03 Ekim 2014

KAVİM 4



KAVİM 4
  • Kapı yeniden çalmıyor, Muammerin gel demesini bile beklemeden sarışın polis elindekahveleri taşıdığı tepsiyle içeri giriyor."Tam istediğiniz gibi yaptım Başkomiserim" diyor Muammere bakarak. "Köpüğü,telvesi yerinde."Başını sallayarak gülümsüyor Muammer, az önce olanları sanki bir anda unutuveriyor."insan kendini över mi evladım" diye takılıyor genç polise. "Dur, önce kahveyi birtadalım, bir bakalım nasıl olmuş, iyiyse biz övelim seni."Sarışın polis önce benim kahvemi ve suyumu veriyor, sonra Muammerinkini. Aynıanda dudaklarımıza götürüyoruz fincanları. Kahve sahiden enfes olmuş. Olaylarla dolubu soğuk kış gecesinin belki en iyi şeyi bu kahve. Muammer işi ağırdan alıyor, kırk yıllıkkahve tiryakisiymiş gibi bilmiş bir tavırla başım sallıyor:"Aferin Sarı, sen bu işi öğrenmeye başladın." Bana dönüyor. "Ne diyorsun Nevzat?""Nefis, ellerine sağlık. Çok güzel olmuş."Sansın polisin yüzü işiyor:"Teşekkür ederim Başkomiserim" diyerek çıkıyor odadan. Kahvemden bir yudum dahaaldıktan sonra asıl merak ettiğim konuya geliyor sıra."Muammer..." diyorum,"... şu Bingöllü Kadir kimdir, neyin nesidir? Ne biliyorsun buherif hakkında?"Muammer bir sigara daha çekiyor paketten, dudaklarına yerleştirmeden yanıtlıyorsorumu."Dedim ya, önemli bir herif değil aslında. PKK itirafçısı olmuş Güneydoğulugençlerden biri. Bölgede bunlara ihtiyaç kalmayınca kaçmış Đstanbul’a gelmiş. Buradakendi gibi ipten, kazıktan kurtulma herifleri bulmuş, küçük çaplı karanlık işlerçevirmeye başlamış." Sigarasını yakıyor, ardı ardına birkaç nefes çekip, odanınhavasını iyice bozduktan sonra sürdürüyor sözlerini. "Uğraştığı kişiler de hep sabıkalıherifler. Bingöllünün onlardan farkı bize daha yakın durması. Yapma dediğimiziyapmadı, kimin hakkında bilgi istersek verdi. Bize hep yardımcı oldu. Ama sonuçta itinbiriydi. Bugün sana yardım eder, öbür gün kurşun sıkar.""Peki, bu herifle nasıl ilişki kurdunuz, yukarıdan birileri mi önerdi?"Đnce kaşları çatılıyor."Yok, abi ne yukarısı? Öküz altında buzağı arama Nevzat. Yok, öyle bir şey. Herifi ilkyakaladığımızda kendi anlattı. Size bir yardımım dokunursa sevinirim dedi. Biz deBakarız dedik. Ufak tefek işlerde bilgi verdi. Hepsi bu. Sen seversin yukarıdakilerledalaşmayı. Karıştırma yukarıyı, onların bu işle ilgisi yok abi.""Tamam, tamam, amma korktun be.""Korkarım abi, emekliliğime ne kaldı şurada? Sen kafadan çatlaksın diye, ben de mideli olacağım? Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, puşt bir itirafçı yüzünden niyeemekliliğimden olayım?""Abarttın be Muammer. Merak etme kimse seni meslekten atamaz...""Sen öyle san, kapıya koyarlarsa görürüz günümüzü.""Neyse neyse, dosyası filan var mı bu Bingöllünün?""Dosyası mı?" Önce sigarasından bir nefes çekiyor, sonra kahvesinden bir yudumiçiyor. "Var, var" diyor. "Ben okumuştum.""Okuduysan bilirsin" diyorum. "Bu Bingöllü Müslüman mı?"Sorumu yadırgıyor."Müslüman mı? Müslümandır herhalde. Ne bileyim abi! Ama öğrenmek kolay.Bingöllünün üzerinden çıkanlar, burada."
  • Muammer uzanıp yandaki çekmeceyi açıyor, içinden delilleri koyduğumuz bir poşetçıkarıyor. Poşetten, üzerinde kandamlaları olan bir nüfus kâğıdı çıkarıyor, iyigöremediği için ışığa tutup okuyor."Adam Müslümanmış, al sen de bak."Nüfus kâğıdım alıp bakıyorum, Muammerin söylediği gibi din hanesinde Đslam yazıyor."Sen tam olarak neyi öğrenmek istiyorsun Nevzat?""Öğrenmek istediğim, bu adamın ailesinin eskiden Hıristiyan olup olmadığı. Süryanîfilan.""Süryanî mi? iyi de niye öyle olsun?""Dün başka bir cinayet daha işlenmişti Muammer. Bingöllüyü öldürenler, bu cinayetionun işlediğini düşünüyorlardı. Bingöllü, o cinayetin zanlısı olduğu için öldürüldü.""Tamam, olabilir de bunun Süryanîlikle ne ilgisi var?""Dün öldürülen adam kabzası haçtan yapılma bir bıçakla öldürülmüştü, adam Mardinlibir Hıristiyan. Başucunda da Kutsal Kitap vardı. Tevrat, Đncil filan..."Muammerin mavi gözleri parıldamaya başlıyor."Vay be, şu Amerikalıların çevirdiği cinayet filmleri gibi desene..." Ama ilgisi çoksürmüyor. "Yok, yok Nevzat, bizde öyle cinayetler olmaz. Bak görürsün, bu işin altındanya basit bir alacak verecek davası ya da kan meselesi çıkar." Yine de emin olamıyor,sözlerim kafasını karıştırmış olmalı. "Değil mi Nevzat?""Öyle, ben de senin gibi düşünüyorum, ama araştırmakta fayda var" deyip yenidenkahve fincanıma uzanıyorum. Muammer de kahvesine uzanıyor ama eli fincanınkulpunda kalıyor. Bu cinayetler, Ali gibi onu da heyecanlandırmaya başladı."Valla Nevzat" diyor, "adamın dosyasında böyle bir şey okuduğumu hatırlamıyorum.Dosyayı bulur anlarız ama böyle bir bilginin orada olacağını da sanmıyorum. Nüfuskütüğüne filan bakmak lazım. Belki şu Ferhat da bir şeyler anlatır, istersen arayalımAliyi bu konuyu da sorsun."Đyi fikir, Alinin telefonu ikinci çalışında açılıyor."Buyurun Başkomiserim?""Ferhatın yanında mısın Ali?""Doğrudur Başkomiserim.""Nasıl, durumu iyi mi?""Đyi, rahatça konuşabiliyor.""Ondan öğrenmemiz gereken önemli bir konu var. Bingöllünün ailesinin Süryanî olupolmadığı... Çaktırmadan sor bakalım, Bingöllünün dinle arası nasılmış? Đncil filan okurmuymuş?Anladın değil mi ne demek istediğimi?""Anladım Başkomiserim, hiç merak etmeyin. Size söylemek istediğim bir konu var.Ferhat, Tonguçun yanında bir kadın gördüğünü söylüyor. Yüzünü tam seçememiş, amamuhtemelen...""Meryem" diye tamamlıyorum sözünü. "Kınalı Meryem, işte, resim ortaya çıktı. Bütünayrıntıları öğren Ali. Đşin bitince de karakola gel, seni bekliyorum."Telefonu kapatırken, Muammere dönüyorum:"Eh, artık şu Tonguçla görüşsem.""iyi olur valla, avukatı az sonra damlar.""Sahi yahu, avukatı nerede? Tonguç kendi ayağıyla teslim olduğuna göre avukatı daçoktan gelmiş olmalıydı."Hınzırca gülüyor Muammer."Geldi aslında, Tonguçu merkeze yolladık deyip, başımdan savdım. Bir saate kalmazdüşer yeniden. Elini çabuk tut."
  • "Tamam, o zaman getirt şu Tonguçu da konuşalım."9Devir, ciğeri beş para etmez adamların devri.Muammer, öğrendiklerimi kendisine de aktaracağım sözünü aldıktan sonra odasınıbana bırakıp, yan tarafa geçiyor. Fırsat bu fırsat, odayı havalandırmak için pencereyiaçıyorum. Buz gibi bir rüzgâr doluyor içeriye. Temiz havarim tadını çıkarmak için fazlazamanım yok, Tonguç gelmeden önce üzerinden çıkanları gözden geçirmeliyim.Muammerin verdiği zarfın içindekileri masaya döküyorum. Üzerinde üç anahtar bulunankafatasından bir anahtarlık, bir paket uzun Camel, siyah Zippo bir çakmak, gümüş birtespih, boyna takılan altın bir zincir, nüfus kâğıdı ve ehliyet. Nüfus kâğıdında önce dinhanesine bakıyorum, Bingöllününki gibi bunda da Đslam yazıyor. Gözlerim doğum yerihanesine kayıyor, Malatya yazısını görünce seviniyorum. Sorgu için iyi bir koz olacak.Tonguçun eşyaları arasında ilgimi çeken başka bir şey yok. Hepsini yeniden zarfadolduruyorum. Zaten birkaç dakika sonra da bize kahve getiren sarışın polis, ellerikelepçelenmiş Tonguçu sokuyor odaya. Onlar girerken, artık içerisi iyice serinlediğiiçin ben de kalkıp pencereyi kapatıyorum. Döndüğümde göz göze geliyoruz Tonguçla.Beni görünce yüzündeki gergin ifade dağılıyor, rahatlıyor, hatta gülümsüyor. "Gelbakalım Tonguç" diyorum, "geç otur şöyle.""Merhaba Amirim, kaderde yine görüşmek varmış." Sesi eski bir dostu görmüş gibineşeli. Sanki birkaç saat önce bir adamı öldürüp, ötekini yaralayan ya da bu suçuüstlenen o değil. Çünkü Bingöllü Kadir gibi hafifsıklet bir mafya şefini öldürmeninnamını artıracağını biliyor, çünkü içerde Meryem Ablasının ona bakacağını düşünüyor,çünkü bu ülkede her on yılda bir olduğu gibi üç beş yıla kalmadan yeni bir afla dışarıçıkacağına inanıyor. Tek derdi bileklerindeki kelepçe. Karşımdaki koltuğa otururkenzorlanıyor. Elimle kelepçeleri işaret ediyorum."Sıkıyor mu?"Yardım isteyen bir ifade beliriyor yüzünde."Fena sıkıyor be Başkomiserim.""Eğer PKKyla ilgili olmasaydın çıkartırdım" diyorum. Bu konuda yargımın kesinolduğunu bilmesini istediğim için, Tonguçun ne diyeceğini beklemeden, sarışın polisedönüyorum. "Tamam, sen gidebilirsin, işimiz bitince haber veririm."Tonguçun neşesi bir anda tedirginliğe dönüşüyor. Sarışın polisin dışarı çıkmasını bilebeklemeden soruyor:"Ne PKKsı Amirim? Benim PKKyla alakam yok."Sarışın polis, bize bakıyor. Elimle çıkmasını işaret ediyorum. Kapı kapanır kapanmaz,uzlaşmaz bir ifade takınarak:"Benimle oyun oynama Tonguç" diye uyarıyorum. "Senin lam olduğunu, bu işi niçinyaptığını biliyorum.""Tabii biliyorsun Amirim. Buradakiler de biliyor, her şeyi anlattım, silahı da teslimettim. Evet, Bingöllüyü de, adamım da ben vurdum. Çünkü Yusuf Abimi öldürdü.""Senin karşında çocuk mu var Tonguç? Sen benimle alay mı ediyorsun?"Kafası allak bullak... Neden bahsettiğim konusunda en ufak bir fikri bile yok."Estağfurullah Amirim. Sizinle niye alay edeyim?"
