03 Ekim 2014

KAVİM 3



KAVİM 3
  • kapanmak üzere, ben artık içeri girmiştim. Birden ensemde bir sertlik hissettim.Bingöllünün adamlarından biri dayamış namluyu ensemize. Öylece kaldık. Bizim ötekikoruma Tayyarın hali de benden farklı değil. Onun da arkasında bir adam, ensesinde birsilah. Ulan kim bunlar diye düşünürken, Bingöllü Kadiri gördüm. Yanında iki çakalıĐstanbulu fetheden Fatih edasıyla, Meryem Ablanın masasına doğru yürüyor. Bardabizden başka beş müşteri var; köşe başındaki masada tek basma oturan Yusuf Abi ilepencere kenarındaki masada oturan iki çift. Çiftler durumun vahim olduğunu farkedince, usulden tüymek istediler.Ama Bingöllü, Oturun lan, oturduğunuz yerde diye bağırınca, zavallılar kuyruklarınıkısıp sandalyelerine büzüldüler. Yusuf Abi sakin sakin rakısını içmeye devam ediyordu.Bingöllü, Meryem Ablanın masasına yaklaşınca, Hadi bu gece de kovsana beni diyesöylendi.Meryem Abla şöyle bir yüzüne baktı Bingöllünün, sonra rakı kadehine uzanıp biryudum aldı. Umursanmadığını gören Bingöllü iyice öfkelendi. Masaya yaklaştı, eliyleMeryem Ablanın çenesini tutarak, Konuşsana a… diye uludu, niye sesin çıkmıyor?Bingöllü daha ağzını yeni kapamıştı ki, Meryem Abla masada duran rakı şişesinikaptığı gibi herifin alnının ortasına indiriverdi. Önce kınlan şişenin sesini duydum, sonraBingöllünün geniş alnını kızıla boyayan kanı gördüm. Bingöllü, eliyle alnını tutarakgerilerken, arkadaki iki adamı şaşkınlıklarını atlatıp, Meryem Ablanın üzerinesaldırdılar. Daha doğrusu saldırmayı denediler, çünkü bir anda Yusuf Abi çıktı sahneye;sandalyeyi ne zaman aldı, ne zaman heriflerin kafasına indirdi bilmiyorum, ama ikiçakalın da yere düştüğünü gördüm. Adamlardan biri toparlanmak istedi, Yusuf Abiatmaca gibi çöktü tepesine. Ahşabı parçalanmış sandalyenin demir gövdesiyle herifinkafasına kafasına indirmeye başladı. Ama öteki çakal boşta kaldı ya, belinden kocamanbir avcı bıçağı çıkardı. Yusuf Abinin arkası adama dönük, öteki herifi pataklıyor.Meryem Abla Dikkat et demese, belki de herif şişleyecek Yusuf Abiyi. Ama Yusuf Abi,Meryem Ablanın sesini duyar duymaz, yana çekildi. Çakalın savurduğu bıçak da boşgitti. Yusuf Abi, elindeki sandalye parçasını, herifin kafasına indirdi.Adam başını yana çekti, sandalye parçası adamın omzuna çarpıp yere düştü. Adamsendeledi ama çabuk toparlandı. Yusuf Abinin elinin boşta kaldığını gören adam pis pissırıttı. Bıçağını elinde terazileyerek, Yusuf Abiye yeniden saldırdı. Đşte ne olduysa oanda oldu; Yusuf Abi zarif bir hareketle sola kaydı, adamın bıçak tutan kolunubileğinden yakalayıp, sert bir hareketle yukarı çekti. Kınlan kolun çatırtısını, Bingöllü,adamları, dört müşteri, ben, bizim Tayyar ve Meryem Abla, yani bardaki herkes duydu.Adamın elindeki bıçak yere düşerken Yusuf Abi, Yaradana sığınıp herife soldan biryumruk yerleştirdi. Herif taş gibi hızla indi yere. Bir daha da kalkmadı. O sırada Bingöllüyüzünü kaplayan kanı eliyle silip, Yusuf Abiye saldıracak oldu. Yusuf Abi bir tekmeyleonu barın öteki köşesine yolladı. Beni yakalayan çakal da şaşkınlık içindeydi. Silahıensemden çekmiş, ateş etsem mi, etmesem mi modunda, öylece bakmıyordu. Fırsat bufırsat, hızla geriye döndüm, sol elimle tabancasının namlusunu benden uzaklaştırıp yabismillah deyip, koca burnunun tam ortasına yapıştırdım kafayı. Önce herifin burnundanboşalan kanı gördüm, sonra çuval gibi yere yığıldığım. O yere yığılırken, elindentabancayı aldım. Baktım, bizim Tayyarı tutan lavuk silahı Yusuf Abiye doğrultmuş.Bırak lan o silahı diye bağırdım. Bırak, yoksa s…m ananı.Lavuk iyice şaşkaloz oldu. Bizim Tayyar uyanık çocuk, hemen dönüp kaptı silahı.Lavuk öylece bakıyor hâlâ. Şimdi bu adamlar mekânımıza böyle gelmişler, onlarısüslemeden göndermek olmaz, Tayyar elindeki silahın kabzasını lavuğun çenesineindirdi. Lavuk sola savruldu. Ama Tayyar bırakmadı. Adamı omzundan yakalayıp,hayâlarına sağlam bir diz çıktı. Herif iki büklüm oldu. Ama Tayyarın öfkesi geçmedi.
  • Herifi kulaklarından yakaladı, bu kez suratına bir diz yerleştirdi. Adam sırtüstü düştübizim barın cilalı ahşap zeminine. Tayyar ile ben elimizdeki silahlan Bingöllüye çevirdik.Bingöllü bir yandan görmesine engel olan kanı eliyle siliyor, bir yandan da ayaktadurmaya çalışıyordu. Meryem Abla, Bingöllüye yaklaştı, kırık şişe hâlâ elinde. Bingöllüvuracağım sanarak, yüzünü korumak için sağ elini kaldırdı ama Meryem Abla vurmadı.Bak Bingöllü dedi. Seni şimdi, şuracıkta bitiririm. Ama yapmayacağım, gidip bunukendini bir bok sanan zibidilere anlatman için seni sağ bırakacağım. Fakat bir daha bubarın kapısından içeri adım atarsan, seni de, çakalların da lime lime doğrar,Beyoğlundaki sokak köpeklerine yediririm.Bingöllü öylece dinliyor ama kanlı kirpiklerinin arasından parıldayan gözleri, MeryemAblanın elindeki kırık rakı şişesine takılı hâlâ, Meryem Ablanın vurmaya niyeti yok.Köpeğe vuracağına ürküt demişler. Meryem Abla da onu yaptı.Anladın mı... diye yürüdü üstüne. Bingöllü iki adım geriledi. Şimdi siktir git buradan!Bingöllü ağır ağır geriledi, sonra dönüp çıktı bardan. Meryem Abla, bize baktı, elindekikırık rakı şişesiyle yerde kıvranmakta olan çakalları göstererek:Atın şu ibneleri de dışarı dedi... Đşte böyle Başkomiserim, Yusuf Abi böyle sağlam biradamdı.""Sonra ne oldu? Bingöllüyü polis kolluyor diyordun. Bingöllü misilleme yapmadı mı?""Yapmadı Amirim... Yapmadı değil de yapamadı. Bakmayın kadın olduğuna, MeryemAblanın da arkası güçlüdür. Belki Yanık Fehmi adım duymuşsunuzdur. Eskikabadayılardan. Meryem Abla onun kızıdır. Âlemdeki lakabı Kınalı Meryemdir. Benimdiyen erkeği, sulu götürür, susuz getirir. O da sağlam kadındır yani.""Böylece Yusuf la dost mu oldular?"Utanır gibi oluyor Tonguç."Öyle oldu Amirim" diyerek bakışlarını kaçırıyor. "Tahmin ediyorsunuz artık, sevdadurumları filan."Benim aklım, şu mafya bozuntusu herifte."Şu Bingöllü" diye soruyorum, "sonradan intikam almak istemiş olmasın? Herkes olayıunutmuşken, Yusuf kendini kollamayı bırakmışken..."Yanıtlamadan önce bir an düşünüyor Tonguç."Cık" diye kafasını sallıyor. "Yok Amirim, Bingöllü bunu göze alamaz. Eğer Bingöllüdeo cesaret olsaydı, yaptığımızı yanımıza bırakmazdı." Düşünüyor. "Gerçi... Yok... Yok,olamaz.""Neymiş olmayacak olan?""Amirim hani şu bizim Beyoğlundaki bar var ya.""Cazip Bar mı?""Evet, anlattığım olayların geçtiği yer. Şimdi orayı bir başkası çalıştırıyor. Ama barınkontratı bizim üzerimize. Adamlar bizim kiracımız. Geçenlerde Meryem Ablaanlatıyordu. Bu Bingöllü, barı çalıştıran adamı ziyaret etmiş. Buradan çıkın filan diye. Oda bizi aradı. Meryem Abla da, Bingöllüye, itlik yapma diye haber gönderdi. Bingöllü deyine köşesine çekildi. Yani bilmiyorum, hani bu Bingöllü...""Anladım, anladım Tonguç. Bir yoklarız herifi. Bak bunlar çok önemli. Eğer bildiğinbaşka bir şey varsa.""Hepsi bu Amirim..."Cebimden kartımı çıkarıp, uzatıyorum."Burada telefon numaralarım var, bir şey hatırlarsan ya da bir gelişme olursa hemenara. Tamam, mı, gece gündüz fark etmez.""Tamam Amirim."
