Skopzen Tarikatı
1772'de Tula'da A. Ivanova "Tanrı'nın Anası" ve Blochin "1832 İsa" tarafından kurulan Rus tarikatı. Öğretilerine göre Adem ve Havva, cinsel organları olmadan yaratılmışlardır. İlk Günah'ın gerçekleşmesinden sonra, Adem, elmanın 2 yarısından kendi testislerini ve Havva da göğüslerini oluşturmuştur. Erkekler evlenip 3 çocuk yaptıktan sonra günahlarının izlerini ortadan kaldırmak için hadım olmak zorundadırlar. Blochin, daha sonraları kendisine Kondrati Selinov adını verip 2. Katharina'nın katillerinin elinden kurtulan, Çar 2. Peter olduğunu ortaya atmıştır. Rusya ve Balkanların ücra köşelerinde, bugün dahi var olduğu söylenen skopzenler, Blochin'in tekrar doğacağına ve Hıristiyan karşıtlarını öldüreceğine inanırlar.
Trilateral Komisyon KURULUŞU
Sinami Orhan
Doğu Strateji ve Tahlil Merkezi
KURULUŞU
Trilateral Komisyon, 1974'te kuruldu. Kurucusu, bütün Siyonist teşkilatlanmanın «mimarı» olan David Rockefeller'dir.
Bir Fransız neşriyatında bahsedildiği üzere, David Rockefeller, 1972'deki Bilderberg toplantısından sonra (Trilateral) Komisyon'a üye olarak uluslararası sermayedarları, üst seviye siyasetçileri ve ünlü Yahudileri bir araya getirmeye» başlamasıyla Trilateral Komisyon hayata geçirildi.
Trilateral Komisyon, 3 büyük "gelişmiş sanayi sahasının» siyasetçi, sermayedarlarının bir araya getirilmesinden oluşandir ki, bunlar, Kuzey Amerika (Amerika ve Kanada), Avrupa ve Japonya'dır. Trilateral Komisyon'un -kurucu- başkanlığına, Aşkenaz Yahudisi Zbigniev Brzezinski getirildi. Zbigniev Brzezinski, Amerikan siyasetini "yönlendiren" bir büyük siyonist kişiliktir.
Amerika siyasetini, 20. yüzyılın başında nasıl ki, Vilson'un eliyle Albay House yönlendirmiş ve sonra da «bayrağı» Henry Kisinger'a devretmiş ise, Brzezinski de şu anda Kisinger'in"tahtının» tek adayıdır. Rockefeller'la içlidışlı bir insandır. Vakıf'ları adına birçok çalışmada bulunmuştur.
Bu çalışmalar, tıpkı, Kisinger'ın daha «Amerikan Harp Doktrini» olarak kabul edilmeden önce yaptığı «Özel Harp» (Ayaklandırmaları Bastırma Sanatı) gibi, daha sonradan Amerikan devletinin «politikası» haline getirilmiştir. Trilateral Komisyon da işte bu şekilde, esasta Zbigniev Brzezinski'nin bir "çalışması»dır.
Trilateral Komisyon kurulmadan evvel kaleme aldığı "İki Çağ Arasında» isimli eserinde "üç bölgeli" bir "birlik"ten bahsetmekte ve bunun "faydalarını» kaleme almaktadır.
KOMİSYON'UN İLK İCRAATI: GLASNOST
Brzezinski, bu kitabında ve daha sonraki (Trilateral Komisyon Başkanı olarak yaptığı) konuşmalarda, «soğuk savaş», «demokrasi ve totaliterizm kavgası» da olarak bilinen Doğu Batı arasındaki «çatışmanın» yerini «Kuzey Güney çatışmasına» bırakacağını, bırakması gerektiğini söylemeye başlamıştır. Dedikleri, bir müddet sonra da meydana gelmeye başlamıştır.
Yahudi kökenli Loeonid Brejnev'in ölümünün ardından Sovyetlerin başına geçen ve gariptir ki, hepsi de kısa süreli iktidarları sırasında
«hastalıktan» ölüm Sekreterlerin akabinde Gorbaçov'un iktidarı başladı.
«hastalıktan» ölüm Sekreterlerin akabinde Gorbaçov'un iktidarı başladı.
1985'te Gorbaçov'un başa geçmesi,
Doğu Batı «gerginliğinin» yıkılmasının başlangıcı olduğu gibi, «Doğu Bloğu»nun da çökmeye başlamasının, komünizmin tarih sahnesinden -devlet çapında- çekilmeye başlamasının da başlangıcı oldu.
Doğu Batı «gerginliğinin» yıkılmasının başlangıcı olduğu gibi, «Doğu Bloğu»nun da çökmeye başlamasının, komünizmin tarih sahnesinden -devlet çapında- çekilmeye başlamasının da başlangıcı oldu.
Başta Amerikalıleri olmak üzere Siyonist sermayedarların kontrolünde ve desteğinde gerçekleşen Bolşevik Devrimiyle hayata doğan Sovyetler Birliği, 2. Dünya Harbine kadar devamlı Amerikalı siyonist sermayenin finansmanlarıyla ayakta kalmıştı.
Harbin sonucunda başlayan «açlık» meselesinde de yine aynı kişiler Sovyetler Birliği'ye hem gıda hem de mali yardımda bulunmaya devam etmişlerdir.
"Soğuk Savaşın» devam ettiği, dünyanın «krizlerle (!) kavrulduğu» o en hengameli günlerde bile başta Rockefeller olmak üzere Siyonistler, Sovyetler Birliğiyle mali ve iktisadi meseleleri konuşuyor, «anlaşmalar» yapıyor, «projelerini destekliyor» ve «totaliterizmin ayakta kalması» için gerekli olan herşeyi yapıyorlardı.
Öyle ki, Rockefeller'ın «adamı» ve Amerika'nın «politika üreticisi» Kisinger'ın «harb doktrinleri», sadece Amerika için değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği içinde «faydalı»ydı; özellikle«detante-yumuşama siyaseti» sayesinde Sovyetler Birliği'nin başta Doğu Avrupa olmak üzere Afrika ve Ortadoğu'da tesiri artmaya başlamıştı.
Bu "yumuşama siyaseti», Sovyetler Birliği'nin izafi güçlenmesine vesile olmuş ise de, Amerika'nın "Özel Harb" doktriniyle bütün dünya sathında yayılmasına, dünyanın her yerinde «askeri üsler» kurmasına, gözünü diktiği bölge ve ülkelerde «örtülü darbe» yaparak hakimiyet kurmasına sebep oldu.
KOMİSYON'UN KARAKTERİ: İSLAM KARŞITLIĞI
Fakat bu "siyaset"in bir handikapı mevcuttu: "Vahşi kapitalizm»den kurtulmaya çalışan insanlar «komünizm»e sarılabildikleri gibi «İslam»a da sarılabileceklerdi.
Devlet Komünizmi, neticede bir ileri aşamada "tarih sahnesinden çektirilecek" olsa da "vahşi kapitalizm»in işkencesine muhatap olan ve çareyi «İslama sarılmakta» bulanların ve tabiatıyla bu arada «siyâsî ve askeri eğitimden» geçmiş olan insanların meydana getirebilecekleri «millî kurtuluş savaşları»nın «dini harp» haline gelme «tehlikesi» ve bunların da vakit geçirmeden bastırılması ya da bastırılamaması söz konusudur.
İşte, Amerika, hakimiyet sağlamak için oluşturduğu «yeşil hattı», bu sefer «düşman» olarak kabul etmeye başlamıştır.
"Trilateral Komisyon", bu fikrin inşacıdır.
Bu "tehlike"nin önüne geçmek için yapılması gereken -Zbigniev Brzezinski'nin raporuna göre- "Doğu Batı çatışmasından ziyade, Kuzey Güney atışması»dır.
Brzezinski'nin bu sözlerine, Amerika siyaset inşacısı Kissinger'den hemen destek gelmişti.
İkisinin de sözlerini söyledikleri dönem Gorbaçov'un Sovyetler Birliği'nin başına geçtiği dönemdir.
Bir devirler (Çarlık) Yahudilerin ve masonların, ne kendilerinin ne de teşkilatlarının sınırları içine girmesine izin verilmeyen Rusya'da, Bolşevik ihtilali sonrasında da şiddetli bir anti-semitizm başlamış ve birçok Rus Yahudisi İsrail'e göç ettirilmişti.
Bu kontrollü anti semitizmden sonra ise, Kruçev ve Gromiko'nun "kontrolünde" bu siyaset terkedilmiş, hatta İsrail'i ilk tanılan ülke Sovyetler Birliği olmuştu.
Böyle bir evreden geçen Sovyetler Birliği'de şimdi başta Gorbaçov bulunmaktadır.
Sovyetler Birliği'nin iktisadi olarak iflas etmiş durumda olması ve artık «devlet komünizmi»nin tarih sahnesinden çekilmesinin gerekliliği üzerinde «birtakım yerlerde fikir birliğinin» oluşması, Sovyetler Birliği'nin «komünist» sistem olarak ayakta kalmasını engelledi.
Şurası unutulmamalı ki, eğer, «devlet komünizmi»ne Siyonistlerin ihtiyacı olsaydı, Siyonist finansörler gerekli olan iktisadi ve mali yardımları -eskisi gibi- muhakkak yaparlardı.
Fakat artık «devir değişmişti» ve bunun işareti de
David Rockefeller'ın B'NAI B'RITH TEŞKİLATI ile birlikte
Moskova'ya giderek Gorbaçov'la görüşmesinde verildi.
Ocak 1989'de B'nai B'rith Teşkilatı'nın Moskova Şubesi açıldı.
Bu ziyaret, hem bu teşkilatın, hem de Bethoin, Okowara, Giscard d'Estaing, Kissinger, Hylond ve Nakosene gibi temsilcileriyle katılan TRILATERAL KOMİSYON'un ziyaretiydi.
David Rockefeller ve Kissinger, Gorbaçov'la uzun görüşmeler yaptılar ve ardından da ünlü "Glasnost" ve "Prestroyka" açılımları geldi. Anlaşma sağlanmıştı. Anlamanın zemini de «İslam karşıtlığı» üzerine inşâ edilmişti.
Kisinger'ın, «İslâmî radikalizmin, en şiddetli biçimde Rusya'nın da çıkarlarına aykırı olduğunu ve dolayısıyla Amerikayla birlikte hareket etmesi gerektiğini» ifade eden sözleri bir «temenni» olmaktan çıkmış ve o günden bugüne Orta Asya'da, Türki Cumhuriyetlerde ve en başta Çeçenistan'da tatbik edilen siyasetlerle pratige de geçirilmiştir.
"Laik ve bölgesel federasyon ilkelerine göre kurulacak halk ve din gruplarını koruyabilecek biricik devlet Rusya'dır. Kafkasya'nın (Bağımsız Devletler Topluluğu»ndan kopması, İslam Hegomenyasının Orta Asya ve Kazakistan'a kolaylıkla girmesine ve Müslümanların yaşadığı Rusya'nın iç bölgelerine ulaşmasına yol açabilir. Bu yüzden de Rusya'nın Transkafkasya'da aktif politika izlemesi ve bütün bu bölgenin BDT'nin jeopolitik alanıyla bütünleşmesinin sağlanması Rusya'nın güvenlik ve istikrarı için öncelikli önem taşımaktadır.»
Bu sözler, "demokrasi kahramanı» ayyaş ve Yahudi Boris Yeltsin'in danışmanı Andranik Migranyan isimli birine ait; Kisinger'ın, daha doğrusu Siyonist Trilateral Komisyon'un çizgisinin tatbik edileceğinin ilanıdır bu sözler.
KOMİSYON'UN YENİ SİYASETİ: ORTODOKS CEPHESİ VE «YENİ» DÜNYA SAVAŞI
Aynı anda da bir dönemler ülkemizde de çokça söz edilen ama sonra unutulan (niye unutturuluyor, unutuluyor ayrı bir bahistir!) "Ortodoks Cephesi"nin kurulmasına yönelik faaliyetler başladı.
Bunun en bariz misali, Rusya'nın, Boşnaklara karşı «holokost» tatbik eden Sırbistan'a karşı verdiği büyük destektir.
Bu aynı zamanda Rusya'ya «rota tayini» idi.
Bugün gelinen noktada Rusya'nın önü, Doğu'da Gürcistan'da kesilmiştir ve Türki Cumhuriyetler tamamen Amerika hakimiyeti altına girmeye başlamıştır; askeri üslerin kurulmasıyla birlikte bu hakimiyetin «uzun süreli kalıcılık» anlamına geldiği açıktır.
Doğudan «tıkanan» ve hatta «sıkıştırılan» Rusya'nın gideceği yer 2 tanedir:
Birincisi, Türkiye-Anadolu, ikincisi de Doğu Avrupa...
Türkiye'de şu anda Amerika'nın TAM DESTEĞİNİ almış ve bölgedeki «İslâmî radikalizme» karşı alternatif olarak muazzam bir güven unsuru olarak görülen AKP'nin bulunması, Rusya'nın Anadolu üzerine inmesini, baskı yapmasını engellemektedir.
Fakat, eğer bu topraklar üzerinde «radikal hareketlenme» başlarsa, kontrol ABD-Siyonizm'in elinden çıkarsa, Rusya «baskısının» mukadder olacağı anlaşılmaktadır.
Bu durum da şunu göstermektedir ki, alttan İtalya, İspanya, Portekiz, Doğu'dan «genç Avrupa» denilen ülkeler (ki bunlar «Ortodoks ülkeler'dir.) ve yandan da İngiltereyle «sıkıştırılan» bir Almanyayla Rusya'nın «çatışma» ortamı hazırlanmaktadır.
KOMİSYON'UN BİR İCRAATI: IRAK HARBİ
(Irak harbi, Brzezinski ve Kissinger tarafından «teorik zemini» teşekkül ettirilmiş bir savaştır. Bu ikisi de Trilateral Komisyon üyesidirler ve "politika yapıcısı»dırlar. Bu harp, sermayedarlar ve siyasetçilerden oluşan Trilateral Komisyon'un, "Kuzey Güney çatışması» için gerekli olan bir harekatı olarak görülmelidir.)
Irak harbi esnasında aldığı tavırlardan ötürü Fransa'yı «affeden» ADB'nin Almanya'yı «unutması», bir dünya hakimiyeti için hegemonya altına almaya mecbur olduğu Avrupa'daki bu «dik başlı ülkeye» haddini bildirmesine bağlıdır.
(Buradan da şu neticeyi çıkartabiliriz:
Avrupa Birliği ütopyası bir «hayal» olarak kalacaktır uzun bir müddet; öncelikle, ileride
"DÜNYA DEVLETİ-FEDERASYONU»
haline gelinilmesini engelleyen Almanya'nın «etkisizleştirilmesi» gerekmektedir; bu haliyle, Almanya'nın ağır baskısı altındaki bir «Avrupa Federasyonu»nun kurulması
İMKANSIZDIR. tabiatıyla de muhayyel Avrupa Birliği'ne TC'nin girmesi de!.. Fakat TC'nin bu şekilde «uyutulması-yordurulması», siyâseten de gereklidur.)
Geleceğin harbi de işte bu Almanyayla kendisini «sıkıştıran güç» arasında kopartılacaktır.
İşte Trilateral Komisyon, böyle bir planın inşacısı ve tatbikçisi büyük maliyecilerin hakimiyetindeki bir teşkilattır.
Trilateral Komisyon, Bilderberg Gurubu'yla eş ama Round Table'ın altında çalışan (hepsinin üstünde B'nai B'rith Teşkilatı mevcuttur.) çok tehlikeli bir teşkilattır.
Üyelerinin hemen hepsi, ya CFR'li ya da Bilderberg Gruplu veyahut ikisine de birden üye olanlardan oluşandir.
Kontrol tamamen David Rockefeller'ın elindedir.
Trilateral Komisyon'un ülkemizdeki "şubesi», eskiden M. Nuri Birgi iken sonra bu "bayrak" Selahattin Beyazıt'a ve Round Tableyle ilişkileri açık olduğu için tahminen Garih-Alaton Ailelerine geçmiştir.
TRILATERAL KOMİSYON'UN HALİ HAZIRDAKİ KUZEY AMERİKA ÜYELERİ
(İsimlerin karşısındaki ilk unvan Trilateral Komisyondaki, ikinci unvan ise hangi şirkette/bakanlıkta/vakıfta/komitede görevli olduğunu göstermektedir.
Ocak 2003'teki listedir.)
Ocak 2003'teki listedir.)
ALLAN E. GOTLIEB, Eski Kanada Büyükelçisi
ALLEN ANDREAS, İdari Başkan, Archer Daniels Midland Şirketi
ANDRE DESMARAIS, Umumi Başkan, Power Corp. of Canada, Montreal
ARTHUR RYAN, İdari Başkan, Prudential Insurance Şirketi
C. FRED BERGSTEN, Eski Amerika Hazine Bakanlığı Üyesi
C. J. SILAS, Eski İdari Başkan, Phillips Petroleum Şirketi
C. MICHAEL ARMSTRONG, İdari Başkan, AT&T
CARLA A. HILLS, Eski U.S. Amerika Ticeret Bakanlığı Eski Yöneticisi
CHARLES B. RANGEL, Amerika Temsilciler Meclisi Üyesi
CHARLES S. ROBB, Senator
CONRAD M. BLACK, İdari Başkan, Hollinger Endüstri Şirketi, Toronto
DAVID R. GERGEN, Clinton devrinde "Olağanüstü Danışmanlık Kurulu Başkanı»
DAVID ROCKEFELLER, The Devil Incarnate/Şeytanın Ta Kendisi
DENNIS D. DAMMERMAN, 2. İdari Başkan, General Electric Corp.
DERYCK C. MAUGHAN, 2. İdari Başkan, Citigroup; Eski İdari Başkan, Salomon Brothers.
DIANNE FEINSTEIN, Amerika Kaliforniya Senatörü
E. GERALD CORRIGAN, Eski Umumi Başkan, Federal Reserve Bankası.
E. PETER LOUGHEED, Eski "Premier of Alberta"
EUAN BAIRD, İdari Başkan, Schlumberger Ltd. Şti.
FRANKLIN RAINES, İdari Başkan, Fed. Natl. Mortgage Association
G. RICHARD THOMAN, Umumi Başkan, Xerox Corp.
GEORGE R. RUSSELL, İdari Başkan, Frank Russell Şirketi
GEORGE SOROS, İdari Başkan, Soros Fund Management.
GERALD LEVEN, İdari Başkan, Time Warner Basın Tröstü
GERHARD CASPER, Umumi Başkan, Stanford University
GLENN E. WATTS, Umumi Başkan Emeritus, Communications Workers of America
GORDON SMITH, Dir, Ctr. for Global Studies, Univ. of British Columbia;
İdari Başkan, Int'l Devel. Research Ctr;
Eski Deputy Minister of Foreign Affairs, Canada; Personal Representative of Prime Minister for the Econ. Zirvede!..
İdari Başkan, Int'l Devel. Research Ctr;
Eski Deputy Minister of Foreign Affairs, Canada; Personal Representative of Prime Minister for the Econ. Zirvede!..
H. HARRISON MCCAIN, İdari Başkan, McCain Foods Ltd, Toronto
HAROLD BROWN, Eski Amerika Savunma Bakanlığı Üyesi
HENRY A. KISSINGER . İsmi yeter!.
HENRY A. MCKINNELL, Umumi Başkan, Pfizer Inc.
HENRY B. SCHACHT, Eski İdari Başkan, Lucent Technologies
HENRY WENDT, Eski İdari Başkan, SmithKline Beecham
HUGH L. MCCOLL, İdari Başkan, BankAmerica Corp.
JAMES A. JOHNSON,
JAMES A. PATTISON, İdari Başkan, Jim Pattison Group, Vancouver
JAMES R. HOUGHTON, Eski İdari Başkan, Corning Inc.
JAY MAZUR, Umumi Başkan, Union of Needletrades,
Industrial and Textile Employees (UNITE), AFL-CIO, CLC
Industrial and Textile Employees (UNITE), AFL-CIO, CLC
JEFFREY E. EPSTEIN, Umumi Başkan, J. Epstein & Şirketi
JESSICA TUCHMAN MATHEWS, Umumi Başkan, Carnegie Vakfı
JESSICA P. EINHORN, Eski Dünya Bankası Yöneticisi
JIM LEACH, Amerika Temsilciler Meclisi Üyesi. Adı «Whitewater Scandal»ına karışmıştır.
JOHN A. GEORGES, Eski İdari Başkan
JOHN D. ROCKEFELLER IV, Senatör, Yukarıdakinin kardeşi.
JOHN H. BRYAN, İdari Başkan, Sara Lee Corp.
JOHN M. DEUTCH, MIT'de Kimya Profesörü, Eski CIA İdare Üyesi
JOSEPH S. NYE, Amerika Savunma Bakanlığı Eski Yöneticisi
KENNETH L. LAY, İdari Başkan, Enron Şirketi.(Geçtiğimiz yıl büyük gürültü ile batan şirket.)
KURT L. SCHMOKE, Eski Mayor of Baltimore, Maryland
L. R. WILSON, İdari Başkan, BCE Inc, Montreal
L. YVES FORTIER, Amerika eski Kanada Büyükelçisi, Birleşmiş Milletler Elçisi.
LAURA D'ANDREA TYSON, Eski İdari Başkan. Umumi Başkan Council of Econ. Danışmanlardan.
LEE H. HAMILTON, Woodrow Wilson Derneği Yöneticisi
LEE R. RAYMOND, İdari Başkan, Exxon Corp.
LESLIE GELB, CFR Umumi Başkan
LOUIS 5. GERSTNER, IBM İdari Başkan
LUCIO A. NOTO, İdari Başkan, Mobil Corp.
MARTIN S. FELDSTEIN, Eski İdari Başkan. Umumi Başkan, İktisadi Danışma Komitesi
MAURICE R. GREENBERG, İdari Başkan, American International Group
MICHAEL ARMACOST, Umumi Başkan, Brookings Enstitüsü.
MICHAEL E.J. PHILLIPS, İdari Başkan, Westcoast Energy, Vancouver
MICHEL OKSENBERG, Kurmay Üye. Amerika Milli Güvenlik Komitesi Üyesi.