  • "Alay etmesen böyle saçma sapan konuşmazsın." Bir an suskun kalıyorum. Derin birnefes alıp soruyorum. "Yahu Tonguç, söyler misin, Yusuf senin neyin? Kardeşin mi?Akraban mı? Senin için ne yaptı? Hu, söyle bakalım, bu Yusuf ne yaptı da, sen bu adamiçin elini kana buladım?""Yusuf Abi..." diye açıklayacak oluyor."Yusuf Abi delikanlı adamdı, iyi adamdı deme bana" diyerek kesiyorum. "Ne beni, nede başkasını inandırabilirsin buna... Bak oğlum, senin tek şansın benim. Başın büyükbelada. Olay duyulduktan sonra telefon üstüne telefon geliyor. Herkes seni istiyor.""Herkes de kim?"Çileden çıkmak üzere olan bir adam gibi ellerimi yana açarak yüksek seslesöyleniyorum:"Kim olabilir Tonguç? MĐT, Genelkurmay istihbaratı, Jandarma istihbaratı. Hepsi, seniistiyor. Hem de hemen, hem de şimdi."iyice sersemliyor ama hâlâ söylemek istediklerimi anlamış değil. Böylesi daha iyi;tedirginlik yavaş yavaş artmak, önce kuşku ve kaygı, ardından korku ve panik.Zavallı Tonguç safça soruyor:"Neden beni istiyorlar Amirim?"Pes artık dercesine gözlerimi iri iri açarak bakıyorum."Bir de bilmiyormuş gibi yapma.""Bilmiyorum Amirim" diyor, kaim boynunu bükerek, "valla bilmiyorum.""Nasıl bilmiyorsun Tonguç? Bingöllü Kadir PKK itirafçısı değil mi? PKKlılar kaç yıldıradamın peşindeymiş. Birkaç kez saldırıya da uğramış. Sonunda adamı öldürdünüz işte.Bir de bilmiyorum diyorsun, insan neden cinayet işlediğini bilmez mi?"Güçlükle yutkunuyor Tonguç; ağzı, bademciklerine kadar kurumuş olmalı."Yani onlar beni PKKlı mı sanıyor?"Yanıt vermek yerine, inanmayan gözlerle onu süzüyorum."Siz... Siz de mi?" diye kekeliyor.Tonguçu korkuya sürüklemek için artık konuşmama gerek yok, suskunluğum dahaetkili."Ben PKKlı değilim Amirim" diyor yalvaran bir sesle. "Ben milletime, vatanıma,bayrağıma bağlı bir insanım. Benim o şerefsizlerle ne işim olabilir?"Geriye yaslanarak, alacağım yanıttan emin bir halde soruyorum:"Sen Malatyalı değil misin Tonguç?"Lafın nereye gideceğini anlamayan Tonguç, hiç sakınmadan açıklıyor:"Babam Malatyalı, ben küçükken gelmişler Đstanbul’a.""Her neyse, sen Malatyalı mısın, değil misin?""Malatyalıyım. Bunda ne var ki Amirim?""Yahu Tonguç, sen gerçekten salak mısın, yoksa benimle dalga mı geçiyorsun? Bundane varmış! Daha ne olsun, PKK var oğlum, PKK. Sen Kürt değil misin?"Tonguçun yüzü önce beyaza, sonra kırmızıya kesiyor."Kürt mü? Ben... Biz... Biz Türküz.""Yalan söyleme, kütüğüne bakar, köyünü öğrenir, önüne getiririm."Tonguç şimdi ne yapsın?"Tamam, dedem Kürtmüş, babam da biraz Kürtçe bilir ama biz kendimizi hep Türksaydık Amirim. Zaten annem Maraşlı, özbeöz Türk yani. Ben de Türküm, Kürtlük,mürtlük yok bende Amirim. Hem, her Kürt PKKlı olacak diye bir kural mı var? Yani Kürtolup da PKKya düşman olan milyonlarca insan var şu memlekette. Yanlış mıkonuşuyorum?"Zor bir meseleyle karşılaşmış birinin sıkıntısıyla, derinden iç geçiriyorum
  • "Bilmiyorum Tonguç, doğru mu konuşuyorsun?""Doğru konuşuyorum Amirim" diye üsteliyor. "Siz, beni tanıyorsunuz?""Hoop, hop, bir dakika. Bunu da nereden çıkardın? Seni tanımıyorum. Sakınmahkemede filan beni şahit gösterme.""Niye Amirim?""Niye olacak, beni aldattın. ilk konuştuğumuzda ben sana inandım. Bu Tonguç,delikanlıymış dedim. Ama konuşmamızın üzerinden on iki saat bile geçmeden, gittinBingöllüyü vurdun. Oysa benimle konuşurken hiç de öyle bir halin yoktu. Yalan mı, öyleolmadı mı? Yok, Tonguç, sakın beni şahit filan gösterme, açık söyleyeyim mahkemedealeyhine konuşurum."Hayal kırıklığı içinde omuzlan iyice çökerken, onu paniğe sevk edecek cümleyisöylüyorum."Mahkemeye çıkabilir misin ondan da pek emin değilim ya.""Nasıl yani, mahkeme olmayacak mı?""Olacak mı? Terörle mücadele birimlerinin, PKK tetikçilerine neler yaptıklarımbilmiyor musun? Seni bu işe azmettirenler, basma neler geleceğim anlatmadılar mı?Eğer seni terörle mücadeleye teslim edersem, kurtuluş yok Tonguç. Oraya bir keredüştün mü, mahkemeyi, hapishaneyi unut. Her şeyi anlatıp, samimi itirafta bulunursanbaşka. Yani örgütteki arkadaşlarını ele verirsen, daha da iyisi onlara yönelikoperasyonlara bizzat katılırsan belki bir şeyler yaparlar. Aksi takdirde kurtuluş yok.Oradan, ancak iki yere çıkış var: biri hastaneye, öteki tahtalıköye..." Kederli bir yüzifadesi takmıyorum. "Biliyorsun işte."Bir çocuk gibi telaş içinde çırpınıyor."Yani beni öldürecekler mi? Mahkemesiz filan?"Bakışlarımı kaçırıyorum, hiç ilgilenmiyormuş gibi yapıyorum."Ama benim haklarım var... Avukat tutacağım...""Elbette hakların var. Örgüt, avukat da gönderebilir sana. Ama bunların hepsi kâğıtüzerinde. Terörle mücadele edenler için vatan hainlerinin hiçbir hakkı yoktur. Birgecede bitirirler seni. Yaşadın mı, yaşamadın mı, belli bile olmaz." Aniden sesimiyükseltiyorum. "Farkında değil misin oğlum, bu ülke için, bayrağı için dövüşen biriniöldürdün. Sen, vatansever birini öldürdün."Söylediklerim Tonguça bile fazla geliyor."Kim vatansever Amirim?" diye soruyor haklı bir tepkiyle. "Bingöllü mü? Yapmayın,adam bildiğiniz mafya, yaralama işi onda, kan pazarlama işi onda, kapkaç çetesiçalıştırmak onda. Bu nasıl vatanseverlik?""Adam bir kahraman Tonguç" diye sürdürüyorum oyunu. "Dosyasını okudum az önce.Güneydoğuda, Mehmetçikleri korumak için canını siper etmiş. Madalyaları bile var."Yine o suçlayan ifadeyi takmıyorum. "Sana niye anlatıyorum ki bunları Zaten biliyorsun.Bunları bildiğin için vurdun adamı.""Büyük yanlış yapıyorsunuz Amirim" diye açıklamaya çalışıyor. Sesi bedeninden etkoparılan bir adamınki gibi acı dolu ve telaş içinde. "Yusuf Abiyi öldürdüğü için vurdumBingöllüyü. Bana ne PKKdan, bana ne Kürtlerden."Bir süre umutsuzca yüzüne baktıktan sonra:"Bunları JĐTEM’e anlatırsın" diyerek ayağa kalkıyorum. Beni ikna edemedin belkionları ikna edersin."Gitmemden korkarak soruyor:"JĐTEM nedir Amirim?"Tepeden, küçümseyen bir ifadeyle süzüyorum onu:"Bilmiyormuş gibi yapma."
  • "Valla bilmiyorum Amirim, kuran Mushaf çarpsın bilmiyorum."Beni kandıramazsın diyen bir bakışı fırlattıktan sonra:"Bal gibi biliyorsun ama hadi açıklayayım" diyorum: "JÎTEM, jandarma istihbaratıdırama MÎT gibi yasal değildir. Ne Genelkurmay, ne Jandarma Komutanlığı varlığım aslakabul etmez. Ama JÎTEMin geçtiği yerde, senin gibi pek çok PKKlının cesedi vardır,işkence edildikten sonra öldürülmüş cesetler... Senin gibi, belki senden çok daha cesuronlarca genç adam. JlTEMin varlığı kabul edilmediği için, cinayetleri bu örgütünişlediği de kabul edilmez. Anlıyorsun değil mi?"Kontrolünü tümüyle yitiriyor; artık derisinin altına yayılan dehşeti görebiliyorum."Yıllarca onlara hizmet etmiş Bingöllü Kadir gibi bir adamı öldüren katile de hoşgörügöstereceklerini hiç sanmam.""Büyük yanlış yapıyorsunuz Amirim" diye yineliyor. "Benim PKKyla filan ilgim yok.Vallahi, billahi yok.""O zaman niye öldürdün Bingöllüyü?"Tam konuşacakken uyarıyorum:"Bak, Yusuf Abiyi seviyordum filan diyeceksen hiç zahmet etme. Bu palavralarakarnım tok benim.""Amirim..." diyor. Gözlerinde direncin kırıldığını görüyorum. "Amirim" diye yineliyor.Ama hâlâ karar vermiş değil. "Bak Tonguç, bak evladım" diyorum. "Eğer bana gerçeğianlatırsan yarın sabah buradan doğru savcılığa gidersin. Bana anlattığın gerçeği savcıbeye de anlatır, efendi efendi hapishanenin yolunu tutarsın, cezanı yatar çıkarsın. Amayalan söylemeye devam edersen, başka seçeneğim kalmaz. Seni bir saat içinde onlarateslim ederim."Ne yapacağını bilemiyor. Sık sık bakışlarım kaçırıyor. Onu biraz cesaretlendirmemgerek."Bir de kadın militan varmış yanında" diyorum, gözlerimi yüzünden ayırmadan. Tonguçzaten iğreti oturduğu iskemlede iyice tedirginleşiyor."Kimdi o kadın? Seni azmettiren o muydu?"Kısa bir suskunluk anından sonra:"O kadın, militan değildi Amirim" diyor. "Ne o kadın militandı, ne de ben PKKlıyım."Çözülmeye başladı, yine de bunlar kritik anlar, yanlış bir soru her şeyi bozabilir."Peki kimdi o kadın?"Sıkıntıyla masanın üzerine bakmıyor."Sigara, bir sigara yok mu Amirim?"Zarftan Camel paketini çıkarmak zaman alabilir, sıkışmışlık duygusundankurtulmaması gerek."Önce sorumu yanıtla" diyorum, "sonra sigara bulacağım sana. Đstediğin kadariçersin."Bir süre önüne bakarak düşünüyor. Yoksa vazmı geçiyor? Đtiraf etmeyecek mi?Artmaya başlayan kuşkum, Tonguçun, "Meryem Ablaydı" diyen cılız sesiyle sonbuluyor.Ne dediğini çok iyi duydum ama, yenilgisini kesin hale getirmeliyim."Kimdi?""Meryem Abla" diyor kelepçeli ellerini kucağına indirerek. "0 kadın Meryem Ablaydı.Bingöllünün mekânına gidelim diyen de oydu. Çünkü Yusuf Abiyi deliler gibi seviyordu.Yusuf Abinin intikamım almak için vurdum Bingöllüyü. Yani ne ben, ne de Meryem AblaPKKlı değiliz. Bizim Kürtlerle hiçbir ilgimiz yok. Anlıyor musun Amirim, bizimbölücülerle bir ilgimiz yok.""Doğru anlatırsan anlayacağım. Tetiği kim çekti?"
