03 Ekim 2014

KAVİM 8



KAVİM 8
  • "Sana da iyi geceler, yarın görüşürüz."Telefonu kapattıktan sonra hiç kuşkum kalmıyor Cengizin bu işin içinde olduğundan.Bir an önce Nusrete ulaşmak, düğümü çözecek bilgileri almak istiyorum ama gözünüsevdiğimin Đstanbulunun akşam trafiği buna izin vermiyor. Tam bir saat yollardasürünüyorum. Nusretin bulunduğu binaya yaklaşırken, cep telefonum yeniden çalıyor.Arayan Nusret, nerde kaldın diyecek herhalde. Ama öyle demiyor."Nevzat, istediğin bilgileri aldım. Ama sen buraya gelme. Bizim binaya yaklaşıncatelefonumu çaldır, ben inerim. Zaten yemeğe çıkacaktım, senin çıktıları verir, oradangiderim lokantaya."Sesi gergin, telaşlı. Birine mi yakalandı yoksa? Sanmam, Nusret kaçın kurrası,devenin gözünden sürmeyi çalar da kimsenin ruhu duymaz. Belki bilgileri okudu, tuhafbir şeyle karşılaştı da ondan tırsıyor."Tamam, Nusret" diyorum, "ben de çok yaklaştım zaten. Đstersen hemen çık. Seni üstsokağın köşesinde bekleyeyim. Şu Tekel büfesinin olduğu yer. Hani bir akşam senin evegiderken rakı, beyazpeynir almıştık.""Fincancı Büfe. Çok güzel, bu saatlerde tenhadır orası..."Yok, iyi paniklemiş bu oğlan. Ne buldu acaba? Neyse birazdan anlarız nasıl olsa.Bizim emektarın burnunu yan sokağa kırıyorum. Fincancı Büfe sokağın sonunda.Büfenin önüne sokulmanın anlamı yok. Işıkta kabak gibi çıkmayalım ortaya. Gülmeyebaşlıyorum. Sanki birileri bizi izliyor da. Paranoya bulaşıcı bir duygu galiba. BaksanızaNusretin huzursuzluğu bana da geçti. Yine de arabayı büfeden yirmi metre kadar beriyepark edip, ışıklan kapatarak bekliyorum. Arabanın içerisi havasız, hafiften de başımağrıyor. Camı açıyorum biraz. Kolay değil, olaylar nasıl hızlandı birden. Aç karnına dabir duble rakıyı mideye indirdik Evgenianın orada. Sahi Evgenia ne yaptı acaba? Ondanayrılalı topu topu birkaç saat olmasına rağmen, sanki birkaç gün önce görüşmüşüz gibigeliyor bana. Ama Evgeniayı hatırlar hatırlamaz, içimde bir yerlerin sızlamasına engelolamıyorum. Şimdi eşyalarını topluyordur belki, akıl edip ne zaman ayrılacağını bilesoramadım ki. Belki onu havaalanına ben götürmeliyim. Yav Nevzat, anlamadın mıhâlâ... Evgenia turistik gezi için gitmiyor. Kadın terk ediyor seni... Senden kurtulmakiçin gidiyor Yunanistana. Yine de teklif etsem iyi olurdu. Tam da zamanı, bukoşturmaca içinde sevgilini havaalanına götür. Bir de uçak rötar yapsın, orada oturupbeklersin artık saatlerce Evgeniayla. Bu arada Cengiz Müdürün de sinsice tezgâhınıkursun, hem senin, hem de şu entel oğlanın defterini güzelce dürsün. Yok, canım okadar da kolay değil, ama zaten Evgenianın ne zaman gideceğini bilmiyorum ki.Nusretin hızlı adımlarla büfenin önüne geldiğini fark ettiğimde hâlâ kafamda Evgeniavar. Büfenin önüne gelip de beni göremeyen Nusret ise telaşla sağa sola bakmıyor.Arabamın ışıklarını yakıp söndürüyorum. Tamam, işte gördü, bana yöneliyor. Arabayıçalıştırıyorum, bir yandan da Nusreti izleyen birileri var mı diye etrafı kesiyorum. Birapartmanın önündeki çöpleri paylaşamadıktan için hırlaşan kabadayı iki sokakkedisinden başka canlı yok ortalıkta. Paranoya bulaşıcıdır dedik ya. Nusret aceleylegiriyor arabamın içerisine. Selam filan vermeden, paltosunun altından çıkardığı sanzarfı uzatıyor."Al Nevzat, istediğin her şey burada."Sesi de hareketleri gibi telaşlı. Uzattığı zarfı alıp, kucağıma koyuyorum."Çok teşekkür ederim Nusret. Bu iyiliğini nasıl öderim bilmem.""Beni bu işe karıştırmayarak. Şu dakikadan sonra, bu işle ilgili beni arama Nevzat.Bana yapabileceğin en büyük iyilik bu."Acayip korkmuş bu oğlan. Ben sormadan konuşmasını sürdürüyor:
  • "Bana kalırsa, sen de bu işlerle hiç uğraşma. Cengiz önemli bir adam Nevzat, onugözden çıkarmaları çok zor. Arada sen harcanırsın.""Ne oluyor Nusret ya? Ne bu korku, ne bu panik?""Bir şey yok kardeşim. Ben dostça konuşuyorum sana,"Anlamak istercesine yüzüne bakıyorum."Hadi abi burada durmayalım" diyor eliyle yolu göstererek, "arabayı hareket ettir.Caddeye çıkınca da, beni soldaki Adana kebapçısının önünde indir. Sana da güle güle."Söylediğini yapıyorum, arabamı hareket ettiriyorum, sokağın sonuna gelince,dayanamayıp soruyorum:"Zarftakileri okudun değil mi?"Etine ateş basmışım gibi yerinden zıplıyor."Yok Nevzat, ne okuması? Nereden çıkarıyorsun bunları? Ben bir şey okumadım.""Okumadan nasıl biliyorsun içindekileri?"Kucağımdaki zarfı gösteriyor:"O zarftaki kâğıtlardan yayılan kokuyu duymak için okumama gerek yok. Sen deokumasan iyi olur aslında."işi şakaya vuruyorum."O kadar emek vermiş, yazmışlar, okumazsak ayıp olmaz mı?""Olmaz Nevzat. Bazı yazılar, okumak için değil, okumamak için yazılır. O yazılarlanetlidir, insanın basma bela getirir."Nusretin sözleri bana Diatesseron adındaki kitabı çağrıştırıyor. Ama bundan sözetmenin yeri değil, hem anlatmaya kalksam dinleyen kim? En iyisi şakayı sürdürmek:"Valla Nusret ne söylersen söyle, sen bu dosyayı okumuşsun. Okumuşsun ve şu YavuzKomiserin ölümü filan korkutmuş seni.""Hayır, okumadım. Ne Yavuz Komiserin hikâyesini biliyorum, ne de Cengiz Koçan’ı.Ben hiçbir şey bilmiyorum. Sen de bana bir şey anlatma lütfen. Duymak istemiyorum.Eski bir arkadaşım olarak benden yardım istedin, ben de kuralları çiğneyip, sana yardımettim, hepsi bu. Đstediğin dosya hakkında da en küçük bir bilgim yok, olmasını daistemiyorum... Hah kebapçının önüne de geldik, beni şöyle bırak abi."Arabayı yanaştırırken sürdürüyor sözlerini:"Keşke bu olaya hiç bulaşmasaydın Nevzat. Beni dinlersen yine de kısa yoldansıvışmaya bak.""Artık zor be Nusret. Ben sıvışmaya kalksam da bırakmazlar." Kapıyı açıyor, inmedenbana dönüyor:"Zor durumda olduğunu biliyorum, ama kusura bakma elimden başka bir şeygelmiyor.""Sıkma canını be Nusret, yaptığın da yeter."Uzanıp elimi sıkıyor."Sen iyi bir adamsın Nevzat. Bu işler için fazla iyi. Kendine dikkat et."Gülümsüyorum, birkaç saat önce Alinin bana söylediği sözlerle yanıtlıyorum onu:"Merak etme, acı patlıcanı kırağı çalmaz."Đnanmıyor ama gülümsemeyi de eksik etmiyor."Đyi o zaman, Allah yardımcın olsun."26Büyük bir komployla karşı karşıyayız.
  • Nusretten aldığım zarf kucağımda öylece duruyor, içindekileri öğrenmek içinsabırsızlanıyorum. Benim emektarı kenara çekip, şu zarfın içindekilere baksam mı diyegeçiriyorum içimden. Ama arkamdan gelen bir arabanın farları dikiz aynama yansıyıncavazgeçiyorum. Đzlendiğimden değil, ama izlenebileceğimden. Nusret öyle kolay kolayevhamlanmaz. Dosyadaki bilgiler onu ürküttüyse, bu iş sandığımdan daha tehlikeliolabilir. Böyle tehlikeli bir dosyaya sokak ortasında bakmak ise hiç akıllıca değil. Eniyisi merkezde okumak, Ali ile Zeynepin yanında. Yoksa onları bu işe hiçbulaştırmasam mı? Çocukları tehlikeye mi atıyorum? Artık çok geç, istemesem debulaşmış durumdalar, istemesem de tehlike altındalar. Eğer onları doğru şekildebilgilendirmezsem, Cengiz yanlış yönlendirir. En güvendiğim iki elemanımı kendi yanmaalır, saflarına katar. Evet, bu bir savaş. Zekice davranmayanın, atik olmayanın, incedüşünemeyenin kaybedeceği bir savaş. Benim tek üstünlüğüm Cengizin bildiklerimibilmemesi. Böylece bir adım öne geçmiş durumdayım. Bu üstünlüğümü yitirdiğim ansavaşı kaybederim. Benimle birlikte Ali ile Zeynep de kaybeder. O yüzden bildiğim herşeyi onlarla paylaşmalıyım; hem de bir an önce. Vites değiştirip, bizim emektara gazveriyorum.Zeynepi laboratuarda, Aliyi ise bilgisayarının başında buluyorum. Her ikisini deodama çağırıyorum. Önce Ali geliyor, elinde bilgisayar çıktıları. Gözlerinde soru dolubakışlar:"Başkomiserim ilginç bir durum var. Şu olayı buldum. Gerçekten de beş yıl önceMidyatta PKKlılar bir komiseri patos makinesinde öldürmüşler. Ama adamın ismiYavuz değil, Selim. Selim Uludere. Bizim Gabriel yanlış hatırlıyor galiba.""Gabrielin yanlış hatırladığım sanmıyorum Ali" masamın üzerindeki sarı zarfıgösteriyorum. "Sanırım sorularımızın yanıtı bunun içinde. Az sonra her şey açıklığakavuşacak."Yüzünde çocuksu bir ifade beliriyor; oğlan çocuklarının hayranlıkla karışık şaşkınlığı."Nerden buldunuz bunu, Nusretten mi?""Nusretle alakası yok Alicim. Kuşlar getirdi... Üzümünü ye bağını sorma. Sende nevar?""Bu Selim Uludere hakkında bir de dava açılmış. Ama ben bu bilgilere, gazetearşivlerinden ulaştım. Davanın neden açıldığı çok net yazılmamış. Köylülere işkence,kötü muamele, ölüm olayları var. Oldukça karışık..."Zeynepin odaya girmesiyle susuyor Ali. Hâlâ dargın mı bunlar? Yok, canım, iştebirbirlerine gülümsediler bile. iyi, barışmalarına sevindim."Gel bakalım Zeynep, bir şeyler çıktı mı?"Ayaküstü açıklıyor:"Maktulün tırnağındaki iplikçiğin kumaşını tespit ettim Başkomiserim.""Kaşmir mi?""Nerden biliyorsunuz?"Elimle boş koltuğu gösteriyorum."Otur Zeynepçim, otur, birazdan sen de öğreneceksin."Merakını erteleyip oturuyor Zeynep. Hayret, her zaman ayakta dikilmeyi tercih edenAli de sessizce yerleşiyor Zeynepin karşısındaki koltuğa. Hepimiz artık sıra dışı birolayla karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz."Zeynepe duyduklarımızı anlattın mı Ali?""Cengiz Müdürle ilgili olanları mı? Evet, anlattım Başkomiserim."Zeynep inanmamış başım sallıyor:
  • "Cengiz Müdürüm böyle bir şey yapmaz" diyor her zamanki sağduyulu tavrıyla. Amakimi zaman sağduyulu olmak insanı yanıltabilir. "Hayır, Başkomiserim" diye ekliyor."Can yanlış görmüş olmalı.""Yanlışlık yok Zeynep." Bakışlarım ikisinin de yüzünü tarıyor. "Can’ın söyledikleridoğru çocuklar. Konuştuğum tanıklar, onun ifadesini destekliyor. Otoparkçı, Cengizinarabasını teşhis etti. Kahvehane sahibi Can’ın iki saat kadar oturduğunu doğruladı.Hepsinden önemlisi Zekeriya, Cengizin aile dostları olduğunu söyledi."Evet, şimdi şaşkınlığa kapılma sırası Zeynepte."Ne? Cengiz Müdürüm, Malikin arkadaşı mıymış?""Öyleymiş Zeynepçim. Sana başka bir tahminde bulunayım: Malikin tırnağındabulduğun şu iplikçik, Cengizin lacivert renkli kaşmir paltosuna ait. Koltuğunuincelersen, aynı iplikçiklerden orada da bulacaksın. Bundan eminim, emin olmadığımşey ise Cengizin bütün bunları neden yaptığı." Elimle masamın üzerinde duran zarfavuruyorum. "Sanırım o da burada yazılı.""Siz okumadınız mı Başkomiserim?" diye soruyor Ali."Okumadım Alicim. Hem fırsat olmadı, hem de birlikte okumayı tercih ettim. Şu andaüçümüz kader birliği yapmış durumdayız. Yarın, burada kıyamet kopacak, üçümüzün degerçeği doğru kavramasını istiyorum. Siz, aklına çok güvendiğim insanlarsınız, benyanılabilirim, tek tek hepimiz yanılabiliriz, ama üçümüzün aynı anda yanılması zor. Oyüzden dosyayı birlikte okumak istedim, birlikte yorumlamak için." Zarfı Zeynepeuzatıyorum. "Evet, Zeynepçim şunu yüksek sesle okur musun?"Zeynep şaşkınlıktan kurtulup zarfa uzanırken, Ali de ben söylemeden kalkıp, odamınkapısını kapatıyor. Artık dinlemeye hazırız. Zeynep zarfın içinden çıkardığı kâğıtlara gözatıyor."Çok gizli ibaresi var Başkomiserim...""Onları boş ver Zeynepçim. Sen içindekileri oku...""Terörle mücadelede yapılan yanlışlıklar... Bölge genelinde terör örgütüne yönelikmücadelede, fevrî çıkışların, disiplinsiz davranışların büyük zararları görülmüştür. Bufevrî yaklaşımların çoğu üstün hizmet veren, terör örgütüyle sıcak çatışmaya girmektençekinmeyen mensuplarımızda tespit edilmiştir. Yapılan mücadelenin niteliği, zorluğu,çoğu zaman bu görevlileri disiplin dışına çıkmaya sevk etmektedir." Okuduğu kâğıttanbaşını kaldırıyor Zeynep... "Bunların bizim konumuzla ilgisi var mı Başkomiserim?"Haklı, elinde en az elli sayfa bilgisayar çıktısı var, bizi ilgilendiren bölüm hangisiacaba?"Ver bakayım" diyerek kâğıtları önüme alıyorum. Sayfalan karıştırıyorum. Üçüncüsayfada "ÖRNEKLER" başlığının altında, "Mardin ili, Midyat ilçesi kırsalında çıkançatışmada iki polis memurumuz şehit olmuş, biri ise ağır yaralanmıştır" satırlarıgözüme çarpıyor. Hızla satırları tarıyorum. Önce Komiser Selim Uludere adı dikkatimiçekiyor."Şu patos makinesinde ölen komiserin adı neydi?""Yavuz" diyecek oluyor Zeynep."Yok, Zeynep, yanlış biliyoruz adamın ismi Selim Uludereymiş" diye düzeltiyor Ali."Tamam, işte bizi ilgilendiren bölümü bulduk" diyorum. Dosyayı tekrar Zeynepeuzatmadan önce, kafamdaki ismi bulmak için arka sayfaya geçiyorum. Ve karşımahepimizi şoka uğratacak bir fotoğraf çıkıyor. Bir an öylece kalıyorum. Önemli birbulguya rastladığımı fark eden Zeynep ile Ali merakla masamın üzerine eğilerekfotoğrafa bakıyorlar. Đlk tepki Aliden geliyor:"Bu sahte Yusuf değil mi ya?""Ta kendisi" diye onaylıyor Zeynep, "ama altında Selim Uludere yazıyor."
