KAVİM 9
- "Şaka yapar gibi bir halim mi var?"Bir süre sesi çıkmıyor. Açık kahverengi gözleri yüzümde, öylece bakıyor. Düşünüyormu, üzüntüden mi konuşamıyor belli değil."Ne oldu" diyorum, "sesin kesildi. Malik, kafayı sıyırdığı içinSelimi öldürdü diyelim, Mehmeti niye öldürsün? Mehmetin ne Mor Gabrielle ne deDiatesseronla ilgisi vardı. Hu... Söyler misin, Malik neden öldürsün Mehmeti?"Bir süre daha ses çıkmıyor Cengizden, gözleri hâlâ üzerimde:"Demek Mehmet de öldürüldü" diye mırıldanıyor sonunda. Sesi o kadar derindengeliyor ki, sanki benimle değil de kendi ruhuyla konuşuyor gibi. "işte bu çok tuhaf!Malik neden öldürsün ki Mehmeti?"Akıl mı yürütüyor, yoksa beni yönlendirmeye mi çalışıyor, anlamak imkânsız. Hiçduraksamadan soruyorum:"Bu tavırlarla beni etkileyemezsin Cengiz.""Niye etkilemeye çalışayım seni?""Kafamı karıştırmak için. Benim kadar sen de bilirsin bu işleri. Mor GabrielManastırının yanındaki mağarada boğulan altı kişiyi, patos makinesinde kıymayaptığınız zavallı çobanı saymazsak...""O cinayetlerin benimle ilgisi yok.""Senin ilgin olmasa bile, Selim ile Mehmetin öldürülmesi o cinayetlerle ilgili."Donuk gözleri canlanıyor:"Nasıl yani, Süryanîler mi işledi bu cinayetleri?""Tabiî canım" diyorum işi alaya vurarak, "Çoban Yusufun zavallı kardeşi Gabriel,gizlice Đstanbula geldi. Abisi Yusuf u öldürüp kimliğini alan Selimi tespit etti,Mehmetin adresini buldu, sonra da teker teker onları öldürdü... Yahu Cengiz, senbenimle dalga mı geçiyorsun? Ne Süryanîsi? Onları sen öldürdün. Tıpkı Malikiöldürdüğün gibi acımasızca, gözünü kırpmadan.""Ben arkadaşlarımı öldürmem" diyor Beretta’sını yeniden üzerime çevirerek. "Senibilmem ama benim için arkadaşlık kutsaldır. Vatan gibi, bayrak gibi."Bir de böyle konuşmuyorlar mı, cinim tepeme çıkıyor. Đşkence ediyorlar, öldürüyorlar,hırsızlık yapıyorlar, uyuşturucu satıyorlar sonra da çıkıp ne yaptıysak vatan için, milletiçin, devlet için diyorlar. Cengizin suratına, bu lafları ağzına alma diye bağırmakgeçiyor içimden, ama kontrolümü yitirmemem gerektiğini bildiğim için tutuyorumkendimi. Sabık müdürüm konuşmasını sürdürüyor."Onlar için gözümü kırpmadan canımı verirdim. Onları korumak için neleri gözealdığımı biliyor musun sen?"Nasıl olup da böyle sakin durduğuma kendim de şaşarak yanıtlıyorum onu:"Keşke yapmasaydın. Zaten yaptığın fedakârlıklar yüzünden öldürmek zorunda kaldınya arkadaşlarını. Artık Selime engel olamıyordun. Özellikle de Kınalı Meryemletanıştıktan sonra seni dinlemez olmuştu. Diatesseronu satacağım diye tutturmuştu.Bir gün, bir yerde açık verecekti. Ve senin parlak kariyerin, bir anda sona erecekti. Buyüzden öldürdün Selimi. Tabiî Mehmeti de geride bırakmak olmazdı. Zaten onun ruhhali de hiç iyi değildi. Akıl sağlığı giderek bozuluyordu. Bir gün, bir yerde konuşacaktı.Belki onunla da kavga etmiştin. Senden ilk kuşkulanan Malik oldu. Ama büyük bir hatayaptı, önce seninle konuşmak istedi. Cinayetlerini yüzüne vurunca da onu öldürdün. Odinsel mesajlar, altı çizilmiş satırlar, kabzası haçtan bıçaklar filan hepsi de olaya dincinayetleri görünümü vermek içindi. Đlk hedefin Malikti, o olmayınca şimdi suçu zavallıSüryanîlerin üzerine yıkmak istiyorsun."Gözlerinde derin bir nefret beliriyor yeniden:
- "Đyi tezgâh" diye tıslıyor. "Açığımı bulunca fırsatı kaçınmadın, hemen senaryoyuyürürlüğe soktun değil mi? Senin bu kadar hırslı olduğunu bilmezdim Nevzat.""Ne hırsı Cengiz? Benim hırsım filan yok.""Hırsın olmasaydı, Malikin evinde görüldüğümü önce bana anlatırdın.""Böylece senin cinayetine ortak olurdum."Öfkeyle bağırıyor:"Cinayet değil diyorum sana.""O zaman neden kaçıyorsun?""Çünkü cinayeti sen soruşturuyorsun.""Bana güvenmediğin için mi kaçıyorsun? Benim söylediklerimde yanlış olan ne? Azönce söylediklerim..." Anlamamış, gözlerini kısarak bakıyor. "Yani senin bu cinayetleriişleme nedenlerin.""O cinayetleri ben işlemedim diyorum sana.""Tamam, diyelim ki işlemedin. Ama benim yerime kendini koy, söylediklerim anlamlıgelmiyor mu sana? Şu anda Selim ile Mehmetin ölümünden yarar sağlayacak tek kişisensin. Mantıklı değil mi?""Mantıklı" diyor ama gözlerindeki nefretin iyice büyüdüğünü fark ediyorum. "Çokmantıklı." Kin yüklü bir sesle konuşmaya başlıyor: "Ayağımı kaydırdıktan sonra Sabriödül olarak, benim yerime seni getirir artık."Belki böyle konuşmam tehlikeli ama aldırmıyorum. Bu adamın bir hırsız gibi evimegirip, elinde silah benimle konuşuyor olması zoruma gitmeye başlıyor."Papağan gibi tekrarlayıp duruyorsun. Benim hiç kimsenin yerinde gözüm yok. Çekipgidecektim, senin zorunla kaldım burada."Sesimi yükseltince, gerilim ona da geçiyor:"Palavra" diye doğruluyor oturduğu koltukta, "başından beri benim yerimde gözünvardı. Yükselememenin verdiği açgözlülükle bana çelme taktın. Amacın sırtıma basarakbir yerlere gelmekti."Adam hem suçlu, hem güçlü; hakaretleri iyice canımı sıkıyor:"Yükselmek, kariyer gibi hesaplan senin gibiler yapar. Hem de arkadaşlarımöldürmeyi bile göze alarak."Sözlerim onu iyice çıldırtıyor:"Arkadaşlarımdan bahsetme!" diye bağırıyor.Umurumda bile değil, nereden incelirse oradan kopsun."Niye?" diyorum, "onlardan bahsedince vicdanın mı sızlıyor? Onları nasıl öldürdüğünümü hatırlıyorsun?""Sus! Sus yoksa vururum seni."iyice basıyorum nasırına:"Vurursun tabiî... Arkadaşlarını vurmaya alıştın nasıl olsa.""Sen, arkadaşım değilsin."Artık susmam lazım, ama içimdeki öfkeye engel olamıyorum:"Doğru arkadaşın değilim. Arkadaşın olmam için katil olmam gerekir."Bu sözler bardağı taşıran son damla oluyor."Arkadaşlarımı ağzına alma dedim sana" diyerek üzerime atlıyor. Kendimi korumayafırsat bulamadan, tabancasının kabzası başıma inmeye başlıyor. Cengiz vururkenbağırmayı da sürdürüyor:"Onlar, gerçek birer vatanseverdi. Onlar gerçek birer milliyetçiydi. Onlar gerçek birerkahramandı..."
- Gözlerim kararırken, sehpanın üzerindeki çerçeveden hâlâ gülümseyerek bakan karımile kızımı görüyorum. Keşke karımı dinleyip, o demir parmaklığı yaptırsaydım diyegeçiriyorum içimden.31Yine düşmanlarını çoğalttın Nevzat.Yüzümde bir ıslaklık hissediyorum; sol yanağımda ılık bir nefes, gözlerimi açıyorum.Bir çift kahverengi göz, şefkatle bana bakıyor. Birden tüylü bir yüz, siyah bir burungörüyorum, korkuyla başımı geri çekiyorum... Hay Allah, bu bizim Bahtiyar yahu!Sokağımızın köpeği, kangal kırması Bahtiyar. Ne işi var onun burada? Birden olanlarıhatırlıyorum, Cengiz... Hâlâ burada mı o herif? Odanın içine bakmıyorum, masanınüzerindeki çerçeveden bana gülümseyen karım ile kızım dışında kimse yok. Demekgitmiş, üstelik kapıyı açık bırakarak. Dikkatsizlikten mi? Sanmıyorum. Mahalleliye benirezil etmek için. Usulca doğrulmaya çalışıyorum, midem bulanıyor, başım zonkluyor, solşakağım hissiz. Elimi uzatıyorum, parmaklarımda bir ıslaklık. Panik içinde elimebakıyorum: kan. Yeniden doğrulmaya çalışıyorum. Ayağa kalkınca başım dönüyor,düşecek gibi oluyorum. Divanın kenarına tutunuyorum. Baş dönmem geçiyor, silahımı oanda fark ediyorum. Biraz evvel Cengizin oturduğu koltuğun üzerinde duruyor. Yaklaşıpalıyorum, açıp bakıyorum, kurşunlar yerinde. O zaman emin oluyorum Cengizin evi terkettiğine. Yine de evdeki odaları tek tek kontrol etmekten kendimi alamıyorum, Bahtiyarda peşimde.Evde yalnız olduğumu anlayınca Bahtiyarı dışarı çıkarıyorum, sonra banyoyageçiyorum, şakağımdaki yara çok derin değil ama başımın arkasında cevizbüyüklüğünde bir şişlik var. Yüzümü yıkıyorum, tentürdiyot, oksijen ve pamuklaşakağımdaki yarayı temizliyorum. Bir de kafamdaki şu zonklama olmasa. Ağrı kesicialmadan önce, Aliyi arıyorum. Can’ın evinin önüne bir ekip arabası yollamasınısöylüyorum. Evime gelmekten çekinmeyen Cengiz, kendisini teşhis eden en önemlitanığı da tehdit etmekten çekinmeyecektir. Bu ani isteğim karşısında kuşkulanıyor Ali:"Ne oldu Başkomiserim, bir gelişme mi var?" diye soruyor.Gece vakti çocuğu huzursuz etmenin bir anlamı yok."Önemli değil Alicim, yarın anlatırım."Ardından Can’ı arıyorum:"Birazdan evinin önüne bir ekip arabası gelecek" diyorum.Der demez endişeleniyor çocuk:"Đhbar filan mı aldınız Başkomiserim?""Yok, sadece önlem. Bunlar rutin işlemler."Telefonu kapadıktan sonra, buzdolabından çıkardığım buz parçacıklarını bir naylontorbaya koyup, başımın arkasındaki şişliğin üzerine bastırıyorum. Buzun soğukluğuzonklamayı azaltıyor. Ardından şu sağlam ağrı kesicilerden bir tane içip, yatağımauzanıyorum.Sabahleyin daha iyi uyanıyorum. Gerçi başım inceden inceye hâlâ ağrıyor ama okorkunç zonklama geçmiş. Sol gözüme kan oturmuş, açıp kaparken batıyor, ama idareeder. Yüzümü yıkayıp, tıraş oluyorum. Sol şakağımdan yara yerinin bantlarım değiştirip,kendimi sokağa atıyorum. Önce köşedeki camcı Rafet Ustaya uğruyorum. Anahtarıverip, mutfağın camını değiştirmesini rica ediyorum. Bir de bana iyi bir demircibulmasını söylüyorum, alt kattaki pencerelere parmaklık yaptırmak için. Merkeze
- giderken yol üstünde bir pastaneye uğrayıp karnımı doyuruyorum. Đkinci çaydan sonrayeniden insanlarla uğraşabilecek hale geliyorum.Merkezde Aliyi beni beklerken buluyorum. Akşamki olayı öğrenince üzülüyor,geriliyor, o sinirle:"Niye haber vermediniz Başkomiserim?" diye fırça bile atıyor. "Ya Cengiz yenidengelseydi eve?""Niye gelsin Ali, beni öldürmek onun sorununu çözmez ki. Neyse işimize bakalım.Dosyadaki eksikleri tamamlayalım. Sahi Zeynep nerede?""Zeynep mezarlığa gitmiş. Ben de görmedim.""Hayrola ne mezarlığı?""DNA testi için. Şu Selim Uluderenin mezarında yatan cesetten DNA alacaklar ya.Gabrielden aldıklarıyla karşılaştırmak için. Ama Zeynep bize bir not bırakmış. MehmetUncunun, Selim Uludereyle aynı gün öldürüldüğünü yazıyor notta.""Demek katilimiz o gün oldukça meşgulmüş" diyorum. "Cinayet günü CengizMüdürümüz ne yapıyordu acaba?""Adamı yakalamış olsaydık öğrenirdik Başkomiserim... Karısına sorsak?""Cevap bile vermez. Ya da yalan söyler. Şimdilik elimizdekilere bakalım. Şu üçünübiraz daha araştıralım.""Hangi üçünü Başkomiserim?""Cengiz ile arkadaşlarını. Mehmetin evinde bulduğumuz fotoğraf, onların polisliğebaşlamadan çok önce arkadaş olduklarını kanıtlıyor. Ne zaman tanışmışlar, nasılarkadaş olmuşlar, bunları öğrenirsek belki yeni ipuçlarına ulaşırız. Bir de Malikmeselesi var. Hâlâ Cengiz ve arkadaşlarının onunla ne tür bir ilişkisi vardı, bilmiyoruz.""Haklısınız" diye onaylıyor. "Ben şu Malikin oğluyla bir konuşayım mı o zaman?""iyi fikir, Zekeriyayla bir konuş. Cengizi de, sahte Yusuf u da tanıyordu. Bir degazetelere bakmak lazım.""Hangi gazetelere?""Eski gazetelere. Şimdi bu adamlar, ülkücü takımından olabilir, milliyetçilik filan.Gençliklerinde bazı olaylara karışmış olmaları da muhtemel. 1980 öncesi gazetelerebakmakta yarar var. Birkaç memuru bu işle görevlendirelim. 1976 ile 12 Eylül 1980arasındaki gazeteleri tarasınlar. Cengiz Koçan, Selim Uludere, Mehmet Uncu, MalikKarakuş isimlerinin geçtiği bütün haberleri toparlasınlar.""Tamam Başkomiserim...""Bu arada Can’ın koruması sürüyor değil mi?""Sürüyor. Bu sabah okula kadar eşlik etmişler beyefendiye.""iyi, bir süre yalnız bırakmayalım oğlanı. Cengiz şu sıra kudurmuş gibi, ne yapacağıbelli olmaz.""Siz de dikkat edin ama Başkomiserim. Allahın entel lavuğunu koruyalım derken, sizebir zarar gelmesin."Alinin delişmen gözlerinde derin bir endişe var. Bu çocuk, sahiden de seviyor beni.Belki ölmüş babasının yerine koyuyordur. O kadar da değil. Niye olmasın ben, Zeynepibazen kızım gibi düşünmüyor muyum? Đyi ki Evgenia böyle düşündüğümü bilmiyor."Zeynep kızın, Ali oğlun, neden aileye ihtiyaç duymadığın anlaşılıyor" derdi hemen.Aslında çok da haksız sayılmaz, zamanımın büyük bölümü bu çocuklarla geçiyor.Dalgınlaştığımı fark eden Ali:"Ben kalkayım artık Başkomiserim" diyerek ayaklanıyor. "Arkadaşları kütüphaneyeyollayıp, ben de Zekeriyaya gideyim.""Hadi bakalım Alicim, kolay gelsin."
- Ali çıkarken, cep telefonumu elime alıyorum. Artık Evgeniayı aramanın zamanı geldi.Gitti mi acaba Yunanistana? Gitmiştir. Đnatçıdır, söylediğini yapar. Numarasınıtuşluyorum. Ama Evgenianın telefonu çalmıyor, onun yerine bir bayan sesi Đngilizce birşeyler söylüyor. Muhtemelen aradığınız numaraya ulaşılamıyor türünden bir şeyler.Telefonunu kapalı mı tutuyor bu kadın? 0 kadar öfkelenmiş ki, benimle konuşmak bileistemiyor, istemezse istemesin, daha ne yapayım, "Gitme, yeniden başlayalım" dedim.Dinlemedi beni. Sıkıntıyla koltuğumda geriye yaslanıyorum. Böyle olmayacak, kendimiişe vermeliyim. Masamın çekmecesini açıp, Nusretten aldığım dosyayı yeniden gözdengeçirmeye çalışıyorum, olmuyor. Aklımı Evgeniadan alamıyorum. Ne oldu bana?Nereden nüksetti bu Evgenia hastalığı birdenbire? Belki akşamki saldın yüzünden. Tekbaşıma evde yıkılıp kaldım öyle. Bir tek Bahtiyar geldi yardımıma, mahallenin sevimliköpeği. Arayıp da yardım isteyeceğim kimsem yoktu. Nasıl yoktu? Ali, Zeynep,teşkilattaki arkadaşlarım. Onlar farklı. Böyle anlarda insan başka bir sıcaklık arıyor. Neoluyor Nevzat? Çözülüyorsun oğlum, toparla kendini. Hem Evgenia olsaydı, onu daaramazdın; korkutmamak için, belaya bulaştırmamak için. Doğru, bu yüzden değilEvgenianın yokluğunu hissetmem... Belki cinayetler çözülmeye başladığından. Öyle yada böyle olayda epeyce yol aldık. Boşta kalan akıl sevdiğini ararmış derler. Amma attımha, öyle bir laf yok. Ama yanlış da değil, eğer çok önemli bir işin... Aşktan daha önemlibir iş olabilir mi? Olabilir: cinayet. Yine aynı yere geldik, konumuz; aşk ve cinayet. BunuEvgeniayla tartışmak isterdim. Hiç iyi bir fikir değil. Hoş artık Evgeniayı nerde buluptartışacaksın. Yok, canım, bir süre sonra öfkesi geçer, arar herhalde. Böyle sırtınıdönüp gitmek olur mu? Evgenia söz konusuysa, olur. Onun her şeyi yapabileceğineinanının, sevgisi de, öfkesi de sağlamdır. Gözlerim masanın üzerinde duran ceptelefonuma kayıyor. Belki de uyanmamıştır, bir kere daha arasam şunu. Söylediğimekendim de inanmıyorum, ama umut insanı aptallaştırıyor işte. Uzanıp alıyorum masanınüzerinden telefonumu, yeniden tuşluyorum. Yine Đngilizce konuşan o kadın... Buyur,aldın işte cevabını. Belli ki Evgenia kapatmış telefonunu. Konuşmak istemiyor iştekadın. Bu duruma alışsam iyi olacak. Kendime eziyet etmenin anlamı yok. Söylemesikolay, yapması zor. Kendimi tutamayıp, birkaç kez daha arıyorum. Đngilizce konuşan okadın çıkıyor karşıma hep. Basımdaki ağrı gibi öğleye kadar derinden derine sancıyıpduruyor Evgenianın yokluğu.Öğle yemeği için dışarı çıkıyorum, dönüşte müdürlerden Rasimle karşılaşıyoruz.Aramız iyidir, ama bu kez soğuk davranıyor.Önce anlamıyorum, sonra düşüyor jeton. Cengiz meselesi. Yaptığım soruşturmayı,teşkilat içi operasyon gibi görüyor, Cengizi de sevdiğinden, açıkça bana tavır alıyor.Yine düşmanlarını çoğalttın Nevzat... Çoğalsın, umurumda bile değil, doğruyu yapmışolmanın verdiği huzur, artan birkaç düşmandan çok daha önemli benim için.Öğleden sonra Zeynep geliyor. Mezardan DNA örneğini almışlar. Selim Uludereninyaşayan akrabası yokmuş. Yaşlı bir annesi varmış. Zavallı kadıncağız, oğlununMidyatta patos makinesinde paramparça edildiğini öğrenince, kalp krizi geçirip ölmüş.Selim, annesine ölen kişinin kendisi olmadığını anlatmaya fırsat bulamamış anlaşılan yada güvenlik gereği muhtemelen de Cengizin ikazıyla bu gerçeği söylemek istememiş.Böylece Selim, altı genç ve o zavallı çobanla birlikte, kendi öz annesinin de ölümünesebep olmuş. Adamın kendini esrara vurmasının, rüyalarında Mor Gabrieli görmesininnedeni anlaşılıyor, insan böyle bir suçluluk duygusuyla nasıl yaşayabilir? Cinayet,sadece kurbanın canını almakla kalmıyor, katilin yakasını da bir ömür boyu bırakmıyor."DNAnın sonuçlanması biraz zaman alacak" diyor Zeynep. "Ceset tamamen çürümüş.Dişi üzerinde çalışacaklar. Y kromozomunu araştıracaklar. Böylece Gabriel ilemezardaki kişi arasında bir akrabalık varsa öğreneceğiz."