  • Tonguç kartvizitimi cebine atarken Ali de yetişiyor. Tonguçu at suratlı arkadaşıTayyarla baş başa bırakıp, çıkıyoruz bardan. Dışarıda hava ayaza çevirmiş. Bir ürpertisarıyor bedenimi. Pardösüme sarınırken:"Ne öğrendin?" diye soruyorum Aliye."Henüz bir şey öğrenemedim Başkomiserim. Kızın mesaisi birde bitiyormuş. Gelipalacağım.""Gece yansı mı?"Alaycı bir ifadeyle bakıyor yüzüme."Başkomiserim unuttunuz mu burası Đstanbul, yirmi dört saat yaşayan şehir.""Hiç unutur muyum" diyorum ben de yan şaka, yan ciddi, "yalnız sen de şunu unutma,yirmi dört saat yaşayacağım filan diye uyuyup kalırsan, canına okurum. Yarın saatsekizde odamda bekliyorum seni."Şımank bir oğlan çocuğu gibi sitem ediyor hemen:"Aşk olsun Başkomiserim, ne zaman geç kaldık mesaiye?"Tam yanıt verecekken, cep telefonum çalıyor, arayan Evgenia."Nerde kaldın?" diyor. Sesi sitem yüklü. "Yoksa yine beni atlatacak mısın?"Alinin yanında konuşacak olmam canımı sıkıyor, ama başka çare de yok."Hiç olur mu Evgenia, yoldayım, geliyorum."Evgenia lafını duyan Ali kulak kabartıyor konuşmalarıma. Allahtan Evgenianın nelersöylediğini duymuyor."Bilirim ben, senin geliyorumlarını" diye sürdürüyor Evgenia."Yok, yok geliyorum" diyerek kapatmaya çalışıyorum konuyu. "On beş dakikaya kadarKurtuluştayım."Sesindeki sitem, yerini tatlı bir sırnaşıklığa bırakıyor."Geç kalma, mezeler bitecek sonra. Bak karides böreği yaptırdım senin için.""Ciğer yahni de var mı?""Olmaz mı? Gözlerim kapıda, hadi çabuk gel."Telefonu kapatırken Alinin bıyık altından güldüğünü görüyorum. Đt, "biz çapkınlıkyapınca söz oluyor ama sen yapınca mesele yok ha" demeye getiriyor. Henüz bunlarıaçıkça söyleyemiyor, ama böyle giderse yakındır yüz göz olmamız. Şunu birazsıkıştırsam iyi olacak:"Ne düşünüyorsun?" diye soruyorum.Bir an neden bahsettiğimi anlamıyor. Bıyık altından gülümsemesini kastettiğimisanıyor."Ne? Nasıl Başkomiserim?""Şu Meryem" diyorum, "sence bizden bir şeyler mi saklıyor?"Anında rahatlıyor kopuk herif."Meryem mi Başkomiserim? Aslında kadının davranışı tuhafıma gitti. Sizce de öyledeğil mi Başkomiserim, sevdiği adam öldürülmüş. Bunu duyuyor ama barında oturmayadevam ediyor. Đnsan hemen Yusufun evine gitmez mi?""Ben ona çok takılmadım. Böyle anlarda insanlar tuhaf davranabilir. Ama kadının bizeher şeyi anlatmadığını sanıyorum.""Yani Yusufu kimin öldürdüğünü biliyor mu?""O kadarından emin değilim.""Ama çok güçlü bir kadın olduğu kesin. Bu işlere uzak değil.""Uzak olur mu? Kadın, Yanık Fehminin kızıymış.""Yanık Fehmi, şu iki sene önce öldürülen kabadayı değil mi?""Evet, onun kızı. Lakabı da var: Kınalı Meryem."
  • "Kınalı Meryem ha... Bu ismi daha önce duydum galiba Başkomiserim... Demek kadınyeraltı dünyasından.""O dünyadan bir herif daha var. Bingöllü Kadir. Eski teröristmiş, itirafçı olmuş. ŞimdiBeyoğlunda kabadayıcılık oynuyormuş. Yusufla kapışmış aylar önce..."Ellerini ovuşturarak hevesle söyleniyor Ali:"Yeraltı dosyasını karıştıracağız desenize Başkomiserim."Dedim ya, bu çocuğun ölümü eceliyle olmayacak."Öyle görünüyor, ama balıklama dalmak yok. Sakin sakin ve usulüne göre yapacağızher şeyi.""Hiç merak etmeyin Başkomiserim" diyor ama havaya girdi bile. Gözlerini kısarak,başım sallıyor. "Şu Bingöllü meselesi ilginç geldi bana. Meryem niye ondan bahsetmedibize?""Herifin böyle bir işe kalkışacağına ihtimal vermemiştir. Bingöllünün gözünü iyicekırdığını düşünüyordur.""Ne bileyim Başkomiserim. Ben olsam ilk ondan şüphelenirdim. Öyle değil mi?""Aynı kanıda değilim Ali. Bu tür herifler işlerini doğrudan görürler. Birini öldürecekler,sonra polisi yanıltmak için Tevrat, Đncil filan, Hıristiyan düzeneği kuracaklar. Pekmantıklı gelmiyor bana. Bu heriflerin kafası böyle inceliklere çalışmaz.""Ama herif PKKlıymış. Okumuş, yazmış takımındansa...""Hiç sanmıyorum. Adam bildiğin tetikçi. Ne işi olur okumuş, yazmış adamınmafyayla.""O da doğru. Ama şunu da unutmayalım, Meryem cinayet mahallinde nelerbulduğumuzu bilmiyor. Tek bildiği Yusuf un bıçaklanarak öldürüldüğü. Bıçağınkabzasının haçtan yapılma olduğunu, Kutsal Kitaptaki altı çizilmiş satırlardan habersiz.Bunları bilmediği halde yine de Bingöllüden bahsetmedi bize."Söyleyecek söz yok; Ali haklı."Bir dahaki karşılaşmamızda ilk işimiz Meryeme bu meseleyi sormak olsun" demekleyetiniyorum."Şu Malik de tuhaf bir adammış Başkomiserim. Herif Hıristiyanmış, bir de kafayıyemiş diyorlar. Belki de o yapmıştır bu işi...""Belki" diyorum, "adamı sorgulamadan karar vermek zor... Can’ı da unutmayalım.""Bence de ilk araştırılması gereken adam o. Ha bir de Timuçin var. Şu meçhularkadaş...""Yaa, bir de o var. Bu şahısların hepsini detaylı etüt etmemiz lazım." Yüzümdemanidar ifadeyle yardımcıma bakıyorum. "Yani Alicim, sabah erken gel derken şakayapmıyordum. Yarın çok işimiz olacak.""Emredersiniz Başkomiserim, sabah erkenden ofisinizdeyim." Duraksıyor,dudaklarında yine o hınzır gülümseme beliriyor. "Siz de isterseniz dışarıda çok kalmayınbu gece, dediğiniz gibi yarın zor bir gün olacak."Hâlâ takılmayı sürdürüyor, serseri. Aslında kızmıyorum ona, hatta böyle alttan altadidişmek hoşuma da gidiyor, ama ölçüyü kaçırmamak koşuluyla.7"Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime."
  • Evgenianın meyhanesi Kurtuluş Caddesinin sonunda yer alıyor. Meydana ulaşmadan,sağa uzanan sokağın içinde. Meyhanenin adı Tatavla; Kurtuluş semtinin eski adı.Kapıdan içeri girince, meyhanenin ortasına kurulu devasa odun sobasından yayılansıcaklık yalıyor yüzümü. Sigara dumanına boğulmuş masalarda demlenen akşamcılarınarasında gözlerim Evgeniayı ararken, Müzeyyen Senarın sesi doluyor kulaklarıma."Kimseye etmem şikâyet / Ağlarım ben halime / Titrerim mücrim gibi / Baktıkçaistikbalime."Budaklanma bir gülümseyiş yayılıyor. Bu meyhanenin öyle bir havası var ki, dahaadım attığı anda değiştiriyor adamı."Nevzat" diyor arkamdan o çok iyi tanıdığım ses, "Nevzat..."Müzeyyen Senardan sonra duymak isteyeceğim tek ses. Evgenianın su damlası gibiduru sesi.Sesin geldiği yöne dönerken, Taksimdeki Çingenelerden aldığım kırmızı gülleriarkama saklıyorum. Evgenianın Rum olması muhtemel, orta yaşlı iki kadını pencerekenarındaki masada bırakıp bana yaklaştığını görüyorum. Gülümsüyor, zaten onungülümsemediğini hiç görmedim ki. Urfada karakolda ilk tanıştığımız o sıcak yazgününde de, yıllar sonra Đstanbul’da yeniden karşılaştığımız yağmurlu bahar gecesindede gülümsüyordu. Belki gülümsemiyordu da, yüzündeki ışık öyle sanmama yol açıyordu.Gerçekten de Evgenianın yüzünde hep bir ışık vardır. Bu ışık, açık kumral saçlarındanmı, geniş alnından mı, iri yeşil gözlerinden mi yansır, anlayamazsınız. Evgenianın yüzü,sanki kafasının içinde ilahî bir ışık varmışçasına göründüğü her yerde aydınlık saçar.Yok, Đsa ya da azizlerin başlarının üzerindeki haleden söz etmiyorum, bu dünyaya aitolmayan bir aydınlık değil bu, tersine dünyanın güzel bir yer olduğunu anlatan, yaşamdolu bir ışık. Yani insanın gövdesinden yayılabilen en kutsal, en güzel, en anlamlı ışık.Evgenia böyle bir ışığın içinden bakar işte. Bunu ona söylediğimde, o güzelim ĐstanbulTürkçesiyle evet, bizim Evgenia Rum olmasına rağmen aksansız bir Türkçeyle konuşur"Kuzguna yavrusu şahin görünürmüş" der geçer. Ama ben geçemem, onu ne zamangörsem, bir süre ışığına tutunur, ışığıyla sersemler, bu esrikliğin tadını çıkarmakisterim. Öyle de yapıyorum, Evgenia yaklaşırken, bedeninin tek bir devinimini bilekaçırmadan, keyifle izliyorum onu. Evgenia geliyor, ışığının içine alıyor beni; sımsıkısarılıyor bana. Önce kır çiçeklerini anımsatan hafif parfümünü hissediyorum, sonrasıcaklığını."Çok özlemişim" diye fısıldıyor."Ben de" diyorum. Bir süre öylece kalıyoruz. Sonra meyhanenin ortasındadurduğumuzu fark ediyorum, müşteriler ilgiyle bize bakıyor. Böyle meyhanenin ortayerinde, sağ elimde arkaya saklamaya çalıştığım güller ve boynuma sarılmışEvgeniayla kendimi bir tuhaf hissediyorum; itiraf etmek gerekirse utanıyorum. Evgeniahiç utanmıyor. Bizi izleyenler umurunda bile değil. Usulca çözülüyorum bedeninden.Ama o bırakmıyor, bedenimden çözülünce koluma giriyor; o anda fark ediyor gülleri."Bana mı?"Çiçekleri ona uzatıyorum."Başka kime olacak?"Gülleri sanki canlı birer varlıkmış gibi, sanki incinivereceklermiş gibi, dokunmaktankorkarcasına usulca alıyor eline."Çok güzeller" diye mırıldanıyor. Yüzüne yaklaştırdığı güllerin kızıllığı yansıyor tenine."Teşekkür ederim" diyerek yeniden bana dönüyor, uzanıp yanağıma kocaman biröpücük konduruyor. Sonra elimden tutup, beni meyhanenin sol köşesindeki masayasürüklüyor ama sürüklerken iğnelemeyi de ihmal etmiyor. "Zavallı mezeler saatlerdirseni bekliyor."
