKP iktidarı Suriye’deki Türk vatandaşlarına “geri dönün” çağrısı yaparak, saldırının yakın
olduğunu hatırlatmaktaydı.
 CIA başkanı ve Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirme kahramanı(!) Petraus, Suriye
saldırısının planlarını anlatmak üzere Ankara’ya gelip Başbakan’la baş başa görüşüp, ardından Barzani’ye
koşmaktaydı.
Oysa Suriye’de iç savaş çıkartıp böylece bir dış müdahaleye zemin ve gerekçe oluşturmak üzere,
muhalefeti kışkırtmak için bu ülkeye yollanan ve yakalanan 49 Türk istihbaratçının 7’sinin zaten MOSSAD
bağlantısı ortaya çıkmıştı.
Türkiye’yi yıkma tezgâhı şöyle planlanmıştı:
1- Türkiye, ABD ve AB’nin zorlamasıyla Halep dahil Suriye’nin kuzeyine asker sokacaktı.
2- Şii-Sünni kamplaşmasıyla İran da Türkiye sınırına askeri yığınak yapacaktı.
3- İsrail, Türkiye üzerinden, İran’a hava saldırıları başlatacaktı.
4- Bunun üzerine İRAN, Malatya Kürecik radar üssü ve füze savunma kalkanı nedeniyle, “Türkiye’yi
İsrail’e yardım etmekle” suçlayacak ve füzelerle bazı şehirlerimizi vuracaktı.
5- Bu arada Rusya ve İran da kendisini satmasıyla devrilen Esad rejiminden sonra, muhalefetteki
ajanları vasıtasıyla Suriye’yi de kontrolüne alan ve parçalayan Batılı güçler, bu sefer Türk askerini
işgalcilikle suçlayacak ve derhal Suriye’den çıkması için kampanya başlatacaktı.
6- Suriye kürdistanının kurulup Türkiye’nin parçalanması amaçlandığını sezen halkımızın baskısı
üzerine Ordu ABD’yi dinlemeyince…
 “Kürtlere demokratik özerklik tanımıyor.
 Kendi halkına ve PKK’ya aşırı güç kullanıyor.
 Suriye ve İran’a karşı Batı birliğinin değil, kendisinin çıkarlarını kolluyor.” Gibi
gerekçelerle Türkiye NATO’dan çıkarılacak ve savaş açılacaktı.
7- 6 Nisan 1946 da solcu ve Kemalist İnönü iktidarında Amerikan Mıssouri savaş gemisi gövde
gösterisi için İstanbul’a geldiğinde, “Milletimiz Arapça anlamıyor” diye Ezan’a izin vermeyen
İsmet paşa’nın, camilere “Welcom Missouri” diye mahyalar astırması gibi; AKP iktidarı da
“Türkiye’ye ileri demokrasi’yi getirmek ve bizi AB ile bütünleştirmek için” geldiklerini söylediği ABD
ve NATO askerlerini, yandaşlarına “Hoş Geldin” sloganlarıyla karşılatmaya kalkışınca, Milli bir
düreniş ve değişim süreci yaşanacak ve Türk ordusu bölgedeki ABD birliklerine ve İsrail
hedeflerine “yıldırım hücumları” başlatacaktı.
Şimdi konferansımızın can alıcı sorusunu soralım ve konuyu toparlayalım: Peki
sonuç ne olacaktı ve Türkiye bu kaostan nasıl kurtulacaktı?
Rahmetli Erbakan Hoca sohbet, seminer ve konferanslarında:
 Haksızlık ve ahlaksızlık üzerine kurulan Siyonist ve emperyalist dünya düzeninin, öyle barışa
ve adalete çağırmakla veya hoşgörü edebiyatıyla düzeltilemeyeceğini…
 Bunların, tahribi çok ürkütücü nükleer füzelerine ve etkili silah sistemlerine güvenip, dünyayı
tehdit ederek barbarlıklarını yürüttüklerini…
 Bu nedenle, Batılıların bu Şeytani güçlerini etkisiz bırakacak, yeni ve yüksek teknolojilere
240
sahip olmak gerektiğini ve Allah’ın izniyle bunları başarıp, ilgili ve yetkili makamlara teslim ettiklerini
defalarca anlatmıştı.
 Bütün zalim ve Batıl güçlerin elinde bulunan: ●Nükleer başlıklı füzelerini, ●Uçak gemilerini,
●İnsansız hava gereçlerini, ●Savaş kontrol merkezlerini
a) Çalışmaz hale getirecek ve çok ucuza mal edilecek teknolojik böcekleri
b) Silah mekanizmalarını çürütecek metalik virüsleri
c) Fırlatılan füzeleri havada iken yakalayıp tersine çevirecek elektromanyetik sistemleri:
1-Planlayıp yaptıklarını, 2-Bunları seri üretime hazırladıklarını, 3-Proje aşamasından deneme
safhasına kadar, hangi süreçlerden geçtiğini gösteren video kayıtlarını 4-Ve bunların Kahraman
Ordumuzun özel yetkili birimlerine aktarıldığını özellikle vurgulamıştı.
Bu müjdeler, aynı zamanda; ülke ve bölge şartlarının olgunlaşması durumunda, süper şeytani
güçlerin burnunun kırılacağı bir tarihi hesaplaşmanın yaşanacağının da ihbarı ve ihtarıydı.
(Hz. Mevlana – “Bu müjdenin yalanına konağımı verdim, gerçeğine canımı verirdim...”)
