03 Ekim 2014

KAVİM 7



KAVİM 7
  • Sanırım Zeynep de aynı fikirde. Aliye gelince, sorgunun sonlarına doğru PKKlılaraküfretmeyi kestiğine göre onun da kafası karıştı herhalde. Bunu anlamak için Alinin,Gabrielin resmi ifadesini almak üzere indiği alt kattan dönmesini beklememizgerekiyor."Galiba Şefik haklı çıkacak Başkomiserim" diyor Zeynep. "Yusuf un..." Hemendüzeltiyor. "Adı her neyse işte, Elmadağdaki apartman dairesinde o cesedibulduğumuzda, Şefik, Tuhaf bir olay demişti hatırlarsanız." Aslında düşünceleriniaçıklamak için girizgâh yapıyor. Alinin tersine hiçbir zaman doğrudan konuya giremezbu kız. "Şu Yavuz adındaki komiser.""Ben de onu diyecektim Zeynepçim. Şu meslektaşımızı bir araştıralım. Ailesiyle,arkadaşlarıyla konuş. Sadece Yavuz Komiseri değil, mağarada boğulan altı kişi kimmiş,olay neymiş, onları da bir öğren. Ayrıca gerçek Yusuf Akdağa ne oldu, onu da bilmemizlazım..."Zeynep söylediklerimi önündeki deftere kaydediyor. Ne diyeyim, düzenli kız. Aldığınotlar sona erince:"Bir de bu araştırmadan kimseye bahsetme Zeynepçim" diyorum.Anlamamış bakıyor."Ne öğrenirsen ilk ben duymak istiyorum. Bu yasağa Ali de,Cengiz Müdürümüz de dâhil."Zeynep huzursuz oluyor."Cengiz Müdürüm bu sabah bana uğradı Başkomiserim. Odanıza bakmış, sizibulamamış, bana sordu. Ben de gelmediğinizi söyledim. Canı sıkıldı, çünkü sizinlekonuşmak istiyormuş.""Önemli değil, ben şimdi uğrarım.""Boşuna uğramayın Başkomiserim. Cengiz Müdürüm çıktı. Bugün, bazı müdürlerle,içişleri bakanıyla birlikte dolaşacakmış, Emniyete dönmem zor dedi. Sizinle ancakyarın görüşebilirmiş. Gerekirse ararım dedi. Bir de, Soruşturma nasıl gidiyor? diyesordu. Ben de bildiklerimi anlattım."Yanlış yapmış gibi mahcuplaşıyor."Anlatmasa mıydım?""Yoo, iyi yapmışsın. Ama bundan sonra ne öğrenirsen, ilk ben bileceğim. Banaanlatmadan, benim onayım olmadan kimseye bir şey söylemeyeceksin.""Yusufun emniyeti araması yüzünden mi?"Bir de o vardı değil mi? Ama şimdi teşkilatta köstebek avına çıkacak halimiz yok."Onunla ilgili değil Zeynepçim" diyorum. "Đşin aslını öğrenmeden, olayın dallanıpbudaklanmasını istemiyorum. Hepsi bu.""Anladım Başkomiserim."Zeynep kalkmaya hazırlanırken:"Şu Can..." diyorum. Can lafını duyar duymaz, Zeynepin yüzüne yine bir kızıllıkbasıyor. "Ne anlatıyordu sana?""Süryanîlerle ilgili kitaplar getirmişti Başkomiserim. Akşam siz Cengiz Müdürünodasına gittiğiniz zaman ben rica etmiştim. O da sağ olsun, toplamış kitaplarıgetirmiş...""Süryanîlerle ilgili kitapları getirdiğini biliyorum Zeynepçim, senin odana geldiğimdesöylemiştin. Ben, sana ne anlatıyordu diye sordum."Zeynepin utangaçlığı, sıkıntıya dönüşüyor:"Hazreti Isa hakkında Başkomiserim" diyor kısık bir sesle."Onu da dün akşam konuşmuştuk..."Hemen yanıt veremiyor Zeynep ama kendini toparlaması uzun sürmüyor:
  • "Farklı konulardan bahsetti bu defa..." diye açıklıyor. Artık sesini de kontroledebiliyor. "Đsanın öldükten sonra dirilmesi, Tanrı olması filan. Bu ritüellerinAnadoludaki dinlerden alındığını söylüyor. Alan kişi de Pavlusmuş. Đsa’nın öldüktensonra Tanrı olması düşüncesinin, Anadoluda ve Mezopotamya’da çok eski bir gelenekolduğunu, bunun ta Hititlere kadar uzandığını anlatıyor. Hititlerde ölen krallarındanTanrı oldu diye söz edilirmiş. Romalılar ise kimi imparatorlarına Tanrının oğluderlermiş. Ya da kendileri Tanrının oğlu olduklarını ilan ederlermiş, insanlar da onlaraTanrı diye taparlarmış. Đsa’nın yeniden dirilmesi olayını da farklı yorumluyor. Bu inanışda Tarsus, Antakya yöresindeki bazı dinsel geleneklerden geliyormuş. Mithra diye birdin varmış. Tapmaklarda boğa kurban ederlermiş. Bu ayinlerde içilen şarabın, kurbanedilen boğanın kanım temsil ettiği düşünülürmüş. O şarabı içenlerin ölümsüzlüğekavuştukları varsayılırmış. Đsa’nın etinin yenildiği, kanının içildiği ayinlerin de bugeleneğin bir devamı olduğunu söylüyor Can. Bu geleneği Hıristiyanlığa kazandıran kişide yine Pavlusmuş. Đşte bunları anlattı Başkomiserim. Çok bilgili bir çocuk."Çocukmuş! Eşek kadar herifi bir anda çocuk yapıverdi. Kadınlar böyledir işte, birindenhoşlanmaya başladılar mı, hemen dünyanın en sevimli insanı gibi sunarlar onu size.Kuşkusuz önce böyle olduğuna kendilerini inandırırlar."Farkında mısın Zeynep, çocuk dediğin o adam hâlâ zanlılardan biri..."Gözlerindeki yıldızlan birer birer söndürüyor sözlerim. Yine de bütün iyi niyetiyleaçıklamaya çalışıyor:"Öyle Başkomiserim ama olay hakkında hiç konuşmadık. Kendinin masum olduğunuima etmeye bile kalkışmadı. Sadece bizim toplum olarak yanlış yaptığımızı söyledi.""Ne yanlışıymış o?""Büyük bir kültür hazinesinin üzerinde oturmamıza rağmen, bunun farkındaolmayışımızmış. Türkiye Cumhuriyetinden önce bu topraklarda Hitit imparatorluğu,Doğu Roma imparatorluğu, Osmanlı imparatorluğu varmış, ama biz bu kültürlere sahipçıkmıyormuşuz. Batılılar uygarlığın Antik Yunandan başladığını söylüyormuş, oysaSümerler, Hititler olmasa Antik Yunan olur muymuş? Dinleri farklı, ırkları farklı diyeüzerinde yaşadığımız, içice geçtiğimiz bu kültürleri görmezden geldiğimizi söylüyor.Pavlus üzerinde bu kadar yoğunlaşmasının nedeni de buymuş. Pavlus, yani Anadolulubu adam olmasaydı çağdaş Hıristiyanlık olur muydu? diyor. Türküz, Müslümanızgerekçesiyle böylesi önemli insanları dışladığımızı, aynı topraklarda yaşamış olmamızarağmen onları görmezden geldiğimizi söylüyor. Oysa Antik Yunandan filozoftan yenidenkeşfedenler, Đslam filozoflarıymış. Birkaç örnek verdi ama şimdi isimlerinihatırlamıyorum. Biz neden bunu yapmıyoruz? diye soruyor. Ülkemizi seviyorsak,üzerinde oturduğumuz kültürlere sahip çıkmalıymışız. Bunu daha önce, Kim olursan olgel diyen Mevlana yapmış, Biz neden onun yolunda gitmiyoruz? diyor.""Bunlar iyi, güzel de Zeynepçim, ne burası Anadolu Uygarlıklarıyla ilgilenen birkurum, ne de biz felsefe tarih öğreten hocalarız. Biz burada, giderek daha da çetrefil halalan bir cinayeti çözmeye çalışıyoruz."Hiç sesini çıkarmadan dinliyor Zeynep."Üstelik sadece Hıristiyanlığın köklerinden bahsettiğinizi de sanmıyorum. Odanagirdiğimde Can mikroskobun başındaydı."Zeynep yutkunarak yanıtlıyor:"Üzerinde çalıştığımız soruşturmayla ilgili bir konu değildi Başkomiserim...""Neyle ilgiliydi peki?""Đki ay önce iplikçiklerden yola çıkarak çözdüğümüz şu tekstilci cinayetinianlatıyordum. O davada bulduğumuz iplikçikleri gösteriyordum.""Sokaktan birine de laboratuarını açar mısın Zeynep?"
  • "Açmam, Can bize yardım ediyor diye düşündüm."Başı önde, artık yüzüme bakamıyor, çok mu üstüne gittim kızın. Aslında Zeyneplearamız hep iyi olmuştur. Belki de onu ölmüş kızımın, Aysunun yerine koyuyorum,farkına varmadan. Sahiplenmem de bu yüzden. Ama uzatmasam iyi olacak."Neyse, bundan sonra daha dikkatli davranırsın.""Emredersiniz Başkomiserim" diyor. Đçten bir yanıt değil bu. Bir ast olarak üstüylenasıl konuşması gerekirse öyle konuşuyor. Sanırım beni haksız buluyor."Ben artık gidebilir miyim?"Hâlâ yüzüme bakmıyor, sesi gücendiğini ele veriyor. Anlamamış gibi davranıyorum:"Tabiî gidebilirsin."Ayağa kalkıyor."Ha Zeynepçim" diyorum. Sanki az önce onu sertçe uyaran ben değilmişim gibi."Meryem ile adamları ne oldu? Bugün savcılığa çıkacaklardı?""Tonguçu tutuklamışlar, Meryem ile öteki adamı, adı Tayyardı galiba, o serbestbırakılmış.""Tahmin ettiğimiz gibi desene...""Öyle Başkomiserim, tahmin ettiğimiz gibi."Doğal tavrım onu da etkiliyor. Gülümsemese de artık gözlerini kaçırmıyor."iyi o zaman, sen işinin basma dön" derken telefonum çalıyor. "Hadi kolay gelsin" diyeZeynepi uğurladıktan sonra açıyorum telefonu. Karşımda Evgenia. Eyvah, onu tümüyleunutmuştum."Merhaba Nevzat... Nasılsın?""Merhaba Evgenia... Ben de tam seni arayacaktım. Şimdi girdim içeri. Sen nasılsın?Ne yapıyorsun?""iyiyim herhalde...""Ne demek herhalde?""Yok, iyiyim iyiyim... Şey diyecektim Nevzat. Bu akşam sana gelsem...""Bana mı?""Sana, evine yani..."Hoppala bu da nereden çıktı şimdi? Evgeniyaya bir haller oluyor son günlerde.Benimle neden evlenmiyorsun dan sonra şimdi evine geleyim çıktı. Daha önce hiç bukonulardan bahsetmez, böyle isteklerde bulunmazdı. Aslında evime gelmekistemesinden daha doğal ne olabilir? O, benim hayattaki en yakın arkadaşım, sevgilim.Üstelik bir kez bile girmedi evimin kapısından içeri. Çünkü çağırmadım. Çünkü o evdehâlâ karım ve kızım var. Evin her yanına onların anıları sinmiş. Evgeniayı onlarlabirlikte düşünemiyorum. Belki düşünmem gerek ama yapamıyorum."Benim ev çok soğuk" diyorum, "rahat edemeyiz..."Evgeniadan ses çıkmıyor. Sanki telefonun öteki ucunda kimse yokmuş gibi derin birsessizlik. Evgenia sessizliği sevmez, konuşmamayı sevmez, suskun kalarak sitemetmeyi sevmez. Sessizliği, soğuklukla, uzaklıkla, ayrılıkla bir tutar. Söyleyecek hepgüzel bir sözü vardır onun. Alındıysa da içinde taşımaz, lisanî münasiple anlatır, içinidöker size. Ama şimdi sustuğuna göre, baltayı taşa vurduk demektir. Çok alınmışolmalı. Bugün benim, kadınların kalbini kırma günüm galiba. Zeynepten sonraEvgeniayı da incittik. Ama niye? Nerden çıktı şimdi bu duyarlılık? Neyse o sustuğunagöre, konuşmak, işi tamir etmek bize düşüyor."Dışarıda bir yere gidelim... Hani ne zamandır gidelim diyordun. Çengelköyiskelesi’ndeki balık restoranına gidelim. Şimdi levrek zamanı... Đstersen erken deçıkarım..."Derinden bir iç geçirdiğini duyuyorum Evgenianın:
  • "Yok, Nevzatçım" diyor. "Çengelköye gitmeyelim şimdi. Madem erken çıkabiliyorsun,sen Tatavlaya gel. Burası sakin, daha rahat konuşuruz.""Tamam, gelirim... Ama sende bir tuhaflık var. Kötü bir şey olmadı değil mi?""Yok, kötü değil... Merak etme." Sözcükler kesik kesik çıkıyor ağzından. "Gel dekonuşalım. Hadi görüşmek üzere."Ağzımı açmama bile izin vermeden kapatıyor telefonu, ilişkimizde bu bir ilk. Yok, ciddibir mesele olmalı, Evgenia hayatta böyle şeyler yapmazdı. Neyse anlayacağız bakalımderdini. O sırada Ali giriyor içeri. O da mutsuz. Gözleri Zeynepin oturduğu koltuğakayıyor. Yaa Zeynep gitti Alicim. Bugüne kadar kendini kasar da, kızla konuşmazsan,sonunda olacağı budur. Bakmayın böyle düşündüğüme, aslında üzülüyorum çocuğunhaline. Ama benim durumum da pek parlak değil. Evgenia kim bilir neler anlatacak? Alihiç kusura bakmasın, şimdi onun gönül işleriyle uğraşacak halim yok. Zaten o da böylebir istekte bulunmuyor."Gabrielin yazdı ifadesini aldık" diyor, kabaran aşk acısını içine atarak. "Adamıgönderelim mi Başkomiserim?""Mardine mi dönecekmiş?""Yok, birkaç gün daha buradaymış. Feriköyde akrabaları varmış, onlara gidecekmiş.""Akrabalarının adresini, telefonunu al, adamı yolla gitsin.""Baş üstüne...""Ha Ali, otursana biraz..." Telefona uzanırken anlatmaya devam ediyorum. "Şu YavuzKomiseri bir araştıralım. Sen de fark etmişsindir, karışık t>ir işe benziyor, istihbaratDairesinden Nusreti bir arayayım. Bize yardım etsin."Ali oturmuyor, her zamanki tez canlılığıyla ayakta dikilmeyi tercih ediyor. Üçüncüçalışında açılıyor Nusretin telefonu. Boğuk bir ses:"Alo" diyor."Alo Nusret... Benim, ben, Nevzat...""Oo Başkomiserim, sen, bizi arar mıydın yav?"Niye öyle diyorsun, en son ben aramadım mı? Beyoğlunda kafayı çektiğimiz gece...Hatırlasana...""Öyle miydi?"Öyleydi tabiî. Yaşın benden genç ama hafıza sıfır.""işler o kadar çok ki Nevzat, kafa mı kalıyor insanda.""Bir de şu sigarayı bırak. Sesin boru gibi çıkıyor. Kanser manser olursun maazallah.""Bırakacam abi, bırakacam da, olmuyor işte bir türlü...""Geçen gece bizim Muammere uğradım. O da senin gibi bırakacak, bırakacam diyorama içmeye devam ediyor.""Ne yapalım be Nevzat, hayat zor. Neyse, sen emrin nedir onu söyle.""Ne emri Nusretçim, küçük bir ricamız var, yaparsan.""Ne demek, başım gözüm üstüne.""Belki gazetelerde okumuşsundur. Bir Süryanî öldürüldü.""Duydum, şu Elmadağdaki cinayet.""Evet, işte o. Bu cinayetin, beş sene önce Midyat yöresinde öldürülen bir komiserleilişkisi olabilir. Komiser de feci bir şekilde öldürülmüş. Patos makinesinde kıymayapmışlar adamı...""Evet... Öyle bir şey duymuştum. Ama orası benim bölgem değildi. Olayı tamhatırlamıyorum şimdi.""Senden ricam şu ölen komiser kimdir, tanıyan bilen var mı, o sırada kimlerleçalışıyormuş, bir öğrenebilirsen... Bir de aynı olayla bağlantılı Yusuf Akdağ adında birşahsı araştırıyoruz."
