03 Ekim 2014

KAVİM 2


KAVİM 2
  • "Adam 1970 doğumlu mu dedin?" diyerek Aliye dönüyorum. Emin olmak için bir dahanüfus kâğıdına bakıyor. "Evet 1970, eylül ayının otuzu." Maktule bakarakmırıldanıyorum: "Yani 35 yaşında olmalı. Ama daha yaşlı gösteriyor..." Şimdi cesedingözlerini inceleyen Zeynep, biraz geriye çekilip maktulün yüzüne bakıyor."Evet, en az kırklarında gösteriyor.""Adam hakkında başka bir bilgi?" diye soruyorum Şefike. "Nüfus kâğıdı ve bir ehliyet,başka bir şey yok. Ne bir diploma, ne bir tapu, ne de bir fotoğraf.""Nasıl yani, evde hiç fotoğrafı yok mu?""Vesikalık olanlar dışında hiç fotoğraf yok. Ne ailesiyle, ne de arkadaşlarıyla çekilmişbir fotoğrafa rastlamadık.""ilginç! Ne iş yapıyormuş bu adam?""Yandaki komşuya ticaretle uğraştığım söylemiş." Sorumu yanıtlayan Şefik, cesetleilgilenen Zeynepe dönüyor. "Bilekteki izi gördün mü?" Zeynep görmemiş, meraklasoruyor. "Nerede?""Sağ bileğinin içinde, nabız hizasında." Zeynep maktulün sağ elini çeviriyor, evet, işteorada Adamın bileğinin içinde çilek şeklinde bir leke var. "Dövme mi?" diye soruyorŞefik. Lekeyi inceleyen Zeynep:"Sanmıyorum" diyor, "doğum lekesi gibi." Zeynep adamın bileğini bırakıyor. Başınıkaldırıp önce Şefike, sonra bana bakıyor. "Silinmiş bir dövme de olabilir.""Silinmiş bir dövmeyse işimize yarar, Zeynepçim. Onu bir öğrenelim olur mu?""Emredersiniz Başkomiserim, inceleriz."Ali sehpanın üzerinde duran cep telefonuna bakıyor, neredeyse dokunacak."Henüz üzerindeki parmak izleri saptanmadı" diye uyarıyor Şefik. "Dikkat etsilebilirsin.""Sadece bakıyorum, maktulün mü?""Katil kendi telefonunu unutma salaklığını göstermediyse, maktulün."Ali ters ters bakıyor, tam Şefik’in ağzının payını verecekken içeri giren polis memuruengelliyor onu."Başkomiserim kapıda bir adam var, Yusuf Akdağı soruyor." Bu iyi işte, maktulügörmeye gelen bir adam.4Kafasında o kadar çok soru var ki, hiçbir dine inanamıyor.Maktulü görmeye gelen adam mutfakta ayakta dikiliyor. Aliyle içeri girdiğimizi farkedince, bize dönüyor, ilk dikkatimi çeken, adamın metal çerçeveli gözlüklerininardındaki iri ela gözleri oluyor. Genç biri; kısa, san saçları kendiliğinden dalgalı, boyuuzun değil ama hafif kamburca duruyor. Bu hali onu olduğundan daha çelimsizgösteriyor. Dayanıksız bir hanım evladı... Acaba öyle mi? Çünkü bizi fark edince terslikolduğunu sezinleyen birinin, belayı karşılamaya hazırlanan tavrıyla, gövdesini birazdaha kamburlaştırarak, gözlerini cesurca dikiyor yüzümüze. "Ne oluyor burada? YusufAbi nerede?""Buyurun, oturun" diyorum, mutfaktaki masanın üç iskemlesinden birini göstererek,"daha rahat konuşuruz." Teklifime aldırmadan ayakta dikilmeyi sürdürüyor. "Yusuf Abinerede?"
  • Sesi sert, âdeta tehditkâr. Eskiden olsa sinirlenirdim artık aldırmıyorum, apartmanboşluğuna açılan pencereden gelen yemek kokulan dikkatimi dağıtıyor. Bir ankarşımdaki adamı unutup, eski evimi hatırlıyorum. Eski evimdeki akşam yemeklerimizi.Karımın gülümseyişi, kızımın neşeli sesi... Boğazıma bir yumruk düğümleniyor. Buküçük mutfağa, karşımda dikilen bu metal çerçeveli gözlüklü adama, içerdeki cesede,yanımdaki Aliye herkese yabancılaşıyorum, buradan çekip gitmek istiyorum. Alininadama sorduğu soru beni kendime getiriyor. "Yusuf un nesi oluyorsun?"Sesi en az adamınla kadar sert, bir o kadar da otoriter. Adam çıkış karşısındaşaşalıyor. "Arkadaşı... Arkadaşı sayılırım." Ali, adamın burnunun dibine kadar sokuluyor."Arkadaşı mısın, arkadaşı mı sayılırsın?""Arkadaşı... Arkadaşıyım."Daha fazla beklemeden ben de katılıyorum muhabbete."Adın ne?""Can?""Can ne?""Can Nusayr Türkgil."Đlginç bir isim. Ali de benim gibi düşünüyor olacak ki soruyu yapıştırıyor hemen."Hıristiyan mısın?""Hayır, değilim.""Müslüman mısın?""Agnostiğim."Aliyle birbirimize bakıyoruz. Ali alaycı bir tavırla soruyor."Buyur?"Hiç umursamadan yineliyor Can:"Agnostik...""O dediğin nedir?""Bilinemezci" diye açıklıyor aceleyle. "Din, Tanrı konusunda kuşkulan olan. Kafasındao kadar çok soru var ki, hiçbir dine inanamıyor.""Dinsiz desene şuna.""Değil, bir yaratıcının olmadığına da inanamıyor. Dedim ya kafası karışık. Çok soruvar. Ne tam dinsiz, ne de inançlı biri."Ali anlamamış, bu yüzden de karşısındaki adamı iyice yadırgamış ters ters bakarken:"Đkinci ismim ne demiştin?" diye soruyorum Can’a."Nusayr.1""Evet, Nusayr? Anlamı ne?""Suriyede bir dağ adı."Suriye de nereden çıktı şimdi?"Sen nerelisin Can? Yani nerede doğdun?""Đstanbulda, ama merak ediyorsanız söyleyeyim, annem, babam Antakyalı, yani benArabım." Bunları açıklarken sesi giderek yükseliyor, sonunda dayanamayıp sormayabaşlıyor. "Bana neden böyle davranıyorsunuz? Niye bu sorulan soruyorsunuz? YoksaYusuf Abiye bir şey mi oldu?"Ama yanıt yerine Alinin sorusuyla karşılaşıyor. "Yusuf a bir şey mi olması gerekiyor?"Gözlerinden bir ürküntü geçiyor Can Nusayrın."Yok, bir şey olması gerekmiyor da...""Neden öyle söyledin o zaman?"Can ha panikledi, ha panikleyecek."Ne bileyim, siz... Bu kadar polis... Đnsan endişeleniyor haliyle."Ela gözleri, değil mi, dercesine bakıyor. Aldırmıyorum.