  • Nerdeyse tahmin ettiğim gerçeği söyleyecek, çok yaklaştım ama bir yanlışyapıyorum; acele edip, soruyorum:"Meryemdi değil mi? Kınalı Meryem... O yaptı değil mi?"Kınalı Meryemi suçlamam bile onu korkutmaya yetiyor; bakışlarını kaçırıyor, evetyalan söyleyecek."0 değildi, tetiği ben çektim."«Yalan söylüyorsun" diye sertçe çıkışıyorum, "Bingöllüyü Meryem vurdu.""Hayır, ben vurdum.""Tonguç bana yalan söyleme, ikimiz de çok iyi biliyoruz, bu işi yapan Meryemdi."Oturduğu koltukta iyice büzülüyor, iri bedenini, bir sümüklüböcek gibi yeraltı raconunacımasız kurallarından oluşan o sağlam zırhın içine çekerek, korunmaya çalışıyor.Biliyorum, artık konuşmayacak. Onu ne kadar zorlarsam zorlayayım, bir sonuçalamayacağım, yine de soruyorum:"Tamam, tetiği sen çektin diyelim. Anlat bakalım nasıl oldu bu olay?"Onuru elinden alınmış bir adamın anlamsız bakışlarıyla süzüyor beni."Önce sigara" diyor. "Söz vermiştiniz."Zarftan kendi sigara paketini çıkarıp, uzatıyorum. Elleri titreyerek çekiyor bir tane.Sigarasını da ben yakıyorum, yine onun siyah Zippo çakmağıyla. Sanki bütün dertlerinederman olacakmış, bütün sorunlarını çözecekmiş gibi açlıkla, tutkuyla derin bir nefesçekiyor. Dumanı bir süre tutuyor içinde, sonra salıveriyor. Gri duman spiral şeklindeodanın ortasında yükselirken:"Nazareth kapandıktan sonra, Beyoğluna geldik" diye başlıyor anlatmaya. "MeryemAblayla ben. Yanımızda başka kimse yoktu.""Niye geldiniz Beyoğluna?""Meryem Abla, Bingöllüyle konuşmak istiyorum dedi. Ben de Tamam dedim. Neyseişte, Beyoğluna geldik. Taksimden Bingöllünün barına yürürken, Yusuf Abiyi o muöldürdü? diye sordum. Başka kim olabilir Tonguç? dedi Meryem Abla. Senin aklınagelen başka biri var mı?Yoktu. Yok, Abla dedim. Ama Bingöllüde bunu yapacak cesaret nerde...Önce ben de öyle düşünüyordum Tonguç dedi, ama yanılmışım. Bingöllüde o cesaretvarmış. Babam rahmetli, devir değişti kızım, derdi, anlamazdım, iki hap alan, iki nefesesrar çeken, kendi gibi üç beş çapulcu bulup, kıyıcı kesiliyor başımıza, derdi,anlamazdım. Babamı pusuya düşürüp, vurdular yine anlamadım. Ama Yusuf ölünceanladım babamın ne demek istediğini. Devir ciğeri beş para etmez adamların devriolmuş Tonguç. Devir, sinsice, kalleşçe arkadan vuranların devri. Boyuna poşuna,bıyığına baksan erkek zannedeceğin, ama aklı, yüreği kahpe olanların devri. Artıkaslanlar öldü Tonguç, devir çakalların devri.Meryem Abla bunu söyleyince ağırıma gitti.Eğer, bu işi Bingöllü çakalı yaptıysa, onun devrini sona erdirmek de bizim boynumuzborcudur dedim. Devir çakalların devri olabilir ama aslanlar daha tükenmedi dedim.Bingöllünün barının bulunduğu Nane Sokaka yürüdük. Hava iyice soğumuştu ama karhenüz başlamamıştı. Bara yaklaşırken her ihtimale karşı, tabancayı çıkardım, ağzınamermi verip, paltomun cebine koydum.""Meryem ne yaptı?" diye kesiyorum Tonguçun sözünü. Yanıtlamak için hiç aceleetmiyor. Sigarasından bir nefes daha çektikten sonra:"Meryem Abla" diyor, "tabancayı cebime koyduğumu gördü, ama bir şey söylemedi.Ne desin? Neyse, biz Bingöllünün sokağına girdik. Sokak iyice tenhalaşmış, barlar tektek kapanıyor. Barların, kafelerin ışıklan söndükçe sokak karanlıklaşıyor. Vakit degecenin ikisi. Sokakta ilerlerken, baktım, Bingöllü ile yanındaki koruması, yani olayda
  • yaralanan eleman, karşıdan geliyor. Meryem Abla önce görmedi onları. Abla dedim,seninki karşıda. Meryem Abla başını kaldırıp, onlara bakarken, Bingöllü de bizi gördü.Aramızdaki mesafe yirmi adım var yok. Bingöllü birden panikledi, döndü adamına birşeyler söyledi. Adamı önce bize baktı, sonra elini beline attı. Artık duracak zamandeğildi, Meryem Ablayı yana itip, tabancamı çektim. Adam tetiğe basmadan, benbastım. Herif tek kurşunda yere yıkıldı. Bingöllüye döndüm, karanlıkta tamgöremiyorum ama elini beline atıyor gibi geldi. Yine bastım tetiğe. Şarjördeki kalankurşunlan boşalttım üstüne."Tonguç yeniden sigarasına sığmıyor. Bırakıyorum, gönlünce içsin. Benden yeni birsoru gelmeyince:"Đşte hepsi bu Amirim" diyor. "Olay böyle oldu. Yoksa bizim PKKyla, Kürtlükle birilgimiz yok. Ben Meryem Abla için yaptım bu işi. Rahmetli babasının çok iyiliğidokunmuştur bizim ailemize. Đkinci babam olmuştur o benim. Kızı da Ablam. Bingöllü,Meryem Ablanın canı kadar sevdiği bir adamı aldı, ben de onun canını. Gerçek bundanibaret."Kaybettiği güveni yeniden kazanmış gibi görünüyor. Meryemin azmettirdiğini söylediama, anlattıkları belirsiz. Zaten savcılıkta bu ifadesini inkâr edecek, mahkemede isekarakolda baskıyla böyle konuştum diyecek. Eğer Ferhat, Meryemi teşhis ettiyse, heleateş ederken gördüyse, o zaman durum değişir, anlamak için Alinin gelmesinibekleyeceğiz.Suskunluğum Tonguçu rahatsız ediyor. "Evet Amirim, başka sorunuz varsa, onları dayanıtlayayım.""Yani istersen başka yalanlar da uydurayım diyorsun.""Ne yalanı Amirim. Neler olup bittiyse hepsini harfi harfine anlattım size.""Tonguç" diyorum gözlerinin içine bakarak, "inanmıyor musunuz Amirim? Valladoğruyu söylüyorum.""Tonguç, sen daha bu dünyada yokken, ben Beyoğlunda senin gibileri içeritıkıyordum. Onun için doğruyu söylüyorum filan deme. Anlattıklarında doğruluk payı var,ama sen gerçeği anlatmadın. Kınalı Meryem gibi bir kadın, Bingöllüden intikamını almakisterse, bunu senin gibi adamlara bırakmaz. Belki Ferhatı sen vurmuşsundur. Belki okargaşada Bingöllü de yere düşmüştür, bilmiyorum, ama şundan adım gibi eminim ki,Bingöllüyü öldüren kurşunları sen sıkmadın. Onları Meryem sıktı. Muhtemelen debaşucuna gidip, Bingöllünün gözlerinin içine bakarak yaptı bu işi."Kelepçeli ellerini kaldırıp, burnunun ucunu kaşıyor, yüzünde arsız bir gülümseme var."Şahane senaryo yazıyorsunuz Amirim." Gülümsemediğimi fark edince, toparlanıyor."Kusura bakmayın Amirim .. Saygısızlık etmek istemedim." Bütün konuşman, tepedentırnağa saygısızlıktı, demek geliyor içimden ama vazgeçiyorum. "Şu Meryem Ablannerede şimdi?" Evet, işte Tonguçun ablak suratı yine karıştı. Ablasıyla, onun hakkındakonuşacak olmam, Meryemin ismini vermiş olması gerçeğini, yani argo deyimle kısmenötmüş olması gerçeğini hatırlattı ona. Ne diyeceğini bilemiyor."Ablanın nerede olduğunu bilmediğini söylemeyeceksin değil mi? Daha birkaç saatönce birlikteydiniz.""Eve gitmiştir herhalde Amirim. Yani tam olarak nerede olduğunu bilemem, ama evinegitmiş olmalı. Başka nereye gidecek?" Not defterimi çıkarıp, Muammerin kalemliğindenbir kalem çekiyorum. "Nerede bu ev?"Elimde kalem bir süre bekliyorum. Tonguçta tık yok. "Nerede bu ev?" diyeyineliyorum, "Adresi bilmiyorum deme."
