03 Ekim 2014

KAVİM 6



KAVİM 6
  • "Tam olarak aynı bölge mi, bilmek zor ama Şama giderken...""Niye gidiyormuş Şama?""Elyazması bir Đncil’i satın almak için.""Yasadışı bir iş...""Öyle, Malik Amcanın geçmişi pek temiz değildir, ta ki kendini Pavlus sanıncayakadar. Neyse biz gelelim Şam yolculuğuna. Karayoluyla gidiyorlarmış, oldukça uzun biryolculuktan sonra mola vermişler. Malik Amca bunaldığını söyleyip biraz yürümekistemiş, işte o anda bir ışık görmüş. Işığın altında da tıpkı kendisine benzeyen bir adam.Ama adamın giysileri binlerce yıl öncesini çağrıştırıyormuş. Malik Amca durmuş şaşkınşaşkın, benzerini izlemeye başlamış. Benzeri olan adam, Malik Amcadan habersiz,kendisini içine alan ışığa bakıyormuş. Işık o kadar parlak, o kadar güçlüymüş ki, zavallıadam yere yığılmış. Yere yığılan adamı izleyen Malik Amca, aynı anda bir ses duymuş.Yaralı bir ceylanınki gibi derin, genç bir aslanınla gibi öfkeli bir ses...Saul, Saul neden bana eziyet ediyorsun? diyormuş ses.Şaşkınlık içinde yerde kıvranan adam sonunda cesaretini toplayıp:Sen kimsin, ya Rab? diye sormuş.Aldığı yanıt şöyleymiş:Ben, senin eziyet verdiğin Đsa’yım.Zavallı adam ne yapacağını bilemeden, yattığı yerde korkuyla titrerken, göklerdengelen ses yeniden gürlemiş:Şimdi ayağa kalk, kente gir. Ne yapman gerektiği sana bildirilecektir.Malik Amca, bu anı daha önce yaşadığını hatırlamış. Hatırlar hatırlamaz da ortalıkbirdenbire kararmış. Gözünü açtığında kendini mola verdikleri restoranın içinde bulmuş,yol arkadaşları onu ayıltmaya çalışıyorlarmış. Yaşadıklarım yol arkadaşlarına anlatmış,Siz bir şey duymadınız mı, görmediniz mi? diye sormuş. Ama ondan başka kimse buolaya tanık olmamış, işte o günden sonra Malik Amca geçmişini didiklemeye başlamış.Araştırması onu ilginç sonuçlara götürmüş. O da, Pavlus gibi Tarsusta doğmuş,sonradan Antakyaya göçmüşler. Onun da babası tıpkı Pavlusunki gibi çadırcıymış.Bunları da öğrenince iyice emin olmuş geçmiş yaşamında Pavlus olduğundan. Veinsanlardan kaçarak, bir tür inzivaya çekilmiş, bugünün bilgilerinden kurtulup, geçmişihatırlamaya çalışmış. Hatırladığı geçmiş, Pavlusun yaşamıymış. Ama olanları tamolarak çıkaramıyormuş, bu nedenle Đncil’e başvurmuş, Đncil’den Resullerin işleri ilePavlusun Romalılara Mektubunu okumuş. Okudukça daha iyi hatırlamış, okudukçadaha çok emin olmuş kendisinin geçmişte Pavlus olarak dünyaya geldiğine, işte ogünden sonra Malik Amca sıkı bir Hıristiyan oldu. Ancak onu Hıristiyanlar hiçbir zamanciddiye almadılar. Daniel Dayım bile ki ikisi iyi arkadaştırlar Malik Amcanın, geçmişteişlediği suçlardan dolayı vicdan azabı duyduğunu, Şam yolunda kafasına güneş geçincede kendisini Aziz Pavlus sanarak bir tür anma yaşadığını söyledi. Reenkarnasyonla içiçe yaşamalarına rağmen, Malik Amca Hıristiyanlığı seçtiği için Nusayri akrabaları daona inanmadılar. Ama Malik Amca ne Hıristiyanlara, ne de Nusayrîlere aldırmadı. Okendisinin Pavlus olduğuna inandı..." Sözlerini tamamlayan Can, işte böyleBaşkomiserim, Malik Amcanın Şam yolunda yaşadığı deneyim bu, dercesine bakıyor."Ya sen" diyorum, "sen inanıyor musun Malike?" Hiç duraksamadan yanıtlıyor:"Malik Amcanın yalan söylediğini sanmıyorum. O bir sahtekâr değil. Anlattıklarınısahiden de görmüş olabilir. Ama onun gördüklerinin gerçek olduğuna inanmıyorum.Daha doğrusu inanmam için bir neden yok. Büyük olasılıkla Daniel Dayımın söyledikleridoğru. Yani Malik Amcanın başına güneş geçti ya da hastalandı. Zaten düşüp bayılmış.Malik Amcanın Şama elyazması bir Đncil almaya gittiğini biliyoruz. Yani Kutsal Kitapıticaret için kullanıyordu. Bu hem yasadışı bir işti, hem de günahtı. Gözünü para hırsı
  • bürümüş olmasına rağmen. Malik Amca alttan alta bir tür korku duymuş da olabilir.Buna reenkarnasyonun olabilirliğine duyduğu inancı da eklersek, Malik Amcanın nasılolup da kendini Pavlus sandığını açıklayabiliriz. Ancak sonuçta bu açıklama da birvarsayımdan öteye gidemez. Gerçek nedir, bunu kesin olarak bilmek imkânsız." Doğrusöylüyor, ama ben daha basit düşünürüm; basit ve kanıtlarla. O yüzden Danielinvarsayımı bana daha gerçekçi geliyor. Benden ses çıkmadığını gören Can:"Malik Amcanın Hıristiyan olması neden bu kadar önemli Başkomiserim?" diyesoruyor. Yüzünde kuşku, merak karışımı bir ifade var. "Benim Hıristiyanlıkla olan ilgimide unutmayalım. 0 kadar sorduğunuza göre, işin içine benim bir zamanlar Hıristiyanlıkeğitimi almam da giriyor. Bunlar neden önemli? Yusuf Abinin cinayetiyle Hıristiyanlığınne ilgisi var?""Çok ilgisi var. Yusuf, kabzası haç olan bir bıçakla öldürüldü. Ayrıca, cesedinbulunduğu odada, açık bir Kutsal Kitap vardı. Kitabın bazı satırlarının altı Yusuf unkanıyla çizilmişti. Kitabın kenarına ise yine Yusufun kanıyla Mor Gabriel yazılmıştı.""Mor Gabriel mi?" diye soruyor. Sesi korku, şaşkınlık yüklü. "Emin misiniz, Mor Gabrielmi yazıyor?""Öyle yazıyordu."Heyecanla sözümü kesiyor."Kitap burada mı? Ben de bakmak isterdim.""Kitap burada, getirtiriz ama önce şu Mor Gabrielden konuşalım biraz. Kim bu adam?"Söze başlamadan önce gözleri endişeyle bir süre yüzümde kalıyor, ama benigörmüyor, belki söyleyeceklerini toparlamaya çalışıyor, belki de olanlara bir açıklamaarıyor."Mor Gabriel bir aziz" diyor sonunda. "Bir Süryanî azizi. Önemli bir adam, mucizeleryaptığı söyleniyor. Onun adına bir manastır bile var.""O manastırda mı yaşıyor bu adam?"Zoraki bir gülümseme yayılıyor Can’ın dudaklarına:"Ne yaşaması Başkomiserim, Mor Gabriel yaklaşık bin dört yüz yıl önce öldü."Bir an ne diyeceğimi bilemiyorum, Kutsal Kitapın kenarına kanla yazılmış yazı geliyorgözlerimin önüne, tüylerimin diken diken olmasına engel olamıyorum. Aklımdan butuhaf düşünceleri kovarak:"Eceliyle mi ölmüş?" diye soruyorum."Eceliyle ölmüş, üstelik zamanına göre oldukça da uzun bir ömür sürerek; tam yetmişdört yıl yaşamış.""Peki, gerçekleştirdiği mucizeler neymiş?"Hatırlamaya çalışıyor:"Hastalıkların iyileştirilmesiyle ilgili bir mucizesi var... Ha bir de uzun yıllar cesedi hiçbozulmamış.""Nereden biliyorlar cesedinin bozulmadığını?""Mor Gabriel Manastırında anlatılan bir efsane var. Mor Gabriel öldükten yüzlerce yılsonra birileri onun cesedini çalmış. Manastırdaki rahiplerin olaydan haberi yok. Ancakertesi sabah hırsızların hepsi manastırın dışında ölü bulunmuş, yanlarında da MorGabrielin cesedi. Bir de bakmışlar ki Mor Gabrielin cesedi, öldüğü günkü gibi taptaze."Bunları anlatırken Can’ı da bir heyecan dalgası kaplıyor; yüzü geriliyor, sesiboğuklaşıyor. "Sen inanıyor musun bunlara?""Đnanmıyorum." Bakışlarını kaçırıyor, "inanmıyorum ama" diye söyleniyor. Yenidenbakışlarını yüzüme dikiyor. "Yusuf Abi bana hep gördüğü bir rüyayı anlatınca birazkafam karıştı doğrusu.""Neymiş bu rüya?"
  • "Aslında bir rüya mı, yoksa halisünasyon mu, ondan emin değilim." Bir ankararsızlaşıyor. "Siz de tespit etmişsiniz. Yusuf Abi esrar içerdi.""Bizim tespit ettiğimizi nereden biliyorsun?""Meryem Abla söyledi. Ona sormuşsunuz. Öyle değil mi?""Öyle, sanırım Meryem de içiyormuş." Sessiz kalarak onaylıyor tahminimi. "Ya sen,sen de içer misin?"Yüzünde masum bir ifade beliriyor; işlediği küçük suçtan dolayı bağışlanmayıbekleyen bir çocuğun sevimliliği."Size yalan söylemeyeceğim Başkomiserim. Ben de içerim ama her zaman değil. Haniortam filan olursa, canım da çekerse. Öyle kendimi kaybedecek kadar da değil. Herkesçekiyorsa, ben de çekerim...""Yusufla birlikte de içtin mi?""Đçtim ama bir yere kadar. Ben nerede duracağımı bilirim. Yusuf Abinin sorunu,nerede duracağını bilmemesiydi. Başladı mı, donup kalıncaya kadar içiyordu ya dasızıncaya kadar. Sanki unutmak istediği kötü bir anı vardı da, esrardan yardım umargibi çaresizce içiyordu. O yüzden belki de bana rüya diye anlattığı olay, esrarın etkisiylegördüğü bir hayaldi..." Sanki o hayali şimdi kendisi görüyormuş gibi bir süre susuyor."Ama tuhaf bir hayal" diye açıklamaya çalışıyor. "Genzini yakan bir koku duyuyormuşönce. Tanıdığı bir koku. Bu koku ona yüzyıllarca kapalı kalmış bir manastınçağrıştırıyormuş, manastırda yakılan kandilleri, ufalanan taşlan, eriyen mermeri,çürüyen ahşabı, yıpranmış sayfalan, küflenen cesetleri. Evet cesetleri... Böyleanlatmıştı Yusuf Abi. Ama hiç korkmuyormuş, sadece çevresine bakınıyormuş. O andausulca kımıldanan siyah bir leke görüyormuş. Biçimsiz, belirsiz bir leke... Simsiyah birsiluet... Lekeye gülümsüyormuş, aynı anda, Mor Gabriel sözleri dökülüyormuşağzından. Hayır, o karar vermiyormuş bu iki sözcüğü söylemeye. Âdeta sözcüklerkendiliğinden çıkıyormuş ağzından. Bu sözcükleri söyleyince, leke usulcayaklaşıyormuş. Yaklaşınca da insan cismine bürünüveriyormuş. Sakallı, siyahlargiyinmiş bir insan. O insan başucuna gelip, kulağına fısıldıyormuş, Beni tanıdın mı?Mor Gabriel diye mırıldanıyormuş yine Yusuf Abi. Ağzından Mor Gabriel sözcüğüdökülürken, bir müzik duyuyormuş; derinden çok derinden gelen bir ayin müziği. Süryanîdilinde yinelenen tutkulu bir mırıltı, kendinden geçmiş birinin söylediği bir tekerleme.Aynı anda haçı fark ediyormuş. Gümüşten bir haç. Adam haçı elinde mi taşıyor, yoksagöğsünde mi, anlamaya çalışırken boşluğu bölen bir parıltı görüyormuş. Bir acıhissediyormuş. Parıltı yeniden yanıp sönünce, acı kayboluyormuş. Bütün bedenine birrahatlık yayılıyor, ses uzaklaşıyor, odadaki renkler siliniyor, en son da o siyah lekekayboluyormuş. Siyah leke kaybolduğu anda Yusuf Abi de uyanmış."Varilliyi iki kere mi görüyormuş?" diye soruyorum."Evet, iki kere, öyle söylemişti. Niye sordunuz Başkomiserim?""Çünkü Yusufun vücudunda iki bıçak darbesi vardı."Ela gözlerini kısarak anlamaya çalışıyor."Düşünsene" diyorum, "saplamak için yukarı kalkmış bir bıçak hızla aşağıya iniyor;havayı ikiye bölen parıltı bu işte.""Galiba haklısınız Başkomiserim. Ama beni irkilten bıçağın kabzasındaki haç. ÇünküYusuf Abi rüyasında haçı gördüğünü açıkça söylemişti."Bunları söylerken âdeta fısıldar gibi konuşuyor."Ne yani, Yusuf ölümünü önceden mi gördü?""Bilmiyorum Başkomiserim" diyor, gözleri endişeli, huzursuz. "Ne diyeceğimibilemiyorum gerçekten. Siz ne düşünüyorsunuz?""Ne düşüneceğim, büyük ihtimalle katil, Yusufun bu rüyayı anlattığı kişilerden biri."
  • Tam olarak öyle demek istemediğim halde, kendisini suçladığımı düşünen Canmasadan uzaklaşıyor, iskemlesine yaslanıyor:"O zaman işiniz zor değil" diyor buruk bir sesle. "Yusuf Abinin rüyasını çok fazlainsana anlattığını sanmıyorum.""Ben de sanmıyorum. Senden başka, Meryeme anlatmıştır, belki şu meçhul Timuçinile Fatihe de... Ve elbette Malike."Malike derken onu izliyorum, bakalım ne söyleyecek."Malik Amcaya anlattı" diyor safça. "Ben yanındaydım. Meryem Ablaya da anlatmış,ama Timuçin ile Fatihi bilmiyorum.""Çünkü onları tanımıyorsun" diyorum bakışlarıma manidar bir anlam yükleyerek. "Öyledeğil mi?""Tanımıyorum Başkomiserim, daha önce de söyledim..." Can’ı biraz daha sıkıştırmakniyetindeyim, ama masanın üzerindeki telefon çalmaya başlıyor. Telefona bakıyorum,arayan bizim Zeynep.16Ceylan derisi üzerine Aramîce yazılmış bir metin.Zeynepin telefondaki sesi heyecanlı. Öğrendiklerinin verdiği hevesle aceleylekonuşuyor:"ilginç bazı bilgilere ulaştım Başkomiserim, uygunsanız rapor vermek isterim.""Öyle mi? Neler buldun?""Telefonda mı anlatayım?"Can’ın yanında anlatmasından daha iyi."Evet, dinliyorum.""Yusufun banka hesabına yüz bin dolarlık bir havale gelmiş. Havaleyi gönderen kişiMalik Karakuş...""Havalenin ne için gönderildiği belli mi?""Hayır, Başkomiserim hiçbir açıklama yok. Ama Yusuf ile Malikin aralarında bir parailişki olduğu kesin. Ayrıca Malik hiç de temiz bir adam değil. Suç dosyası oldukçakabarık biri. Tarihî eser kaçakçılığından tutun, silah kaçakçılığına kadar ne ararsanızvar adamda.""Son yıllarda hiç suç işlemiş mi?""Yok, Başkomiserim, son yıllarda hiçbir vukuatı yok ama yüz bin dolarlık havale ilginçgeldi bana..."Zeynep haklı, bakışlarım Can’a kayıyor, kendi halinde sakin sakin oturuyor, gözleri,dizlerinin üzerinde kavuşturduğu ellerinde. Şu yüz bin dolar meselesini biliyor muacaba? Bilse anlatırdı. Anlatır mıydı? Anlayacağız."Peki, başka ne bulduk Zeynep?" diye soruyorum."Önemli bir bulgu daha var. Yusuf un cep telefonunun dökümleri. Sık sık Meryemiaramış, Can’ı, Maliki, bir de emniyeti."îşte bu gerçek bir sürpriz."Emniyeti mi? Emin misin?""Kesinlikle, hem de defalarca...""Kimi aradığı belli mi?""Ne yazık ki hayır, sadece santralın numarası var."