  • "Yusufu ne kadar zamandır tanıyorsun?""Bir yıldır... Belki biraz daha fazla..."Yarı bıçkın, yarı otoriter havasıyla Ali yine giriyor araya:"Bir yıl mı, daha mı fazla? Sen de hep muallâk konuşuyorsun birader."Can’ın yüzündeki telaş, korkuya dönüşüyor. Kendine güveni yıkılmak üzere, ama yinede direnmekten vazgeçmiyor."Ne bileyim, günü gününe hatırlamıyorum... Hem neler oluyor? Yusuf Abi nerede?""Yusuf öldürüldü" diye açıklıyorum.Açıklamamı yaparken, bir yandan da Can’ı inceliyorum. Sözlerim, pürüzsüz yüzününçarpılmasına, gözlerinin kısılmasına, dudaklarının aralanmasına neden oluyor."Öldürüldü mü?""Evet, öldürüldü, kalbine saplanmış bir bıçakla içeride yatıyor."Bir an inanmakta güçlük çekiyor, ama sonra anlıyor. Hayır, sanırım üzüntü duymuyor,şaşırmış gibi. Ya da öyle görünmeye çalışıyor, iskemleyi göstererek, teklifimiyineliyorum:"Buyurun oturun."Oturmak yerine sormayı seçiyor:"Ne zaman olmuş?""Henüz bilmiyoruz. Saatler önce diyebilirim."Sanki önemli bir ayrıntıyı anımsayacakmış gibi Canın gözleri derinleşiyor. Ali, onukendi haline bırakmıyor:"Yusufu en son ne zaman görmüştün?""Ne? Ne dediniz?"Anlamadı mı, zaman mı kazanmak istiyor?"Yusufu diyorum, en son ne zaman gördün?"Can yanıtlamak için acele etmiyor, az önceki teklifimi şimdi hatırlamış gibi iskemleyeçöküyor. Sonra güçlükle mırıldanıyor:"Birkaç gün önce... Malik Amcanın dükkânında.""Malik Amca da kim?""Antikacı. Kapalıçarşıda Orontes diye bir dükkânı var. Yusuf Abiyle onun sayesindetanıştım.""Sen de mi antikacısın?""Yoo, üniversitedeyim. Mimar Sinanda...""Öğrenci misin?""Yardımcı doçentim.""Hocasın yani. Ne öğretiyorsun peki?""Sanat tarihi.""Şu Malikle ilişkin ne?""Arada bir Malik Amcaya yardım ederim. Uzman olarak.""Nasıl uzman?""Eski metinler konusunda. Hıristiyanlığın ilk dönemlerindeki metinler... Yunanca,Latince bilirim, Aramice de.""Ya Yusuf? O da mı üniversitedeydi?""Yusuf Abi mi, yok, o üniversitede değildi.""Antikacı mıydı?""Yoo...""Malik Amcanın yanında ne arıyormuş?"Can yutkunuyor:
  • "Yusuf Abinin eski kitaplara, Hıristiyanlıkla ilgili dinsel metinlere merakı vardı" diyeaçıklamaya çalışıyor. "Biz de o yüzden arkadaş olduk zaten. Mesleğimi öğrenincepeşimi bırakmadı.""Peşini bırakmadı.""Yani görüşmek isteyen o oldu. Soracaklarım var, seninle konuşmak istiyorum dedi.""Ne konuşmak istiyormuş?""Hıristiyanlıkla ilgili konular.""Özellikle de Süryanîler, değil mi?" diyerek araya giriyorum."Evet, Süryanî tarihi de ilgisini çekiyordu." Birden gözlerini, yüzüme dikiyor. "Kimöldürmüş Yusuf Abiyi?" Yanıt alamayınca kendi tahminini yapıyor. "Katili yakalanmadıyani."Yardımcım bu fırsatı kaçırmıyor."Kim söyledi yakalanmadığım?" Can anlamamış şaşkın bakınca, Ali sakin açıklıyor."Belki de şu anda onunla konuşuyoruz."Can tokat yemiş gibi oluyor, karşı çıkmak için oturduğu iskemleden kalkmayaçalışıyor."Ben... Benden mi şüpheleniyorsunuz?"Ali eliyle Can’ın göğsünden iterek yeniden oturtuyor. Đskemleye otururken savunmayageçiyor genç adam:"Yanlış yapıyorsunuz, ben katil değilim. Katil olsam burada ne işim var?"Alinin keyfi yerine gelmiş, pek de hoşlanmadığı bu "entel" oğlanla oynamayısürdürüyor:"Cinayet masasında yaygın bir inanış vardır. Katiller suç işledikleri yere geridönerler.""Hayır, ben kimseyi öldürmedim. Hem. Yusuf Abiyi neden öldüreyim ki?""Bilmem, anlayacağız."Soruşturma tıkanmak üzereyken yeniden söze karışıyorum:"Yusuf, Süryanîydi değil mi?""Süryanîydi. Ama Süryanîlik hakkında fazla bilgisi yoktu." Yüzümüze bakıyor, bizsormadan açıklamasını sürdürüyor. "Çok küçükken ayrılmışlar Midyattan. Annesinibabasını bir trafik kazasında kaybetmiş. Onu, akrabaları büyütmüş, sonra çocukdenecek yaştayken Đstanbul’a gelmiş. Burada Süryanî cemaatiyle bağlarını kaybetmiş.O yüzden ne Süryanîler hakkında, ne de öteki Hıristiyan mezhepleri hakkında bilgisiyoktu. Öğrenmek istiyordu. Sürekli sorular sorardı bana.""iyi o zaman biraz da biz yararlanalım bilgilerinden" diyerek yeniden sorguya katılıyorAli. "Şimdi, Hıristiyanların bir sürü mezhebi var diyorsun, Yusufun anlaşamadığı,düşman olduğu böyle bir mezhep var mıydı?"Aliye bakıyorum, uzun zamandan beri ilk kez bu kadar iştahla bir soruşturmayürüttüğünü fark ediyorum. Sanırım sonunda o da ikna oldu. Galiba bu kez ilginç bircinayet davası yakaladığını düşünüyor. Aliye bakarken kendi gençliğimi hatırlıyorum.Elbette, Aliden çok değişiktim, bizim aldığımız terbiye, yetiştiğimiz ortam çok farklıydı.Farklıydı derken daha olumluydu demek istemiyorum, değişikti. Giysilerimiz, saçşeklimiz, hatta tabanca taşıyışımız bile değişikti. Haliyle düşüncelerimiz de. Bizimki miiyiydi, Alininki mi sahiden bilmiyorum. Dünya eskiden de o kadar iyi bir yer değildi,şimdi de değil. Sadece o zamanlar ben daha iyimserdim; en az bizim Ali kadar. Şu anonun gözlerindeki ateşin aynısı bir zamanlar benim gözlerimde de yanardı. Amaeskidendi, çok eskiden."Ee neden cevap vermiyorsun?" diyor Ali. Sanki Can’a değil de bana soruyor gibi:"Peki Başkomiserim neden artık heyecan duymuyorsun?"