  • "Bir dakika dur adım yazayım. Yusuf ne dedin?""Yusuf Akdağ. Şimdi bu şahsın adı PKKlılar arasında geçiyor mu? Öldürülmüş deolabilir. Hani ifadelerde adı filan geçiyorsa, arananlar listesinde filansa..."Canı sıkılır gibi oluyor Nusretin."Anlaşıldı, benden iki iş istiyorsun...""Zahmet olacak...""Zahmet olmaz da biraz zaman alır Nevzat. Eski dosyalan karıştırmak, birkaç kişiyiaramak lazım."Đşi yokuşa sürmesine izin vermiyorum."Ben de bugün istemiyorum zaten canım. Sen araştırmanı yap, telefonlarını et, yarınsabah bizim Aliyi yollarım."Anında bozuluyor Nusret."Yav Aliyi filan yollama abi. Zaten usulsüz iş yapıyoruz. Bir de üçüncü kişileri sokmaaraya.""Üçüncü kişi dediğin benim elim kolum, en güvenilir adamım. Tanımıyor musun Aliyi?Senin de az işini halletmemiştir.""Yav tanıyorum mesele o değil. Abi yukarıdan emir geldi. Her türlü bilgi kayıtlaverilecek. Neden istendiği, niçin istendiği, kimin aldığı belirtilecek. O yüzden diyorum.""Uzatma Nusret, sen bir şey isteyince, biz böyle mi yapıyoruz.""Tamam, abi, tamam, gönder o delibozuğu. Ama önce iyice ikaz et, kimseyebahsetmesin.""Sağ olasın Nusret" diyorum, "bu iyiliğini unutmayacağım."Neşeli ama manidar bir sesle yanıtlıyor:"Ne demek Başkomiserim, vazifemiz.""Eyvallah Nusretçim." Ahizeyi yerine koyarken:"Söylediklerimi duydun Alicim" diyorum, "yarın öğleden sonraNusrete bir uğra. Olayla ilgili bütün bilgileri verecek sana. Eksik bir şey kalırsa,başında dikil, alıncaya kadar ayrılma. Çok şikâyet eder ama iyi adamdır. Sana istediğinher şeyi verir.""Merak etmeyin yarın o işi hallederim. Şimdi izin verirseniz ben, Gabrielin yanınaineyim.""Oldu Ali, ben de birazdan çıkacağım zaten. Artık yarın görüşürüz."21Kendi kendine ağlıyor Evgenia.Tıpkı söylediği gibi, ağlarken bile yalnız.Tatavlanın bulunduğu sokağa geldiğimde, gökyüzünün kızıla kestiğini görüyorum.Güneşi perdeleyen iri bulutlar beyazdan kırmızıya, kırmızıdan siyaha dönüyor. Sokak,kül rengi bir aydınlığın içinden ağır ağır karanlığa doğru ilerliyor. Tatavlanın önündebeyaz bir minibüs var. Şef ihsan, yanma iki garson almış, minibüsten sebze kasaları,rakı kolileri, şarap kutuları indirtiyor. Akşama hazırlık."Kolay gelsin" diyorum.Beni görünce hemen kenara çekilip, yolu açıyorlar."Sağ olun Başkomiserim" diyor ihsan, "buyurun hoş geldiniz."Onları arkamda bırakıp, içeri geçiyorum, içerisi alacakaranlık, soba yine gürül gürülyanıyor. Sobanın ağzından yayılan ışık, bahçeye bakan pencerenin önündeki küçük
  • masada oturan Evgeniayı aydınlatıyor. Evgenia masada tek başına. Siyahlar giymiş,düşünceler içinde. Yoksa biri mi öldü? Yok, canım öyle olsa hemen söylerdi. O kadardalgın ki geldiğimi fark etmiyor bile."Merhaba Evgenia" diyorum."Ah Nevzat" diye irkiliyor. "Sen miydin, korkuttun beni.""Aşk olsun, ne zamandır benden korkuyorsun?""Senden korkar mıyım hiç?" diye mırıldanıyor kollarıma atılırken. "Başkası sandım..."Sımsıkı sarılıyor bana. Daha önce de böyle sarılır mıydı? Hiç alınmış gibi bir hali deyok, boş yere kuruntu yaptım galiba? Omzumda dağılan saçlarından yayılan lavantakokusunu içime çekiyorum."Ne güzel kokuyorsun bugün böyle?""Her zamanki kokum" diyerek çözülüyor bedenimden. "Yeni mi fark ediyorsun?"Yeşil gözlerde hiç alışık olmadığım bir yabancılık."Yok, canım yeni fark eder miyim? Ama bazen insan daha çok hissediyor kokuyu...Sende de öyle olmaz mı?""Hadi hadi, bırak şimdi bu laflan da otur şu masaya."Ben masaya otururken, o da duvardaki düğmeye uzanıp içerisinin ışıklarını açıyor.Masanın üzeri yine meze şenliği. Beyazpeynirden kalamara patlıcan salatasındançiroza, deniz börülcesinden midye dolmaya aklınıza ne gelirse, hepsi mevcut.Gülümseyerek oturuyorum iskemleye. Yok, boş yere günahını almışız Evgenianın. Herşey yolunda işte. Karafakiyi alıyorum, Evgenianın kadehine yöneliyorum, eliylekadehinin ağzını kapatıyor:"Teşekkür ederim" diyor, "ben bu akşam içmeyeceğim."Đyimserliğim çabucak dağılıveriyor. Evgenia içerken beni hiç yalnız bırakmazdı. Yok,kesin bir terslik var. Telefondaki suskunluğu gibi bu da ilk kez oluyor. Ne yalansöyleyeyim biraz bozuluyorum. Ben de içmesem, olmaz şimdi. Kadehimi dolduruyorum.Ben aklını çelerim diye işi şakaya vuruyorum:"Mis gibi koktu mübarek. Đstemediğinden emin misin?""Hiç üsteleme Nevzat, bu gece içmeyeceğim."Üstelemiyorum, kadehimi kaldırıp:"Sana" diyorum.Tenezzül edip gülümsemiyor bile, sadece, ağır başlı bir, "Afiyet olsun" dökülüyordudaklarından.Artık masanın tadı yok. Kadehimi masanın üzerine bırakıyorum. Elim hiçbir mezeyeuzanmıyor."Yesene" diyor, "Recai Usta senin için yaptı.""Sağ olsun, karnım tok."Anladı galiba bozulduğumu."Mezesiz olur mu canım?"Çatalımın ucuyla yalandan bir parça beyazpeynir alıyorum."Bak işte yiyorum.""Ye, yarasın."Nihayet gülümsüyor, sanki her şey yolundaymış gibi. Ama değil, Evgenianın teninecanlılık veren, gözlerine ışıltı katan sevinç yok yüzünde. Evgenia sevincini yitirmiş. Bugülümsemeler, sarılmalar, içten olmaya çalışmalar hepsi numara. Hiç alışkın olmadığımbir durum bu. Evgeniaya hiç yakışmıyor. Đnsanlarla konuşurken duygularımı saklamayıçok iyi bilirim; işimin parçasıdır bu, fakat şu anda ona bunu yapamam."Ne oluyor Evgenia?" diye doğrudan soruyorum. "Sende bir tuhaflık var."Hemen anlıyor açık konuşmak istediğimi, hiç çekinmeden, duraksamadan yanıtlıyor:
  • "Ben gidiyorum Nevzat."Sözleri yeterince açık ama ben anlamıyorum."Nereye gidiyorsun?""Yunanistana...""Hayrola, kötü bir haber filan mı aldın?""Yunanistandan mı?" Dudaklarında buruk bir gülümsemeyle bana bakıyor. "Hayır...""Gezmeye gidiyorsun o zaman. Noel için mi?"Başını sallıyor."Noelde biz Yunanistana gitmeyiz Nevzat, oradakiler buraya gelir.""Niye?" diye soruyorum saf saf."Çünkü Yunanistanda buradakinden daha uzun bir tatil var... Hayır, Nevzat, Noel içingitmiyorum. Ben temelli gidiyorum. Orada kalmak için..."Ciddi mi, kapris mi yapıyor anlamaya çalışıyorum."Çok ciddiyim, artık Yunanistanda yaşamak istiyorum."Kapris yaptığı filan yok, sahiden gidiyor."Nasıl yani?" diyorum hayretle. "Nerden çıktı bu birdenbire?"Son derece sakin, son derece kendinden emin, açıklıyor:"Birdenbire değil, uzun zamandır düşünüyordum.""Bana hiç söylemedin!"Sözlerim sanki canını yakmış gibi yüzüme bakıyor; burun kapaklarının açılıpkapandığını görüyorum, gözleri doluyor ama ağlamıyor."Yeri gelmemiştir" diye geçiştiriyor. "Đşte şimdi söylüyorum.""Kararını verdikten sonra...""Kararımı verdikten sonra..." Derinden bir iç geçiriyor. "Huzur içinde yatsın, babam,Kendi kararını her zaman kendin ver kızım derdi. Başkalarına dayanarak sonuna kadaryürüyemezsin. Bükere onun sözünden çıktım. Urfada başıma gelenleri biliyorsun. Amaartık akıllandım. En azından babamın sözlerini din leyecek kadar akıllandım." Sevecenbir ifade beliriyor yüzünde. "Sahi bir keresinde sen de söylemiştin. Hatırlıyor musun?Hani seni sık sık telefonla aradığım günlerdi. Hiç akıllanmayacaksın demiştin.Anlamayıp sorunca da açıklamıştın: Muratı daha doğru dürüst tanımadan, adamakapılıp Urfaya gittin. Şimdi de topu topu üç beş kere gördüğün birini, yani beni kendinearkadaş seçiyorsun. Haklıydın. Yanlış olan bendim, hayatı hep başkalarıyla birliktedüşünüyorum. Bu, doğru değil. Sevgili, arkadaş, dost, aile, hepsi bir yere kadar; tekgerçek, yalnızlığımız." Yüzüme bakıyor; sanki seni anlıyorum, seni bağışlıyorum amasen de beni anla der gibi. "Öyle değil mi Nevzat, hepimiz yalnız değil miyiz?"Benden yanıt yok; kafam karmakarışık."Üstelik Nevzatçım, ben her anlamda yalnızım. Bütün akrabalarım Yunanistanagöçtü. Bir tek ben kaldım burada. Biliyorsun geçen yıl Hristo Amcam vefat etti. Tekmirasçısı benim, Giritte buradan daha büyük bir meyhanesi var. Hem o meyhanenin adıda Tatavla. Yabancıların eline kaldı. Gidip orayı çalıştırayım diyorum. Ne yapalım, bizimmesleğimiz de meyhanecilik, elimizden başka bir iş gelmiyor."Ağır bir keder çöküyor üstüme. Başlangıçtaki alınganlığın getirdiği girişkenlik,cesaret, öfke hepsi kayboluyor, tutuklanıyorum. Doğrudan gitme, nereye gidiyorsun,burada ben varım diyeceğime:"Burası ne olacak?" diyorum. "Babanın kurduğu meyhaneyi başkalarına mıbırakacaksın?""Babama kalsa, ben Urfadan geldiğim yıl gidecektik Yunanistana. Benim zorumlagitmedi Yunanistana. Ölürken bana, Yunanistana git kızım dedi. Burada yalnız kalma.Hristo Amcan kendi kızı gibi bakar sana.