MORTIMER ZUCKERMAN, İdari Başkan, U.S. News and World Report
PAUL A. VOLCKER, Eski İdari Başkan, Federal Reserve Bankası
PAUL D. WOLFOWITZ, Amerika Savunma Bakanı Yardımcısı
PAULA DOBRINSKI, CFR 2. Umumi Başkan
PETER C. DOBELL, Milletvekilleri Merkezi Kurucu Yöneticisi, Ottawa
PETER C. GODSOE, İdari Başkan, Nova Scotia Bankası
RAYMOND G.H. SEITZ, 2. İdari Başkan Europe, Lehman Brothers
RICHARD B. CHENEY, Eski Amerika Savunma Bakanlığı Üyesi
RICHARD B. FISHER, İdari Başkan, Exec. Committee, Morgan Stanley Maliye Şirketi Yöneticisi
RICHARD HAASS, Harici Siyaset Kurumu, Brookings Derneği
RICHARD N. COOPER, Eski U.S. Undersec. of State
RICHARD N. GARDNER, Amerika Eski İspanya ve İtalya Büyükelçisi
RILEY P. BECHTEL, İdari Başkan, Bechtel Group
ROBERT B. ZOELLICK, Eski Amerika Undersecretary of State
ROBERT D. HAAS, İdari Başkan, Levi Strauss
ROBERT N. WILSON, 2. İdari Başkan, Johnson & Johnson
RONALD D. SOUTHERN, İdari Başkan, Canadian Utilities Ltd, Edmonton
SANDRA FELDMAN, Umumi Başkan, Amerikalı Öğdetmenler Federasyonu.
STANLEY FISCHER, IMF Yöneticisi
STEPHEN FRIEDMAN, Eski İdari Başkan, Goldman Sachs
SUSAN 5. BERRESFORD, Umumi Başkan, Ford Vakfı
THOMAS G. LEBRECQUE, İdari Başkan, (Rockefeller's) Chase Manhattan Bank, Beynelmilel Danışmanlık Komitesi Üyesi.
WENDY K. DOBSON, Eski Maliye Bakanlığı Üyesi, Canada
WHITNEY MACMILLAN, Eski İdari Başkan, Cargill Şti.
WILLIAM 5. ROTH, Senator
WILLIAM C. GRAHAM, Kanada Parlamentosu Üyesi
WILLIAM H. GRAY, Umumi Başkan, United Negro College Vakfı
WILLIAM J. PERRY, Amerika Savunma Bakanlığı Yöneticisi
WILLIAM MCDONOUGH, Umumi Başkan, Federal Reserve Bankası N.Y.
WILLIAM T. COLEMAN, Eski U.S. Sec. of Transportation
WILLIAM T. ESREY, İdari Başkan, Sprint Corp.
WILSON H. TAYLOR, İdari Başkan, CIGNA
WINSTON LORD, Amerika Çin Eski Büyükelçisi
ZBIGNIEW BRZEZINSKI, Trilateral Commission Kurucusu
TİRİLATERAL KOMİSYON'UN DAHA EVVELKİ BAZI ÜYELERİ
ALAN GREENSPAN, İdari Başkan, Federal Reserve Bankası
BILL CLINTON, Eski Amerika Başkanı
BRUCE BABBITT, Amerika Orta Amerika Bakanlığı Üyesi
DONNA E. SHALALA, Eski Amerika İnsan Hakları Eski Sekreteri
RICHARD HOLBROOKE, Amerika Savunma Bakanlığı Danışmanı
ROY MACLAREN, Kanada Yüksek Komiseri, London
STEPHEN W. BOSWORTH, Güney Kore Büyükelçisi
STROBE TALBOTT, Amerika Devlet Bakanlığı Eski Yöneticisi
THOMAS FOLEY, Eski Yönetici, Amerika Temsilciler Meclisi
WILLIAM S. COHEN, Amerika Savunma Bakanlığı Yöneticisi
Siyonizm ve Tarihsel Kökenleri
Siyonizm din dışı bir ideolojidir ve zaten onu zararlı, tehlikeli, yıkıcı hale getiren asıl neden de budur. Ancak Siyonizmin bir de Yahudi inançları içinde yer alan bazı kaynakları, öncülleri vardır. Bu yazımızda Tevrat'ın nasıl tahrif edildiğini, Siyonist ideolojinini mistik boyutunu,
Siyonizmin tarihsel ve siyâsî kökenlerini inceleyeceğiz.
Yahudilik İlahi bir dindir. Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği Tevrat'a dayanır. Ancak, Yahudi tarihi içinde sık sık bu İlahi temelden sapmalar olmuştur. Bu sapmalar doğrudan dinden uzaklaşma şeklinde olduğu gibi, dinî dejenere etme şeklinde de yaşanmıştır. Bu ikinci sapmanın en belirgin şekli, Yahudilik içinde, son derece kibirli, katı ve Yahudi olmayan insanlara karşı husumet dolu bir eğilimin gelişmesidir.
İlginçtir ki elimizdeki Yeni Ahit'in (İncil'in) içinde, Yahudilerin bu dinî görünüşlü sapmasını eleştiren önemli pasajlar vardır.
Hz. İsa'nın ağzından aktarılan bu İncil pasajlarında, Yahudi toplumuna önderlik eden din adamlarından bazılarının çok kibirli, katı ve yabancılara düşman oldukları anlatılır ve samimi dindar Yahudiler bunlara karşı uyarılır.
Siyonizm din dışı bir ideolojidir ve zaten onu zararlı, tehlikeli, yıkıcı hale getiren asıl neden de budur. Ancak Siyonizmin bir de Yahudi inançları içinde yer alan bazı kaynakları, öncülleri vardır. Bu yazımızda Tevrat'ın nasıl tahrif edildiğini, Siyonist ideolojinini mistik boyutunu,
Siyonizmin tarihsel ve siyâsî kökenlerini inceleyeceğiz.
Yahudilik İlahi bir dindir. Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği Tevrat'a dayanır. Ancak, Yahudi tarihi içinde sık sık bu İlahi temelden sapmalar olmuştur. Bu sapmalar doğrudan dinden uzaklaşma şeklinde olduğu gibi, dinî dejenere etme şeklinde de yaşanmıştır. Bu ikinci sapmanın en belirgin şekli, Yahudilik içinde, son derece kibirli, katı ve Yahudi olmayan insanlara karşı husumet dolu bir eğilimin gelişmesidir.
İlginçtir ki elimizdeki Yeni Ahit'in (İncil'in) içinde, Yahudilerin bu dinî görünüşlü sapmasını eleştiren önemli pasajlar vardır.
Hz. İsa'nın ağzından aktarılan bu İncil pasajlarında, Yahudi toplumuna önderlik eden din adamlarından bazılarının çok kibirli, katı ve yabancılara düşman oldukları anlatılır ve samimi dindar Yahudiler bunlara karşı uyarılır.
SİYONİZMİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI
İşte bugün Siyonizm dediğimiz ve gerçekte din dışı olan ideolojinin temeli "katı kalpli", kibirli Yahudi tavrıdır. Bu tavra sahip olan Yahudiler, dine karşı temelde gösteriş amaçlı bir bağlılık göstermiş ve koyu bir bağnazlık geliştirmişlerdir.
Bu durum, Yahudilerin bir kısmının tarih boyunca Allah'ın kendilerine gönderdiği peygamberlere karşı tutumlarında da belirleyici rol oynamıştır. Batıl inançlarından kopmak istemeyen bazı Yahudiler, peygamberlere itaat etmekten ve hak dine uymaktan şiddetle kaçındıkları gibi, peygamberler ve iman edenler aleyhinde de türlü tuzaklar kurmuşlardır. Allah Kurân'da şöyle bildirmiştir:
"Andolsun, Biz İsrailoğullarından kesin söz almış (misak) ve onlara elçiler göndermiştik. Onlara ne zaman nefislerinin hoşuna gitmeyen bir şeyle bir elçi geldiyse, bir bölümünü yalanladılar, bir bölümünü de öldürdüler." (Maide Sûresi, 70)
Elçilerin kendilerine tebliğ ettikleri hak din çoğu zaman bu kimselerin çıkarlarıyla çatışmış, bu nedenle peygamberleri öldürmeye dahi yeltenmişlerdir.
Bu artniyetli kimselerin en belirgin özelliklerinden birisi de bir şekilde hak dinî dejenere etmiş olmalarıdır. Bunun bazı örnekleri Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat'ta görülür. Tevrat, Allah'ın Hz. Musa'ya vahyetmiş olduğu kutsal bir kitaptır, ancak sonradan tahrif edilmiştir. Allah Hz. Musa'ya toplumunu doğruya yöneltmesi, onlara Kendi emirlerini bildirmesi için Tevrat'ı indirmiştir. Allah Kurân'da "Gerçek şu ki, Biz Tevrat'ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik..." (Maide Sûresi, 44) şeklinde buyurur. Hz. Musa ve onun ardından gelenler, insanlar arasında Tevrat ile hükmetmiştir.
TEVRAT NASIL TAHRİF EDİLDİ?
Ne var ki, Hz. Musa'nın ölümünün ardından, inkarda direnen bir kısım Yahudiler Tevrat'ı değiştirip bozmuşlar ve ortaya bugün Eski Ahit olarak adlandırılan Tahrip edilen Tevrat çıkmıştır. Tahrip edilen Tevrat incelendiğinde içinde Allah'ın birliği, Allah korkusu, adil olmak, tevazulu davranmak, hırsızlık yapmamak, zinadan sakınmak, hile yapmamak, masum insanların canına kastetmemek gibi hak dinin izlerini taşıyan pek çok hükümle karşılaşılacaktır. Öte yandan, yine aynı kitabın içinde dejenere olduğu açıkça anlaşılan pek çok batıl efsane ve hüküm de yer almaktadır. Söz konusu efsaneler ve hükümler incelendiğinde ise ortaya çarpıcı bir gerçek çıkar: Bunlar Yahudi halkının çoğunlukla pagan kültürlerden etkilenerek kapıldıkları yanılgılardır. Ve Yahudiler içinde paganizme bağlı kalmakta direnen bir grup insan tarafından nesilden nesile aktarılarak neredeyse ilk haliyle muhafaza edilmiştir.
Bu durum, Yahudiliğin ana unsurlarının nesiller boyunca aktarılan efsaneler, mitolojik kavramlar, egzotik sembollerden oluşan bir felsefe haline gelmesine sebep olmuştur.
Gerçekten de mitolojik kavramlar ve semboller, özellikle eski Mısır efsaneleri ve bu efsanelerde yer alan sözde kutsal kavramlar, Yahudi felsefesinde önemli bir yer tutar. Yahudi felsefesinin temel taşlarını ise Kabala ve Talmud oluşturur.
TALMUD'UN YAHUDİ OLMAYANLARA KARŞI KÖRÜKLEDİĞİ NEFRET
Yahudilerin hayatında geleneklerin yeri büyüktür. Bir Yahudi dinî sorumluluklarının ne olduğunu, kimle evlenebileceğini, kime karşı nasıl tavır takınacağını, nelerin yasak nelerin yasak olmadığını 'Halakha' adı verilen dinî kaynaktan öğrenir. "Yahudi şeriatı"nın temel kaynağı olan Halakha, hahamların "Bir Yahudi nasıl yaşamalı?" sorusunun cevabını en ayrıntılı biçimde vermek için hazırladıkları ve yüzyıllardır yeni eklemelerle genişlemiş yazılı bir dinî kaynaktır. Klasik Yahudiliğe göre, bir Yahudi günlük hayatını nasıl geçirmesi gerektiğini öğrenmek için Tahrip edilen Tevrat'a ya da Eski Ahit'in öteki kitaplarına bakmamalıdır. Bunların, sıradan insanlar tarafından anlaşılamayacakları düşünülür. Bunların anlamını sadece hahamların kavrabildiğine ve Yahudi toplumunun da dinî onlardan öğreneceğine inanılır. Halakha, hahamların Yahudi toplumuna verdiği bu eğitimin toplandığı kaynaktır. Halakha'nın en önemli kaynağı ise, 'Talmud' adı verilen çok ciltli bir kitaptır.
Talmud'un pek çok pasajında, Tahrip edilen Tevrat'ta yer alan ve hak dinin etkilerini taşıyan açıklamalar göz ardı edilir ve başta belirttiğimiz gibi kibirli ve katı kalpli bir tutuculuk emredilir. Allah'ın emrettiği ahlâk ile hiçbir şekilde bağdaşmayan saldırgan, bencil ve ırkçı bir modelin telkini yapılır. Tarihte çeşitli radikal Yahudi fraksiyonların ve günümüzde de Siyonist ideolojinin söylemlerinde göze çarpan kinin, öfkenin ve çatışmacılığın kökeninde Talmud'un "katı kalpli" öğretilerinin etkisi vardır.
Bugün liberal görüşü benimseyen pek çok Yahudi tarihçi ve akademisyen de İsrail'in şovenist uygulamalarının söz konusu katı Yahudi ideolojisinden kaynak bulduğunu ifade etmektedirler. Ünlü İsrailli akademisyen Israel Shahak bu gerçeğe dikkat çeken önemli isimlerdendir. Shahak, kimi Yahudilerin Tevrat'ı tamamen göz ardı edişlerini şu sözleriyle ifade etmektedir:
«En radikal Yahudiler, kutsal kitabın büyük bir bölümüne kayıtsızdırlar ve kalan bazı bölümleri konusunda da, anlamları çarpıtılmış tefsirler aracılığıyla fikir sahibirdirler.»
Talmud'un öngördüğü 'ideal Yahudi' modeli kısaca incelendiğinde, kastedilen daha net anlaşılacaktır.
Talmud'un büyük bölümü, -hak dinde temel kavramlar olan uzlaşma, anlayış, sevgi, merhamet gibi kavramların tam tersine- Yahudi-olmayanlara karşı kin beslemeyi ve imkan buldukça da bu kini eyleme dönüştürmeyi emretmektedir.
Öncelikle, diğer iki İlahi dine karşı son derece saldırgan bir tutum göze çarpar. Talmud yazarlarının tüm yeryüzünde en çok karşı oldukları insan Hz. İsa'dır. Oysa Hz. İsa, Allah'ın seçtiği ve dinî insanlara tebliğ etmesi için gönderdiği mübârek bir insandır. İman edenler Allah'ın gönderdiği tüm elçilere gönülden itaat ederler ve onlara derin bir saygı duyar, içli bir sevgiyle elçileri severler. Talmud'a göre ise, Yahudiler ellerine geçen İncil'leri, eğer şartlar uygunsa, yakmakla yükümlüdürler.
SİYONİZMİN KÖKENİ IRKÇILIKTIR
Talmud'un Yahudi-olmayanlar hakkında verdiği diğer bazı ilginç hükümler şöyledir:
Bir Yahudi bir mezarlığın yanından geçerken, eğer o yer bir Yahudi mezarlığı ise orada yatanları takdis eden kısa bir dua okumalı, ancak mezarlık Yahudi-olmayanlara ait ise orada yatanların annelerine lanet etmelidir. Talmud kaynaklı bir başka geleneğe göre de, dindar bir Yahudi, bir kilise ya da Hz. İsa tasviri gördüğünde 3 kere yere tükürmekle yükümlüdür.
Talmud yazarlarının en bilinenlerinden olan Maimonides, bir Yahudi-olmayanın hayatının kurtarılması konusunda da sapkın hükümler vermiştir. Bu hükümlerin biri şöyledir:
Kendileriyle savaş halinde olmadığımız Yahudi-olmayanlara gelince, ölümlerine doğrudan sebebiyet vermek yanlıştır, fakat eğer ölüm anındaysalar onların hayatlarını kurtarmak yasaklanmıştır. Örneğin bir Yahudi-olmayanın denize düştüğü görülürse, boğulmaktan kurtarılmamalıdır.
Maimonides'e göre, bir Yahudi doktorun bir Yahudi-olmayanı iyileştirmesi de, karşılığında para kazanılsa dahi, yasaktır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir noktaya değinir: "Eğer Yahudi bir doktorun bir Yahudi-olmayanı iyileştirmekten kaçınması, Yahudiler'e karşı toplumsal bir tepki gelişmesine sebep olacaksa, o halde yasak ortadan kalkar ve hastanın iyileştirilmesi gerekir."
TALMUD'A GÖRE TÜRKLER MAYMUNA BENZİYOR
Talmud'un en büyük yazarlarından biri olan Maimonides'in ırkçı fikirleri de oldukça ilginçtir. Bir yerde şöyle yazar:
Türklerin bir kısmı ve kuzeydeki göçebeler ve zenciler ve güneydeki göçebeler ve bizim coğrafyamızda yaşayıp da onlara benzeyenler; bunların tabiatı daha çok düşük sesli bazı hayvanların tabiatına benzer. Benim düşünceme göre, bunlar insan seviyesinde değildirler. Seviyeleri bir insan ile bir maymunun seviyeleri arasında bir yerdedir. Çünkü görünüşleri maymundan daha çok insana benzemektedir.
Haham Sofer, Responsum adlı Talmudik çalışmasında, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Müslümanlar ve Hıristiyanlar hakkında ilginç yorumlar yapar. Bu sapkın yorumlara göre, bu insanlar, "başka ilahlara tapan putperestlerdir ve dolayısıyla dolaylı yoldan öldürülmeleri doğrudur". Dahası, Sofer bu iki grubu, Eski Ahit'te adı geçen Amalek kabilesine benzetir. Eski Ahit'te Amalekler hakkında verilen hüküm ise şöyledir:
Orduların Rabbi şöyle diyor: Amalek'in İsrail'e yaptığını, Mısır'dan çıktığı zaman yolda ona karşı nasıl durduğunu arayacağım. Şimdi git, Amaleki vur ve onların herşeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme ve erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür.
Günümüzde de pek çok radikal İsrail'inin Filistin halkını Amalek kabilesi olarak değerlendiriyor olmaları kuşkusuz dikkat çekici bir durumdur.
Talmud'un cinsel suçlar (zina) hakkında verdiği hükümler de ilginçtir. Eğer bir Yahudi erkek bir Yahudi kadınla evlilik dışı bir cinsel ilişkiye girerse, her ikisinin de öldürülmesi gerekir. Oysa eğer kadın bir Yahudi-olmayan ise, bu kez erkek sadece dayak yer; kadın ise yine ölüm cezasına çarptırılır. Aynı hüküm, Yahudi bir erkeğin Yahudi-olmayan bir kadına tecavüz etmesi durumunda da geçerlidir. Bunun arkasında yatan mantık ise, Yahudi-olmayan kadının her durumda "baştan çıkarıcı" sayılmasıdır. Kadın, "bir Yahudiyi günaha sokmuş" olduğu için ne olursa olsun birinci dereceden suçlu sayılmaktadır.10 Gerçekten de Maimonides, Yahudi-olmayan tüm kadınlar için "N.Sh.G.Z." kısaltmasını kullanır.
Bunlar, İbranice'deki "niddah, shifhah, goyah, zonah" kelimelerinin baş harfleridir. Kelimelerin anlamı ise şudur:
"Kirli, köle, Yahudi-olmayan, fahişe".
Bu saydıklarımız, Talmud'un Yahudi-olmayanlara yönelik düşmanca hükümlerine yalnızca bir kaç örnektir. Yahudi geleneğinin bu geleneksel "şeriat kitabı" araştırıldığında, buna benzer daha pek çok hükme rastlamak mümkündür. Ancak bu bir kaç örnek bile, Yahudi ideolojisinin içeriği hakkında fikir sahibi olmak için yeterlidir.
Dikkat edilirse, bu hükümlerin bir kısmı Tahrip edilen Tevrat ve Eski Ahit'in belli bölümleriyle dahi çelişkilidir. Bunun nedeni, Yahudi ideolojisinin, Tahrip edilen Tevrat'ın ve Eski Ahit'in diğer kitaplarının hükümlerini de kendi düşüncesine göre yorumlayıp çarpıtmakta bir sakınca görmemesidir. Örneğin Hz. Musa'ya verilen "On Emir"den sekizincisi olan"Çalmayacaksın" (Çıkış, 20:15) hükmü, "bir Yahudiyi çalmamak" (yani kaçırmamak ya da rehin almamak) konusunda konulmuş bir yasak olarak açıklanır. Hükmün mal değil de insan"çalmak" şeklinde yorumlanmasının nedeni, "On Emir"in yalnızca ölümcül suçları içerdiğine dair Talmud yazarlarınca yapılmış bir kabuldür. Öte yandan, Yahudi-olmayanların rehin alınması zaten Talmud tarafından izin verilen bir eylemdir.
"Kardeşini kendin gibi seveceksin" (Levililer, 19:11) hükmünün yorumlanması da aynı şekildedir; "kardeşler" yalnızca Yahudilerdir. Gerçekten de bir Yahudi genel olarak Talmud tarafından bir Yahudi-olmayanın hayatını kurtarmaktan alıkonur, açıklaması da şöyle yapılır; "çünkü o senin kardeşin değildir".
SİYONİST İDEOLOJİNİN MİSTİK BOYUTU: KABALA
Yahudilik'te meydana getirilen dejenerasyonun "yasa" yönünü Talmud'da görmek mümkünken, mistik yöndeki dejenerasyonu da Kabala'da görmek mümkündür.
Kabala İbranice'de 'gelenek' anlamına gelir. Yahudi ruhbanlarınınyüzyıllar boyunca birbirlerine aktardıkları ve Eski Ahit'in gizli anlamlarıyla ilgilenen bir tür okültizm ve mistisizm yöntemidir. Kara büyü ile yakından ilişkili olan Kabala, Yahudi felsefesinden derinden etkilenen masonluk gibi pek çok örgüt ve tarikat tarafından da benimsenmiştir.
Kabala, özellikle Ortaçağ'dan başlayarak 17. yüzyılın sonuna kadar devam eden süreç içinde çok gündemdeydi ve dönemin toplumları üzerinde büyük etkisi vardı. Bu dönemde, Hıristiyan toplumu içinde de bazı gruplar Kabalayla yakından ilgilenmişlerdir. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, Kabala'nın içinde saklı olduğuna inanılan sırlar ve mistik öğretilerdir.
Yahudiler, Kabala'da saklı olan ilmin ancak çok az insan tarafından kavranabileceğine inanırlar. Eski Ahit'te pek çok insanın farkına varamayacağı ya da anlayamayacağı sırların, Kabala'ya vakıf olan kişi tarafından çözüleceği düşünülür. Kabala metinleri, bilinen kitaplardan farklı olarak, çok az kimsenin anlayabileceği şekilde yazılmıştır. Kitapta anlamsız gibi görünen çok sayıda sembol vardır. Bazı metinlerde yazı kimsenin anlayamaması için şifrelenmiştir. Bu yüzden Kabala'yı tamamen anlamak mümkün değildir. Gerçek anlamını Yahudi olmayanın (ve Yahudilerin büyük bir kısmının da) tam bilmediği Kabala, ancak hakkında yazılmış olan kitaplarla tanınabilir.
Bu konudaki sorun ise şudur: Aslında Kabala, Yahudilik dışı bir kaynaktan, Eski Mısır'ın ve Mezopotamya'nın bazı putperest toplumlarının pagan öğretilerinden kaynak bulmaktadır. Bu öğretilerin temel bir unsuru olan "büyü", bu nedenle Kabala'nın da önemli bir parçasıdır.
Kabalist öğreti, evrendeki metafizik dengeler, şeytânî güçler ve bilinçaltı dünyasıyla yakından ilgilenir ve bunları büyü yöntemleriyle etkilemeyi amaçlar. Ünlü Yahudi araştırmacı Shimon Halevi,
Kabala, Tradition of Hidden Knowledge (Kabala ve Gizli Sırlar Geleneği) adlı kitabında Kabala'yı şöyle tanımlamaktadır
«Pratikte Kabala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur.»