İsra: 4-7
4-(Biz Ezeli kader programında ve Kur’an da, İsrailoğullarıyla ilgili şu gerçeği bildik, haber ve
hüküm verdik ki: Gerçekten siz yer(yüzün) de iki defa (çok yaygın ve yıkıcı) bir fesat çıkaracak (güce
erişecek) ve büyük bir azgınlıkla kibirlenip yükseleceksiniz.”
5- Nitekim ilk vaid geldiği zaman, güç ve şiddet sahibi kullarımızı üzerinize gönderdik de (sizi)
araştırıp (buldular ve yıkıma uğrattılar)
6- Sonra onlara karşı size tekrar 'imkan ve iktidar verdik', (vereceğiz) servet ve öz
evlatlarınızdan oluşan (gizli cemiyetle) sizi destekledik, (destekleyeceğiz) (hükümet ve cemaatleri)
çoğunlukla size hizmetkar hale getirdik. (getireceğiz)
7- (Bu durumda) Eğer iyilik ve adalet ederseniz, kendinize iyilik edersiniz, eğer kötülük ve zulme
yönelirseniz, bu da elbette aleyhinizedir. (Derken, büyük haksızlıklarınız ve fesatlıklarınız nedeniyle)
ahir dönemdeki (cezalandırma) vaadiniz geldiği zaman, birincisinde girdikleri gibi, yine mescide
(Kudüs ve İsrail’e) girip ele geçirdiklerini 'mahvu perişan etsinler ve sizi çok kötü duruma düşürüp
yüzlerinizi yere eğdirsinler' (diye mü’min kullarımızı yine üstünüze göndereceğiz.)
Ordusu aciz bırakılan bir toplum aziz olamazdı! İşte TSK’ya yönelik psikolojik ve asimetrik
savaş, bunun için başlatılmıştı.
Türkiye’de; sistemli, sürekli ve dış destekli bir ordu düşmanlığı ve TSK’yı karalama ve aciz bırakma
kampanyası yürütülüyordu. AKP’nin iktidara taşınmasının ve hala iktidarda tutulmasının asıl nedenlerinden
birisinin de, bu plana taşeronluk yapmak olduğu anlaşılıyordu.
Güneydoğu’daki her katliam ve kanlı olay sonrası yandaş medyada hemen PKK’yı koruyup kollama
çabası öne çıkıyordu. Bütün vahşet ve cinayetlerin ardından “bu işi, TSK’nın yaptığı” algısı yaratılmaya
çalışılıyordu. Henüz olayın ne olduğu bile anlaşılmadan BDP yöneticilerinin verdiği mesajlar ve PKK’yı
yardım sevenler derneği gibi göstermeye çalışanlar ağız birliği içinde, “PKK’yı aklamaya” uğraşıyor ve
TSK’ya sataşıyordu. Türkiye’de kasıtlı bir psikolojik harekat süreci sonunda, devletin ve özellikle de TSK’nın
terör örgütü gibi algılanmasını kolaylaştıracak bir psikolojik ortam oluşturuluyordu.
ABD’nin yeni TSK planı:
 Asker sayısı azaltılarak 250 bine indirilecek
 Zorunlu askerlik daraltılıp, ordunun yüzde 80’i paralı (profesyonel) hale getirilecek
 Genelkurmay Başkanı Savunma Bakanı’na bağlanıp havası söndürülecek.
 Milli duruşlu subayların bir kısmı davalarla tasfiye edilecek.
 Diğerleri yüksek ikramiyelerle özendirilip emekli olmaları istenecek.
 Kalan subaylar sözleşmeli pozisyona geçirilecek.
 Bütün subayların terfi ve tayinini, uysallığına göre hükümet belirleyecekti.
İşte Rahmetli Erbakan, İslam dünyasına ve insanlığa bu Siyonist şebekeyi tanıttığı ve Onun
241
şeytani düzenini bozacak tedbirleri aldığı için, sağlığında da, vefatından sonra da bütün şerlilerin ve
hainlerin hedefi yapılmıştı.
21 Şubat 2012 Konya Programıyla ilgili canlı yayın görüntüleri ve münafık iftiracının o TV
konuşması da bunun bir devamıydı:
Bir katılımcı soruyor: 11 Eylül 2011 Pazar günü SP Bursa İl Teşkilatında düzenlediğiniz
toplantıda “Erbakan Bey, zeki bir kişiydi, borçlarının evlatlarına kalacağını bildiği için davaya ait bütün
taşınmazları oğlunun ve damadının üzerine kaydetti” diyorsunuz. Burada ise Erbakan’ın üstün
meziyetlerinden bahsediyorsunuz. Bu yaptığınız ikiyüzlülük değil mi ve sahtekârlık olmuyor mu?
İftiracı Başının cevabı: “O söylediğimde gerçekti, bu söylediğim de gerçektir…”
Farklı bir katılımcı sesleniyor: “O söylediğinin neresi gerçek! Cihat malını zimmetine mi geçirdi
Hoca?”
İftiracı: Evet! (hemen lafını değiştirip bağırarak)… Hayır! Hoca değil… Ama, Hoca’nın çocukları
zimmetine geçirdi! diye iye kıvırıyor ve kinini kusuyor!
Daha sonra canlı yayın kesilerek reklâm giriliyor ve bu soruları soran gençler apar topar oradakiler
tarafından zorla salondan çıkartılıyordu. Ve tabi bu iftiracı, bu sözleriyle ve binlerce Milli Görüşçü önünde:
“Erbakan Hoca’nın cihat paralarıyla mal mülk alıp kendi üstüne tapuladığını, ölünce de hepsinin miras
olarak çocuklarına kaldığını, şimdi Fatih ve Elif Erbakan’ın da bunların üzerine yattığını” açıkça ilan ve iftira
ediyordu… Yani “Hoca bunları kendi üstüne tapu etmeseydi, çocukları da zimmetine geçiremeyecekti”
demeye getiriyordu.