  • îşte bu kötü. Kimi aradığını bulmak zor olacak."Anladım Zeynepçim" diyorum, "sağ ol." Telefonu kapatmak üzereyken aklıma geliyor."Ha şu cinayet mahallinde bulduğumuz Kutsal Kitap, onu bana getirir misin?Hıristiyanlık konusunda uzman bir arkadaş var yanımda. Bir de o baksın.""Emredersiniz Başkomiserim."Telefonu kapatırken:"Arkadaşlar ilginç bir bilgiye ulaşmışlar" diyorum suçlayan bakışlarımı Can’a dikerek."Senin bize anlatmadığın bir bilgiye."Huzursuzca kıpırdanıyor."Ne bilgisi Başkomiserim?"Yanıtlamak yerine sertçe soruyorum:"Yusuf ile Malik ne tür bir iş çeviriyorlardı? Seni uyarıyorum Can. Salan bana yalansöyleme."Rengi atıyor, söze başlamadan önce yutkunuyor."Yalan yok" diye uyarıyorum. "Unutma hâlâ zanlılar arasındasın.""inanın benim bir ilgim yok Başkomiserim" diyor, beyazlaşan yüzü şimdi kıpkırmızı."Ben sadece eksperlik yaptım.""Neyin eksperliğini yaptın?""Antika değeri olduğu söylenen elyazması bir kitabın. Ceylan derisi üzerine Aramîceyazılmış bir kitap.""Đncil mi?""Đncil sayılmaz. Diatessaron.""O ne demek?""Aslında bir müzik terimi. Dört ezginin harmonisi anlamına geliyor. Hıristiyanlarınbugün kabul ettiği Đncil, dört ayrı Đncil’in birleşmesinden oluşur: Matta, Markos, Luka veYuhanna Đndileri. Diatessaron, bu metinlerden alınmış parçalarla Tatiyan adlı birSüryanî tarafından yazılmış. Bu metnin bir elyazması nüshası 1933 yılında Salihiyedekikazılar sırasında bulundu. Orijinal metnin MS 170li yıllarda yazıldığı sanılıyor.""Yusuf elindeki nüshayı nereden bulmuş, onun kiliseye ait olması gerekmiyor mu 9""Bence de kiliseye ait olması gerekiyor ama Yusuf Abi ailesinden miras kaldığınısöylemişti.""Kilisenin malı nasıl olur da Yusufa miras kalır?"Can bakışlarını kaçırıyor."Yusuf, tarihî eser kaçakçılığı yapıyordu desene şuna..."Can suçüstü yakalanmanın verdiği utançla sessiz kalıyor."Öyle değil mi Can? Neden konuşmuyorsun?""Bilmiyorum Başkomiserim, ben sadece eksperlik yaptım.""Yani hırsızlarla suç ortaklığı yaptın...""Hayır, Başkomiserim, ben kimseyle suç ortaklığı yapmadım. Çünkü Yusuf Abiningetirdiği Diatessaronun değerli olup olmadığını bile bilmiyordum.""Ama Malik emin olmuş" diyorum, "çünkü Yusufa yüz bin dolar yollamış.""Yüz bin dolar mı?" diyor dudak bükerek. "Eğer, o eser gerçekse, yüz bin dolar çokküçük bir miktar.""Belki kalanını sonra ödeyecekti... Belki de kalanım ödememek için Yusufu öldürdü.""Malik Amca mı?" diyor. Sesi hayret yüklü. "Hiç sanmıyorum Başkomiserim, MalikAmca kimseyi öldüremez."Bir an Malikin kendiyle, dünyayla barışık yüzü geliyor gözlerimin önüne, ama nemelek yüzlü katiller gördük biz.
  • "Niye? Kendini Pavlus sandığı için mi?" diye çıkışıyorum. "Adamın suç dosyasında neararsan varmış. Belki bu Pavlus olma meselesi kendini gizlemek için uydurduğu biryalandır."Hiç katılmıyor bu fikrime."Yok, Başkomiserim, Malik Amca söylediklerine inanıyor. Siz tanımadığınız için...""Bak işte bu doğru" diye kesiyorum sözünü. "Ne seni, ne de Malik Amcanı tanıyorum.Belki de bu işte birliktesiniz..."Yüzündeki kan çekilir gibi oluyor."Ne diyorsunuz siz Başkomiserim..." Sözlerini tamamlayamıyor, çünkü kapı açılıyor,içeri Cengiz giriyor. Girer girmez:"Şu cinayet" diyor, ama odamda yabancı biri olduğunu görünce lafı değiştiriyor."Odama gelebilir misin Nevzat, biraz konuşalım. Acele edersen iyi olur, çünkü çıkmamlazım."Can gözlerinde tuhaf bir ifadeyle önce Cengize sonra bana bakıyor."Baş üstüne Müdürüm, hemen geliyorum" diyorum.Cengiz çıkarken, kapıda Zeynep görünüyor. Kucağında Yusufun evinde bulduğumuzKutsal Kitap."Gel Zeynep." Elimle Can’ı göstererek ekliyorum. "Uzman arkadaşımız bu... Bir baksınşu kitaba. Sen de yanında dur. Ben, Cengiz Müdürün odasına kadar gidip geleceğim.Sonra oturur hep beraber değerlendiririz."Zeynepin kahverengi gözlerinden geçen parıltı ne demek istediğimi anladığınıgösteriyor. Gönül rahatlığı içinde Cengizin odasına yollanıyorum.Cengizi odasında, tıpkı sabahki gibi pencerenin önünde beni beklerken buluyorum.Yine sigara içiyor ama bu kez pencereden dışarı değil, bana bakıyor. Üzerindeki kıyafetde aynı değil, lacileri çekmiş. Resmî birileriyle buluşacak herhalde. Odasında hep biryedek elbise bulunduruyor. Bizim meslekte belli bir rütbeden sonra protokole önemvereceksin, yükselmenin ilk şartlarından biridir bu. Lacivert kaşmir paltosu askıdadeğil, koltuğun üzerinde, demek ki gerçekten acelesi var."Gel Nevzat" diyor. Sesi gergin, telaşlı. "Şu Süryanî cinayeti... Haberlerde hep o var.Beyoğlundaki çatışma da onunla ilgiliymiş. Neden benim haberim yok?""Sabah anlattım ya..."Hatırlamaya çalışıyor."Doğru ya, anlattın" diyor sonra... "Ne bileyim, o kadar çok olay var ki insankarıştırıyor... Sahi neymiş şu Süryanî cinayeti?" Açıklamama fırsat vermedensürdürüyor. "Buradan yemeğe gideceğim, içişleri bakanı da gelecek, emniyet müdürü,vali filan herkes orada. Bu olayı soracaklar. Daha şimdiden Sabri Müdürüm iki kerearadı. Ölen herif Hıristiyan ya, Avrupanın, Kilisenin bize baskı yapmasındançekiniyorlar."Canım sıkılıyor."Maktulün Hıristiyan olduğunu lam söyledi?" diye soruyorum."Değil mi? Bütün televizyon kanalları bundan bahsediyor.""Adamın Hıristiyan olduğu doğru da, bunu basına kim sızdırdı, onu merak ediyorum."Cengiz, bunu bana mı soruyorsun der gibi ters ters bakıyor:"Kim olacak, sizden biri söylemiştir.""Bizden kimse söylemez; Ali de, Zeynep de basma konuşmaz. Olay Yeri încelemedenbiri gevezelik etmiştir...""Şefik mi?""Sanmıyorum, adamlarından biri olmalı...""Neyse, hep bir sızıntı olur. Nedir bu iş?"
  • Ayaküstü olayı anlatıyorum. Büyük bir dikkatle beni dinliyor. Ayrıntıları öğrenincegerginliği azalmaya başlıyor."Kınalı Meryemin gözaltında olması iyi" diyor, rahat bir nefes alarak, "iki adamı daelimizde. Demek ki üç zanlımız var. Zaten biri itiraf etti diyorsun..." Henüz yarısını içtiğisigarasını aceleyle kül tablasına bastırırken sürdürüyor. "Yusuf u, Bingöllü Kadiröldürdü, onu da Meryemin azmettirmesiyle Tonguç adlı şahıs vurdu. EeeOlay neredeyse çözülmüş. Cinayetlerin Hıristiyanlıkla da bir ilgisi yok. Elinizi birazçabuk tutarsanız, yarın basma açıklama bile yapabiliriz. Hatta belki açıklamayı valiyapmak isteyecektir." Durumdan memnun belli belirsiz aksayan sağ ayağım hafifçesürükleyerek paltosuna yöneliyor. "Valla bravo Nevzat, iyi iş çıkardınız.""Keşke düşündüğün gibi olsa."Cengizin paltosuna uzanmış eli öylece kalıyor. Hızla bana dönüyor. Açık kahverengigözlerinde derin bir endişe:"Ne demek düşündüğüm gibi olsa?""Yusuf u, Bingöllünün öldürdüğünü sanmıyorum, işin içinde başka bir şey olmalı. Yenibilgilere ulaştık, tarihî eser kaçakçılığı olabilir. Malik diye bir antikacı var, kuşkularonun üzerinde toplanıyor."Cengizin cam sıkılıyor, gözlerindeki endişe bütün yüzüne yayılıyor. Ne güzel, buakşam müjdeyi verecekti üstlerine. Adamcağızın sevincini kursağında bıraktık. Asılkötü haberi de açıklıyorum ki tam olsun:"Bir de Yusuf defalarca emniyeti aramış."Đrkiliyor, kalın kaşlarının altındaki gözlerini kısarak bana bakıyor:"Hangi emniyeti?" Bana fırsat vermeden kendisi mırıldanıyor."Burayı mı?""Burayı... Ama kiminle konuştuğunu bilmiyoruz. Santralı aramış, oradan bağlamışlarkiminle konuşmak istediyse.""Tespit edemiyor musunuz?""Edemiyoruz. Binlerce telefon geliyor santrale...""Kimi aradı acaba?""Belki bir tanıdığı vardı. Belki ölüm tehdidi alıyordu, bu yüzden tanıdığı polisi arayıpkendisini korumasını istedi.""Olabilir, soruşturalım bakalım, Yusufu tanıyan var mı aramızda.""Varsa da inkâr edecektir. Yusuf pek sağlam ayakkabıya benzemiyor.""Yine de soruşturmakta fayda var." Şimdi daha iyi görünüyor Cengiz. Kendinitoparlamış, yaklaşıyor."Bak Nevzat, şöyle yapalım. Basına şu Tonguçu verelim, adamın cinayeti itirafettiğini söyleyelim. Yusufun katilinin Bingöllü Kadir olduğunu açıklamayalım amaTonguçun böyle sandığı için onu öldürdüğünü duyuralım. Böylece basının olayıdidiklemesini engelleriz. Sen de soruşturmanı rahatça sürdürürsün. Ha, ne dersin, iyiolmaz mı?"Bravo Cengiz, bu politik zekâyla sen yakında emniyet müdürü de olursun, vali de,hatta seçimlere girer içişleri bakanı olarak memleketi bile yönetirsin demek geçiyoriçimden, ama söylemiyorum tabiî."Tamam" diyorum, "anlaştık. Ancak basın toplantısı düzenlemeseniz iyi olur. Çünküişin altından ne çıkacağı belli değil."Elini omzuma koyuyor, sigara kokan nefesi yüzümü yalıyor:"Merak etme Nevzat" diyor ustaca sağ gözünü kırparak, "basın toplantısıdüzenlemeyeceğiz. Ama herkes, bu iş tümüyle çözüldü sanacak. Eğer hâlâyakalanmayan bir katil varsa, o da öyle sanacak. Bu da senin işine gelir değil mi?"
  • "Sağ ol, çok işime gelir.""Ha, bu arada Sabri Müdürüm seninle de görüşmek istiyor." Kaçamak bir bakış atıyoryüzüme. "Eğer gelmek istersen..." Dili böyle söylüyor ama gözleri aslında gelmesendaha iyi olur diyor. "Bu akşamki yemeğe diyorum. Sabri Müdürüm seni de çağırdı.""Yok, Cengiz sağ ol, ben şu işleri toparlayayım. Ama sen Sabriye çok selam söyle.Buyursun bir akşam konuğum olsun. Balattaki Agora Meyhanesine gideriz. Tabiî sende davetlisin.""Tamam, söylerim" diyor yeniden paltosuna yönelirken, "ama bu defa zamanı yokherhalde. Biliyorsun, bakanlar filan burada.""Ne zaman isterseniz, teklifim her zaman geçerli.""Teşekkürler Nevzat. Ben artık şu yemeğe gidip, üstlerimizin sıkıntılarım gidereyim,sen de soruşturmanın başına dön." Paltosunu alıyor. Ondan önce davranıp kapıyayürüyorum. Tam çıkacakken sesleniyor arkamdan. "Ha Nevzat, şu soruşturmayımümkün olduğu kadar sessiz yürüt, olur mu? Basın yeniden başımıza tebelleş olmasın.""Elimden geleni yaparım" diyerek çıkıyorum odasından.17Hıristiyanlığı kuran kişi Đsa değil, Tarsuslu Pavlustur. Beyaz floresanlarla aydınlanan sakin koridorda yürürken iyi ki Sabri doğrudan arayıpçağırmadı beni diye düşünüyorum. Reddetmek biraz zor olurdu. O toplantıya katılmakzorunda kalırdım, içişleri bakanı, vali... Samimiyetsiz konuşmalar, üstlere yaranmak içinsöylenen küçük yalanlar, üstü kapalı hesaplaşmalar... Bir de yemek yenecek, insan neyediğinin tadını alır, ne içtiğinin. Yemek deyince acıktığımı hissediyorum. Sahi bensabahtan beri ağzıma lokma koymadım yahu. Şu Can işini halledip, bir şeyleratıştırmak.Odama yaklaşırken, yan aralık kapıdan gelen konuşmalar duyuyorum. Can’ın sesiniayırt etmek zor olmuyor."Hıristiyanlığı kuran kişi Đsa değil, Tarsuslu Pavlustur" diyor.Böyle bir iddiayı ilk kez duyuyorum. Ne yalan söyleyeyim ilgimi çekiyor, adımlarımıhızlandırıyorum."Đsa bir Yahudiydi, kendi misyonunun da yozlaşan dinini düzeltmek olduğunusöylüyordu.""Đsa Peygamber Yahudi miydi?" diye soruyor şaşkın bir erkek sesi. Bu, neYahudilikten, ne de Hıristiyanlıktan haberi olan bizim Aliden başkası değil. DemekMeryemlerle işini bitirdi. Can açıklayacakken giriyorum içeri. Bıraktığım koltuktaoturuyor Can, karşısında Zeynep var, yanında da Ali. Bizimkilerin gözleri genç bilimadamının üzerinde. Ama beni fark eder etmez hemen toparlanıp ayağa kalkıyorlar.Sadece Can istifini bozmuyor.Sanki konuştuklarını duymamışım gibi Aliye dönüyorum:"Aşağıda durum nasıl?""Hiçbir sorun yok Başkomiserim, prosedür işliyor, yarın sabah savcılığa çıkacaklar.""iyi" diyerek yerime geçerken, masamın üzerinde açık duran Kutsal Kitapıgörüyorum. Altı, Yusufun kanıyla çizilmiş olan satırların bulunduğu sayfalar açık.Başımla kitabı işaret ederek soruyorum. "Ne yaptınız? Baktın mı Can?.."Can uzanıp yeniden, kanla yazılmış iki sözcüğe bakıyor:"Evet, baktım Başkomiserim."