  • Ama ben gitmedim. Yani ikinci kez de dinlemedim babamı. Artık isteğini yerinegetireceğim. Hem gözüm de arkada kalmayacak, Recai Usta var, bizim Şef Đhsan var...Yıllardır birlikte çalıştığımız insanlar. Benim kadar onların da emeği geçti Tatavlaya,burada onların da hakkı var.""Onlar ne diyor gitmene?""Gitme diyorlar. Tuhaf şey Nevzat, çok da içtenler biliyor musun? Hâlbuki bengidersem burası onlara kalacak, meyhane sahibi olacaklar. Ama bunu düşünmüyorlar.Sahiden de gitmemi istemiyorlar, insanlık ölmemiş galiba. Bir ara, burada gitmemiistemeyen insanlar var, vazmı geçsem diye düşündüğüm bile oldu."Belki beni incitmek için söylemiyor ama sözleri ağır geliyor."O ne biçim laf Evgenia" diyorum. "Sadece onlar mı istemiyor gitmeni?"Şaşırmış gibi bakıyor."Başkası da mı var?" Acımasız bir yapaylık yerleşiyor yüzüne:"Kim o Nevzat? Ben bilmiyorum, sen biliyor musun? Kim o?""Yapma Evgenia, kalbimi kırıyorsun."Oturduğu iskemleden bana doğru eğiliyor. Yeşil gözleri kısılmış, keskin iki bıçak gibi:"Sahi mi Nevzat, gerçekten kalbini mi kırıyorum? Gerçekten üzülüyor musungittiğime?""Bu ne biçim soru şimdi, herhalde üzülüyorum. Kuşku mu duyuyorsun?"Yeniden geri çekiliyor, sakin sakin yüzüme bakıyor:"Kuşku duymuyorum Nevzatçım. Elbette üzüleceksin, kolay mı, canın sıkıldığındabirlikte kafa çektiğin bir arkadaşı kaybediyorsun. Bazı geceler yatağına girdiğin birkadını... Yoo, yanlış anlama, seninle geçirdiğim hiçbir an için pişman değilim. Herdakikası muhteşemdi. Ama açık konuşmak gerekirse, sen, beni hiçbir zaman... Sen benigerçek anlamda... Ne demekse bu gerçek anlamda... Anlıyorsun işte. Beni gerçekanlamda hiçbir zaman sevmedin..." Umutsuzca başım sallıyor. "Sevmedin Nevzat."Gözlerindeki yeşiller kırılıyor, dalgalanıyor. "Senin bir dünyan var Nevzat. Ölülerinle,anılarınla kutsallaşan, sana yeten bir dünya. Benim o dünyanın kutsallığını,masumiyetini bozmamdan korktun. Beni dünyana kabul etmedin Nevzat... Hiçbirzaman... Hiçbir zaman beni kabul etmedin..." Uzun kirpiklerinin ucundan yaşlarsüzülmeye başlıyor. Ama aldırmadan sürdürüyor sözlerini:"Kafanda ne vardı bilmiyorum. Belki beni kendine layık görmedin. Belki beni kirli, hafifbir kadın olarak gördün... Bilmiyorum, belki bunları söyleyerek sana haksızlık ediyorum.Bilmiyorum, çünkü benimle gerçek anlamda hiç konuşmadın. Hep kendinden emin, hepkendi sorunlarıyla başa çıkan, hep bana gülümseyen bir adam oldun. Bana hiç yaranıgöstermedin, acını hiç fark ettirmedin, zayıflığını hiç hissettirmedin, sorunlarını hiçanlatmadın. Çünkü beni umursamadım. Oysa ben, seni tuttuğun yasla sevdim Nevzat,acılarınla, karına ve kızına duyduğun özlemle sevdim. Onları kendi ölülerim bildimNevzat. Senin gibi olmasa bile ben de onları kendimce sevdim..."Artık kendini tutamıyor Evgenia hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Ne yapacağımıbilemeden öylece kalıyorum. Kendi kendine ağlıyor Evgenia. Tıpkı söylediği gibi,ağlarken bile yalnız Biraz sakinleşince, uzanıp masadaki kutudan bir peçete çekipburnunu siliyor, gözyaşlarını kuruluyor. Ben hâlâ susuyorum."Seni gerçekten de çok sevdim Nevzat" diyor burnunu çekerken, "hayatta kimseyisevmediğim kadar. Belki bu yüzden çok kızıyorum sana. Sözlerimi de kızgınlığıma ver.Aldırma. Ben gidince her şeyi unutursun..."Söylediklerine o kadar inanıyor, sözlerinden o kadar emin ki ben de kendimisuçlamaya başlıyorum. Bu yüzden ne diyeceğimi bilemiyorum. Ama düşündükçe,Evgenianın o kadar da haklı olmadığını anlıyorum. Bunu anlamak bana konuşma gücü
  • veriyor. Yine de ilk sözcükler bu iradenin sonucunda değil de âdeta kendiliğindendökülüyor ağzımdan:"Seni unutamayacağımı biliyorsun." Islak, yeşil gözlerde inanmayan bir ifade. "Evet,söylediklerinin çoğu doğru... Evet, ben iyi bir sevgili olamadım, belki iyi bir arkadaş biledeğilim. Ama yine de bana birazcık haksızlık etmiyor musun Evgenia? Benim nasıl biradam olduğumu çok iyi biliyordun. En kötü günlerimi gördün. Ben, sevgi özürlü biradamım. Benim o tarafımı dağladılar. Bunu mazeret olsun diye söylemiyorum. Beniaffetmen için de söylemiyorum, gerçek bu olduğu için söylüyorum. Seni üzdüğüm içinçok özür dilerim. Şu anda en az senin kadar üzgünüm. Ama ben hiçbir zaman güzel birilişki vaat etmedim sana. Đstemediğimden değil, yapamadığımdan. Haklısın, ben hâlâkarımla, kızımla birlikte yaşıyorum. Ölmüş olsalar bile onları çıkaramadım hayatımdan.Ama seni hiçbir zaman kirli, hafif, değersiz görmedim. Şu anda hayatımdaki en önemlişey sensin."Alaycı, küçük bir gülüş dökülüyor dudaklarından:"Biliyorum, geçen gece söylemiştin. Seni hayata bağlayan bağlardan biriyim ben.Yoksa hayat güzel olmazmış senin için...""Bu kadar acımasız olma Evgenia. Ben sana içimdekileri söyledim. Söyledikleriminhepsi gerçekti..."Birden, o bildiğim Evgenia oluyor: sevgiyle, kederle, şefkatle, çaresizlik içinde bakıyoryüzüme:"Gerçek olduğunu biliyorum Nevzat. O yüzden gidiyorum ya buralardan. Beni hayatabağlayan bağlardan birisin diyorsun. Belki bencillik ama ben o hayatın kendisi olmakistiyorum. Çünkü benim için o hayatın kendisi sensin."Yeniden gözleri yaşarıyor, ağladığını gizlemek için sağ avucuyla yüzünü kapatıyor.Masanın üzerinde unuttuğu sol eline uzanıyorum. Usulca dokunuyorum parmaklarına,elini çekmiyor ama dokunuşlarıma karşılık da vermiyor. Sadece ağlıyor, içini çekeçeke, sessizce."Konuşalım Evgenia" diyorum, "oturup konuşalım. Değişebilir miyim bilmiyorum amasenin için denerim. Gitmeni istemiyorum Evgenia. Benim için çok önemlisin. Ben dedeğişmek istiyorum, bana yardım etmelisin... Đzin vermediğimi söyleyeceksin amabundan sonra farklı olacak. Sana söz, deneyeceğim... Birlikte... Cep telefonum işte oanda çalıyor. Aldırmıyorum."Birlikte yeniden deneyebiliriz. Yani istiyorsan. Đstersen, buradan bana gidelim. Amaev sahiden soğuk. Şu doğalgaz meselesini halledemedim hâlâ..."Ben konuşurken telefonum da çalmayı sürdürüyor. Bu kadar ısrarla çaldığına göreönemli bir gelişme olmalı. Belki de alakasız biridir. Evgenia elini çekiyor, yemdenpeçete kutusuna uzanırken:"Telefonuna baksana" diyor.Aslında bu sözler beni rahatlatıyor ama numara yapıyorum."Boş ver çalsın."Peçeteyle gözyaşlarını kurularken,"Hadi Nevzat" diyor, "telefona bakmak istediğini biliyorum.""Sen istediğin için bakıyorum" diyerek cebimden telefonu çıkarıyorum. EkrandaAlinin adı görülüyor. Eğer önemsiz bir şeyse yandın Ali, diyerek açıyorum telefonu."Alo?""Alo Başkomiserim..." Sesi heyecan yüklü."Evet, Ali, ne var?"Bunları söylerken bakışlarım Evgeniada.
  • "Rahatsız ettiysem kusura bakmayın Başkomiserim. Çok önemli bir gelişme oldu.Bilmek istersiniz diye düşündüm.""Ne gelişmesi?"Hâlâ bakışlarım sevdiğim kadının üzerinde."Malik öldürüldü Başkomiserim.""Malik mi?"Daha bugün konuştum bu adamla ben! Malikin o huzur dolu, kendinden ve dünyadanemin yüzü geliyor gözlerimin önüne."Nasıl? Nasıl öldürülmüş?""Tıpkı Pavlus gibi, başı kesilerek.""Başı kesilerek mi?""Evet, evindeki kılıçla..."Malikin bana gösterdiği enli Roma kılıcı."Ama güzel bir gelişme oldu" diye sürdürüyor coşkuyla. "Katili yakaladık."Bu haber, Malikin ölümünden daha çok şaşırtıyor beni."Katili yakaladınız mı?""Evet, Başkomiserim. Katili yakaladık, aslında biz değil, Malikin iki arkadaşıyakalamış. Mahallenin çocukları..."Sabırsızlıkla soruyorum:"Peki, tanıdık biri mi? Yani katil? Şüphelilerden biri mi?""Evet" diyor Ali. Evet, diyen sesi kin dolu, ama aynı zamanda neşeli. "Evet, katilCanmış Başkomiserim.""Can mı?" Başından beri ondan kuşkulanmadım değil, ama yine de tuhaf birhuzursuzluk duyuyorum. "Emin misin? Can mı?""Eminiz Başkomiserim, Malikin başucunda bulmuşlar. Yandaki şapelin kapısını kırıpgirmiş içeri. Kaçarken mahalleli iki gence yakalanmış. Gelince siz de görürsünüz.""Tamam, gelmeye çalışacağım."Ali hayrete düşüyor."Yani sizi beklemeyelim mi?""Tamam, Ali, ben seni ararım. Hadi hoşça kal."Telefonu kapatırken, gözlerim yeniden Evgeniaya kayıyor. Hâlâ sevgiyle, kederle,şefkatle, çaresizlik içinde bakıyor."inanılmaz şey Evgenia. Kendini Aziz Pavlus sanan bir adamcağız vardı, onuöldürmüşler. Tıpkı Aziz Pavlus gibi başını keserek... Hem de Aziz Pavlusun başım kesenkılıçla..."Yüzünü buruşturuyor Evgenia, hepsi o kadar, kafası kesilen adam hikâyesi daha fazlaetkilemiyor onu."Gitmen lazım değil mi?" diye soruyor."Đstemezsen...""Hayır" diyor, "hayır Nevzat gitmen lazım, ama önce rakını bitir." Gülümsüyor. Buruk,acı bir gülümseme. "Bitirmezsen kadehin deki rakı ardından ağlar." Yeniden o katı ifadegelip oturuyor yüzüne. "Rakını bitir sonra git, çünkü ölüler seni bekliyor Nevzat. Ölüleribekletmek olmaz."Duruşunda, bakışında, sesinde öyle bir kararlılık var ki, artık ne desem boş; artık benidinlemeyecek, biliyorum Evgenia artık kesinlikle gidecek.22
  • Canavar ve onunla birlikte yalancı peygamber tutsak alındı.Yeni Ahit, Vahiy, 19.20.Kurtuluştan Malikin evinin bulunduğu Kumkapıya gidiyorum, içimde acı, içimdekeder, tuhaf duygular, tuhaf düşünceler... Sevdiğim kadın beni terk ediyor, belki birdaha hiç görüşemeyeceğiz. Çok önemli bir insanı daha kaybediyorum. Belki dehayatımdaki en güzel ilişki sona eriyor. Belki de hayatıma anlam veren tek şeyikaybediyorum. Üzülüyorum, hem de çok üzülüyorum. Ama bu üzüntü, aklımıncinayetlere kaymasına engel olamıyor. Evgenia beni terk etmekte haklı galiba Bendenadam olmaz. Yaşamdan çok, ölüm çekiyor beni. Ölüm daha cazip geliyor bana. Ölümdeğil de cinayet. Kendi kendime gülümsüyorum. Evgenia yaşama benden daha yakın.Yaşama değil de aşka. Sanırım, benim için cinayet çözmek neyse, Evgenia için de aşko. Bunu söylesem, aşk ile cinayeti nasıl bir tutabiliyorsun diye kızar bana. Oysa ikimizde sıradanlığı sevmiyoruz; Evgenia yaşamı, aşkla sıra dışı kılmaya çalışıyor, ben isecinayet çözerek... Normal değil tabiî, ama gerçek. Benim gerçeğim. Şunu da rahatlıklasöyleyebilirim ki, cinayet yaşamı olduğu kadar, ölümü de sıradanlıktan kurtarıyor. Öyledeğil mi? Eğer Malik eceliyle ölseydi, yakınları, tanıyanları üzülecek, sonra da takdirîilahî deyip unutacaklardı. Oysa şimdi üzüntünün yanında öfke de duyacaklar, aynızamanda derin bir merak: acaba onu kim öldürdü, diye düşünecekler. Zekâlarınıkullanmaya başlayacak, amatörce olsa da katili bulmaya çalışacaklar. Bulupbulamadıklarının bir önemi yok, ama yaşamlarına bir heyecan geleceği kesin. Hem dene heyecan! Cinayeti çözmek, gerçeği bulmak, katili yakalamak. Cinayet çözmenininsan ruhuna iyi gelen başka ödülleri de var; adaleti sağlamak gibi. Ama gerçek suçlu,gerçek katil bulunursa. Çünkü çoğu zaman gerçek görünenden oldukça farklıdır. TıpkıMalik cinayetinde olduğu gibi. Alinin telefonda, "Katil CanmışBaşkomiserim" dediğinden beri bunu düşünüyorum. Beni Evgeniayı kaybetmişolmanın verdiği üzüntüden koparan belki de bu kuşku. Can’ın Maliki öldürmüş olması,hiç mantıklı gelmiyor bana. Evet, Can ile Malikin düşüncelerinde, özellikle Hıristiyanlıkkonusunda büyük bir ayrılık olduğunu biliyorum. Ama genç adam bu nedenle cinayetişleyecek birine hiç benzemiyor. Hem de dinî bir ayini yerine getirir gibi, Pavlusuöldüren kalıçla... Hayır, bu olabilecek bir iş gibi gelmiyor bana. Hem de Malik gibisevdiği birini... Aralarında da hiçbir sorun yokken. Sorun yok muydu acaba? Olsaydıbirinden biri söylerdi herhalde. Malik en ufak bir serzenişte bile bulunmadı Canhakkında. Tersine her fırsatta onu sevdiğini, hatta onu yeniden Hıristiyanlığakazanacağım tekrarlayıp durdu. Hayır, Can’ın bu cinayeti işlemesi anlamsız... Çokanlamsız... Ama belki de bilmediğimiz; ikisinin de bizden sakladığı başka gerçeklervardır. Sahi Malik bugün, "Aslına bakarsanız biz bir madalyonun iki farklı yüzü gibiyiz"demedi mi? Belki de ikisini birleştiren ortak bir inanıştan, ne bileyim bir örgütten, birtarikattan söz ediyordu. Onları ortak kılan ne olabilir ki? Nusayrilik... Evet, ikisi de ArapAlevîsi değil mi? Kökenleri öyle. Ama biri inançsız, öteki ise kafayı sıyıracak kadarHıristiyanlığın içinde. Onların artık Nusayrîliği mi kalmış? Belki hiç duymadığımız gizlibir din... Gizli bir öğreti. Sır dinlerden bahsetmiyor muydu Can? Evet, sır dinler... Adana,Antakya, Suriye yöresinde yaygınmış. Ama eskiden, çok eskiden. Sır dinler hâlâ sürüyorolabilir mi? Neden olmasın? Antakya yöresinde reenkarnasyona hâlâ inanılıyormuş.Malik kendinin Pavlus olduğunu düşünebiliyorsa, birçok insan da eski sır dinlereinanıyor olabilir. Kumkapıya ulaşıncaya kadar bu düşünceler aklımı kemirmeyisürdürüyor.Malikin evinin bulunduğu sokak hıncahınç insanla dolu. Bütün mahalleli yığılmış.Malikin evi, bizimkilerin kordonu altında. Polis arabalarının yanıp sönen lambalarından
  • yansıyan ışıklar, öfkeyle çalkalanan kalabalığın üzerine vuruyor. Kendi aralarındayüksek sesle konuşan, bağırıp çağıran kalabalığı yarıp eve ulaşmaya çalışıyorum.Kordonun başladığı yerde, üniformalı genç bir polis durduracak oluyor, kimliğimigösterip geçiyorum.Evin kapısından içeri adımımı atar atmaz, bu sabah olmayan bir koku, tazeliğiniyitiren kanın keskin kokusu doluyor genzime, içerdeki ışığa alışan gözlerim,koyulaşmaya başlayan kan tabakasının içinde yatan Malikin başsız cesedini seçiyor.Araya giren biri, cesedi görmeme engel oluyor. ,"Merhaba Başkomiserim."Bu bizim Şefik; yüzünde çetrefil bir olayla karşılaşmış olmanın getirdiği gerginlik var."Merhaba Şefik" diyorum, "nasıl gidiyor?""Nasıl olsun, olay giderek daha ilginç bir hal alıyor." Eliyle evin içinden şapele açılankapıyı gösteriyor. "Bizim çocuklar çalışıyor, Zeynep de orada."Sahi Zeynep ne durumda acaba? Gözlerimi kısarak Şefikin gösterdiği yönebakıyorum. Malikin başsız gövdesinin üzerine eğilmiş, kan gölü içindeki cesediinceleyen Zeynepi görüyorum. Kendini o kadar işine vermiş ki, ne düşündüğünü, nehissettiğini anlamak zor."Ali nerede?" diye soruyorum Şefike."Zanlıyı, semt karakoluna götürdü. Halk çıldırmış gibiydi, adamı linç edeceklerdi. Aligüçlükle kaçırdı buradan onu.""Telefonda hiç bahsetmedi. Ne zaman oldu bütün bunlar?""Biraz önce. Ama işin öncesi var. Đki genç, zanlıyı şapelin içinde yakalamış. Herhaldekaçmaya çalışıyordu. Hemen atılmışlar üzerine ama zanlı onların elinden kurtulmuş.Fakat kavga gürültüye toplanan halk, yeniden yakalamış onu. Bir güzel pataklamışlar, osırada yoldan geçen bizim iki memur müdahil olmuş olaya Zanlıyı alıp, evin içinesokmuşlar, merkeze haber vermişler. Biz geldiğimizde, kalabalık iyice artmıştı, bağırıpçağırıyorlar; zanlıyı kendilerine teslim etmemizi istiyorlardı. Meğerse bütün mahalleli,Müslümanı, Rumu, Ermenisi, şapelin uğurlu olduğuna inanırmış. Herkes gelip buYithzak adındaki azizden bir dilekte bulunurmuş. Şapelde birinin öldürüldüğünüduyunca çıldırmışlar tabiî.""Malik şapelin içinde mi öldürülmüş? Ali cinayetin evde işlendiğini söyledi."Şefik, cansız bedeni göstererek:"Adamın kafasını burada kesmişler" diyor, "tam merdivenin orada. Kesilen başyuvarlanarak, şapelin zeminine düşmüş.""Kapı açık mıymış?""Acıkmış... Daha doğrusu zanlı, şapelin içinden kapıyı kırıp girmiş içeri."Can neden kapıyı kırsın ki? Hem şapelde ne işi var? Maliki görmek istiyorsa, evinkapısını çalardı, yaşlı dostu da bütün konukseverliğimle alırdı onu içeri. Bu olayda birtuhaflık var. Yerde yatan cesede yaklaşıyorum, Şefik de peşimde. Birkaç adım kalaZeynep de fark ediyor beni. Doğruluyor, plastik eldivenleri kan içinde. O kadar çokcinayet görmüş olmasına rağmen, yüzü dehşetle çarpılmış."Korkunç bir olay" diye açıklıyor. "Maktulü yere yatırmış... Başını merdiveninboşluğuna getirmiş, sonra kılıçla birkaç kez vurmuş. Düzgün bir kesik değil, boyundabirkaç yara izi var. Ama kılıç çok keskin, sonunda başarmış."Gözlerim Malikin ayakucunda duran, parlak yüzeyi yer yer kanla lekelenmiş kılıcakayıyor. Daha bu sabah elime aldığım bu keskin metalin ağırlığını yeniden hissediyorumbileğimde. Hemen kovuyorum bu anıyı belleğimden."Maktul karşı koymamış mı?" diye soruyorum Zeynepe. "Kavga, kapışma olduğunugösteren bir belirti yok mu?"