Kabala'nın en önemli özelliği, büyü ile yakından ilgili olmasıdır. Kabala'yı tanıtan en tanınmış kitaplardan biri Die Kabala (Von Papus)'da, Kabala-büyü ilişkisi şöyle vurgulanır:
«Kabala'nın teorisi, büyünün genel teorisine bağlanır.»
Kabala çalışmalarına özellikle Ortaçağ'da kimi Yahudiler tarafından öncelik verilmiştir. Ortaçağ Avrupası'nın skolastik yapısı, Yahudiler üzerinde çeşitli kısıtlamalara ve baskılara neden olmuş, bu dönemde, Kabala'da yer alan gizli öğretilerin hayata geçirilmesiyle Yahudi toplumunun kurtuluşa ereceği düşüncesi yaygınlaşmıştır. Kabala'da belirtilen çeşitli egzotik ritüellerle, tüm Yahudileri içinde bulundukları durumdan kurtarıp, onları 'dünyanın efendileri' yapacağına inanılan Mesih'in yeryüzüne gelişinin hızlandırılacağına inanılmıştır. Kabalist hahamlar bunun için kişisel yoğunlaşma, derin konsatrasyon ve çile egzersizleriyle garip ritüeller yapmışlar, birtakım ayin ve trans yöntemleri kullanmışlardır.
Bu batıl inanış ve uygulamalar, 13. yüzyılda Granadalı haham Moses de Leon tarafından yazılan Zohar kitabıyla doruğa ulaşmıştır.
KABALA'NIN SIRLARI; ZOHER VE SEFİROT
Zohar her ne kadar 13. yüzyılın sonunda yazılmış olsa da içerdiği bilgilerin geçmişinin 2. yüzyıla kadar dayandığı kabul edilir. İçinde antik dünyanın farklı ilimlerinin bulunduğuna inanılan Zohar'da en çok üzerinde durulması gereken, 'Sefirot' kavramıdır.
Sefirot aslında bir tür şemadır. Kabalacılar, Sefirot'un Allah'ın evreni yaratışının bir tür temsili ve yansıma şekli olduğunu iddia ederler. Bu mistik doktrine göre, evrendeki tüm olaylar Sefirot'a göre şekillenmektedir. İnsanın ruhundan evrenin yapısına kadar herşey Sefirot şemasıyla uyumludur. Tüm varlıklar Sefirot'a göre konumlanır, yaşam Sefirot'a göre şekillenir. Dolayısıyla çeşitli ritüellerle Sefirot üzerinde yapılacak oynamaların, olayların gidişatını kişinin istediği yönde değiştirebileceğine inanılır. Bu sapkın inanışa göre, bunu herkes yapamaz, bunun için Kabala başta olmak üzere tüm mistik bilgilere sahip olmak gerekir.
Kısaca, Kabalacıların Sefirot'a önem vermelerinin temelinde bu yolla 'tarihe yön verebileceklerine' inanıyor olmaları vardır.
"Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kaderle yarattık" (Kamer Sûresi, 49) âyetinde de buyurulduğu gibi, Allah tüm evreni ve insanlığı belirlenmiş bir kaderle yaratmıştır ve hiçbir varlığın, Allah'ın dilemesi dışında, bu kaderin dışına çıkması mümkün değildir.
Yahudi yazar Eli Barnavi, Kabala'yı ve Sefirot'un Kabalacılar için taşıdığı önemi şöyle anlatır:
«Kabala, Ortaçağ'daki ilk ortaya çıkışını 12. yüzyılda Güney Fransa'daki Provins'te yaptı. Bununla birlikte asıl doruk noktasına 13. yüzyılda Sefer ha-Zohar'ın yazılımıyla birlikte İspanya'da ulaştı... Burada geliştirilen Kabala teorisine göre kutsallık, kendisini, Allah ve yaratılış arasındaki ilişkiyi açıklayan on Sefirot ile açıklıyordu. Bu Sefirotlar, Tanrısal aklı temsil ettiklerine göre, bütün varlıklar da bunlara göre konumlanabilirdi. Bu durumda insan, bazı ritüelleri uygulayarak, bu Sefirotları etkileyebilir ve dolayısıyla dünyanın gelişimine yön verebilirdi. Bu Sefirot teorisi, İspanya'daki Kabalacı öğretinin temel ı
n İlahi dünya üzerinde etkileri olacağı gibi bir sapkınlığa da kapsamlı
olarak yer verilmektedir. Ancak tüm bunlar, hak din ile çelişen çok batıl inanışlardır. Zaten gerek Kabala'da, gerek Sefirot şemasında gerekse bu ritüellerde kullanılan semboller ve tanımlar da bu inanışın hak din öncesi putperest dönemden geldiğini göstermektedir. Eski Mısır yazıtları üzerindeki semboller dikkatli bir gözle incelendiğinde Kabalistik sembollerle benzerlikleri dikkati çekmektedir.
Unutmamak gerekir ki, egzotik ve mistik inanç ve uygulamalarla dünya üzerinde etki oluşturabileceğine inanmak çok büyük bir sapkınlıktır. Dünya üzerinde gelişen her olay Allah'ın bilgisi ve izniyle gerçekleşir. Allah ayetlerde şu şekilde bildirmiştir:
«Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda
Dolayısıyla, Kabalistler en gizemli ritüelleri yaptıklarını sandıkları ve tarihe yön verdikleri yanılgısına kapıldıkları anda da aslında Allah'ın kendileri için dilemiş olduğu kaderi yaşamaktadırlar. "Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) olmasın" (Neml Sûresi, 75) âyetinde de bildirildiği gibi, yeryüzünde olan ve biten herşey Allah Katındaki kitapta bellidir. Kimsenin bunun dışında bir yaşam sürebilmesi ya da buna müdahalede bulunabilmesi kesin olarak mümkün değildir. Böyle batıl inançlara kapılanlar, ciddi bir aldanış içindedirler.
Kabala'nın günümüz Yahudiliğine ve Siyonizme olan en büyük (ve negatif) mirası ise, söz konusu "tarihin değiştirilebileceği" yanılgısı olmuştur. Bu yüzden dedir ki, din dışı bir hareket olan Siyonizm ortaya çıktığında ve Yahudiler için dinî bir umut olan "Kudüs'e dönüş" ülküsünü din dışı ve siyâsî bir hedef haline getirdiğinde, Kabalacı hahamlar bu projeye destek vermişlerdir. Siyonizme destek veren az sayıdaki dinî liderden biri olan Haham Avraham Yitzhak Hacohen Kook, ünlü bir Kalabacı'dır ve Siyonizmi Mesih'in gelişinin insan eliyle hızlandırılması olarak tanımlamıştır. (Buna karşılık pek çok Yahudiyse bunu bir "lâikleşme" olarak görmüşlerdir ve bunda haklıdırlar. Bu gün de Siyonizme karşı çıkan dindar Yahudiler, söz konusu "lâikleşmeyi" reddedenlerdir.)
Unutmamak gerekir ki, egzotik ve mistik inanç ve uygulamalarla dünya üzerinde etki oluşturabileceğine inanmak çok büyük bir sapkınlıktır. Dünya üzerinde gelişen her olay Allah'ın bilgisi ve izniyle gerçekleşir. Allah ayetlerde şu şekilde bildirmiştir:
«Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda
(yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır.» (Kamer Sûresi, 52-53)
Kabala'nın günümüz Yahudiliğine ve Siyonizme olan en büyük (ve negatif) mirası ise, söz konusu "tarihin değiştirilebileceği" yanılgısı olmuştur. Bu yüzden dedir ki, din dışı bir hareket olan Siyonizm ortaya çıktığında ve Yahudiler için dinî bir umut olan "Kudüs'e dönüş" ülküsünü din dışı ve siyâsî bir hedef haline getirdiğinde, Kabalacı hahamlar bu projeye destek vermişlerdir. Siyonizme destek veren az sayıdaki dinî liderden biri olan Haham Avraham Yitzhak Hacohen Kook, ünlü bir Kalabacı'dır ve Siyonizmi Mesih'in gelişinin insan eliyle hızlandırılması olarak tanımlamıştır. (Buna karşılık pek çok Yahudiyse bunu bir "lâikleşme" olarak görmüşlerdir ve bunda haklıdırlar. Bu gün de Siyonizme karşı çıkan dindar Yahudiler, söz konusu "lâikleşmeyi" reddedenlerdir.)
Siyasal Simya ve Komplo: Illuminati Texe Marrs
«Yeni Çağ dergisi, Farmasonluğun Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Ayini, 33. derece Konsey'in resmî yayını. Bu konsey, dünyanın Ana Konseyi olduğunu iddia ediyor. Bu derginin Nisan 1988 baskısının kapağında Başkan Ronald Reagan, 3 Mason'la birlikte görülüyor. Başkan, kendisine bağımsız büyük komutan C. Fred Kleinknecht tarafından hediye edilen çerçevelenmiş bir sertifikayı tutuyor. Dergi, başkanın "Şanlı Kardeş Kleinknecht"e yazdığı bir mektubu yayınladı. Bu mektupta şu satırlara rastlıyoruz; "On altı eski başkanın Farmasonluk birliğine katılmaktan şeref duyuyorum." » [1]
"Hangi parti iktidarda olursa olsun, hiçbir şey değişmiyor!" Bu şikayeti kimbilir, kaç kez duyduk? Gerçekten, iki büyük parti olan Cumhuriyetçiler'le Demokratlar arasında hiçbir fark yok mu? Tarih, ortak düşüncelerimizin tamamen zıddı, şaşırtıcı bir cevap sunuyor.
Nixon ve Ford Dönemi: Rockefeller Saltanatı Sürüyor
1969'dan 1974'e kadar, Cumhuriyetçi Richard M. Nixon, Beyaz Saray'daki Oval Ofis'in tek sahibiydi. Bu dönemde, bürokrasi üstüne bürokrasi icat edildi. Federal bütçe, hızla arttı ve bütçe açığı genişledi. Özel mülkiyet haklarını sınırlayan ve Anayasa gerektirdiği halde, tazminat bile ödemeden insanların topraklarını elinden almaya yarayan "Çevre Koruma Yasası" gibi meşakkatli anayasal değişiklikler, kongreden geçirildi.
Nixon, dış ilişkiler baş danışmanı olarak Henry Kissinger'i seçti. U.S. News & World Report dergisi, bu atamanın sebebini şöyle açıklıyordu; «Bay Nixon'un dış ilişkiler baş danışması olması için, Bay Kissinger'i "bulunabilecek en akıllı adam" diye tavsiye eden kişi, New York valisi Nelson Rockefeller idi.» [2]
Aslında, siyasetçi Richard Nixon, Rockefeller hânedânlığının kuklasından başka bir şey değildi. Hânedânlığın küresel amaçlarına olan sadakatini kanıtlamak için, çiçeği burnunda temsilciler meclisi üyesi Richard Nixon, 9 Temmuz 1947'de Meclis'in 68 no'lu müşterek kararını açıkladı:
«Kongre, teşkilat kuruluş yasanınun 109. Maddesine göre, Dünya üzerindeki düzeni sağlayabilmesine yönelik BM'nin harekete geçmesini temin etmesi için, Amerika başkanının BM üyelerini genel oturuma davet etmesini gerekli görmektedir.» [3]
Nilson'dan sonra başkanlığı devralan Gerald Ford, Dışişleri bakanı olarak Kissinger'i görevde tuttu ve Amerikan politik tarihinde ilk defa seçilmemiş bir başkan yardımcısı olarak Nelson Rockefeller'i göreve atadı. Nelson Rockefeller, mali skandallar yüzünden görevden alınan beceriksiz Spiro Agnew'in yerine getirilmişti.
Ford ve Nixon yönetimlerinin üst kadrosu, Amerikan karşıtı, Dış İlişkiler Yeni Dünya Düzeni Konseyi yanlısı kabine yetkililerinden oluşuyordu. Başkan Ford da 33. dereceden Mason ve küreselleşme taraftarı CFR üyesiydi.
Carter Dönemi: Rockefeller Saltanatı Sürüyor
1976'da, demokrat Jimmy Carter başa geçti. Göreve başlar başlamaz Zbigniew Brzezinski'yi baş danışmanı ve Milli Güvenlik Konseyi başkanı olarak görevlendirdi. Brzezensky kimdi? Sadece bir CFR üyesi David Rockefeller Sr. ile birlikte Trilateral Komisyon'u kuran isimlerden biriydi. "Carter kabinesindeki en önemli 19 mevkiye, David Rockefeller'in Trilateral Komisyon'un üyeleri getirilmişti." [4]
Aslında Georgia valisi Jimmy Carter de, Rockefeller'in Trilateral Komisyon'un üyesiydi. Carter, 1976'da Londra'da, Lord Rothschild ve David Rockefellerle gizlice buluştu ve kendisine, o yıl başkan olması için "yeşil ışık" yakıldığı söylendi.[5]
Reagan Dönemi: Rockefeller Saltanı Sürüyor
1980 yılında Cumhuriyetçi Ronald Reagan, başkan adaylığı kampanyasını başlattığında, herşeyin farklı olacağını vaat ediyordu. Kabinesinde hiçbir CFR ya da Trilateral Komisyon üyesi, onun yönetimine alınmayacaktı. Fakat gerçekte ne oldu? Reagan, başkan yardımcısı olarak Skulls and Bones (Kafatası ve Kemik)'ten George Bush'u seçti. Bush, CFR'nin ve Trilateral Komisyon'un direktörüydü. Texaslı genç bir Temsilciler Meclisi üyesi olan Bush, Amerikan egemenliğini sona erdirecek ve tüm yetkiyi Birleşmiş Milletler'e devredecek bir tasarı sundu. Bush, Rockefeller'in çocuk aldırılmasını ve dünya nüfusunun azalmasını destekleyen Nüfus Artışının Durdurulması (ZPG) örgütünün önemli bir üyesiydi.[6]
Cumhuriyetçi başkan Ronald Reagan, hemen hemen kabinedeki her mevkiye Rockefeller hânedânlığının Yeni Dünya Düzeni taraftarı mensuplarından birini atadı.
Ticaret Bakanı, Dışişleri Bakanı, Hazine Bakanı, Savunma Bakanı ve Merkezi Haberalma Teşkilatı başkanı, CFR ve Trilateral Komisyon üyesiydiler.
Reagan yönetiminde de İlluminati'nin İç Çember çıkarması, hiç durmadan devam etti. Federal harcamalar, şişti; bütçe açıkları tavana vurdu. Anayasa'ya aykırı bir şekilde, yasalardan faydalanma imkanı tanımadan insanların mallarına haciz konuldu.BATF, FBI, IRS ve EPA, adeta gangsterler gibi çapulculuk yapmaya devam etti. Bankacılıkta, mevduat tasarruflarında ve faizde fiyaskolar yaşandı. Cumhuriyetçilerin yönetimi altında, hiçbir şey değişmemişti; tersine, işler, daha da kötüleşmişti.
İnatla Reagan'ı destekleyenler, yönetimde bulunduğu 8 yıl boyunca etrafındaki düzenbazlar tarafından aldatıldığını, olanlardan onun sorumlu olmadığını, kirli işleri diğerlerinin yaptığını iddia ediyorlar. Gerçek şu ki, Ronald Reagan, Cumhuriyetçi parti tarafından başkanlığa aday gösterildiği andan itibaren, bu çevrelerle uzlaşmaya başlamıştı. Çok uluslu bir şirket olan General Electric'in reklamı "Ölü Vadi Günleri"nde oynayan Hollwood kökenli başkan, aslında çok daha önceleri onlarla temasa geçmişti.
Ne olursa olsun Başkan Reagan, başkanlığının son günlerinde Illuminati'ye verdiği hizmetlerden ötürü onurlandırıldı. Ralph Epperson, "Yeni Dünya Düzeni" adlı kitabında Reagan'ın, Farmasonluğun yüceltilmiş 33.derecesine kabul töreninin detaylarını anlatıyor:
"Büyük Bağımsız Komutan, Şanlı Kardeş C. Fred Kleinknecht"e ithafen yazdığı bir mektupta Başkan Reagan, kendisine ihsan edilen "şeref"ten ötürü Yüksek Ana Konsey'e teşekkür ediyor ve
"On altı eski başkanın Farmasonluk birliğine katılmaktan şeref duyuyorum." diyor.[7]
Ronald Reagan, 1980 yılında başkanlık görevini üstlendiğinde Mason değildi. Fakat 1988'de 33. dereceden tam bir Mason oldu. Masonlar, buna kendi localarında "anında" yükseltilmek diyorlar. Çok ender rastlanan bir durum. Küreci İç Çember, bu adamın makamında gösterdiği performanstan oldukça memnun kalmış olmalı.
Bush Dönemi: Rockefeller Saltanatı Sürüyor
George Bush'un yaptığı karanlık işleri biliyoruz. Yeni Dünya Düzeni'nin kurulması için hararetle çalıştığını, 1992'de Rio de Janerio'da düzenlenen ve neredeyse ilahi boyutlardaki Dünya Çevre Zirvesi'ne verdiği mide bulandırıcı desteği, 4 yıllık dönemi boyunca insanların mülklerini ellerinden almak için uygulamaya soktuğu çevreci kısıtlamaları, CIA, FBI, BATF ve diğer federal kurumların işlediği vahşi suçları, kurulan FEMA ıslah kamplarını, vergi mükelleflerinden toplanan milyonlarca doların "George Bush Ulusal Sanat Vakfı" isimli cinsel içerikli, pis işler yapan kuruma nasıl akıtıldığını biliyoruz. Tüm bunlar, Bush'un Cumhuriyetçi yönetimi sırasında oldu.
Ayrıca yürütme organları, insanları vahşice yakalar, tutuklar ve hatta bazen işkence yaparken, George Bush'un aylak aylak oturduğunu da biliyoruz. Ayrıca Bush ile suç ortaklarının dışarıdan gelen para yardımlarını, Amerika'daki evsiz nüfus çoğalırken; fabrikalar, denizaşırı ülkelere taşınırken ve milyonlarca Amerikalı, işten çıkartılırken; Rusya, İsrail ve Mısır gibi ülkelere gönderdiklerini de hatırlayalım. Ve elbette ki, Bush'un; "Dudaklarımı okuyun, yeni vergi gelmeyecek!" sözüne rağmen federal vergilerdeki muazzam artışı da.
Clinton Dönemi: Rockefeller Saltanatı Sürüyor
Demokrat Bill Clinton da aşağı-yukarı aynı. 19 kabine görevlisinden 17'si, Trilateral Komisyon ve CFR üyesi. Clinton'un kendisi de Illuminati'nin kontrolündeki grupların ve Bilderberg'in üyesi.[8] Onun zamanında da vergiler arttı ve FBI, BATF, IRS ve benzeri federal kurumlar, anayasaya aykırı bir şekilde casusluk yapmaya, cinayet işlemeye ve suçlarını örtbas etmeye devam ettiler.
Cumhuriyetçi George Bush'un zamanında olduğu gibi, Demokrat Bill Clinton iktidarında da Rus Boris Yeltsin'in Çeçenistan'daki insanları katledilmesine göz yumuldu. Ayrıca Amerikan askerleri, hala NATO'nun ve Birleşmiş Milletler'in kumandası altında.[9]
Selefi George Bush gibi, Bill Clinton'un da patronu, Rockefeller hânedânlığı.
Clinton, onların emirlerine tâbi.
Altı Başkan-Tek Sâhip
Yakın tarihimizdeki altı başkanın; Nixon, Ford, Carter, Reagan, Bush ve Clinton'un sicili böyle. Bunlardan her birinin Yeni Dünya Düzeni oluşumu karşısında yerlere kadar eğilen ve ayrıca Illuminati'nin Planı'nı büyük bir özenle hayata geçirmeye çalışan bir uşak ve bir dalkavuk olduğu kanıtlanabilir. Korkunç ve keder verici gerçekse, Amerika Birleşik Devletleri'nde yıllardan beri tek bir siyâsî parti olduğu: İlluminati İç Çemberi tarafından kurulan ve yakından takip edilen para partisi!
Bu, nasıl oluyor? Başkan, kim olursa olsun, nasıl oluyor da her seferinde İç çember kazanıyor? Ve eğer Illuminati, iktidarlar boyunca senato liderleri ve Temsilciler Meclisi bir yana, her modern Amerika başkanını kontrol ettiyse, neden insanlara bir seçim yapma şansları olduğu hayâli sunuluyor? Neden bu aldatmacayı sona erdirmiyor ve bu siyâsî parti çekişmesine son vermiyorlar?
Güzel sorular ve ayrıca cevapları da var. Cevaplar, Illuminati'nin Gizli Öğreti'sinde. Dikkatimizi Hegel diyalektinde açıklandığı gibi, bu elitlerin kullandığı SİYASİ SİMYA işlemi üzerinde yoğunlaştırmalıyız. Simya işlemi, sağ kanattan, sol kanattan, demokrat ya da cumhuriyetçi olmanın neden hiç farklılık göstermediğini ve Amerika'nın totaliter bir Yeni Dünya'ya doğru nasıl ilerlediğini açıklıyor.[10][11]
Kaynaklar
[1] Ralph Epperson, "Yeni Dünya Düzeni"
[2] U.S. News & World Report, 1 Kasım 1971.
[3] Dennis L. Cudy, "President Clinton Will Continue the New World Order", Oklahoma City, 1993, s.13.
[4] Garry Allen, "Say No to The New World Order", Güney Afrika baskısı. Ayrıca bknz. Christopher Lyndon, Atlantic Monthly, Temmuz 1977.
[5] Laurence Stern, Washington Post, 8 Mayıs 1976.
[6] Texe Marrs, "Dark Majesty: The Secret Brotherhood and The Magic of a Thousand Points of Light", Austin Texas, Living Truth Publishers, 1992.
[7] A. Ralph Epperson, "The New World Order", Publiuh Press, Arizona 1990, s.289-290.
[8] CFR ya da Trilateral Komisyon'un tam listesi için; Fund to Restore an Educated Eloctorate, P.O. Box 33339, Kerville, Texas 78029.
[9] "Sovereignty Sellout", The New American, 11 Temmuz 1994, s.5-9.
[10] Texe Marrs, "İlluminati: Entrika Çemberi", Timaş Yayınları 2007, İstanbul. s.125-?.
[11] scribd.com/doc/16800756/illuminati
Sion Tarikatı
Sion Tarikatı, (İngilizce: Priory of Sion, Fransızca: Prieuré de Sion) çeşitli komplo teorilerinde adı geçen, 1000 yıllık olduğu iddia edilen, gizli politik ve dinî örgüt. Yakın dönemde Dan Brown'un Da Vinci Şifresi kitabıyla tekrar gündeme gelmiştir.
İsa'nın kızı kaçırılıyor...