  • "Peki, şu altı çizili yerler, özel bir anlamı var mı o satırların?"Kitabı önüne çekiyor. Sesli olarak okumaya başlıyor." Uyan, ey kılıç! Çobanıma, yakınıma karşı harekete geç." Yeterli olmuyor, o cümleyide tekrarlayarak, okumayı sürdürüyor. "Uyan, ey kılıç! Çobanıma, yakınıma karşıharekete geç diyor her şeye egemen Rab. Çobanı vur da koyunlar darmadağın olsun...Ben de elimi küçüklere karşı kaldıracağım. Bütün ülkede diyor Rab. Halkın üçte ikisivurulup ölecek, üçte biri sağ kalacak. Kalan üçte birini ateşten geçireceğim, onlarıgümüş gibi arıtacağım, altın gibi sınayacağım. Beni adımla çağıracaklar, ben de onlarakarşılık vereceğim..." Gözleri satırların üzerinde gezinirken, olumsuz anlamda başınısallıyor. "Bu sözcüklerin özel bir anlama geldiğini sanmıyorum. Zekarya Peygamberyazmış ya da söylemiş... Đnsanları suçtan ve günahtan arındırmak için Tanrının gazabınıhatırlatan sözler. Kötüleri kutsal yasayla korkutuyor ki, bu Tevratta sık kullanılan biryöntem. Yahudilik, insanoğlunu temelde kötü olarak kabul eder, onları düzeltmenin eniyi yolu ise, kutsal yasayı uygulamaktır.""Đsa da mı öyle düşünüyordu?"Soru Zeynepten geliyor. Anlaşılan bizim zeki kızımız da, Ali kadar etkilendi buHıristiyanlık muhabbetinden."Yok, Đsa daha farklı düşünüyordu. Đsa ceza yerine sevgiyi ve bağışlamayıöneriyordu."Ali konuya merakını yitirmemesine rağmen Zeynepin Can’a ilgiyle bakmasından pekhoşlanmamış olacak, o her zamanki iğneleyici tavrını takmıyor hemen:"Az önce Đsanın başka bir din için gelmediğini, yozlaşan Yahudiliği düzeltmeyeçalıştığını söyledin. Yahudiliği yeniden eski haline getirmeye çalışan biri, nasıl olur da odinin temel anlayışından vazgeçer? Kendi dini, insanı günahkâr sayıyorsa, Đsanın daböyle düşünmesi gerekmez mi?"Soru gayet mantıklı, ama Can sözlerinde hiçbir çelişki yokmuş gibi kolayca açıklıyor:"Đsa, yüzyıllardır beklenen kurtarıcıyı temsil ediyordu. O çağlarda Yahudi din adamlarıtam bir çürümüşlük içindeydiler. Kutsal şehir Kudüs, Roma Đmparatorluğunun işgalialtındaydı, daha da kötüsü Yahudi din adamları, işgalcilerle uyum içinde yaşıyordu.Yahudilerin büyük tapınağı ile Roma garnizonu yan yanaydı. Halk, din adamlarındanumudunu kesmiş, kendilerini kurtaracak Mesihi bekliyordu. Isa, bu beklenen Mesiholdu işte. Birden olmadı kuşkusuz; başta kendisi bile inanamamıştı buna. Ama süreçonu da, başkalarım da inandırmayı başardı. Zorlu bir mücadeleydi. Sürekli bir çatışmayaşanıyordu. Ferisi denilen tutucu din adamları, Đsaya karşı çıkıyorlardı. Đsa da onlarladüşünsel bir çatışmaya girdi. Bir tür ideolojik mücadele. Bu mücadele sırasında Đsa,tutucu Yahudilerden daha farklı bir dil benimsemeye başladı, insanı korkutan değil,yücelten bir dil. Ceza yerine sevgiyi, bağışlanmayı ve barışı öne çıkaran bir dil.""Ama onu çarmıha gerdiler" diye mırıldanıyor Zeynep. Sesi, bunu niye yaptılar kidercesine üzgün çıkıyor."Öyle oldu" diye onaylıyor Can." Biri sana vurursa öteki yanağını da çevir diyenadamı çarmıhta acımasızca öldürdüler. Ama eğer Đsa çarmıhta ölmeseydi, bugünküHıristiyanlık olmazdı.""Saçma!" diye kesiyor Ali. "Đsa Peygamber çarmıhın üzerinde ölmeseydi, Hıristiyanlıkdoğmayacak mıydı? Đsa Peygamber, Allah tarafından gönderilmedi mi?"Soruyu yanıtlamadan önce Aliye bakıyor Can. Hayır, küçümseyen bir bakış değil bu,seni anlıyorum diyen bir bakış, aynı zamanda bu konuda hiçbir bilgin yok, sana nasılanlatacağım diyen bir bakış. Bilmenin çaresiz hale soktuğu bir adamın sıkıntılı bakışı.Galiba geri adım atacak, böylece bu tartışmayı kapatacak ama derin bir nefes aldıktansonra
  • "Din açısından bakarsan öyle oldu" diyor. "Đsa, Tanrı tarafından gönderildi. Gerçi bukonuya dinlerin bakışı da oldukça farklı. Yahudilik, Đsayı ne peygamber, ne de Tanrıolarak kabul eder; Hıristiyanlık içinse Isa sadece bir peygamber değil, Tanrınınkendisidir. Müslümanlığa göre ise Isa sadece peygamberdir. Ama çarmıhın üzerindeölmemiştir. Onun yerine, Allah, muhbir Yahudayı çıkartmıştır çarmıha, düşmanlarıkandırmak için de, Isa görünümü vermiştir bu hain adama. Đsayı ise yanına almıştır.Çünkü Allah, peygamberinin ölmesine izin verecek kadar âciz değildir."Bu açıklamadan sonra itiraz gelecek mi diye bakıyor. Ancak Ali duyduklarını henüzsindiremediğinden sesini çıkarmıyor. Tepki almayınca Can ellerini yana açaraksürdürüyor sözlerini:"Dinler olaya böyle bakıyor. Bu bir inanç meselesi. Tartışılacak bir şey yok.Đnanılacak, onunla kaynaşılacak, onun bir parçası olunacak düşünce var. O düşünceninkendisi bizzat Tanrı ya da Allahtır, inanç sistemindeki akıl sadece bunu kavrar, bunukavramaya yarar."Sonunda Can’ın bir açığını bulduğunu düşünen Ali:"Ne yani" diye sataşıyor. "Đnanan insanların aklı kıt mı diyorsun?"Duyan da bizim Aliyi dindar biri sanacak. Bu olaya kadar ağzından dinle ilgili tek birsözcük çıktığını hatırlamıyorum. Şimdi ise yeryüzünde ne kadar din varsa hepsininsavunucusu oldu çıktı. Ey aşk sen nelere kadirsin! Can ise bu komiserin kendisineneden böyle saldırdığından habersiz, açıklamaya çalışırken:"Bütün bunlar ayrıntı" diyerek kesiyorum bu anlamsız sürtüşmeyi, "bu meselede biziilgilendiren kişi Pavlus..."Anlayamadığı bir sorunun gölgesi düşüyor Can’ın gözlerine."Ben odaya girerken Hıristiyanlığı Đsanın değil Pavlusun kurduğunu söylüyordun.Bunu ilk kez duyuyorum. Böyle bir teori mi var? Yoksa sen mi geliştirdin?""Benden önce de bu düşünce vardı. Ama bu, aynı zamanda benim üniversitedeki ödevkonularımdan biriydi.""Bize biraz anlatsana şu Aziz Pavlusu..."Đsteğim, Can’ın yakışıldı yüzünün asılmasına yol açıyor. Belli ki nasıl anlatacağını,söze nereden başlayacağım bilemiyor. Karşısındaki insanlar Hıristiyanlık konusundabilgili olsa, işi kolaylaşacak ama şimdi nasıl anlatsın bu polislere meselenin ayrıntısını."Biraz karışık" diyor elinden geldiğince nazik olmaya çalışarak, "Yani siz Hıristiyanlığıne kadar biliyorsunuz?""Bizi o kadar da küçümsemeyin Can Bey" diyor Zeynep. Hiç sitemkâr bir havası yok.Genç adamın sıkıntısını anlamış, onu rahatlatmaya çalışıyor. Bunu yaparken Canınkafasındaki bildik polis imajını yıkmayı da amaçlıyor. "Öğrenmeye açığız. Aslında biz deişimizi bilimsel olarak yapmak zorundayız. Karşılaştığımız her olayda yeni şeyleröğreniyoruz. Üç ay önce üniversitede rekabet sonucu meslektaşını öldüren bir kuantumfizikçisinin davasıyla ilgilenmiştik. Olay gereği kuantum fiziğim öğrenmek zorundakaldık, en azından temel teorisini. Yani Hıristiyanlık tarihini anlamayız diyekaygılanmayın, anlarız."Alinin koyu renk gözlerindeki gerginlik yerini tatlı bir ışıltıya bırakıyor. Zeynepin buçıkışı hoşuna gitti. Đçimden "Aferin Zeynep" diyorum."Yok" diye kırılıp bükülüyor Can, "öyle demek istemedim. Yani...""Hadi Can, kibarlığı boş ver de anlatmaya başla" diyorum, "açlıktan kan şekerimdüşmeye başladı zaten, anlat da gidip bir şeyler atıştıralım.""Peki" diyor Can, kaderine razı olarak, "tamam o zaman..." Ama bu, "tamam o zaman"biraz manidar çıkıyor ağzından. "Bir dakika" diyerek yine sözünü kesmek zorunda
  • kalıyorum, "Zeynepin kuantum fiziğini öğrendik filan dediğine bakıp, karmaşık birkonuşma yapma, öğrencilerine nasıl anlatıyorsan bize de öyle anlat.""Tamam, Başkomiserim, tamam" diyor gülerek, "basit anlatacağım." Yine de hemenbaşlayamıyor konuşmasına... "Aslında..." diyor, "Aslında, durumu kavramak için tarihselIsa ile Pavlusu karşılaştırmak lazım."Ama Ali daha fazla konuşturmuyor onu: "Ne demek tarihsel Isa? Kaç îsa var?""iki Isa var. Đlki her insan gibi bir anneden doğan, bizim gibi beslenen, giyinen,yaşayan, sonunda da ölen Đsa. Ona tarihsel Đsa diyoruz, öteki ise kutsal bir görevledünyaya gelen, görevini tamamladıktan sonra Tanrı olan Đsa Neyse tarihsel Isa bilindiğikadarıyla öyle kültürlü biri değildi. Yahudi din adamlarının yanında bir din eğitimialmıştı, o kadar. Zaten insanları da derin bilgisiyle değil, basit, naif davranışları, sevgidolu yüreği ve gerçekleştirdiği mucizelerle etkilemişti, insanları sevgiye çağırırkenbaşvurduğu öğreti ise Yahudilik öğretişiydi. Herkesten yasalara uymasını, kutsal OnEmirin yerine getirilmesini istiyordu." Kutsal Kitapa uzanıyor, parmaklan alışkanlığıngetirdiği ustalıkla sayfalan çeviriyor, kitabın sonlarında bir yerde duruyor. "Burada da,Markos incili, Đsa’nın Kudüsteki Yahudilerin Büyük Tapmağına girdiğinde neleryaptığını anlatıyor. Tapmakta sığır, koyun, güvercin satıcılarıyla, oturmuş paradeğiştirenleri gördü, iplerden bir kamçı yapıp tümünü koyunları, sığırları da tapınaktandışarıya attı. Para değiştirenlerin paralarını çevreye saçıp masalarını devirdi. Güvercinsatıcılarına, bunları buradan kaldırın dedi. Babamın evini pazaryerine dönüştürmeyin.4Çünkü o tapmak bir Yahudi olarak kendisinin tapınağıydı ve Đsa orayı temizlemekistiyordu. Yani o kendini Hıristiyan filan değil, bal gibi Yahudi hissediyordu. Hıristiyanlıksözcüğünü ilk kullananlar da Isa değil onun karşıttandır. Kutsal Kitaptaki Resullerinişleri adlı bölümde, Pavlusla tartışan Kral II. Herodes Agrippanın alaycı bir üsluplaKısa zamanda beni Hıristiyan olmaya ikna edersin dediği yazılıdır. Hıristiyanlık terimiyaygın olarak Đsa sonrası dönemde Antakyadaki Yahudiler ve Đsa karşıttan tarafındankullanılmıştı. Yani Isa hiçbir zaman ben Hıristiyanlık diye bir din getirdim dememişti.Zaten Isa, Tanrı ile insan arasında herhangi bir aracı kabul etmez. Oysa Hıristiyanlık,Tanrıya ulaşmanın Mesih aracılığıyla mümkün olduğunu söylemektedir. Yani budurumda Đsa’ya Hıristiyan demek imkânsızdır.""Daha neler" diye isyan ediyor Ali. "nerdeyse Đsa’nın Hıristiyanlıkla hiçbir ilgisi yokdiyeceksin.""Olmaz mı? Çarmıha gerili Isa, Pavlusu esinleyen en önemli olaydır. Pavlus,çarmıhtaki Đsa’dan yola çıkarak sistemli bir din, yani Hıristiyanlığı yaratmıştır."Ali gibi ben de bu sözlerin doğruluğundan emin olamıyorum."Yani Isa, Hıristiyanlık için sadece bir figür müydü?" diyorum.Sözlerinin önemini vurgulamak istercesine işaretparmağını sallayarak yanıtlıyor:"Çok önemli bir figür. Çünkü haç, birbirine çakılı iki kalas parçasından çok daha derinbir anlam taşır. Yaşamı oluşturan dört elementten söz ediyorum; toprak, hava, ateş vesu. Haçın dört ucu bu dört elementi, yani yaşamı simgeler. Pavlus da bu simgelerdenyola çıktı. Haçın temsil ettiği yaşam ve bu yaşamın tam ortasında, insan kardeşlerininacısını sırtlanmış bir adam: Isa."Zeynep gözlerini Can’a dikmiş, büyük bir ilgiyle, hatta hayranlıkla dinliyor. Onun ilgisiarttıkça Alinin kıskançlığı da büyüyor."Boş laf bunlar" diye kükrüyor. "Isa bu acıyı neden çeksin?""insanlığı kurtarmak için. Daha önce de söylediğim gibi Tevrata göre insangünahkârdır. Âdem Babamızın hikâyesini hatırlayalım. Âdem ile Havva yenmemesigereken meyveyi yemiş, cennetten kovulmuş. Ama bu sürgün, âdemoğullarınıakıllandırmamış, kötülük yapmayı sürdürmüşler. Tanrı bu yüzden tufanı yaratmış. Nuh
  • Peygamber ve çocuklan dışında yeryüzündeki herkesi ölümle cezalandırmış, ancakinsan yine doğru yola gelmemiş, insanı düzeltmek için Allah nice peygamberlergöndermiş yeryüzüne, ama âdemoğlunun bencilliği, zalimliği, yalancılığı, yıkıcılığı hiçeksilmemiş. Sonunda Musa Peygamber aracılığıyla On Emiri yollamış. Aslında bu çoksert bir uyarıymış. Allah, âdemoğlunun gözünü korkutmak için On Emiri oluşturansözcükleri ateşle kazımış tabletlere. Böylece Tanrısal hukuk, Tanrısal ceza yürürlüğegirmiş. Ama âdemoğlu yine bildiğini okumuş, işte tarihin o noktasında Isa çıkmışsahneye. Roma işgali altındaki Yahudi topluluğuna seslenmiş, sevgiden, hoşgörüden,bağışlamadan söz etmiş. Onun saflığı, iyi niyeti ve şifacılığı insanları etkilemiş, Đsa’yıbir tür devrimci, bir tür iyilik dağıtıcı, hepsinden önemlisi de yıllardır gelmesi beklenenMesih olarak kabul etmişler.Pavlus işte bu figürü alarak, yarattığı dine eksen yaptı. Ve insanlara şöyle seslendi:Đsa çarmıha gerilerek, sizin için öldü. O bir kurbandı, Tanrının insanları bağışlaması içinverilmesi gereken bir kurban. O bir kurtarıcıydı, insanoğlunu kutsal hukukun ağıryükümlülüklerinden kurtarıp, Tanrısal sevgiyi geçerli kılan bir kurtarıcı. O birözgürleştiriciydi, insanoğlunu bedensel isteklerin hapishanesinden kurtarıp, sınırsızdünyasında yaşamaya çağıran bir özgürleştirici..."Sözlerinin etkisini görmek ister gibi tek tek yüzümüze bakıyor. Ali aldırmaz, hattaküstah bir tavırla:"Söylediklerin bana hiç mantıklı gelmiyor" diyor. Eliyle Kutsal Kitapı gösterereksürdürüyor. "Dört kitap, o kadar peygamber, onların söyledikleri hepsi boş, bir seninsöylediklerin doğru." Konuştukça öfkesi daha da artıyor. Aslında tam olarak nesöylediğini kendisi de bilmiyor, ama konuştukça daha çok hınç duyuyor Can’a.Kıskançlığını âdeta kendi sözcükleriyle bileyliyor. "Bence zırvalıyorsun Can Efendi. OPavlus dediğin adam bu bilgileri nereden almış? Đsa Mesih olmasaydı öyle bir adam olurmuydu? Bir de tutmuş Isa Mesihe dil uzatıyorsun."Can gözlerinde alaycı bir ifadeyle dinliyor Aliyi:"Isa Mesih mi dediniz?" diyor sonraAslında şu Mesih lafı benim de dikkatimi çekti, Ali neden Isa Peygamberi böyletanımladı ki? Alinin yanıtlamasına fırsat vermeden başka bir soru soruyor Can:"Sahi siz Hıristiyan mısınız Komiserim?"Aslında bu sorunun yanıtını ben de bilmiyorum, Aliye hiç sormadım. Ama o da banasormadı, Müslüman olduğumu biliyor. Ben de onun Müslüman olduğunu biliyorum. Yadin değiştirdiyse? Yok, canım mutlaka söylerdi bana. Aklımdan bunlar geçerken, Alikoltuğunda öne doğru eğiliyor; gözleri Can’a kenetlenmiş, yüzünde patladı patlayacakbir öfke... Tükürür gibi yanıtlıyor:"Sana ne?"Can kibarca geri çekiliyor:"Beni yanlış anlamayın ne olur, kimseyi sorgulamıyorum. Sadece Đsa Mesih deyişinizilgimi çekti. Her ne kadar Kuranda Isa Mesih diye geçse de günlük yaşamdaMüslümanlar, Đsa’dan genellikle Hazreti Isa ya da Isa Peygamber diye bahseder."Ali ters ters bakıyor."Valla meraktan Komiserim" diyor Can, "sahiden, sizde Hıristiyanlık yok değil mi?""Yok, Hıristiyanlık Hıristiyanlık" diye çemkiriyor Ali. "Đsa Peygamberi savunmak içinilla Hıristiyan olmak gerekmez..." Öyle sert bakıyor ki, iyi ki buradayım diyedüşünüyorum, olmasaydım çoktan patlatmıştı yumruğu çocuğun suratına... "Hemburada soruları biz sorarız. Sen değil, anladın mı?"Can yüzündeki muzır ifadeyi yitirmeden bana dönüyor:"Ben size yardım için burada olduğumu sanıyordum, sorgulandığımı bilseydim..."