  • Onlar böyle konuşurken ben gözlerimi kısarak, sayfanın en alt satırında yazılmış ismiokuyorum."Başkomiser Cengiz Koçan... Evet, sevgili müdürümüz de burada işte."Sayfayı çeviriyorum, bu kez Cengizin fotoğrafı çıkıyor karşımıza. Beş yıl önceki birfotoğraf, ama bugünkü halinden çok farklı değil: üniformasının içinden büyük birgüvenle bakıyor yüzümüze."Selim Uluderenin amiri Cengiz Koçan, inanılır gibi değil ya" diye söyleniyor Ali."Selimi de tanıyormuş adam. Hiç söylemedi bize..."Böyle bölük pörçük olmayacak."Zeynepçim" diyorum kâğıtları yeniden ona uzatarak, "al şunu da bizi ilgilendirenbölümü oku bakalım."Zeynep kâğıtları önüne çekerek oturuyor yerine. Ali de kendi koltuğuna yerleşiyor.Ben çenemi sağ avucumun içine alıp, bizi şaşırtacak yeni bilgileri duymayı bekliyorum.Çok bekletmiyor Zeynep, yüzüne düşen saçlarını sağ eliyle geriye atarak:"Galiba bize gereken bilgiler burada Başkomiserim" diyerek okumaya başlıyor. "...Tarihinde Midyatın yirmi kilometre uzağında, Mor Gabriel Manastırının yalanlarında birgrup PKKlı teröristle, sıcak temas sağlanmıştır. Çıkan çatışmada ĐM polis memuruşehit olmuş, bir komiser ağır yaralanmıştır. PKKlı teröristler ise karanlıktanfaydalanarak, Mor Gabriel Manastın istikametine kaçmışlardır. Polis timine kumandaeden Komiser Selim Uludere, şehit düşen iki polis memuru ile ağır yaralı arkadaşıMehmet Uncuyu hastaneye yolladıktan sonra terörist grubun peşine düşmüş, ancakPKKlıların izine rastlayamamıştır. Komiser Selim Uludere, akabinde Mor GabrielManastırına gitmiş, manastır yetkililerine PKKlı teröristleri sormuştur. Yetkililerdenmenfî cevap almış, ama bununla yetinmeyip, manastır yakınlarında mevzilenerek,teröristleri izlemeyi sürdürmüştür. Đki saat sonra manastırın kapısı açılmış, içeriden birgrup insan dışarı çıkmıştır. Teröristlerin bu insanların arasında olduğunu düşünenKomiser Selim Uludere, manastırdan çıkan grubun içinden altı zanlıyı gözaltına almıştır.Sorgu için civarda uygun kapalı mekân bulunamadığından, zanlıları yakınlardaki birmağaraya götürmüş, yapılan sorgularda, zanlılar kendilerine yöneltilen suçlamalarıreddettikleri gibi, PKKlıları hiç görmediklerini beyan etmişlerdir. Ancak ertesi gün bualtı zanlı mağarada dumandan zehirlenmiş olarak bulunmuştur. Ölümlerin duyulmasıylabirlikte bölgede büyük bir infial oluşmuş, Mor Gabriel Manastırını ziyarete gelenyabancı basının orada bulunması nedeniyle, olay bir anda bütün dünyanın gündeminetaşınmıştır. Savunması istenen Komiser Serim Uludere sorgusunda, o altı zanlıyıserbest bıraktıklarını, kendilerinin de mağaradan ayrıldıklarım söylemiştir. KomiserUludere bu altı kişiyi öldürenlerin muhtemelen kendilerinin çatıştığı PKKlılar olduğunuaçıklamıştır. Komiser Selim Uluderenin bu iddiaları, amiri olan Başkomiser CengizKoçan tarafından da desteklenmiştir. Ancak olayın uluslararası ve ulusal alanda yankıbulması nedeniyle, bölgeye müfettişler gönderilmiş, yapılan soruşturma ve araştırmalarneticesinde Komiser Selim Uluderenin ifadesinin çelişkili olduğu saptanmıştır. Bununüzerine Komiser Selim Uludere ve amiri Başkomiser Cengiz Koçan hakkındasoruşturma başlatılmıştır. Ancak ne Komiser Selim Uludere, ne de Başkomiser CengizKoçan açığa alınmış, bölgedeki görevlerini sürdürmelerine izin verilmiştir. Yaklaşık üçaylık bir sürenin sonunda olayla ilgili hazırlıklar tamamlanmış, mahkeme aşamasınageçilecekken Komiser Selim Uludere PKKlı teröristlerce kaçırılmış, bölge halkınınpatos makinesi dediği bir hasat makinesinde hunharca katledilmiştir. Komiser SelimUluderenin ölümünden sonra toplanan mahkeme davayı düşürmüş, Başkomiser CengizKoçan hakkındaki suçlama da kaldırılmıştır. Bu olayda da görüldüğü üzere kimi
  • mensuplarımızın fevri ve duygusal çıkışları, terör örgütüyle mücadelede hemteşkilatımıza, hem de ülkenin iç ve dış itibarına gölge düşürdüğünden...""Tamam, Zeynepçim, anlaşıldı, bu kadar yeter."Ali benimle aynı fikirde değil:"Şu Komiser Mehmet Uncu. Ona ne olmuş, yazıyor mu Zeynep?"Anlaşılan kafasını kurcalayan bir nokta var.Zeynep hızla sayfalara bakıyor."Evet, işte burada. Olayda ağır yaralanan Mehmet Uncu ise hayatî tehlikeyi atlatmış,ancak kurşun omuriliğini parçaladığından felç olmuştur. Mehmet Uncu, emniyetteşkilatından malulen emekli edilmiştir."Ali heyecanla elini masanın üzerine vurarak:"Bunların üçü arkadaşmış Başkomiserim" diye tahminde bulunuyor."Bunu da nereden çıkardın?" diyor Zeynep. "Raporda sadece Selim ile Mehmetinarkadaş olduğundan bahsediliyor. Cengiz sadece amiri olduğu için Selimi desteklemişolamaz mı?""Hayır, Zeynep, bunların üçü de arkadaş" diye yineliyor Ali. Artık düşüncelerikesinleşmiş, ne söylediğinden iyice emin. "Şu mektubu hatırlasana. Yusufun, yaniSelimin evinde bulduğunuz mektup. Hani divanın altından çıkmıştı. Fatih adında birininyazdığı, içinde Timuçinden bahsedilen mektup. Hatırladın mı?""Hatırladım ama orada Fatih diye biri var, Mehmetten hiç bahsedilmiyor.""Anlamıyor musun Zeynepçim. Takma isim kullanmışlar. Selim, kendine Yavuz diyor.Adam hiç de alçakgönüllü değil, Yavuz Sultan Selimden esinlenmiş. Ama ötekiarkadaşları da yüksekten uçmuş, baksanıza, bizim Cengiz Müdürün lakabı Timuçin, yaniCengiz Hanın öteki adı, Mehmetinki ise...""Fatih" diye tamamlıyor Zeynep. "Fatih Sultan Mehmed. Haklısın Ali, bunların üçüarkadaş. Cengiz işine devam etti, müdürlüğe yükseldi, Mehmet omuriliği zedelenince,tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu, Selim ise kendim ölmüş gösterip bir başkasınınkimliğiyle..." Ulaştığı sonuç, susmasına neden oluyor Zeynepin. Gözlerinde tuhaf birparıltı. Bu, problemi çözdüğü an. Belki daha önce de düşünmüştü bu ihtimali ama artıkemin. "Yusuf... Patos makinesinde ölen kişi Yusuftu. Gabrielin abisi. O zavallı çobanıöldürdüler.""Aynen söylediğiniz gibi arkadaşlar" diye katılıyorum ben de tahminlere. Belki deonlara açıklamaktan çok, kafamdaki resmi tamamlamak için kendime yaptığım birkonuşma bu. "Büyük bir komployla karşı karşıyayız. Selimin öfkesinin yol açtığı cinneti,katliamı, skandalı, artık adına ne diyeceksek, onu gizlemek için tezgâhlanmış büyük birkomplo. Sıcak temasın sağlandığı gün, iki polisin şehit edildiği, Mehmetin ağıryaralandığı çatışmadan bahsediyorum. Selim çıldırmış olmalı. Kolay mı, gözlerininönünde iki adamın ölüyor, bir arkadaşın ağır yaralanıyor. Selim ne pahasına olursaolsun PKKlıları bulmak istiyor, ama bulamıyor. Daha da çılgınlaşıyor, öfke, kör birintikam duygusu, aklını ele geçiriyor. Manastırdan çıkan kalabalıktaki gençlerigözaltına alıyor.Belki gözaltına aldığı kişiler PKKlılar hakkında bilgi verse, onları öldürmeyecek, amaistediğini alamıyor. Alamayınca hepsini öldürmeye karar veriyor. îşte tam o anda bizimGabrielin teyzesinin oğlu Aziz, öldürüleceklerini anlıyor. Ölümden kurtulmak için aklınabir fikir geliyor. Aylar önce manastırdan çaldığı Diatesseronu Selime verip, canınıkurtarmak. Gabrielin anlattığına bakılırsa, ahıra sakladığı elyazmasını Selime veriyor,ancak canını kurtaramıyor. Çünkü oradan sağ çıkacak her kişi Selim için büyük tehlikedemek. Selim, kara günler için bir güvence diye düşünerek Diatesseronu alıyor, amaAziz de içlerinde olmak üzere altı genci ölüme göndermekten çekinmiyor. Fakat işler
  • umduğu gibi gitmiyor. O günlerde manastıra gelen yabancı basın, bu katliamın dünyadaduyulmasını sağlıyor. Ve Selim için kötü günler başlıyor; sadece onun için o zamanlargözü pek bir başkomiser olan Cengiz Müdürümüz içinde. Ama raporda yazılanlar ortada,Cengiz, arkadaşını satmamıştır. Selimi sonuna kadar savunuyor. Hem basının önünde,hem de kurulda. Bununla da yetinmiyor, Selimle birlikte, hem onu, hem kendisinikurtaracak bir plan tezgâhlıyor. Kaybolması gürültü yaratmayacak bir meczubu, kurbanseçiyor. Senaryo belli, onu tanınmaz hale getirecek bir yöntemle öldürmek, cinayetmahalline de Selimin kimliklerini, giysilerini bırakmak. Böyle bir kuram için ideal adayise, senin de söylediğin gibi Zeynepçim, Gabrielin saf kardeşi Çoban Yusuf. Mahkemebaşlamadan senaryolar m uygulamaya koyuyorlar. Başarısız olduklarını söylemek dezor. Ta ki, Selim sorun çıkarmaya başlayıncaya kadar. Selim ilk arızasını he zamanyapıyor bilmek mümkün değil.""Büyük olasılıkla Meryemle tanıştıktan sonra olmalı Başkomiserim" diye atılıyor Ali."Adam zaten dağıtmaya yatkın biri. Kadın da onu cesaretlendirmiştir."Kesinlikle katılıyorum. Yeraltında yaşayan adamların yumuşak karnı kadınlardır. Çoğukatil ya da mafya babası bu yüzden yakayı ele verir ya da alnının ortasına kurşunu yer.Kadın hiç iyi gelmez bu adamlara. Belki de yanımızda Zeynep var diye bunlarısöylemiyorum."Haklısın Alicim" diyorum sadece, "Selimin Meryemle ilişkiye girmesi onundurumundaki bir adam için hiç doğru değil, eminim Cengiz çok bozulmuştur bu işe.Meryem, anlaşmazlıklarını iyice kızıştırmış olmalı.""Belki Meryeme gerçek kimliğini bile açıklamıştır" diye iddiasını derinleştirmekistiyor Ali."Sanmıyorum" diye karşı çıkıyor Zeynep. "Eğer öyle olsaydı, Meryem, Bingöllününkatil olduğunu düşünürken biraz tereddüt ederdi. Öyle değil mi? Meryem, Selim ilemüdürümüzün gerçek ilişkilerini bilseydi, öncelikle Cengizi suçlamaz mıydı?""Bundan emin olmak zor" diyorum. "Ama kesin olan bir şey var ki, Selim, Meryeministediği parayı bulmak için ne zamandır sakladığı Diatesseronu satmakta bir sakıncagörmedi. Ve en büyük yanlışı da o zaman yaptı."Zeynep gözlerini kırpıştırıyor, sanırım anlamadı."Yani sizce Cengiz, Diatesseronu satmak istediği için mi öldürdü Selimi?""Bana kalırsa Selimden kurtulmayı hep düşünüyordu. Selim onun sırtında taşıdığı birkambur gibiydi. Parlak kariyerindeki tek karanlık nokta. Eğer Selimden kurtulursayükselmesinin önünde hiçbir engel kalmayacaktı."Bu kez Aliden geliyor soru:"Maliki niye öldürdü o zaman?""Emin değilim ama sanırım yine Diatesseron yüzünden. Büyük ihtimalle Cengiz,Diatesseronu Malikin almak istediğini öğrenmişti. Yine muhtemelen Selim, olanlarıMalike anlatmıştı. Ya da Cengiz anlattığını sanıyordu. Üstelik Malik, Cengizingeçmişini de biliyordu. Yani sevgili müdürümüzün kirli geçmişinin tümüyle silinmesi içinyaşlı antikacının da ölmesi gerekiyordu." Susup ikisinin de yüzüne bakıyorum. "YoksaMaliki niye öldürsün?""Evet" diye yineliyor Ali, "yoksa niye öldürsün?""Olaya da mistik bir hava vermek istedi" diye katılıyor konuşmaya Zeynep. "Şu haçkabzalı hançer, Malikin kafasının tıpkı Pavlus gibi kesilmesi, Kutsal Kitapın satırlarınınaltının kanla çizilmesi. Hepsi bizi yanlış yönlendirmek içindi."Alinin genç alnı kırışıyor."Ya Selimin gördüğü şu rüya?" diye soruyor.Zeynepten bir açıklama gelmeyince, ben kendi varsayımımı ileri sürüyorum.