  • Can’la birlikte ben de toparlanıyorum."Anlamadım ki" diyor Can. "Yani siz, Yusuf Abiyi gizli bir Hıristiyan tarikatınınöldürdüğünü mü söylüyorsunuz?""Söylemiyoruz" diyor Ali, "olabilir mi diye soruyoruz. Tabii katilin sen olabileceğinihtimalini de unutmadan."Can’ın kaşları çatılıyor. Alinin de benim de beklemediğim bir tepkiyle:"Bakın" diye uyarıyor, "eğer suçluysam gözaltına alın. Ben de avukatımı çağırayım."Can haklı. Ne yanıt verecek diye Aliye bakıyorum, yardımcım hiç duraksamıyor:"Avukatını hemen çağırabilirsin, ama bu senin üzerindeki şüpheleri kaldırmaz. Seninüzerindeki şüphelerin kalkması için çok iyi nedenlerinin olması lazım. Daha da önemlisio nedenlere bizim inanmamız lazım."Aslında boş konuşuyor, ama boş konuşsa da Can gibi okumuş yazmış bir adamınüzerinde bile söylediklerinin etkisi oluyor. Can daha uzlaşmacı bir sesle açıklamayaçalışıyor:"Ben masumum. Yusuf Abinin katilinin yakalanması için size her türlü yardımıyapmaya da hazırım. Ama beni neden zanlı olarak gördüğünüzü anlayamıyorum. Teksuçum Yusuf Abiyi tanımak. Onu tanıyan herkesten şüphe mi edeceksiniz?""Evet, hepsinden şüphe edeceğiz" diyor Ali. "Ama senin cinayet mahallini ziyaretettiğini de unutmayalım. Belki de cinayet mahalline düşürdüğün sana ait bir şeyialmaya geldin. Belki delilleri karartacaktın.""Yanılıyorsunuz... Ben sadece Yusuf Abiyi görmeye geldim. Bugün öğleden sonrabuluşacaktık, gelmedi. Telefonla aradım, yanıt vermedi, kalkıp evine geldim.""Farkında mısın Can" diyerek yeniden araya giriyorum, "size yardımcı olmaya hazırımdiyorsun ama Alinin sorduğu soruya hâlâ yanıt vermedin.""Hangi soruya?""Yusufu gizli bir Hıristiyan tarikatı öldürmüş olabilir mi?"Yanıtlamadan önce bir süre düşünüyor."Sanmıyorum" diyor ama kuşkulan var. "Hıristiyanlığın birçok mezhebi olduğu doğru.Ama onlar neden öldürsün Yusuf Abiyi? Hem böyle bir tarikat olduğundan bile emindeğilim.""Belki tarikat değil de fanatik bir Hıristiyan..." diye düşünmesine yardımcı oluyorum.Ela gözlerinde bir parıltı beliriyor, açıklayacak diye düşünüyorum, yapmıyor, parıltıbelirdiği gibi çabucak sönüveriyor."Bilmiyorum... Yusuf Abinin böyledir düşmanı olduğunu da sanmıyorum. Varsa dabenim haberim yok."Sözleri biter bitmez bakışlarını kaçırıyor. Bizden bir şeyler mi saklıyor, yoksa sadecesoruşturmanın yarattığı gerginlik mi?"Peki, şu Yusuf u anlat biraz" diyerek Ali yeniden başlıyor sorguya. "Bu adam kimdir,ne iş yapar?""Söylediğim gibi Đstanbul’da kimi kimsesi yokmuş. Sadece Mardinde birkaç akrabasıkalmış. Bir ara Merterde bir tekstil atölyesi açmış, sonra bu işlerin kendisine göreolmadığını anlayıp bırakmış. Yani bana öyle söyledi."Aklımdaki soruyu Ali dile getiriyor:"Geliri neredenmiş?""Miras kaldığını söylüyordu. Ailesi trafik kazasında ölmüş ya, reşit olunca Mardinegitmiş, bağlarını filan satmış, akrabalarıyla bölüşmüş. Ona da yüklüce bir pay kalmış.Öyle geçim sıkıntısı filan çektiğini görmedim. Cebinde hep parası olurdu.""Bekâr mıydı bu Yusuf?""Bekârdı."
  • "Kız arkadaşı filan?""Bir kız arkadaşı vardı, Meryem.""Meryem" diye mırıldanıyorum gülümseyerek, "ismi de ilginçmiş. Isa Peygamberinannesi Meryem gibi.""Evet, Đsa’nın annesi gibi." Gözlerinde muzip bir ifade beliriyor. "Yusuf da Đsa’nınbabasının ismi. Yani Tanrı babayı saymazsak."Ali umutlanıyor, hatta ben bile ona katılıyorum:"Yani?""Yok... Yok, bunlar tümüyle rastlantı" diye düzeltiyor Can. "Yusuf AbininHıristiyanlığa duyduğu merakla, kız arkadaşının adının Meryem olmasının hiçbir ilgisiyok.""Peki, şimdi nerede bu Meryem?""Bardadır, Ortaköyde Nazareth diye bir bar işletiyor.""Nazar et" diye yineliyor Ali. "Amma tuhaf isim. Millet nazar etme der, bunlar nazar etdiye isim koymuşlar mekânlarına."Can’ın gözlerinde Aliyi küçümseyen bir ifade beliriyor."Nazar et, değil, Nazareth. Anlamının da nazarla filan bir ilgisi yok. Nazareth Đsa’nınbir dönem yaşadığı yerin adıdır. Uzun yıllar Nazarethli Isa olarak anılmıştır.""Orası Nasıra değil mi?" diye itiraz ediyorum. "Benim bildiğim, Isa PeygambereNasıralı Isa diyorlardı."Bunu nereden biliyorsunuz türünden bir bakış fırlattıktan sonra yanıtlıyor Can:"Haklısınız, Đngilizce adını söyledim. Barın ismi Đngilizcesinden esinlenerek konulduçünkü." Yeniden o cin ifade beliriyor yüzünde. "Barın isminin Nazareth olması ötekiisimler gibi bir rastlantı değil, çünkü Meryem Ortaköydeki barı altı ay önce açtı. ĐsminiNazareth koyan da bizim Yusuf Abiydi."5Đsanın kan damlayan ayaklarının dibinde Mecdelli Meryem ağlıyor.Ortaköyde Nazarethi bulmak zor olmuyor. Bar, günün her saati taşıt seliyleçalkalanan ana caddeden denize doğru uzanan dar sokaklardan birinde yer alıyor.Nazarethi bulmak kolay ama ulaşmak zor. Dar sokak, tıpkı cadde gibi ana baba günü.Aliyle birlikte kendimizi kalabalığın akışına bırakıyoruz. Evet, yanımızda Zeynep yok,cinayet mahallinde kaldı. Savcı ile adlî tabibi bekleyecek. Laboratuara incelenmesigereken kanıtlan götürecek. Belki gece çalışacak, cinayeti aydınlatmamız için bize yeniveriler çıkaracak. Can’ı ise şehirden ayrılmaması koşuluyla serbest bıraktık. Đlginç birgenç Can. Bizden bir şeyler sakladığı da kesin, ama katil olduğunu söylemek şimdilikzor. Ali de benim gibi düşünüyor olacak ki, ondan pek hoşlanmasa bile Can’ın elinikolunu sallayarak gitmesine karşı çıkmadı. Üstelik Can, bu davada bize yardımcı daolabilir. Tabii olay göründüğü kadar karmaşıksa... Çünkü bunun gibi gizemlibağlantılarla başlayıp, iki günde basit bir alacak verecek meselesi olduğu açığa çıkanöyle çok olay gördüm ki. Meslek dışından olanlar, hep acayip olaylarla uğraştığımızısanır. Çözülmeyecek kadar karmaşık cinayetler, dünyanın en zeki katilleri, insanınkanını donduracak kadar ustalıkla gizlenmiş entrikalar. Birçok genç de böyle olaylarıçözme sevdasıyla atılır mesleğe. En karmaşık suçlan çözecek, gerçek suçluyu bulacak,adaleti sağlayacak. Henüz yaşamın örseleyemediği, kirletemediği, yenemediği gençinsanların güzel idealleri. Kuşkusuz polis olmak isteyen gençlerin hepsinin böyle