 Bu tür münafıklar tarihin her döneminde görülüyordu.
 Amerika’da yaşayan Yahudi asıllı Saffet Bayramaşık, Siyonist lobilerce Erbakan Hocaya
gönderiliyor, “Masonluk ve İsrail aleyhtarlığından vazgeçmemesi ve aslen Yahudi olan ama zahiren
Müslüman-mücahit tanınan beş kişiyi teşkilata sokup, yüksek görevlere kabul etmemesi” halinde partisinin
kapatılacağı söyleniyor, kabul edilmeyince ertesi gün Milli Nizam’a kapatma davası açılıyordu… Ama ne
olduysa Selamet Partisine 12 Eylüle kadar dokunulmuyordu. Ve tabii bu tavizlerden Erbakan Hoca karlı
çıkıyor ve tarihi atılımlarına fırsat buluyordu.
Şimdi şunları sormak lazımdı:
1- İftiracı’nın iddiasına göre, Erbakan Hoca cihat paralarını mala çevirip kendi üstüne yapmasaydı,
bugün çocuklarına miras kalmayacaktı. Çocuklarının ise, babalarından kalan mirasın nasıl kazanıldığını
bilmeleri ve hele Rahmetli babalarından şüphe etmeleri imkânsızdı. O halde “bu mallara el konulmasın ve
cihat paraları zayi olmasın diye bunları güvenilir bir heyet yerine kendi üzerine alması” bile Erbakan için
oldukça yanlış ve yakışıksız bir davranış sayılmaz mıydı?
2- Hoca, hâşâ bu denli duyarsız ve tutarsız bir insan mıydı?
3- “Nasıl olsa çocuklarım, davanın hakkını gasp etmezler” diye düşünmüşse ve iddialara göre şimdi
çocukları da bunları vermediğine göre, Rahmetli Hocamız, öz evlatlarının bile karakterini tanımayacak ve
beytülmal konusunda bu denli tedbirsiz davranacak kadar saf mıydı?
4- Tamamen iftira olarak hazırlandığı ve çocukları üzerinden Hoca’nın suizan altında bırakılıp
camiamızın kafasının karıştırıldığı çok açık olan bu iddialar doğru ise, Oğuzhan Asiltürk sağda solda
fesat çıkarıp kin kusacağına, elinde de belgeleri ve şahitleri varsa, dava parasını kurtarmak için hukuki
yollara niye başvurmazdı?
5- Haydi O yalan uydurup iftira atıyordu, peki çocukları niye bu haksız ve ahlaksız isnatları susturacak
girişimleri bir türlü başlatmazdı?
6- Ve Türkiye’deki marazlı ve Masonik medya, Milli Görüş’e sızdırdıkları has adamı olan Oğuzhan’ın
yıpranmaması için mi, bu gelişmeleri uzun zaman duymazdan gelip gündeme taşımamışlar, ardından da,
şeytani bir kinle Erbakan Hocayı suçlamak için kullanmışlardı? Kendisi evli olduğu halde ve yine resmen evli
olan ve kocasından ayrı yaşayan sekreterini alıp evine götüren dönemin Adalet Bakanı arkadaşının bu uçkur
kazasını da, malum medya niye haber bile yapmamıştı!? Çünkü bunları yazmak, elbette Erbakan’ı zora
242
sokardı, ama Milli Görüş’teki kendi ajanları da deşifre olacaktı!
7- Şimdi iman, iz’an ve insaf ehli söylesin: Bu aslı bozuk münafıklar, özel ve yabancılara kapalı bir
mekanda istişare mi yapmaktaydı, yoksa herkese açık bir ortamda ve milyonların izlediği tv ekranlarında,
Erbakan Hoca’ya ve çocuklarına iftira mı atmaktaydı? Hoca’yı töhmet altında bırakan iddiaları yetmezmiş
gibi, Oğuzhan Asiltürk’ün Erbakan’ın çocukları biribirine karşı kışkırtıp mahkemelik olmalarına ve medya
malzemesi yapılmalarına yol açan bu Oğuzhan Asiltürk, Milli Görüş’e karşı nasıl derin bir kin taşımaktaydı?
20 Mart 2012 tarihinde ÇAY TV. Bakış Açısı programına katılan Genel Başkanın “üstadım” diye iltifat
yağdırdığı Abdurrahman Dilipak gibi şarlatanların; “cihat paralarıyla alınan malları zimmetlerine geçirmekle
suçlanan, Erbakan’ın çocuklarıyla ilgili, kasıtlı ve saptırıcı soruları karşısında, Oğuzhan Asiltürk’ü aklayıcı
hatta haklı çıkarıcı tutarsız tavırları… Ve rahmetli Hocamızı töhmet altında bırakacak kaçamak yanıtları.”
Tam anlamıyla mide bulandırmakta ve kendisine umut bağlayan gönüldeşlerimizi hayal kırıklığına
uğratmaktaydı.Hayret ki hayret, bir etiket uğruna bunca hakaret ve hıyanete nasıl sessiz ve tepkisiz
kalınırdı?! Eh, ne diyelim, Oğuzhan gibi lidere işte böyle bir gölge yakışırdı.
Nur Suresi:
11 - Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla ve iftirayla gelenler, içinizden sizinle birlikte davranan bir
ekiptir; siz onu (iftira olayını) kendiniz için (kötü) bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır.