- Aslında ikimiz de, sonucu tahmin edebiliyoruz, ama kanıtlamak, belgelemek lazım.Zeynep laboratuara gitmek üzereyken Ali geliyor. Onu görünce gidişini erteliyor bizimkız. Şu Can olayı, bunları yaklaştırdı anlaşılan. Belki Zeynep bir kararın eşiğindendöndü, belki Aliye olan duygularını test etme imkânı buldu. Bizim delifişek de Zeynepikaybedeceğini anladı. Güzel, benim için sorun yok."Ne yazık ki Zekeriyadan fazla bir şey öğrenemedim Başkomiserim" diyor Ali."Küçükken babası onun dükkâna gelmesini istemezmiş. Anlaşılır bir şey, adam pisişlerle uğraşıyormuş çünkü. Bu yüzden sahte Yusufu, yani Selim Uludereyi de, Cengizide son yıllarda tanımış. Babasıyla bu adamların nasıl, nerede tanıştıklarını, ne türdenbir ilişki içinde olduklarını bilmiyor.""Yusufu gerçek ismiyle mi, yani Selim diye mi biliyor?""Hayır, o da ilginç. Yusuf olarak biliyor.""Ama Malik" diyorum, "Yusufu gerçek ismiyle yani Selim Uludere olarak biliyorolmalı. Çünkü uzun yıllardır tanışıyorlarmış. Muhtemelen Cengizi tanıdığından beri."Alinin kafası da Cengiz meselesine takılmış."Başka bir tuhaflık da bu. Selim, Malikin dükkânında sahte isim kullanırken, Cengizgerçek ismini kullanmaktan çekinmemiş.""Niye çekinsin ki Alicim" diyor Zeynep. "Cengiz aranan biri değil ki.""Haklısın... O zaman Malik bunların ne iş çevirdiklerini de biliyordu. Ne tür bir ilişkilerivardı acaba?""Ticarî bir iş" diye tahminde bulunuyorum, "ucunda para olmalı. Ama bu işin neolduğunu öğrenmeliyiz. Soruşturmanın karanlıkta kalan parçalarını aydınlatmak için buzorunlu.""Bizim sivil memurlardan Turhan ile Haluku yolladım" diyor Ali. "Şehir kütüphanesinegittiler. Đkisi de uyanıktır. Bugünden itibaren başladılar gazeteleri taramaya.""iyi yapmışsın" diyorum, "Umarım, işimize yarayacak bir şeyler bulurlar."Sözlü raporunu tamamlayan Ali, eliyle usulca karnına vuruyor."Söylemesi ayıp, ben acayip acıktım. Siz bir şeyler yediniz mi?""Ben yemedim" diyor Zeynep."Size afiyet olsun çocuklar, ben o işi gördüm.""Đyi o zaman, biz de gidip bir şeyler atıştıralım bari" diyor Ali.Onlar çıktıktan sonra masamdaki telefon çalıyor. Arayan, giriş kapısındaki görevli:"Başkomiserim burada Meryem Banaz adında bir hanım var. Sizinle konuşmakistiyor."Kınalı Meryem! Nerden çıktı bu kadın şimdi? Dur bakalım, anlayacağız."Tamam" diyorum görevliye, "gelsin, bekliyorum."32"Aşk gibi, sevda gibi/ huysuz ve tatlı kadın."Çok bekletmiyor Meryem, birkaç dakika sonra görünüyor odanım kapısında; hâlâ yastutuyor olmalı, tepeden tırnağa siyahlar içinde. Siyah, uzun bir manto, siyah bir eşarp,siyah eldivenler."Merhaba Meryem Hanım, hoş geldiniz."Eldivenlerini çıkarıp, sıkıyor uzattığım eli."Hoş bulduk Nevzat Bey. Böyle apar topar geldiğim için kusuruma bakmayın."Makyajsız yüzü solgun, huzurunu yitirmiş gözlerinin derinliklerinde bir merak.
- "Önemli değil, gelin şöyle oturun."Mantosunu çıkarıyor, siyah takımıyla kalıyor. Gösterdiğim koltuğa yerleşirken, "Neiçersiniz?" diye soruyorum."Sağ olun hiçbir şey içmeyeceğim. Biliyorum yoğunsunuz, hemen konuya girmekistiyorum.""Buyurun, sizi dinliyorum.""Dün gece yarısına doğru biri geldi. Nazareth Bara. Kimliğini çıkardı. Adı CengizKoçan, emniyet müdürü yazıyordu.Polisim dedi, Yusufun arkadaşıyım.Ne yalan söyleyeyim, günahınızı aldım, onu sizin yolladığınızı sandım.Yusufun Cengiz adında bir arkadaşı yoktu. Olsaydı bilirdim dedim.Timuçin diye bahsetmiştir. Timuçin siz misiniz? dedim.Evet, Timuçin benim, görevim gereği Yusuf gerçek ismimi kullanmazdı.Şaşırdım, kafam allak bullak oldu.Yusufu nereden tanıyorsunuz? diye sordum.O da bana olanı biteni anlattı. Meğer Yusuf eski bir polismiş. Adı da Selimmiş.Midyatta teröristlerle çatışmışlar. Haklarında dava açılmış, bunun üzerine Selim, adınıYusuf diye değiştirmek zorunda kalmış..." Siyah gözlerini onay istercesine yüzümedikiyor. "Zaten bunları siz de biliyormuşsunuz.""Evet, biz de öğrendik.""Cengiz, yani Timuçin olduğunu söyleyen adam, sizin kendisine komplo kurduğunuzuanlattı. O sizin müdürünüzmüş, ama siz onun ayağını kaydırmak istiyormuşsunuz.Selimin ölümünü onun üzerine yıkmak için harekete geçmişsiniz. Oysa katil başkabiriymiş. Birkaç güne kadar, gerçek katili bulacağım dedi. Sadece kendini temizeçıkarmak için değil, aynı zamanda arkadaşlarının intikamını almak için de yapacakmışbunu.""Siz ne dediniz Meryem Hanım?" diye soruyorum."Önce ne diyeceğimi bilemedim. Olanları anlamakta güçlük çekiyordum. Tam iki saatkonuştuk adamla. Bir sürü soru sordum, hepsinin cevabını verdi.""Neden yanınıza geldiğini de söyledi mi?""Söyledi. Sizden korktuğu için bana gelmiş.""Benden korktuğu için mi?""Öyle söyledi. Nevzat, beni yakalayamayacağının farkında, ama size gelip, Selimibenim öldürdüğümü söyleyebilir. Çünkü Selimin katilmi yaşatmayacağınızı biliyor.Böylece Nevzat, pisliğe hiç bulaşmadan beni ortadan kaldırmış olacak. Ama Selimi benöldürmedim. Selim, kardeşim gibiydi. Biz çocukluktan beri arkadaştık. Ben, Selim ileMehmetin abisi gibiydim. Eğer Nevzat size gelir de katil Cengiz derse, sakın inanmayın.Onun gözü yükseklerde. Bunun, için her türlü yalanı söyler, her türlü entrikayı çevirirdedi.Adam sizden nefret ediyor Nevzat Bey.""Daha kötüsü" diye mırıldanıyorum, "beni kendisi gibi zannediyor. Kendisi kadar alçakolduğumu düşünüyor.""Ben de pek inanamadım sözlerine. O yüzden buraya geldim. Selimin katili gerçektende Cengiz mi?"Hiçbir açıklamada bulunmadan koltuğuma yaslanıyorum, ellerimi masanın üzerindebirleştirerek, Meryemi süzüyorum. Sessiz bir gerilim yayılıyor odaya. Meryem sorusunuyinelemek zorunda kalıyor:"Bunu bana söylemelisiniz. Eğer katil bu adamsa belki beni de öldürmeyi deneyebilir."Sessizliğimi sürdürüyorum.
- "Neden öyle bakıyorsunuz? Yoksa Cengizi öldüreceğimden mi çekmiyorsunuz?""Yok, Cengizi öldüreceğinizi sanmıyorum. En azından onun cezası kesinleşip,teşkilattan atılmadan bunu yapmaya cesaret edemezsiniz. Bingöllü Kadir’i öldürmekbaşka, ikinci sınıf da olsa bir emniyet müdürünü öldürmek başka.""O zaman neden gerçeği söylemiyorsunuz?""Önce, sizin gerçeği anlatmanızı bekliyorum."Anlamamış gibi gözlerini kırpıştırıyor:"Hangi gerçeği?""Yapmayın Meryem Hanım, hâlâ aynı yalanı söylüyorsunuz."Kara gözlerde anında bir öfke yalımı beliriyor:"Ne yalanı?" diye çıkışacak oluyor."Sakin olun, ne yalanı olduğunu çok iyi biliyorsunuz.""Cengizin Timuçin denen adam olduğunu bildiğimi mi söylüyorsunuz?""Hayır, Timuçin adındaki kişinin Cengiz olduğunu bilmiyordunuz. Ama Yusufun gerçekkimliğini biliyordunuz. Onun Selim Uludere olduğunu öğrenmiştiniz. Sizin gibi birkadının, tanımadığı, geçmişi meçhul biriyle ilişkiye girmesi imkânsız. Sakın böyleolduğunu söylemeyin.""Ama...""Lütfen Meryem Hanım. Bakın ikimiz de aynı âlemin içindeyiz. Farklı taraflardaolabiliriz ama aynı pis havayı soluyoruz, aynı çamurlu, aynı kanlı sokaklardadolaşıyoruz. O sokaklarda işlerin nasıl yürüdüğünü en az sizin kadar bilirim. O yüzdenmaval okumayın bana."Gözlerindeki öfke yumuşuyor, uzlaşmacı bir hal alıyor."Eğer Cengizin katil olup olmadığım öğrenmek istiyorsanız, önce siz anlatacaksınız"diye açıklıyorum anlaşmanın şartını. "Hem de hiçbir şeyi saklamadan." Şimdi suskunkalan Meryem. Öylece bakıyor yüzüme: "Bir sigara içebilir miyim?" diye soruyor,"içemezsiniz" diyorum en katı tutumu takınarak. "Kusura bakmayın burada olmaz.îçecekseniz, dışarı çıkın." Sinirli bir tavırla bacak bacak üstüne atıyor: "Tamam NevzatBey" diyor sıkıntıyla iç geçirerek, "siz haklısınız. Yusufun gerçek kimliğini biliyordum.Ama inanın çok sonra öğrendim. Babamın yakın arkadaşı, Ankaralı, Seymen Nuri, birgün Yusuf ile beni görmüş. Aradı: Senin Selim adındaki o polisle ne işin var? dedi.Bir yanlışlık olduğunu düşündüm.Selim diye birini tanımıyorum dedim.Nasıl tanımıyorsun? Bugün Yeşilköydeki restoranda yanındaki adam kimdi?Onun adı Yusuf dedim saf saf.Kızım adam içinize sızmış. O adam polis. Ankaradan tanıyorum. Adı da Yusuf değil,Selim Uludere. Kovun gitsin herifi.Seymen Nuri, bu âlemin en sağlam adamlarından biridir. Beni de kızı gibi sever. Yalansöylemesi için bir neden yok. Bunu anlayınca başımdan aşağıya kaynar sular döküldü.Hemen aradım Yusuf diye bildiğim Selim adındaki sevgilimi.Arabadayım dedim. Canım piknik yapmak istiyor, gelip seni alayım. Şehir dışınaçıkalım.Olur, bekliyorum dedi.Yanıma çocuklardan kimseyi almadım. Bu belayı ben açmıştım başımıza, kendimtemizlemeliydim.Selimi arabaya aldım. Boğazın Karadeniz girişine doğru yola çıktık. Yeterince ıssızbir yere gelince:Biraz hava alalım diye indik arabadan. Selimin arkası bana dönük. Karadenizinhırçın dalgalarına bakıyor. Silahımı çekip, dayadım sırtına:
- Diz çök dedim.Neye uğradığını bilemedi.Meryem ne yapıyorsun? diyecek oldu.Kafanı çevirirsen kurşunu yersin dedim. Diz çok!Söylediğimi yaptı çaresiz.Sen kimsin Yusuf? diye sordum.Nasıl kimim?Namluyu kürekkemiklerinin arasına gömdüm:Benimle oynama ulan! diye bağırdım. Gözüm dönmüştü, gerçekten o anda onuöldürmek, bu işi bitirmek istiyordum. Adın Selim değil mi ulan? Sen polis değil misin?Benden ne istiyorsun? Đçeri mi attıracaksın beni?Tamam dedi, tamam, benim gerçek adım Selim Uludere. Tamam, eskidenkomiserdim. Ama bunun seninle ilgisi yok. Bu bir operasyon değil. Ben de senin gibikanunsuz yaşayan biriyim.Đnanmadım, beni aldatmaya çalışıyor diye düşündüm.Yalan söyleme! diye bağırdım. Senin amacın beni oyuna getirmek. Benimaracılığımla bizim âlemden bilgi sızdırmak.Değil, vallahi değil diyerek olanları anlatmaya başladı. Midyattaki çatışmayı, Yusufadındaki çobanı anlattı, bir tek Timuçin ile Fatihin gerçek isimlerini söylemedi.Anlatacakları bitince de, Ama beni vurmakta haklısın dedi, sana bunları ta başındansöylemeliydim.Ne yapacağımı bilemedim. Aslında onu oracıkta hemen öldürmem gerekiyordu, amayapamadım. Denedim, başaramadım. Siz inanmıyorsunuz Nevzat Bey, ama ben Selimigerçekten sevmiştim."Siyah kadife gözleri nemleniyor. Yine Evgenia düşüyor aklıma. Kadınlar bir erkeğisevince ama gerçekten sevince, tuhaf bir güç geliyor üzerlerine. Yıkıcı olduğu kadaryapıcı bir güç; o anda sizi öldürebilirler ya da sizin için gözlerini bile kırpmadan ölümegidebilirler."Onun kimliğini bu yüzden gizledim" diye açıklıyor Meryem. "Selim ölse bile hiçdeğilse adı lekelenmesin istedim. Kusura bakmayın ama onun gerçek ismini sizesöyleyemezdim.""Şu Diatesseron meselesi" diyorum. "Galiba siz kitabın satılmasını istiyormuşsunuz?Aranız Selimle bu yüzden bozulmuş.""Aptallık işte. Üç kuruş için canını sıktım, kalbini kırdım. O parayı başka bir yerdenbulabilirdim. Kitap elimizin altında, satalım, sorunumuzu çözelim diye düşündüm.Selimin ruh halini anlayamadım. Malik, şu Hıristiyanlık zırvalarıyla aklını çeliyorduonun. Vicdan azabı duyuyordu. Tuhaf rüyalar görüyordu. Anlayamadım. Ona destekolamadım. Şimdi keşke diyorum ama ne yaran var."Yanaklarını ıslatan gözyaşlarını, çantasından çıkardığı mendille siliyor:"işte böyle Nevzat Bey. Sizden sakladıklarım bunlardı. Şimdi her şeyi öğrendiniz.""Ya Bingöllü Kadir?"Gözlerinde ihanete uğramış gibi alıngan bir ifade beliriyor: "Anlaşmamız bu değildi.Konu Selimdi, Bingöllü değil.""Ama Bingöllü, Selim yüzünden öldü. Onu yanlışlıkla öldürdünüz.""Öyle oldu diyelim sizi rahatlatacaksa, Bingöllü yanlışlıkla öldü. Ama eğer siz gerçeğianlatmazsanız belki başkaları da yanlışlıkla ölecek."Meryemin iması zerre kadar etkilemiyor beni, hatta komik bile buluyorum:"Böyle giderse, mahkemelerin kapısına kilit vuracağız Meryem Haram" diyetakılıyorum, "işleri sizin gibiler devralacak."
- "Şaka yapmayın Nevzat Bey, ben çok ciddiyim.""Ben de ciddiyim... Neyse, biz anlaşmamıza dönelim. Söz sözdür.Siz üzerinize düşeni yaptınız, şimdi sıra bende. Şu kadarım söyleyeyim ki, CengizinSelimi öldürdüğünü kanıtlayabilmiş değiliz. Onun Maliki öldürdüğünden eminim, amaaynı şeyi Selim ile Mehmet cinayeti için söyleyemem. Henüz fotoğraf tamamlanmadı.""Niye Cengizden kuşkulanıyorsunuz o zaman?""Çünkü Selim ile Mehmetin ölümünden yararı olan tek kişi o. Tabiî bildiğimizkadarıyla. Yeni bilgiler, yeni zanlılar yaratabilir. Şimdiden bunu kestirmek zor."Meryem sözlerimin doğruluğunu anlamak için bir süre yüzüme bakıyor."Söylediklerim doğru" diyorum güven dolu bir sesle. "O yüzden yeni bir aptallık yapıpCengizi vurmaya kalkmayın olur mu? Yine yanlış adamı öldürebilirsiniz."Sonunda ikna olmuş, toparlanıyor:"Teşekkür ederim Nevzat Bey. Söyledikleriniz çok faydalı oldu.""Eminim öyle olmuştur. Cengizden pek hoşlanmasam da birinin hayatını kurtarmakgüzel bir duygu."Đğnelemelerimi daha fazla dinlemek istemediğinden olacak, kalkıyor Meryem. Amanezaketi de elden bırakmıyor; izin isteyip, elimi sıktıktan sonra çıkıyor odamdan.Meryemin ardından Ali giriyor içeri. Onu çıkarken görmüş:"Neler oluyor Başkomiserim? Ne arıyor o cehennem kraliçesi burada?"O kızıl saçlarıyla sahiden de cehennem kraliçesini andırıyor Meryem.Konuştuklarımızı anlatıyorum."Bu kadının böyle elini kolunu sallayarak dolaşmasına izin mi vereceğizBaşkomiserim?" diye isyan ediyor. "Baksanıza öldürecek birini arıyor.""Gözaltına alsak ne olacak? Neyle suçlayacağız?""Ne bileyim Başkomiserim, yapacak bir şey olmalı.""Yok, Alicim, yapacak hiçbir şey yok. Şimdilik unut Meryemi, biz işimize bakalım."Đşimize bakalım diyorum ama bende bugün çalışacak kafa yok. Yalnız kalınca yineEvgenia düşüyor aklıma. Neden böyle oldum ben bugün? Ne oluyor yahu? Nerden çıktıbu Evgenia belası? Elim âdeta kendiliğinden cep telefonuna uzanıyor yeniden. Yok,diyerek durduruyorum kendimi, aramayacağım. Tamam, aramayayım ama ya EvgeniaYunanistana gitmediyse? Ya hâlâ Đstanbul’daysa? Neden olmasın? Belki gitmemiştir.Daha işlerini bitirememiş de olabilir. Bu ihtimal yine yumuşatıyor kararımı, bu kezevinin telefonunu çeviriyorum. Derin derin çalıyor zil, açan kimse yok. Sevincimparladığı gibi çabucak sönüveriyor. Ama kalbim arsızca umut etmeyi sürdürüyor hâlâ.Belki de Tatavlaya gitmiştir diye düşünüyorum. Tatavlayı arasam, ya gerçektenYunanistana gittiyse... Komik duruma düşmez miyim? "Evgenia Hanım terk etti ya,Başkomiser Nevzat şimdi ne yapacağını bilemeden her yerde onu arıyor" demezler mi?Durduk yerde Tatavla çalışanlarının diline düşmeyelim şimdi, iyi de bu kadın gitti mi,gitmedi mi, nasıl öğreneceğiz? Kalkıp Tatavlaya gitsem, Evgeniayı görmek için değil,kafa çekmeye. Geçen yaz, Yunanistana gittiğinde, bir gece arkadaşları Tatavlayagötürmedim mi? Yine aynısını yaparım. Evet, bu makul işte, ama kimi götüreceğimyanımda? Aliyi götürsem, hatta Zeynepi de davet etsem... Çok mu yüz göz oluyorum buçocuklarla? Ne ilgisi var? Üstelik iyi de iş çıkardılar, küçük bir ödül. Hem soruşturmaüzerine de konuşuruz. Evet, iyi fikir. Ben bu ikisini Tatavlaya davet edeyim.Ne yazık ki Zeynep gelemiyor yemeğe, bu akşam bir akrabalarına gideceklermiş, iptalederse çok ayıp olurmuş. Ama Ali çok seviniyor davetime. Birlikte gideriz deyinceduraksıyor."Şey Başkomiserim, Tatavlada buluşsak, benim küçük bir işim var da."
- "Olur" diyorum, "meyhanede buluşuruz." Akşam merkezden ayrılırken, AlininZeyneple birlikte çıktığını görüyorum. Demek buymuş bizim deli oğlanın küçük işi. Kızıevine bırakacak herhalde. Yoksa bunlar sevgili oldular da bana mı söylemiyorlar?Sanmıyorum, hangi arada konuşacaklar, ne zaman ilişkiye başlayacaklar? Dört gündürşu cinayet mahalli senin, bu cinayet mahalli benim, koşturup duruyoruz. Ama iki gönülbir olunca, zaman da bulunur, mekân da. Eğer öyleyse aferin Aliye. Benden becerikliçıktı oğlan. Niye Aliye aferin diyorum ki, belki de ilk girişim Zeynepten gelmiştir. Bizimkasıntı, gururunu kırıp, kızla konuşana kadar, Zeynep girmiştir konuya. Her neyse, kimyaptıysa yaptı, iyi olmuş sonuçta.Tuhaf bir heyecanla giriyorum Tatavlanın kapısından. Đçerisi kalabalık, dahaşimdiden masaların çoğu dolmuş. Gözlerim kalabalığın arasında boş yere arıyorEvgeniayı. Ayakta durmuş bakınırken, Şef Đhsanı görüyorum. Seğirtip geliyor:"Başkomiserim hoş geldiniz, şeref verdiniz." Geçen gün Evgeniayla oturduğumuzmasayı gösteriyor. "Buyurun sizi her zamanki yerinize alayım.""Hoş bulduk Đhsan" diyorum, her zaman oturduğum masaya yürürken. "Nasıl gidiyor?""Nasıl olsun Başkomiserim, alışmaya çalışıyoruz."Alışmaya çalışıyoruz, sözleri aslında durumu açıklıyor, ama emin olmak içinsoruyorum:"Neye alışmaya çalışıyorsunuz?"Bilmiyor musunuz der gibi bakıyor gözleri:"Evgenia Hanımın yokluğuna... Yunanistana gitti ya...""Evet" diyorum yaşadığım hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak. "Gitti değil mi?""Sahi Başkomiserim, siz havaalanına gelmediniz."Çağırmadı ki diyecek halim yok ya:"Đşler şu ara çok yoğun" diyorum. "Bir cinayet soruşturması... Epeyce karışık birmesele.""Siz çözersiniz, elinizden ne kurtuldu ki bugüne kadar."Öyle ya elimizden ne kurtuldu ki, suçluları birer birer yakaladık, ama bu aradasevdiğimiz insanları kaybettik. Kendimizle ne kadar övünsek yeridir yani. Tabiî bunlarısöylemiyoruz."Bakalım ihsan, olayı çözmek için elimizden geleni yapıyoruz işte."Ben masaya yerleşirken:"Başka kimse gelecek mi Başkomiserim?" diye soruyor ihsan."Bir arkadaşım gelecek, ama sen rakıyı getir, biraz da beyazpeynir, meze filan. Usulusul başlayalım.""Emredersiniz Başkomiserim."Göz açıp kapayıncaya kadar masayı kuruyor ihsan. Beyazpeynirden söğüş tabağına,kış kavunundan lakerdaya mezelerimi yerleştirdikten sonra, rakımı da kendi elleriyledolduruyor kadehe. O rakıyı doldururken, tereddüt içinde kıvranıyorum. Sonunda bir kezdaha hevesim, irademi yeniyor. Yine de temkinliliği elden bırakmıyorum, doğrudanEvgeniayı sormak yerine:"Şu Giritteki Tatavla, buradan büyük müymüş?" diye soruyorum."Büyükmüş Başkomiserim. Bir saat önce konuştuk Evgenia Hanımla. Daha önce debirkaç kere aradı zaten."Yüreğim burkuluyor, benden esirgediği ilgiyi çalışanlarına göstermekten çekinmiyorEvgenia."Giritteki meyhane" diye sürdürüyor ihsan, "buranın iki katıymış. Müşterisi deoldukça fazlaymış. Bizim buradan farklı yürüyormuş işler. Onları öğrenmeyeçalışıyormuş Evgenia Hanım."