  • "Her şeye rağmen Selim inançlı biri olmalı. Malik de sürekli Günah işledin, bu kitabadokunmayacaktın diye fısıldamıştır kulağına. Meryemle tanıştıktan sonra bağımlısıolduğu esrarın da etkisiyle, halisünasyonlar görmeye başlıyor. Aklının kontrolü yitirdiğianlarda, içindeki suçluluk duygusu, Mor Gabriel görünümünde ziyaretlergerçekleştiriyordur ona. Kuşkusuz bu rüyalarını Cengize de anlatmıştır. Sevgilimüdürümüz, cinayetlerine mistik bir anlam verme fikrini bu rüyalardan almış olmalı.""Ya şu Mehmet?" diye hatırlatıyor Ali. "Tekerlekli sandalyede ki adam. Eğer Cengizkirli geçmişinden kurtulmak istiyorsa, onu sağ bırakırını?"Zeynep de, ben de onun kadar endişeli değiliz."Belki de Mehmetin olanların hepsinden haberi yoktur" diyorum. "Örneğin ÇobanYusufun öldürüldüğünü, Selimin de onun kimliğini kullandığını bilmiyordur. Bildiğimağarada altı gencin boğularak öldürülmesidir sadece. Bunu da savaşın bir gereğiolarak görüyordur. Yani bunun için ne Cengizi, ne de Selimi suçlayacaktır."Haklı olarak soruyor Ali:"Ama Selimin ölümünü öğrenince ne olacak? Cengiz bunu ona nasıl açıklayacak?""Belki PKKlılar yaptı diyecek... Mağarada boğulan altı kişinin intikamını almak içinSelimin öldürüldüğünü söyleyecek. Böylece dosyayı tümüyle kapatacak."Aslına bakarsanız açıklamam bana da yeterli gelmiyor, ama Ali daha fazla karşıçıkmıyor. Yine de hiçbir şeyi atlamamakta yarar var:"Belki de sen haklısın Ali" diyorum geri adım atarak, "yarın ilk fırsatta şu Mehmetikontrol edelim.""Tamam Başkomiserim.""Zeynepçim, öncelikle senin yapman gereken başka işler var. Đlki Cengizinpaltosundan alman iplikçik örnekleri ile Malikin tırnağından çıkan iplikçiğikarşılaştırmak. Gerekirse şimdi Cengizin odasına gir.""Giremem ki Başkomiserim. Cengiz Müdürüm odasını kilitleyip gidiyor. Kapıyıkırmamız ya da birilerinden yedek anahtar almamız lazım. Bunu yapmaya kalkarsak,ona haber verirler.""Tamam, biraz daha zamana ihtiyacımız var. Palto işi yarına kalsın. Ama şu Gabrieliburaya çağıralım. DNA örneği almamız gerek. Sahte Selim Uluderenin mezarını açtırıp,oradaki cesedinkiyle karşılaştırmak için."Ali olanca enerjisiyle atılıyor:"Hemen hallederiz Başkomiserim. Feriköydeki akrabalarının telefonu da, adresi deyanımda. Alır getiririm Gabrieli.""Çok iyi olur. Yarın burası karışacak, bu gece yapabileceğimiz ne varsa yapalım.Can’ın resmî ifadesini alın, bir de şu otoparkçıyı getirmemiz lazım. Onun ifadesi de çokönemli. Bir an önce hepsi elimizde olmalı. Ben de Sabriyle konuşacağım. Eğer onu iknaedemezsem bütün çabamız boşa gider."27Bu şehirde işimiz hiçbir zaman bitmez.Yine bizim emektarın direksiyonunda, yine sokaklardayım. Yollar şimdi daha tenha.Beşiktaştan Rumeli Hisarına ilerliyorum. Arabamın ön camına damlalar düşüyor.Yağmur başladı galiba. Hafifçe pencereyi aralıyorum. Nemli, temiz bir hava doluyoriçeri. Derin derin içime çekiyorum. Baş ağrım hafifledi; merkezden ayrılmadan önceyediğim dönerli sandviçin üzerine içtiğim aspirin iyi geldi sanırım. Ama asıl neden
  • Sabrinin görüşme isteğimi kabul etmesi. Çok meşgulüm diyerek sallamasındankorkuyordum, itiraf etmeliyim ki beklediğimden daha sıcak karşıladı beni."Hemen görüşelim Nevzatçım" dedi, "Polis Evindeyim, oturuyoruz arkadaşlarla, atlagel."Bakalım Cengiz hakkında söylediklerimi duyunca ne diyecek? Pek hoşlanılacak birdurum değil. Düşünsenize müdürlerinizden biri katil çıkıyor. Teşkilat içinde operasyonyürütülüyor. Hangi yönetici ister bunu? Sanki ben istiyor muyum? Cengizin en ufak birkötülüğü bile dokunmadı bana. Ama ortada böyle bir gerçek varken, nasıl sessizkalabilirim? Sabri de kalamaz. Kalmamalı. Elimde güçlü deliller var. Yine de bu işlerbelli olmaz. Teşkilatta kim kiminle iç içe, kim kimin adamı anlamak zor. Umarım Cengizile Sabri aynı grubun içinde değillerdir. Gerçi bizim Sabri öyle gıllıgışlı işlere bulaşacakadam değil. Çizginin dışına çıkmamaya hep Özen göstermiştir. Kendisini asla riskeatmaz. Emniyet teşkilatının ortalama yöneticisi, tam bir kural adamı, iyi ya tam da buyüzden Cengizi tutuklaması gerekir. Çünkü Cengiz gibiler teşkilatın adını kirletiyorlar.Artık bu tür adanılan temizleme zamanı gelmedi mi?Benim emektarı Polis Evinin garajına çekip, restoran bölümüne yürüyorum. Đçerisikalabalık, nerdeyse bütün masalar dolu.Sabri manzaralı bir yerde oturuyor olmalı. Gözlerim pencere kenarındaki deniz görenmasaları tarıyor. Yanılmamışım, sekiz kişilik bir masada, Sabrinin ince boynununüzerinde nasıl durduğuna hep şaştığım iri kafasını görüyorum. Onun masasınayönelecekken, gerçek bir sürprizle karşılaşıyorum; gerçek ve çok kötü bir sürpriz:Cengiz, Sabrinin tam karşısında oturuyor. "Eve gidiyorum" demedi mi bu adam bana?Yok, "Eve gidiyorum" demedi, "Sabriyi Polis Evine bıraktım" dedi. Sonra kendisi degelmiş demek. Telefonumun ardından, Sabri çağırmış olmasın? Niye yapsın ki bunu,niye olacak densizliğinden. Sanmam, Sabri öyle şeyler yapmaz. Belki de Cengiz öğrendihakkında soruşturma yaptığımızı. Nasıl öğrenecek? Öyle olsa, hemen beni arardı. Boşyere paniklemeyelim şimdi. Cengiz tümüyle rastlantı sonucu burada olabilir, işte o dabeni gördü. Yüzü nasıl da gerginleşti. Renginin attığım bu uzaklıktan bile farkedebiliyorum. Gözlerindeki kuşku dolu ifadeye bak. Hiçbir şey olmamış gibigülümsüyorum, hatta hafifçe eğilerek selamlıyorum onu. Bu tavrım kafasını karıştırıyor,o da gülümseyerek, selamıma karşılık veriyor. Cengizin birini selamladığım fark edenSabri başını çeviriyor, beni görür görmez ayağa kalkıyor:"Vay Nevzatçım, şükür kavuşturana."Açık konuşmak gerekirse Sabriden beklemediğim bir davranış bu. O hiçbir zamanyakın davranmazdı insanlara. Davranmazdı değil de, davranamazdı. Yapısında yoktu bu.Anlaşılan atmış çekingenliğim. Üst düzey yöneticilik kendine güvenini geliştirmiş, iyi deolmuş, hele şu anda, onun desteğine, anlayışına, cesaretine o kadar ihtiyacım var ki."Merhaba Müdürüm" diye sarılıyorum Sabriye. "O kadar ısrar ettin ki dayanamayıpgeldim işte."Allahtan Sabri yalanımı ortaya çıkarmıyor: "Ne ısrarı oğlum, sen aramadın mı gelmekistiyorum diye" demiyor. Dostça elini omzuma vuruyor:"Ne iyi ettin be Nevzat! Gel, gel şöyle yanıma otur."Sabri böyle deyince sol tarafındaki sandalyede oturan, trafikten Yalçın hemen yerinibana bırakıyor."Zahmet etmeseydiniz Yalçın Müdürüm" diyecek oluyorum."Otur Nevzat, otur." Eliyle sekiz kişilik masanın ucundaki tanımadığım bir polis şefinigösteriyor."Ben de Salihin yanma geçecektim zaten."
  • Boşalan iskemleye otururken, Cengizle bakışlarımız karşılaşıyor. Zaten geldim geleligözü üzerimde."Merhaba Müdürüm" diyorum kuşkularını gidermek için. "Nasılsınız görüşmeyeli?""iyiyim Nevzat, iyiyim. Seni burada görünce şaşırdım."Asıl şaşkınlığı sonra yaşayacaksın diye geçiriyorum içimden."Son anda karar değiştirdim işte." Dönüp Sabriye bakıyorum. "Gidip, eski arkadaşımıbir göreyim dedim."Sabri sıcacık gülümsüyor bana. Ama Cengizin içine kurt düştü ya, bırakmıyor:"Đşleri çabuk halletmiş olmalısın" diyor."Bu gecelik hallettik, ama bu şehirde işimiz hiçbir zaman bitmez.""Bilmez miyim" diye araya giriyor Sabri. "Ben de tam beş yıl görev yaptım asayişte.Olaysız gün geçmezdi. Artık usanmıştık." Sevgiyle bakıyor yüzüme. "Okuldanarkadaşları görüyor musun Nevzat?""Gördüğüm kimse yok.""Ne günlerdi yahu. Cengiz, bu Nevzatın lakabı Aman Vermez Avniydi. Bu hep polisiyeromanlar okurdu. Mayk Hammerlar, Sherlock Holmeslar, Cingöz Recailer. Bizim tarihhocası, Sağır Süleyman, bunu elinde Ebüssüreyya Saminin Aman Vermez AvnininSerüvenleri adlı kitapla yakaladı bir gün. O günden sonra Nevzatı, Aman Vermez Avnidiye çağırmaya başladı..."Senin lakabın da Sümsük Sabriydi demek var ya, karşımda şu Cengiz ejderha gibiotururken olmaz. Sabri yanımıza gelen garsona benimle ilgilenmesini işaret ettiktensonra sürdürüyor sözlerini: "Cengiz şu Agora Meyhanesi işini söyledi, birazrahatlayalım, gideriz inşallah."Aramızdaki muhabbetin dostluk üzerinde döndüğünü gören Cengizin bakışlarındakikuşku, tümüyle kalkmasa da endişesi azalır gibi oluyor. Ama hâlâ neden burayageldiğimi anlayabilmiş değil. Açıklamama inandığım da hiç sanmıyorum. Öğrenmesigerek, bunun için de birilerini aramalı. Tam düşündüğüm gibi yapıyor. Benim rakımdoldurulup, şerefe kadehler tokuşturulduktan sonra, izin isteyip sigara içmeye kalkıyor.Çünkü bizim Sabri masasında sigara içilmesine izin vermiyor. Cengiz uzaklaşıruzaklaşmaz, okul arkadaşıma dönüyorum:"Sabri, çok önemli bir mesele var."Önce anlamıyor, rakının mahmurlaştırdığı gözlerle bel bel bakıyor yüzüme. Onunanlamasını bekleyecek vaktim yok."Çok önemli Sabri" diye yineliyorum. "Hayat memat meselesi. Sadece benim değil,senin, bütün teşkilatın onuru söz konusu."Suratı asılmaya başlıyor, sonunda durumun önemini kavradı."Sen ne diyorsun Nevzat? Neden bahsediyorsun?"Kulağına eğiliyorum:"içeri geçelim Sabri" diye fısıldıyorum. "Söyleyeceklerim çok önemli."Karşısındaki boş iskemleye bakıyor:"Cengiz...""Özellikle onun duymaması lazım."Gözlerindeki mahmurluk kayboluyor. Artık kaç kadeh içtiyse rakının etkisi bir andasiliniyor."Şu son cinayetler... Pis bir durum var Sabri... Çok pis... Senin bilmen gerekiyor."Hâlâ ne yapacağından emin değil."Eğer elimizi çabuk tutmazsak, fatura sana çıkacak" deyince, "Tamam, gel içerigeçelim" diye kalkıyor.
  • Eminim içinden yine başıma ne işler açtın diyerek bana küfürler yağdırıyordur. Amaaldıran kim?Restorandan çıkıp, sol taraftaki kafeye giriyoruz, içeride kimse yok. Köşedeki masayaoturuyoruz. Bizi gören genç bir garson yaklaşacak oluyor, elimle işaret ederekuzaklaştırıyorum onu. Olanları bir çırpıda anlatıyorum Sabriye. Âdeta ağzı açık dinliyor."Çok kötü" diye söyleniyor, "çok kötü...""Evet, çok kötü ama ne yazık ki hepsi gerçek."Ne yanıt alacağını bile bile:"Emin misin?" diye soruyor "Cengiz çok değerli bir polis. Teşkilatta seveni çok.Durduk yere adamı suçlamayalım."Aslında durduk yere başımıza iş almayalım demek istiyor. Onun tereddüt etmesineizin vermiyorum:"Cengizi ben de severim. Daha doğrusu severdim... Đyi bir polis, iyi bir yönetici diyedüşünürdüm. Ama adam katilmiş. Beni tanırsın Sabri. Boş yere konuşmam. Geride birieski polis, tam dokuz kişinin cesedi var.""Dokuz kişi mi? Onlar da kim?""Anlattım ya Sabri... Mağarada boğulan altı genç, Çoban Yusuf, sabık Komiser SelimUludere ve antikacı Malik. Katliam gibi. Üstelik bunların altısı Süryanî, yani Hıristiyan."Gözleri endişeyle büyüyor:"Hıristiyan mı?""Hıristiyan ya. Tam da Avrupalıların, Amerikalıların iştahını kabartacak bir konu.Adamlar zaten bir eksiklerini bulsak da Türkiyeye yüklensek diye fırsat kolluyorlar."Zavallı Sabri, ne diyeceğini bilemiyor. Sanki gecesini zindan ettiğim yetmezmiş gibi,inatla sürdürüyorum moralini bozmayı:"Adamlar şu ana kadar fark etmediler. Ama bu sonuna kadar sürmez. Türkiyedengöçen Süryanîler yurtdışında güçlü lobiler oluşturuyorlar. O lobilerden biri, er ya da geçbu olaya el atar. Onlar el atmadan, bizim bu işi halletmemiz lazım. Biz halledelim ki,adamların ellerinde koz kalmasın. Eğer, kangren olmuş parmağı kesip atmazsak,çürüme bedenimize yayılacak. Sen de, ben de içinde olmak üzere, tüm teşkilattanhesap sorulacak." Çaresizlik içinde, âdeta yalvarırcasına soruyor: "Peki, ne yapmamıistiyorsun?""Cengizi tutuklamama izin vermeni istiyorum. Onu bir zanlı gibi gözaltına almalıyız.Onun konumundaki bir zanlı için ne yapıyorsak, Cengize de aynı prosedürüuygulamalıyız."Başını önüne eğerek düşünmeye başlıyor. Yok, bu adamdan gözaltı karan çıkmaz.Müdür olmuş ama sümsüklükten kurtulamamış herif:"Bence biz bu işi yapmayalım Nevzat." Gözlerinde anlayış bekleyen yumuşak bir ifade."Tamam, sen soruşturmam yürüt. Tanıkların ifadesini al, delilleri topla. Onların hepsinisavcılığa verelim. Eğer suçluysa, tutuklama kararım savcı versin... Bizi teşkilat içioperasyon yapıyorsunuz diye suçlayanlara, Karan yargı verdi, şeriatın kestiği parmakacımaz deriz.""Güzel de Sabri, adam hepimizin başında. Ya nüfuzunu kullanıp, tanıkları korkutursa,delilleri karatmaya kalkarsa..." Tam o anda bölüyor Cengizin sesi konuşmamızı:"Nevzat sen ne yapıyorsun?"Evet, sonunda öğrendi işte. Demek ki kartları açmanın zamanı geldi. Başımı usulcaçeviriyorum. Cengiz kafenin kapısından, sağ ayağım sürükleyerek hışımla üzerimizegeliyor. Her ihtimale karşı, elimi belimdeki Smith Wessona yakın tutarak yanıtlıyorumsorusunu."Görevimi yapıyorum" diyorum sakin bir tavırla "Çözülmemiş cinayetleri çözüyorum."