  • Adımlarımı hızlandırarak bir an önce masaya geçip, müşterilerin meraklıbakışlarından kurtulmak isterken, bir yandan da kendimi affettirmek için Evgeniayamazeretlerimi sıralıyorum."Son dakika işi. Tam geliyordum... Öyle bakma bana, valla doğru söylüyorum. En geçsaat yedide burada olacaktım.""Neymiş bu iş?""Boş ver, duymak istemezsin.""Neden duymak istemezmişim?""Đşin içinde cinayet var da ondan." Birden aklıma geliyor. "Sahi Evgenia, Süryanîlerhakkında ne biliyorsun?""Fazla bir şey bilmem. Tanıdığım birkaç kişi vardı, o kadar. Niye soruyorsun?""Süryanî bir adam öldürüldü. Belki Süryanîleri bilirsin dedim.""Ohoo Hıristiyanlıkta o kadar çok mezhep var ki... Hangi birini bileceksin?"Masanın başına geliyoruz. Masayı süsleyen mezeleri görünce öldürülen adamı da,Süryanî bağlantısını da unutuyorum; derin bir mahcubiyet kaplıyor içimi. Lakerdadantopiğe, taratordan radikaya, deniz börülcesinden közlenmiş patlıcana, çirozsalatasından uskumru dolmasına, pamuk ahtapottan kalamar salatasına kadar masanınüzeri Rum, Ermeni mezeleriyle dolu. Biliyorum çok geçmeden karides böreği ile ciğeryahni de ara sıcak olarak şereflendirecek masamızı. Evgenia böyledir işte; ne yapıpeder, değerli biri olduğunuzu hissettirir size."Sen otur" diyor, kucağındaki gülleri göstererek ekliyor: "Ben şu kızlara bir vazobulayım."Đskemleye yerleşirken, bakışlarım karafakideki rakıya kayıyor. Canım fena halde rakıistiyor. Đki rakı bardağını alıp, yan yana koyuyorum. Karafakiyi kaldırıp, bardakları eşitmiktarlarda dolduruyorum. Benim bardağımdaki rakının üzerine su koyuyorum, sakızgibi beyazlaşıyor mübarek. Evgenianınkini öylece bırakıyorum, rakıyı sek sever. Subardaklarımızı da doldururken, ayağına çabuk Evgenia’m, geçen yaz Atinadan aldığıkahverengi nakışlı, beyaz vazoya yerleştirdiği güllerle geliyor masaya."Herkesin gözü güllerde kaldı..." diyor vazoyu masanın ortasına yerleştirirken,"Nereden bulursun böyle güzel çiçekleri?""Kurtuluşun girişindeki mezarlıktan."Đskemleye oturmak üzereyken bir an duruyor. Sözlerimin gerçek olabileceğini sanıyor.Evgenia böyledir işte. Birini sevmişse, onun her söylediğine inanmaya meyillidir. Amasesimdeki muzip tını ele veriyor beni. Gözleri yüzümde. Anlıyor şaka yaptığımı, enazından kuşku duyuyor. Başını sallayarak oturuyor tam karşıma."Dalga geçiyorsun. Gecenin bu saatinde nasıl gireceksin mezarlığa.""Unuttun mu, ben polisim. Canım nereye isterse girerim."Bir an, yeniden inanır gibi oluyor bana, sonra kahkahaları koyuveriyor."Nevzat çok kötüsün."Kadehime uzanıyorum."Hadi o zaman kötülüğün şerefine içelim."Đsteğime uyuyor, kadehi eline alıyor ama:"Kötülüğün şerefine içmeyelim" diyor. "Kötülük hiç olmasın.""Ne yaptın be Evgenia, o zaman işsiz kalırım.""Kalmazsın, kalırsan da ben sana bakarım.""Teşekkür ederim. Peki neye içeceğiz, iyiliğe mi?""Yok..." Buğulanmış yeşil gözleri kırmızı güllere kayıyor. "Güzelliğe içelim. Güzel olaniyidir."
  • Ne kadar çok güzel katil gördüm, hiçbiri iyi değildi, diyesim geliyor, gecenin tadımkaçırmanın manası yok."Tamam, hadi güzelliğe o zaman."Đçiyoruz. Gözlerimi kapıyorum, damağımı yakan rakının tadını çıkarıyorum."Şeker gibi mübarek" diye mırıldanıyorum. "Papaza mı okuttun, ne yaptın?"Koca kadın, çocuk gibi kıkırdıyor."Papazların rakıyla işi olmaz, şarap desen belki."Gözlerimi aralayıp masadaki mezelere bakıyorum yeniden."Mezeler de muhteşem." Elimle müzik dolabını gösteriyorum. "Müzeyyen de pek güzelsöylüyor bu akşam.""Bu gece her şey güzel" diyor buğulanmış gözlerini, yorgun yüzüme dikerek. "Sengeldin ya..."Evgeniaya bakıyorum. Ne zaman girdi yaşamıma, sanki onu hep tanıyormuş gibiyim.Oysa bundan on küsur yıl önce, Urfadaki karakolun küçük odasında onu ilk gördüğümgünü dünmüş gibi hatırlıyorum. Elinde kumaştan küçük bir çanta vardı sadece. Onuodama getiren polis memurunun açıklamalarım daha fazla beklemeyerek öne çıkıp:"Bana yardım edin" demişti. Sözlerinden çok, kızgın Urfa güneşinin esmerleştirdiğiyüzünde iyice belirginleşen açık renk gözleri dikkatimi çekmişti. "Beni Đstanbul’ayollayın. Yoksa Kerdanî aşireti beni öldürecek."Hayır, yardım dilenmemişti. Hakkı olanı isteyen birinin kararlılığıyla dikilmiştikarşımda. Onu bir iskemleye oturtup, derdini dinlemeye çalıştım. Ama kaybedecekzamanı yoktu, korkuyordu, bir an önce bu şehirden kaçmak istiyordu."Beni öldürecekler" demişti. "Beni Đstanbul’a yollayın.""Kimse seni öldüremez, biz seni koruruz" diye yatıştırmak istedim. "Önce şu meseleyibir anlat."Baktı başka çaresi yok. Anlatmıştı. Evgenia, babası Yorgonun meyhanesine, yani şuanda oturduğumuz Tatavlaya takılan, Murat adında bir Kürt delikanlısına âşık olmuş.Murat, Urfada Kerdanî aşiretinin önde gelen ailelerinden birinin oğlu. Kan davasıyüzünden kaçmış, Đstanbul’a gelmiş. Dolapderede benzin istasyonu işleten amcasınınyanında kalıyor. Amca akşamcı, yeğeniyle birlikte Tatavlaya dadanmışlar. Evgeniaburada görmüş Muratı. Görür görmez de sevdalanmış bu kara yağız, uzun boylu Kürtdelikanlısına. Ama babası Yorgo annesi, Evgenia liseye giderken ölmüş bu sevdaya hiçsıcak bakmamış. Baba onaylamayınca ateş iyice alevlenmiş. Murat ile Evgenia gizligizli buluşmaya, sevdalarını gözlerden ırak yaşamaya başlamışlar. Böyle gitse iyiymişama gün gelmiş, Kerdanî aşiretinin hasımlarıyla arası düzelmiş, Urfadaki kan davasıbarışla sonuçlanmış. Böylece Muratın Urfaya dönmesi gerekmiş. Evgenia sevdiğiadamın gitmesini hiç istemiyormuş, ama Murat gitmek zorundaymış."Sen de benimle gel" demiş Murat. "Orada evleniriz."Evgenia o zamanlar çok gençmiş, o zamanlar hayatı aşktan ibaret sanıyormuş. Ozamanlar başında kavak yelleri efil efilmiş. Ama babasını da kırmak istemiyormuş.Fakat biliyormuş ki babası bu evliliğe asla izin vermeyecek. Bir süre kararsız kalmış.Buyanda babasının koruyucu bakışları, şefkat dolu sözleri, öte yanda Muratın, insanıniçine işleyen kara gözleri, sıcacık elleri, heyecan veren sesi. Aşk hep ağır basar derlerya, yine öyle olmuş. Evgenia sonunda Muratı seçmiş. Yaşlı babasını, yaşlımeyhanesiyle Kurtuluşta bırakıp, Muratla, hayatında hiç görmediği, belki merak edipfotoğraflarına bile bakmadığı Urfanın yolunu tutmuş. Evet, bir anda tüm yaşamınıdeğiştirmeyi göze almış, üstelik birlikte yaşayacağı adamı daha doğru dürüsttanımadan.