  • idealleri yoktur. Büyük çoğunluğu, ekmeğin aslanın ağzında olduğu bu memlekettegarantili bir iş bulmak için girer polis kolejine. Hem maaş alacaklar, hem de o gösterişliüniformaların içinde devletin gücünü taşıyacaklar, işlerini yapacaklar, suçlularıyakalayacaklar, zalimlerle savaşacaklar. Ama ister idealist düşüncelerle, ister mesleksahibi olmak için polis olsunlar, her iki grupta da çok sürmez bu duygular. Polisin rüyasısokaklara inince sona erer. Yani genellikle öyle olur. îlk günkü heyecanını sonunakadar koruyan, elinde bulundurduğu gücün olanaklarını kullanarak çıkar sağlamayanlarda vardır kuşkusuz. Ama onlar o kadar az ki. Ben, onlara gerçek kahramanlar diyorum.Bizim Ali de şimdilik onlardan biri gibi görünüyor. Şimdilik diyorum, çünkü çok genç.Eğer öldürülmezse ki Ali gibiler gözlerini budaktan sakınmadıkları için pek uzunyaşamazlar nasıl bir polis olacağını hep birlikte göreceğiz.Ali ne düşündüğümden habersiz heyecanla yürüyor yanımda. Kalabalıkla birliktesürüklenirken, eski, ahşap bir kapının önünde kırmızı neon harflerle yazılı Nazarethyazısını okuyorum. Nazarethin tsi öteki harflerden biraz daha büyük ve bir haçbiçiminde tasarlanmış. Ali, bir an duraksayarak, gördünüz mü Başkomiserim, dercesineyazıyı işaret ediyor. Başımı sallayarak yanıtlıyorum sorusunu. Ali neden isteksizolduğumu anlamamış, tuhaf bir ifadeyle bakıyor yüzüme. Yıllardır aradığı karmaşıkcinayeti sonunda bulmuş, neden aynı heyecanı paylaşmadığımı merak ediyor. Amapaylaşamıyorum işte. Ali yeniden bara yürümeye başlıyor. Hayır, artık beni beklemiyor,birkaç adım önde, aceleyle kalabalığı yararak ilerliyor. Ama arada bir bana bakmaktanda vazgeçmiyor: "Geride kalıyorsunuz Başkomiserim." Onu anlıyorum; içi kaynıyor,olayın bütün bilgilerine bir an önce ulaşmak için acele ediyor, oysa ben, bir kez daha,bir insana yakınının öldüğünü söyleyecek olmanın tedirginliğini taşıyorum. Bu işidefalarca yapmış olmama rağmen bu meslekte alışamadığım rutinlerden biridir. Demekki bir işi defalarca yapmış olmak, alışmak için yeterli olmuyor.Nazarethin önüne geldiğimizde, kafalarını kazıtmış, siyahlar içinde iki çam yarmasıkarşılıyor bizi. Biri at suratlı, öteki kirli sakallı. Tipleri tip değil anlayacağınız. Onlar dabizim tipimizden pek hoşlanmamış olacaklar ki, kendilerinden emin bir tavırla irigövdelerini, antika görünümlü ahşap kapının önüne siper etmeye çalışıyorlar. Aliiplemiyor aralarına dalıyor hızla. Ama herifler kararlı, üstelik kalıpları da neredeysebizim Alinin iki katı."Hoop birader" diyor kirli sakallı olanı, "nereye giriyorsun böyle, selamsız sabahsız?"Ali yanıt vermek yerine, kaşlarını çatarak, bir adım geriliyor. Gözlerinde öyle derin biröfke var ki, "Eyvah" diye geçiriyorum içimden, "şimdi herifin suratına bir tane çakacak."Ama korktuğun olmuyor. Ali sadece başını sallamakla yetiniyor, sonra kimliğini çıkarıpgösteriyor."Polis! Çekil bakalım."Çam yarmasının suratındaki ifade anında yumuşuyor."Kusura bakmayın bilmiyorduk memur bey.""Memur değil" diye tersliyor, Ali. Başıyla kimlik kartını gösteriyor. "Komiser...Komiser... Okuman yazman yok mu senin?"Aslında Ali hiç de öyle rütbe düşkünü biri değildir, ama heriften hoşlanmadı ya,çektirecek.Kirli sakallı eleman pişkin pişkin sırıtıyor; at suratlı olanında da aynı aptalgülümseme."Adın ne senin?" diye soruyorum kirli sakallıya."Tonguç Amirim.""Meryem Hanım içerde mi Tonguç?"
  • Tonguç ne diyeceğini bilemiyor, yardım et dercesine arkadaşına bakıyor. O dakararsız. Ne desinler şimdi? Ya patroniçenin polisle başı beladaysa? Bu kadarduraksadıklarına göre kadın içerde olmalı. Onların verecekleri yanıtı beklemedendalıyoruz içeriye. Tonguç da peşimizden. Bu arada arkadaşına da seslenmeyi ihmaletmiyor."Hemen dönerim Tayyar."Kapıdan girer girmez, loş bir dehliz açılıyor önümüzde. Dehlize girmemizle birliktederinden bir müzik çalınıyor kulağımıza; ağıta benziyor, çok eski bir ağıt. Daha önce hiçdinlememiş olsam da tanıdık geliyor ezgileri. Bakışlarım dehlizin birbirine paraleluzanan duvarlarına kayıyor. Duvarlar, tıpkı işittiğimiz müzik gibi eskiden, çok eskidenkalmış izlenimi veriyor. Duvarda ışıklarla aydınlatılan resimler var. Resimleri aydınlatanışıklar güçlü değil, yumuşak, âdeta ilahî bir kaynaktan yayılan huzmeler gibi. Tam böyledüşünürken, duvardakilerin birer fresk olduğunu fark ediyorum. Dikkatli bakıncabunların Isa Peygamberin yaşamı hakkında resimler olduğunu anlıyorum. Meryem veÇocuk Isa... Đsa’nın Yahya tarafından vaftiz edilmesi... Đsanın Lazarusu diriltmesi...Đsa’nın denizin üzerinde yürümesi... Son akşam yemeği... Yahudanın Zeytinlik DağındaĐsa’yı yakalatması... Đsa’nın, kendi çarmıhını taşıması... Đsanın yere düşmesi... Đsa’nınKafatası denilen yerde çarmıha gerilmesi... Kadınlar, Đsa’nın boş mezarının başında...Mecdelli Meryemin Đsa’yla karşılaşması... Havarilerin takdisi ve görevlendirilmesi...Đsanın göğe çıkışı... Bu resimleri açıklamama bakarak, sakın Hıristiyanlık konusundaderin bilgilere sahip olduğumu sanmayın. Hayır bunları, bizim Evgenia da anlatmadıbana. Evgenia Ortodokstur ama öyle dinle filan arası pek yoktur. Arada bir kiliseyegider, bir iki mum yakar, dilekte bulunur o kadar. Hıristiyanlıkla ilgili bilgileri DimitriAmca anlatırdı bana. Balattaki Patrikhanede papazdı. Herkes ona papaz efendi derdi,ben Dimitri Amca derdim. Karısı Madam Sulayla bahçeli küçük bir evde otururlardı.Bahçelerinde bahar aylarında erikler, kayısılar, dutlar olurdu, kışın ise iri sulu ayvalar.Madam Sula çok güzel ayva reçeli yapardı. Bir de kabak tatlısı. Çocukları yoktu, yazaylarında bahçelerinden çıkmazdım. Isa Peygamber hakkındaki bilgilerin hepsini DimitriAmcadan öğrendim. Hayır, Dimitri Amca beni Hıristiyan yapmak için anlatmadı, hattameraklı sorularımı bir süre geçiştirdi. Sanırım, bizimkilerin yanlış anlamasındankorkuyordu. Ama o kadar inatçı bir çocuktum ki, Đsa Peygamberin yaşamının bilinenyönlerini ayrıntısına kadar öğrenmeden bırakmadım zavallı adamın yakasını. Sonraunuttum gitti işte. Ama yine de bu resimlerin neyi anlattığını anlayabilecek kadaraklımda kalmış öğrendiklerim.Dar dehlizden çıktığımızda bizi büyük bir şaşkınlık bekliyor: Çünkü bara değil, âdetabir kiliseye giriyoruz. Ali şaşkınlıkla ellerini açarak söyleniyor:"Bu ne ya?" Sorusuna yanıt alamayınca, Tonguça dönüyor: "Ne oğlum burası böyle?Bar mı, kilise mi?""Bar Komiserim, bar.""Nasıl bar ya? Düpedüz kilise burası."Tonguç yutkunarak:"Aman Komiserim, ne kilisesi?" diye açıklamaya çalışıyor. "Elhamdülillah hepimizMüslüman’ız.""Müslüman’ız da kardeşim, nedir bu böyle? Misyonerlik mi yapıyorsunuz burada?""Misyonerlik yapar mıyız hiç! Allaha şükür, biz kitabımıza, bayrağımıza bağlıinsanlarız. Ama millet böyle eksantrik işleri seviyor. Đsa Peygamber hakkında kitaplarfilan çok modaymış şimdi. Meryem Abla da atmosfer yaptı. Bana kalsa boş iş,müşterimiz filan da artmadı ama Meryem Abla böyle istedi."