  • "Yalan söyleme!" diyor ağzından tükürükler saçarak. "Sen görevini yapmıyorsun. Senbana komplo kuruyorsun." Sabriye dönüyor. "Müdürüm bu herif... Böyle konuştuğumiçin kusura bakmayın ama bu herif... Bu herif, benim arkamdan iş çeviriyor."Sabri yine beklemediğim bir davranışta bulunuyor:"Önce sakin ol Cengiz" diye çıkışıyor. "Nasıl geliş o öyle, üzerimize hücum eder gibi.Düşman mı var karşında...""Yok, estağfurullah düşman değil de, bu Nevzat benim kuyumu kazıyor...""Ben kimsenin kuyusunu filan kazmıyorum. Bir cinayet soruşturması yürütüyordum.Karşıma sen çıktın.""Ne diyorsun sen?" diye bağıracak oluyor yine."Bağırma Cengiz" diye uyarıyor Sabri. "ikimiz de duyabiliyoruz seni. Gel otur şöyle.Derdin neyse sakin sakin anlat."Denileni yapıyor Cengiz, bir iskemle çekip oturuyor karşımıza. Ama bir türlüsakinleşemiyor:"Bu Nevzat, şu Süryanî cinayetine beni bulaştırmak istiyor Müdürüm...""Bunu neden yapayım Cengiz? Senin bana bir kötülüğün yok ki!""Ne bileyim niye yapıyorsun? Belki yerimde gözün var..."Benim yerime Sabri yanıt veriyor ona:"Yapma Allah aşkına Cengiz. Unuttun mu, Nevzat emekli olacaktı da senvazgeçilmiştin.""Keşke yapmasaymışım, demek ki iktidarın tadını alınca...""Saçmalıyorsun" diyorum. Gözlerimi, gözlerine dikerek sürdürüyorum. "Çok kötü açıkverdin Cengiz. Kurtuluş umudun yok. Yerinde olsam, yaptıklarımı itiraf ederim. Böylecebelki biz de yardım edebiliriz sana.""Ne yapmışım ki?""Hiç inkâr etme Cengiz. Ta beş yıl öncesinden, Midyattan beri neler yaptığınızıbiliyorum."Cengizin alnındaki damar atmaya başlıyor. Bir anda bu kadar çok bilgiye ulaşmışolmam onu hem şaşırtmış hem de çok öfkelendirmiş olmalı:"Midyatı, Güneydoğuyu ağzına alma. Ben orada arkadaşlarımı şehit verdim. Benorada bacağımı sakat bıraktım. Senin gibi züppe şehir polislerinin anlayabileceği birşey değil bu. Bunu ancak gerçek vatanseverler anlar.""Bırak bu hamasi laflan Cengiz. Ben de görev yaptım Güneydoğuda" diyorum,soğukkanlılığımı hiç bozmadan."Bırakın şimdi Güneydoğuyu filan. Konumuz o değil ki" diyor Sabri.Hemen atlıyorum bu lafın üzerine:"Sabri Müdürüm haklı, önce Đstanbulu konuşalım sonra döneriz Güneydoğuya. BugünMalikin evine girerken görülmüşsün Cengiz. Tam cinayet saatinde..."Siyah kaim kaşları çatılıyor:"Yalan!" diye bağırıyor, "yalan söylüyorsun.""Yalan söylemediğimi biliyorsun. Bana öğleden sonra Sabri Müdürümleyim dedin."Okul arkadaşıma dönüyorum. "Öyle miydi? Senin yanında mıydı?""Yoo" diyor Sabri. "Saat iki gibi emniyete gideceğim diye ayrılmadın mı yanımdanCengiz?""Ayrıldım, gittim, zaten emniyetteydim.""Konuştukça batıyorsun Cengiz. Hiç inkâr etme, çok güçlü deliller var. Malikintırnaklarının arasından senin kaşmir paltonun iplikçikleri çıktı."Sözlerim ağır birer yumruk gibi patlıyor suratında, ama sorguda o da benim kadardeneyimli, çabuk toparlanıyor:
  • "Koca Đstanbul’da lacivert kaşmir paltosu olan bir tek ben varım çünkü.""Zekeriyayla konuştum Cengiz, babasının dostu olduğunu söyledi.""Evet, çocuğu kandırmışsın." Önemli bir açığımı yakalamış gibi Sabriye dönüyor."Çocuğa yalan söylemiş Müdürüm, az önce telefonla konuştum. Ben öyle bir şeysöylemediğim halde, Cengiz Müdürüm başsağlığı diledi, sizin eski dostunuzmuş demiş.Çocuk da ne bilsin, oyununa gelmiş bunun."Sabrinin kafası karışıyor, ama yine de doğru soruyu soruyor:"Nasıl bir oyunmuş bu?""Güya onu Zekeriyaya ben yollamışım, benim adıma başsağlığı dilesin diye... Anlıyormusun Müdürüm. Yani beni suçlamak için Zekeriyayı kandırıyor...""Bırak bu boş laflan" diye kesiyorum sözünü. "Sen Maliki tanıyor muydun, tanımıyormuydun?""Tanıyordum.""O zaman Malikten bahsettiğim zaman neden bunu söylemedin?""Bana Malikten hiç bahsetmedin..."O kadar çaresiz ki, artık açıkça yalan söylemekten çekinmiyor. Her türlü vuruşunserbest olduğu bir savaş bu."Asıl yalanı sen söylüyorsun Cengiz" diyorum. "Senin bu kadar alçalacağınıdüşünmezdim.""Doğru konuş!"Cengizin alnındaki damar yeniden atmaya başlıyor ve ani bir kararla elini belineuzatıyor. Ben sadece bakıyorum, değil elimi oynatmak, gözlerimi bile kırpmadanbakıyorum."Çeksene Cengiz" diyorum, meydan okuyan bir sesle. "Biliyorsun âdettendir. Elinsilaha uzandı mı çekeceksin." Bir an masada büyük bir sessizlik oluyor.Sabri, "Ne yapıyorsunuz siz?" diyerek Cengizin silaha uzanan elini tutuyor. "Birbirinizimi vuracaksınız?"Cengiz yaptığı yanlışın farkına vararak, elini belinden çekiyor."Baksanıza Müdürüm, insanı çileden çıkarıyor bu adam."Arkama yaslanarak, onu öfkelendirmeyi sürdürüyorum:"Yazık Cengiz, yazık. Kendini kaybediyorsun. Oysa cinayetleri işlerken oldukçasoğukkanlıymışsın."Đyice köpürüyor Cengiz:"Ben cinayet işlemedim. Anlıyor musun, ben kimseyi öldürmedim.""Görgü tanıkları öyle söylemiyor ama...""Müdürüm" diyerek Sabriye dönüyor Cengiz. "Lütfen, şu adama bir şey söyleyin.Engel olun. Yoksa elimden bir kaza çıkacak."Sabri biraz da ortamı yumuşatmak amacıyla:"Tamam, Nevzat" diyor otoriter bir ses tonuyla, "uzatma artık, tanıklarım, delillerimvar diyorsun, getir görelim. Bak, Cengiz ben masumum diyor. Eminim onun da tanıkları,delilleri vardır. O da getirsin. Şimdi burada birbirinizi suçlamanın, birbirinize hakaretetmenin anlamı yok. Belli ki bir yanlışlık var. Yarın oturur hallederiz. Sabah dokuzdasizin oraya geleceğim. Đkiniz de elinizdekileri koyarsınız, gerçek ortaya çıkar. El sıkışırgörevinize kaldığınız yerden devam edersiniz." Cengizin koluna dostça dokunuyor."Nevzata da çok kızma. Sana karşı kişisel bir kini olduğunu sanmıyorum. O göreviniyapıyor. Ama belli ki yanlış bilgilenmiş...""Yanlış bilgilenmiş olabilir Müdürüm. Başından bana sorsaydı, mesele kalmazdı. Benarkamdan iş çevirmesine kızıyorum. Ben onun müdürüyüm. Öğrendiklerini ilk benimle
  • paylaşması gerekmez miydi? Hele birileri beni suçluyorsa bunu ilk bana sormasıgerekmez miydi?""Haklısın..." Dönüp bana bakıyor. Aslında durumun bal gibi farkında ama oynamayıseçiyor. "Fakat Nevzatı da suçlayamıyorum. Belki kendini soruşturmanın heyecanınakaptırmıştır." Sabrinin bu ikiyüzlü laflarına dayanamıyorum artık:"Ben soruşturmanın heyecanına filan kapılmadım. Eğer ortalıkta tanıklar, somutdeliller olmasa kimseyi suçlamam. Özellikle de kendi müdürümü. Benim alnımda aptalmı yazıyor? Emin olmadığım bir konuda kendi müdürüme iftira edeceğim. Hem decinayet işledi diye. Siz beni bu kadar salak mı sanıyorsunuz... Yok Sabri, bence büyükyanlış yapıyorsun. Eğer bu adamı hemen, şu anda tutuklamazsan, ne yarın sabahgörebilirsin, ne de başka bir zaman. Eğer buradan elini kolunu sallaya sallaya çıkarsa,bir daha onu bulmak çok zor olacak.""Saçmalama" diyor Sabri. "ileri gitmeye başladın ama Nevzat. Yarın, dedim. Yarınsabah bu meseleyi karşılıklı oturup çözeceğiz. Hem sakinleşmiş de oluruz."28Çobanı vur da, koyunlar darmadağın olsun.Eski Ahit, Zekarya, 13:7Cengiz kendinden emin, hâlâ masum adamı oynuyor; içini derin bir endişe kaplasabile, hiç acelesi yokmuş gibi, hayat normal yolunda akıyormuş gibi Sabrinin karşısındaoturmayı sürdürüyor. Benimle göz göze gelmemeye çalışarak ardı ardına rakısınıyudumluyor. Yudumlasın bakalım, oyun oynayacak vaktim yok, benim acelem var.Cengizin benden önce davranıp, olaya el koymasından, Can ile sağ kolu bilekten kesikotoparkçıyı korkutup ifadelerini değiştirmeye çalışmasından, delilleri karartmasındançekmiyorum. Bu yüzden, Cengizin Sabriyi etkilemesini göze alarak, tartışmamızınüzerinden bir saat bile geçmeden, izin isteyip kalkıyorum. Tahmin edilebileceği gibiSabri ilk karşılaştığımızdaki gibi sıcak değil. Biraz daha kal bile demiyor. Sadece:"Yarın görüşürüz Nevzat" demekle yetiniyor.Adam haklı! Oturmuş güzel güzel yemeğini yiyor, astlarıyla sohbet ediyordu, gecesininiçine ettik, iş çıkardık başına. Hem de bütün teşkilatı ayağa kaldıracak bir iş. Neyse, buartık Sabrinin sorunu. Polis Evinden çıkar çıkmaz, hızla merkeze dönüyorum. Zeynepilaboratuarda Gabrielin ağız içinden DNA örneğini alırken buluyorum. Ali ise çolakotoparkçının ifadesini yazdırmakla meşgul. Aferin çocuklara, bir dakika boşdurmamışlar. Ben de aşağıya nezarethaneye iniyorum. Üç odadan biri Pakistandangelen kaçak göçmenlerle, öteki asayişi bozmaktan gözaltına alman zanlılarla dolu.Can’ı tek odaya koymuşlar. Sıralardan birine uzanmış, üzerinde bir battaniye var. Bu,Zeynepin marifeti olmalı. Beni fark eder etmez doğrulmaya çalışıyor, ama canı o kadaryanıyor ki bu işi güçlükle başarıyor. Sanki yüzü biraz daha şişmiş gibi, ama açık gözüumutla parlıyor:"Merhaba Başkomiserim."Sesi güzel bir haber duyacak olmanın beklentisi içinde."Nasılsın Can?" diyorum."Daha iyiyim. Hastanede ağrı kesici verdiler. Yalnız tahta biraz sert, her yanımağrıyor.""Sana bir battaniye daha versinler, altına serersin."Açık gözündeki umut anında kararıyor.