Bugün Da Vinci Şifresi'nde yazılan bilgiler, tarihsel tartışmalara götürüyor insanlığı. Hıristiyanların hiç evlenmediğine kutsal bir âyet gibi inandığı İsa aslında evliydi. Karısı da fahişe olarak tanımlanan Magdalalı Meryem'di. Hatta İsa çarmıha gerildiği sırada Meryem kızları Sarah'a hamileydi. İsa'nın doğmamış çocuğu ve Magdalalı Meryem, soyunun korunması için kutsal topraklardan kaçtı. Tarihte hep sır isim olarak anılan Arimatea'lı Yusuf devreye girdi. Meryem'i gizlice Fransa'ya getirildi. Oradaki Yahudiler arasında kendine sığınacak güvenli bir yer bulundu. Kızını da burada doğurdu. Sarah, İsa'nın ilk çocuğu olarak, İsa soyunu çoğaltacak bir kadın olarak, Fransa topraklarında yaşama gözünü açtı. İşte olaylar zinciri de bu noktadan sonra başladı.
İsa Mesihle ilgili gerçekleri gizlediği iddia edilen Roma Kilisesi, İsa'nın soyunun artmasından, İsa ve Magdalalı Meryem sırrının açığa çıkmasından ve temel Katolik öğretilerine meydan okunmasından korkuyordu. Bugünkü Vatikan'ın, o dönemdeki Roma Kilisesi'nin tüm engellerine rağmen İsa'nın nesli çoğalmaya devam etti. 15. yüzyıla kadar bu nesil gizlice çoğalmıştı. Ancak bu tarihte İsa Mesih'in soyunun son temsilcisi, Fransız asillerinden biriyle evlendi. Merovingian hânedânı diye bilinen İsa'dan gelme bir soy oluştu. Vatikan, bu soyu yok etmek için türlü çabalar içine girdi. İşte bu krallıkta bir isim öne çıktı: Kral Dagobert. Dagobert Merovingian kralıydı. Yani İsa'nın soyunu temsil eden hânedânlığın da kralı. 17. yüzyıl sonunda bu hânedânlık yok olma aşamasına geldi. Dagobert öldürüldü. Oğlu Sigisbert kaçmayı başardı. Aileye sonradan bir isim eklendi: Godefroi de Bouillon. İşte İsa Mesih'in sırrı bu isimle birlikte bir gizli cemiyetin himayesine girdi.
Sion Tarikatı, (İngilizce: Priory of Sion, Fransızca: Prieuré de Sion) çeşitli komplo teorilerinde adı geçen, 1000 yıllık olduğu iddia edilen, gizli politik ve dinî örgüt. Yakın dönemde Dan Brown'un Da Vinci Şifresi kitabıyla tekrar gündeme gelmiştir.
İsa'nın kızı kaçırılıyor...
Bugün Da Vinci Şifresi'nde yazılan bilgiler, tarihsel tartışmalara götürüyor insanlığı. Hıristiyanların hiç evlenmediğine kutsal bir âyet gibi inandığı İsa aslında evliydi. Karısı da fahişe olarak tanımlanan Magdalalı Meryem'di. Hatta İsa çarmıha gerildiği sırada Meryem kızları Sarah'a hamileydi. İsa'nın doğmamış çocuğu ve Magdalalı Meryem, soyunun korunması için kutsal topraklardan kaçtı. Tarihte hep sır isim olarak anılan Arimatea'lı Yusuf devreye girdi. Meryem'i gizlice Fransa'ya getirildi. Oradaki Yahudiler arasında kendine sığınacak güvenli bir yer bulundu. Kızını da burada doğurdu. Sarah, İsa'nın ilk çocuğu olarak, İsa soyunu çoğaltacak bir kadın olarak, Fransa topraklarında yaşama gözünü açtı. İşte olaylar zinciri de bu noktadan sonra başladı.
İsa Mesihle ilgili gerçekleri gizlediği iddia edilen Roma Kilisesi, İsa'nın soyunun artmasından, İsa ve Magdalalı Meryem sırrının açığa çıkmasından ve temel Katolik öğretilerine meydan okunmasından korkuyordu. Bugünkü Vatikan'ın, o dönemdeki Roma Kilisesi'nin tüm engellerine rağmen İsa'nın nesli çoğalmaya devam etti. 15. yüzyıla kadar bu nesil gizlice çoğalmıştı. Ancak bu tarihte İsa Mesih'in soyunun son temsilcisi, Fransız asillerinden biriyle evlendi. Merovingian hânedânı diye bilinen İsa'dan gelme bir soy oluştu. Vatikan, bu soyu yok etmek için türlü çabalar içine girdi. İşte bu krallıkta bir isim öne çıktı: Kral Dagobert. Dagobert Merovingian kralıydı. Yani İsa'nın soyunu temsil eden hânedânlığın da kralı. 17. yüzyıl sonunda bu hânedânlık yok olma aşamasına geldi. Dagobert öldürüldü. Oğlu Sigisbert kaçmayı başardı. Aileye sonradan bir isim eklendi: Godefroi de Bouillon. İşte İsa Mesih'in sırrı bu isimle birlikte bir gizli cemiyetin himayesine girdi.
Son temsilci
İsa'nın bu sırrını koruyan Sion tarikatı kuruldu. İsa'nın soyundan olan Merovingianların bugün soyunu temsil eden soyadları ise Plantard ve Saint Clair. Bu soyadları tarikat tarafından yıllarca korundu. İsa soyunun son temsilcisi bugün hayatta. Fransa'da yaşıyor ve tarikat tarafından gizlice korunuyor. İsmiyse Pierre Plantard de Saint Clair. Bu isim Dan Brown'un kitabında yazmıyor. Ancak 80'lerden bu yana Hıristiyanlık ve Vatikan'la ilgili araştırmaları olan Aytunç Altındal bu ismi Tempo'ya açıkladı. Son olarak Gül ve Haç Kardeşliği adlı kitabı da yayımlanan Altındal için Türkiye'nin Dan Brown'u demek yanlış olmaz. Altındal, İsa'nın torunu, neslin son temsilcisi Saint Clair ile ilgiliyse şunları anlatıyor: "Pierre Plantard de St. Clair. 2. Dünya Savaşı sırasında adamı Almanya'da aramaya başlıyorlar. Paris'te oturuyor. Hemen Londra'ya kaçırıyorlar. Adamı Londra'da saklıyorlar. Savaş bitince geliyor. 1945'den itibaren de AB'nin kurulması meselesinde, Sion tarikatı yeraltından çıkıyor. Sion tarikatının elindeki, İsa'yla ilgili dosyalar birden bire devlet arşivinde bulunuyor."
Altındal'ın verdiği bilgiye göre İsa soyunun son temsilcisi 88 yaşında şu an ve Paris'te yaşıyor. İsa'nın kimliğiyle ilgili bu şaşırtıcı bilgiler, binlerce yıldır şifreler, gizli oluşumlar, cinayetler ve entrikalar arasında taşınıp durmuş. Tapınak Şövalyeleri, Sion tarikatı, Gül ve Haç Kardeşliği diye bilinen gizli örgütler, İsa'nın sırrını saklamak ve yüzlerce yıl Vatikan'a kaptırmamak için çalışıyorlar. Tartışmalı da olsa 25 Aralık İsa'nın doğum günü. 2000 yılın bittiği yeni bir çağın da içindeyiz artık. Sion Tarikatı bu gerçekleri açıklamaya hazırlanıyor. Hem Dan Brown bu bilgiyi kitabında yazıyor, hem de Aytunç Altındal bunun altını çiziyor. Altındal, tarikatın şifreleme sistemine göre bugünkü Papa'nın ölmesini beklediklerini söylüyor. Ölümünün ardından da gizli belgeler gün yüzüne çıkarılacak ve İsa gerçekleri ortaya konacak. Dolayısıyla binlerce yıldır Vatikan'la bu gizli tarikatlar arasında yaşanan çatışma da Vatikan'ın aleyhine sonuçlanmış olacak. Bu tarikatın içinde Victor Hugo, Leonardo da Vinci, Isaac Newton, Botticelli gibi ünlü sanatçılar da var. Her biri bu tarikatın üyesi olmuşlar. Eserlerine İsa gerçeğiyle ilgili gizli şifrelerini koymuşlar.
Bir dönem Sion Tarikatı başkanlığını da yaptığı ortaya çıkan Leonardo da Vinci'in Son Akşam Yemeği tablosu bugün yeniden tartışılıyor. Çünkü 13 havari ve İsa olarak bilinen tablodaki karakterlerin 13.sü meğer Magdalalı Meryem'miş. Aslında tüm bunları anlayabilmek için tarihin başına dönmek gerek. Hıristiyanlık tarihi için önemli bir isim olan Constantin'in Hıristiyanlık dinini seçtiği tarihe...
325'te Constantin'in emriyle İznik'te toplanan Konsey'de, İsa Mesih'in Tanrı olarak görülmesine karar veriliyor ve İsa'yı insan ve evli olarak tanımlayan İncil'ler yok ediliyor. Dan Brown bu tarihi gerçeği romanında şu satırlarla aktarıyor: "İsa'nın çarmıha gerilmesinden 3 yüzyıl sonra, İsa müritleri katlanarak artıyordu. Hıristiyanlarla paganlar savaşmaya başlamışlardı ve anlaşmazlık o boyutlara gelmişti ki, Roma'yı ikiye bölmekle tehdit ediyordu. Constantin de bir şeyler yapılması gerektiğine karar verdi. 325'te Roma'yı tek bin din altında birleştirmeye karar verdi. Hıristiyan sembollerinde pagan dinine ait izler vardır. Mısırlıların güneş çemberleri, Katolik azizlerin haleleri oldu. İsis'in mûcizevî bir şekilde gebe kaldığı oğlu Horus'u emzirdiğini gösteren çizimler, Bakire Meryem'in Bebek İsa'yı emzirdiği modern sahnelere dönüştü. Constantin Hıristiyan geleneğini sağlamlaştırmak için İznik Konseyi adlı ekümenik toplantı düzenlendi. Tarihin o anına kadar Mesih, müritleri tarafından ölümlü bir peygamber olarak kabul ediliyordu. Mesih'in Tanrı'nın oğlu olduğu İznik Konseyi'nde teklif edilmiş ve kabul edilmişti"
1956, Sion Tarikatı
1956'da Fransız tacında hak iddia eden Pierre Plantard tarafından Sion Tarikatı isimli bir örgüt kuruldu. Sion Tarikatı Fransız yasaları gereği 20 Temmuz 1956'da resmi olarak kayıt edildi. Plantard bu örgütü kraliyet destekçisi bir Mason locası olarak kurmuştu. Örgütün monarşinin desteklenmesinde ve kendisinin kral olmasında etkili olacağını umuyordu.
Örgüt ismini Kudüs'teki Sion Dağı'ndan alır. Ayrıca Fransa'nın Annemasse bölgesinde de aynı isimli bir tepe bulunmaktadır. Kudüs'teki Sion Dağı daha önce de bazı dinî kuruluş ve tarikatlar tarafından kullanılmıştır.
Bazı ezoterik tarihçiler, tartışmalı filozoflardan Sicilyalı Julius Evola'nın fikirlerinin, Pierre Plantard'ın iddialarına temel teşkil ettiğini düşünmektedirler. Bu örgütün tarihi kökenleriyle ilgili iddialar ve kanıtlar birçok önemli tarihçi ve akademisyeni tatmin etmemiş, sonradan örgütün kökenleriyle ilgili bazı kanıtların Plantard ve arkadaşları tarafından Fransa'nın çeşitli yerlerine yerleştirildiği ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte komplo teorisyenleri örgütün varlığı ve gücü konusunda ısrarcıdırlar.
İsa'nın bu sırrını koruyan Sion tarikatı kuruldu. İsa'nın soyundan olan Merovingianların bugün soyunu temsil eden soyadları ise Plantard ve Saint Clair. Bu soyadları tarikat tarafından yıllarca korundu. İsa soyunun son temsilcisi bugün hayatta. Fransa'da yaşıyor ve tarikat tarafından gizlice korunuyor. İsmiyse Pierre Plantard de Saint Clair. Bu isim Dan Brown'un kitabında yazmıyor. Ancak 80'lerden bu yana Hıristiyanlık ve Vatikan'la ilgili araştırmaları olan Aytunç Altındal bu ismi Tempo'ya açıkladı. Son olarak Gül ve Haç Kardeşliği adlı kitabı da yayımlanan Altındal için Türkiye'nin Dan Brown'u demek yanlış olmaz. Altındal, İsa'nın torunu, neslin son temsilcisi Saint Clair ile ilgiliyse şunları anlatıyor: "Pierre Plantard de St. Clair. 2. Dünya Savaşı sırasında adamı Almanya'da aramaya başlıyorlar. Paris'te oturuyor. Hemen Londra'ya kaçırıyorlar. Adamı Londra'da saklıyorlar. Savaş bitince geliyor. 1945'den itibaren de AB'nin kurulması meselesinde, Sion tarikatı yeraltından çıkıyor. Sion tarikatının elindeki, İsa'yla ilgili dosyalar birden bire devlet arşivinde bulunuyor."
Altındal'ın verdiği bilgiye göre İsa soyunun son temsilcisi 88 yaşında şu an ve Paris'te yaşıyor. İsa'nın kimliğiyle ilgili bu şaşırtıcı bilgiler, binlerce yıldır şifreler, gizli oluşumlar, cinayetler ve entrikalar arasında taşınıp durmuş. Tapınak Şövalyeleri, Sion tarikatı, Gül ve Haç Kardeşliği diye bilinen gizli örgütler, İsa'nın sırrını saklamak ve yüzlerce yıl Vatikan'a kaptırmamak için çalışıyorlar. Tartışmalı da olsa 25 Aralık İsa'nın doğum günü. 2000 yılın bittiği yeni bir çağın da içindeyiz artık. Sion Tarikatı bu gerçekleri açıklamaya hazırlanıyor. Hem Dan Brown bu bilgiyi kitabında yazıyor, hem de Aytunç Altındal bunun altını çiziyor. Altındal, tarikatın şifreleme sistemine göre bugünkü Papa'nın ölmesini beklediklerini söylüyor. Ölümünün ardından da gizli belgeler gün yüzüne çıkarılacak ve İsa gerçekleri ortaya konacak. Dolayısıyla binlerce yıldır Vatikan'la bu gizli tarikatlar arasında yaşanan çatışma da Vatikan'ın aleyhine sonuçlanmış olacak. Bu tarikatın içinde Victor Hugo, Leonardo da Vinci, Isaac Newton, Botticelli gibi ünlü sanatçılar da var. Her biri bu tarikatın üyesi olmuşlar. Eserlerine İsa gerçeğiyle ilgili gizli şifrelerini koymuşlar.
Bir dönem Sion Tarikatı başkanlığını da yaptığı ortaya çıkan Leonardo da Vinci'in Son Akşam Yemeği tablosu bugün yeniden tartışılıyor. Çünkü 13 havari ve İsa olarak bilinen tablodaki karakterlerin 13.sü meğer Magdalalı Meryem'miş. Aslında tüm bunları anlayabilmek için tarihin başına dönmek gerek. Hıristiyanlık tarihi için önemli bir isim olan Constantin'in Hıristiyanlık dinini seçtiği tarihe...
325'te Constantin'in emriyle İznik'te toplanan Konsey'de, İsa Mesih'in Tanrı olarak görülmesine karar veriliyor ve İsa'yı insan ve evli olarak tanımlayan İncil'ler yok ediliyor. Dan Brown bu tarihi gerçeği romanında şu satırlarla aktarıyor: "İsa'nın çarmıha gerilmesinden 3 yüzyıl sonra, İsa müritleri katlanarak artıyordu. Hıristiyanlarla paganlar savaşmaya başlamışlardı ve anlaşmazlık o boyutlara gelmişti ki, Roma'yı ikiye bölmekle tehdit ediyordu. Constantin de bir şeyler yapılması gerektiğine karar verdi. 325'te Roma'yı tek bin din altında birleştirmeye karar verdi. Hıristiyan sembollerinde pagan dinine ait izler vardır. Mısırlıların güneş çemberleri, Katolik azizlerin haleleri oldu. İsis'in mûcizevî bir şekilde gebe kaldığı oğlu Horus'u emzirdiğini gösteren çizimler, Bakire Meryem'in Bebek İsa'yı emzirdiği modern sahnelere dönüştü. Constantin Hıristiyan geleneğini sağlamlaştırmak için İznik Konseyi adlı ekümenik toplantı düzenlendi. Tarihin o anına kadar Mesih, müritleri tarafından ölümlü bir peygamber olarak kabul ediliyordu. Mesih'in Tanrı'nın oğlu olduğu İznik Konseyi'nde teklif edilmiş ve kabul edilmişti"
1956, Sion Tarikatı
1956'da Fransız tacında hak iddia eden Pierre Plantard tarafından Sion Tarikatı isimli bir örgüt kuruldu. Sion Tarikatı Fransız yasaları gereği 20 Temmuz 1956'da resmi olarak kayıt edildi. Plantard bu örgütü kraliyet destekçisi bir Mason locası olarak kurmuştu. Örgütün monarşinin desteklenmesinde ve kendisinin kral olmasında etkili olacağını umuyordu.
Örgüt ismini Kudüs'teki Sion Dağı'ndan alır. Ayrıca Fransa'nın Annemasse bölgesinde de aynı isimli bir tepe bulunmaktadır. Kudüs'teki Sion Dağı daha önce de bazı dinî kuruluş ve tarikatlar tarafından kullanılmıştır.
Bazı ezoterik tarihçiler, tartışmalı filozoflardan Sicilyalı Julius Evola'nın fikirlerinin, Pierre Plantard'ın iddialarına temel teşkil ettiğini düşünmektedirler. Bu örgütün tarihi kökenleriyle ilgili iddialar ve kanıtlar birçok önemli tarihçi ve akademisyeni tatmin etmemiş, sonradan örgütün kökenleriyle ilgili bazı kanıtların Plantard ve arkadaşları tarafından Fransa'nın çeşitli yerlerine yerleştirildiği ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte komplo teorisyenleri örgütün varlığı ve gücü konusunda ısrarcıdırlar.
Skulls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Örgütü-SBS)
Baba ve oğul George Bush'un üyesi olduğu SBS, merkezi Connecticut Yale Üniversitesinde olan çok gizli bir cemiyettir (Ironhouse 2002; Sutton 1986). Her yıl sadece bu örgüte 15 kişi girebilir, ama bu 15 kişi daha sonra Amerika'da en kilit noktalara getirilir, ayrıca akrabaları ve dostları da bu elitizmden paylarını alırlar. Sayıları az olmasına rağmen etkileri fazladır ve bir çember içindeki merkez usulüyle çalışırlar, yani bir çemberdeki çeşitli noktaların kontrolü bir SBS üyesinde ise, onlar için sorun çözülmüştür, bu nedenle üyelerini yönetici ve etkin çemberlerin merkezine koyarlar. Tabii ki ILLUMINATI, Rose Croix (Gül Haç), Trilateral Komisyon ve CFR ileyle direkt ilişkileri vardır.
Her ikisinin de gizli Rose Croix örgütü ile ilişkisi vardır. Alphonso Taft daha sonra Amerika başkanı ve SBS üyesi olan William Howard Taft'ın da babasıdır. SBS'nin son 150 yılda 2500'den fazla üyesi olmuştur. SBS Yeni Dünya Düzeninin temel ideologlarından biridir (Bohemian Grove ve CFR ile birlikte). Elimizdeki ilk kayıtlar Haziran 1882ye aittir.
Bu gizli cemiyete girebilmek ancak davetle mümkündür ve inisiasyon töreni masonlarınkine çok benzer. Fakat tüm ritüeller ve yapılanlar gizlidir, kimse dışarıya bilgi sızdıramaz. İnisiasyon törenlerinde denekler çırılçıplak soyunup bir tabuta girerler, bu tabuttan çıktıklarında yeniden doğmuş sayılırlar. Birbirlerini özel tanıma yöntemleri vardır. Son yüzyılda SBS üyeleri Amerika'da en kilit noktalara gelmişlerdir ve özellikle belirli ailelerden seçilen kişiler özenle bu gruba alınır. Bu cemiyete girebilmek için temel özellik WASP olmaktır (White:Beyaz; Anglo Sakson ve Protestan). Başka ırka ya da geçmişe mensup başka dinden olanlar bu yapıya giremez. SBS Amerika'da pek çok kilit noktaya gelmiş insanin yer aldığı bir cemiyet olmuştur. 6-7 kuşak öncesinden Anglo Sakson ve Protestan olmasına çok dikkat edilir. SBS'nin temelinde bir çelik çekirdek iç hücre, etrafında daha büyük bir çember, onun etrafında da daha dış bir yapılanma vardır. Chapter 322 ismiyle de anılan iç merkezin direkt olarak merkezde olmak koşuluyla Trilateral Komisyon, CFR, Bilderberg, Atlantik Konsül (Bir round table masonik grubu), Bohemian Grove (veya Bohemian Club), Pilgrem Society, ve SBS'nin dış gölge örgütleri (yani üye almak için havuz oluşturdukları yan kulüpler vardır).[1]
Amerika'ya yerleşen ve pek çok tüketim aracını kontrol altından tutan ve etkin ailelerden SBS'ye üye verenlerden bazıları şunlardır (çok uzun süredir bu ailelerin mutlaka bir kaç ferdi SBS üyesidir):
Whitney Ailesi (yerleşim 1635, Watertown, Massachusets),
Perkins Ailesi (yerleşim 1631, Boston Mass.),
Stimson Ailesi (yerleşim 1635, Watertown, Mass.),
Taft Ailesi (y. 1679, Braintree, Mass),
Wasdworth Ailesi (y. 1632, Newtown, Mass.),
Gilman Ailesi (y. 1638, Hingham, Mass.)
Payne Ailesi (Standard Petrolün sahibi),
Davison Ailesi (J. P. Morgan ve şirketinin sahibi, her 2 dünya savaşında da etkili olmuşlar ve büyük paralar kazanmışlardır),
Pillsburr Ailesi (Un ticareti),
Sloane Ailesi (Ticaret ve perakende satışın dev ismi),
Weyrhauser Ailesi (Kereste ve orman ürünleri tröstü),
Harriman Ailesi (Demiryolu Kralları),
Rockefeller Ailesi (Standard petrol, Chase Manhatten Bank ve binlerce
sirketin sahibi CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderberg'in başındaki aile),
Lord Ailesi (y. 1635, Cambridge, Mass.),
Bundy Ailesi (y. 1635, Boston, Mass.),
Phelps Ailesi (y. 1630 Dorchester, Mass.),
Bush aileleri (Baba Bush CIA ve Amerika başkanı, oğul Bush bu örgütlerin bir entrikasıyla Amerika başkanlığına getirildi, her ikisi de SBS üyesi).