  • Tonguç açıklamasını sürdürürken, içeriyi süzüyorum. Sonradan yapıldığı belli olansütunlar, tavanda nakışlı bir kubbe, duvarlara gömülmüş gibi duran yapay mezarlar.Oturma biçimi bile kilisedeki gibi düzenlenmiş. Hiç iskemle yok, sadece sıralar var. Tekfark, sıralar arka arkaya değil de yüz yüze konulmuş; tabii aralarına birer masayerleştirilecek kadar da açıklık bırakılmış. Aralara konulan masaların hepsi ahşap vegösterişsiz, yani genel dekorla uyum içinde. Masaların sadece ikisi dolu. Dışarıdakikalabalık buraya pek rağbet etmiyor anlaşılan. Masaların birinde üç, ötekinde dörtmüşteri var; kendi aralarında konuşuyorlar. Konuşmuyorlar da âdeta birbirlerinefısıldıyorlar. Ham camide ya da kilisede saygı gereği sesini yükseltmeden konuşursunya, tıpkı öyle. Bar tezgâhı tam karşıda duruyor. Yani papazın ya da pederin bulunmasıgereken kürsünün yerinde. Tezgâhın başında siyahlar giyinmiş bir barmen var.Barmenin hemen arkasında en az iki metre boyunda, bir buçuk metre eninde kocamanbir pencere yer alıyor. Pencerenin dört camını birleştiren çerçevelerin iç tahtalarıfosforlu bir boyayla kırmızıya boyanarak, doğal bu haç oluşturmuş. Tezgâhın soltarafında ahşaptan yapılma bir günah çıkarma yeri bile var. Ama etrafta yönetim odasıgibi bir yer göremiyorum."Eee, nerede şu senin patroniçe?" diyorum Tonguça.Eliyle günah çıkarma yerini gösteriyor."Ofisi şu küçük odanın arkasında."Ali gülüyor."Demek burada günah, senin patroniçeye çıkartılıyor."Duraksamamızı fırsat bilen Tonguç, küçük bir hamleyle önümüze geçiyor."Ben geldiğinizi haber vereyim" diyerek günah çıkarma yerinin koyu tül perdesinikaldırıp içeri dalıyor; durur muyuz, biz de arkasından, içeri girdiğimizde ahşap birkapının başka bir odaya açıldığını görüyoruz. Tonguç önde biz arkada giriyoruz odaya.Küçük, ama bardan daha aydınlık bir mekân burası. Siyah, ahşap masanın başında birkadın oturuyor. Masanın önünde siyah dört koltuk. Kadın, otuz yaşlarında, kızıl saçlı,güzel. Güzel değil de, çekici. Đçeri girdiğimizi fark etmiş, o da bize bakıyor. Yüzündeşaşkınlıktan çok, keder var. Ama barın koruması, kadının durumunu anlamamış,açıklamaya çalışıyor."Meryem Abla, beyler polis."Kadının yüzünde, ne bir ürküntü, ne bir telaş beliriyor. Oturduğu yerden öylecebakıyor bize."Tamam" diyor sonra titrek bir sesle, "buyursunlar."Sesi titriyor! Evet, bu kadın ağlamış. Elindeki mendil yargımı kesinleştiriyor."Buyurun oturun" diyor burnunu çekerek. Metin görünmeye çalışıyor. "Buyurun,sanırım Yusuf için geldiniz."Gösterdiği koltuklara otururken, demek öğrenmiş, diye geçiriyorum içimden. Kimdenacaba? Alinin aklından da aynı som geçiyor olmalı ki, birbirimize bakma gereksinimiduyuyoruz. Ama gerçeği öğrenmenin tek yolu var, sormak; Ali de onu yapıyor."Kimden öğrendiniz?""Bunun ne önemi var?" diyor Meryem. "Yusuf öldükten sonra..." Daha fazlasürdüremiyor, elindeki mendili ağzına kapatarak sessizce ağlamaya başlıyor yeniden."Yusuf Abi öldü mü?" diye şaşkınlıkla soruyor Tonguç. "Daha geçen hafta buradaydı."Ali, eliyle sus işareti yapıyor korumaya. Yardımcımın tavrı öyle kesin M, Tonguçmerakını bastırıp, susuyor. Susmasa ne olacak, ona yanıt verecek tek kişi olan MeryemAblası, şu anda içinden köpürüp gelen hıçkırıkları bastırmaya çalışmakta. Ama hiç debaşarılı olduğu söylenemez. Ali ile ben karşılıklı koltuklara oturmuş, Tonguç ayakta,kadının durulması için bekliyoruz. O arada bakışlarım kadının arkasındaki duvara
  • yapılmış freske kayıyor. Freskte Isa Peygamberin çarmıha gerilme sahnesicanlandırılmış. Çarmıhın hemen önünde dört kadın var: bunlardan biri Đsa’nın annesiMeryem, öteki ikisini tanımıyorum, ama kızıl saçlı olanının Mecdelli Meryem olduğunubiliyorum, Đsa’nın kan damlayan ayaklarının dibinde Mecdelli Meryem ağlıyor. Resminhemen altında, sanatın bittiği, gerçeğin başladığı yerde ise bizim Süryanî Yusufunsevgilisi, kızıl saçlı Meryem ağlıyor. Kuşkusuz Ortaköylü Meryem ile Mecdelli Meryeminbir ilgisi yok ama yine de tuhaf bir duyguya kapılmaktan kendimi alamıyorum. SonundaOrtaköylü Meryem toparlanıyor, mendille burnunu, yüzünü siliyor. Mendili indirincekadının yüzüne daha yakından bakma fırsatım oluyor. Çekici kadın, ama nasıl desemyüzünde edepsiz, edepsiz değil de cüretkâr bir taraf var. Meydan okuyan siyah gözler,küstah kalın dudaklar, konuşurken kanatlan tutkuyla açılan dik bir burun. Ama galibaburnunda bir yapaylık var, büyük olasılıkla bir estetik cerrahının neşteri değmiş. Đlgilibakışlarımdan utanan Meryem:"Özür dilerim..." diye kekeliyor. "Sizin önünüzde... Böyle hüngür hüngür..."Kadının sahici bir kederi var. içim burkuluyor."