  • "Bu gece burada mı kalacağım?""Öyle görünüyor Can. Ama merak etme, yarın seninle işimiz bitmiş olur.""Benim ifademi aldılar zaten.""Savcılık da almak isteyebilir.""Şimdi eve gitsem de yarın...""Olmaz Can. Seni bırakamayız. Katil olduğunu söyleyen görgü tanıkları var.""Ama ben suçsuzum.""Öyle olduğunu bilsek bile seni bırakamayız. Ne yazık ki bu gece misafirimizsin. Hemburada kalman senin için daha iyi. Dışarısının yeterince güvenli olduğunu sanmıyorum."Can’ın tek gözü endişeyle bakıyor yüzüme."Korkacak bir şey yok" diye yatıştırıyorum onu. "Biz sabaha kadar buradayız.Uyumaya çalış. Yarın savcılığa çıktıktan sonra her şey belli olur."Gitmek üzereyken:"Başkomiserim." Sesinde yardım dileyen birinin ezikliği var. "Başkomiserim, benimsuçsuz olduğumu anladınız değil mi?""Anladık Can, anladık. Hadi, sen şimdi biraz uyumaya çalış."Aslında onu yukarıya, odama alabilirim ama işi kitabına göre yapmak istiyorum.Hakkımda soruşturma açılırsa, bu tür küçük yanlışlıklar yöneticilerin gözüne çok batar.Nezarethaneden ayrılırken, nöbetçi memuru sıkıca uyarıyorum:"Eğer Cengiz Müdür buraya gelirse, derhal beni arayacaksın. Ve bundan onun haberiolmayacak. Ben sabaha kadar odamdayım. Anlaşıldı mı?""Anlaşıldı" diyor genç memur. "Hiç merak etmeyin Başkomiserim."Artık Cengizin gelmesini beklemekten başka yapacak iş kalmıyor. Ama Cengizgelmiyor. Odama çıkıp, Nusretten aldığım dosyadaki bilgileri yeniden gözdengeçiriyorum. Zeynep, Gabrielin DNA örneği üzerinde çalışıyor, Ali, çolak otoparkçınınifadesini tamamlıyor, Cengiz gelmiyor. Zeynep, Malikin evinde merdivenin altındabulunan kan ile başsız bedenden aldığı kanı karşılaştırıyor,Đkisinin de maktule ait olduğunu saptıyor, Cengiz gelmiyor. Ali taze çay demletiyor bize,Zeynepi karşı çıkışma aldırmadan evine yolluyoruz, Cengiz gelmiyor. Gece sona eriyor,Ali karşımdaki koltukta sızıyor, ben üşüyorum, pardösümü üzerime alıyorum, Cengizhâlâ yok. Pısırık kış güneşi penceremin camına vuruyor, artık benim de başım düşmeyebaşlıyor, Ali uykunun en derin yerinde horlamaya başlıyor, Cengiz yok. Kalkıp yüzümüyıkıyorum, lavaboda tıraş oluyorum, Ah uyanıyor, Cengiz gelmiyor. Simit, kaşar, çaylakahvaltı ediyoruz. Can’a da kahvaltı yolluyoruz. Kahvaltıdan sonra Ali, Mor GabrielManastırı yakınlarındaki çatışmada felç olan Mehmet Uncu adındaki komiserin evinegidiyor, Cengiz yine ortalıkta yok. Zeynep geliyor, sekreterinin anahtarıyla Cengizinodasının kapısını açtırıyoruz, koltuktan iplikçik örnekleri alıyoruz. Zeynep laboratuardaMalikin tırnağındaki iplikçik ile Cengizin koltuğundan alman iplikçikleri karşılaştırıyor.Her ikisinin de aynı kumaştan olduğunu saptıyor. Cengiz gelmiyor. Saat dokuz oluyor,Sabrinin arabası emniyetin bahçesine giriyor. Müdürler kapıda karşılıyor onu ama Sabrionlara fazla yüz vermiyor, Cengizin gelmediğini öğrenince doğrudan odama geçiyor,karşılıklı oturup kahvelerimizi içiyoruz, Cengiz hâlâ yok. Artık ikimiz de biliyoruzCengizin kaçtığını. Yine de emin olmak istiyor Sabri. Cep telefonundan arıyor onu.Telefon kapalı. Ama yılmıyor, Cengizin sekreterini çağırtıyor. Sekreterin hiçbir şeydenhaberi yok."Evini bağlayın" diyor, "Cengizle konuşmak istiyorum. O yoksa karısı ya daçocuklarıyla, kimi bulursanız."Karısı çıkıyor telefona. Son derece nazik bir üslupla, kısa bir konuşma yapıyor Sabri.Telefonu kapayınca açıklıyor bana:
  • "Cengiz kaçmış. Karısına, Đstanbul dışına, göreve gidiyorum demiş. Fazla bir şeybilmiyor kadıncağız. Haklıymışsın Nevzat, adam hakikaten suçluymuş galiba."Dün gece Cengizi gözaltına aldırmadığı için utanacağını, benden özür dileyeceğinisanıyorum, oysa eski okul arkadaşımın akşamdan kalma yüzünde rahat bir ifadebeliriyor:"Böylesi daha iyi oldu Nevzat" diyor, "Cengiz kendi ip;m kendi eliyle çekti. Sensoruşturmanı tamamla, tanıkları, delilleri savcılığa ver, bundan sonra mahkemeuğraşsın onunla Artık teşkilatta hiç kimse bizi suçlayamaz."îyi de adamı kaçırdık elimizden diyecekken telefonum çalmaya başlıyor; arayan Ali:"Başkomiserim buraya gelseniz iyi olacak."Aklım Cengizde olduğundan kafayı toparlamam zor oluyor."Sen nerdesin Ali?""Mehmet Uncunun evinde Başkomiserim. Hani şu Fatih lakaplı, kötürüm komiser...""Sahi, oraya gitmiştin değil mi?""Evet, Başkomiserim adamın evindeyim..."Sesi niye böyle tuhaf çıkıyor."Yoksa...""Evet, Başkomiserim, burası çok kötü kokuyor. Adam birkaç gün önce öldürülmüşolmalı.""Nasıl öldürülmüş?""Şu haç kabzalı bıçaklardan biriyle, Selim Uludere cinayetinde olduğu gibi. Ama budefa katil bir darbede bitirmiş işini. Başka bir farklılık da kurbanı çarmıha germiş.""Adam tekerlekli sandalyede değil mi? Nasıl çarmıha germiş.""Adam hâlâ tekerlekli sandalyede de, ellerini iki yana açıp, ahşaba çivilemiş. Yarımçarmıha geriliş diyebiliriz."Benim şaka kaldıracak halim yok."Kutsal Kitap, altı kanla çizili yazılar, şu Hıristiyan ritüelleri" diye soruyorum ciddi birsesle. "Katil bize bir işaret, mesaj filan bırakmamış mı?""Bırakmış, Kutsal Kitap da var, mesaj da. Hem de mesajı iki kez bırakmış, ilki KutsalKitaptaki bir satırın altını çizerek, ikincisi televizyonun camına yazarak. Çobanı vur dakoyunlar darmadağın olsun diyor.""Zekarya Peygamberin sözlerinden biri değil mi bu?""Evet, Başkomiserim, Selim Uluderenin evinde altı çizilen satırın devamında böyleyazıyordu. Zeynepte Kutsal Kitap olacaktı. Gelirken o kitabı da alırsanız, kontrolederiz.""Tamam, Alicim, Zeyneple birlikte geliyoruz..."Telefonu kapatırken soruyor Sabri:"Neler oluyor? Yeni bir cinayet mi?""Cengizin öteki arkadaşı. Midyatta yaralanarak kötürüm kalan komiser. O daöldürülmüş..."Sabrinin gözlerindeki sükûnet darmadağın oluyor. Bu davanın öyle kolay kolaykapanamayacağım anlamaya başlıyor."Bu da mı Cengizin işi?""Başka kimin olacak? Sanırım öyle."Derinden bir iç geçiriyor:"Nasıl bir olayın içine düştük böyle. En sağlam adamımız katil çıkıyor. Kimegüveneceğimizi şaşırdık."
  • "Hırs insana her şeyi yaptırıyor Sabri. Cengizin gözü yükseklerdeydi. Öldürülen üçkişi, ona ayak bağı olacak şahıslardı. Hepsini ortadan kaldırarak sorunu kökündençözdü.""Đnsanın inanası gelmiyor Nevzat.""Öyle, ben de ilk duyduğumda inanamamıştım.""Neyse, bakalım bu çileli baş daha neler görecek." Bir süre sonra oturduğu yerdenkalkıyor, "Peki Nevzat, bu iş senin üzerinde. Şu andan itibaren benim desteğim dearkanda. Gözünü seveyim, bir an önce bu meseleyi halledelim. Tabiî basının dilinedüşmeden."Bir an Cengizle konuşur gibi hissediyorum kendimi. O da her konuşmanın sonunda,aman basın duymasın diye ikaz etmeden duramazdı.Sabriyi arabasına bindirip gönderdikten sonra, ben de Zeyneple birlikte MehmetUncunun Seyrantepedeki evinin yolunu tutuyorum.Alinin söylediği kadar var. Kapı açılır açılmaz, çürümekte olan ceset kokusu çarpıyoryüzümüze. Ahşana kadar mendillerimizle kapatıyoruz burnumuzu. Henüz Şefik ile ekibiortalıkta yok. Çok sürmez, birazdan onlar da damlar. Ali ortama alışmış. Maktulünmutfağında kendine bir neskafe bile yapmış. Elindeki kupaya yadırgar gibi baktığımıgörünce:"Ayılmak için" diyor, "akşam doğru dürüst uyuyamadık ya Başkomiserim. Đstersenizsize de yapayım.""Sağ ol ben istemem.""Ben de istemem" diyor Zeynep. "Sen içeri nasıl girdin?""Kapıcı sağ olsun, yedek anahtar varmış."Bu kez ben soruyorum:"Ya katil nasıl girmiş?""Normal yoldan Başkomiserim. Yani kapıyı çalarak. Tıpkı Selim Uludere cinayetindeolduğu gibi, ne kapı zorlanmış, ne de pencereler. Đçeride hiçbir boğuşma işareti yok.Yani maktul, katili tanıyormuş.""Maktul nerede?""Salonda Başkomiserim." Eliyle uzun, karanlık koridoru gösteriyor. "Gelin, şuradangeçeceğiz." Koridordan geçerken, dağınık büyükçe bir oda görüyoruz. "Yatak odası,ama adam salonda yatıp kalkıyormuş. Kansı bunu terk edince, iyice bırakmış kendini.Bir bizim Yusuf ziyaret ediyormuş onu, bir de Cengiz Müdürümüz.""Bunları nasıl öğrendin?" diye soruyor Zeynep."Yandaki komşuyla konuştum. Sıdıka Teyze. Çok tatlı bir kadın. Konuşmaya dameraklı. Mehmet vurulmadan önce çok güzel bir evliliği varmış. Karısı Şükran,Mehmete deli gibi âşıkmış. Ancak omuriliğini parçalayan şu kurşun, Mehmeti sadecekötürüm bırakmamış, aynı zamanda erkekliğini de almış. Karısı Şükran bunuönemsemez görünmüş. Ama Mehmet önemsemiş. Hastaneden çıktıktan birkaç ay sonrasaldırganlaşmaya başlamış. Adamcağız, yeni durumunu kabullenememiş anlaşılan. Birsüre sonra açıkça paranoyaya sardırmış, çarşıya, pazara giden Şükran biraz geç kalsa,Neredeydin? Sen beni aldatıyorsun demeye başlamış. Yandaki Sıdıka Teyzeye göre,Şükran hiçbir zaman Mehmeti aldatmamış. Ama sen bunu Mehmete anlat. Bir gecetabancasını çekmiş, Şükranı öldürmeye kalkmış. Kadıncağız canını zor kurtarmış. Buolay birkaç kez tekrarlanınca, Şükranın ailesi bakmış bu adam kızlarını öldürecek,boşanma davası açmışlar. Kızlarını da bir daha Mehmetin yanına yollamamışlar. Arayaricacılar, minnetçiler girmiş, ama Şükran kocasına dönmemiş. Allahtan çocuklarıyoktu diyor Sıdıka Teyze, sersefil olurdu yavrucaklar Kansı evden gidince, iyiceçıldırmış Mehmet, işte o sıralarda Selim ziyaretlerini sıklaştırmış..."
  • "Selim olduğunu nereden biliyorsun?" diye soruyorum."içerdeki dolaplardan birinde Selim, Mehmet ve bizim Cengiz Müdürün birlikteçekilmiş fotoğraflarını buldum. Sıdıka Teyzeye gösterir göstermez tanıdı ikisini de.Cengiz Müdürümüz de sık sık gelirmiş."Ali anlatırken koridoru geçip, kokunun iyice yoğunlaştığı salonun kapışma geliyoruz."Yardım eden kimse yok muymuş Mehmete?" diye soruyor Zeynep."Kimseyle geçinemiyormuş ki Zeynep. Bir sürü hastabakıcı tutmuşlar. Hepsiyle kavgaetmiş." Eliyle salonun sağ tarafını gösteriyor, "işte cesedimiz de burada."Eski meslektaşımızın yüzü kireç rengine dönmüş, donuk gözleri sol tarafta birnoktaya kilitlenmiş. Baktığı yöne dönünce, yetmiş ekran bir televizyon görüyoruz.Televizyon çalışmıyor, camında, kurumuş kırmızı bir sıvıyla, Alinin telefonda okuduğusözler yazılı: Çobanı vur da koyunlar darmadağın olsun. Yeniden cesede dönüyorum.Tekerlekli iskemlesinde oturuyor. Göğsünün sol tarafına Selim Uluderenincesedindekine benzer, haç kabzalı bir bıçak saplı. Sarı gömleğinin sol tarafı koyu birkırmızıyla boyanmış. Kollan, uçmaya hazırlanan irice bir kuşun kanatlan gibi yanlaraaçılmış, iki iri mıhla, arkadaki dolaba çakılan avuçlarında kurumuş kan lekeleri.Ali, maktulün dizlerinin üzerinde açık duran Kutsal Kitapı işaret ediyor:"Kitabımız da burada."Zeynep eğilip kitaba bakıyor:"Aynı satırın altını çizmiş. Çobanı vur da koyunlar darmadağın olsun. Büyük olasılıklamaktulün kanıyla. Evet, işte Mor Gabriel yazısı da sayfanın kenarında.""Gördüğünüz gibi katilimiz bütün ritüelleri yerine getirmiş" diye açıklıyor Ali.Zeynep başını kitaptan kaldırarak, etrafa bakmıyor: "Ortalık ne kadar pis, adamburadan çıkmıyormuş galiba." Kahvesinden bir yudum alan Ali, onaylıyor: "Haklısın,adam burada yaşıyormuş." Geniş masanın üzerindeki piknik tüpünü, toplanmamışkahvaltı malzemelerini gösteriyor. "Yemeğini burada pişiriyor, burada yiyormuş. Sonrada bütün gün televizyon izliyormuş."Ali ile Zeynep artık birbirlerini iğnelemiyorlar, Can olayından sonra aralarınındüzelmesine seviniyorum. Ama şimdi, aşka meşke vakit ayıracak sıra değil."Selimin evinde bulduğumuz mektupta" diyorum, "oldukça aklı başında şeylersöylüyordu. Onları yazan birinin daha makul biri olmasını beklerdim.""Ama o mektubu yazarken hastanedeymiş Başkomiserim.""Nerden biliyorsun Zeynep?" diye soruyor Ali. "Mektupta yazıyordu. Hatırlamıyormusunuz?" Evet, öyle yazıyordu galiba. AK ile benim emin olamadığımızı anlayınca,geniş çantasını açıyor, içinden Kutsal Kitap ile Selimin evinde bulduğumuz mektubunfotokopisini çıkarıyor."Mektubun bir örneğini yanıma aldım. Ne de olsa Mehmet hakkındaki tek kanıtelimizdeki bu mektup.""Bravo Zeynep" diyorum. "Şunu bir de okursan, hafızalarımızı tazelemiş oluruz."isteğimi hemen yerine getiriyor:Sevgili kardeşim, nasılsın, iyi misin? Đnşallah iyisindir. Beni soracak olursan, hergeçen gün biraz daha iyiye gidiyorum. Başıma gelenleri kabullenmeye başladım.Kabullenmek beni rahatlatıyor. Ama mektubundan anladığım kadarıyla sen pek rahatdeğilsin. Mektubun isyan dolu, hastaneye ilk geldiğim günlerde ben de öyleydim. Amasonra bunun kaderim olduğunu anladım ve Allaha sığındım. Şimdi onun Kutsal kitabınıokuyorum. Onun sözlerini okumak bana huzur veriyor, inan bana ağrılarım bile azalmayabaşladı. Sen de oku, huzuru ancak böyle bulabilirsin, isyan etmek, küfür etmek,dünyaya kızmak çözüm değil. Bu bizim kaderimiz, üstelik bu kaderi biz seçtik. Başınagelenleri kabul et, inan bana rahatlayacaksın.