  • Evgenia böyledir işte. Birini sevdi mi, gülümsemesini, bedenini, ruhunu öylece bırakırona, birini sevdi mi sonuna kadar inanır. Hayat, acı deneylerle bunu yapmamasıgerektiğini defalarca gösterse de insanlara inanmaktan vazgeçmez. Onu uyarmayakalktığımda, "Ne yapayım yani" der, "sevdiklerime, dostlarıma, arkadaşlarımainanmazsam, yaşamın ne anlamı kalır? Doğru, kimi zaman sevdiklerimin ihanetineuğrarım, kimi zaman arkadaş bildiklerimce arkadan hançerlenirim, kimi zaman hayalkırıklıkları yaşarım ama dostlarımdan asla vazgeçmem. Onlardan vazgeçersem,yaşamaktan vazgeçmiş gibi olurum. Sevdiklerin olmadan, paylaşmadan yaşamanın neanlamı var? Bana kızma ama Nevzatçım, kendini aptal gibi hissetmek, yalnız olmaktandaha iyidir."Yok, Evgenianın dünyası pembe düşler, beyaz yalanlar üzerine kurulu değildir,aslında son derece gerçekçi bir kadındır. Ama onda hani derler ya peygamber sabrı,derviş hoşgörüsü, keşiş inancı vardır. "Dinle ki, onlar da seni dinlesin, gülümse ki, onlarda sana gülümsesin, ver ki, onlar da sana versin." Kuşkusuz bu alanda eşitlik yoktur.Çoğu zaman terazi Evgenianın aleyhine bozulur, ama o aldırmaz. Çünkü insanlarınkusursuz olmadığını bilir, bu gerçeği bildiği için de, onlarla daha iyi anlaşır.Neyse, biz hikâyemize dönelim, Evgenia, babası yaşlı Yorgoyu terk ederek, MuratlaUrfaya kaçarken, geride sadece tek satırlık bir mektup bırakmış. "Baba, beni affet."Babası Yorgo, ben tanımadım toprağı bol olsun, iyi adammış. Daha Evgenia onubırakıp gittiği anda affetmiş kızını, ama onun için korkmaktan, kaygılanmaktan dakendini alamamış. Nasıl kaygılanmasın, gözü gibi baktığı, üzerine titrediği biricik kızı,huyu başka, suyu başka, geleneği, göreneği, dini, imanı başka insanların araşma gelingidiyor. Ama biliyor ki sevda bu, biliyor ki Evgenianın inadım kırmak imkânsız. Çaresizkabul etmiş durumu.Fakat çok geçmeden Yorgonun kaygılan gerçek olmuş. Bizim iki âşık daha Urfayainer inmez sorunlar başlamış. Çünkü Murat birdenbire değişmiş. Yok, Murat hâlâEvgeniayı sevmekteymiş, ancak Urfadaki Murat, Đstanbuldaki Murat değilmiş. SankiUrfanın güneşi Muratın siyah saçlarına dokunur dokunmaz, Evgenianın sevdiği o uçan,o naif delikanlı bambaşka biri olup çıkmış. Ne o mahcup gülümsemesi kalmış, ne desevimli bakışlar. Muratın yüzü, Urfa kalesindeki taşlar gibi sertleşmiş, gözleri karanlıkbir mağara gibi ışıltısını yitirmiş, bedeni yaşlı bir çoban köpeğininki gibi ağırlaşmış.Önce neler olup bittiğini anlayamamış Evgenia. Muratların, iki katlı, dokuz odalı, genişbahçeli, taş evi bir masal mekânı gibi geliyormuş ona. Kendisini masalın içindekiprenses gibi hissediyormuş. Binlerce yıl önceden bugüne uzanan bu büyülü kültürünalışkın olmadığı atmosferinde, hep güzel hayaller kurarak, olayları hep iyi yanındanalarak, yarı düş, yan gerçek içinde yaşamış ilk haftalar. Ev halkı da onu el üstündetutmuş bir süre. "Misafirdir, yabancıdır, kimsesizdir, gariptir, yazıktır" laflan çınlamışodaların taş duvarlarında. Kadınların sıcaklığını sevmiş Evgenia, insanlarıniçtenliklerini. Erkekler sertmiş, biraz da uzak ama aldırmamış, nasıl olsa alışırlar, benikabul ederler diye düşünmüş.Murat önce bir imam nikâhı yapmış ona. Resmî nikâh ardından gelecekmiş. Amaimam nikâhı kıyılır kıyılmaz büyü bozulmuş,Evgenianın misafirliği sona ermiş. Ev halkının tavrı aniden değişivermiş, onun daöteki kadınlar gibi olması istenmiş. Evgenia bundan hiç hoşlanmasa da, istenenleriyapmaya başlamış, bulaşıktı, yemekti, ne varsa, yüksünmeden üzerine düşeni yerinegetirmiş. Ona en ağır gelen artık Muratı sadece akşamlan görebilmesiymiş. Üsteliksadece odalarına çekildiklerinde. Ailenin yaranda yakınlaşmaları hiç hoşkarşılanmıyormuş. Sonunda kocasını karşısına alıp konuşmuş."Murat ne oluyor?" diye sormuş
  • Murat anlamamış, şaşkınlıkla bakmış yüzüne."Ne oluyormuş?"Evgenia açıklamaya çalışmış:"Murat görmüyor musun? Artık bir arada olamıyoruz."Murat yine anlamamış."Niye? Her akşam aynı yatakta yatıyoruz ya."Evgenia sakin sakin anlatmış sıkıntılarını:"Muratçım, ben burada mutlu değilim, burada hapis hayatı yaşıyorum."Genç kocanın kaşları çatılmış:"Bizim evimiz hapishane değildir" demiş. "Annem, bacılarım hapiste mi yaşıyor?"Murat kendince haklı, bu yörede insanlar böyle yaşamakta. Ama Evgenia da haklı,Đstanbul’da doğmuş, orada büyümüş. Bugüne kadar hiç kısıtlama olmadan, özgürceyaşamış."Onlar alışmışlar" diye açıklamaya çalışmış Evgenia. "Ben böyle yaşayamam.Boğuluyorum, sıkılıyorum Murat.""O zaman hafta sonu Balıklıgöle gezmeye gideriz" diyerek kestirip atmış Murat.O gece Evgenia ilk kez Muratla farklı dillerden konuştuklarını anlamış, ama artık çokgeçmiş. Yine de umut etmeyi sürdürmüş, Murata duyduğu aşkın hatırına her geçen gündaha da ağırlaşan sıkıntılı günlere, sıkıntılı gecelere katlanmaya çalışmış ama olmamış.Sonunda böyle yaşayamayacağını anlamış. Bu arada resmî nikâh hazırlıkları dasürüyormuş. Nikâha bir hafta kala Muratla yeniden konuşmuş. Bu kez daha kararlıymış."Bu iş olmayacak Murat" demiş.Muratın kara gözleri kederle harelenmiş, yüzüne Evgenianın o çok sevdiği ifadegelmiş oturmuş, Murat yeniden Evgenianın sevdiği adam oluvermiş."Beni istemiyor musun?" demiş, boynunu bükerek.Evgenia sevgiyle bakmış."Seni istiyorum Murat, ben burada yaşamak istemiyorum." Alınmış genç koca,bakışları önüne düşmüş, kalırı dudakları somurtmuş."Sen, benim ailemi beğenmiyorsun" demiş. "Sen, bizi küçük görüyorsun.""Küçük görmüyorum, onları seviyorum, ama onlar gibi yaşayamam, Đstanbuladönelim, orada evleniriz."Murat, başını sallamış:"Olmaz.""O zaman, tek başıma Đstanbula dönüyorum" demiş EvgeniaMurat yine başını sallamış."Olmaz. Sen artık benim mahremimsin, gidemezsin."Sevdiği adama ilk kez korkuyla bakmış."Murat sen ne diyorsun?"Sevdiği adam çorak topraklar gibi katıymış."Olmaz. Sen geldin, benimle evlendin. Öyle çekip gidemezsin. El âleme ne deriz? Bunamus meselesidir. Kerdanî aşiretinin haysiyeti, şerefi söz konusudur."Evgenia ağlamaya başlamış. Murat onu teselli etmeye bile kalkışmamış. Đmam nikâhlıRum karısını gözyaşları arasında bırakıp gitmiş. Evgenia sabaha kadar ağlamış,gözyaşlarıyla birlikte Murata duyduğu aşkı da damla damla boşaltmış bedeninden.Sabah olunca da evdekilere sezdirmemek için, sadece küçük çantasını kapıp, o sıralargörev yaptığım merkez karakolunda almış soluğu.O sıcak yaz sabahında Evgenia bana bunları anlattı işte. Söyledikleri son dereceaçıktı yine de sormadan edemedim."Gitmek istediğinden emin misin?"
  • Öfkeyle baktı yüzüme."Eminim, siz oyun oynadığımı mı sanıyorsunuz?"Hemen emniyet müdürünü aradım, durumu anlattım."Nazik bir durum Nevzat" dedi. "Adamlar, kadını ailelerinden biri gibi görüyorlar. Bu işinamus meselesi yaparlar. Biz, kadını Đstanbul’a yollasak bile, peşini bırakmazlar. Buadamların büyükleriyle konuşup, işi yukarıdan halletmemiz lazım.""Kim halledecek müdürüm?""Kim olacak, sen.""Ama müdürüm, ben cinayet masasındayım.""iyi ya, böylece bir cinayeti işlenmeden önlemiş olacaksın, daha ne istiyorsun?"Sonunda kabak yine bizim başımızda patlamıştı. Gerçi o sıralar çok yoğun değildik.Elimizde, amcaoğlundan hamile kaldığı için taşlanarak öldürülen on beş yaşında birgenç kızın davası vardı, ama biz soruşturmamızı tamamlamış, olayı savcılığa intikalettirmiştik. Yine de istesem ufak tefek bürokratik işler çıkarır, bu meseleden yakamısıyırırdım ama müdür iyi bir adamdı, onu kırmak istemiyordum, daha da önemlisi aşkuğruna başını belaya sokan Đstanbullu hemşerime de yardım etmek istiyordum.