(çünkü bu tavırları, münafıkların tanınmasına ve ayrışmasına vesile olacaktır.) Onlardan her bir kişiye
kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise daha büyük bir
Vardır ceza.
12 –Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi vicdanları adına hayırlı
bir zanda bulunup: "Bu, açıkça uydurulmuş iftira ve yalandır" demeleri beklenirdi!?
13 - (Bu asılsız ve kasıtlı iddiaları ortaya atanlar, bunları ispatlamak üzere) Ona karşı dört
şahitle gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah katında alçak
kendileridir ve Yalancıların.
14 - Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine
daldığınız dedikodudan (ve bu iftiralara sessiz ve tepkisiz kalmaktan) dolayı size büyük bir azab
dokunuverirdi.
30 Aralık 2004 tarihli wikileaks belgelerinde ve tutuklu iken esrarengiz biçimde ölüveren Kaşif
Kozanoğlu’nun cezaevi not defterinde İsviçre bankalarındaki 800 milyon doları bulunduğu iddia
edilen dindar kahramanın, bunca parayı nereden kotardığını sormayan AKİT’in şarlatan yazarları
“cihat parasını koruyor” kılıfıyla, rahmetli Hocanın 3-5 milyon liralık mal varlığının dedikodusunu
yapıyordu. Oysa AKP yalakası ve din istismarcısı bu sahte İslamcılar:
 Recep T. Erdoğan’ın Milli Görüş gömleğini niye çıkardığını?
 Boynuna Yahudi Lobilerince niye cesaret madalyası takıldığını?
 Sn. Başbakan’ın Irak ve Libya’dan sonra, şimdi Suriye ve nihayet İran ve Türkiye’nin parçalanmasını
amaçlayan BOP’a, kimler tarafından ve neyin karşılığı eşbaşkan atandığını?
 Irak, Libya ve Suriye işgallerine ve vahşetlerine, hangi gerekçe ile AKP’ye taşeronluk yaptırıldığını?
 Zinanın, kumarın, domuz eti ve yağının, hangi mazeret ve mecburiyetle serbest bırakıldığını?
 Ahlaki ve ailevi tahribat konusunda, AKP döneminde niye patlama yaşandığını?
 AB ve ABD’nin güdümündeki bir dünya düzeni içinde, kahramanlık rolü oynamanın ve İslamı
siyonizmin aracı haline sokmanın Kur’an daki karşılığını?
 Ülkemizde tarım ve hayvancılığın nasıl batırıldığını ve tüm fabrika ve stratejik kurumlarımızın nasıl
yabancılara satıldığını?
Bir tek sefer olsun, ciddiyet ve cesaretle sorgulamış olsalardı; belki Rahmetli Hocayla ilgili tenkit ve
tahriklerinde de samimi olduklarına kanaat getirebilirdik. Ama hep “cerahata konan ve goncadan uzak duran
karasinek” misali, Erbakan’ın faziletlerini bile tenkit, ama Erdoğan’ın acziyetlerini bile tebrik ederseniz, elbette
siz itimat ve itibar edilmez durumuna düşersiniz…
243
Hoca’nın 148 kilo altın değerinde mal varlığı kalmıştır.
Rahmetli Erbakan’ın çocukları arasında dava konusu olan mal varlığı tartışması 18 yıldır Türkiye’nin
gündemine taşınmaktaydı. Oysa Hocamız, 1994 yılında liderlerin mal varlığı tartışmasının yaşandığı süreçte
düzenlediği basın toplantısında mal varlığını tek tek açıklamıştı. Erbakan, o günkü açıklamasında, söz
konusu mal varlığını sanayicilik ve öğretim üyeliği döneminde kazandığı gelirlerin birikimiyle ve miras
suretiyle elde ettiğini, bunların 148 kilo altına karşılık geldiğini vurgulamıştı. İşte 1994’teki Erbakan’ın mal
varlığı;
 İstanbul Halıcılar caddesi’ndeki iki daire (babadan miras) Sinop’ta 21 parça arsa ve tarla (anneden
görünümü)
 Ankara’da Güven Sokak’ta aynı apartmanda 130 ve 160 metrekare iki daire
 Kazan’da yazlık kooperatifte arsa
 İzmit Bahçecik’te kooperatifte 2 parsel
 Balıkesir Altınoluk’ta 3 parsel (parsellerden birinde prefabrik ev, diğerinin üzerinde iki bahçe evi)
 Ankara Balgat’ta iki arsa üzerine yapılan ev
 3 Adet otomobil (Opel Vectra marka ve 1993 model Mercedes 200 ve Mercedes 300)
 Nakit olarak 421 bin dolar, 532 bin İsviçre Frangı, 611 bin mark.
Bugün, hem doğrudan çocuklarına intikal eden, hem de tedbir olarak başka kişiler üzerinde
gösterilen toplam mal varlığı da; Zaten ancak 148 kilo altın karşılığı olan 15 milyon TL. civarındadır.
Erbakan’ın Bosnalı mazlumlara yardımları:
Onbeş yıl kadar önce, Almanya’ya gelen şimdiki RTÜK Başkanı Prof. Davut Dursun ve AKP milletvekili
Prof. İrfan Gündüz’ün, “Erbakan’ı ve Türkiye’deki parti davasını bırakın ve kendi geleceğinizi kurmaya
bakın” şeklindeki milli görüş bağlılarını Hoca’ya karşı kışkırttıklarını görünce, fesatlıklarını ve haksızlıklarını
yüzlerine vurup susturmuştuk. İşte orada bunlara kapılan ve “Erbakan bizim gönderdiğimiz paralarla
Bosna kahramanlığı yapıyor.” Diyen bazı bölge başkanlarına sormuştuk:
- Söyleyin bakalım, bugüne kadar, Bosna ‘ya yardım amaçlı, toplam kaç lira yolladınız.