Öncelikle başınız sağ olsun" diyorum. Meryem, derinden bir iç çekişle karşılıkveriyor. Bırakırsam yeniden ağlamaya başlayacak. "Kusurumuza bakmayın, böyle apartopar geldik. Ama siz de katilin bir an önce yakalanmasını istersiniz."Yüzü değişiyor, burun kanatları öfkeyle açılıyor, gözlerindeki keder yerini derin birkine bırakıyor."Kimin öldürdüğü belli mi?""Değil, sizin yardımcı olacağınızı umuyoruz."Kadın düşünmeye başlıyor; zeytin karası gözleri, kızarmış göz aklarının içinde nereyegideceğini bilmeyen balıklar gibi huzursuz, kıpırtılı."Düşmanı, kavgalı olduğu biri var mıydı?" diye soruyor Ali. "Alacak verecek meselesi,gönül işleri."Meryem ters ters bakıyor; son iki sözcüğe takılmış:"Gönül işleri filan yok" diyor gergin bir sesle. "Borcu da yoktu, alacağı da."Kadının sinirleniyor olması Alinin umurunda değil."Ya burası? Ortak mıydınız? Galiba barın adım Yusuf koymuş.""Ortak değildik" diye çıkışıyor kadın. "Benim olan ne varsa hepsi Yusuf undu.""Yusuf un olan her şey de sizin miydi?""Ne demek istiyorsunuz?""Bir şey demek istemiyorum, sadece anlamaya çalışıyorum."iyi polis olarak araya girme zamanım geldi."Yusuf sık gelir miydi bara?"Meryem bana dönüyor, ama sorumu anlayamamış."Ne?"Onun yerine Tonguç yanıtlamaya kalkıyor soruyu."Yusuf Abi gün aşırı uğrardı." Duraksıyor, gözleri dolmuş, neredeyse ağlayacak."Delikanlı adamdı..." Ne söyleyeceğini bilmiyor. "Yani öyle böyle adam değildi." Sağgözünde bir damla yaş beliriyor. "Zor gelir dünyaya Yusuf Abi gibi adamlar."Meryem korumasına bakıyor. Hayır, öfkeyle değil, şefkatle ama yine de kontrolü eldenbırakmıyor. Yüzündeki keder dağılmasa da, hükümran patroniçe rolüne geri dönüyor."Hadi sen dışarı çık Tonguç." Ses buyurgan ve kendinden emin. Tonguç gıkınıçıkarmadan kapıya yöneliyor. Ama patroniçe yeniden sesleniyor adamın arkasından."Dur, dur." Bize dönüyor. "Kusura bakmayın sormayı da unuttuk. Ne içersiniz?""Teşekkür ederiz, bir şey içmeyiz" diyecek oluyorum."Alkol olması gerekmez, çayımız, kahvemiz de var."
  • "O zaman sade bir Türk kahvesi.""Ya siz?" diyerek Aliye dönüyor kadın."Varsa, sert bir neskafenizi içerim.""Yeşime söyle de getirsin" diyor Meryem, odanın ortasında dikilen gözü yaşlıTonguça. Kadının karşısında hazır olda duran koruma, saygıyla başını öne eğiyor:"Tamam Abla."Tonguç çıkar çıkmaz sorumu tekrarlıyorum: "Yusuf diyorum, sık gelir miydi bara?""Tonguçun da söylediği gibi gün aşın uğrardı, ama işlerime karışmazdı.""Karışmazdı diyorsunuz da" diyor Ali, "isminden dekoruna kadar barla Yusufilgilenmiş."Meryem soğukkanlılığını korumaya çalışıyor."Gerektiğinde yardımıma koşmaktan çekinmezdi. Barla ilgili yardım isteği de ondandeğil, benden geldi. Buraya işler için değil, beni görmeye gelirdi.""Ama bir haftadır uğramamış" diyor Ali. Belki bunu yapmak istemiyor ama sesindealaycı bir ton var. Meryemin bakışlarındaki öfke kıvılcımlarını fark edince açıklamakzorunda kalıyor. "Adamınız öyle söyledi. En son geçen hafta gelmiş Yusuf buraya."Meryemin öfkesi geçer gibi oluyor."Doğru... Geçen haftadan beri uğramıyordu." Kısa bir suskunluk oluyor ama uzatmıyorMeryem, biz sormadan yanıtlıyor. "Tartışmıştık. Kızmıştı bana..." Konuşamıyor.Gözlerinde yeni damlalar beliriyor, elindeki mendille kirpiklerinden yanaklarına uzananıslaklığı kurulayarak sürdürüyor sözlerini. "Hiç yüzünden onu kırmıştım. Barda işler kötügidiyordu. Gergindim. Mesele çıkardım. O da çekip gitti. Sonra gururuma yediriparayamadım, o da aramadı. Bilseydim..."Kadın yeniden gözyaşlarına boğuluyor, yine onun sakinleşmesini bekliyoruz. Çoksürmüyor, Meryem burnunu çekerek, masanın üzerindeki sigara paketini alıyor. Đçindensigara çıkarmaya çalışırken, duraksıyor, aklına yeni gelmiş gibi bize uzatıyor."Đçer misiniz?"Almıyoruz. Meryem bir tane yakıyor. Ardı ardına birkaç derin nefes çekiyor. Yanmıştütünün kokusu odaya yayılırken:"Yusuf, Hıristiyanlık konusunda oldukça bilgiliymiş" diyorum. Bir yandan sözlerimenasıl bir tepki verecek diye onu süzüyorum. "Evinde Tevrat, Đncil bulduk, bir debuhurdanlık."Anımsamış, dalgın gülümsüyor."Evet, tütsü kokusunu çok severdi.""Sevdiği için mi tütsü yakardı, yoksa başka kokulan bastırsın diye mi?"Meryem bir an ne söyleyeceğini bilemiyor. Ali kendinden emin açıklıyor."Yusufun eninde esrar içilmiş. Yusuf tütsüyü, esrar kokusunu bastırmak için miyakardı?""Hayır" diyor Meryem, "sevdiği için yakardı.""Peki siz?""Ben de severim tütsü kokusunu.""Ya esrarı?""Ben esrar içmem. Sadece sigara...""Ama Yusuf içerdi...""Onu bilmem, ama ben içmem."Đnatlaşmanın anlamı yok."Şu Hıristiyanlık meselesi Meryem Hanım..."Kadın, esrar konusunun kapanmasından memnun, bana dönünce sorumutamamlıyorum. "Siz de Hıristiyan mısınız?"