  • "Ya arkadaşlar konuyu yine dağıttınız" diyerek toparlamaya çalışıyorum. Can’ı dakendisiyle birlikte arkadaşlar diye adlandırmış olmam Aliyi hayal kırıklığına uğratıyor.Ama ne yapabilirim? Can’ı döverek konuşturacak halimiz yok ya. "Şu Pavlus" diyorumCan’a dönerek, "Hıristiyanlığı kuran kişi o diyorsun. Eğer öyleyse, şaka değil, koca birdini oluşturmuş adam. Bütün bu bilgileri nereden almış?""Evet, işte sorulması gereken soru bu" diyor Can. Bu tavrıyla Aliyi biraz dahasinirlendiriyor. Ama bizimki sesini çıkarmıyor, tavrıma bozulduğu için olsa gerekkollarını göğsünde kavuşturmuş, arkasına yaslanıp öylece oturmayı seçiyor. "Pavluszaten kültürlü bir adamdı Başkomiserim" diye sürdürüyor Can. "O hem bir Romavatandaşı, hem de bir Yahudiydi. Ancak pagan dinini benimseyen insanlarla birlikteyaşıyordu. Tarsus o dönemde önemli bir kültür merkeziydi. Önemli felsefe okullarınasahipti. Böylece Pavlus hem Yunan felsefesini, hem Tarsusun, Suriyenin sır dinleriniöğrendi ve bir Yahudi olarak da Yahudiliği. Bir varsayıma göre ailesi onu Kudüseyolladı, Farisilerden din eğitimi almasını sağladı. Hepsinden önemlisi Pavlus, adına isterhermetizm, ister gnostizm densin, gizli bilgiye inanıyordu."Hermetizm, gnostizm, gizli bilgi... Üçümüzün de soru dolu bakışlarından bu konudahiçbir şey bilmediğimizi fark edince açıklıyor Can:"Hermetikler ya da gnostikler dünyayı farklı bir biçimde algılar, farklı biçimdeyorumlar. Onlara göre iki dünya vardır: ilki, beş duyumuzla algıladığımız dünya, ikincisiise duyularımızla algılayamadığımız ancak sezebileceğimiz bir dünya. Yani Türkçeyeuygulayacak olursak, gönül gözüyle görebileceğimiz, sezebileceğimiz su dünya.Görülebilir dünya, maddî olanla sınırlıdır ve değersizdir. Sır dünya ise sınırsız vedeğerlidir. Maddî dünya günahkâr ve sonluyken, sır dünya saf ve sonsuzdur. Maddîdünyada Tanrıyı görmek imkânsızken, sır dünyada Tanrı sizinle birlikte, siziniçinizdedir. Ancak sır dünyayı herkes göremez, insanın bedensel isteklerden kurtulması,aklın bildik kurallarını bir yana koyması, sezgisel algıya yönelmesi gerekir. Sadecesezgisel algılan yüksek olan kişiler, derin, çok derin düşünebilme yetisine sahip olaninsanlar bu dünyanın kapısından geçebilir. Bu düşünme öyle derindir ki, sadece bedeninağırlığından^ değil, bildik aklın ağırlığından da kurtulmak gerekir, işte Pavlusubesleyen kültür budur. Pavlusun Hıristiyanlık projesi de bu anlayışın üzerinde yükselir.Đnsanın bedensel sınırlardan ve isteklerden kurtularak, ruhun sonsuzluğuna ve yüceisteklerine ulaşması. Yani Tanrıyla buluşması, belki Tanrı olması. Pavlus, Đsa’nınçarmıhta ölerek Tanrıya dönüştüğünü söylerken bunu kastetmektedir aslında. Bu,yalnızca Hıristiyan düşüncesi için geçerli bir önerme değil, kökleri Antik Mısıra, AntikYunana, Đran’daki Zerdüşt Tapınağına, Brahmaya ve Kabalaya kadar uzanır. Bizde iseĐslam tasavvufunu kapsar. Allahla bir olmak, onunla özdeşleşmek, onun bir parçasıolmak, bizzat Allah olmak. Hallacı Mansurun dediği gibi Enel Hak."Sözünün burasında Kutsal Kitapın sayfalarını karıştırmaya başlıyor. "Size yine birparça okumak istiyorum. Pavlusun Mektuptan adlı bölümde, Korintoslulara yazdığımektupta Pavlus şöyle diyor. Önce gelen ruhsal olan değildir; doğal olandır. Ruhsalolan sonra gelir, ilk insan yerdendir, topraktandır, ikinci insan göktendir. Topraktanolan insan nasılsa, topraktan olanlar da öyledir. Göksel olan nasılsa, göksel olanlar daöyledir. Topraktan olan insana nasıl benzediysek, göksel olana da benzeyeceğiz.Kardeşlerim şunu belirteyim: Etle kan Tanrının Hükümranlığını miras alamaz. Çürüyende çürümezliği miras alamaz.Yine bize dönüyor, hevesle açıklamayı sürdürüyor:"Burada Âdem ile Đsa’nın karşılaştırılması yapılıyor. Âdem önce gelendir, günahkârdır.Isa ise ikinci insandır, gökten gelendir, kutsaldır. Pavlus maddî dünyayı toprakla, kutsal
  • dünyayı ise göksel olanla simgeliyordu. Đnsan tıpkı Đsa’nın bize gösterdiği gibi, sevgiyolunu seçerse, bedenin hapishanesinden kurtulursa göksel olana ulaşabilir diyordu."Belli ki bu çocuk konu hakkında bilgi sahibi, belli ki önemli konulardan bahsediyor,ama tam olarak ne söylemek istediğini anlamıyorum, üstelik açlığım da giderek artıyor.Başımın hafifçe döndüğünü hissediyorum, Can’ın konuşmalarına dikkat vermektezorlanıyorum, artık toparlaması için:"Yani..." diyorum."Yani si şu Başkomiserim, Hıristiyanlığı kuran adam Pavlustur. Daha da önemlisi,önceden de söylediğim gibi, hiçbir şey tümüyle yeni değildir yeryüzünde. Her yenidüşünce, her yeni inanç kendinden öncekileri taşır içerisinde."Ali yine dayanamayıp atlıyor:"Senden başka kim söylüyor bunu?" duramıyor, öfkeyle sürdürüyor. "Ya kardeşim, ĐsaPeygamberin yaşadığını gösteren kanıt yok diyorsun. Pavlusun Hıristiyanlığı kuranadam olduğunu gösteren bir belge var mı?"Can yine o sinir bozucu dinginliğinin içine çekilerek, eliyle Kutsal Kitapı gösteriyor:"işte kanıt. Hıristiyanlığın iki çok önemli azizi vardır. Biri Petrus ki, aynı zamandaĐsa’nın havarisidir. Đsa’nın en yakın yoldaşlarından biridir. Isa, evimi senin üzerinekuracağım, diye iltifat etmiştir ona. Đkincisi ise Isa yaşarken onun düşmanı olanPavlustur. Pavlus, azizlik mertebesini düşünceleriyle ve yaptığı misyonerlikçalışmalarıyla kazanmıştır. Söylediğim kadar önemli düşünceleri olmasaydı, kilisebabalan ona böyle önemli bir paye verirler miydi? Kutsal Kitapa göz atacak olursanız,Hıristiyan diniyle ilgili en ayrıntılı bilgilerin Pavlusun yazdığı metinlerde verildiğinigörürsünüz... Pavlus bu kadar önemli bir adam olmasa onun yazdıklarım Kutsal Kitapaalırlar mıydı?"Asıl kafamı kurcalayan soruyu sormazsam ne Ali susacak, ne de Can ona lafyetiştirmekten geri duracak:"Şu bizim Tarsuslu Pavlus" diyorum, "misyonerlik çalışmaları yapmış. Kutsal göreviniyerine getirmek için birçok ülkeye gitmiş. Bu seyahatleri sırasında, herhangi biriniöldürmüş mü?"Can’ın yüzünde şaşkın bir ifade beliriyor:"Aziz Pavlus mu?""Evet, çoğu putperest insanların arasında misyonerlik yapmak, hem de henüz diniHıristiyanlık olmayan Roma împaratorluğunun sınırları içinde bu faaliyeti yürütmek okadar da kolay bir iş olmasa gerek. Bu faaliyeti sürdürürken, bin bir türlü bela gelmiştirbaşına. Pavlus da kendini korumak isterken, birilerini öldürmüş olamaz mı? Yani böylebir olay var mı?"Düşünmeye bile gerek duymadan karşı çıkıyor:"Hayır, sanmıyorum, yani böyle bir olay olduğunu gösteren ne bir metin, ne de biranlatı var. Haklısınız o dönemde misyonerlik yapmak çok zordu. Kaç kez ölümlerdendönmüştür Pavlus. Ama kimseyi öldürmemiştir. Çünkü Pavlus kutsal yasayla uyumiçinde yaşayan biriydi. Aynı zamanda dünyevî yasalara da, yani RomaĐmparatorluğunun yasalarına da saygı gösterirdi. Pavlusun kimseyi öldürdüğünüsanmıyorum. Niye Sordunuz Başkomiserim?""Malik" diyorum sadece...Anında kavrıyor Can:"Ha... Malik Amcanın da Pavlusu örnek alıp, cinayet işleyip işlemeyeceğini anlamakistiyorsunuz."Susarak onaylıyorum tahminini.
  • "Yanılıyorsunuz Başkomiserim, daha önce de söylediğim gibi Malik Amca kimseyiöldüremez. Ama içinizi rahatlatacaksa tekrarlayayım, Aziz Pavlus da kimseyiöldürmemiştir, tersine birçok kez insanları ölümden kurtarmış, onlara şifa dağıtmıştır.En azından yazılanlar böyle. Ancak Romanın acımasız imparatoru Neron, Pavlusuninsanlara gösterdiği merhameti ona göstermemiş. Uzun bir tutukluluk ve soruşturmanınardından Pavlusun kafasını kestirerek idam ettirmiştir."Can’ın yüzünde sanki Pavlusun ölümünden biz sorumluymuşuz gibi suçlayan bir ifadebeliriyor, işin ilginç yanı ne benim, ne Zeynepin, ne de Alinin sesi çıkıyor. AzizPavlusun kesik başı ortamıza düşmüş gibi öylece kalıyoruz.18Mor Gabriel benden bir şey istiyor.Ertesi sabah uyandığımda kafamda Can’ın sözleri yankılanıyor: "Malik Amca kimseyiöldüremez." Nasıl bu kadar emin olabiliyor bu çocuk? Yatakta doğruluyorum. Dışarıdagüneş var. Sonunda hava açtı demek. O anda gözlerim başucumdaki saate kayıyor. Ne!On buçuk mu? Yanlış mı görüyorum diye yeniden bakıyorum. Yoo, doğru, valla saat onbuçuk. O kadar uyumuş muyum? Eee kolay değil, iki günün yorgunluğu.Dün gece emniyette Can’la işimiz bitince, bizim Tekirdağlı Arifin küçük lokantasınaattım kendimi. Küçük dediğime bakmayın, Balatın en güzel yemekleri burada yapılır.Evin sıcaklığı yoktur kuşkusuz ama rahmetli karım gücenmesin, yemeklerin lezzetionun yaptıklarını aratmaz. Sahile açılan sokağın hemen köşesinde yer alır Arifinlokantası, benim fakirhaneye yürüyerek beş dakika. Eve erken geldiğim zamanlar,akşam yemeğini çoğunlukla burada yerim. Bomboş bir evde tek başına yemek yemeyealışamadım hâlâ. Sağ olsun Arif de hatırımı sayar, iyi ağırlar beni. Onun lokantasındahiç yabancılık çekmem. Dün gece de öyle oldu, daha kapıda karşıladı. Önce mercimekçorbası, ardından Tekirdağ köftesi ve cacıkla bir güzel doyurdu karnımı. Yemektensonra ağırlık çöktü üzerime. Gün boyu aç dolaşmışız, bir önceki gecenin yorgunluğu davar. Kolay değil, uykumuzun en güzel yerinde, sıcak yatağımızdan kalkıp, BeyoğluKarakolunun yolunu tuttuk. Kabul etmek gerekir ki pek genç de değiliz artık. Hal böyleolunca, ne Arifin kendi elleriyle yaptığı bol köpüklü kahve, ne de eve gidene kadaryüzüme çarpıp duran buz gibi Haliç havası aydırmaya yetmedi beni. Gecenin daha ilksaatlerinde öylece düştük yatağa.Ama artık kalkma zamanı. Hızla çıkıyorum yataktan, soğuk su beni kendime getiriyor.Tıraş olup giyiniyorum, bizim Tevfik Kıraathanesinde Tevfik mekânının böyleadlandırılmasına dikkat ediyor. Burası bir kahvehane değil, kıraathaneymiş kahvemi deiçince uyku mahmurluğunu tamamen atıyorum üzerimden. işim Malikle konuşmaküzere Kapalıçarşıya uzanmak oluyor Ama Malik dükkânda yok, oğlu Zekeriya, "Babamevde" diyor "bugün gelmeyecek."Evin nerede olduğunu soruyorum, Zekeriya temkinli, adresi vermeden önce babasınıtelefonla arıyor. Adımı duyar duymaz "Bekliyorum, buyursun gelsin" demiş Malik.Babasının bu davranışı karşısında, Zekeriya açıklamak zorunda kalıyor:"Kusura bakmayın Başkomiserim, o benim büyüğüm, sormadan adresi veremezdim.""Önemli değil Zekeriya" diyorum, "doğru olanı yaptın."Malikin evi Kapalıçarşıya pek uzak değil. Kumkapıda, iki katlı müstakil bir evde tekbaşına oturuyor. Ama arabayla inmek sorun oluyor, sokaklar çok dar, sıkışıpkalıyorsunuz araçların arasında. Daha beteri arabayı park edecek bir yer bulamamak.