  • Hastaneye gelmek istediğini yazmışsın, bu doğru olmaz. Buna gerek de yok. Sağolsun Timuçin beni hiç yalnız bırakmıyor, yapılması gereken ne varsa hepsini yapıyor.Sen kendine dikkat et, yeter. Hiç değilse senin iyi olduğunu bileyim.Timuçin biraz para sorunun olduğunu söyledi. Sakın bir delilik yapma Sakın emanetikimseye gösterme. Yalanda elime toplu para geçecek, sana yollarım. Timuçin de birşeyler ayarlayacağını söylüyor. Ona kızıyormuşsun, yanlış! Timuçin bize hep ağabeylikyaptı, hep bizim iyiliğimizi istedi. Onun söylediklerini yapsaydık, başımıza bunlargelmezdi. O ikimizden de tecrübeli, ikimizden de akıllı. Onun söylediklerini dinlersen iyiolur.Aslında ben de seni çok özledim. Ne kadar oldu görüşmeydi, ama çok sürmeyecekyakında beni taburcu edecekler, o zaman eve gelirsin, rahatça görüşür, hasret gideririz.Allahın selamı ve rahmeti üzerine olsun.Kardeşin FatihOkumayı bitiren Zeynep:"Gördüğünüz gibi bu mektubu yazarken Mehmet hâlâ hastanede" diye açıklıyor."Hatta Selime hastaneye gelme diyor." Bana dönüyor Zeynep. "HaklısınızBaşkomiserim, henüz bunalıma girmemiş. Kötürüm olarak da mutlu olabileceğineinanıyor. Hastanedeyken henüz umutlan kırılmamış. Demek ki hastaneden çıkınca,normal yaşamı kaldıramadı."Zeynep anlatırken, kim bilir Mehmetin durumunda olan ne kadar çok insan vardır diyedüşünüyorum. Güneydoğuda savaşırken sakat kalan kaç polis, kaç asker, kaçvatandaşımız vardır böyle... O çalışmaların görünmeyen yüzünde ne kadar çok insanîdram gizli."Üçünün içinde en delisi de Selimmiş galiba."Tahminde bulunan Ali."Öyle olmalı Ali" diyorum. "Herife Yavuz ismini boşa takmamışlar."Elindeki kupayla, cesedi işaret ediyor Ali:"En garibanı da şu zavallı olmak. îlk o harcanmış zaten."Biz konuşurken, Zeynep mektubu katlayıp, Kutsal Kitapın arasına koyuyor, sonra daeldivenlerini eline geçirip cesetle ilgilenmeye başlıyor. Onun işi uzun sürecek."Başka bir şey buldun mu?" diye soruyorum Aliye."Şu fotoğraf dışında bir şey yok Başkomiserim.""Ama Mehmet, Selime mektup yazdığına göre, öteki de buna yazmış olmalı. Mektup,not falan bir şey görmedin mi?""Görmedim. Selimi korumak için, mektupları yırtıp atmıştır. "Mantıklı, Cengiz de, Mehmet de onu korumaya çalıştılar. Selimin gerçek kimliğini gizlitutmak için ellerinden ne geldiyse yaptılar. Cengizi anlıyorum da Mehmet bunu nedenyapsın? Arkadaş oldukları için herhalde. Çünkü Selimin geçirdiği cinnetin bir nedeni dekendisinin vurulmuş olmasıydı. Belki böyle düşündü. Belki de Selimi gerçektenseviyordu, tıpkı Cengizi sevdiği gibi. Mektupta Cengizden büyük bir saygıylabahsediyor. Belki Cengiz ikisini de derleyip toparlayan adamdı. Ama kaderin cilvesinebakın ki o adam, yakasını kurtarmak için en yakın iki arkadaşını öldürdü. Üzüntüduymuş mudur acaba? Olaydan sonra benimle konuşmalarını hatırlıyorum, Seliminölümünü anlatıyordum, umursamıyordu bile. Öyle duyarsız, öyle aldırmazdı ki. Belki derol yapıyordu."Nerede şu fotoğraf?"Ali deri ceketinin cebinden bir delil zarfı çıkarıyor. Fotoğraf onun içinde. Epeyce eskibir fotoğraf bu; kâğıdı sararmış. Üçü de en az yirmi yaş genç. Sivil giyinmişler, ortadaCengiz, sağ yanında Selim, sol yanında Mehmet. Kollarını birbirlerinin omzuna
  • atmamışlar, son derece ciddi duruyorlar. Yüzlerinde dünyaya meydan okuyan bir ifade.Polis memurlarından çok, inançlı militanlarda ya da kavga adamlarında görülen türdenbir ifade bu."Bu ceset en az dört günlük olmalı" diyen Zeynepin sesiyle dağılıyor düşüncelerim.Bir yandan konuşuyor, bir yandan da maktulün gözkapaklarının altına bakıyor. "Gerçikaloriferi de sıkı yakıyorlar burada ama evet evet... Bu ceset en az dört günlük olmalı.Belki de Selimin cesedini Elmadağda bulduğumuzda, Mehmet çoktan öldürülmüştü."Đşte bu çok önemli bir nokta."Bundan ne zaman emin olabiliriz?" diye soruyorum."Birkaç test yapmam lazım. Bu gece söyleyebilirim.""Çok iyi Zeynepçim."Bu arada Ali, Zeynepin getirdiği Kutsal Kitapı açmış, Zekarya Peygamberin sözlerinibulmuş okuyor:"Uyan, ey kılıç! Çobanıma, yakınıma karşı harekete geç." Ali bize doğru bakıyor."Selimin evindeki kitapta altı kanla çizilen satır buydu. Zekarya Peygamberin buparagrafta söylediklerini baştan okuyacak olursam şöyle devam ediyor: Uyan ey kılıç!Ç0_ banıma, yakınıma karşı harekete geç diyor her şeye egemen Rab. Çobanı vur dakoyunlar darmadağın olsun." Başını okuduğu satırlardan kaldırıyor. "Şu öldürülençobanı kastetmiyor değil mi? Gabrielin abisi Yusufu diyorum."Zeynepin bakışları bir an cesetten uzaklaşıp, Alinin elindeki kitaba kayıyor:"Sanmam" diyor, "neden çobandan bahsetsin ki? Eğer Cengiz, geçmişindeki karanlıksayfalan yok etmek için bu cinayetleri istediyse, o olayları hatırlatacak satırları niyeseçsin?"Alinin yanıtı hazır:"Kafa karıştırmak için. Cinayetleri Süryanîlerin ya da gizli bir Hıristiyan tarikatınınişlediğini düşündürmek için. Hatırlasanıza, biz bile bu cinayetlerin gizli bir Hıristiyanmezhebiyle bağlantılı olabileceğini düşünmedik mi?""Haklısın, düşündük" diyor Zeynep, gözleri yeniden maktulün solgunlaşmış teninekayıyor. "Ne bileyim, koca Kutsal Kitapta, o çoban cinayetini hatırlatacak buparagraftan başka altını çizecek bir satır bulabilirdi.""Belki de, Cengiz Müdür bu işe karşı çıktı" diye atılıyor Ali. "Çobanın öldürülmesineyani. Zaten ilk altı cinayet işlenirken orada bulunmuyormuş. Sonra Selim kendinikurtarmak için çobanı öldürme senaryosunu gündeme getirince Cengiz karşı çıkmışolabilir. Belki Selim onu tehdit etti..."Alinin varsayımını inandırıcı bulmuyor Zeynep:"O da bu tehdide boyun eğdi. Yok, canım Cengiz Müdür öyle kuru gürültüye pabuçbırakacak bir adam değildir.""Tamam, sağlam adamdır ama bunlar da eski arkadaş. Belki Selim onun bir açığınıbiliyordu. Belki Mehmetle birlikte tehdit ettiler onu. Neler olup bittiğini tam olarakbilmiyoruz ki.""Peki sen ne düşünüyorsun Zeynep?" diye giriyorum araya. "Bu cinayetleri Cengizişlemedi mi sence?""Tam olarak öyle bir şey söylemiyorum Başkomiserim. Sadece kafamdaki sorularınyanıtlarını arıyorum. Yani Cengizin böyle bir paragrafı seçmesi size mantıklı geliyormu?""Çok saçma gelmiyor aslında. Cengiz, cinayetleri hayalî bir Hıristiyan örgütüneyüklemek istiyor. Şu günlerde Hıristiyanlık üzerine filmler, romanlar da modayken,böyle düşüneceğimizi biliyor. Ki, Alinin de söylediği gibi başlarda öyle düşündükzaten."
  • "Yani siz bu işi kesinlikle Cengiz mi yaptı diyorsunuz?""Malikin ölümünde onun parmağı olduğu kesin. Selim ile bu cinayete gelince, nelerolup bittiğini öğrenmeden katil odur diyemem Ama bu, üç cinayette de Cengizin başzanlı olduğu gerçeğini değiştirmiyor."29Bu ülke, gerçekten çok acımasız be Başkomiserim.Akşama doğru, taşlar yerine oturmaya başlıyor. Delilleri inceleyen, tanıkları dinleyensavcılık, istediğimiz emirleri çıkarıyor. Đlki, Selim Uluderenin sahte mezarında yatanceset ile Gabrielin DNAların karşılaştırılması için izin emri. Bakalım tahmin ettiğimizgibi şu zavallı çoban mı çıkacak Selim Uluderenin mezarından? Đkincisi ve en önemlisiise Cengizin tutuklanma emri. Đşin en kötü tarafı öğleden sonra Cengizin evindeyaptığımız arama oluyor. Ne kadar nazik olmaya çalışırsak çalışalım, karısı NeslihanHanım, kötü bir şeyler olduğunu anlıyor."Neler oluyor Nevzat Bey?" diye soruyor. "Siz ne yapıyorsunuz burada?" Gözleri sizdenbunu ummazdım dercesine bakıyor. "Cengiz, sizi severdi, size büyük saygı duyardı.""Bir soruşturma yürütüyoruz" demekle yetiniyorum.Ama Neslihan Hanım yakamı bırakmıyor, incecik bedeniyle dikiliyor karşıma:"Benim kocam namuslu bir polistir..." Gözyaşlarına boğulmasına aldırmadansürdürüyor. "Kaç kere yaralandı, kaç kere ölümlerden döndü.""Merak etmeyin, eğer suçsuzsa..." diyecek oluyorum."Siz ne suçundan bahsediyorsunuz Nevzat Bey" diye kesiyor sözümü. Elindeburuşturduğu mendille gözyaşlarını silerek sürdürüyor konuşmasını. "Benim kocamsuçlu filan olamaz. Ne yaptıysa devleti için yapmıştır. Devlet böyle mi ödüllendiriyorkendisine hizmet edenleri?"Gözyaşlarının bile yumuşatamadığı bir kararlılıkla yüzüme bakmayı sürdürüyor.Evgeniayı hatırlıyorum, işte ona anlatamadığım buydu. Bir polisle evlenmek, onun işiylede evlenmek demektir. Onun başına gelebilecek her türlü belayla, acıyla, kederleevlenmek demektir. Karşımda dikilen bu çaresiz kadının şu anda yaşadıkları gibi.Sonunda Neslihan Hanım, öfkeyle çekip gidi, yor yanımdan, iyi ki gidiyor, çünkü buzavallı kadına, senin kocan bir katil diyecek halim yok. Zaten tahmin ettiğim gibi evdehiçbir şey de bulamıyoruz.Artık onu yakalamamız çok zor. Tanıdığı birçok polis ona yardım edecek, çünküzamanında Cengiz de onlara yardım etmiştir. Eğer şansımız yaver gitmezse ya dakendisi gelip teslim olmazsa, onu yakalamamız yıllar sürebilir. Ama yine de aramayabugünden başlayacağız, en azından kâğıt üzerinde.Merkeze dönerken, yine o yenilmişlik duygusunu hissediyorum içimde. Hayır, neCengizi elimizden kaçırdığımız için, ne de evinde delil bulamadığımızdan. Aslındabaşarılı sayılırız, yıllar önce işlenen yedi cinayet açığa çıktı, adalet gerçekleşmese de,yaptıkları suçluların yanına kâr kalmadı, ama bunun ödülü ne? Olan bitenden habersiz,kocasını yitiren bir kadının gözyaşları. Bir keresinde, galiba epeyce de sarhoşken,Evgeniaya:"Çok param olsa, bir çiçekçi dükkânı açar, gelen geçene bedava dağıtırdım"demiştim. "Hiç değilse yaptığım iş, insanları mutlu eder."înce, uzun parmaklarıyla çeneme dokunmuş:
  • "Olmaz be Nevzat" demişti. "Đnsanları mutlu etmek için çiçek vermek yetmez, onlarınihtiyaçları olan şeyi vereceksin. O da çok zor. Çünkü kimin neye ihtiyacı olduğunubilemezsin. Đnsanlar çoğu zaman kendileri bile bilmiyor neye ihtiyaçları olduğunu. Seniyisi mi mesleğinin güzel yanlarını düşün. Katilleri yakalıyorsun, suçsuz yere öldürülenkurbanların haklarını koruyorsun, onların yakınlarının çektiği acıyı birazcık olsunhafifletiyorsun, bunları düşün."Ben de öyle yapıyorum zaten. Neslihan Hanım, "Benim kocam suçlu filan olamaz. Neyaptıysa devleti için yapmıştır" derken Malikin yüzünü getirmeye çalışıyorumgözlerimin önüne; Malikin kendisiyle, bütün dünyayla barışık yüzünü. Patosmakinesinde parçalanarak ölen, o Süryanî çobanı hatırlıyorum. Ama bütün bunlarmutsuzluğumu gidermiyor, tersine daha da derin bir umutsuzluğa kapılmamı sağlıyorBelki Evgenia haklı, artık bu mesleği bırakmalıyım. Belki hemen, şu anda Evgeniayıaramalı. "Yunanistana gitme. Benimle evlen. Tatavlayı birlikte işletelim" demeliyim...Aklımdan bunlar geçiyor, ama yapamayacağımı da çok iyi biliyorum. Đtiraf etmeliyim ki,ben böyle yaşamaya alışmışım, belki bütün bu belalar, acılar, üzüntüler tuhaf bir anlamkatıyor yaşamıma. Sanırım bütün bunlardan gizli bir zevk alıyorum, yoksa neden hâlaDuraçla kalayım! Öyle değil mi. Kendime de defalarca sorduğum, ama bir türlü yanıtınıbulamadığım bir soru bu.Akşamüzeri merkezden ayrılırken çıkış kapısının orada Can’ı görüyorum. Bitkin birhali var; omuzları çökmüş, ayaklarını sürüyerek yürüyor. Arkasından sesleniyorum.Sesimi duyup, geriye bakıyor, gözleri endişe yüklü. Beni fark edince tedirginliğindenkurtuluyor:"Siz iniydiniz Başkomiserim? Ben de yine bir şey çıktı sandım."Bu çocuk bütün gün burada mıydı?"Daha yeni mi bırakıyorlar seni?"Gülümsemeye çalışıyor, ama altı davul gibi şişmiş dudaklarla biraz zor oluyor."Savcılıktan döndük. Đfademde eksik bir şeyler varmış...""Hay Allah, kusura bakma Can. Sen de zor saatler geçirdin."Hiç alttan almıyor."Öyle oldu Başkomiserim, artık geçmiş olmasını umuyorum."Kendimi suçlu hissediyorum:"Eve mi gidiyorsun, istersen bırakayım seni?"Bir an duraksıyor:"Eve gidiyorum, ama biraz ters. Benim ev Sarıyer sırtlarında.Uzakmış gerçekten, ama yapacak bir işim yok; hem biraz sohbet ederim şu çocukla."Olsun, gideriz birlikte."Benim emektara yöneliyoruz. Arabanın başına gelince:"Arabanız bu mu Başkomiserim?" diyor Can. Küçümsüyor mu, şaşırdı mı, hoşuna mıgitti; bir gözü kapalı, bumu çizik, dudakları şiş olduğu için yüzündeki ifadenin neolduğunu anlayamıyorum."Evet, benim gibi biraz yaşlıdır ama iş görür" diyorum."Çok beğendim... Siz de eski eşyalarınızdan vazgeçemiyorsunuz demek. Yok,kınadığımı sanmayın sakın, ben de öyleyim. Eski hiçbir eşyamı atamam. Yaşlandığımdaevim çöple dolu olacak herhalde."Eski eşyalarıma bağlanıp kalma gibi bir saplantım yoktur, ama yine de seviniyorumböyle düşündüğüne. Bizim emektarın kapısını açıp içeri buyur ediyorum. Zavallı çocuk,yaşlı bir adam gibi ağrıyan belini tutarak oturuyor koltuğa. Kendisini toparlaması en azbir hafta alır. Ben de içeri girip, direksiyonun başına geçiyorum. Arabayı çalıştırırken:
  • "Teşekkür ederim" diyor Can. Đçerisi soğuk olduğu için, paltosuna sarınıp, koltuğabüzülerek oturmuş."Yanlış anladınız Başkomiserim, eve götürdüğünüz için de teşekkür ederim ama asılbeni cinayet suçundan kurtardığınız iç^ teşekkür ederim. Siz olmasaydınız, hâlâ içerideolurdum."Bakın o kadar da kötü değilmiş bizim meslek, Evgenianın dediği gibi mutlu ettiğimizinsanlar da var."Ben sadece görevimi yaptım" diyerek emektarı hareket ettiriyorum.Ara sokaklardan kolayca sıyrılıp ana caddeye çıkıyoruz. Çile de o zaman başlıyorzaten. Ana cadde korkunç. Akşam trafiği bir kâbus gibi çökmüş yolun üzerine. Binpişman oluyorum Can’a götürürüm dediğime; günün yorgunluğu da bastırıyor biryandan. Ama artık çok geç, çocuğu davet ettik bir kere. Arka arkaya sıralanantaşıtların arasında bizim emektara güçlükle bir yer bulup, adım adım ilerlemeyebaşlarken Can sessizliğini bozuyor:"Katil o adammış değil mi? Yani Cengiz..."Başımı çevirmeden yanıtlıyorum:"Galiba...""Galiba mı?" Canın sesi gerginleşiyor. "Gözlerimle gördüm içeri girdiğini."Usulca ona dönüyorum:"Ama Malikin kafasını kılıçla keserken görmedin..."Hayal kırıklığına uğramış birinin öfkesiyle:"Yoksa adam masum mu diyorsunuz?"Son derece sakin yanıtlıyorum:"Öyle bir şey söylemedim. Sadece cinayet suçlaması ciddi bir ithamdır demekistiyorum.""Cengizi boş yere suçladığımı mı düşünüyorsunuz? Evden çıkarken Malik Amca sağdı,sonra bu Cengiz içeri girdi, ardından adamcağızın cesedini bulduk. Siz olsanız nedüşünürsünüz?""Haklısın, ben de senin gibi düşünürdüm, ama adamı mahkûm ettirmek için dahafazlasına ihtiyacımız var. Aslında epeyce malumat topladık hakkında. Mesela şu seninYusuf Abinin de iyi arkadaşıymış. Hani Timuçin diye bir arkadaşı vardı ya Yusuf un,sana da sormuştuk.""Evet..." Açık olan tek gözü yüzüme dikili. "Ne olmuş Timuçine?""Đşte o Timuçin, bizim Cengizmiş...""Ne!" Yara bere içindeki sağ elini dizine vuruyor. "Tabiî ya, Timuçin, Cengiz Hanınöteki adı. Peki, niye takma ad kullanıyormuş?""Pis işleri varmış" diye geçiştiriyorum, amacım lafı şu sahte Yusufa getirmek. "Hemtakma ismi sadece Cengiz kullanmıyormuş. Şu senin Yusuf Abinin de ismi sahteymiş.""Yusuf Abininde mi?"Tam o sırada arkamdaki arabanın sürücüsü, ardı ardına kornaya basıyor. Adam haklı,önümüzdeki lacivert Opel ilerlemiş, neredeyse yüz metrelik bir yol açılmış. Arabamıhareket ettirdikten sonra yanıtlıyorum Can’ın sorusunu:"Evet, adamın gerçek ismi Selim. Üstelik Hıristiyan filan da değil. BildiğinMüslüman...""Müslüman mı?""Müslüman ya. Sen nasıl inanabildin Hıristiyan olduğuna?""Öyle söyledi. Yalan söylediğini nereden bileyim?" Tek gözü yüzüme dikili, ama benigörmeden düşünüyor. "Demek o yüzden Hıristiyanlık hakkında fazla bilgim yok dedi.