- "Öğrenir" diyorum, "daha kaç gün oldu gideli."Rakımın üzerine su ekledikten sonra:"Size bir şey söyleyeyim mi Başkomiserim" diyor sanki bir sır verir gibi fısıldayarak."Evgenia Hanım pek mutlu değil. Çocukluğundan beri tanırım onu. Tatsız geliyordusesi.""Umarım yanılıyorsundur ihsan" diyerek rakı kadehine uzanıyorum. "Umarım oradamutlu olur." Đhsan benden daha açık sözlü:"Olmasın be Başkomiserim. Orada mutlu olursa, geri gelmez. Evgenia Hanım burayagelsin, burada mutlu olsun. Onsuz tadı yok bu meyhanenin."Konuşurken yüzünde manidar bir ifade beliriyor. Bunların hepsi olanın biteninfarkında. Allah bilir içten içe, "Kadını yalnız bıraktın, bak çekti gitti" diye benisuçluyorlardır."Hadi o zaman" diye kadehimi kaldırıyorum. "Evgenianın mutluluğuna, Đstanbul ya daGirit, o nerede isterse..."Đhsan, müşterilerle ilgilenmek üzere öteki masalara geçerken, meyhanenin içiniMüzeyyen Senarın o demlenmiş sesi dolduruyor: "Şarkılar seni söyler / dillerde nameadın / aşk gibi, sevda gibi/ huysuz ve tatlı kadın."Ulan bu puştlar, mahsustan mı çalıyorlar bu sarkılan? Ne bu be! Sanki çektiğimizyetmezmiş gibi. Hiç sesini çıkarma Nevzat, kabahat sende, kalkar gelir misinEvgenianın meyhanesine, olacağı budur işte. Şu Ali de nerede kaldı? Bu düşünceminyanıtıymış gibi cep telefonum çalmaya başlıyor. Arıyor işte. Eşek herif yeterincegecikti, gelemiyorum demese bari. Öksüz çocuklar gibi tek başımıza kalmasak masada.Yok, Ali değil, ekranda tanımadığım bir numara. Kim acaba? "Alo?""Alo Başkomiserim" diyor ürkmüş, panik içinde bir ses. "Ben Can, kusura bakmayınrahatsız ediyorum.""Can sen misin? Çıkaramadım bir an.""Başkomiserim, burada bir tuhaflık var. Evin önündeki ekip arabası gitti. Birkaç kezde evin telefonu çaldı. Açtım cevap veren olmadı. Belki boşuna endişeleniyorum ama..."Cengiz diye geçiriyorum aklımdan."Tamam Can, geliyorum. Sen kapılarını kilitle, tanımadığın kimseyi de içeri alma. Bizgeliyoruz.""Bekliyorum Başkomiserim." Canın telefonunu kapatıp, Aliyi arıyorum. "Gelmeküzereyim Başkomiserim" diyor mahcup bir sesle, "yokuşu çıkıyorum.""Buraya gelme" diyorum, "yemeği Sarıyerde yiyeceğiz. Kurtuluş Meydanındabuluşalım."33Ben, Pavlusu, Ali ise Đsa’yı siper alıyor.Aliyle buluşup, Can’ın Sarıyerdeki evine gidinceye kadar bir saat kaybediyoruz. Evinbulunduğu arsaya yaklaşınca, cep telefonundan Can’ı arıyorum. Yanıt veren yok. Bukötü işte. Acele etsek iyi olacak. Etrafa bakman Ali şaşkınlıkla söyleniyor:"Gerçekten de ekip arabası yok. Nereye gitmiş bu salaklar?""Cengizin marifeti Ali. Anlamadın mı? Adam teşkilatta sevilen biri. Elindeki bütünkozları kullanıyor.""Başka bir ekip istese miydik?""Boş ver, şu anda kime güvenebileceğimi bilmiyorum. Bu işi ikimiz halledebiliriz.""Ederiz etmesine de Başkomiserim, bu adamların yaptığı şerefsizlik..."
- "Takma kafanı, bu ilk değil, son da olmayacak." Yarım bırakılmış bir inşaatın önünügösteriyorum. "Neyse, bak arabayı şuraya park edelim. Cengiz evdeyse, geldiğimizi farketmesin."Söylediğimi yapıyor Ali. Sessizce iniyoruz arabadan. Dışarıda cam gibi bir gece var.Soğuk ama aydınlık bir gece. Kocaman bir dolunay, bizimle birlikte eve doğru yürüyor.Yanımdaki Ali değil de Evgenia olsaydı, bir baskına değil de, yemeğe gidiyor olsaydık,bu gümüşten ışık gecemizin romantizm kaynağı olabilirdi, ama adım adım peşimizdengelen bu dolunay, şu an bizim için büyük bir tehlike."Can’ı bir daha arasak mı Başkomiserim?" diye soruyor Ali."Yok, boş yere Cengizi uyandırmayalım.""Cengiz gelmiş midir diyorsunuz?""En kötü ihtimali düşünmek lazım.""Ama belki de Can telefonu duymamıştır. Banyoda ya da tuvalettedir."Ali bunları anlatırken, gözlerim yolun kenarına park edilmiş siyah bir Forda takılıyor.Elimle aracın ön camındaki logoyu gösteriyorum."Orada ne yazıyor Ali?"Yardımcım gözlerini kısarak okumaya çalışıyor:"Araba kiralama şirketinin logosu...""Gözümüz ay dm, Cengiz gelmiş Alicim."Silahımı kılıfından çıkarıyorum. Yardımcım da artık soru sormuyor; muhtemel birçatışma için o da silahını hazırlıyor. Arsaya girmeden önce, yandaki bahçenin çokyüksek olmayan duvarının ardına gizlenerek binayı gösteriyorum."Bak Ali, işte ev şurası.""ikinci katta ışık var Başkomiserim.""Haklısın, yukarıdalar." Elimle boş arsayı gösteriyorum. "Eve ulaşmak için bu arsadangeçmemiz gerekiyor.""Yaklaşık beş yüz metrelik bir açık alan" diye mırıldanıyor Ali. "Hızlı davranmalıyızBaşkomiserim.""Evet, hızlı ve sessiz. Ben önden gideceğim, sen arkadan gelirsin. Hem beni dekorumuş olursun. Eve yaklaşınca heykeller göreceksin, şaşırma. Zaten oraya ulaştıkmı, işimiz kolay. Heykeller bizi gizler. Ev dubleks, girişi alt kattan. Can’a kapıyı kimseyeaçmamasını söylemiştim. Yani Cengizin eve zili çalarak girdiğini sanmıyorum. Öyleolsaydı, Can bizi arama fırsatı bulabilirdi. Muhtemelen alt kattan girmiştir içeri. Mutfakpenceresi, bahçe girişi gibi bir yer bulmuş olmalı. Biz de aynı yerden girebiliriz."Ali arsayı incelemeyi bırakıp, ilgiyle beni dinliyor."Gerekmedikçe ateş etmek yok" diye uyarıyorum. "Biliyorsun bize Cengizin ölüsüdeğil, dirisi lazım.""Biliyorum Başkomiserim.""Hadi o zaman, Allah yardımcımız olsun.""Cep telefonlarını unuttuk."Haklı, telefonlarımızı kapatıyoruz, olmadık bir zamanda çalıp da, bir çuval inciriberbat etmesinler diye. Artık Cengizle yüzleşmeye hazırız.Duvarın arkasından çıkıp, hızla arsaya dalıyorum. Etraf o kadar aydınlık ki,ayaklarımın altından akıp giden toprakta, geçen yazdan kalan kurumuşçakırdikenlerinin taçlarını bile seçebiliyorum. Yani Cengiz kafasını kaldırıp penceredenbakacak olsa, anında görür bizi. Ancak, şansımız yaver gidiyor. Heykellere ulaşıncayakadar hiçbir sorun yaşamıyoruz. Heykellerin arasına girince duruyoruz; ben Pavlusu, Aliise Đsa’yı siper alıyor. Evden görüldüğümüze dair ne bir hareket, ne de bir işaret varşimdilik. Eee ne de olsa Isa da, Pavlus da yanımızda; yani bu gece Tanrılar bizimle.
- Biraz soluklandıktan sonra, elimle binanın arka tarafını gösteriyorum. Ali başınısallayarak, anladığını belirtiyor. Mümkün olduğu kadar heykellerin gölgesinde kalarak,evin arkasına ilerliyoruz. Henüz tamamlanmamış iki heykelin arasından alt katabakıyorum, içerisi karanlık, hiçbir şey görünmüyor. Eğer Cengiz orada bir yerde pusuyayattıysa, kuş gibi avlar ikimizi de. Avlarsa avlar, artık duracak halimiz yok. Heykellerinarasından süzülüp, alt katın yan duvarına atıyorum kendimi, Ali de peşimde.Pencerelerin önüne geldiğimizde eğilerek, binanın arkasına kayıyoruz. Evet,yanılmamışım. Arkadaki küçük bahçeden içeri açılan kapının camı kırık. Cengiz öncecamı kırmış, sonra elini sokup kapıyı açmış olmalı. Ben de elimi kırık camdan sokupkapının ardındaki anahtarı çeviriyorum. Kapı usulca açılıyor. Artık çok daha sessizolmalıyız. Dışarıdaki rüzgârla birlikte süzülüyoruz içeriye. Bir süre duvara yaslanıp,gözlerimizin karanlığa alışmasını bekliyoruz, içerdeki eşyaları seçmeye başlayınca,girdiğimiz yerin kiler olduğunu anlıyoruz. Hafif adımlarla kilerden çıkıyoruz. Geniş birsalon açılıyor önümüzde. Islak toprak, küf karışımı bir koku geliyor bir yerlerden.Salonun orta yerinde büyükçe bir tezgâh var, etrafta işlenmemiş mermerler, demirkalıplan, ağzı açık çuvallar, bir sürü ıvır zıvır. Ali omzuma dokunuyor, yukarı çıkanmerdiveni gösteriyor. Đkimiz de merdivene yaklaşıyoruz, işte o anda duyuyoruz Can’ınhaykırışını."Ahh! Hayır, yapma!""Dur bakalım!" diyor Cengizin o çok iyi tanıdığım sesi. "Hemen bağırmaya başladın.Daha yeni ısınıyoruz. Sabaha kadar buradayız evladım. Gecenin ilerleyen saatlerindebaşka sürprizler de olacak. Mesela aşağıya inebiliriz. Oradaki alet edevat çok ilgimiçekti. Keskiler, kerpetenler, çiviler bile var. Şu Đsa’yı çarmıha çaktıkları türden çiviler.""Yapma, lütfen" diye yalvarıyor Can. "Benden ne istiyorsun?""Anlatmanı istiyorum."Çıplak tende patlayan bir tokat sesi."Ahh! Vurma, lütfen vurma! Ne istersen anlatacağım.""Anlatacaksın tabiî..." diyor Cengizin acımadan, duygudan yoksun sesi. "Bütünhayatını anlatacaksın. Ananın rahmine düştüğün anı bile öğrenmek istiyorum. Babanınnasıl soluk soluğa kaldığını, annenin nasıl zevk çığlıkları attığını. Bunların hepsinihatırlayacaksın, sonra da uslu uslu bana anlatacaksın."Öncekinden daha güçlü bir tokat sesi yankılanıyor evin içinde."Ahh!""Anladın mı Can? Sana kimlerle uğraştığını göstereceğim."Elimizi çabuk tutsak iyi olacak, yoksa çocuğun canına okuyacak bu hayvan. Yavaşçatırmanmaya başlıyoruz merdivenlerden."Demek beni Malikin evine girerken gördün? Hu söylesene Can. Nedenkonuşmuyorsun? Nevzata öyle söylemişsin. Yalan mı?""Bilmiyorum" diyor Canın ürkek, korkmuş sesi, "birini gördüm ama... Dur, yapma."Ses yeni bir tokatla kesiliyor, ardından yere düşen bir iskemlenin gürültüsü duyuluyor.Aliyle birbirimize bakıyoruz, sessizliğimizi koruyup, adımlarımızı hızlandırıyoruz."Bak düştün işte" diye aşağılamayı sürdürüyor Cengiz, "daha sandalyede oturmayıbile beceremiyorsun, bir de boyundan büyük işlere kalkmışsın."Merdivenin üst basamağına vardığımızda, Cengizi, yere düşen Can’ı bağlı olduğuiskemleyle birlikte doğrulturken buluyoruz. Ne yazık ki, yüzü merdivene dönük amaCanm iskemlesiyle uğraştığından bizi şimdilik göremiyor. Ancak Can hemen fark ediyorbizi. Fark eder etmez de heyecana kapılıyor; iskemlesinde umutla kıpırdanmayabaşlıyor. Cengiz öfkeyle başını kaldırıyor:"Rahat dur!"
- Đşte o anda görüyor bizi. Hiç paniğe kapılmıyor, sadece dudaklarında yılışık birgülümseme beliriyor. Silahını çekerek, iskemlenin arkasına pusuyor."Vay, kimler gelmiş" diyerek çektiği silahı Canın başına dayıyor. "Bir adım dahaatarsanız, onu öldürürüm."Đkimizin de tabancası Cengizin, daha doğrusu Canın sandalyesine çevrili, ancak pekşansımız yok. Ama Cengizin durumu da o kadar iyi değil."Teslim ol Cengiz" diyorum, "buradan çıkman imkânsız.""Göreceğiz, eğer ben buradan çıkamazsam, siz de çıkamazsınız. Bu en tel oğlan ileikinizden birini götürürüm yanımda" Bir an silahını bana doğrultuyor. "Mesela seniNevzat."Bir adım öne çıkıyor Ali:"Tetiğe dokunursan, seni delik deşik ederim."Cengiz, küçümseyen gözlerle süzüyor onu:"Aa bizim delibozuk da buradaymış! Sahi sen neden Nevzatın kıçından ayrılmıyorsunAli?"Alinin gergin yüzü yumuşuyor, gözlerine neşeli bir ifade yerleşiyor: "îş büyük çünkü"diyor iyice alaya vurarak. "Emirler yukarıdan geliyor. Çok yukarıdan, çok derinden.Karar değiştirmişler, sizin gibilerin tümünü temizleyeceklermiş teşkilattan. Bunun içinde bizi görevlendirdiler. Operasyon biraz uzun sürecek tabiî. Ama bittiğinde NevzatBaşkomiserim içişleri bakanı olacak, beni de emniyet genel müdürü yapacak. Buyüzden birlikteyiz."Baştan büyük bir ciddiyetle dinleyen Cengiz, sonunda anlıyor Alinin kendisiyle dalgageçtiğini."Ben öyle duymadım ama. Nevzat, senin öz babanmış. Öteki baban bu yüzden ÇocukEsirgeme Kurumuna teslim etmiş seni. Hu, buna ne diyorsun yuva çocuğu?""Ne diyecem, kendi hayat hikâyenle benimkini karıştırma derim, orospu çocuğu."Güçlü bir kahkaha atıyor Cengiz:"Ne kadar ayıp, insan hiç müdürüne küfreder mi? Bu çocuğu hiç iyi yetiştirememişsinNevzat. Şu iş bir yatışsın, sizi disipline vereceğim. Tabiî sağ kalanınızı." Silahını bu kezAliye çeviriyor. "Yok Nevzat, seni vurmayacağım. Bu yuva çocuğunu vuracağım. Dünakşam anladım, sen kafayı iyice yemişsin. Ölmekten korkmuyorsun. Seni öldürmekiyilik olur. Seni karın ile kızma kavuşturmaya niyetim yok. Ama bu yuva çocuğunuöldürürsem, vicdan azabını ikiye katlanır.""Aklım basma topla Cengiz" diyorum, yapmayacağını bile bile. "Teslim ol. Suçsuzsanbiz de seni destekleriz.""Sen mi beni destekleyeceksin Nevzat? Ayağını kaydırmaya çalıştığın adamı mıdestekleyeceksin?" Sol eliyle arkadan Canın başına vuruyor usulca. "Bu zibidiylebirlikte sinsice hazırladığın plandan vaz mı geçeceksin? Başarıya bu kadaryaklaşmışken.""Sen aklını yitirmişsin Cengiz" diyorum. "Sen hakikaten paranoyaksın. Zaten buyüzden öldürdün Selim ile Mehmeti."Birden öfkeleniyor."Selim ile Mehmeti ben öldürmedim." Elindeki silahın kabzasını sertçe Canın başınaindiriyor. "Onları bu puşt öldürdü." Canın başı öne doğru savruluyor. Cengiz hiçaldırmadan benimle konuşmasını sürdürüyor. "Ama sana niye anlatıyorum ki bunu,zaten biliyorsun. Entrikanı da bunun üzerine kurdun zaten.""Yanılıyorsun" diyecek oluyorum artık dinlemiyor.Silahının namlusunu yeniden Canın başına dayıyor."Bu kadar yeter! Ya basarım tetiğe ya da atın silahlarınızı."
- "Silahlarımızı atmayacağız. Bunu yapmayacağımızı biliyorsun. Ama seni vurmak daistemiyoruz. Can’ı bırak git.""Olur, bırakayım siz de beni köpek gibi vurun. Hayır, onu bırakmayacağım. Sizsilahlarınızı atacaksınız."Ali bana dönüyor:"Böyle olmayacak Başkomiserim. Bu adam, Can’ı nasıl olsa vuracak, basalım kurşunugitsin."Blöf mü yapıyor, yoksa ciddi mi, ben bile anlayamıyorum. Gözlerim Can’a kayıyor,burnunun üzerindeki yara açılmış, dudağından akan kan çenesini kızıla boyamış, bedeniyaprak gibi titriyor."Hayır, Ali, her şey kitabına göre olacak.""Aferin Nevzat" diyor Cengiz. "Đşte sağduyulu bir adam.""Hiç heveslenme Cengiz, silahlan bırakmayacağız. Vurmak istiyorsan vur Can’ı.Đşimizi kolaylaştırmış olursun.""Büyük yanlış yapıyorsunuz" diyor ama sesindeki kararsızlık, onu ele veriyor; Can’ıvurmayacak. Bir süre gözleri benim ve Alinin üzerinde geziniyor. "Boş yere polis kanıakmasın. Siz bana komplo kurmuş olsanız da benim elim tetiğe gitmiyor. Ama başkaçarem kalmazsa yaparım. Biz çekip gideceğiz buradan." Bunları söylerken boşta kalaneliyle de Can’ı sandalyeye bağlayan ipleri çözmeye başlıyor. "Eğer engel olmayakalkarsanız polis olmanıza bakmam, basarım kurşunu."Đpler çözülünce:"Yavaşça ayağa kalk" diye emrediyor Can’a. "Ters bir hareketini görürsem,gebertirim."Usulca doğrulan Canla birlikte, ayağa kalkıyor. Şimdi ikisi de ayakta. Rehinesiningövdesi, onu bizden koruyor."Çekilin oradan" diye bağırıyor. "Merdivenin önünden çekilin. Çabuk."Bir an göz göze geliyoruz, eğer üçümüzden biri tetiğe basacak olsa, ortalık kangölüne dönecek. Alinin gözleri bende. Başımla çekilelim diye işaret ediyorum. Alimerdivenin sağma, ben soluna geçerek yolu açıyoruz."Hayır! Đkiniz de sola geçin."Duraksadığımızı görünce, silahının namlusunu zavallı Can’ın burnunun deliğinedayıyor."Ne diyorum size? Duymuyor musunuz? Uçurayım mı kafasını?"Çaresiz dediğini yerine getiriyoruz."Aferin, sonunda müdürünüz olduğumu hatırladınız."Đşleri yolunda gidiyor ya, neşesi yerine geldi alçak herifin. Hafifçe aksayan ayağıylabirlikte Can’ı da sürükleyerek ilerliyor. Merdivenin başına gelince, rehinesini sola, yanibize döndürüyor."Yan yana ineceğiz merdivenlerden" diyor. "Adımlarına dikkat et Can. Eğer bir yanlışyaparsan..."Cengizin gözleri üzerimizde, silahının namlusu Can’ın boynunda, merdivenden yan yaninmeye başlıyorlar, inerken de konuşmayı sürdürüyor:"Tekrar görüştüğümüzde elimde kanıtlar olacak. O zaman ikinizin de anasını s....m."Đşte bu küfür Aliyi çileden çıkarıyor, neler olacağına aldırmadan:"Asıl biz senin ananı s.....z" diye bağırarak, merdivenlere doğru birkaç adım atıyor."Orospu çocuğu."Alinin kendisine saldıracağını sanan Cengiz, silahı rehinesinin boynundan çekip,Aliye doğrultuyor, işte o anda Can hiç beklemediğim bir davranışta bulunuyor. Başınınarkasıyla, Cengize kafa atıyor. Cengiz geriye doğru savrulurken, tetiğe basıyor. Kurşun
- bizim Alinin başının birkaç santim üzerinden geçerken, Can çevik bir hareketledönüyor, Cengizin kendini toparlamasına fırsat vermeden, onu yakalayıp,merdivenlerden aşağıya sürüklüyor, ikisi birden düşmeye başlıyorlar. Ali önde benarkada peşlerinden iniyoruz. Aşağı indiğimizde önce Can’ı buluyoruz. Merdivenindibinde, yerde acı içinde kıvranıyor. Bir kapının açıldığım duyuyoruz. Sesin geldiği yönebakınca Cengizin evin giriş kapısından kaçtığını görüyoruz. Ali hemen peşine düşüyor,ben de arkalarından. Ama merdivenden inerken bileğimi mi incittim ne, ayağımınüzerine bastıkça acıyor. Hızlı hareket edemiyorum. Kapının önüne geldiğimde bir silahpatlıyor. Birinin "Ahh" diye bağırdığını duyuyorum. Bu bizim Ali. Dolunayın aydınlığında,elinden akan kanı görüyorum, silahı yerde. Aynı anda Cengizi fark ediyorum. O henüzbeni görmemiş, Pavlus heykelinin arkasından çıkıyor, silahı Aliye çevrili, ikinci kez ateşedecek. Silahımı doğrultuyorum:"Dur!" diye bağırıyorum.Cengiz, önce başını çeviriyor, göz göze geliyoruz, sonra silahını doğrultuyor. O andabasıyorum tetiğe, ikimizin silahı da aynı anda patlıyor. Arkamda kınlan bir cam sesiduyuyorum. Cengiz olduğu yerde sendeliyor sonra Pavlusun ayaklarının dibine düşüyor.Silahımı, hasmımın üzerine tutarak Aliye yaklaşıyorum:"Ali, evladım iyi misin?""Đyiyim Başkomiserim, iyiyim. Merak etmeyin. Elimden yaralandım sadece. SizCengize dikkat edin. Herif yedi canlı. Yine bir iş açmasın başımıza."Tabancamı bir an bile Cengizin üzerinden çekmeden yaklaşıyorum. Kıpırdamadanyatıyor, silahı sağ omzunun hizasına düşmüş. Her ihtimale karşı tabancasını ayağımlauzaklaştırıyorum. Yüzüne Pavlusun gölgesi düştüğü için göremiyorum. Bir süreizliyorum onu. Evet, hiç hareket yok. Usulca yaklaşıyorum. Ayağından tutup, dolunayınışığına çekiyorum. Çekmenin şiddetinden başı sola düşüyor. Gözleri şaşkmlıkla,ayaklan dibinde yattığı Pavlusa dikilmiş, dolunayın ışığıyla aydınlanan alnının ortasındakara bir delik.34Ya kan dökeceksiniz ya da kanınıza dökülecek.Hastane oldukça yoğun, Boğazda Đngiliz turistleri taşıyan bir minibüs denize uçmuş;yaşlı iki Đngiliz boğulmuş, çok sayıda yaralı var. Doktorlar, hastabakıcılar oradan orayakoşuşturuyor. Bu yoğunluğa rağmen bizimle ilgilenecek fırsatı buluyorlar. AslındaAlinin de, Can’ın da hayatî tehlikesi yok. Kurşun Alinin elini sıyırmış, derin bir sıyırıkama tendonları zarar görmemiş. Tedavisini, yapıp elini sarıyorlar. Can’ın durumu birazdaha kötü. Düşerken başını çarpmış. Baş dönmesi var, biraz da midesi bulanıyor.Tomografi, film çekiliyor, doktorlar anlamaya çalışıyorlar... Kanama gözükmüyormuş.Yine de kafa travması geçirmesinden korkuyorlar. Yirmi dört saat müşahede altındatutması gerekirmiş. Yüzündeki yaraları tedavi ediyor, serum bağlıyorlar,Can’ı yalnız bırakmıyoruz. Ne olur ne olmaz; Cengizin kimlerle ne ilişkisi varbilmiyoruz, son anda birileri çocuğa zarar vermesin. Aliyle ikimize yiyecek bir şeyleralmak için odadan çıktığımda Sabri arıyor. Sesi panik içinde:"Neler oluyor Nevzat! Cengizi vurduğunu söylüyorlar.""Ne yazık ki öyle oldu Sabri.""Eyvah!" diyor. "Demek doğruymuş, bu kötü işte."