Öncelikle şu Muratın mensup olduğu Kerdanî aşiretinin reisiyle konuşmak gerekiyordu.Burada devletin koyduğu yasanın yanında, belki de ondan daha önemli başka kurallarvardı. Kaç bin yıldır süregelen kurallar. Adına ister töre densin, ister gelenek, insanlardevletin koyduğu yasalardan çok bu kurallara inanıyor, onlara göre yaşıyorlardı. Bukuralları aşiret koyuyordu, şeyh koyuyordu, bizzat günlük hayatın kendisi koyuyordu.Doğuda görev yapan polisin öncelikle bu gerçeği bilmesi gerekiyordu.Evgeniayı polis evine yerleştirdikten sonra, Kerdanî aşiretinin reisi Nebiyi, uçsuzbucaksız bir pamuk tarlasının kenarındaki çardakta çay içerken buldum. Son model,siyah BMW cipini, kara bir küheylan gibi bir ceviz ağacının altına park etmişti. Henüzkırkında bile yoktu, kapkara bir teni, yeşile çalan ela gözleri vardı. Siyah bıyıklarınınucu sigara içmekten sararmıştı. Gülünce önden biri eksik, kararmış dişleri görünüyordu.Beni görür görmez ayağa fırladı. "Köye haber göndereyim. Sana bir kuzu keselimAmirim" dedi. Kibarca reddettim, ama insanın ağzını buran kaçak çayından iki bardakiçtim. Bitlis tütününden sarılmış sert sigarayı da geri çevirip, derdimizi anlattım. Gençaşiret reisi Nebi, hiç şaşırmadan dinledi beni."Valla bu Muratın babası Mahmut inat adamdır" dedi. "Siz büyüğümüzsünüz, devletkapımıza gelmiştir, isterseniz konuşuruz, ama bu Mahmut bizi pek saymaz.""Peki, ne yapacağız?" dedim."Mahmut bizi saymaz lakin Şıh Mehdîden çekinir. Onun dediğinden çıkmaz. Gelinbizim Şıha gidelim."Nebiyle birlikte, Şeyh Mehdînin evinin yolunu tuttuk. Şeyh Mehdi, Urfanın eski,yoksul mahallelerinden birinde, toprak damlı bir evin en küçük odasında oturuyordu.Başında yöre insanlarının kafi dedikleri beyaz bir örtü, bu örtüyü tutan egal adında,kumaştan siyah bir çember ve üzerinde abiye (evet modacıların gece elbiselerineverdiği adı Urfalılar bu giysi için kullanıyorlardı)adını verdikleri, ayağa kadar uzananbeyaz bir elbise vardı. Şeyh Mehdî, bir hasırın üzerine yayılmış, gösterişsiz döşeğinüzerinde oturuyordu. Çok yaşlıydı, sanki bilmem kaç bin yıllık, bu büyülü kentin doğalbir parçası gibi görünüyordu. Bir gözü kördü, yüzünün sol tarafında kocaman bir Halepçıbanının izi vardı ama çirkin değildi. Konuşmaya başlar başlamaz adamın yüzüne birsevimlilik yayılıyordu. Önce bize mırra ikram etti, ardından dileğimizi sordu. Benanlatırken, hiç sesini çıkarmadan, gören tek gözünü yerdeki hasıra dikerek, meseleyidinledi. Anlatacaklarım bitince başını kaldırdı, kapının önünde oturan oğluna döndü:
  • "Git şu Mahmutu bana getir" dedi. Delikanlı kapıya yönelirken ekledi. "Oğlu Muratı daalsın gelsin."Yeniden bize döndü:"Haydi, siz de hayırlısıyla yolunuza gidin. Allahın ruhsatıyla ben bu işi hallederim. Okadıncağızı da gönderin gitsin memleketine. Bundan sonra kimse ona dokunmayacak."Ne yalan söyleyeyim önce inanmadım Şeyh Mehdînin söylediklerine, ama ertesisabah Murat elinde Evgenianın eşyalarını koyduğu valizle karakola gelince ikna oldum.Yine de hemen bırakmadım Muratı. Çay ısmarlayıp, ruh halini anlamak, gerçek niyetiniöğrenmek istedim. Murat üzüntülüydü, kederliydi, onuru kırılmış bir erkeğin ezikliğinitaşıyordu. Açıkça sordum:"Söyle bakalım Murat, şimdi sen sahiden bu kadından vazgeçtin mi?"Murat umutsuzca baktı yüzüme."Başka ne yapabilirim ki Amirim. Şıhımız dedi: Bu kadın Hıristiyandır, senMüslümansın. Bu kadın sana caiz değildir. Kadın hem Hıristiyan, hem de seni istemiyor,ama sen onu istiyorsun. Sen de izzetinefis yok mudur? Sen neden onu istersin? Sennasıl erkeksin, sen nasıl Müslümansın, sen nasıl insansın? O böyle deyince, babam daüstüme geldi. Sen bu karıyı hemen boşayacaksın dedi. Ben bir daha o kadının evimegirmesini istemiyorum. Ben de ne yapayım çaresiz kabul ettim. Eğer Allah bizimbirleşmemizi istemiyorsa, eğer şıhımın katında bu iş caiz değilse, ben de ondanvazgeçerim dedim. Şıhımız dün bizi Allah katında boşadı. Artık Evgenia benim karımdeğildir.""Yani tümüyle vazgeçtin.""Vazgeçtim Amirim... Esasında da olmuyordu zaten. Đstanbul başka, bura başka. OĐstanbul kızı, eğlence istiyor, gezmek istiyor, tozmak istiyor. Bizim burada bunu yapana,affedersin orospu diyorlar. Doğru mu, yanlış mı ben de bilmiyorum Amirim, ama öylediyorlar işte. Siz de buradasınız, yaşıyorsunuz, görüyorsunuz. Belki de hakkımızdahayırlısı budur."Murat böyle konuşunca rahatladım, şimdi tam olarak kurtulmuştu kadıncağız. Ertesigün Evgeniaya akşam otobüsüne bir bilet aldım, onu otogara ekip arabasıyla götürdüm.Evgenia otobüse binmeden önce:"Çok teşekkür ederim" dedi. "Siz olmasaydınız buradan kurtulamazdım.""Ben olmasam başka biri yardım ederdi, yine kurtulurdunuz" dedim."Yok" dedi. "Biliyorum. Bir komşu kadın vardı. Süryanîymiş. Arada Muratların evegeliyordu, onunla dertleşiyordum. Artık Đstanbul’u unut kızım diyordu, senin bu evdenölün çıkar. Siz olmasaydınız, eminim öyle olurdu.""Neyse, geçti artık, Đstanbul’a gidin, yeni bir hayata başlayın. Benim için de doya doyadenize bakın.""Bakarım" dedi Evgenia. "Hatta daha da iyisini yapar, sizin için bir kadeh de içerim.""için, afiyet olsun."Evgenia birden sağ elimi tuttu, avucumu açıp, içine küçük bir haç bıraktı."Bu haç uğurludur" dedi. "Bana annem vermişti, ona da anneannesi vermiş, insanıbelalardan koruyor. Ben beladan kurtuldum, artık ona ihtiyacım olmayacak, ama siz hepbelanın içindesiniz. Sizde dursun."Kararsızca elimdeki haça baktım, yanlış anladı."Ama sizin için uygun değilse, yani siz Müslümansınız..."Gülümseyerek aldım."Çok teşekkür ederim, uğur getiren her şeye ihtiyacımız var."Elimi sıkıp, otobüse bindi, Đstanbul’a, yaşlı babasının yanına döndü. Onu uzun süregörmedim. Aradan beş yıl geçti, ben de Đstanbula döndüm. Bir yıl sonra o korkunç olay
  • başımıza geldi. Karımı, kızımı bir bombalama olayında kaybettim. Cenazede kalabalığınarasında bir kadın gelip başsağlığı diledi. Yüzü tanıdık geliyordu, ama kim olduğunuçıkaramıyordum. O sıralar ben, kendimin bile kim olduğunu bilemiyordum. Aklımıyitirmiş gibiydim. Birkaç ay sonra bir kadının aradığını söylediler. Karımın, kızımınkatilinin peşindeydim, kimseyle ilgilenecek halim yoktu. Ama kadın ısrarla aramayısürdürünce, kimmiş diye merak ettim. Evgeniaydı. Adını duyunca cenazedeki kadının oolduğunu anladım. Telefonla aradım. Konuştuk. Yeniden başsağlığı diledi,"Yapabileceğim bir şey var mı?" diye sordu. Teşekkür ettim. Onun da babası geçensene ölmüş. Şimdi meyhaneyi o işletiyormuş. "Beklerim" dedi."Şu sıralar gelemem" dedim."Gelseniz iyi olur" dedi. "içinize kapanmayın."Sözlerini umursamadım, karımın, kızımın katillerini ne pahasına olursa olsunbulmalıydım. Ama bulamadım. Evet, karmaşık cinayetleri çözmekle tanınan ben,hayatın komikliğine bakın ki kendi karım ve kızımın katillerini bulamamıştım, işin acısıartık bulacağımdan da emin değildim. Bir yıl kadar sonra, yağmurlu bir bahar günüEvgenia yine aradı. Sanki dün konuşmuşuz gibi:"Niye gelmedin?" dedi. Artık sizli bizli konuşmayı bırakıp, kırk yıllık ahbabımmış gibihitap ediyordu bana. Önce yadırgadım böyle konuşmasını, sonra hoşuma gitti, yine de,davetini hemen kabul etmedim."Bu gece gelemem" dedim. "Bir cinayet soruşturması var.""Sahi, sen polistin değil mi?""Polistim ya. Unuttun mu ben polis olduğum için tanışmıştık.""Unutmadım tabii. Ama bana hiç polismişsin gibi gelmiyor.""Ne gibi geliyorum?""Arkadaş gibi, çok eski, görmüş geçirmiş bir arkadaş gibi..."Gülmeye başladım."Neden gülüyorsun?""Sen hiç akıllanmayacaksın" dedim.Anlamamıştı."Akıllanmayacak mıyım?""Düşünsene Muratı daha doğru dürüst tanımadan, adama kapılıp Urfaya gittin. Şimdide topu topu üç beş kere gördüğün bir adamı kendine arkadaş seçiyorsun."Bir süre konuşmadı, sonra alıngan bir sesle fısıldadı:"Haklısın, neden bu kadar ısrar ediyorum ki."Telefonu kapatacaktı..."Dur, dur" dedim, "Bozulmaca yok. Madem beni eski bir arkadaş olarak görüyorsun,sözlerime de katlanacaksın. Ne demişler dost acı söyler." Evgeniadan yanıtalamayınca sürdürdüm. "Bu gece işim var ama yarın gelebilirim. Ver bakalım şumeyhanenin adresini."Adresi aldım, ertesi gece erkenden damladım Tatavlaya. işte o günden sonraEvgenianım da, Tatavlanın da müdavimi oldum.Aklımdan bunlar geçerken Evgenia merakla ışıldayan gözlerini yüzüme dikereksoruyor:"Ne oldu Başkomiserim, daldın gittin? Neler düşünüyorsun?""Hiç..." diyerek yeniden rakı kadehim kaldırıyorum. Evgenia da aynısını yapıyor amagözlerindeki merakın kıyısına, kendinden emin bir sevinç gelip oturuyor."Sana içelim" diyorum.Ama onun umurunda değil, boş elini uzatıp, kadehimin üstüne koyuyor. Önemli birgerçeği açıklar gibi cesurca konuşuyor:
  • "Doğru söyle" diyor, "beni düşünüyordun değil mi?"Nedense o anda gözlerine bakmaktan çekiniyorum."Neyini düşüneceğim senin" diyerek, kadehimi kurtarıyorum elinden. Kallavi biryudum alıyorum rakıdan. O içmiyor, elinde kadehi durmuş öylece bana bakıyor. Sankiilk karşılaşmamızdan bu yana yaşadıklarımız yeniden canlanıyor gözünde."Nevzat" diyor birdenbire. "Nevzat" diyor, duruşunu, bakışım, yüzündeki ifadeyiyitirmeden, "neden benimle evlenmiyorsun?"Ağır bir darbe almış gibi sendeliyorum; kanıtım gelinlikli hali geliyor gözlerimin önüne.Polis evindeki mütevazı tören. Müzik, insan yüzleri. Büyük bir kalabalık. Büyük birgürültü. Gürültü toparlanıyor, önce bir uğultuya, sonra patlamaya dönüşüyor. Kalabalıkdağılıyor, dağılan kalabalığın arasından patlayan bir araba. Karım! Kızım! Bir bulantıyükseliyor içimden. Olmaz, bunu Evgeniaya yapamam, başımı sallıyorum bütüngörüntüleri, bütün sesleri, bütün anıları siliyorum. Rakı, evet, yeniden bu sihirli, beyazsıvının şifasına sığınıyorum. Rakımı ağır ağır yudumlarken, tek çıkış yolu var diyorumkendi kendime, işi mavraya vurmak. Kadehimi masaya koyarken gülümsemeyeçalışıyorum. Gülümserken gözlerim yanıyor, cam kırıkları batıyor dudaklarına amabaşarıyorum. Kusursuz bir gülümseyiş olmasa da gülümsediğimi görüyor Evgenia. Amayetmez, bir de cümle gerek, dalga geçen, alaycı, muzip, hiçbir derdi olmayan rahat biradamın söyleyeceği türden bir cümle. Onu da buluyorum."Seninle evlenirim ama" diyorum, "Müslüman olman lazım."Durumu kurtardım galiba, çünkü Evgenia da ciddiyetini yitirip, katılıyor şakaya."Niye ben Müslüman oluyormuşum, sen Hıristiyan olsana."Bunu söyledikten sonra rakısından bir yudum alıp, kadehi masanın üzerine koyuyor."Ama evlenmeyi isteyen sensin" diyorum oyunu sürdürerek, "fedakârlığı da seninyapman gerekir.""Yani sadece ben mi istiyorum?""Eee, evlenelim diyen sensin."Birden, gözlerindeki parıltı yerini kederli bir ifadeye bırakıyor. Yoksa anladı mı ruhhalimi?.."Şaka yapmıyorum Nevzat" diyor yaralı bir sesle, "sahi benimle nedenevlenmiyorsun?"Rahatlıyorum, anlamamış. Aslında aramızdaki duygudan pek konuşmayız. Onu tahliletmeye de çalışmayız. Bazen laf açılınca, basit sözcüklerle birbirimiz için önemliolduğumuzu söyler geçeriz. Ama ne olduysa, Evgenia bu gece tuhaf bir kararlılıkiçerisinde. Belki de günlerdir bu konuyu konuşmak isteyip de konuşamamanın verdiğigerginlikle böyle pat diye girdi lafa. Üstelik vazgeçeceğe de benzemiyor. Bu soru dolugüzel gözlerden kolay kolay kurtuluş yok bize. Ama ben de ne diyeceğimi bilmiyorum,biraz zaman kazanmak için bakışlarımı kaçırıp, elimle boşalan kadehimi gösteriyorum:"Hani geleneksel Rum sofra adabı" diyorum. "Lafa geldi mi, biz, Türklerden dahakonukseveriz dersin. Kadehimiz boşalmış, hanfendi rakıyla ilgileneceğine, bizisıkıştırıyor.""Tamam, rakı geliyor" diyerek karafakiye uzanıyor, kadehimi doldururken sürdürüyor."Buyurun işte rakınız. Bu da suyunuz." Kendi kadehine uzanıyor, kaldırıyor, "Şimdi deşerefinize."Birlikte içiyoruz. Kadehler yeniden konuyor masaya. Kederle derinleşmiş gözleryeniden dikiliyor yüzüme, dedim ya bu gece bize kurtuluş yok."Biz evlenenleyiz çünkü" diye başlıyorum, ama arkasını getiremiyorum. Kısa birsuskunluk, yeşil gözler, yağmura hazırlanan bir deniz gibi içe. doğru açılıyor. Yenidendeniyorum:
  • "Biz evlenenleyiz... Yani... Bak Evgenia, aslında şunu demek istiyorum." Bütün bugirizgâh denemelerimi gülmeden, gözünü kırpmadan, merakını yitirmeden, hep aynı yüzifadesiyle dinliyor. Onun bu ısrarcı hali canımı sıkıyor. Çünkü karımı unutmadım, ovarken, ona duyduğum sevgi varken seninle evlenemem, dernek geçiyor içimden. Sonrabunun Evgeniaya haksızlık olacağını anlıyorum... Sonra bunun gerçeği o kadar dayansıtmayacağını fark ediyorum. Ona seninle evlenirsem, seni de öldürürlerse ben neyaparım, demek geliyor içimden. Bunun da gerçeği o kadar yansıtmadığını anlıyor,vazgeçiyorum. Sonra sözcükler kendiliğinden dökülüyor ağzımdan; ne olduğunu kendimde bilmeden, gerçek durumu açıklamaya çalışıyorum. "Hayat, o kadar da güzel değil"diye başlıyorum. "Belki güzel de, bana o kadar iyi davranmadı. Belki de mesleğimleilgili... Her gün cinayet, her gün ölüm, her gün kötülük. Dönüp geriye baktığımda, fazlagüzel bir şey yok. Vardı, olabilirdi ama olmadı. Bilmiyorum yani bana öyle geliyor. Öteyandan bütün bunlara rağmen yaşamaya değer. Ama beni hayata bağlayan çok az bağvar. Đşte o bağlardan biri sensin Evgenia. Seni özlemek güzel şey. Beni hayatabağlayan, hayatın hâlâ yaşanabilir olduğunu kanıtlayan duygulardan biri seni özlemek.Eğer seninle evlenirsem, eğer her gün birlikte olursak, eğer her akşam şu masadabuluşursak, seni özleyememekten korkuyorum. Daha kötüsü senin beniözleyememenden korkuyorum. O zaman, yaşamak için elimde çok daha az nedenimkalacak. Kendimi öldürmekten söz etmiyorum, intihardan nefret ederim, ama herhaldeo zaman hayat iyice çekilmez bir hal alacak."Evgenianın gözlerindeki derinlik büyüyor, beni, bu meyhaneyi bütün dünyayıkucaklayacak kadar büyüyor. Uzanıp elime dokunuyor. Eli sıcacık:"Teşekkür ederim Nevzat" diyor, sesi de eli kadar sıcak. "Teşekkür ederim."8Yine uykumuzu bölen telefonlar, yine gece yarısı çıkılan görevler.Balattaki, babadan kalma fakirhaneme gece yarısına doğru geliyorum. Evgenianın bugece bende kal önerisini, sabah erken kalkmak zorunda olduğumu söyleyerek kibarcareddettim. Zavallı Evgenia, o da alıştı artık böyle yaşamaya. Yine de son kadehi"Birlikte geçirmediğimiz, birlikte geçiremeyeceğimiz güzel gecelere" diye kaldırarakbeni iğnelemekten de geri kalmadı. Çok içtik, ama sarhoş değilim, tatlı tatlı başımdönüyor sadece.Çirkin apartmanların araşma sıkışmış, iki katlı kâgir evime girerken, Bahtiyarlakarşılaşıyorum. Soğuktan korunmak için evin sundurmasına sığınmış, tüylü, iri gövdesibenim paspasın üzerinde. Beni görünce hiç istifini bozmuyor, sadece yattığı yerdenkuyruğunu usulca sallayarak küçük bir selam vermekle yetiniyor. Bahtiyar, bizimmahallenin köpeği; kangal bir anne ile sokak köpeği bir babanın şanslı yavrusu. Şanslıdiyorum, çünkü bizim sokakta Bahtiyarı sevmeyen hane, el üstünde tutmayan kimseyoktur. Bu yüzden de arkadaş biraz şımarıktır, bir kedi kadar da cüretkâr. Canınınistediği yere uzanıp yatar; tıpkı şimdi bizim kapının önüne yayıldığı gibi. Yayılsın birdiyeceğim yok ama kapıyı açmam lazım. Sesimi sertleştirip:"Hadi bakalım Bahtiyar, toparlan" diyorum.Kahverengi gözlerini yüzüme dikerek bakıyor, sonra hiç acele etmeden usulcakalkıyor paspasın üzerinden."Aferin oğlum."
  • Üzerime sinen mezelerin kokusunu aldığından mıdır nedir, yaklaşıp ellerimi,giysilerimi kokluyor. Ben de başını okşuyorum. Hoşuna gidiyor sevilmek ama içerigirmem gerekiyor. Bahtiyarı bırakıp anahtarı çıkarıyorum, kapıyı açıp, içeri girerken,sesleniyorum:"Gel, yat, artık kimse rahatsız etmez seni."Yine kahverengi gözleri yüzüme dikiliyor. Çok sürmüyor bu, yeni ve ilginç bir kokualmış gibi burnunu havaya dikiyor, sonra küçük merdivenden sokağa iniyor. "Bahtiyarnereye?" diye arkasından sesleniyorum. Tınmıyor bile. Aldığı koku neyse, ona soğuğuunutturmuş, sokak boyunca uzaklaşıp gidiyor. Yapabileceğim bir şey yok, kapıyıkapatıp, her adımda gıcırdayan basamaklardan yukarı çıkıyorum. Đçerisi soğuk olmalı,ama ben üşümüyorum. Işığı bile yakmadan, yatak odasına geçiyorum. Üzerimdekileriçıkarıp, fazla oyalanmadan kendimi yatağa atıyorum. Yarın zor bir gün olacak. Yine dehemen uyuyamıyorum, Evgenianın sözleri uçuşup duruyor kafamın içinde. Neredençıktı bu evlilik lafı şimdi? Doğru dürüst bir yanıt bulamadan sağa sola dönüp duruyorum.Sonra nedense Kınalı Meryem geliyor gözlerimin önüne. Etkileyici bir kadın, her zaman,her yerde karşılaşabileceğiniz insanlardan biri değil. Babası Yanık Fehmi eski usûlbabalardan biriydi, öldüğünde "Eski Đstanbul Kabadayılarının Son Temsilcisi" diyeyazmıştı gazeteler. Tanıyanlar iyi bir adam olduğunu söylüyorlardı. Öyle miydi,bilmiyorum. Bir de öldürdüğü insanların yakınlarına sormak lazım.Sonra uyumuşum, zil sesine uyanıyorum. Yatak odası mavi bir aydınlığa bürünmüş. Zilsesi odanın içinden geliyor Başucumda karım ile kızımın fotoğrafının bulunduğuçerçevenin önündeki telefonun ahizesini kaldırıyorum."Alo?""Alo Başkomiserim..." Alinin sesi. "Kusura bakmayın gece yarısı sizi rahatsızediyorum.""Önemli değil Ali, söyle?""Bingöllü Kadiri vurdular Başkomiserim."Bingöllü Kadir? Çıkaramıyorum."Kimi?""Yusufun kavga ettiği herif... Hani Tonguç anlatmış. Bana da siz anlattınız. MeryeminBeyoğlundaki barı basmaya gelmişler de Yusuf dövmüş adamları..."Anlamaya başlıyorum."Şu PKK itirafçısı mı?""Ta kendisi Başkomiserim. Ferhat adındaki bir şahısla birlikte bardan çıkarkenkurşunlanmış... Bingöllü olay yerinde ölmüş, Ferhat yaralı.""Anlattı mı kendilerini kimin vurduğunu?""Henüz ifadesini alamadık, şu anda hastanede. Ama katil gelip teslim oldu."Birden ayılıyorum."Meryem mi?""Yaklaştınız, Tonguç."Tonguç. Kaç saat oldu onunla konusalı? Hiç de öyle adam öldürecek bir hali yoktu.Meryem... Kınalı Meryem yaptırmış olmalı, peki nasıl emin oluyor Yusuf u bu BingöllüKadirin öldürdüğünden? Bize anlatmadıkları ne var? PKK itirafçısı Kadirin Đncille,haçla ne ilgisi olabilir? Kafam hızla çalışmaya başlıyor. Urfada görev yaparkendönmelerden söz edildiğini duymuştum; önceden Ermeni, Süryanî, Rum olup, baskıaltında isimlerini değiştirerek, Müslüman olmayı seçenler. Yoksa şu Bingöllü Kadironlardan biri mi? Belki ailesi Süryanîydi de din değiştirdi. Kadir de yeniden eski dinine,ulusuna döndü. Ama adam itirafçı olmuş, devlet için çalışmış. Karışık, çok karışık...