  • Kuşku uyandırmamak için. Ama ya bize anlattığı o rüya? Mor Gabriel... Adam Süryanîdeğil ki niye öyle bir rüya görsün?""Vicdan azabından, suçluluk duygusundan... Çünkü Mor Gabriel Manastırındançalman bir kitabı satmaya çalışıyordu.""Diatesseron...""Diatesseron ya... Yanılmıyorsam, Yusuf bu kitabın ailesinden kaldığını söylemiştisana.""Öyle demişti.""Sen de buna inandın."Sesim manidar çıkınca açıklamaya çalışıyor:"înanmayıp ne yapacaktım? Yusuf Abiyi, yani sahte Yusuf Abiyi bana Malik Amcagetirmişti. Ona güvenirdim.""Malik, Yusuf hakkında ne anlattı sana?""Fazla bir şey değil. îlk tanıştırdığında milliyetçi duygularının güçlü olduğunusöylemişti. Haklıydı, sonra ben de tanık oldum buna.""Milliyetçilik! Yani bir Süryanî olarak mı?""Bir Türk olarak.""Nasıl yani? Süryanî kökenli biri olacaksın ve Türk milliyetçiliği yapacaksın. Peki,buna şaşırmadın mı?""Şaşırmadım, çünkü Yusuf Abi bu ülkede yaşayan Süryanîlerin, Kürtlerin, Rumların,Ermenilerin hepsinin Türk olduğuna inanıyordu.""Hoşlanmamış olmalısın bu durumdan?"Anlamamış yüzüme bakıyor, Rum değil mi? Baban solcuydu.""Ha anladım" diyor rahatlamış görünerek, "evet babam solcuydu. Büyük olasılıklasolcu olduğu için öldürdüler onları. Ama o günler geride kaldı. Yusuf Abi, milliyetçigörüşlerini anlatırken aklıma bile gelmedi annem ile babam."Bense karımın ve kızımın öldürülmelerini hiç unutamadım. Onları hatırlatacak enküçük bir ayrıntı bile, dikkatimin o nokta üzerinde toplanmasına yol açıyor. Yüzlercekez düşünmüş olmama, yüzlerce kez bir sonuca ulaşamamış olmama rağmen, yüzlercekez karımın ve kızımın öldürülmesini düşünürken buluyorum kendimi. Can nasıl böyleumursamaz olabiliyor? Belki anne babası öldürüldüğünde yaşının küçük olmasından.Olayların sıcaklığını hissedememesinden. Dokuz yaşındaymış o zamanlar. Aslındadokuz yaşında bir çocuk çok da küçük sayılmaz ama. Belki beyni unutmayı seçmiştir,bir tür savunma mekanizması. Baksanıza olanları doğru dürüst hatırlayamıyor bile. Can,ne düşündüğümden habersiz anlatmayı sürdürüyor:"Ama Yusuf Abi, ne zaman milliyetçilikten konuşacak olsa, bu görüşlerin artık geçerliolmadıklarını düşünürdüm. Çünkü artık dünya egemenliği, ulusların ya da ulusalşirketlerin değil, çokuluslu şirketlerin elinde. Onların derdi ise dünyayı herhangi birulusun önünde diz çöktürmekten çok, kendi sömürü düzenlerini sürdürmek. Artık bütünhesaplar bunun üzerine yapılıyor. Kanlı çarpışmalar da dahil, bütün senaryolar buamaçla yazılıyor.""Peki, Türk milliyetçiliği hakkında ne düşünüyorsun?" Birden gerginleşiyor, tek gözübenden uzaklaşarak yola bakıyor: "Lacivert Opel yine ilerledi Başkomiserim." Benyeniden önümüzdeki arabaya yaklaşırken: "Aslında bağımsız bir Türk milliyetçiliğindensöz etmek zor" diye açıklıyor Can. "Özellikle Soğuk Savaş döneminde Türk milliyetçileriAmerikanın uyguladığı politikaların ülke içindeki uzantıları oldular. Bu devletle, onunistihbarat örgütleriyle yakın bağlan sürdü hep. Amerikan gizli servisleri hem Türkiye içioperasyonlarda, hem yurtdışında kullandı onları. Ama sadece sivil Türk milliyetçilerinideğil, aynı zamanda Orduyu da açıkça kullandı. Emekli bir general geçenlerde, Özel
  • Harp Dairesi adındaki teşkilatın giderlerinin uzun yıllar Amerika tarafındankarşılandığını açıkladı. Türk milliyetçilerinin, Özel Harp Dairesi, Kontrgerilla,Ergenekon... îşte adına ne denirse, bu türden örgütlerle birlikte çalıştığı artık bir sırdeğil. Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra Türk milliyetçileri büyük bir şaşkınlıkyaşadılar. Çünkü Amerikanın onlara gereksinimi azalmıştı. Antikomünizm üzerinekurulu stratejilerini şimdi güya anti amerikan bir temele oturtmaya çalışıyorlar amageçmişlerindeki bağımlılık ilişkileriyle bunu yapabilmeleri çok zor. Artık devleteyaslanmış durumdalar. Devlete değil de, devletin içindeki kimi gruplara. Şimdilerdegüya ülkenin bölünmemesini, ayrılmak isteyen Kürtlere karşı toprak bütünlüğünüsavunarak ayakta durmaya çalışıyorlar. Başarısız olduklarını söylemek de zor. Amavarlık nedenleri, Kürtlerin silahlı eylemleri. Evet, bir paradoks belki Başkomiserim, amaKürt milliyetçilerinin eylemleri, fanatik Türk milliyetçilerini güçlendiriyor. Güneydoğudasilahlı eylemler sona erdiğinde Türk milliyetçiliği marjinal bir grup olarak kalmayamahkûm.""ilginç görüşlerin var" diye mırıldanıyorum. "Bu konularda da epeyce bilgilisinanlaşılan.""Yok, o kadar değil. Ama görünen köy kılavuz istemez. Ülkenizden, dünyadan birazhaberdarsanız, böyle olduğunu anlarsınız." Bir süre suskun kalarak yola bakıyor.Söylediklerinin eksik kaldığım düşünmüş olacak ki yeniden başlıyor söze. "Bunlarısöylediğime bakıp da politikadan hoşlandığımı sanmayın Başkomiserim. Tarihi,politikadan daha çok severim. Mesela şu ulus devlet dedikleri şey, ne bir doğa yasası,ne de Tanrının emri. Ulus devletlerin kurulması şunun şurasında birkaç yüzyıllık birmesele. Muhtemelen birkaç yüzyıl sonra da ortadan kalkacak. Beni asıl ilgilendirenkültür. Özellikle de bu topraklardaki tarihsel kültür. Öyle zengin, öyle derin, öyle çok ki.Yıkılmış şehirlerden, sadece sütunları kalmış saraylardan, Batılıların yağmaladığıtapınaklardan, yani antik kalıntılardan söz etmiyorum. Hâlâ içimizde yaşayan, günlükdavranışlarımızı belirleyen, eski kültürlerin vazgeçemediğimiz alışkanlıklarındanbahsediyorum. Durum böyleyken, kendimizi sadece Đslam’la, sadece Türklüklesınırlamak biraz yanlış olmuyor mu?""Ama öyleyiz Can, bu ülkenin çoğunluğu Türk, daha da büyük çoğunluğu Müslüman.""Buna hiçbir itirazım yok. Zaten öyle. Ama bu topraklarda Türklerden önce de pek çokkavim yaşadı; Hititler, Bizanslılar, Osmanlılar. Evet, Osmanlılar, çünkü onların mirasınıbile doğru dürüst sahiplenemedik. Bu topraklarda Müslümanlıktan önce de pek çok dineinanıldı; paganlık, Yahudilik, Hıristiyanlık. Ve bizim ulusumuz, dinimiz farklı da olsabizden önce yaşayanların birçok alışkanlığını kendimize miras edindik. Onların kurduğuşehirlerde yaşamayı sürdürüyoruz. Onların içtiği sulardan içiyoruz. Onların ekip biçtiğitopraklan ekip biçiyoruz, geleneklerini devam ettiriyoruz. Doğal olanı da bu. Ama hâlâTürk olduğumuz için, Müslüman olduğumuz için bizden önceki kültürleri görmezdengeliyoruz. Oysa bu yanlış. Bugün Türkiyede kim ne kadar Türk, kim ne kadar Ermeni,kim ne kadar Kürt, kim ne kadar Rum, kim ne kadar Süryanî bunu ayırt etmek mümkünmü? Ayrıca böyle buseyi niye yapalım? Ama bu sözleri söylediğim için, beni taşatutacak yüz binlerce fanatik insan yaşıyor bu ülkede. Hayatlarının anlamını sadeceulusal kimlikte ya da dinde bulan insanlar. Bunun için can almaktan, can vermektençekinmeyen insanlar."Aslında ne aşırı milliyetçilerden hoşlanırım, ne de fanatik dincilerden. Ama Can’ınkonuşmasındaki bir şey beni rahatsız ediyor. Dayanamayıp soruyorum:"Peki, senin yaşamının anlamı ne?"Gülmeye çalışıyor, beceremeyince tek gözünde buruk bir ifadeyle açıklamayı seçiyor:
  • "Benim yaşamımın bir anlamı yok Başkomiserim. Bir zamanlar vardı. ÖnceHıristiyanlığa merak sarmıştım. Đnançlı bir Hıristiyan olmasam bile ilahiyat konusundabilgili bir akademisyen olacaktım. Ama aklım buna izin vermedi. O kadar çok soru sorduki, kendime anlam olarak seçtiğim din, delik deşik oldu. Sonra Batı uygarlığı ilgimiçekti. Felsefe, bilim, bunlar üzerinde yükselen ideoloji. Ama yine şu kahrolası aklımbeni rahat bırakmadı. Her şey yolunda giderken gözlerim görülmemesi gereken şeyigördü: yalnız, yabancılaşmış ve mutsuz insanı. Türkiyeye bu yüzden döndüm; umudunBatıda olmadığını anladığım için."Hemen sokuşturuyorum lafı."Şu Đtalyan kızın adı Alessandraydı değil mi? Hani şu Đslam Felsefesi uzmanı keçisakallı Amerikalı profesörle kaçan.""Evet Alessandra... Kuşkusuz onun beni bırakmasının da etkisi olmuştur" diyoresprime katılarak. "Böyle olaylar da etkiliyor insanın dünyaya bakışını. O ya da bunedenle Türkiyeye döndüm. Ama burada da bir anlam bulamadım kendime. Belki entelbunalımı diyeceksiniz, aydın kaprisi, muhtemelen bunda haklısınız da. Benim gibilerçoğu zaman günlük hayatla bağlarım koparıyorlar. Bir tür düşünce dünyası, hatta hayalâleminde yaşıyorlar. Hem de hiç olmayacak hayallerin dünyasında. Ama bu ülke de çokacımasız Başkomiserim. Bu topraklar çok sert, bu toprakların insanları çok hoyrat, buülke gerçekten çok acımasız be Başkomiserim."Yüzüne bakıyorum, yara yerleri o kadar taze ki, ne diyeceğimi bilemiyorum.30Benim için arkadaşlık kutsaldır. Vatan gibi, bayrak gibi.Can’ın evine vardığımızda vakit akşam oluyor. Yolda epeyce oyalanmışız demek.Sarıyer tepelerinde büyükçe bir arsanın içinde, iki katlı bir binanın üst katında oturuyorCan. Arsanın içinden eve toprak bir yol uzanıyor. Binanın önünde birtakım karaltılargörüyorum. Đnsan siluetleri gibi. Başımla karanlıktaki görüntüleri işaret ediyorum:"Alt kattaki komşuların bahçeye çıkmış galiba."Gülüyor Can."Alt katta kimse oturmuyor Başkomiserim. Dubleks bir ev burası. Aşağısı benimheykel atölyem. Gördükleriniz de yaptığım heykeller."" Doğru ya, bahsetmiştin. Resme, heykele merakım var demiştin. Ama bu kadarolduğunu sanmıyordum."Engin gönüllü bir tavırla yanıtlıyor:"Amatörce bir uğraş. Benimki sadece bir heves... Hiçbir iddiam yok."Đddiam yok diyor ama farlarının ışığında görünen heykeller öyle amatörce yapılmışabenzemiyor. Beyaz, siyah, metal renkli bir düzineye yakın heykel, bu bakımsız arsayaâdeta bir müze görünümü kazandırıyor. Heykellerin hemen arkasında, evin önünde eskimodel, yeşil renkli bir Volkswagen var."Vosvos da senin mi?""Benim, Đtalya’dan döndüğüm sene almıştım. Canı isterse çalışır, istemezseçalışmaz."Elimle benim emektarın direksiyonuna vuruyorum usulca."Bizim ihtiyar gibi desene.""Evet, söyledim ya Başkomiserim, eski eşyalarımı atamıyorum."Emektarı, Volkswagenin arkasında durduruyorum.