  • "Hayır" diyerek sigarasını önündeki küllüğe bırakıyor Meryem, "Yusuf da öyle dindarbiri değildi. Kiliseye gittiğini filan hiç görmedim."Ali, kadının açığım yakalar yakalamaz, yapıştırıyor soruyu."Ama burayı bir kilise gibi düzenlemekten çekinmemiş.""Niye çekinsin ki. Biz esnafız. Burada iş yapıyoruz. Ne tutarsa, müşteri neyi isterse,barımızı ona göre düzenleriz.""Bu sefer pek tutmamış galiba.""Henüz erken, müşteri alışamadı." Bir an, uzanıp kül tablasındaki sigarasını alıyor.Derin derin birkaç nefes çektikten sonra açıklıyor. "Bazen de tutmuyor işte.""Can da gelir miydi buraya?" diyerek konuya dönüyorum yeniden. "Can’ı tanıyorsunuzdeğil mi?"Meryem bir an suskun kalıyor."Hani şu Antakyalı" diye açıklamak zorunda kalıyorum. "Hıristiyanlık konusundauzmanmış. Yusufun evinde karşılaştık. Söylediğine göre iyi arkadaşlarmış.""iyi arkadaşlardı" diye onaylıyor Meryem, "iyi çocuktur Can. Altın gibi bir kalbi vardır.""Yusufun öldürüldüğünü de ondan öğrendiniz değil mi?"Tahmin edeceğiniz gibi, bu iğneleyici soru da Aliden geliyor."Evet, Çandan öğrendim. Suç mu?""Yok... Niye suç olsun ki? Nasıl öldürüldüğünü de anlattı mı?""Hayır, bıçaklandığını söyledi sadece. Öyle değil mi?"Meryemin yüzü karışıyor, neredeyse metanetini yitirecek."Ne yazık ki öyle" diyorum. Meryem sigarasına sığmıyor. Fırsattan yararlanıp, yeni birsomya geçiyorum. "Yusufun kiliseye pek sık gitmediğini söylediniz ama o birHıristiyandı. Anladığım kadarıyla da Hıristiyanlık üzerine kafa yoruyormuş. Can’la öylearkadaş olmuşlar değil mi?"Meryem başını sallayarak onaylayınca, konuşmayı sürdürüyorum."Yani diyorum ki, bu araştırmaları sırasında, bazı Hıristiyan mezhepleriyle takışmışolabilir mi? Onların arasından bir mezhep ya da çılgının biri Yusuf a düşmanlık duymuşolabilir mi?"Yanıtlamadan önce sözlerimi kafasında tartıyor;"Yoo" diyor, "sanmıyorum. Tanıdığı pek Hıristiyan yoktu. Hıristiyan olarak ona enyakın olan kişi, Malikti.""Kuyumcu Malik mi?""Antikacı" diye düzeltiyor Meryem. "Kapalıçarşıda dükkânı var. Đlginç bir adamdır.Rüya âleminde yaşıyor gibi. Anlattıklarının hangisi hayal, hangisi gerçekanlayamıyorsunuz. Hıristiyanlıkla kafayı bozmuş. Normal bir adam değil anlayacağınız."Önemli bir bulguyla karşılaşmış gibi geriliyor Alinin yüzü."Nasıl normal değil?"Meryem, bizim Alinin ne düşündüğünü anlamış gibi:"Sandığınız gibi değil. Malik kimseyi öldüremez. Hem Yusufu da çok severdi.""Nasıl tanışmışlar Malikle?""Onu bilmiyorum. Ama nasıl olsa Malikle konuşacaksınız, size anlatır."Soru nöbetini yeniden ben devralıyorum."Başka tanıdığı Hıristiyan yok muydu Yusuf un? Kiliseye pek sık gitmediğinisöylediniz ama bayramlarda, özel günlerde filan giderdi değil mi?""Bir kere birlikte gittik. Şu Beyoğlundaki büyük kiliseye. Hani Galatasaray Lisesinigeçip Tünele giderken sol tarafta.""SaintAntoine mı?"
  • "Evet, adı oydu galiba. Caddenin üzerindeki en büyük kilise. Đçerisi de çok güzeldi. ikiyanda mum yakılacak yerler var. Yusuf dua etti, ben de dilekte bulundum."Alinin bir münasebetsizlik edip, kadının dileğim sormaya kalkışmasından çekinereksorulara devam ediyorum:"O kilisede tanıdığı kimse var mıydı? Papaz, peder, yani din adamlarından birileri?""Sanmıyorum. Varsa da ben bilmiyorum.""Yusufla konuşmalarınız sırasında ismini duyduğunuz birileri yok muydu?"Meryem anımsamaya çalışırken kapı vuruluyor, ardından elindeki tepsidekahvelerimizi taşıyan genç bir kız giriyor içeri. Girer girmez de gözlerini bizim yakışıklıAliye dikiyor."Neskafe sizin mi?"Bizimki, kızı etkilediğini anlamış, kasılıyor ama hiç yapmacık değil, çocuğun içindengeliyor: ee ne de olsa delikanlı. Kendisini izlediğimi fark edince toparlanıp, yanıtlıyorgarson kızın sorusunu: "Neskafe benim, sade kahve de Baş komiserimin."Kız, Alinin baş komiserini hiç umursamıyor, önce onun kahvesini, sonra benimkiniveriyor. Sigarasından birkaç nefes alan Meryem de, onlara bakıyor ama olanın biteninfarkında değil, Yusufun Hıristiyan bir tanıdığı var mıydı, büyük olasılıkla onu düşünüyor.Garson kız kahvelerimizle birlikte aklını da odada bırakıp çıktıktan sonra, MeryemHanım açıklıyor:"Aslında Yusufun sık sık bahsettiği biri vardı" diye açıklıyor bana dönerek. "AmaHıristiyan mıdır bilmiyorum?" Artık izmarit haline gelen sigarasını kül tablasınabastırıyor. "Adını hatırlamaya çalışıyorum. Hah hatırladım. Timuçin... Evet, Timuçin.Yusuf konuşmalarında Timuçin diye birinden bahsederdi.""Timuçin adında birinin Hıristiyan olacağını sanmıyorum" diyor Ali kahvesinden biryudum aldıktan sonra. "Bir Türk, nasıl Hıristiyan olabilir?""Yanılıyorsunuz" diyor Meryem. "Dünyada Hıristiyan olan binlerce Türk var."Alinin kafası karışmış, itiraz etmeye hazırlanıyor, ama buna izin vermeye hiç niyetimyok."Peki, kimmiş bu Timuçin?""Bilmiyorum. Aslında adam hakkında hiç konuşmadık. Yusuf birkaç kez, Yarınmeşgulüm, Timuçin Abiyle görüşeceğim demişti. Bir keresinde de ruhsat sorunumuzçıkmıştı, Timuçin Abiye söylerim o halleder demişti.""Halletti mi?" diyorum."Halletti. Sanırım, Yusuf zaman zaman Timuçinle görüşüyordu. Aralarında bir işbağlantısı da olabilir."Timuçin, cinayetin çözümünde önemli bir bağlantı olabilir. Ali de benimle aynı kanıdaolacak ki, olayın üzerine gidiyor."Ama siz, bu Timuçini hiç görmediniz?"Sesi kuşku yüklü, yoksa bize yalan mı söylüyorsunuz, der gibi."Görmedim" diyor Meryem. Alinin imasını anlamış, sesi sert çıkıyor. "Hiç görmedim.Kimdir, kaç yaşındadır, ne iş yapar bilmiyorum.""Yusuf diyorum, "sever miydi Timuçini? Onu görmemiş olabilirsiniz ama onunlatelefonda konuşurken yanındaymışsınız. Yusuf un, Timuçin hakkında nelerdüşündüğünü anlamışsınızdır.""Belki Yusuf da anlatmıştır size" diye ekliyor Ali.Meryem Aliye bakıyor, artık gözlerinde öfke yok."Pek bir şey anlatmadı, sanının ondan biraz çekiniyordu. Saygı da duyuyordu. Yusufiçin önemli biri olduğunu düşünürdüm..."