SBS toplumdaki hemen her yapıya girmiştir. Bunların içinde Beyaz Saray, Yüce Divan, Medya, Is ve Endüstri, Federal Banka sistemi, Kanun yapıcı kurullar, Mahkemeler vb vardır. SBS'nin temel ideolojisi Anglo Sakson ve Protestan beyazların dünyadaki hakimiyetini sağlamaktır, ideolojisi oldukça fasihtir ve her 2 dünya savaşında da bu cemiyet çok önemli roller oynamıştır. Bohemian Grove ve CFR ile birlikte Skulls and Bones Society Yeni Dünya Düzeninin yaratıcısıdır.[2]
Kaynaklar
[1] Marrs 2000; Marrs 2001; Sutton 1986, 1988, 1990
[2] Marrs 2000; Marrs 2001; Sutton 1986, 1988, 1990; Ironhouse 2002
Baba ve oğul George Bush'un üyesi olduğu SBS, merkezi Connecticut Yale Üniversitesinde olan çok gizli bir cemiyettir (Ironhouse 2002; Sutton 1986). Her yıl sadece bu örgüte 15 kişi girebilir, ama bu 15 kişi daha sonra Amerika'da en kilit noktalara getirilir, ayrıca akrabaları ve dostları da bu elitizmden paylarını alırlar. Sayıları az olmasına rağmen etkileri fazladır ve bir çember içindeki merkez usulüyle çalışırlar, yani bir çemberdeki çeşitli noktaların kontrolü bir SBS üyesinde ise, onlar için sorun çözülmüştür, bu nedenle üyelerini yönetici ve etkin çemberlerin merkezine koyarlar. Tabii ki ILLUMINATI, Rose Croix (Gül Haç), Trilateral Komisyon ve CFR ileyle direkt ilişkileri vardır.
Her ikisinin de gizli Rose Croix örgütü ile ilişkisi vardır. Alphonso Taft daha sonra Amerika başkanı ve SBS üyesi olan William Howard Taft'ın da babasıdır. SBS'nin son 150 yılda 2500'den fazla üyesi olmuştur. SBS Yeni Dünya Düzeninin temel ideologlarından biridir (Bohemian Grove ve CFR ile birlikte). Elimizdeki ilk kayıtlar Haziran 1882ye aittir.
Bu gizli cemiyete girebilmek ancak davetle mümkündür ve inisiasyon töreni masonlarınkine çok benzer. Fakat tüm ritüeller ve yapılanlar gizlidir, kimse dışarıya bilgi sızdıramaz. İnisiasyon törenlerinde denekler çırılçıplak soyunup bir tabuta girerler, bu tabuttan çıktıklarında yeniden doğmuş sayılırlar. Birbirlerini özel tanıma yöntemleri vardır. Son yüzyılda SBS üyeleri Amerika'da en kilit noktalara gelmişlerdir ve özellikle belirli ailelerden seçilen kişiler özenle bu gruba alınır. Bu cemiyete girebilmek için temel özellik WASP olmaktır (White:Beyaz; Anglo Sakson ve Protestan). Başka ırka ya da geçmişe mensup başka dinden olanlar bu yapıya giremez. SBS Amerika'da pek çok kilit noktaya gelmiş insanin yer aldığı bir cemiyet olmuştur. 6-7 kuşak öncesinden Anglo Sakson ve Protestan olmasına çok dikkat edilir. SBS'nin temelinde bir çelik çekirdek iç hücre, etrafında daha büyük bir çember, onun etrafında da daha dış bir yapılanma vardır. Chapter 322 ismiyle de anılan iç merkezin direkt olarak merkezde olmak koşuluyla Trilateral Komisyon, CFR, Bilderberg, Atlantik Konsül (Bir round table masonik grubu), Bohemian Grove (veya Bohemian Club), Pilgrem Society, ve SBS'nin dış gölge örgütleri (yani üye almak için havuz oluşturdukları yan kulüpler vardır).[1]
Amerika'ya yerleşen ve pek çok tüketim aracını kontrol altından tutan ve etkin ailelerden SBS'ye üye verenlerden bazıları şunlardır (çok uzun süredir bu ailelerin mutlaka bir kaç ferdi SBS üyesidir):
Whitney Ailesi (yerleşim 1635, Watertown, Massachusets),
Perkins Ailesi (yerleşim 1631, Boston Mass.),
Stimson Ailesi (yerleşim 1635, Watertown, Mass.),
Taft Ailesi (y. 1679, Braintree, Mass),
Wasdworth Ailesi (y. 1632, Newtown, Mass.),
Gilman Ailesi (y. 1638, Hingham, Mass.)
Payne Ailesi (Standard Petrolün sahibi),
Davison Ailesi (J. P. Morgan ve şirketinin sahibi, her 2 dünya savaşında da etkili olmuşlar ve büyük paralar kazanmışlardır),
Pillsburr Ailesi (Un ticareti),
Sloane Ailesi (Ticaret ve perakende satışın dev ismi),
Weyrhauser Ailesi (Kereste ve orman ürünleri tröstü),
Harriman Ailesi (Demiryolu Kralları),
Rockefeller Ailesi (Standard petrol, Chase Manhatten Bank ve binlerce
sirketin sahibi CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderberg'in başındaki aile),
Lord Ailesi (y. 1635, Cambridge, Mass.),
Bundy Ailesi (y. 1635, Boston, Mass.),
Phelps Ailesi (y. 1630 Dorchester, Mass.),
Bush aileleri (Baba Bush CIA ve Amerika başkanı, oğul Bush bu örgütlerin bir entrikasıyla Amerika başkanlığına getirildi, her ikisi de SBS üyesi).
SBS toplumdaki hemen her yapıya girmiştir. Bunların içinde Beyaz Saray, Yüce Divan, Medya, Is ve Endüstri, Federal Banka sistemi, Kanun yapıcı kurullar, Mahkemeler vb vardır. SBS'nin temel ideolojisi Anglo Sakson ve Protestan beyazların dünyadaki hakimiyetini sağlamaktır, ideolojisi oldukça fasihtir ve her 2 dünya savaşında da bu cemiyet çok önemli roller oynamıştır. Bohemian Grove ve CFR ile birlikte Skulls and Bones Society Yeni Dünya Düzeninin yaratıcısıdır.[2]
Kaynaklar
[1] Marrs 2000; Marrs 2001; Sutton 1986, 1988, 1990
[2] Marrs 2000; Marrs 2001; Sutton 1986, 1988, 1990; Ironhouse 2002
Sion Protokolleri ve "Prieure De Sion" Örgütü
Yazan: Michael Baigent, Richard Leigh and Henry Lincoln-Çev: Thamos
«Prieuré de Sion» örgütünün varlığı ve etkinlikleriyle ilgili olarak bulunan en ikna edici kanıtlardan biri, 19. yüzyıl sonlarından kalmadır. Söz konusu kanıt, çok iyi bilinmesine karşın, bir kanıt olarak asla değerlendirilmemiştir. Tam tersine, sürekli olarak pek uğursuz olaylarla ilişkilendirilmiş ve yakın tarih üzerinde kötü etkiler yaratmış olan bu kanıt, birçok kişinin aklından çıkarmakla huzur duyacağı şiddetli duyguları, acı çekişmeleri ve tüyler ürperten anıları hala canlandırmaktadır. Bu kanıtın, insanlarda yarattığı önyargı ve acılar göz önüne alınırsa, bu kişilerin tutumu anlaşılabilir. Ancak bu kanıt, suç oluşturacak biçimde kötüye kullanılmışsa, bu kanıtın ciddi bir biçimde yanlış değerlendirildiği de anlaşılmalıdır.
Rus Çarı Nikola ve Çariçe Aleksandra'nın çevresinde, Rasputin'in etkisi az çok bilinir. Buna karşın, Rasputin'den çok önceleri de Rus sarayında etkin ve güçlü ezoterik grupların bulunduğu genellikle bilinmez. 1890'lar ve 1900'lerde, böyle bir grup Mösyö Philippe ve danışmanının çevresinde oluşmuştu. Saint Petersburg'taki Rus sarayına düzenli ziyaretler yapan Mösyö Philippe'nin danışmanı, ünlü Fransız gizemcisi
Papus'tan [1] başkası değildi. Papus; Languedoc yöresindeki Yeni Kathar Kilisesi'nin kurucusu Jules Doinel, İsa'nın mezarını bulduğunu ileri süren Peladan, Emma Calvé ve Claude Debussy gibi kişilerle bağlantılıydı. Kısacası, 19. Yüzyıl sonlarındaki «Fransız Okült (Gizlici)Canlanışı» yalnızca Saint Peterburg'a yayılmakla kalmamış; temsilcileri, Çar ve Çariçenin kişisel güvenini kazanarak sarayda ayrıcalıklı konuma ulaşmışlardı.
Ne var ki, Papus ve Philippe tarafından oluşturulan ezoterik etki grubuna, kimi güçlü kişiler şiddetle karşı çıkmaktaydılar. Örneğin, Büyük Düşes Elizabeth, imparatorluk tahtının yakınına kendi adamlarını yerleştirmek niyetindeydi. Büyük Düşesin yandaşlarından biri de, sonradan Sergey Nilus adıyla çok ünlü olacak olan, oldukça alçak karakterli bir adamdı. 1903 Yılında Nilus, tehlikeli bir komployu açıkladığını ileri sürdüğü pek tartışmalı bir belgeyi Çara sundu. Ancak eğer Nilus, bu çalışması için Çarın minnettar olmasını beklediyse, acı bir hayal kırıklığına uğramış olmalıdır. Çar, bu belgenin ahlâksızca bir uydurma olduğunu düşündü ve tüm nüshalarının yok edilmesini buyurdu. Ve Nilus, gözden düşerek, saraydan uzaklaşmak zorunda kaldı.
Elbette, belge-ya da, herşeye karşın, belgenin bir nüshası varlığını sürdürebildi. 1903 Yılında bir gazetede dizi olarak yayınlandı, ancak hiç ilgi çekmedi. 1905 Yılında yeniden yayınlandı; ancak bu kez, ünlü gizemci düşünür Vladimir Soloviov'un bir kitabının eki olarak basıldı. Bu noktada artık ilgi çekmeye başladı. İzleyen yıllarda bu belge, 20. yüzyılın en rezil belgelerinden biri oldu.
Söz konusu belge bir broşür, ya da daha kesin söylemek gerekirse, sosyal ve politik bir program niteliğindeydi. Birbirinden çok az farkı olan değişik isimler ve başlıklar altında yayınlandı; en sık kullanılan adı; «Sion Bilgelerinin Protokolleri» (Protocols of the Elders of Sion) [2] idi. Protokollerin Yahudi kaynaklarından çıktığı ileri sürülmekteydi. O dönemde, Yahudi karşıtı olan kişilerin büyük çoğunluğu, Protokolleri «uluslararası Yahudi komplosu» hakkında kesin bir kanıt olarak değerlendirdiler. Örneğin 1919'da Protokoller, Beyaz Rus Ordusuna bağlı birliklere dağıtıldı bu birlikler, izleyen iki yıl boyunca 1917 Devrimi'nden sorumlu tuttukları yaklaşık altmış bin Yahudi'yi öldürdüler. 1919 Yılında Protokoller Almanya'da, sonradan Nasyonal Sosyalist Parti propagandacısı ve ırk kuramcısı olacak olan Alfred Rosenberg tarafından herkese dağıtılıyordu. «Kavgam» (Mein Kampf) adlı kitabında Hitler, gerçek olduklarına körü körüne inandığı Protokolleri, kendi fanatik önyargılarını ateşlemek için kullanmıştır. İngiltere'de, «Morning Post» gazetesi Protokolleri derhal gerçek olarak kabul etti. Hatta 1921'de «The Times» gazetesi Protokolleri pek ciddiye aldı ve ancak sonradan yanlışını kabullendi. Günümüzde uzmanlar, Protokollerin, en azından bugünkü biçimleriyle, kötü niyetli ve sinsi bir sahtekarlık ürünü oldukları üzerinde uzlaşmışlardır. Yine de Protokoller; Latin Amerika, İspanya ve hatta İngiltere'de Yahudi karşıtı propaganda aracı olarak hala dolaşımdadır.[3]
Ana hatlarıyla Protokoller, dünyaya tümüyle egemen olmak için düzenlenmiş bir tasarım görünümündedir. İlk okunuşunda, yeni bir dünya düzeni kurmak amacındaki bireylerden oluşan bir grup için yazılmış Makyavelist bir program deyim yerindeyse, bir tür örgüt içi bildiri niteliğindedir. Protokollerin metni; düzensizlik ve anarşi yaratmaya, varolan kimi rejimleri devirmeye, Masonluk ve benzeri örgütlere sızmaya ve böylece Batı Dünyasının sosyal, ekonomik ve politik kurumları üzerinde mutlak denetim sağlamaya adanmış, çok kollu ve çok başlı bir komployu desteklemektedir. Protokollerin kimliği belirsiz yazarları, yüzyıllar boyunca hiç kimsenin sezinleyemediği politik bir plana uygun olarak, bütün insanları koyun gibi güttüklerini özellikle belirtmektedirler.[4]
Günümüz okuyucusu için Protokoller, Ian Fleming öykülerindeki James Bond'un karşıtı olan SPECTRE benzeri bir düşsel örgüt tarafından düzenlenmiş gibi görülebilir. Ne var ki, ilk yayınlandıklarında, Protokollerin 1897'de Basel'de düzenlenen uluslararası Yahudi Kongresinde derlendiği ileri sürülmüştü. Bu sav uzun zaman önce çürütüldü. Örneğin, Protokollerin ilk nüshalarının Fransızca oldukları bilinmektedir oysa Basel'deki 1897 kongresinde tek bir Fransız delege bile yer almamıştır. Üstelik, Protokollerin bir nüshasının, Basel kongresinden tam on 3 yıl önce, yani 1884'te dolaşımda olduğu kanıtlanmıştır. Protokollerin 1884'e ait nüshası, bir Mason locasına bağlı bir kişinin elinde ortaya çıkmıştı bu loca, Papus'un da üye olduğu ve sonradan Büyük Üstatlığını yaptığı locaydı. [5] Ayrıca, Pagan ve Hıristiyan gizemlerini kaynaştıran ve Rose-Croix örgütünü kuran Mısırlı bilge Ormus geleneğinin ilk ortaya çıktığı loca da, yine bu locaydı.
Günümüz araştırmacıları, Protokollerin, basılı biçimleriyle en azından kısmen de olsa, 1864'te Cenevre'de basılmış hiciv niteliğinde bir yapıtı temel aldığını kanıtlamışlardır. Bu yapıt Maurice Joly adlı bir kişi tarafından 3. Napolyon'a saldırmak amacıyla yazılmış ve Joly bu yazdıklarından dolayı hapse atılmıştır. Joly'nin Rose-Croix örgütüne üye olduğu ileri sürülmüştür. Bunun doğru olup olmadığı bilinemiyor; ama en azından Joly'nin Victor Hugo ile dost olduğu kesindir. Joly'nin 3. Napolyon'a beslediği nefreti paylaşan Hugo, Rose-Croix örgütüne üye idi.
Sonuçta, Protokollerin 1897'deki Basel Yahudi Kongresinden kaynaklanmadığı kanıtlanmış oldu. Öyleyse sorun, Protokollerin nereden çıktığında düğümleniyor. Günümüzde araştırmacılar, Protokollerin tümüyle gerçek dışı, Yahudi karşıtı çıkarlar adına, Yahudileri kötüleme amacıyla hazırlanmış düzmece bir belge olduğu sonucuna varmışlar ve tümüyle gözden uzak tutmuşlardır. Ancak yine de Protokollerin kendisi böyle bir kanıya ulaşılmasına kesinlikle meydan vermemektedir. Örneğin Protokoller, açıkça Yahudilikle ilgisi olmayan çok sayıda muamma dolu göndermeler içermektedir. Bu göndermeler, o kadar açık bir biçimde Yahudilik'ten uzaktır ki, sahtekarlık amacında olan birisi tarafından bile uydurulmaları akla yakın değildir. Hiçbir Yahudi karşıtı kişi, zekası pek kıt olsa bile, Yahudiliğin saygınlığını yok etmek için, böylesi göndermeleri derlemiş olamaz. Çünkü hiç kimse, bu referansların Yahudi kaynaklı olabileceğine inanmaz.
Örneğin, Protokollerin metni şöyle bir ifadeyle son bulur:
«33. Dereceli Sion temsilcileri tarafından imzalanmıştır.» [6]
Neden Yahudi karşıtı bir sahtekar böyle bir açıklamayı uydurmuş olsun? Neden, tüm Yahudileri suçlamak yerine, yalnızca bir grup Yahudi'yi 33. dereceden Sion temsilcileri niteliğindeki birkaç kişiyi suçlamak yolunu seçsin? Bu belgenin, örnek olarak, Uluslararası Yahudi Kongresi temsilcileri tarafından imzalandığını söylemek neden aklına gelmesin? Gerçekte, «33. Dereceli Sion Temsilcileri» deyimi, hiç de Yahudiliğe ya da uluslararası Yahudi komplosuna ait değilmiş gibi görünüyor. Eğer bu sözlerin ardında mutlaka bir gönderme aranacaksa, özellikle Masonluk ile ilgili bir şeylere gönderme yaptığı düşünülebilir. Üstelik, Hund tarafından kurulan ve «Sıkı İzleyiş» (Strict Observance) adıyla bilinen Mason ritinde 33. Derece «Bilinmeyen Üstünler» diye nitelendirilen kişilerin derecesidir ki, Charles Radclyffe de bu kişilerden biri olarak kabul edilir.
Protokollerde başka apaçık gariplikler de vardır.
Örneğin, metinde sürekli olarak bir «Masonik Krallık» kurulacağından ve «Sion kanından bir Kralın» gelişinden söz edilmektedir.
Gelecek olan bu Kralın «Kral David'in soyundan» olacağı belirtilmekte;
«Yahudilerin Kralı gerçek Papa olacak» ve «uluslararası Kilisenin başına geçecek» denilmektedir.
Bu gariplikler pek gizemli bir söylemle sonuçlanmaktadır:
«David'in tohumundan kimi kişiler Kralları ve varislerini hazırlayacaklar!
Yalnızca Kral ve ona destek olan 3 kişi, olacakları bilecek.» [7]
İster gerçek, isterse düzmece olsun bu çeşit deyişler, Yahudi düşüncesinin yansıması olarak alınırsa, ortaya kaba bir saçmalık çıkar. Eski Ahit zamanlarından bu yana, Yahudi geleneğinde Kral yoktur ve Krallık kavramı kesinlikle konu dışı kalmıştır. Bir Yahudi Kral kavramı, günümüz Yahudileri için ne denli anlamsız ise, 1897'deki Yahudiler için de o denli anlamsızdı. Üstelik hiçbir sahtekar bundan habersiz olamazdı. Gerçekte, yukarıda sıralanmış olan deyişler Yahudilik'ten çok Hıristiyanlığa ait görünmekteler. Son 2000 yıl içinde bilinen biricik «Yahudi Kralı», İsa'dan başkası değildir ve İsa, İncillere göre «David'in soyundan gelmektedir». Eğer bir kişi düzmece bir belge hazırlıyorsa ve bunu bir Yahudi komplosuna bağlamak düşüncesindeyse, neden doğrudan Hıristiyan yansımaları olan ipuçlarını bu belgeye yerleştirsin? Neden, özellikle ve doğrudan Hıristiyan olan Papa kavramından söz etsin? Neden, «uluslararası bir sinagog» ya da «uluslararası bir tapınak» yerine «uluslararası bir Kilise» deyimini kullansın? Ve neden gizem dolu «Kral ve destekçisi 3 kişi» deyişini yinelesin ? Bu sözler, Yahudilik ya da Hıristiyanlıktan çok, Johann Valentin Andrea ve Charles Nodier tarafından kurulmuş olan gizli örgütlere yaraşmaktadır. Eğer Protokoller, bir propagandacının Yahudi karşıtı düş gücünden kaynaklanmaktaysa, böylesi şaşkın, bilgisiz ve yeteneksiz bir propagandacıyı tasavvur etmek pek zor olsa gerek.
«Sion Bilgelerinin Protokolleri» adlı belge hakkında sistemli bir araştırmanın ulaştığı sonuçlar şöyledir:
* Protokollerin basılı biçiminin temel aldığı bir özgün metin vardır. Bu özgün metin düzmece değildir. Tam tersine gerçektir. Ancak ne Yahudilikle, ne de «uluslararası Yahudi komplosu» ile bir ilgisi yoktur. Ya bir Mason örgütünden, ya da Sion adını özümseyen Masonluğa benzer bir gizli örgütten kaynaklanmıştır.
* Protokollerin basılı biçiminin temel aldığı özgün metin, kendi ifadelerinde, kışkırtıcı ya da ateşleyici olmak zorunda değildir. Ancak yine de; güç kazanmak, Masonluğa sızmak, sosyal, politik ve ekonomik kurumları denetimi altına almak üzere hazırlanmış bir programı içerebilir. Böyle bir program Rönesans dönemi gizli örgütlerine uygun olduğu kadar, Andrea ve Nodier tarafından kurulan örgütlere de yakışmaktadır.
* Protokollerin basılı biçiminin temel aldığı özgün metin Nilus'un eline geçmiştir. Nilus, başlangıçta Yahudiliğin saygınlığını zedelemek düşüncesinde değildir. Tam tersine, imparatorluk sarayındaki ezoterik grupların itibarını yıkmak amacıyla elindeki metni Çara sunar burada hedef alınan Papus, Mösyö Philippe ve diğerleri tarafından oluşturulmuş gizli örgüttür. Nilus, metni Çara sunmadan önce, metindeki ifadeleri özgün biçiminden çok daha kışkırtıcı ve zehirli bir biçime dönüştürmüştür. Çardan gerekli ilgiyi görmeyince Nilus, kendi dönüştürdüğü metni basıma hazırlamıştır. Bu metin, ilk amacı olan, Papus ve çevresindekilerin onuruna gölge düşürme görevini yerine getirememiştir; ancak, hala ikinci bir amaca hizmet edebilir Yahudi düşmanlığını kışkırtma amacına! Asıl hedefi Papus ve Mösyö Philippe olmasına karşın Nilus, Yahudilere de düşmandır.