  • "Buyurun, bir çayımı için Başkomiserim" diyor Can arabadan inerken. "Karnınız açsasize güzel bir omlet yaparım ya da bolonez soslu bir makarna."Aslında karnım çok aç, ama değil yemek yapmak, parmağım oynattığında bile canıyanan bu çocuğa eziyet veremem şimdi."Sağ ol Can. Başka zaman inşallah. Yorgunsun, git dinlen, güzel bir uyku çek. Sonrayeriz bolonez soslu makarnanı.""Bakın söz verdiniz Başkomiserim, sonra bekliyorum makarnaya. Belki Zeynep Hanımile Ali Komiser de gelir."Zeynep Hanım derken sesinde hiçbir ima yok, o kadar doğal ki. Demek kıza asılıyordiye düşünürken, yanılmışım. Zaten Can asılıyor diye düşünmedim ki, Zeynep âşıkoluyor diye kaygılandım. Ama öyle bir durum da yokmuş; Ali ile Zeynep yine kedi köpekgibi didişerek, kendilerince flört etmeye başladılar bile.Vedalaşıp arabamı çıkarırken, farların ışığında görünüp kaybolan heykellerinarasından bir karaltı tüylerimi diken diken ediyor. Sanki Maliki görmüş gibi oluyorum.Hemen frene basıp, duruyorum. Atölyesinin önünden, bana el sallayan Can da şaşırmış,arabaya yaklaşıyor. El frenini çekip arabadan iniyorum. îner inmez bire bir boyutlarındaMalikin heykeli karşılıyor beni."Aziz Pavlusun heykeli" diyor yanıma gelen Can. "Tahmin edebileceğiniz gibi MalikAmcayı model olarak kullanmıştım. Malik Amca, Tarsusa yetkililerle görüşmeyegidecekti. Heykeli, orada sergilemeleri için. Kabul etmezler demiştim, dinlememişti.Niye canım, Aziz Pavlus da o toprakların çocuğu değil mi? Merak etme, ben onları iknaederim demişti. Olmadı işte." Tek gözü heykelde âdeta kendi kendine mırıldanır gibi."Tuhaf değil mi Başkomiserim. Olaylar nasıl gelişirse gelişsin, sonuçta Malik Amcainandığı gibi öldü." Karanlıkta ışıldayan tek gözünü bana dikiyor. "Tıpkı Pavlus gibi. Okılıç, gerçekten de Pavlusun başını kesen kılıç mıydı bilmiyorum ama Malik Amca daaynı biçimde can verdi."Alaycı bir ifadeyle bakıyorum:"Hayrola Can, ne oldu senin şu kuşkucu agnostizmine?""Agnostizm yerinde duruyor da Başkomiserim, hayat bazen kafasını karıştırıyorinsanın.""Đyi ki karıştırıyor, yoksa dünya çok sıkıcı bir yer olurdu."Bunları söylerken, gözlerim Pavlusun arkasındaki başka bir heykele kayıyor. Bu Isaolmalı. Uzun saçlı, iri gözlü, masum yüzlü peygamber. Ama görmeye alıştığımız dinselresimlerden oldukça farklı bir hava vermiş heykele Can. Isa bir hippiye benziyorPapatyalardan oluşturulmuş bir bant geniş alnını çevreliyor, yakasız tek parça giysisiuzanıyor. Tam Kalbinin üzerinde bir barış işareti yer alıyor, Đsa’nın ince uzunparmaklarının arasında dört yapraklı yonca şeklinde yapılmış bir haç var."Isa ha..." diye mırıldanıyorum hayranlıkla. "Bunu kimin için yaptın?""Kimse için değil, .içimden öyle geldi.""Güzel... Valla çok yeteneklisin Can. Aferin sana.""Teşekkür ederim Başkomiserim."Dönüş yolu da en az gidiş kadar korkunç. Maslaktan sonra güzergâhımıdeğiştiriyorum, çevre yolundan Eyüpe inip, oradan geçiyorum Balata. Yine de birsaatimi alıyor. Yolda, Can’ın söylediklerini düşünüyorum. Özellikle de şu yaşamınanlamıyla ilgili soruma verdiği cevabı. "Benim yaşamımın anlamı yok" demişti. Açıkyüreklice bir cevap. Aynı soruyu bana sorsalar, ne söylerdim acaba? Aslında benim deyaşamımın bir anlamı yok. Bir zamanlar vardı. Mesleğime inanırdım, adalete. Safadaletin var olduğunu sanırdım. Evet, bir zamanlar ben yeryüzünde ne kadar kötülükvarsa önleyeceğime, ne kadar suçlu varsa hepsiyle başa çıkacağıma inanırdan. Ama
  • boyumun ölçüsünü aldım. Hayat öğretti bana. Hayat, acıyla, kederle, kanla öğrettibana. Yoruldum artık, çok yoruldum. Yalnızca bedenim değil, aklım da yoruldu,ideallerim, tutkularım, duygularım, beni ben yapan ne varsa, hepsi yoruldu. Artık nekendime, ne devlete, ne teşkilata, ne de insanlara inanabiliyorum, inanmamakistediğimden değil, onca yaşanan olaydan sonra inanma duygumu yitirdiğimden.Emektarı evin önüne park eder etmez, kapağı bizim Tekirdağlı Arifin lokantasınaatıyorum. Arif yok. Karısı hastaymış erken gitmiş, oğlu Fikret karşılıyor beni. Babasıkadar işi bilmese de saygıda kusur etmiyor. Musakka, pilav, yanında salatayladoyuruyoruz karnımızı. Yemekler güzel de, kahve berbat. Fikret hiç anlamıyor kahvepişirmekten. Ne yapalım kısmet, kahvenin yarısını içip kalkıyorum. Yeniden evinsokağına girdiğimde, bir an gözlerim oturma odamın penceresine kayıyor. Evliliğimizinilk günlerinde, merkezden çıktığımda, geliyorum diye arardım karımı. Beni bupencerenin önünde beklerdi. Sofra kurulmuş olurdu, radyoda bir şarkı çalardı. BelkiMüzeyyen, belki Hamiyet, belki Zeki Müren söylerdi. Hep böyle olmazdı herhalde, amanedense hep bu anı canlanıyor kafamda. O günlerden kalan en belirgin an bu demek.Karım Güzideyi hatırlayınca, Evgenia geliyor aklıma. Onu da hâlâ arayamadım. Vakitbulamadığımdan değil, aklımı toparlayamadığımdan, ona tam olarak ne söyleyeceğimibilemediğimden."Đçeri gel" diye tutturuyor. Balıkçı Necmi ile Kebapçı Fettahın tavla maçı varmış.Kaybeden, masadakileri meyhaneye götürecekmiş. Başka zaman olsa zevkle katılırdım.Çok eğlenceli olur bunların atışması, ama şu anda ne mavra kaldıracak kafa var bende,ne de dakikalarca kahvede oturacak güç. Tevfikin elinden kurtulup, başka kimseyeyakalanmamak için hızlı adımlarla evin yolunu tutuyorum.Kapıyı açarken, şimdi evin içi nasıl da soğuktur diye düşünmeden edemiyorum. Yoksabiraz kahveye mi takılsaydım? Yok, canım, sandalyenin üzerinde uyur kalırdım valla.Hem sonunda dönüp gelmeyecek miyiz buraya? Hemen elektrikli radyatörü çalıştırırımolur biter. Đçeri giriyorum, kapıyı kapatırken bir silahın namlusunu hissediyorumensemde."Merhaba Nevzat. Evine hoş geldin."Bu sakin sesi duyar duymaz tanıyorum: Cengiz. Kısa bir şaşkınlıktan sonra durumaayak uydurmaya çalışıyorum:"Merhaba Cengiz, sen de hoş geldin."Önce bir kahkaha koyuveriyor, ardından:"Bravo Nevzat" diyor, "hemen çıkardın sesimden.""Eee, kaç zamandır birlikte çalışıyoruz. Bir tek gün mesaiye gelmedin diye unutmakvefasızlık olur."Ona doğru dönmek istiyorum. Silahın namlusunu enseme bastırıyor."Acele etme, önce şu silahından kurtaralım seni. Smith Wessondu değil mi,altıpatlar.""Öyleydi, ne taşıdığımı bildiğine göre, nerede taşıdığımı da biliyorsun.""Biliyorum, biliyorum sen zahmet etme" diyerek elini belime sokuyor. Tabancamıkılıfından çekip çıkarıyor. "Yedek?""Yok... Ama inanmıyorsan...""Đnanmam mı hiç, ama kusuruma bakmazsan yine de arayacağım."Tabancasını sol eline geçirerek, sağ eliyle bütün bedenimi tarıyor. Cengiz olmayansilahımı ararken, eve nereden girmiş olabileceğini düşünüyorum. Bulmaktazorlanmıyorum: arkadaki boşluktan, mutfak penceresini kırarak. Güzide kaç kez demiştişuraya bir demir parmaklık yaptıralım diye. Karının sözünü dinlemez misin, böyle olurişte.
  • "Haklıymışsın" diyor aramasını tamamlayan Cengiz, "başka silah yok.""Olmadığını söylemiştim Cengiz" diyorum, pişkin pişkin sırıtan yüzüne bakarak."Yoksa Timuçin mi demeliyim?"Sırıtışı dudaklarında donuyor:"Alay et bakalım Nevzat, alay et. Hayat böyledir işte, bir dönem vazife gereği,güvenliğin için kullandığın takma isimler, gün gelir maytap konusu olur.""Seni maytap konusu yapan vazifen değil. Đşlediğin cinayetler.""Ben cinayet filan işlemedim" diye çıkışıyor."Tabiî, tabiî" diyorum alaycı bir ses tonuyla. Sonra elimle salonu gösteriyorum."Đstersen içeri geçelim, orada daha rahat konuşuruz."Yeniden esprili yüz ifadesini takınıyor:"Tamam, biz misafiriz şunun şurasında, ev sahibi nereye isterse oraya geçeriz. Amasaygısızlık etmek de istemem, önden buyur lütfen."Elinde on dörtlü Beretta olduğu sürece ona itaat edeceğiz mecburen. Đyi bir ev sahibigibi uysalca salona geçiyorum. Yanlış anlayıp da gereksiz yere kurşunu yapıştırmasındiye:"Duvarda elektrik düğmesi var" diyorum, "ışığı açacağım.""Zahmet olacak, ben açardım ama elim dolu."Uzanıp elektrik düğmesine dokunuyorum içerisi aydınlanıyor. Şimdi daha iyigörebiliyorum onu. Üzerinde hâlâ lacivert kaşmir paltosu var."Paltoyu değiştirmedin mi? Ben olsam çoktan yakmıştım. Başına o kadar çok iş açtıki.""Fırsat olmadı. Hem değiştirsem ne olacak, odamdan iplikçikleri toplamışsın bile.""Kusura bakma ama öyle oldu." Elimle elektrikli radyatörü gösteriyorum. "Şunu fişetakalım mı, içerisi çok soğuk.""Đyi olur valla. Seni beklerken dondum."Radyatörün fişini prize takarken:"Keşke çalıştırsaydın Cengiz, yabancı mısın?" diyorum neşeli halimi sürdürmeyeçalışarak. "Gelecek elektrik faturası, kırdığın mutfak penceresinin masrafından dahafazla tutmazdı nasıl olsa"Mahcup bir ifade yerleşiyor yüzüne:"Kusura bakma Nevzat. Evine böyle girmek istemezdim. Ama başka çarem yoktu.Unuttun mu ben bir kaçağım."Divanı işaret ediyorum:"Bak şuraya oturabilirsin." Sonra da karşısındaki koltuğu gösteriyorum. "Ya daburaya, nereye istersen.""Ben koltuğu tercin ederim, sen de divana otur.""Oturmadan önce, çay ya da kahve...""Sağ ol, gerçekten iyi bir ev sahibisin. Sadece konuşmak istiyorum.""Tamam, nasıl istersen."Divana geçip oturuyorum, Cengiz de karşımdaki koltuğa yerleşiyor. Oturduğukoltuğun yanındaki sehpanın üzerinden bize gülümseyen karım ile kızımın fotoğrafınabakıyor bir an."Aslında buraya gelmeyecektim" diyor, "ama bugün evimi ziyaret etmişsin, iadeyiziyaret etmezsek ayıp olur diye düşündüm." Ciddileşerek yüzüme bakıyor. "Sahi benievde bulmayı mı umuyordun Nevzat?""Hayır, rutin arama, bilirsin. Yapmasak olmazdı. Rahatsız ettiysek özür dilerim,özellikle eşinden çok özür dilerim."Samimi olduğumu anlıyor:
  • "Önemli değil. Bizimki biraz tedirgin olmuş haliyle. Ama kibar davranmışsınız,özellikle sen, çok özenli davranmışsın, teşekkür ederim.""Görevimizi yaptık." Alayı, şakayı bırakıp açıkça soruyorum: "Neden teslimolmuyorsun Cengiz?""Teslim olmalıyım değil mi?""Böylece kimseyi üzmemiş olursun. Biz de elimizden gelen..."Birden sertleşiyor, ne esprili hali kalıyor, ne gülümseyen dudakları:"Bırak bu mavalları Nevzat. Teslim olayım da işimi bitirin değil mi?""Niye böyle düşünüyorsun?"Elindeki Berettayı yüzüme doğru sallıyor:"Bir de bilmezden geliyorsun. Sabriyle kafa kafaya verdiniz, defterimi dürecektiniz.""Paranoyaklaşma Cengiz" diyorum, en az onunki kadar sert bir sesle. "Ne ben senindüşmanınım, ne de Sabri. Şu anda evimde oturup, beni tehdit etmeni bile onaborçlusun. Bu kişisel bir mesele değil. Olanları başından itibaren sen de takipediyorsun. Hem de bana bile çaktırmadan yapıyorsun bunu. Ben bir cinayetsoruşturması yürütüyordum, karşıma sen çıktın. Hem de ne çıkış... Birinci derecedencinayet zanlısı. Benim müdürüm, Maliki öldüren adam...""Malikin ölümü bir kazaydı" diye kesiyor sözümü. Yüzünde derin bir hayal kırıklığı."Onu öldürmek istemedim.""Demek Malikin evinde olduğunu kabul ediyorsun.""Evet, oradaydım, ama ölümü bir kazaydı."Bu kez ben kendimi tutamıyorum."Yav Cengiz sen diyorsun?" diye çıkışıyorum. "Adamı merdivenin üstüne yatır,kafasını kıtır kıtır kılıçla kes, sonra da buna kaza de. Buna kim inanır be?""inanması zor ama doğru söylüyorum. Malik kafası kesilmeden önce ölmüştü. Onusorguya çekiyordum. Đtişip kalkıştık, o da kafasını merdivenin demirine çarptı.""Sen de tuttun kafasını kestin?""Ölmüştü Nevzat..." Sesindeki çaresizlik o kadar belirgin ki. "Tamam, yaptığımla gururduymuyorum... Ama olay tamamen bir kazaydı.""Senin Malikin evinde ne işin vardı?""Yusuf u, yani Selimi onun öldürdüğünü düşünüyordum. Hâlâ da öyle düşünüyorumya.""Malik niye öldürsün Yusuf u?""Adam kafadan çatlaktı. Hıristiyanlıkla akimi bozmuştu. Sen de sorguladın, farketmişsindir adam kendini Aziz Pavlus sanıyordu."Aynı ihtimali düşündüğümü hatırlıyorum. Sahte Yusuf cinayeti için ideal bir profiloluşturuyordu Malik. Ne düşündüğümden habersiz olarak sözlerini sürdürüyor Cengiz:"Selimin şu elyazması kitabı, Diatesseronu aldığım biliyordu. Onun için bu büyük birgünah demekti. Muhtemelen Selimi cezalandırmak için öldürdü."Buraya kadar güzel de, başka bir cinayet Malikin katil olma ihtimalini oldukçazayıflatıyor:"Ya Fatih" diye hatırlatıyorum, "yoksa Mehmet Uncu mu demeliyim?"Hiç Mehmet de kim, filan diye inkâra kalkmıyor, hatta meraklanıp soruyor:"Ne olmuş Mehmete?"Yanıtlamadan önce dikkatle yüzünü inceliyorum, rol mü yapıyor, yoksa arkadaşınınöldüğünden haberi yok mu?"Bilmiyormuş gibi yapma! Adam en az dört gündür ölü...""Ciddi mi söylüyorsun?"Sesi şaşkın, üzüntülü:

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...