- “Üç (3) milyon mark’tan fazladır.
- Peki, bu parayla bir salça fabrikası bile kurulabilir mi?
- Elbette hayır…
- Oysa Bosnalı Müslümanlar, hem beş yıl sürekli savaşmış, tarım ve sanatla uğraşamamış, ama bütün
yaşama ve savunma ihtiyaçlarının karşılanması yanında, 1-Tank ve zırhlı araç tamir fabrikası. 2-Mermi ve
mühimmat fabrikası. 3-Uçak savar füze fabrikası kurmuşlardı.
- Bunların maliyeti yüz milyonlarca dolardı. Ve önemli kısmını Erbakan Hoca ayarlamıştı.Sizin 3-5
milyon markınız Bosnalıların bir yıllık ekmek şeker parası bile olmazdı.
 Mustafa Tahhan’ın itirafları:
2012 yılında İstanbul’da yapılan “Erbakan’ı anma” toplantısına katılan Dünya gençlik teşkilatı eski
başkanı Mustafa Tahhan:
“Ben size, Erbakan Hoca’nın Bosna halkına ve İzzet Begoviç’e sağladığı çok büyük yardımları
anlatsam hayretler içinde kalırsınız.” Anlamındaki Arapça sözlerini, partiyi kuşatan münafıkların
tembihlediği kişi, ısrarlı uyarılara rağmen bu önemli gerçeği maalesef Türkçe tercüme etmeyip atlamıştı.
 Erbakan hoca’nın hangi ülkelerden hangi ağır makineleri nasıl temin edip, Bosna’ya hangi
yöntemlerle ulaştırdığını İstanbul eski İl başkanı Osman Yumakoğulları’ndan dinlemek lazımdı.
Erbakan’ın Kaddafi üzerinden Çeçenistan’a sahip çıkması:
1996’da Trablus’ta tertiplenen ve tüm dünyadan 600’den fazla yüksek ilim ve gönül ehlinin katılımıyla
gerçekleşen “TASAVVUFİ AHLAK VE MANEVİ KALKINMA” konferansına katılmak ve bildiri sunmak üzere
bizi Libya’ya gönderen Erbakan Hoca, O sırada ambargolar yüzünden perişanlık çeken Kaddafi eliyle,
Çeçenistan mücahitlerine çok önemli miktarda yardım gönderilmesini ayarlamıştı.
Ve şunları hatırlatmıştı;
244
1- Mazlum ve Müslüman Çeçen halkının meşru haklarını savunmalarına yardımcı olmak bir
iman ve insanlık vazifemizdir.
2- CIA ve MOSAD’ın bölgeyi karıştırmak ve Türkiye’yi zora sokmak niyetiyle, TALİBAN’cı ve
VEHHABİ görünümlü kişiler eliyle yaptırmaya çalıştığı provakasyonlara ise gelmemelidir.
3- Makul şartlar oluşursa, Rusya ile Çeçen mücahitlerinin anlaşıp uyuşmasına destek
verilmelidir.
Daha sonra 28 Şubat kışkırtmasına hazırlık amacıyla, D-8 oluşumu için yaptığı Libya
ziyaretinde, Kaddafi’nin kışkırtılıp Erbakan’a karşı saygısız davranışlarını da yine CIA destekli Türkiye
masonları ve dışişleri elemanları tezgahlamıştı. (Bak. Ergün Diler. Takvim Gazetesi – 28 Şubat 2012)
Kaddafi’nin kulağına 1995’te Malta‘da Mossad ajanlarınca, katledilen Filistinli liderlerden Fethi
Şikaki suikastinde Erbakan’ın hükümet ortağı olan Tansu Çiller’in de parmağı olduğu yalanı
fısıldamıştı.
Şimdi BOSNA, ÇEÇENİSTAN, FİLİSTİN, Türki Cumhuriyetler ve Çin Sincan bölgesi gibi milli
direniş hareketlerine yüzmilyonlarca dolarlık yardımları sağlayan, üstelik asla bunların reklamını
yapmayan ve siyasi rantına tenezzül buyurmayan bir Zatın, şimdi üç beş milyonluk bina ve arsaya
tenezzül edeceğini söylemek, ahmaklıktan öte alçaklıktır.
 Siyonizmi ve emperyalizmi tanımadan yeterli tedbir alınamazdı.
Dünyamız artık küreselleşmiş, yani aynı merkezlerden yönetilir hale gelmiştir. Görüntülü
iletişim araçları ve internet bağlantılarıyla sadece devletler, şirketler ve örgütler değil, çok uzaktaki
fertler bile kolaylıkla birbirine ulaşmakta, anlaşmakta ve ortak projelerini geliştirip yürütebilmektedir.
Bu son sistem teknolojik imkânlar, insanlığa önemli fırsatlar sunduğu gibi, büyük tehdit ve tehlikeleri
de beraberinde getirmektedir. Rotary ve Lions benzeri Masonik organizeler ve küresel merkezlerin
güdümündeki sivil örgütlenmeler vasıtasıyla, farklı din, düşünce ve kavimden bütün insan
topluluklarını kontrol eden ve çeşitli kesimleri, ele geçirdiği reisleri, liderleri, şeyhleri üzerinden
yönlendiren SİYONİST odaklar, CIA, MOSSAD, CFR ve Bilderberg gibi etkin kuruluşlarla
HÜKÜMETLERE, MUHALEFETE ve ülkelerdeki medyaya, yargı sistemine, polise ve silahlı kuvvetlere
de tesir edip tetiklemektedir.