  • "Var." Sol duvarın dibinde, yerde duran Meryem ve Çocuk Đsa ikonasını gösteriyor."Maktul kendini savunmuş, ikona o sırada düşmüş olmalı. Ama güçlü bir karşı koyuşolduğunu sanmıyorum. Biliyorsunuz maktul pek genç değilmiş. Ellerinde yara, darp izide bulamadım.""Zanlının durumu hiç de öyle değildi ama" diyerek lafa karışıyor Şefik. "Adamı fenahırpalamışlar."Zeynepin sesi neredeyse duyulmayacak kadar cılız çıkıyor:"Öyle olmuş, kalabalık az kalsın öldürecekmiş onu."Zavallı kız, Can için mi üzülsün, yoksa bir zanlıyla yakınlaştığı için utanç mı duysun...Biraz da onu bu duygudan kurtarmak için soruyorum:"Başka bir bulgu, kanıt var mı?"Hevesle anlatmaya başlıyor Zeynep:"Maktulün sağ elinin ortaparmağındaki tırnağın arasında lacivert bir iplikçik bulduk.Katilin mi, yoksa maktulün kendi giysilerine mi ait, araştıracağız. Laboratuarişlemlerinden sonra kesin bir şeyler söyleyebilirim.""Üst kata baktınız mı? Hırsızlık filan olabilir mi?""Üst kata baktım" diyor Zeynep. "Her şey çok düzgün. Katilin yukarı çıktığını bilesanmıyorum. Hırsızlık olabilir mi, anlamak zor. Evde o kadar çok eşya var ki. Amamaktulün oğlu Zekeriyayı aradık, birazdan burada olur. Eksik bir eşya varsa oanlayabilir."Bir açıklama da Şefik’ten geliyor:"Bu evde çalışmak zor. Çok fazla parmak izi var.""Bir yerlerde" diyorum, "özellikle de kılıcın kabzasında benimkilere de rastlarsanşaşırma."Şefikin suratı çarpılıyor."Öyle şeytan görmüş gibi bakma Şefik. Adamı ben öldürmedim herhalde. Sadecesabahleyin bu evdeydim. Zavallı Malikle konuşmuştum. Onu Öldüren kılıcı elime aldım.""Elinize mi aldınız? Niye?""Adam ısrar etti... Yav şimdi boş ver bunları Şefik, ne yani, benden mişüpheleniyorsun?""Estağfurullah Başkomiserim, siz parmak izim filan deyince şaşırdım biraz."Merdivenlerde eğilerek, ayak izi, saç teli, katili ele verecek ipucu, delil arayan OlayYeri Đnceleme Memurunun sırtının üzerinden şapelin kapısına bakıyorum, ardına kadaraçık. Anahtar kısmındaki ahşap kırılmış. Şapelin zemininde kana bulanmış topa benzerbir cisim dikkatimi çekiyor. Anında bakışlarımı kaçılıyorum: bu, zavallı Malikin başı."Bir de Kutsal Kitap var Başkomiserim" diyor Zeynep. "Evet, bu kitapta da bazısatırların altı maktulün kanıyla çizilmiş.""Nerde? Görebilir miyim?"Hep birlikte Malikin bu sabah beni ağırladığı odaya geçiyoruz. Sabah çay tepsisinindurduğu yerde, tıpkı sahte Yusuf un evindekine benzer bir Kutsal Kitapın açık olduğunugörüyorum. Açık sayfadaki satırlardan birinin altının kanla çizili olduğunu fark etmektegecikmiyorum. Yakın gözlüğümü çıkarıp, altı çizili satın okumaya çalışıyorum."Canavar ve onunla birlikte yalancı peygamber tutsak alındı."Başımı kitaptan kaldırmadan soruyorum:"Yine Zekarya Peygamberin kitabından mı?""Yok Başkomiserim, Đndilerin sonuna eklenen, Yuhannanın yazdığı Vahiyden."Zeynep kitaba yaklaşıyor. "Üstelik buradaki çizgiler hiç de düzgün değil. Hatırlayacakolursanız, Yusufun evindeki kitapta cümlelerin altı sanki cetvelle çizilmiş gibiydi."
  • Eliyle kitabın sağ tarafındaki boşluğu gösteriyor. "Bir fark daha var. Mor Gabriel yazısıda yok burada.""Olmasın" diye karışıyor lafa Şefik, "çok mu önemli?"Zeynep kendi varsayımından emin, kararlılık içinde açıklıyor:"Çok önemli... Bu işaretler katilin imzası gibidir. Ki, Kutsal Kitapta satırın altını,kurbanın kanıyla çizme ritüelini yapmış, ama bu kez başka bir bölümü seçmiş.Öncekiyle hiç ilgisi olmayan bir bölüm. Hadi bunun belki bir açıklaması vardır diyelim,ama Mor Gabriel yazısı niye yok?""Zaman bulamamıştır" diye açıklıyor Şefik. "îki genç iş üzerinde yakalamışlar katili."Şefik haklı olabilir, ama şu anda bunu tartışmayı uzatmanın anlamı yok, benimZeyneple konuşacağım daha önemli meselelerim var."Anlayacağız Şefik" diyorum, "acele etmeyelim, şu delillerin hepsini bir toplayayım,ondan sonra bir karara varırız."Uzatmıyor Şefik ama odadan çıkmaya da niyeti yok. Açıkça söylemekten başkaçarem kalmıyor:"Bize biraz izin verir misin Şefik, bir başka dava hakkında konuşacağız da..."Hiç de hoşnut olmuyor Şefik bu talebimden, ama isteğime uymamazlık da edemiyor. Oçıkmak üzereyken, Cengizin basma sızan haberle ilgili söylediklerini hatırlıyorum."Şefik bir dakika... Şu Süryanî cinayetinde, maktulün Hıristiyan olduğuna dair basındahaberler çıkmış."Şefik’te bet beniz atıyor:"Öyle mi, hiç bilmiyorum Başkomiserim.""Ben de farkında değildim, Cengiz Müdürüm söyledi.""Kim sızdırmış acaba?"Bence kimin sızdırdığını biliyor."Bizden sızmadığına göre senin adamlarından biri olmalı.""Yok, Başkomiserim, nereden çıkarıyorsunuz?""Benimki dostça bir tavsiye Şefik. Adamlarını uyar, ağızlarını sıkı tutsunlar. Yoksakabak senin başına patlar.""Tamam, Başkomiserim tamam" diyor. "Bizden biriyse kulağını çekerim."Sonra da ne diyeceğimi bile beklemeden bir caka, bir çalım çıkıp gidiyor."Hem suçlu, hem güçlü" diye söyleniyor Zeynep. "Bunun Namık adındaki kıvırcık saçlıadamım gördüm. Bir gazeteciyle konuşuyordu.""Biliyorum Zeynepçim. Sonunda Şefik de anlayacak hatasını. Umarım, iş iştengeçmeden anlar da, başı yanmaz... Neyse, biz işimize dönelim. Sen buraya ne zamangeldin? Geldiğinde neler gördün, anlatsana.""Aliyle birlikte geldik. Geldiğimizde dışarıdakilerden daha kalabalık, daha öfkeli birtopluluk vardı. Bağırıp, çağırıyorlar, Canın kendilerine verilmesini istiyorlardı. Ali anonsyaptı. Destek ekip çağırdı.""Bu sırada Can neredeydi?""Đçerdeydi, karşıdaki odada...""Antikaların bulunduğu odada...""Evet, şu karşıdaki büyük odada. Yanında üniformalı iki memur vardı.""Can’ın durumu nasıldı?""Kötüydü, gözlükleri kırılmış, yüzü, gözü kan içindeydi.""Konuşabiliyor muydu?""Evet, konuşabiliyordu. Bizi görünce sevindi. Đyi ki geldiniz dedi, büyük bir yanlışyapıyorlar.Ben ne diyeceğimi bilemedim ama Ali inanmadı ona.
  • Ulan iş üzerinde yakalanmışsın, hâlâ inkâr mı ediyorsun? dedi.Can yalvarmaya başladı:Malik Amcayı ben öldürmedim. Ben sadece içeri girmeye çalışıyordum dedi.Yeter artık diye tersledi Ali, her şey gün gibi ortada, adamı koyun gibi kesmişsinişte.Aliyi ikna edemeyeceğini anlayan Can, bana döndü:Ben yapmadım Zeynep Hanım dedi, inanın ben yapmadım.Peki, kim yaptı o zaman? diye atıldı Ali. Kim öldürdü bu adamı? Şapelin şeytanlarımı?Canın yüzünde kararsız bir ifade belirdi. Katili tanıdığını düşündüm. Şimdi söyleyecekdedim, ama söylemedi. Sizi sordu.""Beni mi sordu?""Evet, Başkomiserim, sizi sordu. Nevzat Baş komiser gelmeyecek mi? dedi.Ali fazla konuşturmadı ama Hiç heveslenme diye çıkıştı. Oyun bitti, artık hiç kimseyikandıramazsın.Can ısrarlıydı.Nevzat Başkomiser gelecek değil mi? diye sordu yeniden. Alinin kızacağım bile bileyanıtladım Başkomiserim. Öyle zavallı bir hali vardı ki, acıdım ona, Gelecek dedim,Nevzat Başkomiserim yarım saate kadar burada olur.O sırada dışarıdaki kalabalık yine taşkınlık yapmaya başlamıştı. Can’ı istiyorlardı. Evetaş atanlar bile oldu. Bunun üzerine, onu evden çıkarmaya karar verdik. Can’a polisüniforması ile kurşungeçirmez bir yelek giydirdik, başına da bir şapka geçirdik. Ali, ikipolis memuru ve Can dışarı çıktılar. Ancak kalabalıktakiler Can’ı teşhis etti. Hepbirlikte öfkeyle saldırdılar. Ali ile iki polis memura güçlükle koruyabildiler onu. Zavallıbir sürü tekme tokat yedi. Bizim Ali de nasibini aldı bu tekme tokatlardan. Çok korktumAliye bir şey olacak diye. Nerdeyse silahımı çekip, ben de dalacaktım kalabalığınarasına. Benim düşündüğümü Ali yaptı, kalabalığı dağıtmak için havaya üç el ateş etti.Anında sindi kalabalık. Fırsattan yararlanan Ali, Can’ı aceleyle ekip arabasının içineatarak, semt karakoluna götürdü.""Aliye bir şey olmadı değil mi?""Çok şükür olmadı. Sırtına birkaç yumruk yedi ama kalabalıktan birkaç kişininçenesini dağıtmayı da başardı. Ekip arabasına binerken kötü görünmüyordu, camdanbana göz bile kırptı.""Serseri" diye mırıldanıyorum sevecenlikle, "bayılır patırtıya gürültüye."Aslında Zeynepin Ali için kaygılanması hoşuma gidiyor. Yok, bu kız seviyor Aliyisevmesine de, ne türden bir sevgidir onu bilemiyorum."Can’ı yakalayan şu iki kişi, onlar nerede?""Onlar da karakola gittiler Başkomiserim.""Güzel... Ben de oraya gitsem iyi olacak. Senin işin çok mu?"Pürüzsüz alnı, çözülmemiş bir problemin verdiği gerginlikle kırışıyor."ikinci kata çıkan merdivenin demirlerinde kan lekeleri gördüm. Kesilen boyundanoraya kan fışkırması olanaksız. Ters yönde çünkü... Belki katilin kanıdır. Örnekleralacağım... Biraz daha buradayım Başkomiserim."Biz konuşurken, dışarıdan yine bağırtılar, çağırtılar geliyor. Nefret ederim bu linççiheriflerden. Tek başlarına hepsi süt dökmüş kedidir, ama bir araya gelince aslankesilirler."Dışarıdaki ekiplerin amiri nerede?" diyorum odadan çıkarken, "söyleyelim dedağıtsınlar şu çapulcuları."