  • Çaresiz, birine soruyorum, o da bana buranın tek park yerini gösteriyor. Benim emektarRenault’u, sağ eli bilekten kesik otoparkçıya teslim ettikten sonra yürüyerek birkaçdakikada ulaşıyorum yaşlı adamın evine. Kapıyı açıp beni görünce, rahat bir gülümsemeyayılıyor Malikin yüzüne:"Buyurun Nevzat Bey, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz."Doğrusu, biraz huzurunun kaçmasını bekliyordum ama hiç öyle bir hali yok. Belki Candün geceki konuşmalarımızdan bahsetmiştir ona. Belki değil, mutlaka bahsetmiştir,Malik de neler söyleyeceğini bildiğinden, böyle rahat.Sofaya girince sanki bir eve değil de, kiliseye gelmiş izlenimine kapılıyorum. Hayır,sadece duvarlarda asılı Isa tasvirleri değil, pencerelerdeki kırmızı, lacivert renginhâkim olduğu vitraylar, gölgelerin arasından içeri sızan ışık, eşyalardan yayılan ve siziçekingen biri haline getiren o tuhaf etki, yani bu alacakaranlık sofada gördüğüm,kokusunu aldığım, dokunduğum her şey böyle hissetmeme yol açıyor. Yusufun sürekligördüğü o rüyayı hatırlıyorum. Çandan dinlemiş olmama rağmen, sanki o rüyayı bengörmüşüm gibi bütün ayrıntılar beliriveriyor gözümün önünde. Öyle ki, Yusuf un MorGabriel diye fısıldadığını duyar gibi oluyorum. Ama yanılıyorum tabiî, konuşan Malik."Şöyle geçelim" diyerek giriş katındaki bir odayı gösteriyor. Yürürken, başka birodanın açık kapısını görüyorum. Merakla bakıyorum; içerisinde o kadar çok antika eşyavar ki, Orontesin, yani Malikin Kapalıçarşıdaki dükkânın bir benzerini gördüğümhissine kapılıyorum."Depo mu?" diye soruyorum duraksayarak. Asıl niyetim, Can’ın bahsettiği,Diatessaron adlı elyazması metnin orada olup olmadığını anlamak."Depo değil, oradaki eşyaların benim için özel bir önemi var. Görmek ister misiniz?""Çok isterim."Böylece yolumuzu değiştirip antika eşyalarla dolu odaya yöneliyoruz. Şamdanlar,gümüş, demir, altın kaplama haçlar, ince, kalın zincirlerin üzerinde sallananbuhurdanlıklar, sırmayla haç işlenmiş tören cüppeleri, Isa ve Meryemin tasvir edildiğiikonalar, simle Đsa’nın Son Akşam Yemeğinin resmedildiği mor renkli büyükçe birperde, bebeklerin vaftiz edilmesi için mermerden küçük bir küvet, gümüşten yapılma birĐncil kabı. Sanki görsem tanıyacakmışım gibi Diatessaron adlı elyazması metin içindemi diye gümüş kaba bakıyorum. Ama yok, kap boş."Kutsal Kitabımızı antika bir eşya gibi saklayamam" diye açıklıyor, Đncil’e baktığımısanan Malik. "Bu saygısızlık olur. Đncil çalışma odamda."Diatessaronu da orada arayacağız demek ki, aklımdan bunlar geçerken, kılıcı farkediyorum. Duvarda, kucağında bir kuzuyu tutan Đsa tasvirinin bulunduğu küçük halınınhemen altında duruyor. Kahverengi bir kıran içinde, sadece kabzasını görebiliyorum.Malik halıya baktığımı sanmış."Đpek" diyor, "Đranlı bir dostum benim için dokuttu.""Çok güzelmiş... Peki, şu alttaki kılıç?"Rengi atıyor Malikin:"O çok önemli bir hatıra" diyor. "Isa Mesihin ölümünden altmış yedi yıl sonragerçekleşen bir olayın hatırası."Tahmin edilebileceği gibi merakım iyice depreşiyor:"Đsa’yla ilgili bir olay mı?""Yeryüzündeki her olay Đsa’yla ilgilidir Nevzat Bey" diyor gülümseyerek. "Tanrınınbilgisi, onayı olmadan bir tek yaprak bile kımıldayamaz." Gülümsemesini yitirmeden birsüre öylece baktıktan sonra yeniden açıklamaya başlıyor. "Bu bir Romalı cellâdınkılıcı..." Sesi kısılmış gibi tiz çıkıyor. Sanki boğazında bir basınç var da zorkonuşuyormuş gibi. "Özel yapılmış bir kılıç, idamlar için... Bunun gibi yüzlercesi vardır
  • kuşkusuz, ama bu hepsinden özel. Çünkü bu kılıçla Pavlusun başı vuruldu." Çok kötübir anıyı anımsamış gibi yüzü çarpılıyor, gözlerinde derin bir acı beliriyor. Ama çektiğiacıya aldırmadan, âdeta kendi duygularına meydan okuyarak, uzanıp kılıcı duvardanalıyor. "Evet, işte bu Aziz Pavlusun başını kesen kılıç."Kılıcı bana uzatıyor:"Bakmak ister misiniz?"Karışık duygular içindeyim, bir yandan kılıca bakmak istiyorum, öte yandan nedeninikendimin de bilmediği bir çekingenlik, âdeta bir korku hissediyorum. Sonundatedirginliğimi yenip, kılıcı alıyorum. Epeyce ağır. Yine bir duraksama. Hemençıkaramıyorum kınından. Sanki çıkarsam, Pavlusun kurumuş kanlarıylakarşılaşacağım... Ama mademki bu kılıcı bir kez elimize aldık, artık dönüş yok. Usulcaçıkarıyorum kanından. Romalı askerlerin filmlerde görmeye alıştığımız türden kılıçlarınahiç benzemiyor. Daha enli, sanki biraz daha uzun, sanırım yanlan da daha keskin. Belliki çok iyi korunmuş, pırıl pırıl yanıyor."Onu Lübnanda buldum" diyor Malik, ben kılıcı incelerken, "bir koleksiyoncununevinde."Konunun buraya gelmesine seviniyorum, Diatesserona geçiş kolay olacak ama öncekılıçla ilgili bir kuşkumu dile getirmeliyim."Bunun Pavlusu öldüren kılıç olduğuna emin misiniz? O kadar iyi durumda ki, insan bukılıcın iki bin yıl öncesine ait olduğuna inanamıyor."Hiç tereddüt etmiyor Malik."Eminim. Bunu satan adamı çok iyi tanırım. Asla yalan söylemez. Ama daha önemlisigörür görmez bu kılıcın Pavlusu öldüren silah olduğunu hissettim.""Hissetiniz" diyorum. Sesim manidar çıkıyor ister istemez. Bir insan iki bin yıl önce birinfazda kullanılan kılıcı, bugün nasıl hissedebilir? Sesimdeki hafif alaycılığı fark ediyorMalik:"Đnanması güç değil mi? Ama şöyle düşünün, bazen zanlıların arasındayken, ortalıktahenüz delil, şahit filan yokken, içinizden işte katil şu, dediğiniz olmadı mı?""Çok oldu.""Peki, katil şu dediğiniz adamın gerçekten suçlu olduğu hiç ortaya çıkmadı mı?""Çıktı, ama her zaman değil. Daha da önemlisi hiçbir mahkeme benim hislerimegüvenerek insanları katil diye yargılayamaz, bırakın mahkemeyi ben bile, katil olduğunayüzde yüz emin olduğum bir adamı delil, şahit olmadan suçlu sayamam. Bizimmesleğimizde hissetmek yeterli değildir Malik Bey. Derin, gizemli, insanı hayretleredüşürecek bir yöntem değil belki, ama ben aklımı, bilimi kullanarak suçluları bulmayıtercih ederim."Sesimin manidar çıkmasına yine engel olamıyorum, Malik de aldırmıyor zaten."Haklısınız, sizin işiniz bu dünyayla ilgili. Bu dünyanın işleri, bu dünyaya aityöntemlerle çözülmeli, ama hislerinizi, sezgilerinizi de küçümsemeyin Nevzat Bey.Sezgileriniz, sizi aklınızın asla götüremeyeceği bir gerçeğe götürebilir." Bu kez bengülümsüyorum:"Ben basit bir polisim, o kadarına aklım ermez. Ama önyargılarım da yoktur, yani bukılıcı gördüğünüz anda hissettiklerinizi anlatırsanız, merakla dinlerim.""Ne yapıyorsunuz Nevzat Bey, insan hislerini nasıl anlatabilir? Hele bunlar sezgiyleilgiliyse...""Valla bana o kadar zor gelmiyor. Şöyle sorayım; bu kılıcı ilk gördünüz an nehissetiniz? Şaşkınlık mı, acı mı, keder mi, nefret mi, korku mu?""Hepsini, daha da fazlasını..." Artık bu oyuna bir son vermenin zamanı geliyor: "MalikBey siz kendinizi Pavlus mu sanıyorsunuz?" diye doğrudan soruyorum. Yaşlı yüzünde sır
  • dolu bir ifade beliriyor, sonra nazik bir tavırla: "Đsterseniz odama geçelim, orada daharahat konuşuruz." Üstelemek kabalık olacak, önerisine uyuyorum. Ben önde, o arkada,kiliseyi andıran sofaya çıkıyoruz yeniden. Yürürken, beş altı basamaklı taşmerdivenlerle inilen bir kapı görüyorum. Kapının üzerinde kocaman bir haç var. Kapıyabaktığımı gören Malik, durup açıklıyor:"O kapı bir şapele açılıyor. Çok eski bir şapel. Đmparator Constantinus zamanındayaşadığı söylenen Yithzak adında bir keşişin mezarı var içerde.""Yithzak mı? Yahudi ismi değil mi bu?""Başlarda öyleymiş. Tıpkı Aziz Pavlus gibi... Neyse Yithzak Yahudi olmasına rağmençok nüfuzlu bir adammış. împaratora da çok yakınmış. Asıl işi köle ticaretiymiş, ancakîmparatora yaranmak için ona dünyanın dört bir yanından soylu, güzel, güçlü atlarıgetirilmiş. Đmparator da bu iyiliğin altında kalmaz, ona köle ticaretinde öncelik tanırmış.Yithzak bir gece rüyasında Đsa Efendimizi görmüş. Đsa Mesih, köle kıyafetleriiçindeymiş. Yithzak ona dokunmak istemiş ama elleri yanmış; çünkü Đsa Mesihinbedeninden olağanüstü bir ışık yayılıyormuş. Köleleri rahat bırakYithzak demiş Đsa Mesih. Onlar sana değil, Tanrıya aittir.Ama imparator diyecek olmuş Yithzak.Đmparator da Tanrıya aittir. Đmparatorun hükümranlığı da, senin zenginliğin de geçici,ikiniz de yolunuzu şaşırmış iki zavallı ruhtan başka bir şey değilsiniz. Köleleri rahatbırak, Tanrı yoluna gel. Đmparatordan da çekinme, sonunda o da Tanrı yolunu seçecek.Yithzak elinin acısıyla uyanmış. Bir de bakmış ki rüyasında Isa Mesihe dokunduğu eligerçekten de yanmış. Yithzak işte o an Hıristiyan olmuş, kölelerini serbest bırakmış,malını mülkünü yoksullara dağıtmış, kendini Isa Mesihin yoluna adamış, imparatorConstantinus da Mesihin yolunu seçmiş ama politik nedenlerle son ana kadar saklamışbunu. Son nefesini vermeden önce vaftiz olmuş, böylece bir Hıristiyan gibi yaşamagözlerini yummuş. Vakti tamam olunca Yithzak da ölmüş. Onu buraya gömmüşler.Özgür bıraktığı köleleri, Hıristiyanlar, Yithzakı ölümünden sonra da yalnızbırakmamışlar, onun mezarını Tanrıya seslenmek için bir buluşma yerine çevirmişler."Malikin anlattıkları beni hiç şaşırtmıyor, Đstanbul böyledir işte, her semt, her sokak,her ev, hatta her oda bir mucizeye, bir efsaneye, bir rüyaya açılır."Sizden saklayacak değilim" diye sürdürüyor Malik. "Biraz da şapel için satın aldımburayı. Tanrının evine yakın olmak için...""Bir de kapı açtırdınız Tanrının evine.""Tanrının evine açılan bir tek kapı vardır, o da insanın yüreği. Bu kapıyı benaçtırmadım, evin eski sahibi Kosta Efendi yaptırmış. Huzur içinde uyusun, inançlı birHıristiyanmış. Şapelin takımını kendisi yapıyormuş. Şimdi de ben yapıyorum. Mahalledeiyi çocuklar var, onlar da yardım ediyorlar bana. Yirmi dört saat ibadete açık tutuyoruzşapeli. Müslüman, Hıristiyan, Yahudi fark etmez isteyen herkes burada dua edebilir.Kapının burada olması hoşuma gidiyor. Bazen, özellikle de geceleri, geçmişgünahlarımın anısı, uykularımı kaçırınca şapele inip dua ediyorum, bu beni çokrahatlatıyor."Evimde yüzlerce yıl önce yaşamış bir keşişin mezarına açılan bir kapı; doğrusu bubeni hiç rahatlatmazdı. Ama kendini Pavlus gibi hissetmek için Malikin böylemekânlara, böyle hikâyelere ihtiyacı olmalı. Göz ucuyla yaşlı adama bakıyorum. Yanıbaşımda dimdik duruyor. Sahiden inanıyor mu Pavlus olduğuna acaba? Yoksa bu kimlik,yasadışı işleri için ona bir paravan mı? Bakalım şu elyazması metin işini nasılaçıklayacak... Yeniden odasına yürürken soruyorum:"Buraya neden geldiğimi biliyor musunuz?""Bilmiyorum, sadece akşam Can aradı, soruşturmada adımın geçtiğini söyledi."