 Yani ülke ve bölge politikalarını etkileyecek, halkların eğilim ve tercihlerini değiştirip
dönüştürecek ölçekteki kurumlar arası sertleşme ve restleşmelerin, cemaatle Hükümet didişmesinin
öyle basit rekabet ve bahanelerle meydana geldiğini düşünmek ve küresel güçlerin bölgesel ve
evrensel projelerini ve stratejilerini göz ardı etmek, sonunda bilmeden onlara figüranlık etmekten
başka sonuç vermeyecektir.
Bugün yeryüzündeki: Kökenleri, kültürleri, tarihi birikimleri, dinleri ve mezhepleri birbirinden
oldukça farklı milyarlarca insanın:
 Meşrubat olarak neleri içeceğine
 Hamburger ve cips olarak ne yiyeceğine
 Ayakkabıdan pantolona, mayosundan kabanına kadar erkek-kadın herkesin ne giyeceğine
 Hangi hastalığın hangi ilaçlarla tedavi edileceğine
 Hangi şarkıların dinlenip, hangi filmlerin, hangi çizgi filimlerin, hangi porno rezaletlerin izleneceğine
 Hangi markaların reklâm edilip hangi firmaların iflas edeceğine
 Karar veren 13 (on üç) Yahudi ailesini, yani Siyonizm gerçeğini ve bunların güdümündeki ABD
ve AB’nin kuruluş ve işleyiş biçimini bilmeden, Türkiye’mizdeki ve bölgemizdeki gelişme ve çekişmelerin
perde arkasındaki gerçek nedenlerini fark etmemiz ve milli siyaset ve stratejiler üretmemiz hayaldir. Böyle bir
dünya düzeni içerisinde, milliyetçilik taslamanız da, sosyalistlik yapmanız da, İslamcılık oynamanız da,
kendinizi ve çevrenizi kandırmaktan öteye geçmeyecektir. İşte canlı örnek: 12 Eylül darbesine, solcular karşı,
sağcılar karşı, İslamcılar karşı, ulusalcılar karşı, masonlar karşı, sabataycılar karşı…
Allah Allah!.. Ya 12 Eylül ABD’yi aldatarak yapılmış, sonuçları milli olan bir
245
harekettir… Veya bu müdahillerin hepsi Millicidir!?
 Bakınız 300 milyonluk ABD’deki Yahudi nüfusunun sadece 3 milyon olduğu söylenir, yani
yüzde birdir. Ancak Amerikan tarihinde ve günümüzdeki Devlet Başkanı, Bakan, Vali ve Belediye
Başkanı, CIA ve FBI Başkanı, Kuvvet Komutanı ve Genelkurmay Başkanı, IMF ve Federal Reserve
(Amerikan Merkez Bankası) Başkanı, en büyük ve uluslar arası bin (1000) büyük holdingin sahibi ve
başkanı, büyük medya patronları, yüksek yargı ve bürokratik makamları işgal eden Yahudi ve Yahudi
dönmesi kişilerin diğer ABD vatandaşlarının en az yüz katı olduğu görülecektir.
 Şimdi nüfusun yüzde birini teşkil eden bir kesim, ülke yönetiminde, üst düzey mevkilerde,
şirket ve holdinglerde diğerlerinin tam yüz misli oranda etkin ve yetkin bulunuyorsa, bunu sadece
tesadüfle veya Yahudilerin üstün yetenek ve gayretiyle izah etmek safdilliktir. İşin gerçeği, nice
yüzyıllar boyu süregelen ve din olarak Kabalist düşüncelerle şekillenen bir Siyonist Yahudi
organizesi, ABD’nin fikri ve fiili DERİN DEVLETİDİR.
 Yahudiler olağanüstü kabiliyet ve meziyetlere sahip olduklarından değil, ama inanç haline
getirdikleri şeytani emelleri uğrunda; sürekli, sistemli, organizeli, disiplinli ve her türlü esbaba riayetli
biçimde ve nesilden nesile geçen gizli ve kirli öğretiler sayesinde, binlerce yıl sonra bile olsa
dünyaya hâkimiyet hedefine, resmen değil ama fikren ve fiilen erişmişlerdir. Ancak bu onların
yenilmez ve asla baş edilmez oldukları anlamına gelmemektedir. Bu birkaç bin sene içerisinde,
mesela Türkler ve özellikle de İslamiyet’le birlikte en az beş tane dünya çapında imparatorluk
kurabilmiştir ve işte Anadolu Selçuklu ve Osmanlı varisi Türkiye Cumhuriyeti bin yıldır devam
etmektedir. Ama Yahudilerin 4 bin sene sonra ancak kurabildikleri İsrail’dir, onunda akıbeti bellidir.
Bu çağdaş Firavunluk Düzeni, şöyle ayarlanmıştı:
 6 milyar insanın her biri küresel tefecilere, Rockefellerin başında bulunduğu 300 Yahudi
ailesine her yıl 1200 dolar- toplan 7 trilyon dolar, faiz vergi ve rüşvet ödemek zorundaydı.
 Herhangi bir ülkede rasgele bir marketten alınan her eşyanın üçte biri gizli faiz olarak
Siyonistlerin kasasına akmaktaydı.
 Her uçak biletinin % 10 IATA eliyle, her gemi biletinin % 9’u LOYD vasıtasıyla, her para
transferinin % 1’i sömürü tekeline aktarılmaktaydı.
 Her 10-20-50 yıldaki büyük krizler, milli servet ve şirketlerin, Siyonist Yahudilerin eline
geçmesiyle sonuçlanmaktaydı.