  • 23Malik Amcanın kesik başı...Öfkeli kalabalığı, onları dağıtmaya çalışan üniformalı meslektaşlarımla birlikte,Malikin evinin önünde bırakıp, birkaç sokak ötedeki karakola giriyorum. Kapıdanadımımı atar atmaz, Alinin sesi çınlıyor kulaklarımda."Bir de delikanlı olacaksınız lan. Adam evire çevire dövmüş işte ikinizi de. Bizimmemurlar yetişmese, Allah bilir hastanelik edecekti sizi..."Şu iki tanıkla konuşuyor olmalı. Çirkin bir avizenin yaydığı kırmızı ışıklarla aydınlanangeniş koridora hızlı adımlarla geçip, sesin geldiği odaya giriyorum. Masada oturan,temiz yüzlü genç komiser büyük bir keyifle dinliyor Alinin sözlerini. Genç komiserdenbaşka, odada yüzü gözü şiş iki tanık, üniformalı iki polis memuru, kendini iyicemuhabbete kaptıran Aliyle birlikte toplam beş kişi var. Hepsinin ellerinde yanlanmışçay bardakları. Can ortalıkta görünmüyor, nezarette olmalı. Beni ilk fark eden gençkomiser oluyor; saygıyla ayağa kalkıyor hemen:"Buyurun, Nevzat Başkomiserim hoş geldiniz."Demek tanıyor beni. Genç komiserin sözleri üzerine, Ali toparlanıyor, îki komiserayağa kalkınca, geri kalanlar da mecburen hazır ol vaziyeti alıyor. Hiç hazzetmem buişlerden. "Oturun arkadaşlar, oturun."Ötekiler yeniden iskemlelerine çökerken, genç komiserin kibarlığı tutuyor, kalktığıkoltuğu gösteriyor:"Olmaz Başkomiserim, siz böyle geçin."Çaresiz geçiyoruz, masanın başına. Genç komiser iskemlelerden birine oturmadanönce soruyor:"Başkomiserim, çay, kahve ne içersiniz?""Teşekkür ederim, bir şey içmeyeceğim. Đşimize bakalım."Bu "işimize bakalım" bu kadar sululuk yeter anlamına da geliyor. Genç komiser dahafazla ısrar etmeden, tanıklardan sol gözü morarmış olanın yanındaki iskemleye geçiyor.Bu iki çocuk fena sopa yemiş anlaşılan. Can tek başına mı yapmış bu işi? Hiç de öylebirine benzemiyordu hâlbuki. Tanıklara baktığımı gören Ali açıklıyor:"Zanlıyı yakalayan arkadaşlar bunlar." Biri şişman, öteki kürdan gibi cılız iki tanığabakarken, kendini tutamıyor, gülecek gibi oluyor. "Gerçi bunlar Can’ı mı yakalamış,yoksa Can bunları mı orası pek belli değil ya.""Niye öyle söylüyorsunuz Komiserim" diye itiraz ediyor kürdan gibi olanı, "sonuçtayakaladık adamı."Ali takılmayı sürdürüyor:"Ben öyle duymadım, o işi mahalleli yapmış."Can’ın zanlı çıkması Aliyi çok keyiflendirmiş olmalı, ama artık işin tadını kaçırmayabaşlıyor. Uzatmasına izin vermiyorum:"Şu olayı bir de sizden dinleyelim" diyorum tanıklara, "anlatın bakalım nasıl oldu buiş?"Kürdan gibi olanı bardaktaki çayım bir dikişte bitirdikten sonra yanıtlıyor:"Rahmetli Malik Amca, şapele göz kulak olmak için tutmuştu bizi.""Para mı ödüyordu yani size?"
  • "Ödüyordu... Ödemese de yapardık. Malik Amca gelmeden önce bu şapel çokbakımsızdı. Millet gelip dilekte bulunur ama kimse şapelin temizliğiyle, bakımıylailgilenmezdi. Bazı geceler tinerciler, şarapçılar yatardı burada. Malik Amca gelince buişe el attı. Şapelin temizliğini, bakımını, korunmasını üstlendi. Biz de ona yardımetmeye başladık...""Şimdi bu korunmasını yaptığınız yer bir şapel. Yani küçük bir kilise... Siz deHıristiyan mısınız?""Ne Hıristiyanı Başkomiserim, elhamdülillah Müslümanız. Ama sonuçta Isa Efendimizde Allahın peygamberi... Hem o şapelde yatan Aziz Yithzak da ermiş bir adam.Müslüman, Hıristiyan, Yahudi fark etmez, o hepimizin ermişi...""Güzel de, Malik sonuçta Hıristiyan. Size hiç Hıristiyan olun gibilerden telkinlerdebulunmadı mı?""Hayır Başkomiserim. Malik Amca herkesin dinine saygılı bir adamdı. Hem biz çocukmuyuz, öyle bir şey yapmaya kalksa...""Bana Kutsal Kitap verdi" diyerek arkadaşını yalanlıyor tombul olanı. "Kalın birkitap... Ta Âdemden başlıyor. Ben okuyordum, evde bizim peder gördü. Kızdı, ben degötürüp geri verdim. Sevmedin mi? diye sordu Malik Amca. Sevdim de" dedim, bukitap bize göre değil. Üstelemedi bile adamcağız.""Allah rahmet eylesin çok iyi adamdı" diyerek yeniden kürdan gibi olanı söz alıyor."Müslüman değildi, ama mahallede herkes severdi onu. Bizim caminin aksi imamıylabile iyi geçinirdi. Neyse... Bu akşamüstü biz..." Başıyla arkadaşını gösteriyor. "Farukla,şapelin önünden geçiyorduk, içeriden sesler duyduk."Faruk çok önemli bir ayrıntıyı hatırlatır gibi düzeltiyor:"Yok, oğlum, ses duymadık, önce şapelin kapısının açık olduğunu gördük." Farukbana dönüyor. "Kapıyı açık görünce Başkomiserim, ben Alpere, Oğlum içerde biri vargaliba dedim. "Tinerciler girmiş olmasın?""Yok, lan, yanlış hatırlıyorsun... Yok, Başkomiserim, önce sesi duyduk. Onun üzerineşapele yöneldik. Kapının açık olduğunu o zaman fark ettik.""Nasıl bir sesti bu?"Alper yanıtlıyor:"Birinin kapıyı omuzlamasına benziyordu. Sonra bir çatırtı duyduk. Tahmin edeceğinizgibi, bu da kınlan kapının sesiydi. Tinerciler, içerisini kırıyor döküyor sandık. Hemenşapele girdik. Bir de baktık ki, adamın biri Malik Amcanın evine açılan kapının önündeduruyor. Kapı da kırılmış. Ne yapıyorsun lan burada? diye bağırınca, adam panikledi.Bize doğru gelmeye başladı, amacı kaçmak. Hemen atıldım üzerine. Ama adamhazırlıklıymış, yana çekilip, gözümün üstüne bir yumruk patlattı. Çok da ağırmış puştuneli. Olduğum gibi yıkıldım yere. Bizim Faruk da kaleci gibi ellerini yana açmış, adamınkapıdan çıkmasına engel olmaya çalışıyor. Herif Yaradana sığınıp Farukun da midesinebir yumruk indirmez mi? Faruk kıçüstü oturdu yere...""Herif hazırlıksız yakaladı bizi Başkomiserim" diyerek Faruk alıyor sözü. "Ama benbırakmadım tabiî. Tam kapıdan çıkarken sol paçasından tuttum. Herif çetin ceviz, sağayağıyla beni tekmelemeye başladı. Allahtan Alper yetişti imdadıma.""Evet Başkomiserim, kendimi toparlar toparlamaz, sandalyelerden birini kapıpsavurdum üzerine. Ama herif kedi gibi çevik, yana çekilerek kurtuldu. Hedefini şaşıraniskemle de bizim Farukun başına geldi.""Başıma geldi ya, çok da ağırdı Başkomiserim. Ama herifin ayağım yine debırakmadım. Zaten adam da dengesini yitirip yere düştü, işte o anda Alper atladıüzerine."
  • "Atladım atlamasına da herif yana çekilince ben de yere düştüm, kafayı da kapınınçıkıntısına çarptık.""Bu arada ben de herifin öteki ayağını tutmaya çalışıyordum. Herif cin gibi, ayağınıtutayım derken, bir an boşluğumu yakalayıp çeneme öyle bir tekme yerleştirdi ki,gözümün önünde sıra sıra yıldızlar uçuşmaya başladı, işte o anda kendimikaybetmişim.""Faruk bayılınca, iyice kinlendim Başkomiserim. Farukun bıraktığı ayağı benyakaladım, baktım olacak gibi değil, bütün gücümle ısırmaya başladım. Herif bir yandanavaz avaz bağırıyor, bir yandan da öteki ayağıyla beni tekmelemeye çalışıyor.Gürültüye, köşedeki kahvenin sahibi Durmuş Abi yetişti, garsonlar, kunduracılarderken, tüm mahalle toplandı başımıza. Herifi böyle yakaladık işte. Malik Amcanınöldürüldüğünü öğrenen mahalleli öfkelendi, adamı linç etmek istedi." O sırada, eliyleüniformalı iki polisi gösteriyor. "Bu polis abiler geldiler, herifi kalabalığın elindenkurtardılar, işte olay bundan ibaret Başkomiserim.""Anlaşıldı" diyorum, "şimdi soracaklarıma iyice düşünüp öyle cevap verin. Tamammı?"Đkisi de olur anlamında başlarını sallıyor."Zanlıyı ilk gördüğünüzde, yani şapelin içine girdiğinizde, tam olarak ne yapıyordu?""Kapının önünde öylece durmuş içeri bakıyordu Başkomiserim" diyecek oluyor Alper,arkadaşı katılmıyor ona."Yanılıyorsun oğlum, adam içeri bakmıyordu. Malik Amcanın kesik başına bakıyordu."Ötekinin karşı çıkmasına fırsat vermeden soruyorum:"Malikin başı neredeydi? Tam olarak görebildiniz mi?""Ben gördüm Başkomiserim" diyor Faruk, "görünce de irkildim. Kolay değil, insan birtuhaf oluyor. Biraz geride kaldım haliyle. Malik Amcanın başı kan içindeydi, yüzü gözübelli değil. Katilin ayaklarının dibinde, patlak bir top gibi duruyor, adam da öylecedurmuş başa bakıyordu.""Elinde kılıç var mıydı?""Yok, kılıç filan görmedik..."Arkadaşı da destekliyor Faruku."Yoktu Başkomiserim, olsaydı herif bizi de doğrardı zaten.""Peki, adamın tam olarak durumu neydi? Yani şaşkın mıydı, öfkeli miydi, telaşlımıydı?""Şaşkındı Başkomiserim. Ne yapacağını bilemiyor gibiydi? Bizi görünce panikledizaten.""Ellerinde, giysilerinde kan var mıydı?""Valla, benim elime kan bulaştı" diyor Faruk. "Çünkü herifin ayağını tutuyordum.Ayakkabılarının altı kan içindeydi. Ellerinde elbiselerinde kan var mıydı, o tantanadafark edemedim.""Galiba vardı" diyor Alper, "ama kavgadan sonra fark ettim, belki de adamın kendikamdır. Çünkü çok kötü sopa yedi mahalleliden.""Dikkatinizi çeken başka bir şey?""Yok" diyor ikisi de, "hepsi bu Başkomiserim."Bardağındaki çayın son yudumunu içen Aliye dönüyorum."iyi o zaman, bir de Can’la konuşalım, bakalım o ne anlatacak..."Aliden önce genç komiser atılıyor:"Zanlıyı buraya mı getirelim Başkomiserim?""Başka bir odanız varsa daha iyi olur.""Karşıdaki oda boş."
  • "Güzel, oraya geçelim."Genç komiser, üniformalı polislerden birini Can’ı getirmesi için nezarethaneyeyolluyor. Bizim iki kafadar tanık da artık sıkılmış. Faruk gözlerini ricayla yüzümedikiyor:"Biz gidebilir miyiz artık?""Arkadaşlar ifadenizi alsın sonra...""Biz hallederiz Başkomiserim" diyor genç komiser. Sevdim bu çocuğu; hem terbiyeli,hem de iş bilen birine benziyor.Ben öteki odaya giderken Ali de teklifsizce takılıyor peşime."Nasılsın Ali?" diyorum, "Seni de hırpalamışlar galiba...""Bir şeyim yok Başkomiserim. Acı patlıcanı kırağı çalmaz."Bu oğlan adam olmayacak! Ben de usandım artık nasihat etmekten.Küçük odanın içi çelik dosya dolaplarıyla dolu. Burası ıvır zıvır odası anlaşılan.Duvarın önünde ahşap bir masa var. Masanın arkasındaki iskemleye geçerkensoruyorum:"Sen ne düşünüyorsun Ali, katil Can mı gerçekten?""Başka kim olacak Başkomiserim?" Emin olamayışıma şaşırmış gibi, hayal kırıklığıiçinde bakıyor yüzüme. "Adam olay mahallinde yakalandı. Hem de kaçmayaçalışırken...""Korkmuş, paniklemiş olabilir.""Korkan, panikleyen adam yardım ister. Niye kaçsın? Hem orada ne arıyordu?Hatırlarsanız emniyetten ayrılırken üniversiteye gideceğim demişti. Bize yalansöylemiş, Malikin evine gelmiş... Zaten başından beri şüphelenmiştim ben bu entelheriften. Tamam bilgili, kültürlü falan ama, yüzünde bir şeytanlık, bir sinsilik var."Kuşkuyla bana bakıyor."Yoksa siz onun masum olduğunu mu düşünüyorsunuz?"Ali daha sözlerini tamamlayamadan, topallayarak Can giriyor içeri. Saç baş,darmadağınık; yüzünde gözlük yok, kaşı şişmiş sağ gözü kapandı kapanacak, ötekigözü kan çanağına dönmüş. Burnunda derin bir sıyrık, altdudağı patlamış, üzerindekikazak sırtındaki kaban kan içinde. Üzülüyorum haline. Bu kadarım beklemiyordumdoğrusu, öldüresiye dövmüşler çocuğu. Kan çanağına dönen açık gözünü yüzüme dikip:"Sonunda geldiniz Başkomiserim" diyor, "saatlerdir sizi bekliyorum.""Gel Can gel... Gel otur şöyle.""Yok Başkomiserim, oturacak sıra değil, hemen konuşmamız lazım. Büyük bir yanlışyapıyorlar. Malik’i ben öldürmedim...""Otur Can Efendi" diye bağırıyor Ali. Can’a acıdığımı görmek iyice sinirlendiriyor onu."Otur dendi mi, oturacaksın."Açık gözünü korkuyla Aliye çeviriyor Can..."Tamam, tamam oturuyorum..."Đskemleye yerleşirken yüzünü buruşturuyor, canı fena yanıyor olmalı."Bakın Başkomiserim" diyor bana dönerek, "Maliki ben öldürmedim. Neden öldüreyimki?"Hemen sokuyor lafı Ali."Yusufu neden öldürdüysen, aynı sebepten."Duymazlıktan geliyor Can."Başkomiserim sizinle konuşmam lazım, çok önemli..." Önemli bir sır verir gibifısıldıyor: "Gerçeği biliyorum..."Ne demek istiyor şimdi bu çocuk?"iyi ya anlat o zaman, daha ne bekliyorsun?"