  • "Demek Can sizi aradı. Tuhaf, Can düşüncelerinize hiç katılmamasına rağmen sizi çokseviyor, her fırsatta size yardım ediyor.""Ben de onu severim. Aslına bakarsanız biz bir madalyonun iki farklı yüzü gibiyiz.Eminim Can, benim gnostik olduğumu söylemiştir size...""Sizin değil, ama Aziz Pavlusun gnostiklerden, sır dinlerden etkilendiğini söyledi.""Her neyse, kendisini de agnostik diye adlandırıyor değil mi? Bu sözcükler Yunanca,gnosi bilgi, gnostik bilen, agnostik ise bilmeyen. Yani ikimiz de aynı anlamın farklıgörünümleriyiz.""O kadarını bilemeyeceğim Malik Bey, doğrusunu söylemem gerekirse din felsefinizide pek merak etmiyorum. Bu olayda sizin tavrınız daha ilginç geliyor bana.""Hangi tavrım?""Can’la konuşmanız. O, sizi arıyor, cinayet davasında adınızın geçtiğini söylüyor, amasiz endişeye kapılmıyorsunuz, adım nasıl geçiyor diye sormuyorsunuz bile.""Neden sorayım? Ben suç işlemedim ki. Hem bütün sorularınıza yanıtlamaya dahazırım.""Öyle diyorsunuz ama az önce kendinizi Pavlus mu sanıyorsunuz, diye sordum,yanıtlamadınız."Gülümseyerek, başını sallıyor:"Size Isa Mesihin yaşadığı bir olayla cevap vereceğim... Ayakta kaldık önce odamageçelim, buyurun."Kapıyı aralayarak, bana yol gösteriyor. Odanın içini mis gibi çay kokusu tutmuş.Burası da dükkânındaki oda gibi oldukça sade döşenmiş, tek farkı daha büyük birkütüphanenin olması. Belki bizim elyazması bu kitapların arasındadır."Bakın, şöyle oturabilirsiniz" diyerek sağ taraftaki koltuğu gösteriyor. "Orası çokrahattır."Gösterdiği koltuğa yerleşirken, Malik de ahşap masanın arkasına geçiyor. Masanınüzerindeki tepside, bir tabak kuru pasta, iki bardak ve şekerlik hazır bekliyor.Fokurtular çıkararak kaynayan çaydanlık ise masanın yanındaki elektrikli ocağınüstünde."Üşengeçlik işte, elektrikli ocağı buraya aldım, çayımı, ıhlamurumu burada kaynatıp,burada içiyorum. Mutfağa kadar gitmek zor oluyor. Önce sorunuzu yanıtlayayım da,sonra çaylarımızı içeriz.Matta Incilinden bir bölüm aktaracağım size: Ferisiler, yani Đsanın düşmanları bir günyanına geldiler. Ey öğretmen dediler, Senin gerçek olduğunu, Tanrı yolunu daöğrettiğini biliyoruz. Hiç kimseden çekindiğin yok. Çünkü kayırıcılık yapan biri değilsin.Açıkla bize, düşüncen nedir? Sezara vergi ödemek yasal mı, değil mi?Isa onların kötü niyetini bildiğinden, Ey ikiyüzlüler dedi, Neden beni denemeyekalkışıyorsunuz? Bana vergi ödediğiniz şu parayı gösterin.Kendisine bir dinar getirdiler. Isa sordu: Bu gördüğünüz yüz ve yazı kimindir?Sezarın dediler.Bunun üzerine Isa, Öyleyse dedi, Sezarın hakkım Sezara, Tanrının hakkını daTanrıya verin.Bilmem anlatabildim mi Nevzat Bey. Benim, Aziz Pavlus olup olmadığım ilahî birkonudur. Bu konuda fikirlerimi söylemem günahtır. Ama üzerinde yaşadığım budünyanın hükümranı olarak devletimin yaptığı bir soruşturmada boynum kıldan incedir.Soruşturmayla ilgili her soruyu yanıtlamaya hazırım. Ama..." Dudaklarından nazikgülümsemesini eksiltmeden sağ elini usulca havaya kaldırıyor. "Ama çaylarımızıdoldurduktan sonra."
  • Malik çaydanlığı almak için ayağa kalkarken, ben de kütüphanedeki kitaplarabakıyorum. Bazıları Türkçe, bazıları Arapça, belki Süryanîce de vardır."Süryanîce biliyor musunuz?" diye soruyorum."Çok az, ama Can iyi bilir.""Anlattı, bazı elyazmalarını satın alırken onu uzman olarak kullanıyormuşsunuz.""Evet, çok işimize yaramıştı. Ama eskiden, artık o tür metinleri pek satın almıyorum."Anlaşılan Can, Diatessaron adlı kitabı bana anlattığından söz etmemiş Malike. Muhbirolarak anılmak istemiyor, haklı olarak. Bu iyi işte. En azından adamı hazırlıksızyakalayabileceğim. Malik çayı ilk bardağa dökerken:"Biz öyle duymadık ama" diyorum.Aldırmaz görünüyor, bardağı doldurup ötekine geçiyor."Yusuf size elyazması bir metin satmış." Malik hâlâ sessiz, sanki söylediklerimiişitmiyor. Sakince bardağı dolduruyor."Diatessaron, kitabın adı buymuş" diye ben de benzeri bir dinginlik içinde konuşmamısürdürüyorum. "Dört ezginin harmonisi anlamına geliyormuş. Ama müzikten değil, dörtĐncil’den bahsediyormuş.""Biliyorum" diyor hiç istifini bozmadan, "Matta, Markos, Luka ve YuhannaIncillerinden oluşturulmuş bir metin." Çaydanlığı elektrikli ocağı üzerine koyuyor, sonrabana dönüyor "Tek şekerdi değil mi? Dün tek şeker istemiştiniz.""Doğru hatırlıyorsunuz bir tane kâfi, teşekkür ederim." Şekeri bardağımın yanmakoyduktan sonra, kendi çayına uzanıyor, bir yudum içiyor. Usulca gözlerini kapıyor."Hım güzel olmuş." Gözlerini aralayarak açıklıyor. "Dört ayrı çayı birleştirip bunu eldeediyorum. Tıpkı Diatessaron gibi..." Başıyla bardağımı gösteriyor. "Đçsenize Nevzat Bey,bakalım beğenecek misiniz?" Bir yudum alıyorum çaydan: "Güzelmiş" diyorum."Güzeldir." Bir yudum daha içiyor, bardağı masaya koyarken, önemsiz bir konudanbahsedermiş gibi soruyor. "Diatessaronu Meryem Hanım mı anlattı size?"Ben de acele etmiyorum, bir yudum daha alıyorum çayımdan. Asıl konuya bardağımımasaya koyarken dönüyorum. "Meryem Hanım ya da bir başkası, ne fark eder? Önemliolan sizin, kiliseye ait olması gereken antika bir eseri satın almış olmanız.""Tarihî eser kaçakçısı olduğumu düşünüyorsunuz..." Sadece bakmakla yetiniyorum."Eminim geçmişimi incelemişsinizdir. Onları okuduktan sonra, ben de olsam sizin gibidüşünürdüm. Ama sandığınız gibi değil.""Yusuf a tam yüz bin dolarlık bir ödeme yapmışsınız...""Doğru, yaptım...""Neyin karşılığında?""Diatessaronu ait olduğu manastıra vermemizin karşılığında." Neden bahsediyor buadam?"Evet, Diatessaronu Yusuftan aldım. Sonra da ait olduğu yere, yani Mor GabrielManastırına yolladım."Yüzümdeki kuşkunun azalmadığını görünce masanın sağ köşesinde duran siyah kaplıtelefon defterine uzanıyor. Defteri açıyor ve bir numarayı gösteriyor."Bu Mor Gabriel Manastırının numarası..." Masanın üzerindeki telefonu bana doğruitiyor. "Sizden rica ediyorum, lütfen bu numarayı arayın, onlara Diatessaronu sorun."Çekingen durduğumu görünce ısrar ediyor. "Lütfen Nevzat Bey, sizden rica ediyorumarayın şu numarayı."Ellerim telefona uzanıyor, adres defterindeki numarayı tuşluyorum. Uzun uzunçaldıktan sonra açılıyor telefon."Mor Gabriel Manastın" diyor Türkçeyi aksanlı konuşan yaşlı bir ses. "Kimi aradınız?""Yetkili biriyle görüşmek istiyordum..."
  • "Buyurun, ben Papaz Şamun.""iyi günler Papaz Efendi. Ben Baş komiser Nevzat, Đstanbuldan arıyorum.""Evet, Nevzat Bey" diyor Papaz Şamun, sesine çekidüzen vererek. "Buyurun, sizenasıl yardım edebilirim?""Manastırınızdaki bir kitap hakkında konuşmak istiyorum. Diatessaron adında bireser. O kitap sizde mi hâlâ?"Yaşlı adamın sesi gençleşiyor:"Yıllar önce çalınmıştı. Ama şükürler olsun ki, kitabımız bize geri döndü Nevzat Bey.""Peki kim çalmış kitabı?""Bilmiyoruz, ama bir sabah duaya kalktığımızda, kilisenin ilk sırasının üzerinde buldukDiatessaronu.""Kimin koyduğunu görmediniz mi?""Görmedik, önemli de değil, kitabımız bize geri geldi ya.""Hiç merak etmediniz mi kimin koyduğunu?""Etmedik..." Bir süre sessizlik oluyor." Aslında bakarsanız, kimin koyduğunubiliyoruz.""Kim?""Kim olacak, Mor Gabriel. Evet, Diatessaronu bize Mor Gabriel geri getirdi.""Mor Gabriel! Şu yüzlerce yıl önce ölen aziz?""Ta kendisi Başkomiserim" diyor Papaz Şamun. "Mor Gabriel, manastırımızınkoruyucusudur. Onun mucizeleri bitmez.""Size bırakılan kitabın gerçek Diatessaron olduğundan emin misiniz?""Eminiz, nasıl emin olmayalım, biz o kitabın her satırını, her harfini biliriz. Gelen kitap,kesinlikle bizim Diatessaronumuz.""Đyi o zaman, mesele kalmadı. Teşekkür ederim, Papaz Şamun.""Ben teşekkür ederim ilgilendiğiniz için. Yolunuz bu taraflara düşerse, lütfenmanastırımıza uğrayın, konuğumuz olun."Telefonu kapatırken, soru dolu gözlerimi Malike dikiyorum:"Neden kitabı kendiniz elden vermediniz manastıra?""Yusufu korumak için...""Hırsız diye yargılanmasın diye mi?""Evet, Yusuf da hırsız değil zaten, elyazmasını başkasından satın almış. Ama bu da birsuç. Daha da önemlisi büyük bir günah.""Yusuf, Diatessaronu, yaptığının günah olduğunu öğrenince mi verdi size?""Öyle de diyebiliriz. Ama önce Mor Gabrielin, Yusufu uyarması gerekti. Evet, Yusufrüyalarında Mor Gabrieli görmeye başlamıştı Mor Gabriel kendisine ait olanı istiyorduondan. Bana geldiğinde panik içindeydi. Rüyasını anlattı. Onu dinlerken gözlerimdenyaşlar boşandı. Koca adam hüngür hüngür ağladım.""Neden?"Heyecanla yanıtlıyor:"Tanrının büyüklüğünün yeni bir kanıtıyla karşılaştığım için." Boş boş baktığımıgörünce, coşkusu sönüyor. "Anlamıyorsunuz değil mi Nevzat Bey? Başlarda Yusuf daanlamamıştı. Ama ona da anlattım. Tarlanda değil misin Yusuf? dedim. Tanrı seniarınmaya çağırıyor. Sırtındaki günahlardan kurtulmanın zamanı geldi, diyor. MorGabrieli bunun için gönderdi sana. Yusuf korkuyla yüzüme baktı.Mor Gabriel onun için gelmedi dedi. Mor Gabriel benden bir şey istiyorHenüz Diatessarondan haberim olmadığı için neden bahsettiğini anlayamadım.Bende Mor Gabriele ait bir şey var dedi. Elyazması bir kitap. Diatessaron. Birgünahkârdan aldım onu. Manastırdan çalmış. Mor Gabriel, bu çalman kitabı istiyor.
  • Büyük günah işlemişsin Yusuf dedim. Ama telafisi mümkün. Kitabı iade et,bağışlanmayı dile. Çaresizce başını salladı.Yapamam, Nazareth Barı Meryemle birlikte açtık. Kız çok borçlandı. Ona parayıbulacağıma dair söz verdim. Diatessaronu satmak zorundayım. Ne kadar borcunuzvar? diye sordum. Đki yüz bin dolar kadar... Zor durumdaydı, ona yardım etmeliydim. Oparanın hepsini karşılayamam ama yüz bin dolar veririm dedim. Kalanını da senbulursun...Kararsız gözlerle yüzüme baktı. îçinde bulunduğu durumun ciddiyetini hâlâkavrayamıyordu. Sevdiği kadına verdiği sözü yerine getirmemek, ona zor geliyordu.Başka çaren yok Yusuf dedim. Yaptığın büyük günah, Tanrıdan çalınmış bir kitabısaklıyorsun, eğer sen (eslim edip, bağışlanmayı dilemezsen, Mor Gabriel kendi elleriylealacaktır Diatessaronu. Hem de seni cehennemin eh derin köşesine savurarak.Meryemle konuşmam lazım dedi. Önce onu ikna etmeliyim.Tamam, konuş, ama unutma, bu işten yakayı sıyıramazsın. Tanrıdan kaçmakmümkün değildir.Gitti Yusuf, tam üç gün sesi çıkmadı. Üçüncü günün sonunda Diatessaronla birlikteyanıma geldi. Perişan bir hali vardı, günlerce uyumamış gibiydi.işte kitap Malik Abi dedi. Sen haklıydın, ben bu kitabı geri vermeliyim. Aslınabakarsan, hiç almamalıydım, açgözlülük işte.Meryem Hanım ne dedi bu işe? diye sordum.Önlerinde iri mor halkalar oluşmuş gözlerini yüzüme dikti:O beni anlamıyor Malik Abi, o neler olup bittiğinin farkında bile değil. Onun aklıNazareth Barda. Ben gece uykularım yitirdim Malik Abi, ne zaman gözlerimi kapasamMor Gabriel karşımda. Đçki içiyorum olmuyor, esrar içiyorum olmuyor, hap alıyorumolmuyor. O görüntü beni bir türlü rahat bırakmıyor. Beni bu kâbustan kurtar abi. Đştekitap, nasıl yapar, nasıl edersin bilmiyorum ama başımı belaya sokmadan, beni bu iştenkurtar. Bunu yaparsan sana minnettar kalırım.Tamam, Yusuf dedim. Mademki sen bağışlanmayı diliyorsun, seni kurtaracağım.Şu yüz bin dolar dedi utanarak, Onu da...Hiç merak etme, onu da ödeyeceğim, belki Meryem Hanımı da mutlu ederiz böylecededim.""Yusuf a nasıl güvenebildin?" diye soruyorum Malike. "Seni dolandırmadığından nasılemin olabildin?""Yusuf öyle bir şey yapmazdı. Yine de işi sağlama aldım. Diatessaronu Can’agösterdim. Gerçi Can metnin orijinal olup olmadığından çok emin olamadı. Yetinmedimbaşka uzmanların görüşüne de başvurdum. Đki ayrı uzman metnin orijinal olduğunusöylediler. Böylece Yusufa yüz bin dolar ödeyerek, Diatessaronu aldım, sonra da onuMor Gabriel Manastırına bıraktım.""Meryem ne dedi bu işe?""Önce inanmamış. Yusuf a, Malik seni kandırdı, demiş. Yusuf onu alıp, bana getirdi.Ben, Meryem Hanıma, Mor Gabriel Manastırına gitmesini söyledim. Diatessaron orada,Tanrının koruması altında, dedim. Yine inanmadı, ama bir adamını yollayıp kontrolettireceğini söyledi. Bir daha da ses çıkmadı ondan. Sanırım elyazması kitabın MorGabriel Manastırında olduğunu öğrenince, benimle uğraşmaktan vazgeçti. Ama Yusufla da ilişkisini bitirdi."Demek Meryem ile Yusufun arasının bozulmasının nedeni buymuş. Nasıl da gizledikadın bizden? Yoksa Yusufun katili Meryem mi? Zor duruma düşüp, borcunuödeyemeyince..."Şu yüz bin dolar" diye atılıyorum, "Para Yusufta mı kaldı, yoksa."