- "Ben onu vurmasaydım, o bizi vuracaktı. Aliyi elinden yaraladı, yetişmesemöldürecekti çocuğu."Sabri umutla soruyor:"Yani önce o mu ateş etti?""Hem de üç kez. Biz sadece kendimizi savunduk.""Bu iyi..." diyor rahatlayarak. "Yoksa herkes seni polis katili olarak görecekti."Benim için kaygılandığı filan yok. Bu olayda bizi destekledi ya, kendi başının belayagirmesinden korkuyor. Ama sözlerim onu sakinleştiriyor. Artık bakanlarına, müdürlerinesunabileceği sağlam bir gerekçesi var. Yine de azarlamak için bahane arıyor:"Neden destek ekip çağırmadınız?""Önce ihbarın doğruluğundan emin olmak istedik. Eve gidince de, acele etmemizgerekti. Cengiz yukarıda işkenceye başlamıştı. Vaktinde gitmesek, rehineyi dövereköldürecekti. Adamın yüzünü bir görsen, korkarsın."Artık üstelemiyor Sabri, ama kapatmadan önce:"Müfettiş göndereceğim" diyor, "biliyorsun prosedür. Yerine getirmezsek olmaz.""Kimi istersen gönderebilirsin. Onlar da aynı şeyi söyleyecekler sana. Olay aynenanlattığım gibi oldu."Telefonu kapattıktan sonra, hasta hanenin kantininden iki tost yaptırıp, Aliye kola,kendime ayran alarak, odaya dönüyorum. Can yatakta öylece yatmış, açık gözü tavanadikili, koluna bağladıkları serumun bitmesini bekliyor. Ali ise ayakta, sağlam eline aldığıtelefonla konuşuyor."Yok Zeynepçim" diyor. "Senin gelmene gerek yok. Birileri delilleri filan karartmayakalkar. Sen olay yerinde kal." Beni fark edince toparlanıyor. "Başkomiserim de iyi. Şuanda yanımda.""Bana versene" diyorum.Ali uzatıyor telefonu."Alo Zeynep, kızım.""Başkomiserim, nasılsınız, iyi misiniz?"Sesi kaygı yüklü."iyiyiz Zeynepçim, merak edecek bir şey yok. Üçümüz de iyiyiz. Alinin söylediğidoğru. Sen orada kalmalısın. Olay yerini terk eden son kişi sen ol. Delil, belge, kovan,mermi çekirdeği ne varsa hepsinin kaydını tut. Anlıyorsun değil mi?""Anlıyorum Başkomiserim, hiç merak etmeyin.""Yarın sabah merkezde görüşürüz."Telefonu Aliye uzatırken, bu çocuğu burada niye tutuyorum ki diye geçiriyorumaklımdan. Can’ın yanında birimiz kalsak yeter. Olay yeri daha önemli, böylece Zeynepide yalnız bırakmamış oluruz. Geçen gün onu azarlamama rağmen Şefikin bana zararverebileceğini sanmıyorum ya, yine de Aliyi olay yerine göndersem iyi olacak."Alicim ikimiz burada fazlayız. Đyisi mi sen, Zeynepin yanına git"Hoşuna gidiyor köftehorun ama belli etmek istemiyor."Nasıl isterseniz Başkomiserim.""Ama önce tostunu bitir."Mütevazı yemeğimizi yerken, gülümseyerek başımı sallıyorum. "Neye niyet, neyekısmet Ali! Güya bu gece kendimize küçük bir ziyafet çekecektik.""Kusura bakmayın" diyor uzandığı yataktan bizi dinleyen Can. "Gecenizi mahvettim."Yüzünde kalender bir ifade beliriyor Alinin. Can’a ilk kez sevgiyle bakıyor:"Boş ver, sen olmasan, mahvedecek başka biri çıkardı nasıl olsa. Bizim işimiz buoğlum." Minnetle gülümsüyor Can:"Đkinize de teşekkür borçluyum. Hayatımı kurtardınız."
- "Sen de hiç fena değilmişsin" diye hayranlıkla mırıldanıyor Ali. "Ben, seni hanımevladının biri zannediyordum. Bayağı sıkı herifmişsin. Nasıl savurdun Cengizi öyle."Ağzındaki lokmayı çiğnedikten sonra sürdürüyor: "Sonra şapelde patakladığın şu ikioğlan. Sende iş varmış valla"Ali konuşmayı sürdürürken, gözlerim yatakta yatan genç öğretim üyesine kayıyor.Birden Cengizin sözlerini hatırlıyorum: "Onları bu puşt öldürdü" diye öfkeyle ağzındandökülen sözleri. Bir an, gerçek olabilir mi diye geçiyor kafamdan. Yok, canım, dahaneler, niye öldürsün ki Can onları?"Antakyada Daniel Dayımın evinin altında karate salonu vardı" diye açıklıyor Can."Orada öğrendim dövüşmeyi. Ama kavgadan nefret ederim. Bir insana vurmanındüşüncesi bile korkunç geliyor bana." Bizimki aynı kanıda değil:"Öyle deme, bazen gerekiyor. Mesela bu akşam atik davranmasıydın... Bir düşün,Cengiz ne yapıyordu şimdi sana?""Sen de haklısın. Sahiden teşekkür borçluyum size." Yardımcım bana dönüyor,bakışları yumuşamış, âdeta nemli: "Ben de size teşekkür ederim Başkomiserim. Siz debenim hayatımı kurtardınız." Ayranımdan bir yudum içtikten sonra:"Boş ver be Alicim" diyorum. "Sen de olsan aynısını yapardın." Onun dostlukla bakangözlerinin derinliklerinde bir an Cengizi görür gibi oluyorum. "Bana ihanet ettin Nevzat"diye fısıldıyor sesi kulaklarıma. "Aliyi kurtardın ama beni öldürdün." Cengizinhayaletinden kurtulmak için gözlerimi kapıyorum. "Ne oldu Başkomiserim? Đyi misiniz?""Başım döndü bir an. Şimdi iyiyim, geçti. Bu kadar heyecan fazla geliyor. Yaşlandık beAli.""Durun daha Başkomiserim... Siz ne delikanlıları cebinizden çıkarırsınız.""O kadar da değil.""Đsterseniz gitmeyeyim, Zeynep halleder nasıl olsa.""Yok, yok, ben iyiyim, kalmana lüzum yok. Bu arada, yarın için sağlam bir ekip bul.Can’ı birkaç gün daha yalnız bırakmayalım.""Hiç merak etmeyin Başkomiserim. Bizim Tayfun Komiseri ararım. Biliyorsunuz dürüstadamdır. Hem sizi de çok sever.""Tayfun iyi fikir. Gerçi, artık kimsenin bize bulaşacağını da pek sanmıyorum ya.Cengiz öldü. Yorgan gitti kavga bitti. Ama temkinli olmakta fayda var."Ali gidince ışığı kapatıp, ben de öteki yatağa uzanıyorum. Đçeriye ayın aydınlığıvuruyor. Can o kadar yorgun ki, sızıp kalmış. Benim için yan uyur, yan uyanık, huzursuzbir gece başlıyor.Gecenin en koyu yerinde, kapının açıldığını duyuyorum. Gözlerimi açıyorum.Koridorun beyaz ışığı, karanlığı bölüyor. Bir sedyenin başında üç kişinin gölgesi vuruyoriçeriye. Yatağımda doğruluyorum. îki erkek hastabakıcı, tekerlekli bir sedyeninüzerinde bir hasta getiriyorlar. Arkalarında bir doktor. Işık arkadan vurduğu içinyüzlerini göremiyorum. Hemen uyarıyorum onları:"Yanlış geldiniz, bu oda dolu.""Yanlış gelmedik Nevzat" diyor doktor. Sesi tanıyorum aslında. Biraz daha konuşsaçıkaracağım. Konuşmasına gerek kalmıyor. Odanın kapısı kapanınca, arkadaki ışıkkesiliyor ve ölümün parlattığı yüzü ortaya çıkıyor: Cengiz. Evet, Cengiz bu; alnınınortasındaki kurşun yarası da duruyor, dudaklarındaki o kendinden emin gülümseyiş de.Tüylerim diken diken."Şaşırdın mı Nevzat?" Sesinde nefret yok. Sanki sohbet edermişiz gibi konuşuyor.Olaylardan önceki gibi, birbiriyle iyi anlaşan bir ast ile üst gibi. "Hiç şaşırma. Bilmiyormusun, bu dünyada bize ölüm yok. Biz şehidiz Nevzat. Biz bu vatan için şehit düştük. Buvatan için şehit düşenler hiçbir zaman ölmez."
- Cengiz bunları söylerken bakışlarım hastabakıcılara kayıyor. Onları da gözüm ısırıyorbir yerlerden. Sabık müdürüm açıklıyor:"Tanıyamadın mı? Selim ile Mehmet. Yahut Yavuz ile Fatih... Hak etmiyorsun amasana yardım etmeye geldik. Töreyle gözünü açmaya, kutsal ışıkla seni aydınlatmayageldik."Konuşurken gözleri sedyede yatan hastaya kayıyor. Ben de korkuyla sedyeyebakıyorum. Hastanın üzeri tamamen örtülü. Ancak örtünün ortasında kanla çizilmişbüyük bir haç var. Yukarısı, adamın boynunun bulunduğu bölge ise kıpkırmızı. Sanki kanlekeleri burada yoğunlaşmış. Yoğunlaşmak ne kelime, alttaki adam resmen kanıyor."Hâlâ kanıyor" diyor Cengiz, "ama merak etme sana gerçeği söyleyebilecek gücüvar." Birden uzanıp, örtüyü çekiyor. Örtünün altından, boynuna iğreti bir şekildeyerleştirilmiş kesik başıyla Malik çıkıyor. Bütün bedeni kan içinde. Nefesim kesilecekgibi oluyor. Ama yaşlı adam, boynundan süzülen kanlara aldırmadan doğruluyor. Başışimdi düşecek, ayaklarımın dibine yuvarlanacak diye korkuyorum. Başı yuvarlanmıyor,dehşetle çarpılmış yüzüme aldırmadan, Cengizin söylediği gibi rahatça konuşmayabaşlıyor:"Bizi Isa Mesih görevlendirdi Nevzat Bey." Isa Mesih derken haç çıkarmayı da ihmaletmiyor. "Bizi Tanrı görevlendirdi." Sesi hırıltılı, ama ne söylediği çok iyi anlaşılıyor."Bizzat Isa Mesih değil, bir aracı, Mor Gabriel... Mor Gabrieli hatırlıyorsunuz değil mi?Mor Gabriel getirdi mesajı. Bu ilahî bir proje. Đnsanları anlamsız yaşamaktan kurtaracakbir proje. Yaşamının anlamını yitirmiş bir insan, iblisten daha tehlikelidir Nevzat Bey.""Senin gibi" diyor Cengiz bana bakarak. Hayır, suçlamıyor, anlamamı ister gibi sakinsakin açıklıyor. "Bir zamanlar senin de yasanımın anlamı vardı: adalet. Sonra bununhiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini öğrendin. Çünkü insanların kötü olduğunu anladın.Yine de pes etmedin. Adaleti gerçekleştireceğine olan saf inancını sürdürdün. Ta ki,karın ile kızın elinden alınıncaya kadar. Bunun bir yararı da olmadı değil. Böylecehayatına yeni bir anlam geldi. Karının ve kızının katilini bulmak, onların intikamınıalmak. Öfkeyle atıldın kötü insanların üzerine.""Ne kadar güzel bir anlam" diye mırıldanıyor Malik. Gören de beni kıskanıyor sanacak."Öfke baldan tatlıdır Nevzat Bey. Ama aynı zamanda yedi büyük günahtan biri.""En büyük günah bile anlamsız bir yaşamdan iyidir" diyor deminden beri bizi izleyenSelim. O anda fark ediyorum göğsünde hâlâ saplı duran haç kabzalı bıçağı. "Anlamsızyaşayanlar bu dünyayı terk etmeli.""Ya sev, ya terk et" diyor Mehmet. Hayret, felçten kurtulmuş, ayaklarının üzerindedimdik duruyor karşımda. Konuşurken onun da kalbine gömülü haç kabzalı bıçak, ritmikbir şekilde sallanıyor. "Ya sev, ya terk et. Ya sev, ya terk et.""Anlamsız yaşayanlar rüzgârda savrulan bir virüs gibidir" diyeyeni bir benzetme yapıyor Cengiz. "Her yerde, herkese bulaşırlar.""Kesinlikle haklısın eski dostum" diyor Malik, katiline gülümseyerek. "Anlamsızlık,Tanrının inkârıdır. Oysa anlam, yaşamın kaynağıdır, sevincidir, itici gücüdür. Bizibirleştiren de bu. Hepimizin kendimize seçtiği bir anlam var." Matlaşmış gözlerini banaçeviriyor. "Bir tek sizin yok Nevzat Bey." Başıyla Canın yatağım gösteriyor. "Bir deşurada yatan günahkârın."Cengizin solgun yüzü araya giriyor:"Ama ne yazık ki, ikinizi birden kurtaramayız. Ya sen, ya o.""Bizim seçimimiz sizsiniz Nevzat Bey" diyor Malik. "O umutsuz bir vaka." Küçümserbir bakış fırlatıyor Can’a doğru. "Agnostik."Cengiz elini uzatıp, önce Selimin göğsündeki haç kabzalı bıçağı çıkarıyor, sonraMehmetinkini. Đki bıçağın kabzalarını bana çeviriyor.