  • Aliyi ve öteki polisi gösteriyor."Yalnız konuşmalıyız Başkomiserim."Numara mı yapıyor?"Lütfen Başkomiserim" Titremeye başlıyor. Epeyce kan kaybetmiş, bitkin görünüyor."Anlatacaklarım çok önemli..."Polis memuruna:"Sen çıkabilirsin" diyorum."Emredersiniz Başkomiserim."Memur çıkınca:"Ali bu işte benimle birlikte..." diye açıklıyorum kesin bir dille. "Bana anlatacağın herneyse onun da duymaya hakkı var.""Ama...""Âmâsı filan yok. Ya Alinin yanında anlatırsın ya da kendine saklarsın bildiklerini."Tek gözüyle bir Aliye, bir bana bakıyor."Tamam... Đkinizin de dürüstlüğüne, onuruna güveniyorum."Ali tutamıyor kendini:"Ya... Sen ne diyorsun oğlum? Senin güvenine mi kaldık!""Dur Ali, sakin ol" diye yatıştırıyorum. "Dinleyelim bakalım, ne anlatacak!"Kederle Aliye bakıyor Can:"Bana niye bu kadar düşmansın anlamıyorum. Sana ne yaptım?"Sağ elini boşlukta savuruyor Ali:"Ben kimseye düşman değilim. Düşman olsaydım o kalabalığın elinden alır mıydımseni? Sadece adaletin yerini bulmasını istiyorum""Beni kurtardığın için çok teşekkür ederim. Benim isteğim de senden farklı değil."Ali anlamıyor, nasıl yani der gibi bakıyor."Ben de sizin gibi adaletin gerçekleşmesini istiyorum. Umarım ikiniz de sonuna kadarbu isteğinize sadık kalırsınız."Daha uzatacak mı bu çocuk?"Hadi Can" diyorum, "söyle artık ne söyleyeceksen.""Anlatıyorum Başkomiserim..." Ağzını açtığında canı yanıyor olmalı ki yüzünü acıylaburuşturuyor ama sözlerini sürdürüyor. "Biliyorsunuz, size fakülteye gideceğimisöylemiştim. Ama yolda Malik Amca aradı. Kendisini ziyaret ettiğinizi söyledi. Vaktinvarsa, bana uğra dedi. Dürüst olmak gerekirse, ne konuştuğunuzu merak ettim. Bucinayet soruşturması acayip bir işmiş. Đnsanı içine çekiyor. Birkaç gündür konuşuyor,tartışıyoruz ya, ben de kendimi sizlerden biri gibi görmeye başladım herhalde...""Katillerden polis olmaz" diye söyleniyor Ali. "Đyisi mi sen entel olarak kal."Sataşmayı yine duymazdan geliyor Can, başka çaresi de yok zaten."Fakültede işim olmasına rağmen Malik Amcanın davetini kabul ettim. Her zamankigibi büyük bir konukseverlikle karşıladı beni.""Dur, dur" diyerek kesiyorum sözünü, "yani Malik öldürülmeden önce, sen onunyanındaydın.""Evet, Başkomiserim, Malik Amca öldürülmeden bir saat önce yanındaydım. Birlikteöğle yemeği yedik." Bir an gözleri dalgınlaşıyor. "Malik Amca çok güzel yemek yapardı.Hapiste öğrenmiş. Kıymalı ıspanak yapmıştı. Yemek yerken sizinle neler konuştuğunuanlattı. Şu Diatesseron olayım. Kitabı Mor Gabriel Manastırına teslim etmesine çoksevindim. Sizin de anlayışlı davranıp onu gözaltına almayışınızı da takdir ettim.Sence Yusuf Abiyi kim öldürmüş olabilir? diye sordum.Yüzünü derin bir endişe kapladı, bir süre düşündükten sonra:Bilmiyorum dedi.
  • Bence biliyorsun Malik Amca dedim.Umarım yanılıyorumdur dedi bu defa.O zaman bir şeyler bildiğinden emin oldum.Neden öyle söyledin? diye sordum.Çünkü eğer düşündüğüm gibiyse vay halimize dedi.Endişeye kapıldım, ama duyduğum merak daha büyüktü.Ne demek istiyorsun Malik Amca? dedim.Boş ver Can, bilmemen daha iyi dedi. Sonra saatine baktı. Kusura bakma amagitmeni istemek zorundayım oğlum. Eski bir dostum gelecek. Önemli biri.Gitmeni istemek zorundayım dediği anda, cinayetle ilgili bir konudan bahsettiğinianlamıştım. Eski bir dostum gelecek deyince bu kişinin cinayetle ilgili biriolabileceğini düşündüm, işte o anda çılgın bir fikre kapıldım. Bir köşeye sinip, evegelecek misafirin kim olduğunu öğrenmeye karar verdim. Hiç itiraz etmeden kalktım.Malik Amcayla vedalaşıp çıktım. Ama sokağı terk etmedim. Köşedeki kahveye girdim.Kahvenin sokağa bakan penceresinden Malik Amcanın kapısını rahatçagörebiliyordum. Ismarladığım çayımı yeni bitirmiştim ki, sokağın karşısından gelenlacivert paltolu bir adam gördüm. Adamı bir yerlerden tanıyor gibiydim, amaçıkaramıyordum. Eğer Malik Amcanın kapısını çalmasaydı önemsemeyecektim. Amaadam, Malik Amcanın evinin önünde durdu. Etrafa şöyle bir göz attıktan sonra kapıyıçaldı. Ben bu adamı nerede görmüştüm? Bütün dikkatimi toparlayıp, hatırlamayaçalıştım. Bu arada Malik Amca kapıyı açtı, adam içeri girerken hatırladım." Aliyle benmerakla yüzüne bakıyoruz. "Onu sizin yanınızda görmüştüm Başkomiserim."Ne biçim bir oyun oynuyor bu?"Benim yanımda mı?""Evet, sizin odanızda...""Salla Can Efendi salla" diye alay etmeye başlıyor Ali. "Belki sana inanacak bir salakbulursun...""Uydurmuyorum, namusum üzerine yemin ederim ki doğruyu söylüyorum."Kimi görmüş olabilir odamda diye aklımdan geçirirken, Yusuf’un emniyeti aradığınıhatırlıyorum. Can’ın bahsettiği kişi Yusuf un telefonla aradığı kişi olabilir mi? Artıkdayanamayıp soruyorum:"Kimdi odamda gördüğün adam?""Hatırlamıyor musunuz? Dün, biz konuşurken gelmişti. Sizi odasına çağırmıştı. Galibasizin müdürünüz..."O isim kendiliğinden dökülüyor ağzımdan:"Cengiz..." Bu çocuk çıldırmış. "Sen, Cengizden mi bahsediyorsun?""Adını bilmiyorum. Ama bugün Malik Amcanın evine giren lacivert paltolu adamoydu."Ben şaşkınlıkla, Cengizin lacivert palto giydiğini hatırlarken:"Bu herifi niye dinliyoruz" diye bağırıyor Ali, "gözümüzün içine baka baka yalansöylüyor. Eğer beni dışarı çıkarsaydınız, eminim Cengiz Müdürümün yerine benigördüğünü söyleyecekti..."Canın açık kalan tek gözü yardım dilercesine bana dikiyor:"Yalan söylemiyorum Başkomiserim. Sizin vicdanınıza sığmıyorum. Gördüğüm adamoydu."Aslına bakarsanız Alinin kafası da benimki kadar karışık. Belki de bu yüzden seslidüşünerek, Can’ın sözlerinin etkisini azaltmaya çalışıyor:"Yusufun emniyeti aradığını duydu ya, geliştiriyor işte...""Yusufun emniyeti aradığından haberim yok."
  • Bu doğru, tabiî Zeynep söylemediyse. Öyleyse anlarız. Ama daha önemlisi Can böylebir yalanı niye söylesin? Birine iftira atacaksa, seçtiği kişi, neden Cengiz gibi nüfuzlubir adam olsun? Hiç akıllıca bir davranış değil. Öte yandan Cengiz ile Malikin ne ilişkisiolabilir? Sanki düşüncemi okuyormuş gibi:"Belki Zekeriyaya sormalısınız" diyor Can. "Malik Amca eski bir dostum gelecekdemişti. Bu eski dostu, Zekeriya da tanıyor olabilir...""Tanıyordur canım, Cengiz Müdürümün işi gücü yok, eski sabıkalılarla düşüpkalkacak..."Ali bunları söylüyor ama sesinde eski kararlılık yok. O da benim gibi düşünmeyebaşladı. O da benim gibi böyle bir yalanın Can’a hiçbir yarar getirmeyeceğini biliyor.Yine de bir meslektaşını, bir amirini suçlamayı içine sindiremiyor."Söylediklerin çok saçma Can" diye başlıyorum konuşmaya. "Belki de gördüğün kişiyiCengiz Müdürümüze benzetmişsindir. Onu odamda sadece bir anlığına gördün. Öyledeğil mi?""Haklısınız bir anlığına gördüm, ama belleğim çok güçlüdür. Gördüğüm yüzü bir dahaunutmam.""Bu çok ciddi bir şey Can. Bir polisin kaderiyle oynuyorsun.""Ama o Malik Amcayı öldürdü. O bir katil.""Ne kadar da emin konuşuyor ya" diye isyan edecek oluyor Ali "Duyan da gerçeksanacak.""Gerçek Ali Komiserim, inan bana söylediklerim gerçek. Emin olmasam söylemem.Hem araştırırsanız ne kaybedersiniz? Zekeriyaya bir sorun. Cinayet saatinde CengizMüdür neredeymiş, öğrenin. Haklı olduğumu göreceksiniz. Tabiî gerçek suçluyuyakalamak istiyorsanız. Adaleti gerçekten sağlamak istiyorsanız."Ali yine kabaca kesiyor sözünü:"Sen şimdi bırak bu adalet laflarını filan da, şapelde ne arıyordun, onu söyle bakalım."Doğru soru; konuşmasının başından beri Can’ın açıklamasını beklediğimiz belki de enönemli konu. Hiç duraksamadan anlatmaya başlıyor Can:"Kahvede iki saat kadar oturdum, inanmıyorsanız, kahveciye de sorabilirsiniz. Ardıardına dört çay içmek zorunda kaldım. Ama Cengiz bir türlü dışarı çıkmıyordu.""Cengiz deme şu adama" diye uyarıyor Ali."Ama oydu..." Alinin sert bakışları etkili oluyor. "Tamam, Cengiz ismini kullanmamıistemiyorsanız kullanmam. Adam dışarı çıkmayınca tedirgin oldum. Đçimden bir ses,evde kötü bir şeyler oluyor, diyordu. Aklıma Malik Amcanın ev telefonunu aramak geldi.Cep telefonumla, ev numarasını çevirdim. Açılmadı. îyice telaşlandım. Şapel ile MalikAmcanın evini birbirine bağlayan kapıyı anımsadım. Şapele girip, kapıdan içeriyidinleyebilirdim. Hesabı ödeyip, kahveden çıktım. Şapele girdim. Đçerde kimse yoktu.Malik Amcanın evine açılan kapının önüne geldim, içeriyi dinledim. Ses, seda yoktu. Oanda ayağıma bir sıvının bulaştığım fark ettim. Baktım, kan. Önce ürktüm, sonra panikiçinde kapıyı yumrukladım, bu arada içerde birtakım gürültüler duydum, kapıyıtekmelemeye başladım, baktım olacak gibi değil, bütün gücümle yüklendim, sonundakapıyı kırmayı başardım. Ama kapı yine açılmıyordu arkasında bir şey sıkışmıştı, bununüzerine kırık kapıyı kendime doğru çektim. Kapıyı çekince topa benzer bir şeyyuvarlandı bacaklarımın arasına. Bakınca tüylerim diken diken oldu. Bu, Malik Amcanınkesik başıydı. Öylece donakaldım, tam o sırada şapelin kapısı açıldı, içeri iki kişi girdi.Onları Cengizin, yani Malik Amcayı öldüren adamın arkadaşları sandım. Paniğekapıldım, kaçmak istedim... Đşte olay bundan ibaret."24
  • O kitaba, kim dokunduysa hepsi öldürüldü.Can’ı nezarethaneye yolladıktan sonra bir süre ne Ali, ne de ben konuşabiliyoruz.Aklım kendiliğinden bir Cengiz dosyası oluşturmuş, sayfalarını sessizce çevirmeyebaşlamış bile. Cengizle dün akşam yaptığımız konuşma geliyor aklıma. Telaşlı gibiydi.Gerçi acelesi olduğunu söyledi, şu resmî yemeğe yetişecekti. Amirlerine Yusuf ileBingöllü cinayetini açıklaması gerekiyormuş. Gerekiyor muydu yoksa bana mı öylesöyledi, kestirmek zor. Bunu niye yapsın? Olay hakkında bilgi almak için. Ya da nelerbildiğimi öğrenmek için. Belki yukarıdakiler ona bu cinayetleri sormamıştır bile. Aslındaanlamak kolay, Sabriye bir telefon etsem. Muhtemelen çok memnun olur aradığıma,beni sonuna kadar dinleyeceğine de eminim, ama bu Cengize haksızlık olmaz mı?Durduk yere adını zanlıların arasına koymanın ne anlamı var? Belki Can, yalan söylüyor.Belki de yanılıyor. Belleğim güçlü diyor ama bir anlığına gördüğü biriyle yenidenkarşılaştığında onun aynı kişi olduğundan nasıl bu kadar emin olabilir? Söyledikleri çoktutarlı değil. Üstelik Can’ı tanımıyoruz bile. Tanımadığımız birinin sözlerine dayanarak,sevdiğimiz, güvendiğimiz bir müdürümüzden şüphelenmek doğru mu? Ama ya Canyanılmıyorsa, ya söyledikleri gerçeği yansıtıyorsa? Hayır, müdürümüze iftira ediyordeyip, onun söylediklerini kulak arkası etmek de olmaz. Fakat önce sağlam biraraştırma gerekiyor. Umarım Can haksız çıkar, umarım Cengizi suçlamak zorundakalmam. Ama eğer bunu yapmak zorunda kalacaksam, elimde, Can’ın sözlerindenfazlası olmalı. En azından şu üç sorunun yanıtını bulmuş olmalıyım: Birincisi, sahteYusufun emniyetten aradığı adam kimdi? Đkincisi, sahte Yusuf gerçekte kim vekimliğini aldığı çobana ne oldu? Üçüncüsü Cengiz ile Malik tanışıyorlar mıydı?"Şu patos makinesinde ölen Yavuz Komiser" diyorum Aliye dönerek. "O konuyuaraştırabildin mi?""Efendim, ne dediniz Başkomiserim?"Anlaşılan Alinin kafası da benimki gibi birbirine bir türlü bağlanamayan düşünceler,ihtimaller, tahminlerle dolu."Yavuz Komiser dosyası" diye tekrarlıyorum."Fırsat olmadı Başkomiserim. Gabrieli yolladıktan sonra Malik cinayetini haber aldık.Apar topar buraya geldik. Hem biliyorsunuz Nusret Baş komiserimle yarın görüşeceğiz.""Yarın çok geç olabilir Ali. Bu Yavuz Komiser dosyası önemli. Emniyete dönüncesenin hemen bu işle ilgilenmeni istiyorum."Ali ne demek istediğimi tam olarak anlayamıyor."Bu gece mi?""Bu gece. Şu andan itibaren zamana karşı yanşıyoruz. Bilgisayara mı girersin, emniyetarşivine mi inersin, ne yap et, sabaha kadar bana bir sonuç getir."Ne düşündüğümden habersiz olan Ali haklı olarak soruyor:"Kusura bakmayın ama Başkomiserim, Yavuz Komiser dosyası neden bu kadarönemli?"Aslında ona açıklama yapacak ne halim, ne de zamanım var. Ama düşüncelerimibilirse belki daha iyi bir araştırma yapabilir diyerek anlatıyorum:"Olayları şöyle bir gözden geçirecek olursak Alicim, cinayetlerin merkezinde şuDiatesseron adındaki çalınan kitabın olduğunu görürüz. Gabriel’in anlattıklarını duydun,teyze oğlu Azizin Yavuz Komisere verdiği paket, büyük bir ihtimalle Diatesserondu."Alinin kısık gözlerinden bir parıltı geçiyor.