  • "Yok, adresi biliyorum... Etilerde, Ulus Mahallesinde..." Adresi yazmayı bitirince,Tonguç yalvaran gözlerle bakıyor. "Amirim her şeyi anlattım, bana yardım edeceksinizdeğil mi?""PKKlı olmadığına inandım. Seni terörle mücadele birimlerine vermeyeceğim. Ötekikonuya gelince, bana hiç güvenme Tonguç. Gerçeği söyleseydin yardım ederdim, amasen yalan söyledin.""Amirim lütfen" diye sesleniyor arkamdan, aldırmıyorum ama onu nezarethaneyegötürecek sarışın polisi çağırmak için kapıya yönelirken, yine de Tonguçun umutsuzbakışlarının ağırlığını sırtımda hissediyorum.Uygarlık kadar eski bir acı.Tonguçun sorgusunun ardından geliyor Ali. Biz yardımcımla kısa bir değerlendirmeyaparken, Muammer, yine bir iyilikte bulunup, morgda bu kış sabahından daha soğuk birbuzdolabında kalıbı dinlendiren Bingöllü Kadirin dosyasını getiriyor bize. Tabii, dosyaelinin altındaydı da bize okutma konusunda ancak karar verebildi, diye de düşünebiliriz.Neyse, önemli olan Bingöllünün dosyasını okumamız. Dosyayı, Ali ve Muammerlebirlikte okuyoruz.Bingöllü Kadirin dosyası, tipik bir itirafçı hikâyesi anlatıyor. Yoksul ama kalabalık birköylü ailesinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geliyor. Babası, annesi ve sekizkardeşiyle birlikte bir göz evde yaşıyor. Köydeki ilkokulda geçirilen beş sene, sonrasıkıraç tarladan alınacak mahsul, üç beş koyun ile keçinin ardında yapılan çobanlık,mevsimlik işçilik. Derken köye gelen PKK yanlısı bir öğretmen. Kadirin bu öğretmenlebaşlayan dostluğu. Kış geceleri boyunca öğretmenin evinde uzayan sohbetler.Hayatında hiç duymadığı ama ona bambaşka bir dünyanın kapılarını açabilecek, onubambaşka bir insan yapabilecek konular. Yoksulluğunu, yalnızlığını, yalıtlanmışlığınıanlatan, ezikliğini öfkeye dönüştüren, köklerinden utanç değil, gurur duymasınısağlayan konular. Böylece on altı yaşında PKKya katılıyor. Hemen dağa çıkmıyor ama.Önce köyün yakınlarındaki jandarma karakolu hakkında örgüte bilgi sağlıyor. Çünküjandarmalarla arası iyi Kadirin. Zaten köyde herkesle arası iyi. Jandarmaların köydenbir ihtiyacı olursa, ayağına çabuk bu kara yağız delikanlı anında getiriyor onlara.Jandarmalar bu yüzden seviyorlar onu. Kadir bu yüzden rahatça girip çıkabiliyorkarakola. Ve karakoldaki yaşamı saati saatine örgüte bildiriyor: ne kadar asker var, nekadar mühimmat var, nöbetçiler ne zaman gevşer, ne zaman tetikte dururlar, karakolunsaldırıya açık yerleri neresidir, hepsini ayrıntılarıyla örgüte rapor ediyor. Bu bilgilerininışığında, bir akşam yemeği sırasında PKK saldırıyor karakola. Biri asteğmen dört askerölüyor, yedisi yaralanıyor. Kendisinden kuşkulanacaklarını anlayan Kadir, dağkadrosuna katılmaya karar veriyor. Belki de örgüt böyle istiyor. Önce Kuzey Irakta birkampta gerilla eğitimi görüyor. Sadece silah eğitimi değil, dağda nasıl saklanılır, nasılsavaşılır, nasıl hayatta kalınır, hepsini öğreniyor. Türkiyeye geçer geçmez ses getireneylemlere katılıyor. Karakol baskınları, yol kesme, jandarma devriyelerine saldın, yolamayın döşeme, uzaktan kumandayla araç havaya uçurma... Liste uzayıp gidiyor. AmaKadirin dağ macerası pek uzun sürmüyor. Türkiye sınırları içinde eylemlerebaşladığının ikinci yılında yaralı olarak yakalanıyor. Aynı grupta yer alan on bir arkadaşıölüyor, bir tek o sağ. Askerî hastaneye yatırıyorlar onu. Bir ay hastanede kalıyor. Sonrasorgu... iki gün sonra yeniden hastaneye yatırılıyor. Gerekçe yaralarının tamiyileşmemiş olması. Bu kez bir hafta kalıyor hastanede. Yeniden sorgu. Đkinci sorguyainanmış bir PKK militanı olarak giren Kadir, üç gün sonra PKK düşmanı olarak çıkıyor."Sonunda yanlışı anladım" diyor ifadesinde. "PKK yıllarca bizi kandırmış. Bizidevletimize, milletimize, bayrağımıza düşman etmiş." Samimi olduğunu göstermek içinde, bayrağa ve Kurana el basarak, ölünceye kadar devlete bağlı kalacağına yemin
  • ediyor. Yeminine sadık kalıyor, uzun, kanlı çatışmalar döneminden sonra PKK yenilincede köyüne dönmek yerine, Đstanbula geliyor. En iyi bildiği yöntemle, yani silah ve kabagüçle ekmeğini kazanmak için. PKK itirafçılığının getirebileceği olanakları kullanmayıda ihmal etmeyerek. Bingöllü Kadirin bu geceyansı son bulan öyküsü kısaca böyle. Buöykü bana hiç yabancı değil. Haksızlıklara isyanla başlayan, öfkeyle, şiddetle büyüyen,korku ve pişmanlıkla dolu acı bir öykü. Yüzlerce Güneydoğulu delikanlının öyküsü.Sadece onların değil, hepimizin öyküsü. Hepimizin zalimliği, hepimizin öfkesi, hepimizinpişmanlığı, hepimizin utancı ve hepimizin acısı. Nerede, nasıl ve ne zaman biteceğinibilmediğimiz bir acı. Uygarlık kadar eski bir acı.Bingöllü Kadirin dosyasının kapağını kapatırken, "Ferhatın ifadesi de buradayazılanları doğruluyor Başkomiserim" diyor Ali. "Kadirin Süryanîlikle, Hıristiyanlıklahiçbir ilgisi yokmuş. Onların köyleri yüzlerce yıldır Müslümanmış.""Bu Ferhat, akrabası mı Kadirin?" diye soruyor Muammer. Oğluymuş. Hepsi aynıköyden. Dinî inançlar! da çokPardösümü sırtıma geçiriyorum.Nereye gidiyorsunuz ya" diyor Muammer, "oturunkahvaltı yapalım."Gidelim Muammer, burada hafakanlar bastı."Hafakanlar basmış, ulan şurada iki saat oturdun dayanamadın, biz ne yapacağız? Tamon iki saattir görevdeyiz be! Bekleyeceksin Muammer. Emekliliğine kaç gün kaldışurada. Ne demiş derviş, tekkeyi bekleyen çorbayı içer.Muammerin arkamızdan homurdanmasına aldırmadan kendimizi dışarı atıyoruz.Beyoğlunun tenha sokaklardayız işte. Bir ezan sesi geliyor. Hava hâlâ karanlık, amakar durmuş. Kulaklarımızda sabah ezanı okuyan müezzinin yanık sesi karların üzerindenkaymamaya çalışarak yürüyoruz. Hiç sevmem bu ıslaklığı. "Bir çorba içelim mi Ali?"diyorum.Yüzünü ekşitiyor ama biliyorum ben istediğim için çorbacıya gelecek. Bu çocuklazevklerimiz niye uyuşmuyor? Vazgeçtim" diyorum, "şimdi çorba ağır gelecek. Şuköşedeki pastane açılmıştır, sabahçı kahvesinin karşısındaki. Oradan poğaça alalım yada börek."10Bizimkinin gözleri işiyor."Çayı da Dolmabahçenin orada içeriz Başkomiserim Dolmabahçenin orada dediğiyer, Saray ile Dolmabahçe Camii arasında, deniz kıyısındaki küçük büfe. Bu saattesakındır, "iyi fikir" diyorum, "hadi gidelim."Yavaşça eriyen kar sulan gibi usulca uyanıyor Đstanbul Henüz tenha olan yollarıntadını çıkararak iniyoruz Dolmabahçe ye Benim emekti Renaultdayız ama Alikullanıyor. Aldığımız poğaça, peynirli böreğin kokusu içeriyi tutmuş. Kamımın acıktığınıhissediyorum. Belki Alı de acıkmıştır ama belli etmiyor. Bir yandan aracı kullanıyor, biryandan da dün gece benden ayrıldıktan sonra yaptıklarını anlatıyor."Gece yarısı garson kızla buluşacağız ya Başkomiserim, Ortaköyde şu bar senin, bukafe benim dolaşıp vakit oldurdum. "Saat bire kadar orada bekledin yanı.""Bekledim Başkomiserim. Bire doğru köşedeki kafeye geçtim, Nazarethin kapısınıgören bir masaya oturdum. Bir kahve söyledim, kapıyı gözlemeye başladım. Çoksürmedi, Kınalı Meryem ile Tonguçun aceleyle bardan çıktıklarını gördüm. Bir anpeşlerine takılsam mı diye düşündüm, sonra garson kızı kaçıracağımdan korktuğum için
  • vazgeçtim. Keşke gitseymişim, belki Bingöllünün vurulmasını engellerdim." Hemensokuyorum lafı. "Ya da kendini vurdururdun.""Neyse gitmedik işte Başkomiserim. Bir on dakika sonra bizim kız da çıktı. Hesabıödeyip, kalktım. Kız barın önünde bekliyor, tam yaklaşıyordum ki, saçlarını turuncuyaboyatmış, punkçu bir oğlan belirdi. Üzerinde deri bir ceket, kulakta at nalı gibi bir küpe,her tarafından zincirler sarkıyor. Önce rahatsız ediyor sandım ama baktım, kızın hiçöyle bir havası yok. O soğukta hiç üşenmeden, sarılıp oğlanı öptü. Hem de ne öpüş.Hani Fransız öpücüğü denilen türden. Olduğum yerde kaldım. Şimdi kızın yanma gitsek,olmayacak. Belli ki kaz bizi ekecek. Kızı durdurup, bir beş dakika soracaklarım vardesem, kız korkacak. Bu arada punkçu oğlan ters bir laf edecek, herifi pataklamakzorunda kalacağım. Baktım olacak gibi değil, vazgeçtim. Madem öyle yapacaktın baridaha evvel çıksaydın da patroniçeni kaçırmasaydım, diye de düşünmeden edemedim.Yapacak bir şey yoktu. Canım sıkılmıştı, eve gitmeyi de istemiyordum. Beyoğlunageldim, istiklal Caddesine girmiştim ki, silahlar patladı. Önce umursamadım,Beyoğlunda olur böyle şeyler diye düşündüm, ama Vakkonun oraya gelince, NaneSokaktaki kalabalığı gördüm. Bingöllünün buralarda bir yerlerde takıldığını hatırladım.Meryem ile Tonguçun aceleyle bardan çıkışları geldi gözlerimin önüne. Jeton düşer gibioldu. Kalabalığın araşma daldım. Olay mahalline