- "Al bunları Nevzat. Korkma al. Seni, bu bıçaklar kurtaracak."Kararsızlık içinde baktığımı gören Malik, bakın ne kadar kolay dercesine, bıçaklaneline alıyor. Elinde iki bıçağı şöyle bir tarttıktan sonra, yeniden bana uzatıyor:"Alın Nevzat Bey, lütfen alın. Đnanın bana, huzura ereceksiniz. Bu dünyanın yükündenbir anda kurtulacak, gerçek dünyanın ışığıyla aydınlanacaksınız. Bu bıçaklan alın,ejderhayı öldüren, kahraman Aziz Georgios gibi cesaretle saplayın, anlamsızlığı kendinerehber edinen şu günahkârın kalbine.""Hayır" diyorum, "istemiyorum. Ben kimseyi öldürmek istemiyorum."Malikin yüzünde incinmiş bir ifade beliriyor:"Neden anlamıyorsunuz Nevzat Bey. Kurtuluşunuz için bu şart. Ya kan dökeceksinizya da kanınız dökülecek. Kendinizi ötekilerden ayırmanız için, bir kimlik kazanmanıziçin bu şart. Onları inkâr etmeniz lazım. Kendi öneminizi anlamanız lazım. Bunun enbasit yolu da ötekileri geçersiz kılmak, yok saymak, daha iyisi ortadan kaldırmaktır.""Bu dünyada öldürerek..." diye yeni bir tekerlemeye başlıyor Mehmet, "...ötekidünyada yakarak. Bu dünyada öldürerek, öteki dünyada yakarak.""Hayır" diyorum, "yapmayacağım, kimseyi öldürmeyeceğim.""Ama beni öldürdün Nevzat" diyor Cengiz. Haksızlığa uğramış birinin şaşkınlığı içinde."Alnımın ortasına kurşunu yapıştırmaktan çekinmedin.""Ben kendimi korudum; kendimi ve Aliyi.""Bize başka seçenek bırakmıyorsun" diye söyleniyor Cengiz. "Sana bunu yapmakistemezdim." Umutsuz bakışlarını Malike çeviriyor. "Yok, Malik Abi, bu beceremeyecek.Ötekini deneyelim.""Hayır" diyorum, "rahat bırakın onu.""Yeter artık" diye bağırıyor Cengiz. "Hadi yakalayalım şunu." Üçü birden üstümeatılıyor. Selim ile Mehmet ellerimi, Cengiz ise ayaklarımı tutuyor. Kurtulmak içinçırpmıyorum. Ama o kadar güçlüler ki ne ellerimi, ne ayaklarımı kıpırdatabiliyorum."Yapmayın!" diye bağırıyorum. "Dokunmayın bana!" Bu arada Malik, Can’a yaklaşıyor.Sağ elindeki bıçağın ucunu Can’ın alnına değdiriyor. Bıçağın dokunmasıyla Cangözlerini açıyor. Tuhaf şey sanki bütün yaralan iyileşmiş, yüzünde tek çizik bile yok.Malik hiçbir şey söylemiyor ona, tıpkı bana uzattığı gibi bıçaklan uzatıyor sadece. Hiçitiraz etmiyor Can. Yataktan kalkıp, bıçaklan alıyor. Sonra âdeta bir robot gibi usulcabana doğru gelmeye başlıyor. "Uyan Can!" dîye bağırıyorum. "Uyan, kendine gel." AmaCan ne uyanıyor, ne de kendine geliyor. Onun yanı sıra yürüyen Malikin yüzünde kederlibir ifade var."Neden korkuyorsun?" diyor bana bakarak. "Korkma. Yaşamayı başaramadın, hiçdeğilse layıkıyla ölmeyi becer. Hem karın ve kızın seni bekliyor. Onlara kavuşmayıistemiyor musun?""Hayır" diye bağırıyorum, "hayır!"Hiç aldırmıyor Malik; gözlerinde ne acıma var, ne de nefret. Kutsal görevini yerinegetiren bir din adamının derin huzuru içinde, yüzüme bakıyor. Can ise elindeki ikibıçakla gelip dikiliyor yatağımın yanında. Cengiz, Selim, Mehmet ve Malik gözlerindeaynı tuhaf parıltıyla bana bakıyorlar. Can’ın elleri havaya kalkıyor. Emir veren Malikinsesi çınlıyor kulaklarımda. "Haydi, evladım, kurtar onu!" Can elindeki iki bıçağı aynıanda indiriyor üzerime. "Ahh!" diyerek uyanıyorum.Gözlerimi açınca Can’ı görüyorum başucumda. Ellerine bakıyorum hemen; yok bıçakfilan yok. En az o da benim kadar korkmuş. Endişeyle büyüyen tek gözü yüzüme dikili:"Başkomiserim... Başkomiserim..." Sesi kaygılı, tedirgin."Tamam, Can" diyorum yatakta doğrulurken, "tamam. Sadece bir rüyaydı."35
- "Devletin Teröristleri."Can’ın korunmasını, güvenilir bir ekibe bırakır bırakmaz, merkezde alıyorum soluğu.Daha kapıdan adımımı attığım anda sorular başlıyor. Amirlerden müdürlere,başkomiserlerden memurlara kadar, dost düşman herkes dün geceki çatışmayı merakediyor. Ali benden önce geldiği için, ilk soru dalgasını o karşılamış. îyi ki de karşılamış,bana sadece sonucu anlatmak düşüyor. îlk ateş edenin Cengiz olması, bize yöneliktepkileri hafifletiyor. Rasim Müdür gibi Cengizin arkadaşlarının nefretiyse kuşkusuzdaha da artıyor, ancak haklılığımız o kadar belli ki, açıkça cephe alamıyorlar. TabiîSabrinin beni desteklediğinin bilinmesi de işimizi kolaylaştırıyor. Yine de hem Ali, hemde ben yazılı ifadelerimizi veriyoruz. Bir komiser de Can’ın ifadesini almak üzerehastaneye gönderiliyor.Odama geçer geçmez, daha sabah kahvesini bile içmeden telefonum çalıyor."Sizi bir kadın arıyor Başkomiserim" diyor santraldeki memur."Kimmiş?""Bir arkadaşınızın kansıymış. Çok önemli dedi.""iyi, bağla bakalım.""Alo" diyor bir kadın sesi. "Başkomiser Nevzatla mı görüşüyorum?""Evet, buyurun, benim. Ben, kiminle görüşüyorum?""Ben Neslihan, Cengizin karısı."Ne diyeceğimi bilemiyorum, elimde telefon, dilimi yutmuş gibi öylece kalıyorum."Cengizi siz vurmuşsunuz..."Oturduğum koltukta eziliyor, yerin dibine geçmek istiyorum."Neden konuşmuyorsunuz Nevzat Bey? Öyle söylediler. Yoksa yalan mı, Cengizi sizvurmadınız mı?"Cehennem dedikleri bu olsa gerek. Bu yüzleşmeden kaçış yok."Çok üzgünüm..." diyebiliyorum. "Çok üzgünüm. Böyle olsun istemezdim. Önce o ateşetti. Kendimi savunmak zorunda kaldım."Neslihanın bana bağırmasını, hakaret etmesini bekliyorum sakin bir sesle konuşuyor,fazla sakin."Önemli değil Nevzat Bey. Sadece, gözünüz aydın diyecektim, artık iki çocuğunuzvar."Ne demek istediğini anlayamıyorum. Zavallı kadın üzüntüden aklım yitirdi galiba."iki çocuğumuz var Nevzat Bey. Babalarım öldürdüğünüze göre, siz bakarsınız artıkonlara. Biliyor musunuz Nevzat Bey, sizin için çok üzülmüştüm. Karınızı, kızınızıkaybetmiştiniz. Ne zaman sizi görsem, kederlenirdim. Ama acınızın büyüklüğünü tamanlayamazdım. Size teşekkür ederim, artık anlıyorum. Bana da o acıyı tattırdınız."Neslihan, dün gece rüyamda Can’ın saplayamadığı bıçaklan acımasızca ardı ardınabatırıyor bedenime."Ben... Ben böyle olsun istemezdim.""Cengiz, yani vurduğunuz adam. biliyor musunuz sizi severdi. Bunu daha öncesöylemiştim galiba Ama gerçekten de sizi severdi. Sizin farklı biri olduğunuzu söylerdi.Öyleymişsiniz. Gerçekten farklıymışsınız. Daha sinsi, daha acımasız, daha soğukkanlı."Bir an söyleyeceği sözcüğü bulmakta güçlük çekiyor. "Korkunç, siz korkunç birisinizNevzat Bey. Yükselmek için kendi amirini bile öldürmekten çekinmeyen biri..." Sesiboğuklaşmaya, titremeye başlıyor. Artık kendini kontrol edemiyor. "Siz katilsiniz Nevzat
- Bey. Bunu biliyorsunuz değil mi? Siz kendi çıkarları için benim kocamı öldüren birkatilsiniz. Bir canavar..."Kapatmıyorum telefonu, sonuna kadar dinliyorum bu üzüntülü kadının hakaretlerini.Dinliyorum, içini boşaltsın diye, dinliyorum öfkesini kussun, biraz rahatlasın diye. Belkiböylece daha kolay alışır acıya. Belki daha kolay kabullenir durumu.Kabullenemeyeceğini bile bile dinliyorum onu, kendimi rahatlamak için. Bu hakaretlerifazlasıyla hak ettim ben. Geceden beri düşünmemeye çalışsam da, ben bir insanöldürdüm. Kendimi ya da Aliyi savunurken bunu yapmış olmam, katil olduğum gerçeğinideğiştirmiyor. Kadın doğru söylüyor: ben, Cengizle birlikte Neslihan Hanımı ve ikiçocuğunu da öldürdüm. Cengizle birlikte ben, kendimden bir parçayı da öldürdüm.Ölüme biraz daha yaklaştım, ölülerimi biraz daha çoğalttım.Neslihan Hanım takati tükeninceye kadar hakaret ediyor telefonda, sonra ağlamayabaşlıyor hıçkıra hıçkıra, sonra yere düşen telefonun gürültüsü, sonra telefonkendiliğinden kapanıyor. Ama ben, ahize elimde öylece kalıyorum. Yenilenmiş birheyecanla odaya giren Ali, beni öyle buluyor; elimde ahize, masanın başında otururken."Ne oldu Başkomiserim T Ahizeyi gösteriyorum."Cengizin karısı. Onunla konuştum az Önce." Hemen kavrıyor durumu. Sargılı eliniyana açıyor öfkeyle: "Haksızlık bu ya!" diye söyleniyor. "Ne yapacaktınız Başkomiserim,herifin bizi vurmasına izin mi verecektiniz?""iki çocuğu vardı Ali.""Ne yapalım Başkomiserim? O düşünecekti bunu, pis işlere bulaşmadan önce." Gözgöze geliyoruz, sanki benim büyüğümmüş gibi: "Sizin hiçbir hatanız yok Başkomiserim"diyor. "Salon böyle düşünmeyin. Cengiz bir suçluydu. Ona yardım etmeyi bile önerdiniz.Gözümün önünde oldu her şey. Adam kabul etmedi.""Ama sonuçta onu öldürdüm.""Cengizi siz öldürmediniz Başkomiserim, evet onu siz vurdunuz ama o kendi kendiniöldürdü."Aklım, "Ali doğru söylüyor" diyor, ama içimdeki şu mendebur ses, inatla karşı çıkıyor:"Bunların hiçbiri senin katil olduğun gerçeğini değiştirmez." Ali gelip masanın önündekikoltuğa çöküyor. "Bakın Başkomiserim, belki bana kalpsiz, bencil filan diyeceksinizama umurumda değil. Açık konuşacağım. Sizin ölüm haberinizi almak yerine, o kadınınyakınmalarını ya da hakaretlerini, yani size ne söylediyse, sonsuza kadar hepsinidinleyebilirim. Yeter ki size bir şey olmasın." Sadece bakıyorum. Sözlerinin etkiliolmadığını gören Ali: "Ne yani" diyor isyan ederek, "o kadının yakınmalarını duymakyerine, benim tabutumun başında ağlamayı mı tercih ederdiniz? Keşke ateşetmeseydiniz o zaman.""Böyle konuşma Ali" diyorum. "Saçmalıyorsun.""Kusura bakmayın ama Başkomiserim, asıl saçmalayan sizsiniz."Böyle giderse birazdan sağlam bir azar yiyeceğiz bundan. Kaşlarımı çatıp, elimdekiahizeyi yerine koyuyorum. Ama Ali kaptırmış bir kere:"Ne oluyor Başkomiserim size ya? Sanki hayatınızda ilk kez çatışmaya giriyorsunuz.Ne bu hal, yeniyetme polisler gibi."Sinirden gülmeye başlıyorum, oğlan çok ciddi."Niye kendinizi üzüyorsunuz? Ölen her suçlu için dertlenmeye kalkarsak...""Keşke yapabilsek" diyorum, "ama yapamayız. Đstesek de elimizden gelmez bu."Hâlâ akıllanmadığımı zanneden Ali, yeniden söyleve başlayacakken:"Tamam" diyorum, "tamam, geçti. Đşimize bakalım."Dikkatle yüzümü inceliyor, içten olduğumu anlayınca:"Ha şöyle Başkomiserim ya" diyor. "Đşimize bakalım."
- Elindeki zarfı ilk o zaman fark ediyorum. Zarfın içinden birtakım fotokopiler çıkarıpuzatıyor."Bunlar ne Ali?""Çok seveceksiniz Başkomiserim. Turhan ve Haluk gazete arşivlerinde önemlibilgilere ulaşmışlar."Uzattığı fotokopileri alırken, şehir kütüphanesine yolladığımız memurlardanbahsettiğini anlıyorum. 1976 ile 1980 arası dönemdeki gazeteleri taramalarınısöylemiştik. Fotokopilere bakmadan önce:"Cengizle mi ilgili?" diye soruyorum."Sadece Cengiz değil, adamların hepsi burada. Hani Cengiz, Selim, Mehmet ve Maliknereden tanışıyorlar diyorduk ya. Hepsinin açıklaması burada..."Önümdeki fotokopilere bakarken:"Ha Başkomiserim bizim çocuklar dün kütüphanenin kapısında Cengizi görmüşler,içeriden çıkıyormuş. Elinde kâğıtlar filan varmış.""Niye tutuklamamışlar?"Sanki kendisi sorumluymuş gibi eziliyor:"Cesaret edememişler herhalde. Adam müdür, bizimkiler de çok genç, kolay değilBaşkomiserim. Ama merak etmeyin ben yine de azarladım onları."Aliyi daha fazla sıkıştırmanın anlamı yok. Koca müdür Sabri bile Cengizitutuklayamamışken, iki genç polisi mi suçlayacağız şimdi. Ne arıyordu acaba Cengizorada? Neyse, önce şunlara bir bakalım da. Elimdeki fotokopi ciddi bir gazetenin 24Ocak 1980 günlü nüshasından alınmış. Bir yazı dizisinin ilki. Yazıyı hazırlayan kişi, yıllarsonra faili meçhul bir suikastla yaşamını yitirecek olan, gözünü budaktan sakınmayan,tanınmış bir gazetecimiz. Dizinin başlığı: "Devletin Teröristleri." Başlığın hemen altındabir adamın fotoğrafı var. Geniş bir alın, ince bir yüz, birbirine bitişik kaşlar. Tanıdıkgeliyor, ama çıkaramıyorum. "Çok değişmiş değil mi Başkomiserim?" diyor Ali. "Kimbu?""Fotoğrafın altında yazıyor.""Malik Karakuş... Haa bu Malik miymiş? Hiç benzemiyor. Ne kadar değişmiş adam!""Eee olacak o kadar. Adam büyük bir ruhanî deneyim geçirdi. Adi bir silahkaçakçısından, Aziz Pavlusa dönüştü."Galiba sonunda gerçek hikâyeyi öğrenebileceğiz. Ama yakın gözlükleri Mm bilirnerede?"Böyle karşımda bilgiç bilgiç sırıttığına göre, yazılanları okudun. Anlat da okumazahmetinden kurtulalım bari.""Şimdi Başkomiserim, bunlar...""Dur, dur bir dakika. Zeynep nerede? O da duysun bunları.""Gelmek üzeredir Başkomiserim, o da ilginç sonuçlara ulaşmış. Ben yanınızaçıkarken, Adli tıptan gelen raporları toparlıyordu..." demeye kalmıyor, Zeynep kapıdabitiveriyor. Şu Ali serserisinin gözlerindeki ışığa bakın. Anlaşılan bunlar flört aşamasınıgeçtiler çoktan. Gençlik güzel şey be! Sevmek güzel şey! îçimi keder kaplıyor. Evgenia!Onunla hâlâ konuşamadım. Belki de artık hiç konuşamayacağız..."Merhaba Başkomiserim." Zeynepin sesiyle kayboluyor zihnimin karanlığında belirenEvgenianın aydınlık yüzü. "Otopsi raporlarını aldım. Bazı önemli sonuçlar var.""Çok iyi Zeynepçim, gel otur. Alide de ilginç bilgiler var. Yıllar öncesinin bilgileri.Galiba olayın sonuna geldik. Sanırım artık karanlıkta bir şey kalmayacak.""Emin değilim Başkomiserim" diyor Zeynep otururken, "kafamı kurcalayan bazısorular var. Yanıtlayamadığım sorular."
- Ne demek istiyor şimdi bu kız? Tam da taşlar yerine otururken, gözden kaçırdığımızne var? "Hayrola Zeynep? Ne buldun?""Bulgu değil Başkomiserim, bir kuşku; konuşmamı* gerek." Belki de Zeynepin titizçalışmasının getirdiği önemsiz detaylardır takıldığı."Konuşacağız, ama önce Cengiz ile Malikin ilişkisinden başlayalım. Evet, Alicim,neymiş bu olay?" Fotokopileri önüne çeken Ali:"Bunların ilişkisi yıllar öncesine dayanıyor" diyerek anlatmaya başlıyor. "Yani Malik,polis ifadesinde böyle anlatmış."Polis ifadesinde lafı biraz manidar çıkıyor."Ne demek polis ifadesinde?" diye soruyorum. "Başka yerde anlatmamış mı?""Anlatmamış, daha doğrusu ifadesini reddetmiş. Olaya baştan başlasam iyi olacakBaşkomiserim. Şimdi bu yazıyı hazırlayan gazeteci, mahkeme tutanaklarından polisifadelerine kadar birçok belgeye ulaşmış. Yazı dizisini de onlara dayanarak hazırlamış.Kimi insanlarla röportaj yapmış, aralarında Malikin de bulunduğu kimileri isekonuşmaktan kaçınmış. Zaten Malik polis ifadesinde söylediklerini, Gözaltındaykensolcu, Polderli polisler tarafından bana işkence yapıldı diyerek savcılıkta vemahkemede reddetmiş. Ama dükkânının deposunda o kadar çok silah bulunmuş ki,paçayı kurtaramamış. Evet, Malikin gözaltına alınmasına neden olan olay, bu depobaskınıymış. Onun da hikâyesi matrak. Şimdi hırsızın biri bunun deposuna girmiş. Yüktehafif, pahada ağır ne varsa toplamaya başlamış, o sırada gözüne tabanca dolu birsandık takılmış. Sandıktaki tabancalardan birini alıp, beline sokmuş. Ama şanssızlığabakın ki, hırsız depodan çılanca, duvarlara afiş yapıştırırken karşılaşıp, çatışmayabaşlayan, iki karşıt grubun araşma düşmüş. Salak hırsız kaçamamış, polislereyakalanmış. Polisler bunu solcu sanıp basmışlar dayağı, bu salak da Valla ben solcudeğilim, hırsızım diyerek, gerçeği anlatmış. Bunun üzerine hırsızın girdiği depobasılmış, içeride elli üç adet tabanca, binlerce mermi, iki düzine el bombası elegeçirilmiş. Malik hemen gözaltına alınmış. Polisteki ifadesinde de, bu silahlanSuriyeden getirdiğini, alıcısının ise, Kıdemli Astsubay Orhan Çimender olduğunusöylemiş. Polis biraz daha zorlayınca, Kıdemli Astsubay Orhan Çimenderin bu silahlarınbir kısmım, Cengiz Koçan, Selim Uludere ve Mehmet Uncuya verdiğini itiraf etmiş.Ancak, işte burası çok ilginç, polis ne Kıdemli Astsubay Orhan Çimenderi, ne de ötekiüç kişiyi gözaltına almış. Bu kişiler sadece mahkemeye çağrılmış, orada ifadelerinetanık olarak başvurulmuş. Tabiî dördü de ithamları reddetmişler. MalikiKapalıçarşıdaki dükkândan tanıdıklarını, yanma müşteri olarak gittiklerini söylemişler.Malik de Polis bana işkence yaparak, örgüt arkadaşlarını söyle deyince, tanıdığım budört kişinin adını verdim diye ifadesini değiştirmiş. Sonuçta, Malik silahkaçakçılığından dolayı on yıl hapis cezasına çarptırılırken, bu dörtlü serbest kalmış.""Şimdi durum anlaşılıyor" diye mırıldanıyorum. "Bunlar, ta yıllar öncesindençeteymiş.""iyi de, bu adamlar nasıl polis olmuşlar Başkomiserim?" diyorZeynep. Gözleri hayretle açılmış. "Bunların hepsi terörist.""Malik adlarını verdiğinde neden gözaltına alınmadılarsa aynı nedenle" diyeaçıklıyorum. "Onları koruyan güçler vardı. Devletin içindeki güçler." Elindekifotokopileri Zeynepe gösteren Ali: "Zaten bu dizinin adı da Devletin Teröristleri.""Çocuklar şu subay" diyorum, "Cengiz, onu da öldürmüş olmasın?""Yok, Başkomiserim" diyor Ali, "araştırdık. Orhan Çimender eceliyle ölmüş. Üç yılönce, prostat kanserinden. Ama haklısınız, eğer ölmeseydi, muhtemelen Cengiz onunda defterini dürerdi. Çünkü çetenin şefi Orhan Çimendermiş galiba." Zeynep oturduğu
- koltukta huzursuzca kıpırdanıyor: "Benim konuşmak istediğim de buydu" diyor."Cengizin katil olduğundan emin değilim."Birden buz gibi bir hava esiyor masada. Ne diyor bu kız? Đkimizin de bakışları yüzündekenetleniyor."Adam itiraf etti Zeynep" diyorum. "Gerçi kaza oldu dedi, ama Maliki öldürdüğünükabul etti.""Ben de tam bunu söyleyecektim Başkomiserim. Cengiz, Maliki öldürmüş olabilir.Sanırım kaza derken de doğru söylüyormuş." Ali de en az benim kadar şaşkın:"Nasıl doğru söylüyor Zeynep?" diye karşı çıkıyor, "Olay yerini hepimiz gördük. Adamıyatırıp, kesmiş. Böyle kaza mı olur?""Sakin ol Ali, ben elimdeki bulgulara dayanarak konuşuyorum. Malikin otopsiraporları geldi. Başı kesilmeden önce, bir yere çarpmış. Bu çarpmaya bağlı olarak beyinkanaması geçirmiş. Ölümcül bir kanama."Đki erkek anlamaya çalışıyoruz. Ali her zamanki gibi benden hızlı:"Nasıl emin olabiliyorsunuz bundan? Ya Malikin kesilen başı merdivenlerdendüşerken kapıya çarpıp da beyin kanaması geçirdiyse.""Öyle olmamış. Malikin evine gittiğimde kafamı kurcalayan bir bulguylakarşılaşmıştım. Başın kesildiği yer, şapele inen merdivenlerin üstüydü. Ama üst kataçıkan demir merdivenlerin dibinde kan bulmuştum. Malikin kafasının kesildiği yerden,yukarı çıkan merdivenlerin altına kanın sıçraması olanaksızdı. Sorunun yanıtınıbulamamıştım, otopsi raporunu okuyunca anladım. Cengiz ile Malik kavga ettiler. Dahadoğrusu Cengiz, Maliki tartaklıyordu. Yerde düşmüş olan Meryem ve Çocuk Đsa ikonasıda böyle bir itişmenin olduğunu kanıtlıyor. Sanırım Cengiz, Malikten bir şey öğrenmekistiyordu.""Belki de tehdit ediyordu" diye kendi varsayımını ileri sürüyor Ali."Tamam, belki de tehdit ediyordu. îşte bu sırada Maliki savurdu. Yaşlı adam, başınıyukarı çıkan merdivenlerin demirine çarptı. Beyin kanaması geçirerek öldü. Cengiz kısabir şaşkınlığın ardından, bu ölümü, Selim Uludereyi öldüren katilin üzerine yıkmayakarar verdi. Maliki tanıdığı için, kendini Pavlus sandığını biliyordu. Cesedi şapele inenmerdivenlerin üzerine yatırdı, Romalıların enli kılıcıyla kafasını kesti. Đlk cinayetinritüellerini bildiği için, Malikin kanıyla içerdeki Kutsal Kitaptan bir satırın altını çizmekistedi. Ancak Selim Uludere cinayetinde hangi bölümün altının çizildiğini hatırlayamadı.O da, Malikin ölümüne anlam verecek bir satır aradı. Buldu da, ama ZekaryaPeygamber bölümünden değil, Yuhannanın yazdığı Vahiyden. Satın okudunuz:Canavar ve onunla birlikte yalancı peygamber tutsak alındı. Satır, Malikin durumunuçok iyi anlatıyor. Yalancı peygamber, tanımlaması, Malikin kendisim Pavlussanmasına bir tepki, ona yönelik bir tür suçlama. Ama Selim Uludere cinayetindekisatırla hiçbir ilgisi yok. Eğer Mehmet Uncu cinayetinde de Zekarya Peygamberinsöylediği sözlerin ikinci satın yer almasaydı, bu durumda bir gariplik görmeyebilirdik."Zeynep yanında getirdiği belgeleri karıştırıyor. "Balon katilin kullandığı bölümde şunlaryazıyordu: Uyan, ey kılıç! Çobanıma, yakınıma karşı harekete geç diyor her şeyeegemen Rab. Çobanı vur da koyunlar darmadağın olsun. Ben de elimi küçüklere karşıkaldıracağım. Bütün ülkede diyor Rab... paragraf böyle devam ediyor. Katilimiz ilkcinayetinde, yani Selim Uludereyi öldürdükten sonra, Uyan, ey kılıç! Çobanıma,yakınıma karşı harekete geç satırının altını çizmiş, ikincisinde ise yani Mehmet Uncucinayetinde, Çobanı vur da koyunlar darmadağın olsun diyen satırın altım çiziyor. AmaMalik cinayetinde birden zıplıyor, Đncil’in sonundaki Yuhannanın yazdığı Vahiyden.Canavar ve onunla birlikte yalancı peygamber tutsak alındı denilen satıra geçiyor.Üstelik satırların altındaki çizgiler de farklı. Selim Uludere ile Mehmet Uncu
- cinayetlerinde satırların altı cetvelle çizilmiş gibi düzgündü. Oysa Malik cinayetindesatır elle çizilmiş, üstelik titreyen bir elle..."Zeynepin sözleri ilginç, kafamdaki bazı kuşkulan yeniden depreştiriyor, ama Ali öylekolay kolay görüşlerini değiştireceğe benzemiyor:"Olabilir, Cengiz fikir değiştirmiştir belki. Her cinayete anlamlı bir satır bulmayaçalışmıştır. Eğer satırları böyle okursak bir tutarsızlık yok. Selim Uludere için seçtiğisatır, Uyan, ey kılıç! Çobanıma, yakınıma karşı harekete geç diyor. Yani bütünolumsuzlukların çobanın öldürülmesiyle başladığını ima etmek istiyor. Mehmet Uncu daise Çobanı vur da koyunlar darmadağın olsun derken, bu olayın zavallı Yusuf unölümüyle bağlantılı olduğunu anlatmak istiyor. Malikinki ise belli, yalancı peygamber."Böyle bir mantık da yürütülebilir tabiî. Ama Zeynepin söyledikleri daha inandırıcıgeliyor bana. Zeynep de inatla varsayımını açıklamayı sürdürüyor zaten:"Kusura bakma Alicim, biraz zorlama oldu. Yine de söylediklerini kabul edebilirdim,ama başka bir farklılık daha var. Mor Gabriel yazısı. Selim Uludere ve Mehmet Uncucinayetlerinde bulduğumuz iki Kutsal Kitapta da sağ tarafta maktullerin kanıylayazılmış Mor Gabriel yazısı vardı. Ama Malik cinayetindeki Kutsal Kitapta Mor Gabrielyazısı yok."Unutmuştur" diyor Ali, "ne bileyim, atlamıştır." Zeynep kararlılıkla açıklıyor:"Atlamaz. Sen de bilirsin ki, bu işaretler katilin imzası gibidir.""Belki zaman bulamamıştır" diye diretiyor Ali. "Belki de katilimiz öyle titiz birideğildir. Bu kez üstünkörü atmış imzasını.""Olabilir tabiî, ama Selim Uludere ve Mehmet Uncu cinayeti ile Malikin öldürülmesiarasında belirgin bir üslup farla var. Olay yerlerini üçümüz de gördük. Selim Uludere ileMehmet Uncu cinayetlerinde katil son derece titiz çalışmış. Mehmet Uncunun dağınıkbir evi olmasına rağmen, katilimiz kendi rutinini eksiksiz gerçekleştirmiş. Ama Malikcinayeti bir felaket. Cengiz çok dağınık çalışmış, yere düşen ikonalar, her tarafasıçrayan kan..."Zeynep anlatırken, Cengizin arabasını otoparka bırakması geliyor aklıma. Gerçektende Maliki öldürmeye geldiyse, arabasını otoparka niye bıraksın? Cengiz bu kadar barizbir hatayı yapacak kadar aptal olabilir mi?"Hayır" diye sürdürüyor sözlerini Zeynep, "bence bu üç cinayeti aynı kişi işlemedi."Hayal kırklığıyla soruyor Ali:"Yani Cengiz masum mu şimdi? Adamı boş yere mi suçladık?""Boş yere değil tabiî. Kaza olsun olmasın Cengiz, Malikin katiliydi. Ayrıca beş yıl önceöldürülen Çoban Yusuf u da unutma. O cinayette Selimle işbirliği yaptı. Cengiz masumbiri değildi. Benim söylemek istediğim, Selim Uludere ile Mehmet Uncuyu başka birininöldürdüğü. Yani, katil hâlâ dışarıda."Eğer öyleyse, kartları yeniden dağıtmanın zamanı geldi. Yeni bir oyun başlıyor;kazanmak için daha akıllı olmamız, daha sakin olmamız gereken bir oyun. AmaZeynepin haklı olabileceğini anlamaya başlayan Ali, sakin olmayı beceremiyor."Peki, kim o zaman bu katil?" Çaresizlik onu gerginleştiriyor. "Başa mı dönüyoruzyine? Yine gizli bir Hıristiyan tarikatının peşine mi düşeceğiz? Çünkü elimizde zanlıolarak kimse kalmadı."Zeynep ise Alinin aksine son derece sakin:"Meryemi unutma. Selimle aralarının kötü olduğunu biliyoruz. Kadın malî açıdan zordurumdaymış. Daha önce de Selimi öldürmeyi denediğini biliyoruz."Meryemle yaptığımız konuşmayı düşünüyorum; sözlerini hatırlamaya çalışıyorum,yüzünü gözlerimin önüne getiriyorum.