* Protokollerin basılı biçimi, öyleyse tümüyle düzmece değildir. Daha ziyade, kökten değişikliğe uğramış bir metindir. Üzerinde gerçekleştirilen değişikliklere rağmen, özgün metinden kalan kimi izler hala fark edilebilir. Papaya, bir Krala, uluslararası Kiliseye ve Sion'a göndermeler yapan bu izler, büyük olasılıkla Nilus için hiçbir anlamı olmayan sözlerdi. Bu tür konularda pek bilgili olmayan Nilus, bu gibi izleri yok etmek için bir gerekçe düşünemedi. Ne var ki bu izler, Yahudilik açısından tümüyle gereksiz ve anlamsız olsalar da, bir gizli örgüt için hiç de gündem dışı değildiler. Bu ipuçları, «Prieuré de Sion» örgütü için fazlasıyla önemli ve anlamlıydı.[8][9][10]
Kaynaklar ve Dipnotlar
[1] Papus, 13 Temmuz 1865'te İspanya'da doğdu. 1887'de «Theosophist Association» adlı örgüte katıldı, ama 1888'de ayrılarak Martinist ilkelere bağlı olan kendi grubunu kurdu. Aynı yıl, Peladan ve Stanislas de Guaitayla birlikte «Ordre Cabalistique de la Rose-Croix» örgütünün kurucu üyeleri arasında yer aldı. 1889'da bu iki kişi ve Villiers de l'Isle-Adam ile birlikte, «L'Initiation» adlı dergiyi çıkarmaya başladı. 1891'de Paris'te Martinistlerin Süprem Konseyi, Papus'un Büyük Üstatlığı altında oluşturuldu. Aynı dönemde Papus, «Gnostic Catholic Church» adlı örgütün kurulmasında Jules Doinel'e yardımcı oldu. 1895'te Doinel, bu örgütün yönetimini Papus'a bırakarak ayrıldı. Aynı yıl Papus, Paris'te «Ahathoor» locasında«Order of Golden Dawn» örgütüne girdi. 1890'larda Emma Calvé ile yakın dost oldu. 1899'da yakın dostlarından biri olan Philippe de Lyon, Rusya'ya giderek, sarayda Martinist bir loca kurdu. 1900 yılında bu kez Papus, Saint Petersburg'a gitti ve Çarın güvendiği kişiler arasına girdi. En sonuncusu 1906'da olmak üzere, Rusya'ya 4 kez gitti. Bu ziyaretleri sırasında Rasputin ile tanıştı. Daha sonra Papus, Paris'te hem «Memphis Misraim» locasının, hem de «Ordis Temple Orientis» örgütünün Büyük Üstadı oldu. 25 Ekim 1916'da öldü.
[2] Nilus, Protokoller. Bu kitap, 1960'lara kadar İngiltere'de seksen 3 baskı yapmıştır. Bu durum Yahudi karşıtlığının İngiltere'de yaygın olduğunu ortaya koyar. Yayıncı şirket, «Britons Publishing» (hâlen gelenekçi Katolik bir yayınevi olan «Augustine Publishing» bünyesindedir), ayrıca «Jews' Ritual Slaughter» (Yahudilerin Ritüelik Cinayetleri) ve «Jews and the White Slave Traffic» (Yahudiler ve Beyaz Esir Ticareti) gibi kitapları yayınlamaktadır.
[3] Protokollerin tarihi için bakınız, Cohn, «Warrant for Genocide» ve Bernstein, «Truth about The Protocols». Yahudi karşıtı yorumlamalar için, Fry, «Wates Flowing Eastward». Bu pek tartışmalı bir belgedir. Diğer bilgiler dışında, Çar Nikola'nın bir Yahudi Kabalacı tarafından ritüelik bir biçimde öldürüldüğünü «kanıtlayan» bir fotoğraf sunmaktadır. 1965 Yılında bile hala bu tür yayınların yapıldığını görmek insanın huzurunu kaçırıyor.
[4] Protokol No. 13
[5] Memphis ve Misraim Locası.
[6] Nilus, Protokoller. No. 24. Bu ibare Protokollerin kimi eski baskılarında yer almamaktadır.
[7] Nilus, Protokoller.
[8] Michael Baigent, Richard Leigh and Henry Lincoln, "Holy Blood, Holy Grail", The Socking International Best Seller.
[9] filistindavasi.netfirms.com/harun/Sion-Protokol/Sion3.htm
[10] (English Version) bibliotecapleyades.net/archivos_pdf/holyblood_holygrail.pdf
Sion Tapınağı Tarikatı Ve Sion Liderleri Protokolleri
Büyük Kulüp, Masonlar, Sebataycılar, Siyonistler, Evangelistler, Kuru Kafa ve Kemikler Tarikatı vb... hepsi Siyonizm Tapınağı Tarikatı altında toplanıyorlar. ...
Masonlar, Sabataycılar, İlluminati, Evangelistler, Dış ilişkiler Konseyi, Bilderbergler, Kuru Kafa ve Kemikler vb... bunların hepsi Merkezi Kudüs'te bulunan ve başından 70 hahamın bulunduğu Siyonizm Tapınağı Tarikatı için çalışmaktadır.Bu Siyonizm düşüncesinin temeli, sınırları Şuveyş kanalından Basra'ya oradan Anadolu toprakları Kapadokya'ya kadar olan bölgede merkezi Kudüs'te bulunan Siyon Tepeleri üzerine kurulmuş bir kaleden dünyayı yönetmektir.
Protokoller" 1905'te Rusya'da ortaya çıktığında, artık herkes, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu. Ve öyle de oldu.Tüm dünyada mutlak Yahudi hükümdarlığı amacı güden "Protokoller", beraberinde cinayetleri, sürgünleri, ihanetleri, tuzakları, yalanları ve kaçınılmaz olarak kan ve gözyaşını getirdi. "Protokoller"i kim kaleme aldı? Nerede ve ne zaman ilan edildi? Neden Rusya'da ortaya çıktı? Rus Devrimi'nin altında yatan gerçek, "Protokoller"mi? Sergius Nilus'un dediği gibi, Siyonizm'i temsil eden sembolik yılanın Kudüs'e dönmeden önce uğrayacağı son durak İstanbul mu?
"Bize karşı olan herşeyi ortadan kaldırmayı kendimize görev edineceğiz. Bu amaçla, krallığımızı kurmamıza çeşitli silahlarla karşı koyan herkesi merhametsizce katledeceğiz."
-4. Protokol-
"Yahudi olmayanların ölmesini istiyoruz."
-3. Protokol-
Bunları yazan ya bir cani, ya da bir çılgın. Ancak, bir cani ya da çılgın için olağanüstü bir başarı!... Eğer bu fikirlerin gerçekten tek bir beyinden çıktığını düşünürsek, yazarın ne bir cani, ne bir çılgın, fakat adanmışlık duygusu ve imanın önderlik ettiği bir beyin olduğu ortaya çıkıyor. Hayal olabilmesi için korkunç derecede gerçek, kurgu olması için son derece mükemmel.
"Dünyada Yahudi ırkından daha gizemli, daha ölümcül ve daha ilginç bir başka ırk daha yoktur."
-Yahudi Dr. Oscar Levy-
SİYON LİDERLERİNİN PROTOKOLLERİ-1
Edebiyat yapmayı bir kenara bırakarak her fikrin anlamını söyleyeceğiz. Mukayese ve istidlâl ile çevremizdeki hadiselere ışık tutacağız. İleride meydana koyacağım sistemimiz iki görüş noktasından hareket eder; kendimiz ve Yahudi olmayanlar.
Dikkat etmelidir ki kötü düşünceli insanlar sayıca iyi insanlardan fazladır. Bundan dolayı onları idare etmekten en iyi neticeler akademik müzakerelerle değil, şiddet ve yıldırmayla elde edilir. Herkes iktidar mevkiinde olmayı arzu eder, her şahıs bir diktatör olmayı ister, yeter ki buna muktedir olsun. Kendi menfaatini temin etmek uğrunda herkesin menfaatini feda etmeye istekli olmayan insanlar gerçekten pek azdır.
İnsan denilen yırtıcı hayvanları zapteden nedir?
Onlara şimdiye kadar rehberlik için ne hizmet etmiştir. Cemiyet hayatının başlangıcında onlar, kaba, kör kuvvete tabi oldular. Sonra ise yanı mahiyette ve sadece kıyafet değiştirmiş bir kuvvet olan kanunlara boyun eğdiler. Bundan şu neticeyi çıkarıyorum. Yaradılışın yasanına göre hak, kuvvette yatar. Siyasi hürriyet bir fikirdir, fakat gerçek değildir. Otorite mevkiinde bulunan bir partiye baskı yapmak gayesiyle halk kitlelerini diğer bir partiye çekmek lüzumu ortaya çıktığı zaman, bu fikrin yem olarak nasıl kullanılacağı bilinmelidir. Liberalizm de denilen bu hürriyet fikrine eğer hasmın kendisi de kapılmış ve bu fikrin uğrunda iktidarının bir kısmını teslim etmeye arzulu ise görev daha da kolaylaşır. Burada bizim nazariyemizin zaferi kesinlikle meydana çıkıyor.
Gevşetilen hükümet dizginleri hayat kanunu gereğince derhal yeni bir el tarafından ele geçirilir ve bir araya toplanır. Çünkü milletin kör kuvveti birgün dahi rehbersiz kalamaz ve yeni otorite, liberalizm ile zayıflatılan eskinin sadece mevkiine yerleşmekten ibâret kalır.
Günümüzdeki liberal idarecilerinin iktidarının yerini "altının iktidarı" almıştır.
Bir zamanlar iman hükmetmişti. Hürriyet gerçekleşmesi imkansız bir idealdir. Çünkü kimse onun ölçülü olarak nasıl kullanılacağını bilmez. Halka muayyen bir müddet için kendi kendini idare etme yetkisi vermek, onları düzensiz bir güruh haline getirmeye yeter. Ondan sonra orada öldürücü bir didişme ortaya çıkar ve kısa zamanda sınıf mücadelesine dönüşür. Bu durumun içinde devletler yanıp yok olur ve onların değeri bir kül yığını derecesine iner. Bir devlet kendi sarsıntıları içinde kendini tüketse ya da dahili anlaşmazlıkları onu dış düşmanlarından zayıf duruma getirse telafi edilemez bir kayba uğramış sayılabilir:
O bizim hakimiyetimize girmiştir. Tamamıyla bizim ellerimizde olan ser mayenin istibdadı ona bir saman çöpü uzatır. Devlet ister istemez ona sarılır. Eğer sarılmazsa dibi boylar. Liberal düşünceli bir kimse yukarıdaki gibi fikirlere ahaka aykırı derse şu sualleri sorarım: Her devletin iki düşmanı olduğuna ve harici tutmak onlara gece vakti ya da üstün sayıda kuvvetlerle hücum etmek gibi mücadelenin her tarz ve maharetini kullanma, ahlâka aykırı mütala edilmediğine göre daha kötü bir düşmana karşı cemiyetin yapısını ve amme menfaatini bertaraf edenlere karşı ayını araçlara, nasıl olurda ahlâka aykırı ve müsaade edilemez denilebilir?
Sağlam mantıklı herhangi bir dimağ için akla uygun müşavere ve münakaşalar yardımıyla kalabalık güruhları bir yöne sevk etmede herhangi bir başarı ümit etmek mümkün müdür? O zaman akılsızca itiraz ve tekzipler de yapılabilir: Bu gibi itirazlar halk arasında daha çok taraftar bulursa muhakeme kuvveti su yüzüne çıkabilir mi? Avam tabakasından olan ve olmayan insanlara sadece küçük ihtirasları önemsiz kanaatlari, adetleri, ananeleri, hissi nazariyeleri rehberlik ettiğinden parti anlaşmazlıklarına düşerler, hatta tamamiyle uygun müzakere temeline dayanan herhangi bir anlaşmaya engel olurlar. Bir kalabalık güruhunun her kararı, birçoğunluk ihtimaline ya da çoğunluğa dayanır. Onlar siyâsî sırları bilmediklerinden bir kısım gülünç kararlar ortaya koyarlar ki bunlar idareye bir anarşi tohumu eker. Siyasetin ahlâk ile ortak hiçbir yönü yoktur. Ahlaka uygun bir şekilde hüküm süren bir hükümdar mahir bir politikacı değildir ve bundan dolayı tahtında sağlam duramaz. Hükmetmek isteyen kimse hem kurnazlığa hem de yapmacılığa başvurmalıdır. Açık sözlülük ve dürüstlük gibi halk arasında meziyet sayılan vasıflar siyasette kusurdurlar. Çünkü bunlar en kuvvetli düşmandan daha tesirli olarak ve daha kesinlikle hükümdarları tahtlarından düşürürler. Bu gibi vasıflar Yahudi olmayanların krallıklarına ait olmalıdır. Fakat biz hiçbir surette o vasıfları rehber edinmemeliyiz.
Bizim hakkımız kuvvette yatar. Mücerret bir düşünce olan "hak" kelimesi hiçbir şey ile ispat edilemez. Bu kelimenin manası şundan başka bir şey değildir: İstediğimi bana ver ki onunla senden kuvvetli olduğuma dair delil sahibi olayım...
Nerede hak başlar? Nerede sona erer?
Merkezi otoritenin zayıf olduğu, liberalizmin durmadan çoğalttığı hakların seli ortasında; kanunların ve hükümdarların kişiliklerini kaybetmiş oldukları herhangi bir devlette; kuvvetlinin hakkıyla hücum etmek ve mevcut bütün kalite ve düzeni darmadağın etmek, bütün müesseseleri yeniden kurmak, kuvvetlerinin hakkını kendi liberalizmleri içinde gönüllü olarak bırakıp bize terkedenlerin hükümdarı olmak için kendimde yeni bir hak buluyorum. Her çeşit iktidarın sallantı halinde olduğu şimdiki zamanda bizim iktidarımız diğer herhangi birinden daha yenilmez olacaktır. Çünkü o hiçbir kurnazlığın artık kendisinin temellerini çürütemeyeceği bir kuvvete sahip oluncaya kadar görünmez kalacaktır.
Şimdi işlemek zorunda bırakıldığımız geçici kötülükten, sarsılmaz bir idarenin iyiliği meydana çıkacaktır. Bu idare, liberalizmin hiçe indirdiği millî hayat mekanizmasının düzenli işleyişini geri getirecektir. Gaye, araçları haklı kılar. Bu duruma göre planlarımızda, dikkatlerimizi iyi ve ahlâkla uygun olandan ziyade gerekli ve faydalıya çevirelim. Öümüzdeki stratejik bir plandır. Birçok yüzyıllar boyu devam eden çabaların boşa gittiğini görmek riskine girmeden bu plandan sapamayız. Faaliyetin memnuniyet verici şekillerini üzerinde inceden inceye durarak meydana getirmek için avamın seviyesizliğini, gevşekliğini, sebatsızlığını, kendi h ayat ve refahının şartlarını anlamak ve onlara uymaktaki kabiliyetsizliğini dikkat nazara almak gerekliydir. Bilinmelidir ki; avamın kuvveti kör, hissiz ve akılsızdır. Daima herhangi bir taraftan gelen telkinlerin elinde kalır. Bir kör diğer bir köre onu uçuruma yuvarlamaksızın rehberlik edemez. Binaenaleyh büyük bir zeka sahibi olsalar bile avamın fertleri ve halk arasından çıkan sonradan görme kimseler henüz siyasetten anlamadıklarından bütün milleti mahva götürmeksizin kitlenin liderleri olarak ileri çıkamazlar. Ancak çocukluğundan beri müstakil olarak hükmetmek için eğitilmiş bir kimse siyaset alfabesiyle tertip edilebilen kelimelerin anlamını anlayabilir. Kendi haline, yani aralarından çıkan sonradan görme kimselere bırakılan halk, iktidar ve itibar elde etmeye çalışmanın tahrik ettiği parti çekişmeleri ve bundan doğan karışıklıklarla kendisini mahva götürür.
Halk kitlelerinin sükunetle ve küçük kıskançlıklardan ari olarak karar vermesi ve şahsi çıkarlarıyla karıştırmadan memleket işleriyle uğraşabilmesi mümkün müdür? Bunlar harici bir düşmandan kendilerini koruyabilirler mi? Bu düşünülemez. Çünkü halk kitlesinde kafa sayısınca parçalanmış bir plan bütün birliğini kaybeder, bu suretle anlaşılmaz olur ve tatbiki imkansız hale gelir.
Ancak müstebid bir hükümdarla planlar geniş ve açık bir şekilde, üzerinde dikkatle durularak hazırlanabilir ve devlet mekanizmasının parçaları arasına uygun şekilde dağıtılabilir. Bundan çıkan zorunlu sonuç şudur ki; herhangi bir memleket için tatmin edici hükümet şekl i birdir. O da sorumlu bir şahsın ellerinde toplanmasıdır. Kesin bir istibdat olmaksızın medeniyet mevcut olamaz. Medeniyet, kitleler tarafından değil onların yöneticisi tarafından devam ettirilebilir. Avam vahşidir ve vahşetini her fırsatta gösterir. Avam hürriyeti ellerine aldığı an o hürriyet çabucak vahşetin en yüksek derecesi olan anarşiye dönüşür.
Hürriyetin kendilerine çok miktarda içki kullanma hakkı verdiği, içkiyle düşünce kabiliyetini kaybetmiş, alkollenmiş hayvanlara bakın. Bu bizim için değildir ve bu yol bizim yürüyebileceğimiz yol değildir. Yahudi olmayan halk, alkollü içkilerle düşünce kabiliyetlerini kaybetmişlerdir. Onların gençliği klasizm ve ilk çağ ahlâksızlığıyla ve içlerine soktuğumuz özel ajanlarlarımız, öğretmenler, hizmetçiler, zenginlerin evlerinde mürebbiyeler, takipler vasıtasıyla zehirlenerek ahmak bir şekilde yetiştirilmişlerdir. Bu sonuncular arasına kötü yol ve lüks içindeki kimseleri gönüllü olarak takip eden ve kendine sosyete kadını denilen kimseleri de olmak üzere edeceğim.
Parolamız kuvvet ve yapmacıktır. Siyasette sadece kuvvet, Özellikle devlet adamlarına çok gerekli olan kabiliyetler içine gizlenmiş kuvvet galip gelir. Taçlarının bir kısım yeni kuvvetlerin ajanlarının ayaklarına düşmesini istemeyen hükümetler için şiddet bir prensip ve desiseyle yapmacık usûl olmalıdır. Bu kötülük sonunda iyiliği elde etmek için tek ve biricik vasıtadır. Bundan dolayı gayemizi elde etmeye hizmet edecekleri zaman rüşvetçilik, düzenbazlık ve hiyanet konularında duraklamamalıyız. Siyaset yolu ile başkalarının mülkünü tereddütsüz olarak nasıl ele geçireceğimizi bilmeliyiz, eğer bu yolla başkalarına boyun eğdirmeyi ve hükümdarlığımızı temin edebileceksek. Bizim devletimiz, bu sessiz işgal yolunda ilerlerken körü körüne itaat meydana getirmek için gerekli olan dehşet havasını sürdürmek hususunda harb korkusunun yerine daha az fark edilebilen fakat daha tatmin edici olan ölüm cezasını koymak hakkına sahip bulunmaktadır. Adil fakat merhametsiz şiddet, devlet kuvvetinin en büyük amilidir. Sadec e menfaatimiz için değil aynı zamanda vazifemiz icabı olarak ve zaferimiz için şiddet ve yapmacık programı devam ettirmeliyiz. Hesaba dayanan bu doktrin kesinlikle kullanılan araçlar kadar kuvvetlidir. Bundan dolayı o araçlarla olduğu kadar şiddet doktriniyle zafer kazanacağız ve bütün hükümetleri bizim hükümetimizin tebası haline getireceğiz. Bütün itaatsizliklerin ortadan kalkması için bizim merhametsiz olduğumuzu bilmek onlara yetecektir.
Çok eski zamanlarda "hürriyet, eşitlik, kardeşlik" kelimelerini halk kitleleri arasında ilk defa biz bağırdık. O günlerden beri her taraftan gelip bu oltaya takılan budala papağanlar tarafından bu kelimeler çok defa tekrar edildi. Bunlarla, evvelce avamın baskısına karşı çok güzel korunan dünyanın refahı ve ferdin hakiki hürriyeti giderildi. Yahudi olmayanların sözde zeki insanları, ilim sahipleri, bu mücerred kelimelerin hakiki manalarını anlayamadılar. Bunların manalarının ve karşılıklı münasebetlerinin çelişmesine dikkat etmelidir. Görmediler ki mahlukat arasında eşitlik yoktur ve hürriyet olamaz . Yaradılıştan akıl, seciye ve kabiliyetler eşit değildir. Düşünmediler ki avam tabakası kördür. Onların arasından seçilip yönetimi üzerlerine alan sonradan görmeler de siyaset mevzuunda avam tabakasının kendisi gibi kördürler. Yetişmiş bir kimse bir budala da olsa yine hükmedebilir. Halbuki yetişmemiş kimse çok zeki de olsa siyasetten bir şey anlamaz. Bütün bu konulara Yahudi olmayanlar dikkat etmedi. Oysa ki her zaman hânedân hükümdarlıkları bu fikirlere dayanmıştır. Çünkü baba siyâsî işlere dair bilgileri oğluna naklederdi. Bu suretle bunları hânedân içindeki intikal anlamını kaybetti ve bu durum davamızın başarısına yardımcı oldu.
Dünyanın her köşesinde "hürriyet, eşitlik, kardeşlik" kelimeleri şuursuz ajanlarımız sayesinde, bizim sancağımız coşkunluğu taşıyan çok sayıda kimseleri saflarımıza soktu. Bu kelimeler daima Yahudi olmayanların refahını kemiren, her tarata sulhu, sükuneti, dayanışmayı yok eden, Yahudi olmayan devletlerin bütün müesseselerini tahrip eden mahvedici kurtçuklar oldular.
İlerde göreceğiniz gibi bu durum bize zaferimiz için yardım etmektedir. Bu diğerşeyler meyanında en kuvvetli imkanı, yani ayrıcalıkları yıkma, başka bir ifadeyle Yahudi olmayanların aristokrasisinin tüm mevcudiyetini yok etme imkanını elimize geçirmeye bizi muktedir kıldı. Bu sınıf halkları ve memleketlerin bize karşı sahip oldukları biricik müdafaa vasıtası idi. Yahudi olmayanların tabii ve soya dayanan aristokrasisinin yıkıntıları üstünde biz para aristokrasisinin önderliğinde bizim tahsil görmüş tabakamızın aristokrasisini kurduk. Bize bağlı olan serveti ve bizim Siyon Liderlerimizin tertip ettiği tahrik kuvveti olan bilgiyi ve aristokrasinin şartları olarak tesis ettik.
İhtiyacımız olan insanlarla münasebetlerimizde daima beşer düşüncesinin en hassas duyguları, para hesabı, tamah ve insanın maddi ihtiyaçları hususundaki açgözlülük üzerinde işlemek suretiyle zaferimiz kolaylaştırılmış bulunmaktadır. Bu beşeri zafiyetlerin her biri tek başına ele alınınca şahsi teşebbüse felce uğratmaya yeterlidir. Çünkü insanların temayüllerine göre istedikleri verilerek faaliyetleri satın alınmıştır. Hürriyet mücerritliği, her memlekette avamı; hükümetlerin, memleketin sahipleri olan halkın kahyası olmaktan başka bir şey olmadıkları ve kahyanın ise eskimiş bir eldiven gibi değiştirilebileceği fikrine inandırmaya bizi muktedir kıldı.
Halk temsilcilerinin bu değiştirilme imkanı, onları bizim emrimize tabi hale getirdi ve böylece bize onları tayin etme kuvveti verdi..
Gayelerimize erişebilmek için harplerin mümkün olduğu kadar arazi kazançlarıyla neticelenmemesi zorunludur.
Böylece harpler ekonomik alana kaydırılacaktır.