  • "Eğer bu doğruysa" diyor heyecan yüklü bir sesle, "o kitaba, kim dokunduysa hepsiöldürüldü. Gabrielin teyzesinin oğlu Aziz, Komiser Yavuz, sahte Yusuf ve antikacıMalik... Belki de o kitabın içinde bir şey var."Yine kendini gizemlere kaptırdı bizim oğlan. . "O kitabın içinde bir şey yok Alicim.Hangi kitap, insanı mağarada boğabilir, patos makinesine atabilir, kalbine iki kerebıçak saplayabilir ya da kafasını bir kılıçla koparabilir? Diatesseron, sadece DörtĐncil’den alman parçalardan oluşturulmuş bir kitap. O kitabın içinde bir şey yok, ama şuda bir gerçek ki cinayetler o kitabın çevresinde dolanıyor. O yüzden kitabı Azizden alanilk kişiyi yani Komiser Yavuzu bulmamız şart."Anlamanın verdiği kararlılıkla onaylıyor beni Ali:"Tamam, Başkomiserim, hiç merak etmeyin emniyete gider gitmez bu işleilgileneceğim. Birkaç saat içinde raporumu veririm.""Göreyim seni Ali, bir an önce çözelim şu işi.""isterseniz önce Başkomiser Nusrete uğrayayım. Gerçi yarın gelin dedi ama...""Nusreti boş ver, sen doğru merkeze git, hemen araştırmaya başla.""Can ne olacak?""Senin vaktin yok, buradakiler ilgilensin. Önce bir hastaneye götürsünler, doktorlarbir baksın, sonra merkeze getirsinler. Gözün onun üzerinde olsun, başına bir şeygelmesini istemiyorum.""Emredersiniz." Ayağa kalkarken, birden duruyor. "Ne dersiniz Başkomiserim, sizceCengiz Müdürüm...""Erken Alicim" diye susturuyorum onu, "konuşmak için çok erken. Senden ricam busoruşturmayı olabildiğince gizli yürütmen. Cengiz Müdürümüzün masum olduğunukanıtlamak için de, gerçeği öğrenmek için de gizliliğe ihtiyacımız var. Anlıyorsun değilmi?""Anlıyorum Başkomiserim.""Hadi o zaman iş başına."Ali içerdeki polislerle konuşmaya giderken, ben veda bile etmeden ayrılıyorumkarakoldan. Malikin evine yürürken, Zeynepi arıyorum. Tam altıncı çalışında açılıyorZeynepin telefonu."Kusura bakmayın Başkomiserim, kan örnekleri alıyordum.""Önemli değil Zeynepçim. Malikin oğlu Zekeriya geldi mi?""Geldi Başkomiserim. Sizi bekliyor.""Durumu nasıl?""Pekiyi değil, ama daha kötü olabilirdi. Allahtan o gelmeden önce cesedi morgayollamıştık. Babasını o halde görmedi.""Güzel, sakın gitmesine izin verme.""Vermem Başkomiserim, zaten zavallının kıpırdayacak hali de yok. Çöktüğüiskemlede öylece kaldı.""Ben de geliyorum. On dakikaya kalmaz oradayım."Ama hemen gitmiyorum, önce uğramam gereken iki yer var. ilki otopark; Can, Malikinevine giren adamın otopark yönünden geldiğini söyledi. Eğer adamın arabası varsa,otoparka bırakmış olmalı, çünkü bu mahallede araba bırakacak yer bulmak imkânsız.Aslına bakarsanız arabamı almaya gittiğimde de kafamdaki sorulan giderebilirim, fakatmerakım beni sabırsız kılıyor, olanı biteni bir an önce öğrenmek istiyorum.Otoparka bakan, sağ eli bilekten kesik adam, küçük kulübede oturmuş televizyondakipembe dizilerden birini izliyor. Kendini filme o kadar kaptırmış ki, geldiğimi fark etmiyorbile."Merhaba" diyorum.
  • Beni görünce rahatı kaçacak diye canı sıkılıyor, ama yine de kalkmaya çalışıyor."Arabanızı mı alacaksınız?""Yok, yok hiç kalkma, bir şey soracağım sadece. Bu öğleden sonra buraya füme rengi,Nissan bir araba geldi mi?"Neden bilmem adamın tersliği tutuyor."Niye soruyorsun?" diyor kaba bir sesle.Onun keyfini çekecek halde değilim, kimliğimi gösteriyorum."Başkomiser Nevzat! Şimdi, uzatma da soruma cevap ver."Anında dikiliyor ayağa:"Kusura bakmayın Başkomiserim, bilemedim, cahillik işte...""Tamam, tamam. Sen soruma cevap ver. Bugün akşamüzeri buraya füme rengi,Nissan bir araba geldi mi?"Tahmin edebileceğiniz gibi füme rengi Nissan, Bizim Cengizin arabası. Plakasınıhatırlayamadığım için söyleyemiyorum.Ama çolak otoparkçı hatırlıyor. Hem de hiç ikircime düşmeden. Otoparka gelen bütünotomobillerin plakalarını hatırlarmış."34 ASZ 214..." diye bir solukta okuyor plakayı. "Evet, Başkomiserim, o araba bizegeldi. Söylediğiniz gibi, öğleden sonra... Đki saat kadar kaldı. Sonra adam gelip aldıarabasını. Uzunca boylu, bıyıksız, sizden biraz genç bir adam. Lacivert bir paltogiyiyordu."Tam da bizim Cengizi tarif ediyor. Anlaşılan doğru söylemiş Can. En azından Cengiziburalarda gördüğü doğruymuş. Belki de onu gördükten sonra bu yalanı uydurdu. Đyi deCengizin burada işi ne? Kim bilir, belki bir arkadaşını görmeye gelmiştir, belki birakrabası vardır burada oturan. Bu semte gelen herkes, Malikin evine gidecek diye birkural yok ya... Gerekçeler bulmaya çalışmama rağmen, aslında Can’ın doğruyusöylediğine giderek daha fazla ikna oluyorum. Ama olmamalıyım, Cengizin masumolduğunu kanıtlayacak bir bilgiye ulaşmayı umarak, Malikin evinin yanındaki kahveninyolunu tutuyorum.Sokak tenhalaşmış, sanki kalabalık bir anda eriyip, yok olmuş. Evin önünde tepeışıkları hâlâ yanıp sönen ekip otosunun yanında sohbet eden iki polis memurundanbaşka kimse gözükmüyor. Kahvehaneye girince anlıyorum insanların nereye gittiğini.Sokaktakiler buraya doluşmuş. Artık bağıra çağıra konuşmuyorlar, biraz sakinleşmişler.Ama bazı masalarda cinayet üzerine muhabbet hâlâ sürüyor. Yanlarından geçerkenişitiyorum, biri diyor ki:"Yakalanan herif Türk değildi. Görmediniz mi abi, herif şapşala. Öyle Türk mü olur?Bakın size söyleyeyim, misyoner faaliyeti var bu işin içinde.""Ne misyoner faaliyeti Kâzım Abi" diye atılıyor öteki, "adamda tam hırsız tipi var.Yüzü kız gibi kimse şüphelenmez oğlandan. Bir yerlerden duymuştur Malik Amcanınantikacı olduğunu. Eve girmiş, Malik Amca da üstüne gelince öldürmüş adamcağızı."Hemen başka biri katılıyor tartışmaya:"îyi söylüyorsun da Caner, hırsız, adamın kafasını niye kessin? Yok, abi, bu işmafyayla filan ilgili. Zaten bu Malik de eskiden pek sağlam ayakkabı değilmiş.Geçenlerde Kapalıçarşıdan Ziya Usta gelmişti. Tanırsınız Kadırgalıdır, eski kuyumcu.Bakmayın Malikin böyle temiz bir adam gibi göründüğüne dedi, kaçakçılık, silahticareti, uyuşturucu satıcılığı, her bok vardı bu herifte."Onları tahminleriyle baş başa bırakıp, çay ocağına yöneliyorum. Bu defa o sormadan,kimliğimi çıkarıp gösteriyorum ocaktaki adama. Bu, şapeldeki gürültüyü duyup, Alperile Farukun yardımına ilk gidenlerden biri.
  • "Doğru Başkomiserim" diyor, "o sarışın oğlan iki saat şu pencerenin önünde oturdu.Mahalleden olmadığı için dikkatimi çekti ama müşteri müşteridir, çayını içip, parasınıverdiği sürece mesele yok. Ne bilelim biz adamın katil olduğunu? Buradan kalkmış,Malik Amcayı öldürmüş puşt. Bilseydim...""O sırada eve giren çıkan başka birini gördün mü?""Malik Amcanın evine mi? Yok, kimseyi görmedim.""Peki biri girip çıksa, görür müydün?"Çay ocağının içinden sokağa bakıyor:"Buradan göremezdim, millete çay dağıtırken belki... Ama kimse dikkatimi çekmediBaşkomiserim."Can’ın söylediklerinin ikinci tanık tarafından da doğrulanmış olmasına rağmen hâlâCengizin masum olabileceğine dair umutlarımı korumaya çalışıyorum. Belki Zekeriya,Can’ın iddialarını geçersiz kılacak bir şeyler söyler beklentisiyle bu kez de Malikinevine yollanıyorum. Ekip otosunun yanındaki polislerle selamlaşıp giriyorum. Đçerisi desakinlemiş; Şefikler gitmiş, Zeynep hâlâ sofada, büyükçe bir çantaya delil torbalarımyerleştiriyor."Kolay gelsin Zeynepçim. Ne yaptın, bitirdin mi işleri?"Yorgun yüzü, tatlı bir gülümseyişle aydınlanıyor."Sağ olun Başkomiserim. Buradaki bitti, ben de merkeze gidecektim, laboratuardaçalışmam lazım.""Đyi, Aliyi de merkeze yolladım, şu Komiser Yavuz dosyasıyla uğraşıyor."Utanır gibi oluyor Zeynep:"Ben de bakamadım o işe Başkomiserim. Her şey o kadar hızlı gelişti ki..."Elimle omzuna dokunuyorum."Biliyorum Zeynepçim. Ama şimdi bu işi çözmemiz lazım. Can ilginç şeyler söyledibize. Ali sana anlatır. Bu gece merkezden ayrılma. Ben de geleceğim. Eğer Ali sendenyardım isterse, elindeki işi bırak, yardım et. O işin aciliyeti var. Sanırım cinayetlerindüğümü şu Komiser Yavuzda. Onu öğrenirsek, şu olayı çözeriz. Anlıyor musunZeynepçim, bu gece çok önemli.""Anlıyorum Başkomiserim.""Tamam, o zaman, işin bittiyse burada vakit kaybetme, bir an önce Alinin yanına git."Kanıt torbalarını koyduğu çantanın kapağını kapatıyor."Hemen çıkıyorum Başkomiserim...""Bu arada Zekeriya nerede?"Eliyle Malikin çalışma odasını gösteriyor."Đçerde sizi bekliyor."Malikin odasında, Zekeriya bu sabah babasının oturduğu iskemleye öylece çökmüş,yıkılmış bir halde oturuyor. Yüzünde derin bir keder, şaşkınlık ve korku, içeri girdiğimifark edince ne ayağa kalkmaya çalışıyor, ne de kıpırdayabiliyor. Babasınınkilerebenzeyen gözleriyle yardım dilercesine bakıyor sadece."Başın sağ olsun Zekeriya...""Siz sağ olun..."Gözleri doluyor."Nasıl oldu Başkomiserim bu iş böyle... Daha bu sabah siz...""Evet, Zekeriya, daha bu sabah konuştuk... Bana hiçbir tehlikeden filan söz etmedi.Bilseydik, onu korurduk...""Tehlike içinde değildi ki Başkomiserim..." Gözlerinden birkaç damla süzülüyor."Düşmanı yoktu... Yani biz öyle biliyorduk..."Eliyle gözyaşlarını kuruluyor, kendini toparlamaya çalışıyor.