vardığımda, biri çoktan ölmüş, öbürübaygın iki adam gördüm. O sırada mobil ekip de olay yerine intikal etmişti. Kimliğimigösterip, kurbanların kim olduğunu öğrenmek istedim, güçlük çıkarmadılar. ÖlenBingöllüydü. Sonra karakola gittim, Muammer Başkomiserim durumu anlattım. Bizkonuşurken Tonguç geldi. Elindeki silahı masaya koyup, teslim oldu. Sonrasınıbiliyorsunuz zaten.""Peki şu yaralı adam, Ferhat, neler söylüyor?""Hiçbir şeyin farkında değil Başkomiserim. Kendilerine kimin ateş ettiğini bilebilmiyor. Sokakta yürüyorlarmış, Bingöllü ona, Dikkat et demiş. Karşıya baktığında,karanlıkta bir kadın ile erkeğin onlara doğru geldiğini görmüş. Adamın eli paltosununcebindeymiş. O daha elini silahına atamadan, adam tabancasını çekip, ateş etmeyebaşlamış. Vurulup, düşmüş. Gözünü açtığında hastanedeymiş. Karanlıkta Meryemi biletanıyamamış. Ben Meryemden bahsedince şaşkına döndü. Bizim onlarla birhusumetimiz yoktu. Ufak bir mesele çıkmıştı ama çözdük dedi. Yusufu tanıyormusun? diye sordum. Sadece Bingöllüyle kavga ettikleri gece gördüğünü söyledi.Yusuf sizi fena benzetmiş, neden intikam almayı düşünmediniz? diye sordum. KadirAbi, bu Yusuf denen adama bulaşılmayacak, diye bizi uyardı. Biz de bulaşmadık. AmaYusuf denen o herif, ne Kadir Abiye acıdı, ne de bana. Bizi görür görmez bastı kurşunu.Ferhat böyle deyince, kendilerine Yusuf un ateş ettiğini sandığını anladım. Eminolmak için sordum: Sizi Yusuf mu vurdu?Başka kim olabilir Komiserim. Tabii o herif vurdu dedi. Yusuf a büyük bir kinduyuyordu." Alinin anlattıkları düşüncelerimi doğruluyordu. "Yani Yusuf un öldüğünübilmiyordu" diye sordum. "Bilmiyordu Başkomiserim. Bilse, Yusuf ateş etti der mi?""Yalan söylemiyordu değil mi, samimiydi.""Samimiydi Başkomiserim" diyor Ali. "Yani öyle görünüyordu. Emin olmak zor, amabana samimi geldi."Böylece kafamdaki resim tamamlanıyor. Ama Aliye bundan söz etmek istemiyorum.Zaten Dolmabahçedeki ışıklara gelmişiz. Kırmızı yanıyor, duruyoruz. Karşımızda olancagörkemiyle Dolmabahçe Camii. Yeşil yanıyor, karşıya, caminin yanma geçiyoruz. Aliarabayı büfenin yanma park ediyor. Park ettiğimizi gören gençten bir garson büfedençıkıp, yanımıza geliyor. Büyük bardakta iki çay istiyoruz. O kadar çok acıkmışım ki, çayıbeklemeden başlıyorum yemeğe. Ali de hiç nazlanmadan bana katılıyor. Deniz
  • kenarında iki araç daha var. Biri siyah bir Mercedes, pencereleri buğulandığındaniçindekileri göremiyoruz, ama büyük olasılıkla zengin bir kalantor ile metresi. ÖtekiĐzmir plakalı beyaz bir Opel, üzerinde bir ilaç şirketinin logosu var; yani şirket aracı.Sağ ön camı açık, kırmızı ojeli bir hanım eli arada bir sigarasının külünü silkeliyordışarı. Sürücü koltuğundaki arkadaş, anlaşılan çalıştığı şirketin aracıyla çıkmışhovardalığa. Ben ikinci poğaçaya, Ali böreğine geçmeden önce çaylarımız da geliyor.Kahvaltımızı tamamlayıp, keyif çaylarımızı içerken karşı kıyıdaki evlerin karla kaplıçatılarının üzerine çekingen bir kızıllık yayıldığını fark ediyorum. Bakışlarımı gökyüzüneçeviriyorum; iri pamuk balyalarını andıran kar bulutlarının arasından süzülen ışıkhuzmelerini görüyorum. Güneş ışığı denizin rengini sütbeyazından sakin bir maviliğedönüştürüyor. O kadar güzel ki, dayanamayıp mırıldanıyorum:"Şu güzelliğe bak Ali... Biz nelerle uğraşıyoruz, doğa neler yaratıyor..."Çayını yudumlamakta olan Ali, ne demek istediğimi anlamıyor. "BuyurunBaşkomiserim, bir şey mi dediniz?""Manzara diyorum, güzel değil mi?Ali ilk kez görüyormuş gibi bakıyor. Benim kadar etkilenmediği belli:"Başkomiserim" diyor, "geçen yıl teşkilat bizi on beş günlüğüne Amerikayagötürmüştü ya Orada olacaktınız, bir de New Yorku görecektiniz."Ne diyeyim şimdi ben bu çocuğa."Lüzumu yok Alicim. Hakiki sevgiler kıyas kabul etmez. Eminim New York da güzeldir,ama ben şehri Đstanbul’u seviyorum. Şairin söylediği gibi. Nice revnaklı şehirler görünürdünyada, lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan..."Ali ilgiyle dinliyor Yahya Kemalin dizelerini, ama hiçbir şey anlamıyor. Ayıp olmasındiye mırıldanıyor:"Doğrudur Başkomiserim."Gözlerimi denizden alamıyorum."Başkomiserim" diyor Ali."Evet Alicim.""Başkomiserim, şu Bingöllü, Yusuf un katili olmadığına göre, gerçek katil...""Dur Alicim, dur" diyorum. "Unut şimdi cinayeti, katili... Şu manzaranın tadınıçıkaralım biraz."11Adalet, vicdanımız ile yasa arasında bir yerde duruyor.Odasına girdiğimde, Cengiz Müdürü pencerenin önünde buluyorum. Sırtı bana dönük,sigarasını tüttürerek camdan bakıyor. Đçeri girdiğimi biliyor; az önce sekreteri telefonlasöyledi, ama o duruşunu hiç bozmadan dışarıyı seyrediyor. Dalgın, akimi kurcalayan birmesele var."Kar ne kadar çabuk eridi değil mi Nevzat?" diyor birdenbire, "Sadece kirli bir ıslaklıkkaldı geriye, Öğleye kalmaz o da kurur.""Normal, ilk kar... Babam, Đstanbulun ilk karını gelgeç sevdalara benzetirdi, negönülde, ne yürekte iz bırakmadan çabucak geçer derdi.""Güzel benzetme" diyerek dönüyor. "Mesleği neydi babanın?""Öğretmen, edebiyat öğretmeni.""Güzel meslek" diyor yaklaşırken. "Polis olmasaydım, öğretmen olmak isterdim."
  • Cengiz sağ adımını atarken ayağı hafifçe aksıyor, Güneydoğudaki bir çatışmadanarmağan. Uzunca bir süre terörle mücadelede çalışmış."Şöyle otursana Nevzat" diyor eliyle masasının önündeki koltuğu göstererek. Geçipoturuyorum. O da masasına geçmiyor, sigarasından bir nefes daha çekip, sehpadakimetal küllükte söndürdükten sonra, sanki onunla eşit rütbeden biriymişim gibikarşımdaki koltuğa oturmayı tercih ediyor."Söyle bakalım kahveyi nasıl içiyorsun?""Sade..."Telefonu kaldırıp, iki sade kahve söylüyor. Telefon ahizesini yerine koyduktan sonra:"Ne oldu dün geceki cinayet?" diye soruyor. Ne yüzünde, ne de sesinde merak var."Biraz karışık bir iş, aynı olayla bağlantılı bir cinayet daha işlendi." Bu yeni haber bileilgisini uyandırmaya yetmiyor. Ben de daha fazla anlatmıyorum zaten. "Uğraşıyoruz,zaman alacak ama çözeceğimizi umuyorum.""Raporlar, tutanaklar belli olunca, ben de bir bakayım.""Emredersiniz Müdürüm" diyorum.Gülümsüyor, içten, kırk yıllık ahbapmışız gibi."Böyle konuşma Nevzat. Şu müdürüm lafına gerek yok. Aslına bakarsan, benden dahakıdemlisin... Sabri Müdürümle telefonla konuştuk bugün. Sınıf arkadaşıymışsınız, VefaLisesi’nde birlikte okumuşsunuz, bilmiyordum."Sabri dediği emniyet müdürümüz, lisede birlikte okuduk. Öyle hanım evladıydı ki,lakabını "sümsük" koymuştuk. Kimse onun polis olacağını düşünmüyordu. Ama hepimiziyanılttı, hukuk fakültesinden sonra teşkilata girdiği yetmezmiş gibi başımıza müdür bileoldu. Yine de iyi adamdır; politik hesapların içinde olsa bile kendince bir dürüstlüğüvardır. Ne yalan söyleyeyim, üstlerimle didiştiğimde beni hep korumuştur."Sabri Müdürüm" diye sürdürüyor Cengiz, "senden çok iyi bahsediyor. Eğer işleri tersgitmeseydi diyor, şimdi benim yerimde Nevzat olurdu.""Sağ olsun ama kibarlık yapmış, bu konu açıldığında öteki amirlerim, müdürlerim,işleri ters gitmeseydi yerine açıkça, Dik başlılık etmeseydi derler."Güçlü bir kahkaha patlatıyor Cengiz."Açık sözlüsün Nevzat. En sevdiğim yanın da bu zaten. Ama Sabri Müdürüm doğrusöylüyor. Senin yerin burası değil, daha yukarılarda olmalıydın. O yüzden, yalnızkenbana müdürüm filan demene gerek yok. Tabii personel varsa iş değişir. O zamanteşkilatın saygınlığı için, prosedür neyi gerektiriyorsa, öyle hitap edeceğiz birbirimize.""Anlıyorum, sağ ol."Yüzünde aynı içten gülümsemeyle beni süzüyor."Yasalara inanır mısın Nevzat?"Ne demek istiyor şimdi bu adam?"Yani yasaların adaleti sağlayacağına mı?""Öyle diyelim, yasaların adaleti sağlayacağına inanır mısın?""Yasa ile adaletin aynı şey olmadığım biliyorum. Yasalar, adaleti korumak için varsada, çoğu zaman başarılı olamadıklarını da biliyorum. Daha doğrusu böyle olmadığını hergün yaşayarak, öğreniyorum. Çünkü mükemmel yasa yok. Belki de bu yüzden yasalarsürekli değişip duruyor. Belki hep değişecek. Sanırım adalet, vicdanımız ile yasaarasında bir yerde duruyor. Bu nedenle yasa, adaleti sağlamakta tek basma yeterliolamaz. Ama adaleti sağlamak için yasalara inanmaktan başka da çaremiz yok.""Doğru" diye karışıyor lafa. "Çünkü suçu, suçluyu, cezayı herkes kafasına görebelirlemeye kalkarsa, anarşi olur. Ortalık suçludan geçilmez. Ama söylediğin gibi,adaletin gerçekleşmesini sadece yasayla sağlamak pek mümkün değil. Çünkü yasabelirsiz, esnek bir şey, istediğin yere çekilebilir. Tıpkı bilim gibi, evet bilim gibi...