Bu alanda milletler verdiğimiz yardımda üstünlüğümüzün kuvvetini sezmekte gecikmeyeceklerdir. Bu durum her iki tarafı bizim beynelminel ajan kadromuzun merhametine terkedecektir. Bu kadromuz milyonlarca göze sahip olup; devamlı olarak gözetleme halindedir ve hiçbir tahdit onları engellememiştir. Sonra bizim beynelminel hukukumuz, millî hukuku ortadan kaldıracak ve devletin medeni kanunları, tebası arasındaki münasebetleri nasıl idare ediyorsa, milletleri öyle idare edecektir.
Halkın içinde kabiliyetleri ve kölece itaatlerine göre titiz bir dikkatle seçeceğimiz idareciler, idare etme sanatında eğitim görmemiş kimselerden olacak ve bundan dolayı kendilerinden müşavirleri ve uzmanları olan çocukluklarından beri bütün dünya işlerini idare etmek için yetiştirilen bilgi ve zeka sahibi kimselerin ellerinde oyuncak olacaklardır. İyice bildiğiniz gibi bizim bu uzmanlarımız idare hususunda ihtiyaç duydukları malumatı bizim siyâsî planlarımızdan, tarih derslerinden ve her an geçen hadiselerin müşahedelerinin tatbikatıyla yönetilemezler. Onlar neticelerden tenkidi bir görüş çıkarmayan nazari usule alışıktırlar. Bundan dolayı bizim onları hesaba katmaya ihtiyacımız yoktur.
Bırakın onları vakti gelinceye kadar kendilerini eğlendirsinler ya da girişkin mazilerinin yeni şekillerinin ümidi içinde ve zevklerinin hayalleriyle yaşasınlar.
Bırakın; bizim onları ilmin emirleri diye kandırdığımız oyunların başrolünü oynasınlar. Bu maksatla devamlı olarak basınımızın vasıtasıyla bu nazariyelere körü körüne itimat uyandırıyoruz. Yahudi olmayanların bilim insanları bilgileriyle böbürlenecek ve ilimden elde edeceği b ütün malumatı makul bir şekilde doğruluğunu ispat etmeden tatbik mevkiine koyacaktır. Halbuki bizim arzu ettiğimiz istikamette eğitmek için bunları kurnazlıkla tertip etmişlerdir.
Bir an bile ifadelerimizi boş sözler sanmayın. Bizim tertip ettiğimiz Darvinizm, Marksizm, Nietzcheism'in başarılarını dikkatle düşünün. Biz Yahudiler için bu yönergelerin Yahudi olmayanların üzerinde nasıl bir bölücü etki yaptığını görmek herhalde zor olmayacaktır. Siyasette ve idari işler yönetmekte hata yapmaktan kaçınmak için milletlerin düşüncelerini, seciyelerini ve temayüllerini hesaba katmak bizim için zaruridir. Siyasetimizin zafer ve onun meydana getirdiği mekanizmanın işleyişi, karşılaştığımız halkların mizacına göre değişmelidir. Onun tatbikatı şimdiki zamanın ışığında geçmişten alınan derslerin hülasalarına dayanmadıkça temin dilmeyecektir.
Bugünün devletlerinin elinde büyük bir kuvvet vardır ki; halkın içinde düşünce hareketleri meydana getirir. Bu, basındır. Basının rolü devamlı olarak ihtiyaçları zorunlu imiş gibi göstermek ve halkın şikayetlerini ifade etmek ve hoşnutsuzluk meydana getirmektir. İfade hürriyetinin zaferi basında mücessem hale gelir.
Fakat Yahudi olmayan devletler bu kuvvetin nasıl kullanılacağını bilmediler ve o kuvvet bizim elimize geçti. Basın vasıtasıyla kendimiz gölgede kalarak tesir yapmak gücünü kazandık. Her ne kadar kan ve gözyaşı isek de basın sayesinde altını ele geçirdik. Gerçi halkımızın içinden birçoğunu feda ettik, fakat altın elimize geçti. Safımızdan fend edilen her şahıs Tanrı nazarında bin Yahudi olmayan şahısa bedeldir.
Scientology Tarikatı
En ünlü üyesi Tom Cruise olan tarikatın geçen Ramazan'da iftar yemekleri düzenlediği ortaya çıktı Almanya'nın Hamburg Eyaleti İçişleri Bakanlığı, Scientology tarikatı konusunda Almanya'daki Türkleri uyardı. İçişleri Bakanı Udo Nagel, bakanlık bünyesinde Scientology'ye karşı bir çalışma gurubu oluşturulduğunu, bu grubun içinde de Türk vatandaşları için «özel bilgilendirme servisi» bulunduğunu belirtti. Nagel, «Scientology'nin son zamanlarda Türk derneklerinde yandaş kazanma çabasında olduğu tespit edilmiştir. Bu örgüte karşı Türk vatandaşlarının dikkatli ve hassas davranmalarını istiyoruz» dedi. Çalışma gurubu başkanı Ursula Cabera da, tarikatın son günlerde Türk derneklerinin içine girerek, gençleri uyuşturucuyla mücadeleyi kullanarak propaganda yaptığını söyledi. Scientology'nin Berlin'deki camilere kadar sızdığı Ramazan'da dinler arası diyalog adı altında iftar yemeği düzenledikleri iddia edildi.
1954'te bilimkurgu yazarı Ron Hubbard'ın Hollywood'da kurduğu tarikat insanların 75.000.000 yıl önce galaksideki 76 gezegenden sürgün edilerek dünyaya geldiğini savunuyor. 10.000.000 üyesi olan tarikatın Amerika'dan sonra en güçlü olduğu yer Almanya.
Evet değerli dostlar; bir ülkede eğer din konusu aşırı saldırıya uğrarsa, mevcut dinî değerler konusunda insanlar sürekli saldırıya uğrarlarsa, elbetteki sapkın inançlar manevi bunalım geçiren gençleri tuzaklarına düşürmek için fırsat bekleyecekler. Gerçekten de ülkemizdeki bu manevi kaostan yararlanan bu tür sapkın fikirler lüks otellerde seks partileri vererek toplumdaki zafiyetleri de kullanarak ülke gençlerini tekellerine düşürmektedir. Mevcut dinimizin sapkınlıklara asla izin vermediğini biliyoruz. Ancak ülkemizde kutsal dinimize ve değerlerimize o kadar çok saldırı vardır ki gençlerimizde neye inanıp neye inanmayacağını şaşırmış durumda. Asırlardır kutlanan kurban bayramı bakın ne hale geldi, vay neymiş hayvan haklarımıymış, vahşetmiş falan filan. Şunu açıkça söyleyeyim birkaç yıla kadar Müslüman halklar kurbanı gizli gizli kesmeye başlayacaklar. Bu toplumu bu hale getirenler utansın. Bu toplumun inanç değerlerine saldıranlar utansın.
Gelelim Scientology tarikatına. 11.08.05'te nokta dergisinde Tutkun AKBAŞ'ın araştırması bundan iki yıl önce bunu haber vermişti.
Londra'nın en işlek istasyonlarından Goodge Street'in hemen yanı başındaki Tottenham Court Road Caddesi'nde, nerdeyse 4 yıldır hiç kaldırılmadan duran «Eleman aranıyor» ilanını gördüğünde, 28 yaşındaki İpek kendini şanslı hissetmişti. Çünkü İngiltere'nin en popüler eczanelerinden Boots'taki randevusuna daha 45 dakika vardı. Boots'un hemen çaprazındaki bu«Eleman aranıyor» ilanını değerlendirmek için vakit var demekti. İki katlı lüks binanın kocaman tabelasında yazan 'Church of Scientology' yazısının ne anlama geldiği konusunda da hiçbir fikri yoktu. Kapıyı çaldı, geniş bir salona girdi. Kendisini güler yüzle karşıladılar. Hemen 5 sayfadan oluşan bir formu doldurmaya başladı. Kişisel bilgiler bölümünün ardından hiçbir iş ilanında karşılaşmadığı garip sorulara yanıt verip vermemek konusunda tereddüt etti: «Reenkarnasyona inanır mısınız? Geçmiş hayatınızda ne tür bir tecrübe yaşadığınızı biliyor musunuz? Hiç uyuşturucu kullanıp cezaevine girdiniz mi?» gibi birbirinden tuhaf onlarca soruya yanıt verdi. İstanbullu İpek'i -Londra'da başlayan öğrencilik serüveninde- bu iş görüşmesinin ardından ilginç olaylar silsilesi bekliyordu. İpek orada değil ama Boots'ta işe başladı. Fakat her gün o tuhaf yerin önünden gidip geldi işine. Birgün sigara almak için büfede beklerken 35 yaşlarında bir İtalyan erkek, sigara parasını verdi. Çünkü İpek'in bozuğu yoktu ve adam, centilmence bir hareketle İpek'le tanışma fırsatı da yakalamış oldu!
Aradan uzun bir zaman geçti. Kısa bir yolculuk için İstanbul'a döndüğünde, o gizemli İtalyan nerdeyse her gün Boots'a uğrayıp İpek'i sordu. Boots çalışanları durumdan kuşkulandılar. Yine aradan günler geçti. İpek otobüs durağında beklerken, kendisine gülen bir adamla göz göze geldi. Öce tanıyamadı, sonra hatırladı. Yine o adamdı. Yine aradan günler geçti. Birgün İpek, bir İngiliz arkadaşıyla salaş bir İtalyan restoranına yemeye gitti. Tam ilk içkilerini yudumlamışlardı ki, garsonlardan biri İpek'e gelip, «Size bir telefon var» dedi. İpek şaşırdı, inanamadı. «Yanlışlık olmasın» dedi. Garson, «Telefondaki ses sizi tarif ediyor» dedi. İpek telefonu aldığında, karşısındaki yine bu İtalyan'dı. «Benimle bir akşam buluşma sözü vermezsen telefonu kapatmam» dedi. İpek "Pekâlâ" demek zorunda kaldı. İlk buluşmaları gerçekleşti.
National Film Theatre'da oynayan gizemli bir Fransız filmi 'Green Line'a gittiler. Sohbet sohbeti açtı. 35 yaşındaki İtalyan, İpek'e bir ara ağrılarından ve sıkıntılarından nasıl kurtulduğunu anlatmaya başladı. İtalyan'ın bir zamanlar karnında ciddi ağrılar varmış ve yok olmuş, çünkü bunun sırrını çözmüş. Meğer İtalyan, Ortaçağ'da bir şövalyeymiş. Karnından bir kılıç darbesi almış. Ağrılarının kaynağı buymuş. Bu gizemi çözünce de ağrılarından kurtulmuş. İtalyan, sonuç olarak İpek'e, insanın her türlü sıkıntısını çözmesinin yolunu, geçmişindeki izlerde araması gerektiğinden bahsetti. İşin ilginç tarafı, İtalyan, randevuya tıpkı İpek gibi, yeşil pantolon, turuncu bir tişört ve yeşil hırkayla gelmişti. Sanki önceden sözleşmişler gibi. Konuşmanın bir yerinde İpek'e, "Kırmızı palton çok yakışıyor" dedi İtalyan. İpek için film burada koptu. Çünkü takip ediliyordu.
İtalyan, İpek'e Scientolog olduğunu itiraf etti. İpek korktu. İtalyan, onu sürekli aradı. Birgün İpek arkadaşlarına telefonunu açtırdı ve İtalyan'ı tehdit ettirmek zorunda kaldı. İpek'in işyerine çiçekler gönderdi. Yine mesajlar çekti. Sonra birden kayboldu. İngiltere'nin başkentinde yalnız bir Türk'ün başına gelen bu olay, belki binlerce Scientology vakasından biri. Die Welt'te uyarı Geçen şubat ayında Almanya'da yayımlanan Die Welt gazetesinde çıkan bir haber, Türkiye'yi yakından ilgilendiriyordu. Haberin başlığı, «Uzmanlar uyarıyor: Scientology Tarikatı Türkiye'de yayılmayı planlıyor» idi. Hamburg İçişleri Bakanlığı'nın Scientology Tarikatıyla ilgili araştırma yapan biriminde uzman olarak görev alan Ursula Caberta'nın uyarılarının da yer aldığı haberde, tarikatın gerçek kimliğini açığa vurmadan İstanbul'da kurulacak bir organizasyon ile Türk ekonomisine giriş yapma niyetinde olduğu iddiasına yer veriliyordu.
Bu arada aynı tarihte, 31 yaşındaki İhsan Göktaş, yıllarca üye olduğu tarikattan ayrıldıktan sonra yayımladığı gizli raporda, Türkiye'nin Scientology'nin genişlemesi için seçilen 1 numaralı ülke olarak gösterildiğini açıklıyordu. Yıllarca tarikat hakkında elde ettiği bilgileri ve gizli Türkiye raporunu Hamburg Eyaleti İçişleri Bakanlığı Scientology Çalışma Grubu Başkanı Ursula Caberta'ya veren Göktaş, «Beni, tarikat düşüncesini Türkiye'nin 4 bir yanına yaymam için seçtiler ve kullandılar. Hedef Türk ticaretini ele geçirmekti» açıklamasını yapıyordu. Dünya çapında 3500 civarında kilisesi, 155 ülkede faaliyeti ve 8 milyon üyesi olduğu bilinen, Tom Cruise, John Travolta, Nicole Kidman, Demi Moore gibi Hollywood yıldızlarının fanatiği olduğu, «Dünyanın en hızlı yayılan dini» iddiasındaki Scientology'nin Türkiye'de de faaliyet gösterip göstermediği hep merak konusuydu. Türkiye'deki temsilcileri ve bağlantılarına ulaşan Tempo muhabiri, Scientology'nin Türkiye'yi kendine yeni üs olarak seçtiğinin bilgilerini ilk kez gün yüzüne çıkarıyor.
Araştırmanın ilk ayağı Scientology'nin resmi internet sitesine atılan bir e-mail ile başladı.
Gazeteci kimliği gizlenerek Scientology'ye atılan
«Meraklı bir Türk» mesajına, Z.G. adında bir Türk'ten yanıt geldi.
Mesajda, Türkiye'de irtibat kurabileceğimiz U.T. adındaki isimle ilgili bilgilere yer veriliyordu.
Tempo muhabirinin yaptığı araştırmalarda, Z.G. ve U.T.'nin henüz yeni faaliyete geçmiş olan bir internet sitesi ve yayıncılık şirketinde de ortak oldukları ortaya çıktı.
Bu iki isim, İstanbul Ticaret Odası kayıtlarında henüz iki ay önce kurulduğu anlaşılan bir yayınevinin sahibi. Ayrıca Scientology'nin resmi sitesindeki Türkiye bağlantısında U.T.'nin ismi de yer alıyor.
Tempo, uzun çabalar sonucunda hem Z.G.'yi, hem de U.T'yi konuşturmayı başardı. Bu arada Scientology'nin resmi internet sitesinde, Türkiye 'Starting Point' olarak belirlenmiş durumda. Yani faaliyetlerin başlatıldığı ülke.
Peki 8 milyon üyesiyle, yeni çağın bu kült tarikatının amacı ne?
Scientology'ye inananlar neyin peşinde?
Tarikatın temelini atan kişi, 1986'da ölen bilimkurgu yazarı Ron Hubbard.
Tarikatın temelini attığı kitabının adı 'Dianetik: Ruh Sağlığının Modern Bilimi'.
Tarikatın varoluş hikâyesiyse ilginç: 75.000.000 yıl önce, Xenu adında, gezegenler arası kötü bir savaşçı, birçok gezegenin yaşayanlarını öldürüp dünyaya getirmiş ve 'tetan'ları -yani ruhları- atmosfere yayan bir doğal afetler reaksiyon zinciri kurmuş! Atmosfere yayılan bu ruhlarsa, insanların bedenlerine girmiş. Şimdi Scientology'ye inananlar bunu çıkarmanın peşindeler!
Hollywood yıldızlarının üyesi olduğu, Amerika'da devlet tarafından bile desteklenen, 'sır dolu' bir teknolojiyle, sıkıntılardan uzaklaştırma gerekçesiyle insanlara aletler bağlayan, dünyanın en zengin tarikatı Scientology, artık Türkiye'de. Türkiye'deki resmi, ekonomik faaliyetlerini bir yayıncılık şirketi üzerinden yapıyorlar. İnternet sitelerinin adı superkitaplar.com. Burada Ron Hubbard'ın kitapları pazarlanmaya başlandı bile. Bu arada, Türkiye'deki sayıları konusunda açıklama yapılmıyor.
Scientology Nasıl Örgütleniyor?
1. Bütün hedef aldığı ülkelerde çok sayıda alt örgütler ve paralel yapılanmalarla biçimleniyor.
2. Hepsi Los Angeles'taki merkeze ve mesela Almanya içinde Kopenhag'daki 'Advanced Organization' adlı kuruluşa bağlı faaliyet gösteriyor.
3. Scientology'nin ekonomide işletmecilik, pazarlama, teknoloji pazarlama gibi hizmet sektörleriyle ilgilendiği biliniyor.
4. Kendileriyle irtibat kuran herkesle mutlaka iletişime geçiyorlar.
5. Küresel bir yönetim ağınca yönlendiriliyorlar. Yapısı çok sayıda örgüt ve gruptan oluşuyor.
6. En üst birimi Los Angeles'taki 'Dini Teknoloji Merkezi' (RTC). Başındaki isim: David Miscavige.
7. RTC'nin amacı, Scientology'nin teknolojilerinin doğru ellerde olmasını, doğru kullanılmasını ve üyelerin güvenliğini sağlamak.
8. RTC bünyesinde bir de 'uluslararası işletmecilik' birimi var. Burada sektör bazında stratejiler ve planlamalar yapılıyor. Bu bölümün başında adına 'Watchdog-Committee' denilen bir komite var. Bu komite teftiş ve denetleme faaliyetlerini yürütüyor ve bünyesinde çok sayıda sorumluluk sahalarını paylaşan gruplar var.
9. Scientology çeşitli örgüt türleri ve sektörlerdeki faaliyetleriyle dikkat çekiyor. Bunlarsa: Şöhret Merkezleri Sektörü, Uluslararası Scientology Misyonları Sektörü, Scientology Girişimciliği Dünya Enstitüsü (WISE) Sektörü, Daha İyi Yaşam ve Yetiştirme (ABLE) Sektörü, Altın Çağ Sektörü, Kamu Konuları Bürosu (OSA) Sektörü.
10. Scientology faaliyete başlayacağı ülkelerde 'Clear' adını verdikleri ilk uygulama projesi yürütüyor. Mesela 'Clear Türkiye' gibi.
11. 'Gung-Ho' adı verilen gruplar, tarikatın dünya hükümetini kurmak için sempati duyan ya da yakın duranları Scientology bünyesine katıyor.
12. Tarikatın ayrıca 'OSA' adında bir de gizli servisi var. Daha önce adı Guardian Office olan bu örgüt, sonra 'Department of Special Affairs' (DSA) adını aldı. İsim daha sonra OSA halini aldı. Her ülkede bu gizli servisten bulunuyor.
13. İddiaya göre tarikatın bir de hapishaneleri var. Rehabilitasyon Projesi Gücü (RPF) ceza ve çalışma kampı gibi. Günde 18 saat çalışılan, konuşmanın yasak olduğu, gıda olarak sadece bezelye ve pirincin verildiği bu toplama kamplarının varlığı Alman makamlarının belgelerine dayanıyor.
14. Allah'ın varlığına inandıklarını ifade ediyorlar. Cennet ve cehenneme inanmıyorlar. Reenkarnasyon, inançlarının temelini oluşturuyor.
15. Scientology, bugün 40 yaşındaki, liseden terk ve ikinci kuşak bir kilise üyesi olan David Miscavige tarafından yönetiliyor.
En ünlü üyesi Tom Cruise olan tarikatın geçen Ramazan'da iftar yemekleri düzenlediği ortaya çıktı Almanya'nın Hamburg Eyaleti İçişleri Bakanlığı, Scientology tarikatı konusunda Almanya'daki Türkleri uyardı. İçişleri Bakanı Udo Nagel, bakanlık bünyesinde Scientology'ye karşı bir çalışma gurubu oluşturulduğunu, bu grubun içinde de Türk vatandaşları için «özel bilgilendirme servisi» bulunduğunu belirtti. Nagel, «Scientology'nin son zamanlarda Türk derneklerinde yandaş kazanma çabasında olduğu tespit edilmiştir. Bu örgüte karşı Türk vatandaşlarının dikkatli ve hassas davranmalarını istiyoruz» dedi. Çalışma gurubu başkanı Ursula Cabera da, tarikatın son günlerde Türk derneklerinin içine girerek, gençleri uyuşturucuyla mücadeleyi kullanarak propaganda yaptığını söyledi. Scientology'nin Berlin'deki camilere kadar sızdığı Ramazan'da dinler arası diyalog adı altında iftar yemeği düzenledikleri iddia edildi.
1954'te bilimkurgu yazarı Ron Hubbard'ın Hollywood'da kurduğu tarikat insanların 75.000.000 yıl önce galaksideki 76 gezegenden sürgün edilerek dünyaya geldiğini savunuyor. 10.000.000 üyesi olan tarikatın Amerika'dan sonra en güçlü olduğu yer Almanya.
Evet değerli dostlar; bir ülkede eğer din konusu aşırı saldırıya uğrarsa, mevcut dinî değerler konusunda insanlar sürekli saldırıya uğrarlarsa, elbetteki sapkın inançlar manevi bunalım geçiren gençleri tuzaklarına düşürmek için fırsat bekleyecekler. Gerçekten de ülkemizdeki bu manevi kaostan yararlanan bu tür sapkın fikirler lüks otellerde seks partileri vererek toplumdaki zafiyetleri de kullanarak ülke gençlerini tekellerine düşürmektedir. Mevcut dinimizin sapkınlıklara asla izin vermediğini biliyoruz. Ancak ülkemizde kutsal dinimize ve değerlerimize o kadar çok saldırı vardır ki gençlerimizde neye inanıp neye inanmayacağını şaşırmış durumda. Asırlardır kutlanan kurban bayramı bakın ne hale geldi, vay neymiş hayvan haklarımıymış, vahşetmiş falan filan. Şunu açıkça söyleyeyim birkaç yıla kadar Müslüman halklar kurbanı gizli gizli kesmeye başlayacaklar. Bu toplumu bu hale getirenler utansın. Bu toplumun inanç değerlerine saldıranlar utansın.
Gelelim Scientology tarikatına. 11.08.05'te nokta dergisinde Tutkun AKBAŞ'ın araştırması bundan iki yıl önce bunu haber vermişti.