  • "Meryeme verdi. Tek kuruş girmedi cebine Yusufun."Şu halde Meryemin, Yusufu öldürmesi için bir neden yok. Tabiî bildiğimiz kadarıyla..."Çayınız Nevzat Bey" diyor, "soğutmayın lütfen."Malikin hâlâ çayla ilgileniyor olması artık canımı sıkıyor."Soğuşun" diyorum, "fark etmez. Madem açık konuşmaya başladık Malik Bey, şimdisöyleyin bakalım, kim öldürdü Yusufu?"Tehdit gibi algılıyor sözlerimi, hayır istediğim bu değil. "Đnanın yardımınıza ihtiyacımızvar" diye düzeltiyorum, "Bu zor bir dava, bir ipucu bulduk diyoruz, hevesimizkursağımızda kalıyor, bulduklarımız bizi bir yere götürmüyor. Bize fikrinizi söyleyin.Sizce kim... Kim yapmış olabilir bu işi?""Bilmiyorum Nevzat Bey... Yusuf ketum bir adamdı. Konuşmayı fazla sevmezdi..."Bakışlarını kaçırıyor, bir şeyler gizlediğinden eminim."Bakın..." diyorum ona doğru eğilerek, "şu ana kadar söylediklerinize inandım. Siziemniyete götürmeye bile gerek duymadım. Ama benden bir şeyler saklıyorsanız..."Hiç beklemediğim bir davranışta bulunuyor Malik."Lütfen benimle bu tarzda konuşmayın Nevzat Bey. Sizden rica ediyorum aramızdakiinsanî ilişkinin bozulmasına izin vermeyelim. Eğer suçlu olduğumu düşünüyorsanız,gereken neyse yapın, inanın size hiç kızmam, bu sizin vazifeniz. Ama bana bağırmayın,beni tehdit etmeyin lütfen, çünkü bu güzel değil. Bu tür bir davranış sadece beniincitmekle kalmaz, özür dilerim ama sizi de kaba bir insan yapar. Oysa siz öyle birideğilsiniz."Nasıl biri olduğumu nereden biliyorsunuz demek geçiyor içimden, sakin ol diyekendimi yatıştırıyorum."Sizi tanıyorum Nevzat Bey" diye sürdürüyor Malik. "Soyunuzu sopunuzu, aileyaşamınızı bilmiyorum. Üstelik sadece iki kez görüştük, ama kendiniz hakkında banayeterince bilgi verdiniz. Polis olduğunuzu söylediğinizde inanamamıştım biliyormusunuz? Tanıdığım polislere hiç benzemiyorsunuz çünkü.""Çok mu polis tanıdınız?" diyorum soğuk bir sesle."Çoook, biliyorsunuz ben bir zamanlar günahkâr biriydim."Şimdi bu adamın karakter tahlilleriyle uğraşacak halim yok:"Neyse bırakalım bunları" diyorum. "Şu hırsız... Yani Diatessaronu manastırdan ilkçalan adanı.""Yusufun Diatessaronu aldığı adam mı?""Evet, o. Kimmiş o adam? Nerede yaşıyormuş?""Kim olduğunu bilmiyorum, ama ölmüş.""Ölmüş mü?""Yusufu korkutan biraz da adamın akıbeti olmuştu zaten. Tanrı taksiratını affetsin,adam gencecik yaşında ölüp gitmiş.""Siz nereden biliyorsunuz?""Yusuf anlattı. Diatessaronu ondan alırken geride açık kapı bırakmak istemiyordum.Bu yüzden, Şu hırsız bir gün yakalan iv da. ya senin adım verirse diye sordum.Veremez dedi Yusuf, çünkü öldü. Mor Gabriel onu çok ağır bir biçimde cezalandırdı.Bir mağarada boğularak can verdi."19Baş azizimizi mezarından çıkaralım.
  • Belki de Maliki emniyete götürüp, adamakıllı bir sorgulamak lazım. En azından şuDiatessaron meselesi için Kaçakçılık Bölümündekilere haber vermek lazım. Amahiçbirini yapmıyorum. Normal uygulama bu olmasına rağmen, Malikle yaptığımızkonuşmalar mı, adamın saygılı tavrı mı, konunun din olması mı, bir şey engel oluyorbana. Üstelik duyduğum kuşku tümüyle kaybolmadığı halde onu evinde bırakıp,emniyete dönüyorum.Önce laboratuara uğrayıp Zeyneple konuşmak istiyorum. Ama Zeynep yalnız değil,yanında Can var. Evet, daha dün akşam burada ağırladığımız, hâlâ zanlılar listesinde yeralan Can. Neler oluyor? Yoksa Ali kıskançlığa kapılmakta haklı mı? Zeynep, konuğunamikroskopta bir maddeyi incelettiğinden içeri girdiğimi fark etmiyorlar. Kapanankapının çıkardığı gürültü uyarıyor onları. Zeynep beni görünce aceleyle toparlanıyor.Eyvah, bu kız gerçekten de hoşlanıyor galiba Çandan. Eğer öyleyse Alinin işi çok zor.Böyle ansızın beni karşısında görmekten Can da huzursuz olmuş."Merhaba Başkomiserim" diyor, Zeynepten önce davranarak."Merhaba Can. Hayrola burayı çok sevdin galiba?"Can’ın yerine bizim kız açıklıyor:"Süryanîlerle ilgili kitaplar getirmiş Başkomiserim."Yüzüne yayılan kızıllık onu daha da güzelleştiriyor. Kendimi, kızını, sevgilisiyleuygunsuz vaziyette basan bir baba gibi hissediyorum. Bu duygu canımı sıkıyor."Başkomiserim" diyor Zeynep, "sizi Evgenia Hanım aradı."Evgenia da bunların ağzına sakız oldu çıktı."Niye cep telefonumdan aramamış ki?""Aramış, ama ulaşamamış. Önemliymiş aramanızı istedi."Zeynepin yüzünde muzip bir ifade mi var, yoksa bana mı öyle geliyor. Konuyudeğiştirmek için, olanca resmiyetimi takınıp soruyorum:"Ali nerede?""Adlî tıbba gitti Başkomiserim. Mardinden Yusuf un kardeşi geldi. Cesedi teşhis içinonu morga götürdü. Çok oldu, nerdeyse gelir."Can’la karşılaşmasalar bari diye geçiriyorum içimden."Đyi, Yusufun kardeşi gelince ben de görmek istiyorum, ama önce seninlekonuşmamız lazım, işin bitince..."Soğuk davranışımdan burada istenmediğini anlayan Can:"Ben de fakülteye gidecektim zaten" diyerek ayaklanıyor, "siz işinize bakın."Hiç gitme filan demiyorum, hatta onu duymamış gibi yapıyorum."Seni odamda bekliyorum Zeynep" diyorum. Çıkarken ayıp olmasın diye genç adamadönüyorum. "Görüşürüz.""Görüşürüz Başkomiserim" diyor. Sanırım alındı. Alınsın, umurumda bile değil. Aliyiüzmeye haklan yok. Buluşacaklarsa dışarıda buluşsunlar. Sonra böyle düşündüğüm içinkendime kızıyorum. Zeynepe karşı Alinin tarafını tutmam doğru mu? Bu kızın illaAliden mi hoşlanması gerekiyor? Gerekmiyor, ama... Nedense onlara kızmaktankendimi alamıyorum.Korktuğum başıma geliyor, koridorda Aliyle karşılaşıyorum. Yanında esmer, kısaboylu, zayıf, gençten bir adam duruyor. Sanırım Yusufun kardeşi. Sırtında eski bir palto,kemikli yüzünde derin bir yorgunluk; Mardinden buraya otobüsle gelmiş olmalı."Başkomiserim, ben de size bakıyordum..." diyor Ali aceleyle. "Bu arkadaş Yusufunkardeşi..." Duruyor, karmaşık bir durum varmış da açıklayamıyormuş gibi sağ eliylebaşım kaşıyor. "Bu Yusufun değil ama..."Ne söylüyor bu çocuk? Yusufun kardeşinin, koyu renk gözleri tedirginlik içinde.Gülümseyerek elimi uzatıyorum.
  • "Merhaba, ben Baş komiser Nevzat..."Uzattığım eli beceriksizce sıkıyor."Merhaba...""Adın ne senin?""Adım Gabriel."Gabriel mi? Mor Gabrielle ilgisi yoktur herhalde. Ama Yusuf la ilgili olduğu kesin. Alibaşka bir şeyden bahsediyordu galiba."Cesedi teşhis ettiniz mi?"Ali başını sallayarak Gabriele bakıyor. Genç adam gergin, dudaklarını çiğniyor.Anlatacak ama şu çekingenliği olmasa."O ceset abine mi ait?" diye açıkça soruyorum."O kişi..." diyor yutkunarak,"... o kişi Yusuf Abim değildir.""Ne?""Ben de bunu anlatmak istiyordum Başkomiserim" diye atılıyor Ali. "Cesedi teşhisedemedik.""Bir dakika... Bir dakika..." Gabriele dönüyorum. "Yani Yusuf Akdağ senin abin değilmi?"Yanlış bir iş yapmış gibi boynunu içine çekiyor:"Yusuf Akdağ benim abimdir. Ama o ölü benim abim değildir.""Đsim benzerliği mi?""Đsim benzerliği değil, bu işte bir hata vardır. Ali Komiserin bana gösterdiği nüfuskâğıdı Yusuf Abimindir. Ama üzerindeki fotoğraf abime ait değildir. O ölü bizden birideğildir. Morgdaki ölü Yusuf Abim değildir."Böyle ayaküstü olmayacak."Hadi odama gidelim de orada konuşalım.""Zeynep" diye hatırlatıyor Ali, "ona da haber verseydik."Derhal konuyu geçiştiriyorum."Gelecek, ben konuştum..."Ama daha sözümü bile bitirmeden Can ile Zeynep gülerek dışarı çıkıyor. Onları görürgörmez bizim Alinin yüzü değişiyor."Ben çağırdım" diye yalan söylüyorum. "Süryanîlerle ilgili birtakım kitaplargetirmesini istedim."Yanımıza yaklaşıyorlar; içten bir tavırla gülümsüyor Can."Merhaba Komiserim.""Merhaba..." diyor Ali yarım ağız.Havadaki gerilim dokunulabilecek kadar yoğun. Zeynepin fark etmemesi imkânsızama hiç aldırmıyor."Ne oldu, cesedi teşhis ettiniz mi Ali?"Can’ın yanında konuşmak istemiyor Ali, ben de öyle."Odama gidiyorduk. Gabrielin anlatacakları var.""Ben de okuluma döneyim artık" diyor Can. "Size kolay gelsin."Onu yanıtlayan tek kişi Zeynep."Sana da kolay gelsin. Kitaplar için teşekkürler..."Can uzaklaşırken, yoksa Zeynep bizim Aliyi kıskandırmak için mi böyle yapıyor, diyedüşünüyorum. Kıskandırıp harekete geçirmek için. Belki, o da bu ilişkininbelirsizliğinden sıkılmıştır. Ne olacaksa olsun artık diyordur. Neyse anlayacağız...Dördümüz koridor boyunca ilerliyoruz."Sen Süryanîsin değil mi Gabriel?" diye soruyorum yürürken.Gabrielin kemikli, uzun yüzündeki kan çekilir gibi oluyor.
  • "Öyleyiz" diyor ezik bir tavırla. "Biz Süryanî’yiz."Elimi dostça omzuna koyuyorum:"Đyi o zaman Süryanîler hakkında da bize bilgi verirsin."Biraz rahatlıyor, ama hâlâ çekingen."Veririm Başkomiserim. Siz sorun, ben anlatırım." Aksanlı bir dille konuşuyor. AmaKürt aksam değil.Odama girince, dün akşam Can’ın oturduğu koltuğu gösteriyorum ona. Koltuğunucuna oturuyor. îlk soruyu Zeynep soruyor:"Senin adın Mor Gabrielden mi geliyor?""Mor Gabrielden. Mor Gabriel gibi iyi bir adam olmam için koymuşlar." Yüzümüzebakıyor. "Mor Gabriel, bizim kâhinimizdir. Büyük bir azizdir. Manastırımızınkoruyucusudur. Manastırımızın adı da Mor Gabrieldir. Mor Şamuel ve Mor ŞamunManastırı... Kartmin Manastırı... Deyrulumur Manastın..."Bizim sabırsız Alinin kafası karışıyor:"Eee hangisi Gabriel, bir karar ver artık.""Hepsi de. Bizim manastırımızın dört adı vardır. Ama biz Mor Gabriel Manastın deriz.Mor Gabriel." Đstavroz çıkardıktan sonra sürdürüyor:"Isa Mesih gibidir. Mucizeler yaratır. Hastalan iyileştirir, kötüleri cezalandım,insanlara yardım eder. O büyük azizdir. Babam bu yüzden adımı Gabriel koydu. Onungibi kutsal biri olmam için. Ama Yusuf Abim benden daha iyi bir adamdı. Benden dahadindardı. Lakin biraz tuhaftı. Köylüler onu deli zannederlerdi, hâlbuki deli değildi YusufAbim, çobandı. Herkesle konuşurdu. Köyün girişindeki ceviz ağacıyla, havadaki bulutla,kayaların arasındaki yılanla, güttüğü koyunla... Ne kadar mahlûkat varsa, hepsiylekonuşurdu. Onlar da Yusuf Abimle konuşurlardı. Yusuf Abim, onlara derdi, Nasılsınıziyice misiniz? Onlar da Yusuf Abime derdi, iyiceyiz. Onca mahlûkat Yusuf Abimi anlar,dinler, bir bizim köylüler anlamazdı. Köylüler, Bu senin Yusuf Abin delidir. Hiç insanağaçla, böcekle konuşur mu? derdi. Ben biraz utanırdım ama babam aldırmazdı, Onlarainanma derdi bana. Senin abin seçilmiştir. Abin kâhin olacaktır, lakin daha vaktigelmemiştir. Vakti gelince, Mor Gabriel ona görünecektir. Vakti gelince Yusuf Abingerçek bir kâhin olacaktır.Sonra vakit geldi; Yusuf Abim kayboldu. Eşeğini, koyunlarını dağ başında bırakıp,sırlara karıştı. Herkes nereye gitti diye merak etti. Bir tek babam merak etmedi. Anam,akrabalar hep üzüldük, bir tek babam üzülmedi.Müjdeler olsun dedi, oğlum, Mor Gabrielin yanma gitti. Sonra bir gece rüyasındagörmüş Yusuf Abimi. Gece yarısı hepimizi kaldırdı. Müjdeler olsun, oğlum Mor Gabrielinyanında dedi. l05lum Đsa Mesihin huzuruna çıkacak. Sonra da yere inecek, bizgünahkârların arasına geri dönecek. Bizi kurtaracak.Sonra babam bekledi. Bir sene geçti, bekledi, abim gelmedi. Đki sene geçti, bekledi,abim gelmedi. Üç sene geçti, babam öldü, abim yine gelmedi. Dördüncü sene anamöldü, abim yine gelmedi. Bu beşinci senedir ama abim hâlâ gelmedi. Siz Yusuf Abinibulduk deyince, o ölmüştür deyince korktum. Dedim, babam yanıldı mı? Yusuf Abim MorGabrielin yanında değil mi? Ama buraya gelince, ölen adamın Yusuf Abim olmadığımgörünce, sevindim. Tövbe, adamın öldüğüne değil, Yusuf Abim olmadığına. Dedim,demek babam yanılmamıştır. Demek Yusuf Abim, Mor Gabrielin yanındadır."Gabriel b unlan anlatırken ne düşüneceğimi bilemiyorum, bildiğim tek şey butopraklarda yaşamama rağmen, üstelik bu adamın köyüne çok da uzak olmayan biryerde Urfada görev yapmama rağmen ona yabancı olmam. Ama bu yabancılık,anlattıklarını yadırgadığım için değil, onun azizinin yerine bir ermişi koyarak benzerhikâyeleri, benzer inanışları bir Müslüman köyünde de dinleyebilirim. Sararım beni
  • şaşkınlığa boğan Hıristiyanlık düşüncesinin bu kadar içimizde oluşu, bu kadar bizdenoluşu ve benim bu gerçeğin farkında olmayışım. Belki Đstanbul’da Rum bir tanıdığım,mesela Dimitri Amca bunları anlatsa yadırgamayacağım. Galiba, bir zamanlarĐstanbul’un Doğu Romanın başşehri olması nedeniyle. Ama Güneydoğuda birdenbirekarşıma çıkan bu kadim kültür beni şaşkına çeviriyor. Fakat şaşkınlığa düşecek sıradeğil, çözmem gereken faili meçhul bir cinayet var. Nasıl sonuçlanacağını bilmediğim,bırakın bilmeyi, öğrendiğim her bilginin, aldığım her ifadenin kafamı iyice karıştırdığı birsoruşturmanın içindeyim. Malik, Meryem, Can, Timuçin, Fatih belki de başka biri, buinsanların arasından gerçek katili bulmaya çalışıyorum, ama Gabrielin şuanlattıklarından sonra anlıyorum ki artık bulmam gereken bir de kayıp adam var.Gerçek Yusuf Akdağ."Beni iyi dinle Gabriel" diyorum. Bakışlarımın ağırlığını yüzünde hissedince yenidençekingenleşiyor. "Bu çok önemli bir dava. O gördüğün adamı, birileri öldürmüş. Amakimin öldürdüğünü bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey adamın kimliğiydi. Şimdi sen bununsahte olduğunu söylüyorsun.""Sahtedir Başkomiserim. Söylediklerim yalan değildir.""Biliyorum Gabriel. Sana inanıyorum. Ama anlamadığım nokta şu: Yusuf Ahinin nüfuskâğıdı ne arıyor onda?"Gabrielin gözleri çaresizlik içinde iri iri açılıyor."Bilmiyorum Başkomiserim. Belki o adam, Yusuf Ahimin nüfus kâğıdını bir yerdebuldu. Çünkü biz Yusuf Ahimin hiçbir şeyini bulamadık dağda. Gömleği, pantolonu,ayakkabısı, üzerinde ne varsa hepsiyle birlikte kaybolmuştu.""Yani bu adamı hiç görmedin.""Görmedim Başkomiserim.""Yusuf Abinin kaybolduğu tarih... Hangi yıl, hangi ay, hangi gün? Hatırlayabilecekmisin?"Hiç duraksamadan yanıtlıyor Gabriel:"Beş sene önce 31 ağustos günü. Yusuf Abim o gün kayboldu."Gabrielin bu kadar net olarak hatırlamasına, kıskançlık içinde kıvranan Ali bileşaşırıyor. Kendi duygularını unutarak soruyor:"Nasıl böyle günü gününe hatırlıyorsun?""Çünkü 31 ağustos günü, Mor Gabrieli anma günüdür. Daha doğrusu Mor Gabrielinsağ elinin kesilişini anma günüdür.""Sağ elinin kesilişi mi?" diyor Zeynep yüzünü buruşturarak."Evet, bizim rahipler anlattılar. Mor Gabriel öldükten sonra bizim yöreye vebahastalığı gelmiş. Đnsanlar kırılmaya, sapsız ekinler gibi düşmeye başlamışlar. Hekimlerne yapsa çare etmemiş. Papazlardan biri, Mor Gabrielin mucizeleri vardır. Gelin bu başazizimizi, mezarından çıkaralım demiş. Böylece Mor Gabrieli mezarından çıkarmışlar.Görmüşler ki ceset hiç bozulmamış. Onu kilisenin içinde bir duvara dayamışlar,düşmesin diye. Ertesi sabah gelip bakmışlar, Mor Gabriel ayakları üzerinde duruyor, îşteo andan sonra herkes iyileşmeye başlamış. Veba salgını sis gibi dağılmış. Bununüzerine papazlar karar vermişler: Bir daha veba olursa, Mor Gabrieli rahatsızetmeyelim. Bunun için, onun sağ elini keselim. Çünkü Mor Gabrielin bedeninin herparçası kutsaldır. Bedeninin her parçası şifa dağıtır. O günden sonra her 31 ağustostaMor Gabrielin sağ elinin kesilişi için tören yapılmaya başlanmış. îşte Yusuf Abim beşsene evvel o tören gününde kaybolmuştu.""Hiç düşmanınız, hasmınız filan var mı Gabriel?" diyorum."Yoktur. Bizim kimseye bir zararımız yoktur. Kimse de bize karışmaz." Birden, yineçekingenliği tutuyor ama yüzündeki heyecan konuşmak istediğini gösteriyor.