  • "Başkomiserim" diyor telefonun öteki ucundaki Ali. Bu kadar suskunluğun nedeninianlayamamış. "Orada mısınız?""Kusura bakma Ali, düşünüyordum. Sen şimdi neredesin?""Taksim Karakolundayım Başkomiserim. Tonguçun yanında."Sorgu için seni bekleyelim mi, demek istiyor."Tamam, ben de geliyorum."Yataktan kalkarken, komodinin üzerindeki çerçevedeki fotoğraftan beni izleyen karımGüzide ile kızım Aysuna takılıyor gözlerim. Aysun birinci sınıfı bitirdiğindeçektirmişlerdi bu fotoğrafı. Ben yokum aralarında, son anda bir iş çıkmış gidememiştim.Hep bir işim çıkardı zaten. Güzideyle az takışmadık bu yüzden. Artık kızmıyorlar,sadece fotoğrafların içinden bakmakla yetiniyorlar, hem de gülümseyişlerini hiçyitirmeden. Ben de onlara gülümsüyorum, fark etmeyeceklerini bile bile."Görüyorsunuz değil mi?" diye mırıldanıyorum. "Değişen hiçbir şey yok. Yineuykumuzu bölen telefonlar, yine geceyarısı çıkılan görevler."Hep olduğu gibi yine sessizce dinliyorlar beni. Olsun, yanıt vermeseler de ben onlarlakonuşmayı sürdürüyorum, sürdüreceğim. Aysun, hep az konuştuğumdan yakınırdı."Baba eve geldiğinde bize hiç vakit ayırmıyorsun, hiç konuşmuyorsun." Artıkkonuşuyorum, kızım duymasa bile. Çünkü konuşmazsam çıldıracak gibi oluyorum.Banyoya geçiyorum, soğuk su iyi geliyor, içimdeki kederi değil ama gözümdeki sonuyku kırıntılarını da alıp götürüyor. Odaya döndüğümde eşyaları, saydam bir maviliklekaplayan aydınlık yeniden dikkatimi çekiyor. Pencereye bakıyorum, karanlıkta uçuşanbeyaz zerrecikler görüyorum. Kar yağıyor. Eskiden olsa severdim karı. Annem, "Karyağması uğurdur" derdi. Elindeki gazetenin bulmacasını çözen babam gözlüklerininüzerinden bakar, "Onu yakacak odunu, kömürü olmayana sor" diye yanıtlardı annemi.Yakacak odunu, kömürü olmayanlar için üzülürdüm ama yine de severdim kan. Şimdihiçbir anlamı yok benim için. Yine de pencereye yaklaşıp, sokağa bakmaktan kendimialamıyorum. Sokak lambasının aydınlığında beyaz zerrecikler sakince uçuşuyor. Bizimevin birkaç sokak altodaki Rum Patrikhanesinin, köhnemeye yüz tutmuş yaşlı evlerin,yeniyetme biçimsiz apartmanların çatıları inceden inceye beyaz bir örtüyle kaplanmış.Sokak da öyle; doğa kimseden izin almadan, kimseye haber vermeden, sermiş beyazörtüsünü Arnavut kaldırımlarının üzerine.Sokağa çıktığımda içim ürperiyor, hızla evin önündeki emektar Renaultumayöneliyorum. Kapıyı açıp, arabaya giriyorum, içerisi daha soğuk. Kontak anahtarınıtakıp, çeviriyorum, bir iki homurdanıyor. Eyvah çalışmayacak diye düşünürken, bizimihtiyar cılız bir öksürüğün ardından çalışmaya başlıyor.Sokaklar ıssız. Yağan kar, bu ıssızlığa derin bir keder katıyor. Unkapanı Köprüsündengeçerken bu kederin bütün Đstanbulu sardığını, bu yaşlı, bu yorgun, bu talan edilmişkentin bir parçası haline geldiğini fark ediyorum. Sağ tarafta, köprünün altındanMarmaraya uzanan Haliç’in dingin, karanlık sulan, kırmızı ışıkların aydınlığında birmasaldan çıkmış izlenimi veren Topkapı Sarayı, karşımda gökyüzüne saplanmış kalınbir mızrağı andıran Galata Kulesi, solda Peranın birbirine yaslanmış gibi duran biçimsizbinaları... Bu kış gecesinde hepsinin üzerine beyaz zerrecikler halinde aynı kederliıssızlık yağıyor.Sokaktaki ıssızlığının tersine Taksim Karakolu pür telaş. Gecenin bu saatinde bilekarakol, kapanmasına beş dakika kalan ganyan bayii gibi tıklım tıklım. Yüzü, gözü kaniçinde bir travesti dikkatimi çekiyor. Üniformalı iki polis, iki kolundan tutmuş karakolunkoridorunda sürüklemeye çalışıyorlar. Travesti çıldırmış gibi, bedeninin üst tarafıolduğu gibi çıplak, ağzından akan kan, silikondan yapılma iri göğüslerinin arasından
  • süzülerek göbeğine kadar sızıyor. Polisler onu tutmakta güçlük çekiyor. Tutamayıncaiyice sinirlenip, vurmayı sürdürüyorlar."Vurmayın lan" diye bağırıyor travesti, "ne vuruyorsunuz." Sonra bana dönüyor;üzerimde üniforma yok ya, halktan biri sanıyor. "Bu şerefsizler beni s....k istediler..."diye bağırıyor. "Valla benim hiçbir suçum yok. Bunlar beni s....k istediler... Bedavaolmaz deyince, dövdüler. Vurmayın lan, ahh."Polisleri uyarmam iyi olacak ama daha ağzımı açmadan, Muammerin davudî sesiyankılanıyor koridorda."Ne oluyor burada?"Sesin geldiği yöne bakınca Muammerin iri cüssesini görüyorum."Ne bu patırtı be? Dingonun anın mı lan burası?"Polisler, travestiye vurmayı kesiyor. Travesti kurtarıcısını bulmuş gibi şişkoMuammere atılıyor ama polisler izin vermiyorlar. Travesti, Muammere birkaç metreuzak olsa da yere çöküyor."Şikâyetçiyim Amirim, bu polisler bana saldırdılar."Muammer tiksintiyle bakıyor travestiye."Bağırmadan konuş" diye uyarıyor. "Bağırmadan, söyle ne diyeceksen."Travesti titreyen eliyle iki polis memurunu gösteriyor."Ama dövüyorlar Amirim, nasıl bağırmayayım! Bunlarda din iman yok. Ha birevuruyorlar.""Kalk çabuk yerden" diyor Muammer. "Senin kazağın, ceketin yok mu?""Arabada Başkomiserim" diyor memurlardan biri. "Hepsini üzerinden çıkarıp attı."Hemen araya giriyor travesti:"Konuşmak istiyorum Amirim.""Tamam, ama bağırma." Memurlara dönüyor. "Elbisesini giydirin, sonra getirinyanıma."Dönüp içeri girecekken beni görüyor. Karanlıkta kaldığım için yüzümü tam seçemiyor."Nevzat... Nevzat sen misin?""Benim ya" diyorum gülümseyerek. "Kolay gelsin."Muammer de gülüyor."Kolaysa başına gelsin."Sarıyoruz."Şu Bingöllüyü vuran adam için geldin değil mi?" diye soruyor."Evet, sizde değil mi?""Bizde... Bizde..." Koluma girip, beni odasına sürüklerken ekliyor. "Nezarette senibekliyor.""Sahi ya, nasıl olmuş şu olay?""Anlattım" diyerek, koridorda dikilen polis memurlarından sarışın olanına dönüyor."Evladım bize iki kallavi kahve yap.""Emredersiniz Başkomiserim" diyor sansın polis."Haa Sarı, geçen sefer şekerli yapmıştın, bir yudum alıp bıraktım. Ben de, Nevzat dakahveyi sade içeriz, ona göre.""Tamam, Başkomiserim, hiç merak etmeyin." Yeniden odasına yöneliyoruz."Yahu Nevzat, bu seninki komik bir vaka be!" diye konuya dönüyor. "Karışık gibibaşladı, basit bir şekilde çözüldü.""Nasıl ya, biraz anlatsana.""Abi şimdi bizim mobil ekip, olay mahalline gittiğinde bu Bingöllü ile Ferhat adlı şahsıbuluyor, ikisi de kanlar içinde. Bingöllü çoktan sizlere ömür, Ferhat ise baygın. Şanslıadammış, kurşun kafasını sıyırmış, herif ikinci kurşundan korunayım derken, başını bir
  • yere çarpıp bayılmış olmalı. Olayı duyunca, tamam dedim PKKlılar temizledi herifi.Biliyorsun, Bingöllü PKK itirafçısı. Bir saat geçmedi, o şahıs geldi. Kel olan, adıTonguçmuş. Silahıyla birlikte teslim oldu. Anlayamadım aslında niye teslim oluyor bu.Ortalıkta görgü tanığı filan yok. Sadece şu yaralı var, belki kendine gelince bir şeyleranlatabilir ama Tonguç denen herifin teslim olması için bir neden yok."Muammer sözlerini sürdürürken odasına giriyoruz. Bizimki iri göbeğini masanınüzerinden kaydırarak koltuğuna yerleşirken, ben de iskemlelerden birine oturuyorum."Neden var aslında" diyorum. "Bir tür mafya hesaplaşması.""Tamam, o zaman" diyerek masanın üzerinde duran Marlboro paketini uzatıyor."Yaksana bi tane.""Yok, abı bıraktım, öleceksem kurşunla ölürüm, kanser olmaya niyetim yok.""Ben de bırakacam da" deyip bir tane sigara çekiyor paketten. Yakarken tamamlıyorcümlesini. "Konsantre olmak lazım, bir türlü fırsat bulamıyoruz işte."Sigaradan yayılan acı duman kokusu, küçük odayı doldururken anlatmayı sürdürüyor:"Sonra şu senin genç komiser geldi.""Ali...""Evet Ali... Aslında iyi çocuk, biraz aceleci ama iyi çocuk. Ben de bilmiyorum seninleçalıştığını, içeri geldi, bu bizim dosyamız filan diye konuşuyor. Başta tersledim, sonrabaktım senin adın geçiyor, yardım ettik oğlana.""Sağ olasın, nerede şimdi Ali?""Az evvel hastaneye gitti. Şu Ferhat adındaki şahıs, Bingöllü Kadirin yanındaki,kendine gelmiş, ifadesini alacak.""Adam kendine geldi demek, bu iyi haber." Muammer anlamamış yüzüme bakıyor."Niye iyi habermiş? Daha ne öğreneceksin? Katil kendi ayağıyla gelip teslim oldu, olaykapandı, daha neyi merak ediyorsun?""Biraz karışık be Muammer."Muammerin tombul yüzü geriliyor, mavi gözleri kısılıyor. Sigarasından derin bir nefesçektikten sonra:"Yoksa katil o kel herif değil mi?" diye soruyor."Olmayabilir. Biraz kurcalamak lazım.""Kurcala abi. Ben de şu emeklilik gelse de yakamı kurtarsam diye gün sayıyorum. Yasahi, sen niye emekli olmuyorsun Nevzat? Sen, benden daha evvel başlamadın mımesleğe?""Bırakmıyorlar ki Muammer. Yıllar önce emekli olmalıydım. Bizim Cengiz Müdür,teşkilatın ihtiyacı var dedi. Kaldık işte.""Külahıma anlat sen bunları. Yok, teşkilatın ihtiyacı varmış da... Yok,bırakmıyorlarmış da... Sanki kendi istemiyor. Sen dünden hazırsın kalmaya be.""Yok, Muammer, valla ben de yoruldum artık. Çok sürmez bir iki yıla kalmaz, isterimemekliliğimi."Đnanmayan gözlerle süzüyor beni."Hiç sanmıyorum abi." Sigarasından derin bir nefes çekiyor. "Şu Ali, yanımdan aradıseni. Buraya gelmen gerekmiyordu. Hiç üşenmeden, gece yarısı kalktın geldin.""Şahsı sorgulamam lazım.""Niye sen sorguluyormuşsun abi? Aslan gibi çocuk var yanında. O beceremez mi?Yok, Nevzat yok, bana hiç anlatma. Sen bu teşkilatı bırakamazsın. Aha burayayazıyorum, yapamazsın. Boş yere kendini kandırma."Yanıt vermeye hazırlanırken kapı vuruluyor, kahvelerin geldiğini sanan Muammer,"Gel" diyor. Ama içeriye kapıda gördüğüm travestiyle, dört polis giriyor. Đkisi travestiyidöven polisler, diğerleri, bir komiser ile komiser yardımcısı.