  • "Bir zanlı yakalanmış diye duydum.""Evet, biri var. Aslında tanıdık biri.""Tanıdık biri mi?""Can.""Ne? Can Abi mi? Yok, yanlışlık var Başkomiserim. Can Abi, babamı niye öldürmekistesin? Đkisi de birbirini çok severdi. Yok, kesinlikle bir yanlışlık var.""Kesin bir şey yok zaten, araştırıyoruz..." diyorum gözlerimi Zekeriyaya dikerek. "Habu arada, Cengiz Müdürüm de başsağlığı dileklerini iletti." Önce anlamamış gibi bakıyoryüzüme. "Cengiz Müdürüm diyorum, babanla eski arkadaşlarmış galiba... Sanının senide tanıyormuş."Gözlerindeki dağınık ifade toparlanıyor."Cengiz Amca mı?" diyerek bir kere daha haklı çıkarıyor Can’ı. "Sağ olsun, ne zamanbaşımız sıkışsa yetişirdi. Ama bu kez..."Sessizce burnunu çeke çeke ağlamaya başlıyor. Benim aklım, Cengizde. Demek Candoğruyu söylemiş. Eğer bu varsayım doğruysa, sahte Yusuf un emniyette aradığı kişi deCengiz olmalı. Đyi de Cengiz neden öldürsün Maliki? Düğüm yine gelip şu kitabadayanıyor: Diatesseron. Cengiz de bu antika kitap işine bulaşmış olmalı. Aklımdanbunlar geçerken, Zekeriya gözyaşlarını kurulamaya çalışarak:"Kusura bakmayın Başkomiserim" diye söyleniyor, "aklıma geldikçe... Bu iş o kadarani oldu ki...""Öyle oldu Zekeriya... Ama biliyorsun ölenle ölünmez. Şimdi bu işi yapan adamıyakalama zamanı. O katilin yaptığı yanma kâr kalmamalı. Cengiz Müdürüm de öyle dedi:katil yedi kat yerin dibine de girse, onu bulacağız. Sahi baban, bizim müdürle oldukçaeski arkadaşmış değil mi?""Eski, çok eski... Babam, Cengiz Amcayı tanıdığında daha ben doğmamışım, yani okadar eski. Galiba polis bile değilmiş Cengiz Amca o zamanlar.""Đlginç, nerede tanışmışlar acaba?""Bizim dükkâna gelip gidermiş. Babamla birlikte iş yapmışlar galiba. Sonra CengizAmca, okumaya gitmiş. Polis olmuş, Anadoluda görev yapmış, Đstanbul’a dönünce debabamı bulmuş yine. Çok iyi adamdır Cengiz Amca, başımıza bir iş gelecek olsa, ilk okoşar yardımımıza...""Peki, Yusufu tanır mıydı Cengiz? Yani dükkâna birlikte geldikleri oldu mu hiç?"Zekeriya sorumu yadırgıyor:"Niye soruyorsunuz Başkomiserim? Yusuf Abi ile Cengiz Amcanın ne ilişkisi olabilirki?""Öylesine sordum. Yusuf da babanın eski arkadaşıymış ya, belki birbirlerinitanıyorlardır diye.""Yok, Cengiz Amcanın Yusuf’u tanıdığım sanmıyorum, ikisi çok farklı insanlar. CengizAmca namuslu bir adam...""Ya Yusuf, o namuslu biri değil miydi?""Ölen kişinin ardından konuşmak doğru değil ama Yusuf Abi yaramaz adamdı.Sözünde durmazdı. Bir sürü borç aldı bizden geri ödemedi. Sonra gitti o kadını buldu.Meryemi diyorum. Siz daha iyi bilirsiniz, kadın mafya. Bir sürü pis işe bulaşmış. CengizAmca böyle insanları yanına bile yaklaştırmazdı."Şu Cengiz işini artık kapatmak lazım, Zekeriya adamı arar filan, bir çuval inciri berbatederiz sonra."Peki, sence babanı öldürenlerin bu Yusuf la bağlantısı olabilir mi?" diye Zekeriyanınaklını başka bir noktaya çekiyorum.
  • "Kimsenin günahım almak istemem Başkomiserim, ama Meryem denen o kadındanher şey beklenir. Aramızda zaten bir anlaşmazlık vardı. Yusuf Abi bize bir kitap satmakistiyordu. Đncil gibi bir şey. Hatta gerçek mi, sahte mi diye Can Abiye danıştık. 0 eminolamadı. Babam da almaktan vazgeçti."Demek Malik olanı biteni oğluna anlatmamış. Eee kolay değil, Yusufa gönderdiği yüzbin doları nasıl açıklayacak? Zekeriya kıyameti koparırdı herhalde."Ben de o kitabı istemiyordum zaten" diye sürdürüyor Zekeriya. "Meryem, bumeseleyle ilgili birkaç kez telefonla babamı aradı. Galiba biraz da sert konuştu, babambana anlatmasa da kadınla konuşurken sinirlenmesinden anladım.""Baban sana niye anlatmıyordu?""Beni bu işlere bulaştırmak istemiyordu Başkomiserim. Eskiden bazı pis işler olmuş.Belki siz de biliyorsunuz. Eski eser kaçakçılığı, silah satışı filan. Babam bu işlerebulaştığı için pişmanlık duyuyordu. En büyük arzusu, benim namusuyla iş yapan biradam olmamdı. Birkaç kez o kitabı sordum. Biz o meseleyi hallettik dedi. Ama beninanmadım. Muhtemelen başım belaya girmesin diye öyle söyledi.""Yani sen bu işi Meryem mi yapmıştır diyorsun?""Meryem ya da adamları. O kadın çok akıllı Başkomiserim, maşa varken ateşi niyeeliyle tutsun."Zekeriyanın sözlerini hiç önemsemiyorum, şu anda soruşturmanın ibresi Đstanbulmafyasının tek kadın şefi Meryemi değil, benim müdürümü gösteriyor. Ama Zekeriyayıyatıştırmak lazım."Merak etme, eğer bu işi Meryem yapmışsa bizden kurtulamaz. Bu arada evigezebildin mi? Çalınan, götürülen bir şey var mı?"Zekeriya başını sallıyor:"Hiçbir yere bakamadım. Kafam o kadar dağınık ki Başkomiserim. Şu anda sırtımdanceketimi çalsalar fark etmeyebilirim.Bir kendimi toparlayayım... Nasıl toparlayacaksam onu da bilmiyorum ya. O zamaneşyaları kontrol ederim.""Tamam, dikkatini çeken bir şey olursa bana haber ver. Cengiz Müdürüm çok meşgul,ama merak etme onun yerine ben ilgileniyorum bu olayla."25Bazı yazılar, okunmak için değil, okunmamak için yazılır.Malikin evinden çıkar çıkmaz, neler yapmam gerektiğini düşünüyorum. Zamana karşıbir yarış bu. Cengiz çok geçmeden suçlandığını öğrenecek. Biz söylemesek bile Can’ınifadesinde açığa çıkacak bu suçlama. O an geldiğinde safımı belirlemem gerekecek.Cengiz kendisinin yanında olmamı bekleyecek, hatta bunu açıkça isteyecek benden. Obenimle bu konuşmayı yapana kadar eğer elimde yeterli delil olmazsa, Cengiz her türlüilişkisini kullanarak, her türlü ayak oyununa başvurarak bu işten yırtmanın bir yolunubulacak. Onu engellemenin tek yolu, aynı zamanda pis işlerine alet olmamanın tek yolu,onun suçlu olduğunu gösteren delillere ulaşmak. Tabiî gerçekten suçluysa... Evet,aleyhindeki bütün delil ve ifadelere rağmen Cengiz suçlu olmayabilir. Onun Malikinevine girmiş olması, katil olduğu anlamına gelmez. Öyle cinayet vakaları yaşadım ki,artık kesinlikle emin olmadan kimseyi katil diye suçlamamayı öğrendim. Hayır, Cengizmeslektaşım olduğu için böyle söylemiyorum. Kim olsa aynı şekilde düşünürdüm. Öteyandan elimdeki bulguların kesin olarak gösterdiği bir başka gerçek ise, Cengizin bir
  • şekilde bu işin içinde olması. Üstelik Can’la kıyaslarsak, Cengizin katil olma ihtimaliçok daha fazla, işin kötü tarafı masum olma ihtimali çok daha yüksek olmasına rağmenzanlı olarak görülen kişi Can. Eğer dürüst bir soruşturma olmazsa, Canın gençliğini dörtduvar arasında geçirmesi işten bile değil. O yüzden elimi çabuk tutmalıyım.Otoparktaki çolaktan anahtarımı alıp, emektar Renaultuma kapağı atınca, önceistihbarattan Nusretin telefonunu tuşluyorum."Alo Nusret! Benim Nevzat.""Nevzat! Ne oldu oğlum sabaha kadar sabredemedin mi?""Edemedim Nusret. Çok önemli gelişmeler var. Acayip pis bir işe çattık. Bana acilbilgi lazım."Ses tonumdan işin şakaya gelmediğini anlıyor:"Sabahki konu mu?""Sabahki konu. Ama bir kişi daha var araştırılacak."Derinden bir iç geçiriyor:"Yine bizden biri mi?""Bizden biri. Benim müdürüm Cengiz... Cengiz Koçan.""Ne! Cengiz Koçan mı? Cengiz Koçan’ı mı araştıracağız? Yav Nevzat delirdin mi? Neyapıyorsun sen?""Ben bir şey yapmıyorum Nusret. Yapan zaten yapmış. Ben pisliğe batmamayaçalışıyorum. Eğer karşı çıkmazsam, burnuma kadar boka gömüleceğim."Kısa bir sessizlik..."Tamam, gel, o zaman" diyor gergin bir sesle. "Ama bak yanında kimseyi getirme. Alifilan dinlemem abi. Tek basma gel. Sen gelene kadar, ben de şu dosyalara bir gözatayım.""Sağ ol Nusretçim, tek başıma geliyorum.""Senin yüzünden bir gün başım fena halde belaya girecek ama bakalım ne zaman?"Hiç aldırmıyorum sızlanmasına, Nusreti uzun zamandır tanırım, kendi alanının eniyisidir, Yavuz ve Cengiz hakkında elinde ne varsa toparlayıp verecektir bana. AmaNusret sadece becerikli bir istihbaratçı değil, daha önemlisi namuslu kalmayıbaşarabilmiş bir adamdır, en azından şu ana kadar. Şu ana kadar diyorum çünkü, bizimmesleğin en tehlikeli yerlerinden biri istihbarat alanı. Sadece sıradan vatandaşhakkında değil, politikacılar, işadamları, gazeteciler hatta polis şefleri hakkında daönemli bilgiler orada toplanır. Sizi bir anda zengin edebilecek ya da mezaragötürebilecek bilgiler elinizin altında yatar. Böyle bir güce sahip olup da şeytanauymamak irade ister. Bizim Nusret işte bu iradeye sahip ender adamlardan biri. Gerçi,şu anda yaptığımız iş de kurallara uygun değil, ama eğer teşkilat içi prosedürüuygulamaya kalkarsam belki de bu bilgilere hiç ulaşamayacağım. Kuralların hantalyapısı beni engelleyecek ve gerçeği hiçbir zaman öğrenemeyeceğim.Bizim emektarı otoparktan çıkarıp, Kumkapının dar sokaklarından sahile iniyorum.Sahil yolunda trafik arapsaçı. Adım adım ilerlemeye çalışıyorum. Yenikapıyayaklaşırken telefonum çalıyor. Ali mi? Hayır, ekranda Cengizin adım görüyorum. Eyvah,umarım, ben merkezdeyim, gel de konuşalım demez. Hiç açmasam, yok, olmaz. Durdukyerde kuşkulandırmayalım adamı. Belki de yalnızca nabız yoklamak için arıyordur, nebildiğimi öğrenmek için. "Alo" diyerek açıyorum sonunda telefonu. "Nevzat merhaba,benim Cengiz.""Merhaba Cengiz.""Geç açtın telefonu. Meşgul filan mısın yoksa?""Yok, değilim, arabadaydım, kenara çekmem sürdü biraz.""Nevzat, telsiz anonsunda duydum, şu Süryanî cinayeti... Biri daha öldürülmüş galiba."
  • "Evet, sana da bahsetmiştim ya, Malik adındaki antikacı..." Birden hatırlıyorum,sahiden de Maliki, ona ben anlattım. Hatta şüpheler onun üzerinde toplanıyor dedim.Yani bir anlamda Cengizi Malike yollayan bendim. Eğer Maliki öldüren Cengiz ise,onun bildiklerini, başkalarının özellikle de benim öğrenmemi istemiyordu. Acaba neydiMalikin benden sakladığı? "Eee, sustun" diyen Cengizin sesiyle toparlanıyorum."Anonsta duymuşsun zaten, Maliki öldürdüler..." Daha fazla açıklamıyorum,dayanamayıp soruyor: "Bir zanlı varmış galiba."Rahatlamak istiyor. Ben de istediğini yapıyorum. "Can adındaki şu öğretim üyesi...Hani dün odamdaydı. Sen de gördün. Sarışın, bebek yüzlü bir genç.""Dün mü? Ha, tamam seni odama çağırmak için geldiğimde yanındaydı. O muymuşkatil?""Öyle görünüyor. Đki tanık, onu evin girişinde yakalamış. Maktulün kesik başıayaklarının dibinde duruyormuş. Mahalleli az kalsın linç edecekmiş. Bizimkiler zor almışellerinden."Açıklamalarım bir türlü yetmiyor Cengize. , "Yakalanan şahıs ne diyor? Kabul ediyormu suçunu?""Kabul eder mi Cengiz? Ben yapmadım, Malik Amcayı görmeye gelmiştim diyor. Bizbırakmadık olayın peşini. Zeynep, Ali, tam kadro herifi içeri atmak için delil topluyoruz.""Çok iyi Nevzat, daha önce de söyledim: aman şu işi gazetecilerin ağzına sakızolmadan halledelim. Adamlar öküz altında buzağı aramaya meraklı zaten. Hazır içişleribakam, emniyet müdürü buradayken...""Sahi bizim Sabri ne yapıyor?""Sabri Müdürüm" diyor, müdürüm sözcüğünün üstüne basa basa, "Sabri Müdürüm çokiyi. Bütün gün birlikteydik. Yeni ayrıldık. Onu Polis Evine bıraktım."Nasıl da yalan söylüyor? Yarın bizim çolak otoparkçıyı karşısına dikince bakalım nediyecek?"Yine seni sordu" diye anlatmayı sürdürüyor Cengiz. "Davetini söyledim. Bakanlargitsin de kesin yapalım dedi. Çok selamları var. Nevzata iyi bak, o bizim nazarboncuğumuzdur dedi."Nazar boncuğuymuş, okulda adımız Aman Vermez Avniydi şimdi nazar boncuğu muolduk? Ne olacak Sümsük Sabri işte, taktığı isimler de kendine benziyor. BunlarıCengize söylemiyorum haliyle."Sağ olsun" diyorum, belki yarın ortalık kızıştığında ihtiyacım olur diye de, küçük birgözdağı veriyorum. "Çok sever beni Sabri. Okulda içtiğimiz su ayrı gitmezdi.""Öyleymiş" diye yalanıma katılıyor Cengiz. "Çok iyi bir grubunuz varmış okulda Heleikiniz kan kardeşi gibiymişsiniz."Bu yalanlan Sabri mi uyduruyor, yoksa Cengiz mi, bilemiyorum. Ne kan kardeşi yahu!Sabri o kadar çekingendi ki, öyle topluluğa filan karışamazdı. Herkes alay ederdi onunlaBir ben etmezdim. Belki o tavrımı abartıyor. Ama kan kardeşliği de denmez ki buna.Aslına abartmasının şu sıralar hiçbir sakıncası yok."Öyleydik valla, kan kardeşi gibiydik.""Senin için ne mutlu Nevzat. Böyle iyi bir insan senin kan kardeşin."îşler yolunda gidiyor ya keyfi yerine geldi sevgili müdürümüzün, artık rahat bir uykuçeker bu gece. Birini öldürüp rahat bir uyku nasıl çekilir, onu da hiç anlamam ya. Amanaman, bırakalım da evinde rahat rahat uyusun. Kuşkulanır, endişelenir de merkezegelmeye kalkarsa halimiz duman. Ama hiç öyle tedirgin olmuş bir havası yok Cengizin:"îyi geceler Nevzatçım."Nevzatçım da olduk sonunda. Ama ben iyi geceler Cengizcim diyemiyorum, bu kadarıda fazla.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...