  • "Evet, ne söyleyecektin?" diye cesaretlendiriyorum."Altı sene evvel köyümüze, dört korucu aile geldi. Bizim akrabalardan bazılarıFransaya göçmüştü. Terörden korkuyorlardı.Onlar göçünce, bu korucular geldiler. Gidenlerin evlerine yerleştiler, topraklarımekmeye başladılar. Biz sesimizi çıkaramadık, devlet yapıyorsa doğrudur dedik. Ama bukorucular, topraklarını genişletmek istediler. Bizim bağlarımızı, bahçelerimizi zorla ekipbiçmeye başladılar. Biz de onları şikâyet ettik. Onlar da bize bunlar PKKlı diye iftiraattılar. Sonra iyi bir yüzbaşı vardı, adı Rüstem. O geldi, gerçeği gördü. O ailelere dedi,Siz rahat durun. Bu insanlara karışmayın. Ondan sonra kimse bize karışmadı."Ali her zamanki gibi bodoslamadan dalıyor:"PKKyla aranız nasıldı?"Abin PKKya katılmış olabilir mi demek istiyor. Aslında soru makul, çünkü o bölgedeörgüte katılıp dağa çıkan çok insan var. Üstelik bunların arasında Türklerin de,Süryanîlerin de, Ermenilerin de olduğunu biliyoruz."Gabriel huzursuz oluyor. Gabrielin zorlandığını gören Ali:"Yani PKK sizinle uğraştı mı?" diye yumuşatıyor sorusunu. "Size geldiler mi? YusufAbin çobanmış, vakti dağda geçiyordur. Belki onunla konuşmuşlardır. Bize katıl diye,onu sıkıştırmışlardır. Đnsanları kaçırıyorlarmış oralarda.""Yok, Yusuf Abimi PKK kaçırmadı" diyor sonunda Gabriel. "PKK kaçırsaydı YusufAbim geri gelirdi... Biz, PKKlıları sevmeyiz. Teyzemizin oğlu Aziz onların yüzündenölmüştür. Bir mağarada dumandan boğulmuştur."Mağarada dumandan boğulmuş, sözlerini duyar duymaz Diatessaronu çalan hırsızınacı sonunu hatırlıyorum. Bir mağarada boğularak can verdi diye anlatmıştı Malik.Yoksa bu hırsız Gabrielin teyzesinin oğlu mu?"Şu olayı anlatsana. Nasıl boğuldu mağarada teyzenin oğlu?""Gazetelerde yazmıştır... Altı kişi ölmüştür o mağarada...""Nasıl öldü o altı kişi?""Özel Timciler götürdü onları mağaraya. Dediler, Siz PKKlısınız. Dediler, PKKlılarnereye saklandı? Çünkü PKK, Özel Timcileri pusuya düşürdü. Đki polis öldü, bir polisyaralandı. Özel Timciler, PKKlıları takip ettiler. Sonra PKKlılar kayboldu. Özel Timciler,Mor Gabriel Manastırının kapısını çaldılar:PKKlılar burada mıdır? diye sordular.Rahip çıktı:Burada PKKlı yoktur dedi. Biz onları sevmeyiz. Buraya da koymayız. Đsterseniz girinarayın.Biz aramayacağız, ama PKKlılar buradaysa, onları bize verin dediler.Yok, burada o adamlar yoktur" dedi Rahip.Tamam, biz size inanıyoruz dediler.Ama gitmediler, manastırın yakınma pusu kurup, beklediler Akşam duasından sonraköylüler manastırdan çıkınca onların yolunu kestiler. Genç olanları çıkardılar. Onlar altıkişiydi. Benim teyze oğlu Aziz de aralarındaydı. Bu altı kişiyi alıp, mağaraya götürdüler.O mağara kötüdür. Moğollar geldiğinde, Timurlenk de orada köylüleri yakaraköldürmüştür, senelerce evvel. Özel Tim de altı kişiyi oraya götürdü.Siz PKKlısınız dediler:Biz PKKlı değiliz dedi altı kişi.O zaman bize PKKlıların yerini söyleyeceksiniz dediler.Biz bilmiyoruz dedi altı kişi.Bir gün onları mağarada tuttular, dövdüler. Ertesi akşam bizim teyze oğlu Azizi evegetirdiler. Aziz, anasına:
  • Ana korkma dedi, ben komisere bir şey vereceğim, o da beni bırakacak.Aziz evden, çıkına sarılmış bir şey aldı. Annesi ne aldığını bilmiyordu. Aziz onukomisere verdi. Ama komiser, Azizi bırakmadı. O gece altı kişiye yine sordular:PKKlılar nerdedir?Altı kişi bilmiyordu.Biz bilmiyoruz dediler.O zaman altı kişiyi içeri sürdüler, mağarayı ateşe verdiler. Altı kişi mağarada böyleceboğuldu. Sonra Özel Tim gitti, ama Avrupalı rahipler manastın ziyarete gelmişti. Onlarolayı öğrendiler.Burada insanları öldürdüler dediler.O zaman gazeteciler, televizyoncular geldi. Mağarayı televizyona çektiler, köylüleresorular sordular. Benim teyzeye de sordular. Sonra hükümet bu Özel Timi mahkemeyeverdi. Ama mahkeme olmadan, duyduk ki, teyzemin evine gelen komiser, öldürüldü.PKKlılar, onu yakaladı, patos makinesinin içine attı. Orada bedeni parça parça edildi. Ozaman da dava düştü... Çünkü mahkeme dedi: Emri bu komiser verdi, o da öldü. Ötekipolislerin de bir kabahati yoktur."Gabrielin bu olayı neden güçlükle anlattığı şimdi ortaya çıkıyor. Polislere,meslektaşlarının cinayet işlediğini anlatmanın zorluğunu yaşıyormuş garibim. Amabizden ters bir tepki gelmeyince sakinleşiyor."Şu patos makinesi dediğin şey ne?" diyor Zeynep."Toplanmış ekinleri öğütme makinesi. Büyük bir ağzı vardır.Ekini onun içine koyarsın. Đçinde bıçaklar vardır. Makine ekini parçalar.""Alçaklar" diye söyleniyor Ali. Patos makinesinde parçalanan meslektaşını görmüşgibi yüzü dehşet içinde. "Alçaklar, nasıl da acımasızca öldürmüşler adamı."Benim kafam çok karışık, Zeynep ise gözlerini Gabriele dikmiş, derin derindüşünüyor. Sanırım onun da benden farkı yok."Şu Aziz, ne vermiş komisere?" diyorum. Teyzen görmüş mü?""Görmemiş. Azizin aldığı şey bir çıkına sarılıymış.""Ne iş yapardı bu Aziz?""Köylüydü. Bizim gibi toprakla uğraşırdı.""Mor Gabriel Manastırına gider miydi?""Giderdi. Çünkü Aziz orada görevliydi. Çok güzel dua okurdu, ayine katılırdı. Amasonra babası öldü, o da tarlaya döndü. Manastıra çok gidemedi."Diatessaronu çalan hırsızın kim olduğunu bulduk galiba."Aziz sağken manastırdan bir kitap çalınmış..." Gabrielden çok Ali ile Zeynepşaşırıyor söylediklerime. Çünkü bu meseleden onlara hiç bahsedemedim. "Böyle bir şeyduydun mu?""Duydum. Mor Gabriel Manastırında eskiden büyük bir kütüphane, çok kitap vardı.Çok değerli kitaplar. Azizlerin, kâhinlerin yazdığı kitaplar. Sonra onlar yandı, çalındı,talan edildi. En son çok değerli bir kitap çalındı. Rahip, köylüleri topladı:Buradan bir kitap çalınmıştır dedi. Bu kitap bizim değildir. Bu kitap Mor Gabrielindir.Eğer bu kitap gelmezse, Mor Gabriel, o kitabı gidip kendisi alacaktır. O kitabı çalanı dacehenneme yollayacaktır. O kişi ateşler içinde kalacaktır.Kimse kitabı getirmedi. Ama Đstanbul’a yola çıkmadan evvel duydum, kitap, manastıragelmiş. Rahipler sevindi, dualar etti:Đsa Mesihe şükürler olsun, koruyucumuz Mor Gabriel kitabımızı geri getirdi. Hepimizsevindik. Çünkü kitabımız geri geldi.""Şu olay" diyor Zeynep, biçimli kaşlarım çatarak, "mağaradaki yangın, ne zamanolmuştu?"
  • Hemen yanıtlayamıyor Gabriel..."Yusuf Abim, kaybolmadan evvel. Belki iki ay, belki üç ay evvel. Bahardı. Ekinleryeşeriyordu."Anlaşılan Zeynep de benimle aynı noktaya takılmış, konuyu ayrıntılarıyla öğrenmekistiyor."Peki şu patos makinesinde ölen komiser. Onun kafası, yüzü parçalanmış mıydı?""Parçalanmıştı. Adam bir top et olmuştu. Eli nerededir, ayağı nerededir belli değildi.Kafasının derisi olduğu gibi yüzülmüştü belli değildi.""Orospu çocukları" diye küfrü basıyor Ali yeniden."O komiser olduğunu nereden anladılar?" diye soruyorum Gabriele."Elbiseleri oradaydı. Silahlarını almışlardı, ama kimliğini bırakmışlardı.""Sen bu komiseri gördün mü?""Sağken mi?""Sağken... Onu gördün mü, onunla konuştun mu?""Konuşmadım. Ama bir kere gördüm, çok uzaktan. Sonra öldürüldüğü tarlaya gittim.Bizim Şaşı Melkinin tarlasıydı. Patos makinesi oradaydı. Tarla kıpkırmızı olmuştu.Kanla sulanmıştı. Şaşı Melki dedi: Bir insandan bu kadar kan çıkar mı?""Kahpe analılar" diye mırıldanıyor Ali. Zeynep ise önemli bir ipucu yakalamanınverdiği heyecanla, kafasındaki resmi tamamlamaya çalışıyor:"Şu komiseri, görsen tanır mıydın?""Yok tanımazdım. Bir kere gördüm, köydeki kilisenin önündeydi. Cipten iniyordu.Korktum bakmadım. Komiser yanımdan geçerken, başımı eğdim. Ama Yusuf Abimkonuşurdu onunla. Yusuf Abim kimseden korkmazdı...""Adını biliyor musun?" diye sürdürüyor Zeynep."Köylü, Yavuz Komiser derdi. Tanrı taksiratını affetsin, Yavuz Komiser, dendi miherkes korkardı ondan."Aslında yanıtını bilmeme rağmen bu soruyu sormadan edemiyorum: •"Bak Gabriel, bize her şeyi anlatabilirsin tamam mı? Eğer suç işlediğini bildiğinpolisler varsa, onları da anlatabilirsin. Çekinecek bir şey yok. Şimdi bu çok önemli,iyice düşündükten sonra cevap vermeni istiyorum." Đri gözleri merakla açılmış. "Bugünteşhis için gittiğiniz cesede iyice baktın mı?""Baktım...""Korkmadın değil mi?""Yok korkmadım.""O ceset, şu Yavuz Komiser olabilir mi?"Đri gözler iyice durgunlaşıyor, alt çenesi hafifçe aşağı sarkıyor: ı "O ölü..." diyesöyleniyor. Sanki kendiyle konuşur gibi. "Yusuf vÂbimin kimliğini alan adam... Yok...Yok, Yavuz Komiser değildir... Yok, bence değildir."20O şarabı içenlerin ölümsüzlüğe kavuştukları varsayılırmış.Gabriel yok diyor, ama Yusufun kaçırılması olayı Yavuz Komiserle ilgili gibigörünüyor. Ancak bu ilgi tam olarak nedir, şimdilik bilemiyorum. Eğer DiatesseronuGabrielin teyze oğlu Aziz çaldıysa, eğer Diatesseronu Azizden alan kişi Yavuz, patosmakinesinde ölmediyse, bu, patos makinesinde ölen kişinin Çoban Yusuf olmasıihtimalini artırıyor şu morgda yatan ceset büyük ihtimalle Komiser Yavuz olmalı.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...