 Bugün Avrupa’daki krizlerin arkasında da Bilderberg, CFR, Triterial komisyon ve Goldman
sachs gibi küresel Yahudi kuruluşları vardı.
A- Yeni Yunanistan Başbakanı Lukas, triterial komisyon üyesi- Yahudi kökenliydi
B- Yeni İtalyan Başbakanı Mario Monti aynı kuruluşun üyesi- Yahudi kökenliydi
C- Estonya Devlet Başkanı Toomas Hendrik aynı kuruluşun üyesiydi.
D- Dünya Bankası Başkanı, Robert B. Zoellick aynı Siyonist kuruluşun üyesi ve Yahudiydi
E- Bunların hepsi ve dahi bizim meşhur Kemal Derviş’imiz ABD, Yahudi sermayeli Goldman Sachs
Bankanın hizmet görevlileriydi ...
Bunların hepsini tesadüflerle izah etmek akıl karı değildir. İşte bu gerçekleri dile getirdiği ve
“Havuz sistemi, D-8’ler” gibi milli tedbirler geliştirdiği için Erbakan Hükümeti 28 Şubat tertibiyle
devrilmiştir.
Son pişmanlık!
Şimdi 28 Şubat sürecindeki, saldırı ve soytarılıklarından pişmanlık duyarak; “keşke Milli Görüş ve
Erbakan’ı doğru tanısaydık! Keşke o günler yaşanmasaydı! Milli Görüş’ün emperyalizmle mücadelesi iyi
anlaşılsaydı” diyen Osman Özbek yine de Fetullahçılardan tutarlıydı.
Ali Ünal’ın Kargaları Bile Güldüren F. Gülen Savunması
Sonraki yıllarda cemaat yazarları, takiyye ve kıvırma sanatının her türünü kullanarak 28 Şubat
ayıbından aklanmaya uğraşıyordu. Örneğin Ali Ünal, 3 Temmuz 2006 tarihli Zaman’da, isim vermeden Milli
246
Çözüm Dergisinin bir sorusunu şöyle yanıtlıyordu: “28 Şubat’ta ordu yanlısı bir tavır takınan Fethullah
Gülen, neden şimdi Şemdinli ve birbiri sıra patlak veren çeteler hadisesinde özgürlükçü bir tavır
ortaya koyuyor?” diye soruluyordu. Oysa bu iki tavır arasında Hocaefendi’nin bir çelişkisi
bulunmuyordu. Darbelere her zaman karşı olmuş olan Hocaefendi, 28 Şubat sürecinde Erbakan’ın
uyumsuz hareketlerinin darbe sebebi teşkil edeceğini gördüğü için, muhtemel bir müdahaleyi
önlemek maksadıyla hükümetin çekilmesini istiyordu.”
Yani Fetullah Gülen, darbe olmasın diye Erbakan’a karşı TSK’yı destekleyip 28 Şubat’a arka
çıkıyormuş!... Vay anasını be, Fetullah Gülen meğer ne kadar ince ve derin düşünüyormuş!
Peki, Fetullahcılara dokunan niye yanıyordu? Hatta bazı bakanlar, işadamları, yazarlar ve
Milletvekilleri niye Recep T. Erdoğan’ın değil de Fetullah’ın tarafında yer alıyordu? Çünkü ABD’nin ve
Yahudi lobilerinin, Başbakandan ziyade Fetullah’ın arkasında olduğunu herkes biliyordu. Yani herkes
cemaat bahanesiyle Amerikan tanrısına tapınıyordu.
Atatürk’ü dinsizlikle suçlayanlar “Askere Din Kitabı”nı okumalıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan, dönemin GKB. Mareşal Fevzi Çakmak tarafından övgülü bir
önsözü yazılan ve Diyanet İşleri Başkanlarından büyük alim Ahmet Hamdi Akseki Hocamızca hazırlanan,
“ASKERE DİN KİTABI”; Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı sürecinde, bütün askeri birliklerde ders kitabı olarak
okutulmuştur. Çünkü Atatürk imansız ve İslamsız bir milletin ayakta kalamayacağını ve hele maneviyatsız bir
askerin düşmanla savaşamayacağını, vatanını ve halkını hakkıyla savunamayacağını bilecek kadar akıllı,
inançlı ve şuurludur.
Ahmaklık; Çelişkilerin Farkına Varmamaktır!
AKP’nin 4+4+4 diye gündeme getirdiği ve haftalarca kamuoyunu meşgul ettiği, yeni eğitim
sistemi tartışmasıyla, asıl amaç:
1. Sözde “İmam – Hatiplerin orta kısmını açacağız” bahanesiyle, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
dersini mecburi olmaktan çıkarmak
2. İleride Özerk Kürdistan’ın resmi eğitim dili yapılmasına yasal zemin hazırlamak üzere
“Kürtçeyi seçmeli ders” olarak okutmaya başlamak
3. “Dindar AKP’ye karşı, kindar CHP’nin laiklik kavgası” ile toplum oyalanırken, BOP
çerçevesinde Irak ve Libya gibi parçalanmaya hazırlanan Suriye müdahalesini meşrulaştırmak.
4. BDP’lilerin ve Suriyeli muhaliflerin itiraf ettikleri üzere, Suriye’de bir Kürdistan bölgesi
oluşturmak.
5. Ve nihayet, Barzani’nin açıkladığı gibi, Türkiye’de de federatif Kürdistan’ı kurduktan sonra;
Suriye, Irak, İran ve Türkiye parçalarını birleştirip BÜYÜK Kürdistan hedefine ulaşmaktır.