  • "Ne oldu Ragıp?" diye soruyor bizim Muammer.Ragıp adındaki komiser öne çıkıyor."Bu şahısla görüşmek istemişsiniz Başkomiserim." Đriyarı bir adam Ragıp, amagövdesinde bir oransızlık var, bacakları kısa, üst tarafı daha yapılı duruyor."Sen de mi onların yanındaydın Ragıp?" diyor Muammer."Yok, Başkomiserim, ben yanlarında değildim. Ama biliyorsunuz, bunlar benim ekip..."Muammer ters ters bakıyor Ragıpa. Adamı sevmiyor anlaşılan. Başıyla travestiyigöstererek, çıkışır gibi soruyor:"Tamam, tamam, neymiş bunun derdi?""Başkomiserim bu, Harbiye civarında bir bara takılıyor. Yani, o bardan müşteri bulup,fuhuş yapıyor. Bar Vali Konağına yakın. Daha evvel, ona bu barı kullanma diye,söyledik. Ama dinlemedi. Ekip de bunu almaya kalkınca, olmaz rezaleti çıkarmış. Şimdide ekipteki arkadaşlara iftira ediyor.""Yok, Başkomiserim" diye atılıyor travesti. Artık üzeri çıplak değil, kürklü bir kadınpaltosu geçirmiş sırtına, yüzünü de temizlemiş. Sol gözünün altındaki hafif morluğusaymazsak normal görünüyor. "Bunlar beni arabayla parka götürmek istediler.Maksatları parka götürüp, s..k.""Doğru konuş" diye gürlüyor Muammer. "Burası devlet dairesi, küfürlü sözcükkullanma.""Kusura bakmayın Başkomiserim... Yani benimle cinsel ilişkiye girmek istediler.""Bunlar dediğin kim?"Travesti, eliyle komiser yardımcısı ile memurları gösteriyor."Komiser Ragıp da var mıydı aralarında?"Travesti bir arı ne diyeceğini bilemiyor:"Yoktu, bu sefer yoktu ama daha önce..."Muammer öfkeyle doğruluyor masasından:"Yalan söylüyorsun lan" diye gürlüyor, sonra devlet dairesinde olduğunu kendisi deunutarak içinden geldiği gibi sözlerini bağlıyor. "Bak ağzına sıçarım senin. Doğrukonuş."Travesti bir an çekinir gibi oluyor ama hemen toparlanıyor."Yalan söylemiyorum Başkomiserim" diyerek eliyle komiseri gösteriyor, "Daha önceTakoz Ragıp..." Yutkunduktan sonra açıklıyor. "Aramızda adı Takoz Ragıptır. Beni vearkadaşlarımı defalarca s…i." Ağzından küfürlü laf çıktığım anlayınca yeniden yutkunupdüzeltiyor. "Yani defalarca cinsel ilişkiye girdi bizimle, hem de beş kuruş paraödemeden, hem de ekip otosunun içinde. Şimdi de bunlar."Muammerin kan beynine çıkıyor, ama ne desin? Kendi adamlarına bağırsa, fahişelikyapan bir travestinin sözüne inanıp bizi azarladı diyecekler. O da travestiye yükleniyor:"Bana bak, ne soruyorsam ona cevap ver. Ben Ragıpı mı soruyorum. Ben, sana buçocukları soruyorum."Travesti de ne diyeceğini bilmiyor, yediği sopayla zaten serseme dönmüş olanadamcağız iyice salaklaşıyor, yine de anlatmak istiyor ama Muammer izin vermiyor."Adın ne senin?""Kamelya...""Ne Kamelyası lan? Tepemi arttırmadan, gerçek ismini söyle?""Yani Abdurrahman...""Ha şöyle."Muammer sigarasından son bir nefes alıp, izmariti kül tablasında ezdikten sonra kançanağına dönmüş gözlerini Abdurrahmana dikiyor:
  • "Bak Abdurrahman. Şimdi sen böyle rahat rahat konuşuyorsun ya bence konuşma.Niye biliyor musun? Çünkü seni aldıkları sokakta kameralar var. Çünkü orada Vali Beyoturuyor. Kamera var ne demek, ne oldubittiyse, hepsi orada kayıtlı demek. Getirtirimkameraları, Türk filmi izler gibi burada hep beraber seyrederiz olanı biteni. Eğer yalansöylüyorsan, işte o zaman..."Abdurrahman olduğu yerde büzülmeye başlıyor."Ne oldu?" diyor Muammer, "sesin kesildi.""Başkomiserim" diyor Abdurrahman yutkunarak, "biz ekmeğimizi kazanmayaçalışıyoruz. Bunlar bize engel oluyorlar.""Oğlum, başka yerde kazan ekmeğini. Koca Đstanbulda, g.. meraklıları bir tek oradamı var? Memleket sapık dolu. Nereye tezgâh açsanız, düzinelerce müşteri gelir.Gitmeyin o bara. Bizim başımızı da belaya sokmayın. Bizim başımızı belaya sokmadans…n g…üzü..."Abdurrahman yanıt vermek yerine başını öne eğiyor."Aloo, duydun mu dediğimi?" diye üsteliyor Muammer. "O bara gitmeyeceksiniz.Tamam mı?""Tamam" diyor Abdurrahman. "Gitmeyeceğiz Başkomiserim.""iyi o zaman çıkın artık. Đki laf edemiyoruz arkadaşımızla şurada."Çıkarlarken Ragıp biraz arkada kalıyor. Başıyla, Abdurrahmanı göstererek:"Bunu ne yapalım Başkomiserim?" diye soruyor."Ne bileyim ne yapacaksınız" diye azarlıyor Muammer. "Nezarette yer varsa atın,yoksa gönder gitsin."Ragıp kapıyı kapatıp çıkınca:"Valla şaşırdım ne yapacağımı Nevzat" diye başlıyor dert yanmaya. "O memurlarmasum, hepsini tanıyorum ama bu Ragıp var ya, şu komiser olanı, işte o orospuçocuğunun Allahı. Bıraksak şu Đstanbul’da ne kadar ibne varsa hepsinin üstündengeçer. Öyle şerefsiz, öyle tiyniyetsiz bir herif. Gül gibi de karısı var. Bakmayakıyamazsın. Ama herif sapık. Travestinin onun hakkında söylediği doğru, parkta ekiparabasında iş bitiriyormuş. Çok şikâyet aldım. Ama temkinli orospu çocuğu. Bir açığımarıyorum, bulur bulmaz, düreceğim defterini."Đşte bizim meslek böyledir, sadece dışarıdaki kötülükle uğraşmazsın, bir de kendiiçimizdeki pislikle baş etmen gerekir. Üstelik kendi içindeki pisliklerle mücadeleetmek, dışarıdakilerle uğraşmaktan çok daha zordur. Çünkü herkesin, yukarılarda birtanıdığı, bir akrabası vardır. Herkes meslektaşına toleranslı yaklaşır. Teşkilat içindekihataların hoş görülmesini diler; kol kırılsa bile yen içinde kalmalıdır."Yaa... Nevzatçım işte böyle" diye sürdürüyor sözlerini Muammer. "Şimdi ben busapığın açığını yakalasam, meslekten men ettirsem, bir sürü insan bana düşmanolacak. Bak meslektaşına ne yaptı diye? Öyle değil mi?""Öyle, ama bu seni caydırmamalı. Böyle herifleri temizlemezsek, adaleti temsilettiğimize nasıl inandırabiliriz vatandaşı, daha da önemlisi biz nasıl inanabiliriz adaletitemsil ettiğimize?""Đnanamayız, kimseyi de inandıramayız. Böyle herifleri temizlesek de inandıramayızya. Hiç kimse hakkımızda iyi düşünmüyor abi. Hiç öyle halkın kurtarıcısıyız, suçlularınamansız düşmanıyız filan gibi boş hayallere kaptırma kendini. Öyle bir şey yok.Vatandaş da sahtekâr, işi düştü mü, korkuyla saygı gösteriyor bize, arkamızı dönerdönmez basıyorlar küfürü. Sen de içindesin işte, hep böyle oluyor. Daha iyi olabilir mi,belki. Ama dünyanın her yerinde böyle bu. Polis sevilmez abi. Eşyanın tabiatıNevzatçım, kömür taşıyanlar mutlaka kirlenir."

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...