- "Sanmıyorum Zeynep" diyorum, "Selimi ve Mehmeti Meryem öldürmemiştir.Selimden yüz bin dolan almış zaten. Yani aralarında bir para meselesi olduğundan sözedemeyiz. Daha da önemlisi, Selimin katili kendisiyse, neden Bingöllü’yü öldürmekistesin?""Dikkatleri başka yere çekmek için...""Öyle yapacağına, Bingöllü yerine Selimi öldürtürdü. Tonguç da cinayetiüsteleneceğinden, kirli hayatına kaldığı yerden devam ederdi. Yok, onları Meryemöldürmedi." Meryemin dün buraya geldiğinde söylediği bir şey geliyor aklıma:"Durun, durun. Meryem dün buraya gelmişti ya, Cengizin söylediği bir şeydenbahsetti.""Ne söylemiş Başkomiserim?" diye atılıyor Ali. "Başka bir isim mi vermiş?""Başka bir isim vermemiş ama Birkaç güne kadar, gerçek katili bulacağım demiş.""Demek ki Cengiz de katili arıyordu" diye fikir yürütüyor Zeynep. "Bu da CengizinMalik dışındaki iki cinayetten sorumlu olmadığım gösteriyor.""Tabiî ya..." diye ayağa kalkıyor Ali, "Şu kütüphane meselesi. Bizim çocuklar Cengizikütüphaneden çıkarken görmüşler ya, büyük olasılıkla orada katili arıyordu."Çok mantıklı."Hadi o zaman, kalkın gidiyoruz."Anlamamış, ikisi de yüzüme bakıyor."Ne bakıyorsunuz, gerçek yakın tarihte gizli. Yakın tarih ise kütüphanede, sabıkmüdürümüzün araştırdığı gazete sayfalarında."36Balıkçı yaka beyaz kazağının göğsünde, kırmızı bir leke.Kütüphanenin ahşap kapısından içeri girince, yıllardır duymadığım bir koku karşılıyorbizi. Kâğıtlar ile mürekkebin, karton ile tutkalın, ahşap ile tozun buluşmasından,hepsinin yıllanmasından oluşan bir koku. Babam medeniyetin kokusu derdi buna.Sadece kütüphanelerde duyabileceğiniz bir koku.Dışarıdaki kalabalığın, gürültünün tersine kütüphanenin içinde kesin bir sessizlik,derin bir huzur var. Camide, kilisede, sinagogdaki gibi ama daha aydınlık, ötekidünyadan çok bugüne ait bir huzur. Kütüphane memuru, yüzü sivilceli gençten birçocuk. Önünde dağ gibi yığılmış kitaplar, onları bilgisayara kaydetmekle meşgul.Masasının önünde dikildiğimizi fark edince:"Buyurun" diyor. Ama gözleri, siz de nereden çıktınız dercesine sıkıntıyla bakıyor."Nasıl yardımcı olabilirim?"Ali kimliğim gösteriyor:"Polis! Gazete arşivlerine bakmak istiyoruz."Kütüphaneci, bilgisayardaki işini bırakıp, gülümsüyor:"Yine mi? iki gündür polislerden başımızı alamıyoruz. Yatanda bir emniyetçiler köşesiaçacağız."Bunları söylerken gözlerinin Zeynepe kaymasını engelleyemiyor. Tabiî Alidenkaçmıyor bu."Hadi kardeşim!" diye söyleniyor. "Acelemiz var, bize şu arşivlerin yerini göster."Kütüphaneci bozuluyor ama ne desin, sesini çıkarmadan doğruluyor."Tamam, hangi dönemin gazetelerini istiyorsunuz?" Onca yılın gazetelerini taramayakalkarsak, akşama kadar buradayız.
- "Bir dakika delikanlı" diyorum, "şu dün tek basma gelen, lacivert paltolu polis."Hemen tanıyor Cengizi."Emniyet müdürü...""Ta kendisi... Onun baktığı gazeteleri istiyoruz. Onları bulabilir misin?"Yüzüne rahat bir gülümseme yayılıyor:"Çok şanslısınız Amirim. Buradalar, hâlâ yerine koymadım."Dönüp arkadaki geniş masaya yöneliyor. Masanın üzerinde dağınık duran, ciltlerinarasından en büyüğünü kaldırıp, getiriyor."îşte onun baktığı cilt burada. Ama hangi gün, hangi nüshadır, kendiniz bulacaksınız.""Sağ ol."Ali, gazete cildini alıyor, hep birlikte arkalarda, kuytu bir masaya yürüyoruz. Ancakyürürken Alinin cebindeki telsiz cızırdamaya başlıyor. Önünden geçtiğimiz masada,burnunu kalın kitapların arasına gömmüş, ak saçlı bir adam, başını kaldırıp kınayan birbakış fırlatıyor bize. Zeynep hiç duraksamadan, elini Alinin deri paltosunun cebinesokup, telsizi çıkarıyor."Kapatıyorum Başkomiserim" diyor."iyi olur Zeynep."Masada Ali ile Zeynep yan yana oturuyor, ben çaprazlarına yerleşiyorum. Böyleceüçümüz de gazeteleri okuyabileceğiz. Siyah kapağında, sarı yaldızla 1979 KĐŞ yazancildi açıyor Ali."Baş sayfalara bakalım Alicim" diye fısıldıyorum. "Bir cinayet ya da suikast haberiolmalı.""Tamam Başkomiserim.""Olayın Cengizle ilgili olduğunu nasıl anlayacağız?" diye soruyor Zeynep.O da benim gibi alçak sesle konuşuyor. Aslında kütüphane sakin sayılır. Az öncerahatsız ettiğimiz yaşlı adamı saymazsak, bizden başka iki masa daha dolu. Onlar daepeyce uzakta kalıyorlar. Yani sesimizi o kadar kısmamıza gerek yok, ama nedense Alide bizim gibi fısıldayarak anlatıyor meramını."Belki ismi geçer. Ya da tanıdık başka birini buluruz" diyerek sayfalan çevirmeyebaşlıyor. O sayfalan çevirdikçe üçümüz birden cinayetle ilgili haber başlıklarınıokumaya, fotoğraflarda tanıdık birini bulmaya çalışıyoruz. Üçümüz dediğime bakmayın,aslında bu işi ikisi yapıyor, hem de büyük bir hızla. Ben, yakın gözlüklerimin ardındanyazılan seçmeye çalışırken, onlar hemen öteki sayfaya geçiveriyorlar. Sonunda inceuzun parmağını gazetedeki bir haberin üstüne koyuyor Zeynep..."Dur, dur Ali, bir dakika."Gösterdiği haberin başlığı üç sütuna manşet atılmış: "Çocuklarının Gözü ÖnündeÖldürüldüler." Haberin yanındaki fotoğrafta, kapılan açık Murat 124 marka san renkli birotomobil. Otomobilin içinde bir kadın, bir erkek... Adamın kafası direksiyonun üstünde;şakağındaki kan olmasa, uzun bir yolun ardından yorulmuş da uyuyor sanırsınız. Kadınınbaşı ise geriye düşmüş, uzun saçları yaslandığı koltuğa dağılmış, balıkçı yaka beyazkazağının göğsünde, kırmızı bir leke. Açık kapının önünde bir çocuk. Sansın, gözlüklü,gördüğüne inanamayan, inanmak istemeyen bir çocuk. Dokuz yaşında ya var, ya yok.Yüzünde dehşet, yüzünde dile getirilmemiş bir çaresizlik. Ali her zamanki tezcanlılığıyla:"Can" diyor, "ya bu bizim entel Can değil mi?"Zeynep de çoktan teşhis etmiş olmalı ki, yanıt vermek yerine haberden bir bölümokuyorTÖBDERli öğretmen Emir Türkgil ile eşi Elizabeth Türkgil, oğullan Can’ın gözleriönünde öldürüldü... Olayın tek görgü tanığı olan küçük Can, katillerin üç kişi olduğunu
- söyledi. Zanlıların robot resminin çizilmesinde polise yardımcı olan çocuk, katillerdenbirinin bileğinde bir çilek lekesinin bulunduğunu belirtti..."Selimin bileğindeki leke" diye heyecanla mırıldanıyor Ali. "Hani dövme mi, doğumlekesi mi diye tartışmıştık.""Evet, adli tıpçılara sormuştum, doğum lekesi demişlerdi" diye açıklıyor Zeynep."Vay be!" diye söyleniyor Ali. "Can’ın anne babasının katili Selimmiş ha...""Sabık müdürümüz Cengiz ile Mehmeti de unutma" diye ekliyorum."Ölüm makinesiymiş adamlar ya" diyor Ali. "Mor Gabriel Manastırındaki altı kişiyegelinceye kadar kim bilir kaç kişinin canına kıymıştır bunlar.""Bize müdürlük eden adama bakın" diyerek Alinin şaşkınlığına katılıyor Zeynep. Sonderece ciddi ve üzgün. Yanıtını tam olarak öğrenemediği soruyu yineliyor. "Bu adamlarteşkilata nasıl sızabiliyor?"Soruyu benim yanıtlamam lazım, yanıtını da biliyorum üstelik. Ama açıklamamınhiçbir yararı olacağını sanmıyorum, o yüzden elimizdeki davaya dönüyorum."Ne yazık ki kolayca sızabiliyorlar Zeynepçim." O günün geleceğinden çok da eminolmamama rağmen, "Belki bir gün" diyorum. "Bir gün bu adamlardan tümüylekurtulacağız. Ama anlaşılıyor ki şimdi başka biri uğraşmış onlarla. Bu defa çetin cevizeçatmışlar." Alinin gözlerinin içine bakıyorum. "Hepimizin küçümsediği entel bir oğlan,defterini dürmüş hepsinin. Hem de bizi bile kandırarak." Şimdi de bakışlarım Zeynepinyüzünde. "Bizimle oynayarak, hepimizi masum olduğuna inandırarak. Evet, sonundakatilimizi bulduk galiba. Adamımız Can gibi gözüküyor."Ben, zaten başından beri ondan şüpheleniyordum demesini, bekliyorum Alinin. Hayır,öyle söylemiyor. Sanki Can’a hayranlık duyar gibi mırıldanıyor:"Takdir etmek lazım, iyi gizledi kendini oğlan."Şansı yardım etti demek geliyor içimden, eğer Cengiz, aptallık yapıp Malikesaldırmasaydı...Zeynepin dalgın sesi dağıtıyor düşüncelerimi."Can gibi kültürlü bir adamın, intikam almak istemesini hiç anlayamıyorum. Kandavası mı bu? Eğer ailesinin katillerini bulduysa, neden adalete başvurmadı? Nedenhayatını mahvediyor, hem de önünde parlak bir gelecek varken...""Onu bunu bilmem" diyor Ali, âdeta neşeli bir tavırla. "Demek ki katil, cinayet işlediğiyere geri döner lafı doğruymuş. Selimin evine ilk gelen Çandı. Hatta ben de salak gibiKatiller suç işledikleri yere geri dönerler diyerek, güya onu korkutmaya çalışmıştım.Meğerse herif bizimle oynuyormuş."Artık bu muhabbete son vermenin zaman geldi."Hadi çocuklar, olay üzerine konuşmaya sonra devam ederiz. Şimdi yapılacak işlervar. Alicim, sen hemen şu hastanede koruma görevini yapan polisleri ara. Müşahedesüresi biter bitmez, Can’ı merkeze getirsinler. Sonra da şu Mehmetin evine git,komşulara Can’ın eşkâlini sor. Bakalım binaya hiç gelmiş mi. Eve kolayca girdiğinegöre, Can ile Mehmet tanışıyor olabilir. Zeynepçim, biz de savcılıktan izin çıkaralım,Can’ın evinde bir arama yapalım. Hiç sanmıyorum ama belki ihmalkârlığına gelip, birkanıt, bir belge, kurbanlarından aldığı bir eşya, ne bileyim işimize yarayacak bir şeylerbırakmıştır ortalıkta."Ama öğleden sonra Can’ın evine gidince yanılmadığımı anlıyorum; bir tek ipucu bilebulamıyoruz. Haç kabzalı bıçaklan yaptığı demirler atölyede gözümüzün önündeduruyor. Demirleri haça çevirecek çelik makaslar, eğeler, kaynak makinesi bütündüzenek burada. Ama Can’ın o bıçaklan yaptığım kanıtlayan ne bir parça bulabiliyoruz,ne çizilmiş bir model. Böylesine belirsiz delillerle Can’ı katil diye suçlamak çok zor,hadi suçladık diyelim cinayetleri işlediğini kanıtlamak imkânsız. Onu gözaltına alsak da
- savcılık hemen serbest bırakır. Yine de gözaltına alacağız tabiî. Bakışından,duruşundan, sesinin tonundan, eksik kalan parçalan tamamlamaya çalınacağız. Onacinayetleri soracağız, bir itiraf almak için uğraşacağız. Bir işe yarayacak mı bilmiyorum,ama uzun uzun konuşacağız onunla.Ali bizden önce gelmiş merkeze. O daha şanslıymış, Mehmet Uncunun yandakikomşusu Sıdıka Teyze, tarif üzerine çıkarmış Can’ın eşkâlim. Zaten ismini debiliyormuş. Yusufla birlikte gelirlermiş Mehmetin ziyaretine. Bu da garip, Can niye bilebile kendini deşifre etmiş ki? Mükemmele yakın iki cinayet işleyen biri, bu aptallığı niyeyapsın? Niyesi önemli değil, önemli olan bu bilginin elimizde olması. Çünkü Can, böylebirini tanımadığım söylemişti. Ailesinin ölümüyle ilgili gerçeği gizlemesini saymazsak,belki ifadesindeki tek çelişki bu. Doğal olarak bu çelişkinin üzerinde çalışacağız,rakibinin en zayıf bölgesine ardı ardına ağır yumruklan indirmeye çabalayan boksörlergibi.37Ne yazık ki, bizde adalet kolay gerçekleşmiyor.Sorgu odası alacakaranlık. Can, uzun masanın ucuna oturmuş, ben, sol yanındakiiskemledeyim, Ali ayakta. Can’ın tam arkasında dikiliyor. Tepedeki lamba, sadeceCan’ın başım aydınlatıyor; san saçları ışıkta altın gibi parıldıyor, yüzündeki şişler, yaraizleri gölgede daha belirgin görünüyor. Tek gözü hâlâ kapalı. Açık gözü kaygıylabakıyor; gerçekten de kaygılı mı, yoksa muhteşem oyununun yeni bir perdesine mibaşlıyor, bunu kestirmek zor. Aslında yaralı yüzü, bitkin bedeni, endişeli tavırlarıyla ikikişiyi ustalık1 la öldürmüş bir katilden çok, zavallı, çaresiz bir kurbanı andırıyor. Amaöyle olmadığının farkındayız; çelişkili bir durum, elimizde doğru dürüst bir kanıtbulunmamasına rağmen onun Selim ile Mehmeti öldürdüğünü biliyoruz. Bilmek ne işeyararsa?Zeynep sorgu odasının dışında, aramızda bir ayna var. Biz, onu göremiyoruz ama o,rahatlıkla sorguyu izleyebiliyor. Kaçırdığımız bir ayrıntı olursa, sonra birliktedeğerlendireceğiz.Sorgu odasına girdiğimizden beri ne Ali, ne de ben hiç konuşmadık. Can’ı suskunkalarak suçluyoruz. Çok dayanamıyor:"Neler oluyor Başkomiserim?" diye soruyor sabırsızca. "Benim burada ne işim var?""Sen söyleyeceksin Can, burada ne işin var?""Bilmem, hastanedeki polisler getirdiler. Eve gitmek istediğimi söyledim. BaşkomiserNevzat, seninle görüşmek istiyor dediler."Ali arkadan eğilerek çenesini Can’ın sağ omzuna koyuyor:"Seni emniyete almaya karar verdik" diye mırıldanıyor kulağına. "Hiç itiraz etme, bunufazlasıyla hak ettin."Can anlamamış, başını çevirmeye çalışıyor. Ali sol eliyle onun başını yakalıyor:"Ama hareket etmek yok. Bu odanın kendine göre kuralları vardır Can... Dur, seninkültür seviyene uygun şekilde anlatayım. Nasıl ki ayda yerçekimi dünyadan daha azsa,bu odada da özgürlük, dışarıdan daha azdır. Öyle istediğin gibi başım sağa solaçeviremezsin. Öyle istediğin gibi yalan söyleyemezsin. Bu odanın dışında yalanlarsöyleyebilir, insanları kandırabilir, cinayet bile işleyebilirsin. Hatta iki kişiyi öldürüp,cinayetleri başka birinin üzerine yıkmaya da çalışabilirsin."Can’ın tek gözündeki kaygı büyüyor; durumun ciddiyetinden emin olunca:
- "Neden söz ediyorsunuz anlamıyorum" diyor ellerini yana açarak.Sağ eli sanlı olduğundan, Ali sol eliyle sertçe vuruyor, Canın eline."Ben ne dedim Can? Dinlemiyor musun beni? Bu odada izinsiz hareket etmek yok!"Can tek gözünü bana çeviriyor:"Ne oluyor Başkomiserim?" diye yineliyor endişeyle. "Hiçbir şey anlamıyorum, lütfenanlatır mısınız?"Alıngan bir ifadeyle yüzüne bakıyorum:"Hâlâ oynuyorsun Can. Ali doğru söylüyor, seni emniyete almaya karar verdik. Çünkübizi aldatmayı başardın. Kaç gündür bizimle oynuyorsun. Engin gönüllü olma, kolay işdeğildir bu. Yetenek ister, aynı zamanda cesaret, aynı zamanda zekâ... Buraya kadarçok iyiydin. Ama bitti artık. Her şeyi anladık Can."Tek gözündeki şaşkınlık yerini güçlü bir kararlılığa bırakıyor. Hayır, kolay kolay teslimolmayacak bu çocuk."Neyi anladınız Başkomiserim"Neyi olacak oğlum" diyor Ali, yanına geçerek. "Sendeki potansiyeli. Şu memleketteyıllardır adam gibi seri katil yok diye hayıflanırdık. Sen, buna bir son verdin. Gerçi toputopu iki kişiyi öldürdün ama..."Can sonunda sinirlenmeye başlıyor:"Ne diyorsunuz anlamıyorum!" diye çıkışıyor.Ali ani bir hareketle uzanıp Canın yakasından tutuyor, güçlü bir şekilde sarsıyor."Sesini yükseltme!" Sonra yumuşuyor, Can’ın yakasını bırakıyor, sakin sakinsürdürüyor sözlerini. "Ne dedim sana hatırlasana. Bu odada özgürlükler dışarıdakindendaha azdır. Sesini yükseltme özgürlüğü de buna dâhil. Yükseltirsen ne olur? O zaman,dün gece kurtardığımız canı, kendimiz almak zorunda kalırız. Anlıyor musun?"Alinin dengesiz davranışlarına artık aldırmıyor."Anlamıyorum" diye bağırıyor, "ne yapmak istiyorsunuz siz? Açıkça söylesenize kimikandırmışım, kimi öldürmüşüm?""Hemen söyleyeyim" diyor Ali alaycı tavrını sürdürerek. "Selim Uludere ile MehmetUncuyu... Prostat kanserinden ölmeseydi Kıdemli Astsubay Orhan Çimenderi deöldürecektin. Bizim sabık müdürümüz Cengiz Koçan’a özel bir önem veriyordun. Onunlailgili başka planların vardı. Cinayetleri onun üzerine yıkmak gibi.""Bütün bunlar çok saçma. Kusura bakmayın ama siz aklınızı kaçırmışsınız. Nedenöldürmek isteyeyim ki bu insanları?"Canın açık gözünün içine bakarak, tane tane açıklıyorum:"Anneni ve babam öldürdükleri için."Yaralı yüzünde yine yalancı bir hayret, umursamıyorum bile."Hiç inkâr etme Can, her şeyi biliyoruz. Annen ile baban öldürülürken sen de Murat124ün içindeymişsin. Arabanın arka koltuğunda oturuyormuşsun. Gazetede okuduk,bizzat kendi ifaden var. Katillerin üç kişi olduğunu söylüyorsun. Ateş edenlerden birininsağ bileğinin içinde çilek lekesi varmış..."Hâlâ anlamazlıktan geliyor."Đyi de bunun, Selimin ya da benim bildiğim adıyla Yusuf Ahinin öldürülmesiyle neilgisi var?"Sert bir şaplak indiriyor ensesine Ali."Yalan yok demedik mi Can... Bak, bir de kendini dövdürüyorsun bana.""Yalan söylemiyorum... Ne dediğinizi de anlamıyorum. Açıkça söylemiyorsunuz ki..."Ali yine vurmaya hazırlanıyor, durduruyorum onu. Can’ı işkenceyle konuşturacakhalimiz yok.