İnsana verilen AKIL; “şunlar doğru ise şunlar da doğrudur, bunlar yanlış ise bunlar da yanlıştır”
şeklinde bir mukayese ve muhakeme (karşılaştırma ve uygun karar alma) hassasıdır. İyilikle kötülükleri,
adaletle zulümleri, yararlı şeylerle zarar verenleri, güzellikle çirkinlikleri birbirinden ayıramayan, temyiz ve
doğru tercih yeteneği bulunmayan insan, Kur’an’a göre aynı hayvan ayarındadır.
Her şeye rağmen tarihi hesaplaşma kaçınılmazdır ve bu sefer tarihi kötüler değil,
iyiler yazacaktır. Aziz Hocamız’ın: “ya dünyaya hükmedeceksiniz veya bir kasabayı bile
değiştiremezsiniz.” Vasiyeti yerini alacak ve Adil Düzen mutlaka kurulacaktır.
247
AHMET AKGÜL KİMDİR?
Önsöz: Kuklaların Atışması, Hükümet Cemaat Çatışması ..................................................... ..4
Milli Çözüm Ekibinin Kafa Yapısı ve Bilgi Kaynağı
Ayetlerle Döneklik Siyaseti ve İsrail’in Türkiye Stratejisi .................................................…..18
Cemaat-Hükümet Kavgası: Rabb Rızası mı, Rant Hesabı mı? ............................................31
Fetullah Gülen’in Yahudi Aşkı ve Sn. Recep Erdoğan’ın Şaşkınlığı .....................................38
 AKP'nin ve Cemaatin Ortak Tahribatları ve Gezi Kışkırtmalarının Perde Arkası
 Diyarbakır Buluşması ve Hükümet-Cemaat Kapışması .................................................... 45
 Erdoğan’a İnanmak, Amerika’ya Aldanmaktır! ........................................................... 52
 Gezi Kışkırtmaları ve Erdoğan'ın Palavraları! .......................................................... 57
 Gezicilerin Haltı, AKP’nin Rantı! ................................................................................... 66
 Cemaat ve İktidarın Ortak Tahribatları .......................................................................... 74
 Fetullah Hoca Niye Erdoğan’a Hakaret Yağdırmıştı? ............................................................. 82
Suriye Tuzağı ve Hükümet-Cemaat Kapışması: “Tencere Dibin Kara, Seninki Zift Katran!” ..... 88
 AKP Dağıtılacak; CHP+Cemaat Koalisyonu mu Kurulacaktı? .......................................... 93
ABD’nin Mısır Üzerinden Türkiye Mesajları Recep Bey’in ve Gülen’in Son Çırpınışları ...... 101
 Darbeler mi, Yoksa “Demokrasi Derebeyliği” mi Daha Tahripkârdı? ............................... 108
 “Siyonizm’in; Öcalan’la da, Erdoğan’la da İşi Tamamlanmıştı!” .................................... 124
 AKP ve Cemaatle İlgili Tenkitlerimiz Milli ve Manevi Mesuliyetimiz İcabıdır ................. 131
 Abdülhamit, Mustafa Kemal ve Erbakan'ın Milli Tavırları
 Cemaat’ın Çılkı, Erdoğan'ın Çarkı, Erbakan'ın Farkı ................................................. 141
 IMF Palavrasının Aslı: Erbakan Yaptı, Erdoğan Sattı! .......................................... .147
Rahmetli Erbakan'ı Önlemek İçin, Diğer İslamcı Hareketlerin Desteklenip Öne Çıkarılması... 154
 Açılım Senaryolarına Erbakan’ı Bulaştırma Sahtekârlığı ............................................ 161
 Abdülhamit, Atatürk ve Erbakan’ın Ortak Tarafları ve Ilımlı İslamcıların Çifte Standardı... 168
 Atatürkçülük ve Milli Görüşçülük Çok mu Aykırı? .......................................................... 179
 Milli Mücadelenin ve Milli Görüşün Ortak Amacı ........................................................... 192
 İslam Düşünceli, Müspet Milliyetçi ve Erbakan Takipçisi Olmak ................................... 201
 Milli, Görüş'ün Marazlı Takımı ve Erbakan'ın Tarihi Atılımları
 Başbakan’ın Tutarsızlıkları ve İslam Süfyanı ................................................................... 209
 Erbakan Devrimi Devam Ediyor: Tarihi Devran Yakındır! ............................................ 215
 Siyonizmin Son Çırpınışları ve Erbakan Korkuları
 Soner Yalçın'ın "ERBAKAN" Kitabı: İltifat Kılıflı İftiraları ............................................. 223
 Türkiye'nin Son Şansı ve Erbakan'ın Memleket Sevdası ............................................... ..232
 Sonsöz: Suriye'nin Karıştırılması ve Büyük Hesaplaşmanın Yaklaşması ............................ 238
 Ahmet Akgül ve Kitapları .................................................................................................. ..247
248
ARKAZ KAPAK YAZISI
“Din istismarı yapanlar ve dünyalık kazanmak için kutsalını pazarlayanlar; parasıyla fuhuş yapan kadınlardan ve karısını-kızını satanlardan daha aşağı ve bayağı mahluklardır. Açıkca Dine ve İlahi düzene düşmanlık yapanlar ise, insan suretli şeytanlardır”
Hz. İsa (AS)
(Barnabas İncilinden)
Okumayan cahil, anlamayan gafil, öğrenip uygulayan ise kâmil insandır. Doğruları ve yararlı olanları yazanlar ve yayınlayanlar, toplumun olgunlaşmasına ve onurlu yaşamasına
en önemli katkıyı sunmaktadır.
 


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...