  • Sözgelimi şu kriminalistik bilimini düşün. Son dönemlerde hepimiz, suçluylamücadelede bu yöntemleri kullanmalıyız, diyoruz. Güzel de kriminalistik yöntemleri,yani bilimi kullandığımız zaman bile, yanlış sonuçlara ulaşmaktan kurtulamıyoruz. Sanabaşımdan geçen bir olayı anlatayım.Yıllar önce Kayseride görev yapmıştım. Đlginç bir cinayet olayı vardı. On beş yaşındabir delikanlı, altmış yaşında bir kadını bıçaklayarak öldürmüştü. Çocuğu bizzat bensorguladım; hâlâ olayın etkisi altındaydı, doğru dürüst konuşamıyordu. Neyse,sakinleştirdik. Kadının komşuları olduğunu, zaman zaman kendisinin kadınaalışverişlerinde yardım ettiğini anlattı. Olayın olduğu gün de kadın, çocuktan, ekmekalmasını istemiş. O da her zamanki gibi kadının isteğini yerine getirmiş. Ekmeğigötürünce, kadın onu içeri davet etmiş. Çocuk, bunda bir salanca görmeyerek, davetikabul etmiş, ama kadın içeride çocuğa sarkıntılık yapmaya başlamış. Bunun üzerineçocuk, evden çıkmak istemiş, ne var ki kadın, ekmek bıçağını çekerek, buna izinvermemiş. Benimle birlikte olacaksın diye tehdit etmeye başlamış. Çocuk, kadınakarşı koymuş, elinden bıçağı almaya çalışmış, işte o sırada sol omzundan yaralanmış.Aldığı yarayla canı yanan ve kendini kaybeden çocuk, bıçağı kadının elinden alıprastgele saplamaya başlamış. Kadını öldürmüş.Olayı inceledik, hem de bizim kriminalistik biliminin yöntemlerini kullanıp, kılı kırkyararak inceledik. Kadının çocukla sevişip sevişmediğini, cinayet silahı olan bıçağınkime ait olduğunu, çocuğun omzundaki yarayı kendisinin açmış olup olamayacağını,maktulün daha önce kimseye sarkıntılık yapıp yapmadığını araştırdık. Biraz hafifmeşrepbir kadın olduğunu, daha önce de köşedeki manavın oğluyla ilişkiye girdiğini öğrendik.Delikanlının ise sicilinin tertemiz, çevresinde sevilen bir çocuk olduğu bilgisine ulaştık.Sonuçta çocuğun söyledikleri gerçeğe yakın çıktı. Ben de bu kanıdaydım. Ekipte Tahsindiye orta yaşlı bir polis memuru vardı. Bu çocuk yalan söylüyor dedi. Konuşurkengözlerine dikkat ettiniz mi? Güya size bakıyor, ama gördüğü başka bir şey. Oğlansamimi değil. Bence olay anlattığı gibi olmadı. Nasıl oldu peki? diye sorduk.Açıklayamadı. Tahsininki sadece önseziydi. Neyse, sonuçta çocuk nefsi müdafaadanyakayı sıyırdı.Aradan altı yıl geçti, tayinim Mardine çıktı. Terör zamanı, uyku, dur durak yok,operasyon üzerine operasyon. Bir gün dağda yemek yiyoruz, yere eski bir gazeteparçası serdiler. Gözüm gazetedeki bir habere takıldı. Daha doğrusu bir fotoğrafa. Yirmiyaşlarında bir delikanlı... Gözüm bir yerden ısırıyordu. Hatırlamak için haberi okudum.Fotoğraftaki şahsın, komşularının sekiz yaşındaki kızını kendi evlerine çağırarak, öncetecavüz ettiğini, sonra öldürdüğünü yazıyordu. Haberi okurken, tanıdım fotoğraftakini.Bu, Kayserideki cinayetin zanlısı olan çocuktu. Yoksa bizim Tahsin haklı mıydı? Eğerhaklıysa, büyük bir yanlış yapmıştık, hem de bilimi kullandığımız halde, hem de yasayıkullandığımız halde... Vicdan azabı mıdır, merak mıdır bu olay aylarca kafamı kurcaladı.Bir izin dönüşü, Kayseriye uğradım. Emniyette arkadaşlar var. Onlara bu olayı sordum.Tam olarak hatırlamıyorlardı. Üşenmeden mahkeme dosyalarına baktım. Delikanlınınavukatı, bir psikologun değerlendirmesine dayanarak şöyle diyordu: Müvekkilim yıllarönce, henüz reşit bile değilken cinsel bir saldırıya uğramıştır. Kendisini taciz edenkimseyi öldürmek zorunda kalmıştır. O yaşta bir çocuk için bu, çok ağır bir travmadır.Bu travma sonucu müvekkilimin ruhsal yapısı bozulmuş, aklî melekelerini kullanamazhale gelmiştir. Müvekkilim yaptığı fiilin korkunç sonuçlarını değerlendirmekten acizdir.Bu nedenle hapse atılmaması, bir hastanede tedavi görmesi gereklidirSonuçta, mahkeme, savunma makamının isteği doğrultusunda, bizim katili hastaneyeyollamış. Sonrasını bilmiyorum, delikanlı iyileştirip, topluma kazandırıldı mı, yoksa biryerlerde başka bir komşu kızma tecavüz edip, öldürme planlan mı kuruyor, belli değil,
  • ikinci ihtimal doğruysa bizim Tahsin haklı demektir. Eğer onun görüşlerine önemverseydik, o kız şimdi yaşıyor olacaktı. Ama Tahsinin söylediklerini dikkate almadık.Bu yüzden ben, bizim meslekte öncelikle insana inanırım. Bilim, yasa elbette gerekli,ama hepsinden önce aynı anlayışa sahip olduğumuz, sonuna kadar güvenebileceğimizinsanlar gerekli..."Kendini konuşmanın heyecanına kaptırmışken, kapı vuruluyor. Lafının bölünmesinesinirlenen Cengiz, sertçe bağırıyor:"Girin!"Elinde kahve tepsisiyle bir görevli görünüyor kapıda. Kahvelerimizin geldiğini görüncesakinleşerek arkasına yaslanıyor. Belli ki görevlinin yanında konuşmak istemiyor.Görevli, kahvelerimizi sehpanın üzerine bırakırken, Cengizin bütün bunları bana nedenanlattığını anlamaya çalışıyorum. Nereye varmak istiyor bu adam? Yeterince uyumiçinde çalışmadığımızı mı düşünüyor? Böyle bir diskurdan sonra, sen artık bize ayakuyduramıyorsun mu diyecek? Olabilir. Böyle düşünüyorsa, beni emekli mi edecekler,yoksa bu uyandan sonra bir kez daha denemeyi mi tercih edecekler? Görevli dışarıçıkınca, söze hemen başlamıyor Cengiz, sigarasını tazeliyor, ardından uzanıpkahvesinden bir yudum alıyor. Onu izlemekle yetiniyorum. Kahve fincanını sehpanınüzerine bırakırken:"Bunları sana niye anlattığımı merak ediyorsundur" diyor."Herhalde birlikte çalışmamızla ilgili...""Evet, öyle... Đki sene önce de bu odada buluşmuştuk. Hatırlıyorsun değil mi?""Elbette, hatırlıyorum.""Konuştuklarımızı da hatırlıyorsundur o zaman. Senin emekli olman gerekiyordu, amaben sana kalmak istiyor musun diye sormadan, kalmanı istemiştim. Sen de ince eleyipsık dokumadan, kaldın. Đyi de oldu. Başarılı işler yaptık ama..."O konuşurken, tamam diyorum içimden, demek buraya kadarmış. Demek, teşkilatartık işi bırakma zamanımın geldiğini düşünüyor. Kim düşünmüyor ki, baksanaEvgeniaya, o da işi bırak benimle evlen demiyor mu? îşi bırak filan demedi, sadecebenimle neden evlenmiyorsun dedi. Neyse, hepsi aynı kapıya çıkmaz mı? Açıkçası artıkben de yoruldum. Bayrağı gençlere devretmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Đyi de,neden tadım kaçtı böyle, neden canım sıkılmaya başladı?"Birçok karmaşık cinayeti birlikte çözdük" diye sürdürüyor Cengiz, "daha doğrusu senve ekibin çözdü..."Hizmetlerin için teşekkür ederiz, ama artık taze kana ihtiyacımız var demesinibeklerken:"Ama henüz işlerimiz bitmedi" diyor. "Ben, teşkilatın Đstanbul’da senin gibi tecrübelibirine ihtiyacının olduğunu düşünüyorum. Tecrübeli insanlar kolay yetişmiyor.Yetişenler de çalıştıkları kenti, insanlarını tanımıyorlar. Sen bu şehri, bu şehrininsanlarını, semtlerini, sokaklarını, yani bu şehrin ruhunu biliyorsun. O yüzdenkonuşuyorum seninle. Çünkü önümüzdeki günlerde teşkilatta yeni düzenlemeler, görevdağılımları bekleniyor. Senin görevde kalmanı istiyorum. Ama sana haksızlık etmek deistemiyorum. Hani artık yoruldum filan diye düşünüyorsan. O yüzden bu kez soracağım.Birkaç yıl daha bizimle kalmaya ne dersin?"Đçimdeki sıkıntı geldiği gibi kayboluveriyor, bütün gecenin yorgunluğu sanki bir andauçup gidiyor. Heyecanımı, sevincimi Cengizin anlamasından korkuyorum. Hemen yanıtvermek yerine kahve fincanına uzanıyorum, küçük bir yudum alıyorum. Dün geceiçtiğim kahvenin yanında bu bulaşık suyu kalır, ama kimin ümranda. Đçim lunaparkagitmeye hazırlanan bir çocuk yüreği gibi kıpır kıpır. Aslında bu sevinç, derinden derinekorkutmuyor da değil beni, bugün değilse birkaç yıl sonra bu iş bitecek, ben de emekli