Londra'nın en işlek istasyonlarından Goodge Street'in hemen yanı başındaki Tottenham Court Road Caddesi'nde, nerdeyse 4 yıldır hiç kaldırılmadan duran «Eleman aranıyor» ilanını gördüğünde, 28 yaşındaki İpek kendini şanslı hissetmişti. Çünkü İngiltere'nin en popüler eczanelerinden Boots'taki randevusuna daha 45 dakika vardı. Boots'un hemen çaprazındaki bu«Eleman aranıyor» ilanını değerlendirmek için vakit var demekti. İki katlı lüks binanın kocaman tabelasında yazan 'Church of Scientology' yazısının ne anlama geldiği konusunda da hiçbir fikri yoktu. Kapıyı çaldı, geniş bir salona girdi. Kendisini güler yüzle karşıladılar. Hemen 5 sayfadan oluşan bir formu doldurmaya başladı. Kişisel bilgiler bölümünün ardından hiçbir iş ilanında karşılaşmadığı garip sorulara yanıt verip vermemek konusunda tereddüt etti: «Reenkarnasyona inanır mısınız? Geçmiş hayatınızda ne tür bir tecrübe yaşadığınızı biliyor musunuz? Hiç uyuşturucu kullanıp cezaevine girdiniz mi?» gibi birbirinden tuhaf onlarca soruya yanıt verdi. İstanbullu İpek'i -Londra'da başlayan öğrencilik serüveninde- bu iş görüşmesinin ardından ilginç olaylar silsilesi bekliyordu. İpek orada değil ama Boots'ta işe başladı. Fakat her gün o tuhaf yerin önünden gidip geldi işine. Birgün sigara almak için büfede beklerken 35 yaşlarında bir İtalyan erkek, sigara parasını verdi. Çünkü İpek'in bozuğu yoktu ve adam, centilmence bir hareketle İpek'le tanışma fırsatı da yakalamış oldu!
Aradan uzun bir zaman geçti. Kısa bir yolculuk için İstanbul'a döndüğünde, o gizemli İtalyan nerdeyse her gün Boots'a uğrayıp İpek'i sordu. Boots çalışanları durumdan kuşkulandılar. Yine aradan günler geçti. İpek otobüs durağında beklerken, kendisine gülen bir adamla göz göze geldi. Öce tanıyamadı, sonra hatırladı. Yine o adamdı. Yine aradan günler geçti. Birgün İpek, bir İngiliz arkadaşıyla salaş bir İtalyan restoranına yemeye gitti. Tam ilk içkilerini yudumlamışlardı ki, garsonlardan biri İpek'e gelip, «Size bir telefon var» dedi. İpek şaşırdı, inanamadı. «Yanlışlık olmasın» dedi. Garson, «Telefondaki ses sizi tarif ediyor» dedi. İpek telefonu aldığında, karşısındaki yine bu İtalyan'dı. «Benimle bir akşam buluşma sözü vermezsen telefonu kapatmam» dedi. İpek "Pekâlâ" demek zorunda kaldı. İlk buluşmaları gerçekleşti.
National Film Theatre'da oynayan gizemli bir Fransız filmi 'Green Line'a gittiler. Sohbet sohbeti açtı. 35 yaşındaki İtalyan, İpek'e bir ara ağrılarından ve sıkıntılarından nasıl kurtulduğunu anlatmaya başladı. İtalyan'ın bir zamanlar karnında ciddi ağrılar varmış ve yok olmuş, çünkü bunun sırrını çözmüş. Meğer İtalyan, Ortaçağ'da bir şövalyeymiş. Karnından bir kılıç darbesi almış. Ağrılarının kaynağı buymuş. Bu gizemi çözünce de ağrılarından kurtulmuş. İtalyan, sonuç olarak İpek'e, insanın her türlü sıkıntısını çözmesinin yolunu, geçmişindeki izlerde araması gerektiğinden bahsetti. İşin ilginç tarafı, İtalyan, randevuya tıpkı İpek gibi, yeşil pantolon, turuncu bir tişört ve yeşil hırkayla gelmişti. Sanki önceden sözleşmişler gibi. Konuşmanın bir yerinde İpek'e, "Kırmızı palton çok yakışıyor" dedi İtalyan. İpek için film burada koptu. Çünkü takip ediliyordu.
İtalyan, İpek'e Scientolog olduğunu itiraf etti. İpek korktu. İtalyan, onu sürekli aradı. Birgün İpek arkadaşlarına telefonunu açtırdı ve İtalyan'ı tehdit ettirmek zorunda kaldı. İpek'in işyerine çiçekler gönderdi. Yine mesajlar çekti. Sonra birden kayboldu. İngiltere'nin başkentinde yalnız bir Türk'ün başına gelen bu olay, belki binlerce Scientology vakasından biri. Die Welt'te uyarı Geçen şubat ayında Almanya'da yayımlanan Die Welt gazetesinde çıkan bir haber, Türkiye'yi yakından ilgilendiriyordu. Haberin başlığı, «Uzmanlar uyarıyor: Scientology Tarikatı Türkiye'de yayılmayı planlıyor» idi. Hamburg İçişleri Bakanlığı'nın Scientology Tarikatıyla ilgili araştırma yapan biriminde uzman olarak görev alan Ursula Caberta'nın uyarılarının da yer aldığı haberde, tarikatın gerçek kimliğini açığa vurmadan İstanbul'da kurulacak bir organizasyon ile Türk ekonomisine giriş yapma niyetinde olduğu iddiasına yer veriliyordu.
Bu arada aynı tarihte, 31 yaşındaki İhsan Göktaş, yıllarca üye olduğu tarikattan ayrıldıktan sonra yayımladığı gizli raporda, Türkiye'nin Scientology'nin genişlemesi için seçilen 1 numaralı ülke olarak gösterildiğini açıklıyordu. Yıllarca tarikat hakkında elde ettiği bilgileri ve gizli Türkiye raporunu Hamburg Eyaleti İçişleri Bakanlığı Scientology Çalışma Grubu Başkanı Ursula Caberta'ya veren Göktaş, «Beni, tarikat düşüncesini Türkiye'nin 4 bir yanına yaymam için seçtiler ve kullandılar. Hedef Türk ticaretini ele geçirmekti» açıklamasını yapıyordu. Dünya çapında 3500 civarında kilisesi, 155 ülkede faaliyeti ve 8 milyon üyesi olduğu bilinen, Tom Cruise, John Travolta, Nicole Kidman, Demi Moore gibi Hollywood yıldızlarının fanatiği olduğu, «Dünyanın en hızlı yayılan dini» iddiasındaki Scientology'nin Türkiye'de de faaliyet gösterip göstermediği hep merak konusuydu. Türkiye'deki temsilcileri ve bağlantılarına ulaşan Tempo muhabiri, Scientology'nin Türkiye'yi kendine yeni üs olarak seçtiğinin bilgilerini ilk kez gün yüzüne çıkarıyor.
Araştırmanın ilk ayağı Scientology'nin resmi internet sitesine atılan bir e-mail ile başladı.
Gazeteci kimliği gizlenerek Scientology'ye atılan
«Meraklı bir Türk» mesajına, Z.G. adında bir Türk'ten yanıt geldi.
Mesajda, Türkiye'de irtibat kurabileceğimiz U.T. adındaki isimle ilgili bilgilere yer veriliyordu.
Tempo muhabirinin yaptığı araştırmalarda, Z.G. ve U.T.'nin henüz yeni faaliyete geçmiş olan bir internet sitesi ve yayıncılık şirketinde de ortak oldukları ortaya çıktı.
Bu iki isim, İstanbul Ticaret Odası kayıtlarında henüz iki ay önce kurulduğu anlaşılan bir yayınevinin sahibi. Ayrıca Scientology'nin resmi sitesindeki Türkiye bağlantısında U.T.'nin ismi de yer alıyor.
Tempo, uzun çabalar sonucunda hem Z.G.'yi, hem de U.T'yi konuşturmayı başardı. Bu arada Scientology'nin resmi internet sitesinde, Türkiye 'Starting Point' olarak belirlenmiş durumda. Yani faaliyetlerin başlatıldığı ülke.
Peki 8 milyon üyesiyle, yeni çağın bu kült tarikatının amacı ne?
Scientology'ye inananlar neyin peşinde?
Tarikatın temelini atan kişi, 1986'da ölen bilimkurgu yazarı Ron Hubbard.
Tarikatın temelini attığı kitabının adı 'Dianetik: Ruh Sağlığının Modern Bilimi'.
Tarikatın varoluş hikâyesiyse ilginç: 75.000.000 yıl önce, Xenu adında, gezegenler arası kötü bir savaşçı, birçok gezegenin yaşayanlarını öldürüp dünyaya getirmiş ve 'tetan'ları -yani ruhları- atmosfere yayan bir doğal afetler reaksiyon zinciri kurmuş! Atmosfere yayılan bu ruhlarsa, insanların bedenlerine girmiş. Şimdi Scientology'ye inananlar bunu çıkarmanın peşindeler!
Hollywood yıldızlarının üyesi olduğu, Amerika'da devlet tarafından bile desteklenen, 'sır dolu' bir teknolojiyle, sıkıntılardan uzaklaştırma gerekçesiyle insanlara aletler bağlayan, dünyanın en zengin tarikatı Scientology, artık Türkiye'de. Türkiye'deki resmi, ekonomik faaliyetlerini bir yayıncılık şirketi üzerinden yapıyorlar. İnternet sitelerinin adı superkitaplar.com. Burada Ron Hubbard'ın kitapları pazarlanmaya başlandı bile. Bu arada, Türkiye'deki sayıları konusunda açıklama yapılmıyor.
Scientology Nasıl Örgütleniyor?
1. Bütün hedef aldığı ülkelerde çok sayıda alt örgütler ve paralel yapılanmalarla biçimleniyor.
2. Hepsi Los Angeles'taki merkeze ve mesela Almanya içinde Kopenhag'daki 'Advanced Organization' adlı kuruluşa bağlı faaliyet gösteriyor.
3. Scientology'nin ekonomide işletmecilik, pazarlama, teknoloji pazarlama gibi hizmet sektörleriyle ilgilendiği biliniyor.
4. Kendileriyle irtibat kuran herkesle mutlaka iletişime geçiyorlar.
5. Küresel bir yönetim ağınca yönlendiriliyorlar. Yapısı çok sayıda örgüt ve gruptan oluşuyor.
6. En üst birimi Los Angeles'taki 'Dini Teknoloji Merkezi' (RTC). Başındaki isim: David Miscavige.
7. RTC'nin amacı, Scientology'nin teknolojilerinin doğru ellerde olmasını, doğru kullanılmasını ve üyelerin güvenliğini sağlamak.
8. RTC bünyesinde bir de 'uluslararası işletmecilik' birimi var. Burada sektör bazında stratejiler ve planlamalar yapılıyor. Bu bölümün başında adına 'Watchdog-Committee' denilen bir komite var. Bu komite teftiş ve denetleme faaliyetlerini yürütüyor ve bünyesinde çok sayıda sorumluluk sahalarını paylaşan gruplar var.
9. Scientology çeşitli örgüt türleri ve sektörlerdeki faaliyetleriyle dikkat çekiyor. Bunlarsa: Şöhret Merkezleri Sektörü, Uluslararası Scientology Misyonları Sektörü, Scientology Girişimciliği Dünya Enstitüsü (WISE) Sektörü, Daha İyi Yaşam ve Yetiştirme (ABLE) Sektörü, Altın Çağ Sektörü, Kamu Konuları Bürosu (OSA) Sektörü.
10. Scientology faaliyete başlayacağı ülkelerde 'Clear' adını verdikleri ilk uygulama projesi yürütüyor. Mesela 'Clear Türkiye' gibi.
11. 'Gung-Ho' adı verilen gruplar, tarikatın dünya hükümetini kurmak için sempati duyan ya da yakın duranları Scientology bünyesine katıyor.
12. Tarikatın ayrıca 'OSA' adında bir de gizli servisi var. Daha önce adı Guardian Office olan bu örgüt, sonra 'Department of Special Affairs' (DSA) adını aldı. İsim daha sonra OSA halini aldı. Her ülkede bu gizli servisten bulunuyor.
13. İddiaya göre tarikatın bir de hapishaneleri var. Rehabilitasyon Projesi Gücü (RPF) ceza ve çalışma kampı gibi. Günde 18 saat çalışılan, konuşmanın yasak olduğu, gıda olarak sadece bezelye ve pirincin verildiği bu toplama kamplarının varlığı Alman makamlarının belgelerine dayanıyor.
14. Allah'ın varlığına inandıklarını ifade ediyorlar. Cennet ve cehenneme inanmıyorlar. Reenkarnasyon, inançlarının temelini oluşturuyor.
15. Scientology, bugün 40 yaşındaki, liseden terk ve ikinci kuşak bir kilise üyesi olan David Miscavige tarafından yönetiliyor.
Sayeret Matkal
סיירת מטכ"ל
Sayeret Matkal, çok gizli bir komando birliğidir. İsrail özel kuvveti Sayeret Matkal, 1957'de İsrailli subay Abraham Arnan tarafından kurulmuştur. "Sayeret Matkal", İbranice"genelkurmaya bağlı kesif birliği" anlamına gelir. İsrail devleti ve Yahudilere karşı dünya çapında girişilen eylemleri önlemek amacıyla oluşturulan bu birimin terörizm olaylarının artmasıyla, anti terör ve karşı terör ağırlıklı olarak yeniden yapılandığı sanılıyor, İsrail dışında da özel operasyonlara katılıyor. Sayeret Matkal'ın kamuoyunda bilinen en önemli siması ise bir dönem İsrail başbakanı olarak görev yapan Ehud Barak ve Benjamin Netanyahu'dur. İsrail'in en gizli askeri birliği olan Sayeret Matkal'ın CT operasyonlarından sorumlu birimi, "269" olarak tanımlanıyor. Bu bölümün faaliyetlerine bir örnek olarak, Unit 131 adında ve Sayeret Matkal'a bağlı bir kolun 30 Haziran 1954'te Mısır'da düzenlemiş olduğu bir operasyon gösterilebilir.
Bu birim adaylarını diğer özel kuvvet birimleri olan Sayeret Tzanhanim, Flotilla 13 ve Sayeret Golani arasından seçer. Adaylar, Tzanhanim'de 4 aylık fizikî ve ruhsal testlerden başarıyla geçtikten sonra, 5 haftalık paraşütle atlama, rehine kurtarma ve modern iletişim araçlarını kullanma eğitimi alıyor.
Entebbe Baskını
1976 Entebbe baskını harekatını gerçekleştiren Sayeret Matkal, İsrail ordusunun en yetenekli subaylarını kendine çekmesiyle de ünlü. Gerçekten de Sayeret Matkal subaylarından ikisi (ilki bu birliğe komuta da etti), Ehud Barak ve Benjamin Netanyahu, İsrail başbakanı oldular. Bu operasyonda ölen ve operasyonu yöneten İsrail askeri (Jonathan Netamyahu), eski İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu'nun ağabeyidir.
27 haziran 1976'da Atina'dan havalanmak üzere olan Air France uçağı Filistin kurtuluş örgütü ve Alman Baader Meinhot grubu tarafından Uganda'nın Entebbe havaalanına kaçırılır. Uganda, o zamanlar diktatör Idi Amin tarafından yönetiliyordu ve teröristlere gizli destek veriyordu. Sayeret Matkal'ın 15 dakikalık operasyonu sonucu şöyledir;
3 ölü rehine (İkisi Ugandalılar tarafından, biri İsrail askerlerine koşarken)
6 ölü terörist (bazı kaynaklarda 8 geçer)
45 ölü Uganda askeri. (Evet, çatışma sonucu 45 Uganda askeri öldürülmüştür... illegal olarak Uganda hava alanına indikleri için Uganda askerleri Sayeret Matkal'la çatışmıştır.)
11 adet yok edilmiş Uganda askeri uçağı
1 ölü Sayeret Matkal askeri
Sayeret Matkal'ın Diğer Bilinen Operasyonları
1968'de, Mısır'da Nil üzerinde köprüler ve enerji santrallerine sabotaj.
1968'de, Lübnan'da Beirut International Airport'ta Arap havayollarına sabotaj.
1969'da, Mısır elektrik dağıtım santralini etkisiz bırakmak.
1969'da, Mısır kuvvetlendirilmiş Green Island saldırısı.
1970'te, Mısır radar sistemi kurulumunu etkisiz hale getirme.
1972'de, Tel-Aviv'de 512 sefer sayılı Hijaking of Sebena uçağındaki teröristleri etkisiz hale getirme ve yolcuları kurtarma.
1972'de, Suriye istihbarat subaylarını, Suriye'den kaçırma, İsrail'de alıkoyma.
1973'te, Beytut'ta, "Black September" liderlerini öldürme.
1973'te, İsrail topraklarında sayılıp (!) Suriyelilerce işgâl edilen Hermon Dağı'nı geri alma.
1974'de, okul baskınında okul içerisindeki rehineleri kurtarma.
1975'de, otel baskınında otel içerisindeki rehineleri kurtarma.
Ve günümüze kadar pek çok benzeri eylemlerde rehine kurtarmada başarılı olmuş servistir.
İsrail'in işgal altındaki Filistin topraklarında yürüttüğü katliamlara karşı karşı Eylül'de Hava Kuvvetleri'ne bağlı 27 savaş pilotunun Batı Şeria ve Gazze'deki görevlerini 'masum sivillerin ölümüne yol açması' gerekçesiyle reddetmesinin ardından, Sayeret Matkal da isyan etmiş, üçü subay toplam 13 yedek asker, Başbakan Ariel Şaron'a yazdıkları mektupta, "Artık bu zulüm yönetimi ve milyonlarca Filistinlinin insan haklarından mahrum bırakılması adına hayatımızı tehlikeye atmayacağız. Artık yerleşim birimlerinde canlı kalkan olarak görev yapmayacağız. Artık içimizdeki insaniyeti, bir işgal ordusunun operasyonlarında yer alarak yok etmeyeceğiz" ifadelerini kullanmıştır.
İngilizce Kaynaklar: Sayeret Matkal (סיירת מטכ"ל)
סיירת מטכ"ל
Sayeret Matkal, çok gizli bir komando birliğidir. İsrail özel kuvveti Sayeret Matkal, 1957'de İsrailli subay Abraham Arnan tarafından kurulmuştur. "Sayeret Matkal", İbranice"genelkurmaya bağlı kesif birliği" anlamına gelir. İsrail devleti ve Yahudilere karşı dünya çapında girişilen eylemleri önlemek amacıyla oluşturulan bu birimin terörizm olaylarının artmasıyla, anti terör ve karşı terör ağırlıklı olarak yeniden yapılandığı sanılıyor, İsrail dışında da özel operasyonlara katılıyor. Sayeret Matkal'ın kamuoyunda bilinen en önemli siması ise bir dönem İsrail başbakanı olarak görev yapan Ehud Barak ve Benjamin Netanyahu'dur. İsrail'in en gizli askeri birliği olan Sayeret Matkal'ın CT operasyonlarından sorumlu birimi, "269" olarak tanımlanıyor. Bu bölümün faaliyetlerine bir örnek olarak, Unit 131 adında ve Sayeret Matkal'a bağlı bir kolun 30 Haziran 1954'te Mısır'da düzenlemiş olduğu bir operasyon gösterilebilir.
Bu birim adaylarını diğer özel kuvvet birimleri olan Sayeret Tzanhanim, Flotilla 13 ve Sayeret Golani arasından seçer. Adaylar, Tzanhanim'de 4 aylık fizikî ve ruhsal testlerden başarıyla geçtikten sonra, 5 haftalık paraşütle atlama, rehine kurtarma ve modern iletişim araçlarını kullanma eğitimi alıyor.
Entebbe Baskını
1976 Entebbe baskını harekatını gerçekleştiren Sayeret Matkal, İsrail ordusunun en yetenekli subaylarını kendine çekmesiyle de ünlü. Gerçekten de Sayeret Matkal subaylarından ikisi (ilki bu birliğe komuta da etti), Ehud Barak ve Benjamin Netanyahu, İsrail başbakanı oldular. Bu operasyonda ölen ve operasyonu yöneten İsrail askeri (Jonathan Netamyahu), eski İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu'nun ağabeyidir.
27 haziran 1976'da Atina'dan havalanmak üzere olan Air France uçağı Filistin kurtuluş örgütü ve Alman Baader Meinhot grubu tarafından Uganda'nın Entebbe havaalanına kaçırılır. Uganda, o zamanlar diktatör Idi Amin tarafından yönetiliyordu ve teröristlere gizli destek veriyordu. Sayeret Matkal'ın 15 dakikalık operasyonu sonucu şöyledir;
3 ölü rehine (İkisi Ugandalılar tarafından, biri İsrail askerlerine koşarken)
6 ölü terörist (bazı kaynaklarda 8 geçer)
45 ölü Uganda askeri. (Evet, çatışma sonucu 45 Uganda askeri öldürülmüştür... illegal olarak Uganda hava alanına indikleri için Uganda askerleri Sayeret Matkal'la çatışmıştır.)
11 adet yok edilmiş Uganda askeri uçağı
1 ölü Sayeret Matkal askeri
Sayeret Matkal'ın Diğer Bilinen Operasyonları
1968'de, Mısır'da Nil üzerinde köprüler ve enerji santrallerine sabotaj.
1968'de, Lübnan'da Beirut International Airport'ta Arap havayollarına sabotaj.
1969'da, Mısır elektrik dağıtım santralini etkisiz bırakmak.
1969'da, Mısır kuvvetlendirilmiş Green Island saldırısı.
1970'te, Mısır radar sistemi kurulumunu etkisiz hale getirme.
1972'de, Tel-Aviv'de 512 sefer sayılı Hijaking of Sebena uçağındaki teröristleri etkisiz hale getirme ve yolcuları kurtarma.
1972'de, Suriye istihbarat subaylarını, Suriye'den kaçırma, İsrail'de alıkoyma.
1973'te, Beytut'ta, "Black September" liderlerini öldürme.
1973'te, İsrail topraklarında sayılıp (!) Suriyelilerce işgâl edilen Hermon Dağı'nı geri alma.
1974'de, okul baskınında okul içerisindeki rehineleri kurtarma.
1975'de, otel baskınında otel içerisindeki rehineleri kurtarma.
Ve günümüze kadar pek çok benzeri eylemlerde rehine kurtarmada başarılı olmuş servistir.
İsrail'in işgal altındaki Filistin topraklarında yürüttüğü katliamlara karşı karşı Eylül'de Hava Kuvvetleri'ne bağlı 27 savaş pilotunun Batı Şeria ve Gazze'deki görevlerini 'masum sivillerin ölümüne yol açması' gerekçesiyle reddetmesinin ardından, Sayeret Matkal da isyan etmiş, üçü subay toplam 13 yedek asker, Başbakan Ariel Şaron'a yazdıkları mektupta, "Artık bu zulüm yönetimi ve milyonlarca Filistinlinin insan haklarından mahrum bırakılması adına hayatımızı tehlikeye atmayacağız. Artık yerleşim birimlerinde canlı kalkan olarak görev yapmayacağız. Artık içimizdeki insaniyeti, bir işgal ordusunun operasyonlarında yer alarak yok etmeyeceğiz" ifadelerini kullanmıştır.
İngilizce Kaynaklar: Sayeret Matkal (סיירת מטכ"ל)