- "Bırak Ali, gel otur şöyle." Korunmak için boynunu içine çeken zanlımıza dönüyorum."Bak Can, neden bahsettiğimizi çok iyi biliyorsun. Bizi boşuna yorma. Güçlü deliller varelimizde. Bu işten yakanı sıyıramazsın. Kurtuluşun yok. Tek çare bizimle işbirliğiyapman. Bu cinayetleri neden işlediğini çok iyi anlıyoruz. Đşbirliği yaparsan, biz de sanayardım ederiz."Geride hiçbir iz bırakmadığından o kadar emin ki, blöfümü yemiyor."Neden bahsettiğinizi bilmiyorum. Beni neyle suçladığınızı bile bilmiyorum."Neler bildiğimizi öğrenmek istiyor. Yoksa bir yerlerde açık mı verdi? Şu anda kafasınıkurcalayan soru bu. Elimizdekilerden söz etmeden, olayı çözmüş, bitirmiş bir dedektifedasıyla açıklamaya başlıyorum:"Dinle o zaman. Senin hikâyeni, ben anlatayım sana. Her şey, Malikin seni Yusuflayani Selim Uludereyle tanıştırmasıyla başladı. Daha doğrusu senin, Selimin kolundakilekeyi görmenle. Malikin hiçbir şeyden haberi yoktu tabiî. Selim, Mor GabrielManastırından çalınan Diatesseronun değerini anlamaya çalışıyordu. Çünkü hiçbir iştedikiş tutturamamıştı. Elindeki para, kar suyu gibi eriyor, Cengiz ile Mehmetin yardımlarıartık ona yetmiyordu. Şimdilik dayanıyordu, belki bir iki yıl daha dayanabilirdi, amasonra bu kitabı satıp, kendine yepyeni bir gelecek kurmayı planlıyordu. Maliki, yaniteröristlik günlerinde onlara silah tedarik eden adamı buldu. Onun eskiden, tarihî eserkaçakçılığıyla uğraştığını biliyordu. Selimi karşısında gören Malikin mutlu olduğunusanmıyorum. Yaşlı adam, artık bu işlere bulaşmak istemiyordu. Ama kendisini de kirligeçmişinden tümüyle kurtaramıyordu. Belki biraz da kollanmak adına yapıyordu bunu.Çünkü Aziz Pavlus olduğuna fena halde inanmıştı. Nüfusunun yüzde doksan dokuzuMüslüman olan bir ülkede, bu sanrı oldukça tehlikeli bir şeydi. Bu nedenle olsa gerek,Cengizle de, Selimle de ilişkisini hep sürdürdü. Ama Selimin niyetini öğrenen Malik,tuhaf duygular içine girdi. Diatesseron gibi kutsal bir kitabın manastırdan çalınmışolması onu üzüyordu. Aziz Pavlus olarak, kendisine yakışan Diatesseronu yenidenmanastıra teslim etmekti. Bu yüzden Selime bu kitabı satmanın büyük günah olduğunuher fırsatta hatırlatıyordu. Ayrıca Cengiz ile Mehmet de bu kitabı satmamasını öğütleyipduruyorlardı. Başlan belaya girmesin, eski defterler açılmasın diye. Zaten Selimin de okadar acelesi yoktu. Önce, bu kitabın değerini öğrenmek istiyordu. Malike bu nedenlegitmişti zaten. Gelin görün ki, Malikin kafası karışıktı. Ne yapacağına henüz kararverememişti. Topu bir başkasına, yani sana atmaya karar verdi. Bu işleri benden dahaiyi bilen biri var diyerek, Selimi seninle tanıştırdı.""Buraya kadar anlattıklarınız arasında benimle ilgili olanlar doğru" diyor Can. Olumluanlamda başını sallayarak, "aynen dediğiniz gibi oldu."Gülümseyerek ben de başımı sallıyorum ama olumsuz anlamda"Belki de öyle olmadı, belki de Selimi ilk gördüğün anda tanımışsındır. Đtiraf ettiğindeanlayacağız..."Gözlerim onun tek gözüyle buluşuyor. Tek göz sın dökülmüş bir ayna gibi hiçbir şeyyansıtmıyor."Evet, böylece Selimle tanıştın" diyerek anlatmayı sürdürüyorum. "Selim, seninHıristiyanlık konusunda bilgili olduğunu öğrenince, peşini bırakmadı. Diatesseronugerçek değerinin altında satmak istemiyordu. Bu arada Malikin de etkisiyleHıristiyanlığa gizli bir ilgi de duymuş olabilir. Sana gelince, başlarda Selimin ilgisindensıkılmışsındır; çünkü bu iş, senin için sadece ekstra para kazanabileceğin küçük çaptabir danışmanlıktı. Ta ki, Selimin sağ bileğinin içindeki çilek lekesini görünceye kadar.""Yanılıyorsunuz" diye kesiyor sözümü, "ben çilek lekesi filan görmedim..."
- "Hadi Can" diyor Ali, "zekâmıza hakaret etme. Selimle yaklaşık iki yıldırtanışıyormuşsun. Bunun yazı var, kışı var, adam kısa kollu gömlek giyiyor, tişört giyiyor.Bileğindeki lekeyi nasıl görmezsin? Biz adamı bir kere gördük, hemen fark ettik lekeyi.""Bilmiyorum, gördümse de dikkat etmemişim.""Bakalım daha dikkat etmediğin neler çıkacak" diye söyleniyorum manidar bir sesle."O lekeyi görür görmez kuşkulanıyorsun. Selimin yıllar önce anneni ve babanı öldürenkatillerden biri olabileceğini düşünüyorsun.""Hayır, hiç öyle düşünmedim...""Düşünmedin de" diye taşı gediğine koyuyor Ali. "Selim ile arkadaşları, anneninbabanın katiliymiş dediğimizde niye şaşırmadın?"Sanki bunları az önce söylememişim gibi, sanki bunu ilk kez duyuyormuş gibi:"Annemin babamın katili onlar mıymış?" diye soruyor.Tepkisi o kadar abartılı ki, ben bile gülümsüyorum."Yaa onlarmış!" diyor Ali, Can’ı taklit ederek. Ciddileşerek sürdürüyor. "Yapma Can,şimdi de kendi zekâna hakaret ediyorsun. Sabahtan beri konuşulanları anlamadığımsöylemeyeceksin değil mi?""Anlamadım tabiî. Bir Başkomiserim konuşuyor, bir sen. Beni katil olmaklasuçluyorsunuz ama ne dayandığınız sağlam bir gerekçe var, ne de elinizde bir delil.""Bir değil, bir sürü delil, bir sürü gerekçe var aslında" diyorum sakin bir tavırla, "Bu ikicinayeti senin işlediğin o kadar belirgin ki, savcı duyduğunda en küçük bir tereddüdebile kapılmayacak."Patlak dudaklarında küstah bir ifade beliriyor:"Nasıl belirginmiş?""Susup da dinlersen anlayacaksın."Susuyor, çünkü düşüncelerimizi bilmeye ihtiyacı var."Çilek lekesini ilk gördüğünde emin olamadın" diye yeniden başlıyorum anlatmaya."Gizli bir merakla, adının Yusuf olduğunu söyleyen adamı araştırmaya başladın. Buyüzden, aslında hiçbir ortak yanınız olmamasına rağmen sahte Yusufla arkadaş oldun.Sana güvenmesini sağladın. Mardine kadar giderek, Diatesseronun nasıl çalındığınıöğrendin, belki de Yusuf Akdağı araştırdın. O bölgeyi çok iyi bildiğini inkâr edecekdeğilsin herhalde...""Niye inkâr edeyim. Oraları çok iyi bilirim. Çok gezdim oralarda. Neyse Başkomiserim,önce anlatacaklarınızı bitirin de açıklayacağım.""Buldukların, sezgilerini doğruluyordu. Sağ bileğinde çilek lekesi olan adam, gerçekYusuf Akdağ değildi. O dönemin gazetelerini okudun, Mor Gabriel Manastırındançıkarken gözaltına alınıp, mağarada boğulan gençlerin hikâyesini, Selim Uludereadındaki komiserin patos makinesinde öldüğünü öğrendin. Selimi izledin, Cengiz ileMehmete ulaştın. Kıdemli Astsubay Orhan Çimenderi de unutmayalım, ama ne yazık kionu bulduğunda çoktan ölmüştü. Cengiz, Selim ve Mehmet, kod adlarıyla söyleyecekolursak, Timuçin, Yavuz ve Fatih. Böylece aileni öldüren çeteyi açığa çıkarmış oldun."Canın yaralı yüzünde alaycı bir ifade."Güzel hikâye, peki onları adalete teslim etmek varken, neden öldürmek isteyeyim?Benim gibi bir adam kan davası güder mi?""Güzel soru" diyorum ben de. "Ama bunun cevabım sen zaten vermiştin."Tek gözünü kısmış, hatırlamaya çalışıyor. "Seni evine götürürken... Benim arabadakonuşuyorduk hani... Yaşamının hiçbir anlamı olmadığından bahsediyordun. Türkiyeyebu yüzden geldim diyordun. Anlam bulmak için. Ama bu ülkenin çok acımasızolduğundan söz ettin. Ama tuhaftır senin yaşamına anlam getiren de bu acımasızlıkoldu. Bildiğin yöntemlerle bu ülkede hiçbir sonuç alamayacağını düşündün. Yani, bu
- insanlar benim ailemin katili diye yargıya başvursan, bir şey çıkaramayacağınıdüşündün. Kısmen haklı olduğunu da söylemeliyim. Ne yazık ki bizde adalet kolaygerçekleşmez. Bu gerçek, seni esinleyen önemli nedenlerden biri oldu. Ve aniden ya dagünler boyu düşündükten sonra, katilleri kendin cezalandırmaya karar verdin."Alaycı bir ifadeyle aydınlanıyor yüzü:"Böylece yaşamıma bir anlam bulmuş oldum.""Hiç öyle dalga geçer gibi bakma yüzüme, tam olarak öyle oldu, Đtalya’ya giderkenbelki umut doluydun. Hıristiyanlık ya da Đtalya’da aldığın eğitim, belki sana küçükkenyaşadığın travmayı unutturmuştu. Ama bu sonsuza kadar sürmeyecekti. Hıristiyanlıkkonusunda, Đtalya’daki hayatında ve ülkeye geri döndüğünde yaşadığın hayal kırıklıklarıseni bir boşluğa sürükledi. Tam o noktada Selimle karşılaştın. Onun, aileninkatillerinden biri olduğunu anladın. Küçükken yaşadığın travma yeniden canlandı. Belkide şu anda mutsuz olmanın, hayatının bir anlamı olmamasının nedenini anne babanınölümüne bağladın. Bütün bunlara yol açan kişilerse Selim, Mehmet ve Cengizdi. Veyaşam döngünü âdeta geri çevirmek istedin. Evet, bu cinayetlerin nedeni sadeceintikam değildi. Kendi yaşamını anlamlandırmak istiyordun. Üstelik böylece yıllardırgerçekleşmeyen adaleti de sağlayacaktın, işte bu yüzden öldürdün onları. Çok da zorolmadı. Çünkü Selimin güvenim kazanmıştın. Sadece Selimi değil, Meryemi de,Mehmeti de etkilemeyi başarmıştın. Selimin esrar içiyor olması işini çok kolaylaştırdı.Hazırlıklarını tamamlayıp, evine girdiğinde Selim zaten uçuyordu. Senaryonu çokönceden yazmıştın. Selimin hep gördüğü rüyaya uygun bir cinayet olacaktı. Oldu da, osızmış haldeyken, atölyende yaptığın haç saplı bıçağı çıkardın, Selimin göğsüne ikikere sapladın. Kutsal Kitapın kenarına, Mor Gabriel yazdın ve Zekarya Peygamberbölümündeki metinden Uyan ey kılıç! Çobanıma, yakanıma karşı harekete geç yazılısatırın altım Selimin kanıyla çizdin. Aynı gün Mehmete gittin. Onu da yine haç saplıbıçakla öldürdün, ellerini de dolaba çiviledin. Kucağına bıraktığın Kutsal Kitapınkenarına yine Mor Gabriel yazdın ve yine Zekarya Peygamber bölümündeki metinden,Çobanı vur da koyunlar darmadağın olsun satırının altım Mehmetin kanıyla çizdin.Yetmedi, bu mesajı bir de televizyonun üzerine yazdın. Amacın Yusuf un gerçekkimliğini açığa çıkarmaktı. Bu nedenle Mor Gabriel yazıyor, çobanın adının geçtiği ikisatırın altını çiziyordun. Selimin Mardinde işlediği cinayetlere dikkatimizi çekmekistiyordun, böylece Cengize ulaşacaktık. Ondan kuşkulanacaktık. Ama bir terslik oldu.Selimin öldürüldüğünü öğrenen Cengiz, Malikten kuşkulandı. Onu konuşturmak içinevine gitti. Tartaklarken, biraz sert vurdu, zavallı Malik kafasını merdivenin demirineçarparak öldü. O sırada sen kahvede merakla olacakları bekliyordun. Heyecanlandın,eve girmek istedin. Fakat orada yakalandın. Üstelik Malik öldürülmüştü, sen de zanlıgibi görünüyordun. Ama kolayca durumu lehine çevirmeyi basardın. Çünkü doğruyusöylüyordun. Ancak Cengiz, işin içinde başka bir iş olduğunu anlamaya başlamıştı. O,katilin Malik ya da onun çevresindeki Hıristiyan bir mezhep olduğunu sanıyordu. Evimegeldiğinde Mehmetin de öldürüldüğünü öğrenince çok şaşırdı. Çünkü Malikin Mehmetiöldürmesi için hiçbir neden yoktu. Bunun üzerine Selimle ilişkisi olan herkesi tek tekgözden geçirdi, Meryemin katil olamayacağını anlayınca, senin üzerine yoğunlaştı.Hakkında küçük bir araştırma yaptı. Yaptığı araştırmada ilginç bulgulara ulaştı. Sen,yıllar önce öldürdükleri TÖBDERli öğretmenin oğluydun. Katil olduğundan artıkkuşkusu kalmamıştı. Seni konuşturmak için evine geldi, eğer biz yetişmeseydik belki dekonuşturmuştu. Ancak sen yine uyanık davrandın, evinin önündeki korumalarınkaybolduğunu görür görmez, bizi aradın. Biz de gelip seni kurtardık. Kim bilir nasılmutlu olmuşsundur. Cengizi bize öldürttün, Selim ile Mehmeti ise kendi ellerinle
- öldürdün. Sonunda ailenin intikamını almış oldun. Daha da önemlisi hayatına bir anlamvermiş oldun.""Keşke yapabilseydim" diyor Can. Tek gözü demir bir leblebi gibi nefretle parıldıyor."Onlar bin kere hak etmişti ölümü." Aliye bakıyor. "Az önce, şu memlekette yıllardıradam gibi seri katil yok diyordun. Oysa vardı. Üstelik devlet, onları ödüllendirerek polisteşkilatına almıştı. Eminim Cengiz gibi daha onlarcası vardır. Eğer gerçekten serikatillerle uğraşmak istiyorsan, eski dosyalara bir bak. Askerî darbe öncesi dosyalara.Amerikan istihbaratıyla el ele veren derin devletin tezgâhladığı, ülkücülerin doğrudan,bazı silahlı sol örgütlerin de dolaylı olarak rol aldığı dosyalara. O dosyalarda dünyanınen ilginç seri katil vakalarıyla karşılaşacaksın." Tek gözünü yeniden bana çeviriyor."Size gelince Başkomiserim, biliyorum dürüst adamsınız. Kendinize göre bir ahlak, biradalet anlayışınız var. Ama benimle uğraşmayın. Bu boşuna çaba olur. Onları benöldürmedim. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, bunu kanıtlayamazsınız. Çünkü elinizdehiçbir şey yok."Ali gergin, ama enerjisi söze dönüşemiyor, içi içini yiyerek öylece bakıyor Can’a."Var" diye atılıyorum ben, "haçları yaptığın demirleri bulduk atölyende.""Hadi ama Başkomiserim" diyor kendinden emin sessizce gülerek. Onlardanbinlercesi var demir doğrama dükkânlarında, isteyen herkes alabilir.""Bize yalan söyledin. Bu da önemli bir kanıttır.""Ne söylemişim?"Bir çırpıda sıralayıveriyorum:"Geçmişini gizledin, soruşturmayı yanlış yönlendirdin.""Geçmişimi gizlemedim. Ne sorduysanız hepsini anlattım. Yusuf Akdağı, Yusuf Akdağolarak biliyordum, Selim Uludere olduğunu, onun ailemin katili olduğunu siz söylediniz.Hem de adam öldükten sonra.""Ya Mehmetin komşusu Sıdıka Hanıma ne diyeceksin? Kadın seni teşhis etti."Hiç paniğe kapılmıyor:"Normal. Sıdıka Teyzenin beni tanıması çok normal, çünkü Yusuf Akdağ, beniMehmetle tanıştırmıştı. Mehmetin evine birlikte gider gelirdik. Engellilere yardımetmek insanlık görevi değil midir?"Sonunda öfkesine yenilen Ali dayanamayıp sert bir tokat patlatıyor Can’ın suratına."Yalan söyleme!" diye bağırıyor. "Onu tanımadığını söylemedin mi? Yusufarkadaşlarından bahsetmezdi demedin mi?"Alinin tokatı, Can’ın dudağındaki yarayı açıyor, çenesine şerit halinde ince bir kansızıyor. Ama hiç aldırmıyor, pişkin pişkin sırıtarak yanıtlıyor Can:"Hayır, Mehmet hakkında hiç konuşmadık. Siz bana sadece Fatih diye birini sordunuz.Nereden bileyim Fatihin Mehmetin kod adı olduğunu?"Ali kendini kaybetmek üzere, dişlerini sıkıp, Can’a yeniden vurmaya hazırlanıyor.Durduruyorum onu."Yapma Ali, bırak."Öfkeden yüzü kıpkırmızı olan Ali zor zapt ediyor kendini. Aslında o da çaresizolduğumuzun farkında. 0 yüzden bu kadar öfkeli. Bu entel oğlanın bizi yendiğinidüşünüyor. Haklı da, ama öfke bir işe yaramaz. Yapmamız gereken tek şey beklemek.Yeni bir delil, yeni bir görgü tanığı buluncaya kadar sabırla beklemek.38Ölümle gerçekleştirilen adalet, ölümü yüceltmekten başka bir işe yaramaz.
- Can’ı, o gece nezarette tutuyoruz. Ali, Zeynep ve ben saatlerce oturup, bulgularımızı,düşüncelerimizi, kanılarımızı ve Canın bütün suçlamaları reddeden ifadesini içerenayrıntılı bir fezleke hazırlıyoruz. Ertesi sabah Ali ile ben, fezlekeyle birlikte Can’ısavcılığa götürüyoruz. Zeynep ise gözden kaçırdığımız bir nokta var mı diye, bütündosyalan toparlayıp yeniden incelemeye başlıyor. Savcı Mümtaz Bey, genç bir adam.Genç ama tuttuğunu koparan bir hukuk adamı. Birkaç davada birlikte çalıştık, hiçbiryanlışını görmedim. Zaten başından beri takip ettiği bu olay onun da merakınıuyandırmış.Fezlekeyi okuyor, Canın sorgusunu yapıyor. Sonunda, kafası iyice karışmışolmalı ki, benimle de görüşmek istiyor. Olanı biteni bütün ayrıntılarıyla anlatıyorum.Ardı ardına sorular soruyor. Notlar alarak, büyük bir dikkatle dinliyor, iki saat kadarsürüyor konuşmamız. Soracakları bitince, derinden bir iç geçiriyor:"Bu adamı tutuklayamayız Nevzat Bey" diyor sıkıntıyla. "Sanırım haklısınız, büyükolasılıkla Selim ile Mehmetin katili bu şahıs, ama elimizde ne bir kanıt var, ne de tanık.Ben tutuklasam bile mahkeme salıverir hemen. O yüzden serbest bırakmak zorundayım.Fakat merak etmeyin, sanık olarak mahkemeye çıkmasını talep edeceğim. Belki buarada, siz, yeni belge ya da tanıklara ulaşırsınız."Savcı Mümtazın odasından çıktığımda yardımcımı, Can’ı kapalı tuttuğumuz odanınkapısının önünde buluyorum. Yüzümden olanları anlamış:"Yırttı değil mi Başkomiserim?""Tam değil, sanık olarak yargılanacak ama serbest kalacak."Tuhaf, çok bozulmuyor Ali."Ne yapalım, yargı öyle diyorsa."Görevliye odayı açtırıyoruz ama içeriye yalnız giriyorum; çünkü Can’lakonuşacaklarım var. Bu raundu o kazandı, ama düşündüklerimi öğrenmesini istiyorum.Neden bilmem, belki Malik gibi benim de hâlâ Çandan umudu kesmememden. Aliyiyanıma almıyorum, ikide bir lafa karışıp, sözlerimi bölmesinden çekmiyorum.Canın tek gözü yüzümde. Öteki gözü de artık biraz aralanmaya başlamış. Akıllı çocuk,o da hemen anlıyor durumu."Sonunda masum olduğum kesinleşti değil mi Başkomiserim?""Masum olduğun kesinleşmedi. Çünkü masum değilsin. Nedenlerin ne kadar haklıolursa olsun, sen bir katilsin Can. Bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez. Bundan sonraöldürdüğün insanların yüküyle yaşayacaksın..."Kazandığından emin küstahlaşmaya başlıyor:"Yani sizin gibi mi?" diyerek Cengizi hatırlatıyor."Evet, Can, tıpkı benim gibi. Doğru, ben de tıpkı senin gibi bir katilim. Cengizi benöldürdüm. Ama planlamadım, kurgulamadım, olaylar öyle gelişti. Yani Cengizi öldürmekistemiyordum. Ne Cengizi, ne de başka birini. Çünkü birini öldürürsen, biraz da kendiniöldürürsün. Kendi hayatını, kendi ruhunu, kendi masumiyetini. Ölüler tuhaf varlıklardırCan, onları toprağa koyduğumuzda, hatta çürüyüp kemikleri un ufak olduğunda bilearamızda yaşamaya devam ederler. Bir yerlerden düşlerimize sızarlar, hayallerimizigölgelerler, umutlarımızı karartırlar. O yüzden ben, kimseyi öldürmek istemem. Çünkübirini öldürdükten sonra, artık yaşamımın eskisi gibi olmayacağını bilirim."Sözlerimin hiçbir etkisi olmuyor. Yüzündeki sevinç, gram eksilmiyor. Amasuskunluğunu korumayı sürdürüyor."Boşuna konuşuyorum değil mi?" diyorum. "Belki de sen, eskisi gibi yaşarsın, hattaeskisinden daha huzurlu, daha mutlu... Peki, öldürdüğün insanlara benzediğinidüşünmüyor musun? Bu ülkeyi yaşanmaz kılan insanlara..."Yaralı yüzündeki neşe bir an kayboluyor, ama sadece bir an.