  • olacağım. Bu sona kendimi hazırlamam gerek. Fakat görüyorsunuz halimi. Oysa çoğuzaman, olaylar üstüme üstüme yürümeye başladığında, cinayetler dayanılmaz bir halaldığında, kötülüğü en saf haliyle karşımda gördüğümde, herkesi, her şeyi bırakıpkaçmak geliyor içimden. Sahiden istiyorum bunu. Ama mesleği bırakmak gündemegelince de, işte böyle oluyor; elim ayağım tutuluyor, bu korkuyu, bu kederihissediyorum. Belki teşkilattaki herkes benim gibi değildir. Belki ben, yapabileceğimbaşka bir iş olmadığı için hemen vazgeçemiyorum meslekten. Çünkü kolay bir iş değilbizimki. Kaç kişi biliyorum, istifayı basıp giden ya da bizim Şişko Muammer gibiemekliliğini dört gözle bekleyen. Bende bir yanlışlık var herhalde. Suskunluğumunsürdüğünü gören Cengizin ince uzun yüzüne kaygı dolu bir ifade yayılıyor. Elindekisigarayı kül tablasına bırakırken:"Benden buraya kadar demeyeceksin, değil mi?" diye soruyor.Dememesine demeyeceğim de sevincimi de belli etmesem iyi olacak. Ayrıca nicedirCengizin davranışlarında sezinlediğim bir anlayışa katılmadığımı belirtmenin tamzamanı. Yoksa bu evet, onun her düşüncesini onaylıyormuşum anlamına da gelebilir."Hayır, buraya kadar demeyeceğim. Görevde severek kalırım..."Duraksadığımı gören Cengiz:"Ama..." diyor bir açıklama bekleyerek."Ama meslekî profesyonelliğin dışına çıkmamak şartıyla... Şunu demek istiyorumCengiz, iki yıl önce biz cinayet masasında bir ekip kurduk. Ben, Ali ve Zeynep. Senin desöylediğin gibi başarılı da olduk. Bu ekip çalışmasına hiçbir itirazım yok. Aliden de,Zeynepten de son derece memnunum. Seninle de hiçbir sorun yaşamadım. Aslınabakarsan hiçbir amir ya da müdür benimle çalışmak için can atmaz. Açıkçası benistenmeyen bir adamımdır. Bunu bildiğin halde benimle çalışmayı kabul ettin. Dahasıbana karşı hep hoşgörülü davrandım, bunun için ayrıca teşekkür ederim. Ama anladığımkadarıyla şimdi senin terfiin gündemde. Hani, teşkilatta yeni düzenlemeler, görevdağılımları bekleniyor, dedin ya, aslında o sözlerinin anlamı bu." Aynı soruyu gözlerimlede soruyorum. "Yanılıyor muyum?"Gülümsüyor, uzanıp kül tablasındaki sigarasını alıyor, dudaklarının arasınayerleştirmeden önce yanıtlıyor:"Yanılmıyorsun, senden saklayacak değilim.""Mademki birbirimize karşı açık davranıyoruz, şunu bilmeni istiyorum. Beni artıktanıyorsun. Benim öyle amirlikte, müdürlükte gözüm yok. Ben şu an yaptığım işiseviyorum. Kalırsam yapacağım iş de bu olmalı. Biz bir ekibiz, birbirimizi kollamalıyızfilan gibi yaklaşımları benimsemiyorum. Cinayetleri çözmede, suçluyu yakalamada, yanisahada ekip çalışmasına evet, ama teşkilat içinde politika oluşturmak, birliktedavranmak, birilerinin adamı olmak gibi işlerde kusura bakma ama ben yokum. Meslekhayatım boyunca böyle işlere girmedim, bundan sonra da girmem."Beni dinlerken Cengiz ardı ardına derin nefesler çekiyor sigarasından. Belki de, Yeterartık be diyecek. Senin kaprislerini çekecek halim yok. Tamam, istemiyorsan, yollarızgidersin. Ama Cengizin hiç de öyle bir hali yok. Yüzünü kaplayan dumanlar seyrelince,gözlerinde hayranlık yüklü parıltılar seçiyorum. Davranışımı takdir ettiğini anlıyorum,ama buranın sorumlusunun kendisi olduğunun da unutulmasını istemiyor. Bu yüzdensitem etmekten de geri durmuyor:"Aşk olsun Nevzat, senden böyle bir şey isteyen oldu mu hiç. Tek amacım senin işinbaşında kalman. Hem teşkilat içi politika yapmak, grup kurmak filan, ben de sevmembu işleri."Uzatmasına izin vermiyorum:
  • "O zaman mesele yok. Ben görevimin başındayım. Seninle bu şekilde konuştuğum içinde kusura bakma, ama açıkça anlatmam gerekiyordu.""Kusura bakacak bir şey yok Nevzat, kalmana sevindim." Sonra manidar bir tavırlaekliyor. "Ama bir terfi gelirse, bunu da reddetmezsin herhalde..."Artık iyice soğumaya başlayan kahvemden bir yudum alıyorum. Onun manidar sestonuna karşılık:"Terfisine bağlı" diyerek ben de işi mavraya vuruyorum. "Büyük bir ilin emniyetmüdürlüğü olursa, niye karşı çıkalım?"12Kılıç harekete geçmiş, bizim Yusufu öldürmüş.Cengizi terfi hesaplan, tayin politikaları, bir sürü ıvır zıvır konuyla baş başa bırakıp,utangaç kış güneşinin aydınlattığı odama geri dönüyorum. Kendimi, aşınmaktan artıktiftiği çıkmış, kumaş döşemeli, kirli koltuğumun rahat kollarına bıraktıktan birkaçdakika sonra Zeynep ile Ali de damlıyor. Meğerse deminden beri Cengizin odasındançıkmamı bekliyorlarmış.Zeynep gri bir takım giymiş, siyah bir bluz. Yüzünde hafif bir makyaj var. Kumralsaçlarını arkada toplamış, ince kaşlarının altındaki kahverengi, badem gözleri, buğdaytene çok yakışıyor. Zarafetiyle çelişen tek görüntü, kucağındaki dosyalar. Anlaşılan oda gece boyunca boş durmamış.Yirmi üç yıl önce Türkiyeye göçen Bulgar göçmeni bir ailenin kızı Zeynep. Babası Velibugüne kadar tanıdığım en çalışkan adam. Bulgaristandan gelince hemen bir fabrikayagirmiş, iki yıl önce emekli oldu. Ama çalışmayı bırakmadı, şimdi bir takside şoförlükyapıyor. Zeynepi ve iki küçük kardeşini böyle okutmuş. Bir gün Zeynepin babasına:"Bu çalışkanlık nereden geliyor Veli Bey?" diye sormuştum."Nereden gelecek Başkomiserim be" demişti. "Sosyalizmden geliyor. Sen şimdikızacaksın bana ama ben gerçeği derim. Sosyalizm öğretmiştir bize, çalışmayı, disiplini,dürüst olmayı.""Ama yıkıldı bak senin sosyalizmin" deyince, "Yöneticiler fena çıkmıştır beBaşkomiserim..." diyerek susturmuştu beni. "Türkiyedeki gibi be... Yiyici adamlargeçmiştir partinin, devletin başına. Hırsızlar baş olmuştur millette. Bir de ırk davasıbaşlatmışlardır. Bulgar, Türk, Pomak diye ayırmışlardır insanları. Biraz özgürlük olsaydı,az bi nefes alsaydı halk, yıkılmazdı sosyalizm be."Babasının böyle konuştuğunu duyan Zeynep rahatsız olmuştu.Oysa adamcağız bütün içtenliğiyle düşündüklerini söylüyordu. Söylediklerinde nekadar haklıydı bilmiyorum ama Veli Bey çalışkanlığıyla, disipliniyle, dürüstlüğüylebenim takdirimi kazanmıştı; kızı da öyle. Zeynepe verdiğim hiçbir işin yarıda kaldığınıhatırlamam, kusursuz çalışır. Mesela bizim Ali sallapatidir, düzensizdir. Sadece Ali mi,ben de pek düzenli sayılmam. Ama Zeynep ne kadar farklı konular olursa olsun, hepsiniderler toplar, bir düzene sokar. Ali benim elim ayağımsa, Zeynep de mantığımdır. Bakınişte, şu anda da, akşam ev ödevini tamamlamış liseli bir kızın heyecanıyla dikiliyorkarşımda, bizim delibozuk Ali de her zamanki gibi ayakta."Otursanıza çocuklar" diyorum elimle koltuklan göstererek.Zeynep, masamın sağ köşesine yakın koltuğa oturuyor, dosyalar hâlâ kucağında. Aliayakta kalmayı seçiyor.
  • "Ali olanı biteni anlattı mı sana?" diye soruyorum."Anlattı" diyor Zeynep. Sesinde önemli bir şeyler kaçırmış olmanın gerginliği var."Keşke beni de çağırsaydınız.""Olay Yeri inceleme halletmişti meseleyi. Ben bile yetişemedim. Artık, onlardanalırsın bilgileri... Sen ne yaptın? Đşe yarar bir şeyler bulabildin mi?"Hemen başlamıyor söze, önce kucağındaki dosyalan, masamın üstüne koyuyor."Otopsi henüz yapılmadı, Başkomiserim. Ama dün cesedin arkasındaki ölü lekelerinebakma fırsatım oldu. Ceset taşınmamış. Yusuf, bulduğumuz divanın üzerindeöldürülmüş. Ölüm nedeni de bıçak yaralan olarak gözüküyor.""Bıçağın sapında parmak izi var mı?" diye soruyorum. "Ya da Kutsal Kitapınüzerinde.""Bıçağın üzerinde yok, katil ya silmiş ya da eldiven kullanmış. Kutsal Kitapta bolmiktarda maktulün parmak izine rastladık. Yusuf sık sık bakıyormuş kitaba demek ki.Kapıda, evin diğer yerlerinde, birçok parmak izi var. Ama bunlar kimindir, ayıklamakgerek. Şu ana kadar çıkan sonuçlardan, katilin geride hiçbir ipucu bırakmadığınısöyleyebilirim. Dün siz gittikten sonra kapıcı kadınla da, komşularla da konuştum.Kuşku uyandıracak kimseyi görmemişler. Hatta Yusuf u da görmediklerini söylediler.Belki maktul evden dışarı hiç çıkmadı.""Şu Kutsal Kitaptaki satır" diyorum. "Hani altı çizili olan..."Daha açıklamama fırsat kalmadan, Ali ezbere okuyor altı çizili satırda yazılanları:"Uyan ey kılıç! Çobanıma, yakınıma karşı harekete geç."Bu kez gülümsüyor Zeynep."Bravo Ali, valla eksiksiz okudun."Ali başını geri atarak, şımarık bir sesle mırıldanıyor:"Övünmek gibi olmasın ama belleğim biraz güçlüdür de."Zeynepin gülümsemesi alaycı bir ifadeye dönüyor:"Bellek güçlü ama işlemcin yavaş. Đşlemci yaşlı bir ihtiyar gibi yavaş olunca büyük birhard disk ne işe yarar?" Aslında ne dediğini tam anlamıyorum, çünkü bilgisayarterimleriyle konuşuyor, ama Alinin asılan şuralından, Zeynepin sözlerinin hedefinibulduğu anlaşılıyor. Bıraksam dakikalarca atışacaklar."Çocuklar, şu bellek, işlemci tartışmalarını bir kenara bıraksak da işimize dönsek..."Đkisi de anında toparlanıyor."Evet, Başkomiserim" diyerek açıklamaya başlıyor Zeynep. "O satırın altı maktulünkanıyla çizilmiş. Analizler öyle söylüyor.""Yani katilin bir mesajı var" diye mırıldanıyor Ali. Yorgun gözleri merakla sonunakadar açılmış. "Uyan ey kılıç! Çobanıma, yalanıma karşı harekete geç" diyerek altı çizilisatın yeniden okuyor. "Ne demek istiyor acaba?""Bir ihanet meselesini çağrıştırıyor" diyorum. "Birlikte iş yapılan birinin, belki de birarkadaşın ya da aileden birinin ihaneti. Ve bu ihanetin cezalandırılacağını söylüyor.Uyan ey kılıçın başka ne anlamı olabilir ki?""Ve kılıç harekete geçmiş" diyerek sözlerimi destekliyor Ali. "Kılıç harekete geçmiş,bizim Yusufu öldürmüş. Yani çoban ya da yalan olarak adlandırılan kişi Yusuf."Zeynep dosyalarının arasından bir kâğıt çıkarıyor."Bu sözler Kutsal Kitapın Zekarya Peygamber bölümünden."Ali şaşkın, biraz da çaresiz söyleniyor."Zekarya Peygamber de kim ya? Đlk kez duyuyorum adını.""Nereden bileceksin Ali" diyorum. "Dinle ilgili konular bunlar.""Ama şaşırmadığınıza göre, siz biliyorsunuz Başkomiserim?"
  • "Zekarya Peygamberin adını duydum. Dine meraklı olduğumdan değil, komşumuzPapaz Dimitri anlatmıştı. Zekarya önemli bir peygambermiş.""Önemliymiş ha?" diye mırıldanıyor. Hayret, dinin Aliyi bu kadar etkileyeceğini hiçsanmazdım. Demek en uçuk kaçık olanımızın içinde bile bir inanma ihtiyacı var. Galibayaşama en kolay, en kestirme anlam bulma yolu bu: yani din. Belki de güvenliğimizleilgili bir şey. Anne babasını küçük yaşta yitiren Ali, polis olmayı seçerek bu dünyadagüvenliğini sağlamanın yolunu bulmuş, ama ya ölümden sonrası için? Şairin "bitmeyensükûnlu gece" diye tanımladığı o karanlık zamanda güvenliği nasıl sağlayacak? Bununyanıtını sadece din veriyor işte. Đyilik yaparsan cennet, kötülük yaparsan cehennem. Encahil insanın bile anlayacağı kadar basit. Basit olduğu kadar da etkili. Ben de din, buyüzden hep insanoğlunun ihtiyaç duyacağı bir kurum."Aslında ben Allaha inanırım" diyor Ali. Bir cinayet soruşturması içinde olduğumuzuunutmuş gibi, sanki kendisi için kaygılanıyor. Oysa dün ilginç bir cinayet olayı buldukdiye sevinçten havalara uçuyordu. "Yurttayken birkaç çocuk, namaza bile gittik" diyeaçıklamasını sürdürüyor. "Müdür de bizi desteklemişti. Namaz ilmühaberi, dualar filanöğrenmiştik. Ama hepsini unuttum şimdi. Kaç peygamber biliyorsun desen, doğrudürüst sayamam bile. Bir Hazreti Muhammedi sayarım, Musa Peygamberi sayarım,Đsayı, bir de şu oğlunu kesecekken, Allahın koç gönderdiği peygamber...""Đbrahim Peygamber mi?""Evet, işte o, bir de Đbrahim Peygamberin adını sayarım. Başka da peygamberbilmiyorum valla.""O zaman biraz Tevrata bak" diyerek tartışmayı kesiyor Zeynep. Alinin bu dinkonusuna takılmış olmasını pek anlamlı bulmuyor anlaşılan. "Bilmediğinpeygamberlerin hayatı orada var." Bana dönüyor. "Baş komiserim katilin altını çizdiğisatırın bulunduğu paragrafın tümünü yazdım. Đsterseniz okuyabilirim.""iyi olur" diyorum, "belki bir fikir verir."Ali gözlerini Zeynepe dikmiş, merakla dinlemeye hazırlanıyor." Uyan, ey kılıç! Çobanıma, yakınıma karşı harekete geç diyor her şeye egemen Rab.Çobanı vur da koyunlar darmadağın olsun. Ben de elimi küçüklere karşı kaldıracağım.Bütün ülkede diyor Rab. Halkın üçte ikisi vurulup ölecek, üçte biri sağ kalacak. Kalanüçte birini ateşten geçireceğim, onları gümüş gibi arıtacağım, altın gibi sınayacağım.Beni adımla çağıracaklar, ben de onlara karşılık vereceğim..."Zeynepin okuması sona erince:"Bunu yazan Zekarya Peygamber mi?" diye soruyor Ali."Zekarya Peygamber" diye onaylıyor Zeynep. "Ama bu kelimeler onun değil, Tanrınınsözleri. Kelimeleri kendisine Tanrının yazdırdığını söylüyor. Đnsanları suçtan vegünahtan arandırmak için Tanrının gözdağı verdiğini anlatıyor.""Tanrı şu çobanlara fena kızmış olmalı" diye yorumluyor Ali. "Onların yerinde olmakistemezdim."Yok, din konusu bu çocuğu salaklaştırıyor kesin. Yoksa böyle aptal aptal konuşmazdı.Yüzünde öyle saf bir ifade var ki, kendi yorumumu söylemekten çekmiyorum amaZeynep hiç duraksamadan açıklıyor fikrini:"Çobanlar sadece bir simge Ali. Gerçek çobanlardan bahsetmiyor. Çobanlar, günahkârkralları, yoldan çıkmış kötü yöneticileri simgeliyor. Sürüler de onların halkları.""Her kimse canım" diye kapatıyor açığını Ali. "Çoban ya da kral, fena kızdırmışTanrıyı.""Yusuf un bizim katili kızdırdığı gibi." ikisi de yüzüme bakıyor. "Ne dersiniz Yusuf da,Zekarya Peygamberin uyardığı insanlar gibi günahkâr biri miydi? Gerçi, tanıyanlar öyleolmadığını söylüyor ama."
  • Tonguç ve Meryemle hiç karşılaşmadığı için bir an kimden söz ettiğimizi anlayamıyorZeynep."Tanıyanlar mı, onlar da kim?""Bingöllü cinayetini üstlenen Tonguç, Yusuf u uğruna katil olmayı göze alacak kadarçok seven Meryem.""Ya apartmandaki insanlar, onlar ne diyor Zeynep?"Soruyu soran Ali; dinin, gizemli labirentlerinde dolaşmaktan tuhaf bir zevk duyanakimi sonunda kurtardı demek."Onlar da kötü konuşmadı. Kapıcının karısı, komşular, herkes memnunmuş Yusuf tan.Sessiz, kendi halinde biriydi diyorlar."Başını kaşıyarak mırıldanıyor Ali:"Ya bu adam kendimi yanlış tanıtıyor ya da katil onun hakkında yanılıyor.""Her neyse" diyorum, "hangi ihtimal olursa olsun, sonuç değişmiyor. Yakalamamızgereken bir katil var. Evet, Zeynepçim başka ne bulduk?""Şu yazı Baş komiserim... Kutsal Kitapın kenarındaki boşluğa yazılan iki sözcük.Onlar da Yusufun kanıyla yazılmış."Yusufun evinde, Kutsal Kitapın kenarındaki boşluğa yazılmış sözcük geliyorgözlerimin önüne. Zeynep açıklıyor."Mor Gabriel yazısından söz ediyorum.""Hatırlatmanıza gerek yok Zeynep Hanım" diye sitem ediyor Ali. "Daha bunamadık."Araya girmek zorunda kalıyorum."Peki, kimmiş bu adam? Öğrendik mi?""Henüz tam araştıramadık Baş komiserim" diye açıklıyor Zeynep. "Büyük olasılıkla birSüryanî azizi. Çünkü Süryanîcede Mor sözcüğü, azizler için kullanılıyor. ĐngilizlerinSainti gibi.""Yazının karakteri nasıl? Şefik harflerin çok düzgün olduğunu, şablon kullanılmışolabileceğini söylüyordu.""Doğru söylüyormuş, şablonla yazılmış. Plastik şablonu da, kana batırarak kullandığıdolmakalemi de çöp sepetinde bulduk. Üzerlerinde parmak izi yok.""Olsaydı şaşardım zaten" diye mırıldanıyorum. "Katil çok titiz çalışıyor. Ama MorGabriel meselesi önemli. Böylece maktulün hangi Hıristiyan mezhebine bağlı olduğunusaptayabiliriz.""Şu uzmana sorarız" diye atılıyor Ali. "Can adındaki gözlüklü heriften söz ediyorum.Adam Hıristiyanlık hakkında her şeyi bildiğini söylüyordu."Can’la konuşmaya pek hevesli görünüyor. Oysa, dün ondan hiç hoşlanmamıştı.Eminim konu dışına çıkıp, Hıristiyanlık hakkında da bir yığın abuk sabuk soru soracak.Ama Can’la konuşmak gerçekten de işimize yarayabilir."Đyi fikir Ah, yarın Can’ı buraya çağıralım. Meryem konusunda da ona soracaklarım varzaten." Yeniden Zeynepe dönüyorum. "Peki bu Süryanîlik neymiş? Bir mezhep mi, ulusmu, kavim mi, ne?"Zeynep yanlış bilgi vermekten çekinirmiş gibi, not aldığı kâğıtlardan birini açıyor. Okâğıda göz atarken, Ali de ayakta dikilmekten vazgeçerek, koltuklardan birineyerleşiyor. Kolay değil bütün gece gözünü kırpmadı, genç ama dayanıklılığın da bir sınınvar."Süryanîler bir ulusmuş Baş komiserim" diye anlatmaya başlıyor Zeynep notlarınıkontrol ettikten sonra. "Anavatanları da Mezopotamya olarak kabul ediliyor. Kimileri,onları Aramî olarak da adlandırıyor. Söylencelere göre bu halkın kökleri, ta NuhPeygamberin oğlu Şama kadar uzanıyormuş. Büyük Tufandan sonra Nuh Peygamberdünyayı üç oğlu arasında bölüştürmüş. Oğullardan Şama da Süryanîlerin bugün
  • oturdukları bölge de içinde olmak üzere büyük bir kara parçası vermiş. Sam da butoprakların bir bölümünü oğlu Arama bırakmış. Kendilerine Aramî demelerinin nedenibu. Aramîlerin dini paganlıkmış. Ancak Đsa’nın havarilerinden Aziz Petrusun çabalarıylaAramîlerin bir kısmı Hıristiyanlığı seçince, kendilerini putperest Aramîlerden ayırmakiçin Süryanî adını kullanmaya başlamışlar. Kimi kaynaklar ise, Süryanî isminin kökenini,MÖ 1400–1500 yılları arasında Antakya şehrini kuran, Aramî kralı Sürrüsedayandırıyor."Kafası karışmaya başlayan Ali:"Bu son görüş bana biraz saçma geldi" diye itiraz ediyor. "Bu adamlar Antakyadayaşıyorlarsa, Mardinle ne ilgileri varmış?""Ne ilgileri varmış olur mu? Mardin de onların yaşadığı şehirlerden biri. AmaDiyarbakır, Elazığ, Urfa, Adıyaman, Malatya, Gaziantep, Kahramanmaraş, Adana, gibibaşka şehirlerde de yaşamışlar. Antakyadan yıllar önce göç etmişler. Şimdi Antakyadaneredeyse hiç Süryanî yokmuş. Sadece Antakyadan değil, terör ya da başka nedenlerleSüryanîlerin büyük çoğunluğu yaşadıkları bölgeleri terk etmişler. Bugün AnadoludaSüryanîlerin yoğun olarak yaşamlarını sürdükleri tek yer Mardin ve civan. Ama orada dasayılan çok az. Türkiyede toplam on beş bin civarında Süryanî kalmış. Bu insanlarınçoğu Đstanbulda yaşıyormuş. Düşünebiliyor musunuz sadece on beş bin kişi.""Bir eksikle" diyor Ali. "Unuttun mu dün birini daha kaybettiler. Midyatlı Yusuf daöldü."Yoo, şaka yapmıyor, sadece durumu biraz yalın bir biçimde ifade ediyor. Eğer birzamanlar bu ülkede nüfuslan milyonla ifade edilen Süryanilerden sadece on beş bin kişikaldıysa, her ölüm bu halkın geleceği için sahiden büyük önem taşıyordun"Ya suç meselesi" diyorum. "Yani Süryanîlerde öne çıkan bir suç... Ne bileyimkaçakçılık, uyuşturucu filan..."Zeynep yine notlarına bakmak ihtiyacı duyuyor. Ali fırsattan yararlanıp bir tahmindebulunuyor:"Ben bir şeyler duymuştum galiba. Altın kaçakçılığı mıydı, yoksa tarihî eserkaçakçılığı mı? Öyle bir şey... Hatta Kapalıçarşıda bir cinayet işlenmişti..."Zeynep notlarından başını kaldırıp açıklamaya başlıyor:"Onu bilmiyorum ama Süryanilerdin kuyumculuk işinde öne çıktıkları bir gerçek.Gümüş, altın işçiliğinde adamlar çok ustaymış, hatta son dönem pırlanta işine bile elatmışlar. Ama öyle suça meyilli bir halk değil. Tarihe baktığımızda da barışçıl bir halkolduklarını görüyoruz. Cumhuriyetten önce Đngiliz misyonerlerin kışkırtmasıyla birayaklanma girişimleri olmuş, Osmanlı Devleti, Kürt beylerini kullanarak kanla bastırmışbu isyanı. Süryanîlerin bir kolu olan Nasturî halkım âdeta yok etmişler.""Şu Malik" diyorum Aliye bakarak, "hani Can da, Meryem de adamın Hıristiyanolduğunu söylemişlerdi."Anında hatırlıyor."Antikacı... Kapalıçarşıda dükkânı varmış.""Evet, işte o. Muhteşem zihnini bir yokla bakalım. Can ya da Meryem ondanbahsederken Süryanî olduğunu söylediler mi?"Alinin alnı kırışıyor ama gözleri bomboş bakıyor:"Yok, Baş komiserim, sadece adamın Hıristiyan olduğundan bahsettiler. HattaMeryem, herifin biraz çatlak olduğunu filan ima etti ama Süryanî olduğunu kimsesöylemedi.""Belki de sorulmadığı için söylememişlerdir" diyor Zeynep. "Kapalıçarşıda dükkânınınolması, Hıristiyan olması... Adam Süryanî olabilir bence...""Neyse anlayacağız. Bugün ziyaret edeceğim adamı."

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...