- "Ben kimseye benzemiyorum" diyor tek gözünü zekice kırparak. "Çünkü kimseyiöldürmedim.""Yalan söylemeyi bırak Can. Öldürdün, ama seni tutuklayamıyoruz; çünkücinayetlerini sinsice işledin. Zekice demiyorum, çünkü zekâ, karanlığa, gizliliğe ihtiyaçduymaz. Gizliliğe, karanlığa, ihtiyacı olan zekâlara saygı duymam ben. Onlara sinsilik yada kurnazlık diyorum... Evet, kazanmış gibi görünüyorsun, savcılık şimdilik seni serbestbırakıyor. Ama şimdilik, çok yakında, inan bana çok yakında, seni yıllarca içeridetutacak delillere ulaşacağız. Bundan emin ol; çünkü mükemmel cinayet yoktur. Mutlakabir açık vermişsindir. Ve biz o açığı bulacağız."Canın yüzü gölgeleniyor; kuşku tek gözündeki parıltıyı söndürüyor. Acaba elimde birşey mi var, anlamaya çalışıyor. Ama çok sürmüyor, yeniden toparlıyor kendini:"Yanılıyorsunuz Başkomiserim, hiçbir şey bulamayacaksınız. Ne bir delil, ne bir tanık,ne de bir ipucu. Çünkü ben kimseyi öldürmedim."Sözlerim bitiyor, onun ise zaten söyleyecek sözü yok. O konuşarak değil, öldürereksöyledi sözünü. Şimdi ise bir an önce bu dört duvardan kurtulup, özgürlüğüne kavuşmakistiyor. Ona eziyet edebilirim, yeniden merkeze götürebilirim, belki bir gece dahatutabilirim, ama bunlar hiçbir işe yaramaz. Onu bırakmaktan başka çaremiz yok. Ben deöyle yapıyorum, kelepçelerini çözüyorum, kapıyı açıp yana çekiliyorum."Özgürsün Can, gidebilirsin.""Teşekkür ederim Başkomiserim" diyor. Kapıya yaklaşırken birden duruyor. Tek gözüyüzümde. "Onları gerçekten de ben öldürmüş olsaydım, bana hiç mi hak vermezdiniz?"Kesin bir ifadeyle başımı sallıyorum."Vermezdim, ölümle gerçekleştirilen adalet, ölümü yüceltmekten başka bir işeyaramaz."Sessizce gülüyor."Çok doğru, ben de aynen sizin gibi düşünürdüm."Kapıdan çıkıyoruz, hayret Ali ortalıkta yok. Nereye gitti bu çocuk? Can dış kapıyailerliyor. Ben de yanı sıra yürüyorum. Dış kapının oraya yaklaşınca, birden Aliçıkıveriyor önüne. Can hâlâ ondan çekiniyor olacak ki bir iki adım geriliyor. Bizimki iseneşeli:"Demek yırttın Can Efendi" diyor, "ama bu duyguya çok alıştırma kendini. Yakındayine görüşeceğiz. Aslına bakarsan hiç ayrılmayacağız. Biz çok sevdik seni, bundanböyle hep ensende olacağız."Aliyle arasındaki mesafeyi korumaya özen gösteren Can, kapıya doğru bir iki adımatıyor, ama takılmadan da duramıyor:"Aslında, ben de sizi çok sevdim. Akşamları yemeğe gelin. Başkomiserimi deçağırmıştım. Bolonez soslu makarna yaparım size.""Geliriz aslanım, merak etme. Ama en nefis makarnayı hapisten sonra yaparsın artık."Can’ın suratı allak bullak oluyor. Yoksa onu bırakmayacak mıyız?"Korkma oğlum, korkma" diyor Ali, bu küçük, geçici aldatmanın keyfini çıkararak."Şimdi atmayacağız seni içeri. Sonra diyorum, yemden yakaladığımızda. Nasıl olsa birgün düşeceksin avucumuza." Bakışları bana kayıyor. "Gerçi Başkomiserim bıraksa,şimdi de atardık ya. Öyle bir konuştururdum ki seni. Bülbül gibi şakırdın valla Neyse...Bu da güzel. Tam özgürlüğe alıştığın sırada geleceğiz. Gece yarısı uykunun en derinyerinde yahut yemeğin tam zevkine varırken ya da sevgilinin eli avucunun içindeyken,belki de öğrencilere ders verirken. Kutsal Kitapta yazdığı gibi öldürmeyeceksinizderken... Unutamayacağın bir an olacak yani. Tıpkı bıçağı kurbanının kalbinesaplandığın an gibi..."
- Canın suratı asılıyor, artık neşesini tümüyle yitiriyor. Adımlarını hızlandırarak kapıyayöneliyor."Yanılıyorsunuz" diyor, "yanıldığınızı anlayacaksınız...""Biz anlayacağımızı anladık Can Efendi" diye sesleniyor Ali arkasından. "Şimdi git,uğurlar olsun. Ama dediğim gibi yakında yine görüşeceğiz. Hem de çok yakında."Can aceleyle kapıdan dışarı atıyor kendini. Biz de peşi sıra çıkıyoruz. Dışarı çıkarçıkmaz, Can’ın etrafını saran kalabalığı görüyoruz. Ellerinde fotoğraf makineleri,kameralarıyla bir gazeteci ordusu... Yine içeriden birileri sızdırmış haberi anlaşılan. Bizgörünmesek iyi olacak diye düşünürken, kalabalığın arasında Kınalı Meryemin adamıTayyarın uzun suratını seçer gibi oluyorum. Panik içinde kalabalığa yöneliyorum. Aliyiuyarmama bile fırsat kalmadan, bir silah ardı ardına üç kez patlıyor. Gazeteci kalabalığıçil yavrusu gibi dağılıyor. Aliyle silahlarımızı çekip, iri cüssesiyle dağılan kalabalığınortasında öylece kalan Tayyara yöneliyoruz. O da bizi görmüş:"Teslim... Teslim oluyorum" diyerek silahını bırakıyor.Tayyarı yere yıkıp, ellerini arkadan kelepçeliyoruz. Can’ın hareketsiz bedeni,Tayyarın birkaç metre ötesinde yatıyor. Paltosunun önü açılmış, mavi gömleğindegiderek büyüyen üç kan lekesi. Yanma yaklaşıyorum, tek gözü açık kıpırtılı, dudağındayine kan. Beni fark edince yüzünde acı ama zafer dolu bir gülümseyiş beliriyor."Olmadı Başkomiserim" diyor güçlükle fısıldayarak. "Olmadı, bakın beni yineyakalayamadınız."39Yaşamın anlamı insandır Nevzatçım, insan.Genzimi yakan koku uyandırdı beni. Bu kokuyu tanıyordum. Yıllarca kapalı kalmış birkilisenin kokusu. Kilisede yakılan kandillerin, ufalanan taşların, eriyen mermerin,çürüyen ahşabın, yıpranmış sayfaların, küflenen cesetlerin kokusu. Dehşete düşmemgerekirdi, ama sadece bakmakla yetindim. Önce bir adam gördüm, divanın üzerindeyatıyordu. Sonra usulca kımıldayan siyah bir leke. Biçimsiz, belirsiz bir leke... Simsiyahbir siluet... Divanda yatan adam da görmüştü lekeyi. Yavaşça doğrulup gülümsedilekeye."Mor Gabriel" diye mırıldandı."Mor Gabriel" diye mırıldandım. Ben, bu adı nereden duymuştum?Leke, sessiz adımlarla, âdeta uçarak yaklaştı divanda yatan adama. Yaklaşınca,insan cismine bürünüverdi. Siyahlar içinde, uzun aksakallı, aydınlık yüzlü bir insan.Divanda yatan adamın başucuna geldi, kulağına eğildi:"Beni tanıdın mı?" diye sordu."Mor Gabriel" diye mırıldandı divanda yatan adam. "Mor Gabriel" diye mırıldandımben. Ağzımdan Mor Gabriel sözcüğü dökülürken, müziği duydum; derinden, çok derindengelen bir ayin müziği. Bilmediğim bir dilde yinelenen tutkulu bir mırıltı, kendindengeçmiş birinin söylediği bir tekerleme. Aynı anda haçı fark ettim. Gümüşten bir haç.Mor Gabriel haçı elinde mi taşıyordu, yoksa göğsünde mi, anlamaya çalışırken, boşluğuikiye bölen bir parıltı yandı söndü. Göğsünde bir acı hissetti divandaki adam. Göğsümdebir acı hissetim. Parıltı yeniden yandı söndü, acı kayboldu. Divandaki adamın bedeninebir rahatlık yayıldı. Benim bedenime bir rahatlık yayıldı. Ses uzaklaştı, önce odadakirenkler silindi, sonra o siyah leke kayboldu, sonra oda, sonra ışık... Sonra zil sesi. Hiçeksilmeyen, hiç kaybolmayan, ısrarla çalan zil sesi.
- Gözlerimi açınca renkler belirginleşiyor, ışık geri geliyor, oda geri geliyor. Ama nedivanda yatan adam var, ne de Mor Gabriel. Oysa zil hâlâ çalmayı sürdürüyor. Yataktadoğruluyorum, burası benim odam, çalan benim telefonum. Gördüğüm rüyanın etkisinizihnimden tamamen silemesem de uzanıp açıyorum telefonu. Arayan Ali."Alo Başkomiserim" Sesi bir parça kederli. "Uyandırdım mı?"Pencereden süzülen gün ışığına bakıyorum."Yok, Alicim, kalkacaktım zaten. Hayrola, bir şey mi oldu?""Can öldü Başkomiserim" diyor, her zamanki gibi pat diye, damdan düşer gibi. "Birsaat önce."Bunu bekliyorduk aslında, tam üç gündür komadaydı. Vurulduktan sonra hastaneyezor yetiştirdik. Hemen ameliyata aldılar. Üç kurşunu da çıkardılar, ama iç organlarızarar görmüş. Ameliyattan sonra ayamadı, tam üç gündür komadaydı. Durumun ümitsizolduğunu söylemişti doktorlar, ama sağlam çocuktu Can, yine de direndi, tam üç gün.Demek sonunda pes etti. Tuhaf şey, üzülüyorum. Can’a mı, kendime mi, hayata mı,bilmiyorum ama derin bir acı genzimi yakıyor."Allah rahmet eylesin" diyorum, "kötü biri değildi aslında.""Allah rahmet eylesin Başkomiserim." Onun sesi de üzgün çıkıyor. "Tanıdığım enilginç katildi."Telefonu kapatırken, bakışlarım başucumda duran sehpanın üzerindeki fotoğrafçerçevesinden bana gülümseyen karım ile kızıma kayıyor."Bir ölü daha çoğaldık" diyorum, "bir ölü daha çaldı kapımızı. Bir ölü daha katıldıaramıza"Genzimi yakan acı dayanılmaz bir hal alıyor. Keşke ağlayabilsem, ama yapamıyorum.Günlerdir içimde büyüyen öfke, günlerdir içimde büyüyen acı, keşke gözyaşı olup aksadiyorum, ama akmıyor, akamıyor. Đçimdeki acı, daha derin bir mutsuzluğa dönüşüyor,daha derin bir kedere, daha derin bir anlamsızlığa. Yataktan kalkmak gelmiyor içimden.Yüzümü yıkamak, tıraş olmak, giyinmek, merkeze gitmek, yeni olayların peşindenkoşturmak gelmiyor içimden. Bunlar cehennem azabı benim için. Bütün gün yataktaoturmak istiyorum, kılımı bile kıpırdatmadan. Ama olmuyor, yapamıyorum, zorla da olsakalkıyorum. Ayaklarımı sürüye sürüye banyoya geçiyorum, yüzümü yıkıyorum, tıraşoluyorum, giyiniyorum. Canım hiçbir şey yemek istememesine rağmen kahvaltıetmelisin diyorum kendi kendime. Evde de yiyecek hiçbir şey yok. TevfikinKıraathanesinde yesem. Yok, insanlarla konuşacak halim yok. En iyisi benim emektaraatlayıp, bir deniz kenarına gitmek. Belki açılırım. îşte tam o anda çalıyor evin telefonuyeniden, tam pardösümü alıp çıkmak üzereyken. Ali olmalı, unuttuğu bir şey varherhalde."Evet, Alicim...""Nevzat!"Bu... Bu Evgenia. Bu Evgenianın su damlası gibi duru sesi."Evgenia..." diyorum başka bir sözcük çıkmıyor ağzımdan. O kadar şaşkınım ki, butelefon o kadar beklenmedik bir şey ki..."Nevzat, iyi misin?""Đyiyim Evgenia, sen aradın ya, artık çok iyiyim. Sen nasılsın? Yunanistana alışabildinmi?""Ben döndüm Nevzat... Havaalanındayım.""Ne!" diyorum sevinçle. "Havaalanında mısın?""Evet, sabah uçağıyla geldim. Yeşilköydeyim. Gelip beni alır mısın?""Tabu... Tabiî, bekle hemen geliyorum."
- Telefonu kapatırken, bir anda kurtuluyorum karanlık düşüncelerin ağırlığından.Evgenia böyledir işte; kâbusa dönmüş gününüzü bir anda mutluluğa çeviriverir. Demekburada, demek döndü. Bensiz yapamadı demek. Pardösümü hızla sırtıma geçiriyorum,tam çıkacakken birden duruyorum. Banyoya giriyorum yeniden, aynada kendimebakıyorum. Şakağımdaki yara iyileşmiş, iki ince çizgi kalmış sadece. Yüzüm yorgun,yüzüm kederden çökmüş, ama gözlerimde taptaze bir umut. Beğeniyorum kendimi,eminim Evgenia da beğenecek.Hayret, bizim emektar bile sorun çıkarmıyor bu sabah; kontak anahtarım çevirirçevirmez başlıyor saat gibi çalışmaya. Hızla atılıyoruz sokaklara, ama ah şu Đstanbuluntrafiği. Hayatımda hiçbir zaman yapmadığım bir şeyi yapıyorum. Mobil tepe lambasınıemektarın üzerine yerleştiriyorum, Đstanbullulardan özür dilerim ama bu kez Evgeniayıbekletmek olmaz. Siren sesini duyan araçlar yana çekilip, ellerinden geldiğince yolvermeye çalışıyorlar bana, hatta yolda bir trafik arabası eskortluk bile yapmayakalkıyor. Sahil yoluna iniyorum, denize paralel uzanan asfaltın üzerinden Evgeniayaulaşmaya çalışıyorum. Denize düşen kış güneşi kadar mutlu hissediyorum kendimi, amakara bulutlar henüz tümüyle dağılmadı. Görmek için yanıp tutuştuğum Evgeniayagiderken bile aklım hâlâ soruşturmanın ayrıntılarında geziniyor. Kendimi bu davadan birtürlü çekip koparamıyorum. Bizim Ali, Can için "Tanıdığım en ilginç katildi" diyor ya, busoruşturma da hayatımdaki en ilginç olaydı benim için. Oysa artık karanlıkta tek birnokta bile kalmadı. Selim Uluderenin sahte mezarında yatan kişinin Gabrielin abisiYusuf Akdağ olduğu DNA testleriyle kanıtlandı. Ancak, mezardan çıkarılan kemikyığınına bakan Gabriel, hayal kırıklığı içerisinde, "Bu benim abim değil. Benim abim MorGabrielin yanında" diyerek cenazeyi almayı reddetti. Zavallı Çoban Yusuf, tıpkıhayatında olduğu gibi ölümünde de, yalnız kaldı. Patos makinesinin parçalayamadığıkemikleri kimsesizler mezarlığına gömüldü. Öte yandan DNA testinin sonuçlan SelimUluderenin kendi kimliğini gizlemek için bu cinayeti işlediğini kesinleştirdi. Cengizinona yardım ve yataklık ettiği de belirginleşmiş oldu. Maliki öldüren kişinin Cengizolduğunun da kanıtlanmasının ardından, Ali ile benim hakkımda açılan soruşturmadüştü. Kınalı Meryem ikinci kez cinayete azmettirmekten gözaltına alındı. SavcıMümtaz, bu kez daha kararlı davrandı. Meryemi tutuklanması talebiyle sorgu hâkiminesevk etti, ancak bizim cehennem kraliçesi yine delil yetersizliğinden serbest bırakıldı.Belki de Kınalı Meryemi hiçbir zaman içeri atamayacağız, ama o kendi sonunu kendihazırlayacak. Çünkü karanlıkta koşanlar, çabuk düşer; tıpkı babası gibi, o da bir günyeniyetme bir kabadayı tarafından öldürülecek.Yeşilköy Havaalanına girinceye kadar bunları düşünüyorum işte. Benim emektarı, DışHatların geliş kapısının önüne bırakıp, içeri girdiğimde, Evgeniayı, iki kocaman valizlebeklerken buluyorum. Gözleri kapıda. Beni görür görmez, aydınlanıyor yüzü. Yeşil gözlerbuğulanmış, neredeyse tatlı bir söz gibi süzülecek damlalar yanaklarından. Hiçbir şeysöylemeden sarılıyorum ona, elbiselerinin altındaki sıcaklığını hissediyorum, istekleçekiyorum kokusunu içime."Çok özledim" diye fısıldıyor."Çok özledim" diye fısıldıyorum. Bir süre öylece kalıyoruz salonun ortasında. Bir süreboş verip dünyanın ritmine, kendi bedenlerimizin, kendi ruhlarımızın isteğine teslimoluyoruz öylece. Önce ben çözülüyorum, sonra o da bırakıyor beni. Valizlerini benimemektarın bagajına taşıyoruz. Sonra emektara biniyoruz. Evgenia yanıma oturuyor,gözleri hep yüzümde."Sen değişmişsin Nevzat" diyor birdenbire. "Sana bir şey olmuş." Ben birini öldürdüm,demek geçiyor içimden, ben, kendi müdürüm Cengizi öldürdüm. Yok, şimdi bunu
- söyleyip günün tadını kaçırmayalım. Ama yaşadıklarımı Evgeniayla paylaşmamazlık daedemem artık."Değiştim" diyorum emektarın burnunu ana caddeye çevirirken, "Hayat üzerinedüşünmeye başladım, kendim üzerine. Şu son olay...""Süryanî cinayeti mi?""Evet Süryanî cinayeti. Olayı çözdük aslında ama gördüklerim, öğrendiklerim kendimhakkında düşünmeyi öğretti bana. Bir katil vardı, yaşamın anlamını arayan, bu yüzdencinayetler işleyen, îşte böylece ben de yaşamın anlamım düşünmeye başladım. Tuhafdeğil mi? Bunca yıllık meslek hayatımdan sonra bir katilin beni bu denli etkilemesi."Birden başımı ona çeviriyorum. "Evgenia, peki sen ne diyorsun?"Anlamıyor, merakla yüzüme bakıyor."Yani, sence yaşamın anlamı nedir?"Gözlerini yüzümden ayırmadan gülümsüyor:"Yaşamın anlamı sensin Nevzat" diyor.Sorumu anlamadığım sanıyorum:Beni sevdiğin için öyle söylüyorsun, diyecek oluyorum."Seni hâlâ sevdiğimi mi zannediyorsun?" diyor.Hayal kırıklığı içinde, küskün bir çocuk gibi önüme dönüyorum. Hemen uzanıyor:"Şaka, şaka" diyerek yanağıma kocaman bir öpücük konduruyor. "Yaşamın anlamınagelince, evet Nevzat, yaşamın anlamı sensin. Yani insan, bazıları bu anlamı işinde,bazıları aşkında, bazıları dinde buluyor, bazılar politikada, bazıları sanatta, hatta büyükçoğunluk futbolda. Ne bileyim, herkes kendine göre bir anlam yaratıyor işte. Eğer buinsanlar olmasaydı, bu anlamların hiçbiri olmazdı. Öyle değil mi? Yaşamın anlamıinsandır Nevzatçım, insan."Tam o anda önümüzde büyük bir gürültü kopuyor; kırmızı bir kamyonet, siyah bir cipearkadan bindiriyor. Çok önemli bir kaza değil şükür, ne yaralı var, ne de ölü. Ama cipinsahibi öfkeyle inip, küfretmeye başlıyor. Kamyonetin sürücüsünün de ondan geri kalıryanı yok. Kızgın iki boğa gibi giriyorlar birbirlerine. Yol bir anda kapanıyor, insanlararabalarından inip, kavga edenleri ayırmaya çalışıyorlar. Bağırış, çağırış, kornasesleri... Çileye bak, artık en az bir saat buradayız. Benim gibi oturduğu yerden kavgayıizleyen Evgeniaya dönüyorum yeniden:"Sahi Evgenia, Türkiyeye niye döndün?"Ne yalan söyleyeyim, senin için demesini bekliyorum ama "Olmadı işte" diyor,"Isınamadım oralara. Bu kadar kısa sürede mi diyeceksin, valla daha ilk gündendönmeyi düşündüm. Orası benim ülkem değildi Nevzat." Arabanın camından etrafabakmıyor. "Benim ülkem burası... Ben bu ülke için döndüm." Yüzümdeki şaşkınlığı farkedince açıklıyor. "Evet, burası kirli, burası kalabalık, burası hoyrat. Bu ülkede insanlarçok acımasız, çok kaba, çok bencil. Ama burası benim ülkem Nevzat. Ben buradadoğdum, annemin, babamın mezarları burada. Benim işim burada Nevzat. Ve sen... Sende buradasın. O yüzden döndüm."Tıpkı Evgenia gibi ben de etrafa bakmıyorum. Güzel bir görüntü yok. Dışarıdakigürültü artmış; kavga edenleri yatıştıracakları yerde, birkaç kişi daha katılmışarbedeye: korna sesleri, bağırış çağırış, küfürler, çığlık, kıyamet... Ama içimde sıcacıkbir duygu."Haklısın Evgenia" diyorum, "bu ülke çok acımasız, bu topraklar çok sert, butoprakların insanları çok hoyrat, bu ülke gerçekten çok acımasız. Ama burası bizimülkemiz Evgenia, burası bizim toprağımız, bizim vatanımız. Biz burasıyız Evgenia..."