  • Bu bilgi işimize yarayacak mı bilmiyorum ama hiç yoktan iyidir. Soğumaya yüz tutmuşkahvemden ilk yudumu alıyorum. Kahve pek güzel değil."Hiç sormadınız mı Yusufa?" diye sürdürüyor Ali. "Bu Timuçin kim diye?""Sormadım. Aramızda ilan edilmemiş bir anlaşma vardı. Geçmişimiz hakkında hiçkonuşmazdık."Soluk almadan ikinci soruyu yetiştiriyor Ali:"Neden?"Meryemin kaşları çatılıyor:"Bunun sizi ilgilendirdiğini sanmıyorum."Biliyorum Ali üsteleyecek, belki öğrenecekleri işimize yarayacak ama kadımkarşımıza almanın şimdilik bir anlamı yok."Yani sadece Timuçin değil, Yusuf hakkında da çok fazla bir şey bilmiyorsunuz"diyorum."Aynen öyle.""Đşte bunu anlayamıyorum" diyor Ali. Sanki isyan eder gibi. "Đyi tanımadığınız biriylenasıl arkadaş olabilirsiniz?"Meryem gözlerini kısarak Aliyi süzüyor. Bakışlarında düşmanlık yok, küçümseme var,biraz da alaycılık,"Sizin kız arkadaşınız var mı?" diye soruyor.Ali toparlanıyor, yanıtlamayacak diyorum, ama yanıtlıyor."Yok.""Şaşırmadım... Böyle giderse hiç de olmayacak."Bizimki anlamamış, öylece bakıyor."Olmayacak" diye sürdürüyor Meryem, "çünkü şu dünyada tümüyle tanıyacağın biriyoktur." Alinin susması kadını iyice cesaretlendiriyor. "Söyler misiniz bana, sizkendinizi ne kadar tanıyorsunuz?" Başıyla beni işaret ediyor. "Yanınızda Amiriniz var.Eminim onunla tehlikelere atıldınız, ölümlere göğüs gerdiniz. Mesleğiniz gereği diyorum.Mesela onu ne kadar tanıyorsunuz?" Meryem başını iki yana sallıyor. "Kimse kimseyitanıyamaz. Tanıdığımızı sanırız. Tanıdığımız kadarına inanırız. Eğer gerçekten tanısak,bırakın aşkı filan, kimse kimseyle arkadaş bile olamaz."Kadının söyledikleri ne kadar doğru bilmiyorum, ama görmüş geçirmiş biri olduğukesin. Aliyi etkilemiş olduğu da kesin, çünkü bizimki, dut yemiş bülbül gibi nediyeceğini bilemeden bel bel Meryeme bakıyor. Soruyu sormak da bana kalıyor."Doğru söylüyorsunuz da Meryem Hanım" diyorum. "Sözlerinizde kafamı kurcalayanbir nokta var. Özür dilerim, isterseniz yanıtlamayın ama, Yusufu merak etmiyormuydunuz? Gerçekte kim bu adam? Kimlerle görüşüyor, ne işle uğraşıyor?" Kısa birkararsızlığın ardından yanıtlıyor Meryem: "Bir kısmım biliyordum zaten. Timuçin gibi hiçtanımadığım, hiç görmedim arkadaşlarını ise merak ediyordum elbette. Eminim Yusufda, onunla tanışmadan önceki hayatımı merak ediyordu. Ama bana hiç soru sormadı,ben de ona soramazdım. Açık konuşmak gerekirse biraz da duyacaklarımdankorkuyordum. Duyacaklarımın kafamdaki, yüreğimdeki Yusufla uyuşmayacağındankorkuyordum." Bakışlarını Aliye çeviriyor. Kendinden emin açıklıyor. "Gerçekler herzaman güzel olmayabilir. Bazen, ne kadar az şey bilirsen, o kadar iyidir."6Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorsunuz.
  • Meryemin odasından çıkınca, derinden gelen o müziği yeniden duyuyorum, bir tütsükokusu çalmıyor burnuma; tıpkı Yusufun evindeki koku. Birkaç adım atmaya kalmıyor,Tonguç beliriyor yanımızda. îri pençelerini saygıyla önünde kavuşturmuş, kederli gözleriyüzümüzde."Buyurun, sizi geçireyim Amirim" diyor.Buna bir itirazım yok, hatta seviniyorum çünkü ona soracaklarım var."iyi o zaman hadi gidelim" diyorum, ama gözleri barın içini tarayan Ali, kulağımaeğiliyor:"Başkomiserim, şu garson kızla bir konuşayım diyorum."Alinin gerçek niyetini kestirmek zor, ama ne kadar çok insandan bilgi alırsak o kadariyi."Tamam" diyorum, "çok uzatma, kapıda bekliyorum."Merakla bizi izleyen Tonguçun koluna girerek, benden en az bir baş daha uzun olanbu iri adamı çıkışa doğru sürüklüyorum."Hadi gidelim, o bize yetişir."Tonguçun bakışları Alide kalıyor, soru sormasına fırsat vermeden konuyu açıyorum."Yusufu severdin değil mi?"Tonguç durup yüzüme bakıyor."Severdim Amirim" diyor, kalıbından umulmayan duygusal bir sesle. "Öyle yiğit, öyleiyi bir adam görmedim ben. Sessiz, sakin ama çok sağlam biriydi."Yeniden yürümeye başlıyoruz, boş sıraların arasından geçerken soruyorum:"Sence kim yapmıştır bu işi?"Bu kez durmuyor, yürürken, loş ışıkta bile parıldamayı sürdüren kabak kafasınısallayarak yanıtlıyor sorumu:"Bilmiyorum Amirim... Deminden beri bunu düşünüyorum. Yusuf Abiyi kim öldürmekisteyebilir? Hadi öldürmek istedi, buna nasıl cesaret edebilir?""Neden cesaret edemesin?""Yusuf Abiyi tanısaydınız bunu sormazdınız Amirim. Acayip bir adamdı. Gözü kara,bileğine sağlam, ordunun içine sal, adam alıp çıksın. Kimse ona bulaşmak istemezdi."Yusuf un kanepenin üzerinde yatan kaslı bedeni geliyor gözlerimin önüne."Ama" diyorum, "el elden üstündür. Bak onu da öldürdüler.""Kahpeliktir Amirim. Tuzak kurmuşlardır, başka türlü yapamazlardı.""Tanıdığı birileri olabilir mi? Mesela Nazarethten birileri."Şaşırmış, yüzüme bakıyor."Yok... Yok, Amirim buradan öyle biri çıkmaz. Hem buradaki herkes çok severdi YusufAbiyi.""Başta da Meryem Hanım."Dazlak başını sallayarak onaylıyor:"Başta da Meryem Abla. Nasıl yıkıldı kadıncağız. Bakmayın öyle metin göründüğüne,artık nasıl toparlar bilmiyorum.""Aralan pekiyi değilmiş. Bir haftadır görüşmüyorlarmış..."Tonguç sanki biri duyacakmış gibi ürkek gözlerle çevresine bakmadıktan sonra,"Kabahat Meryem Ablamındı Amirim" diye fısıldıyor. "Önce Yusuf Abiden yardım istedi;ban, kilise gibi düzenleyelim diye. Yusuf Abi de o sansın oğlanı getirdi. Üniversitedehoca mıymış neymiş.""Can mı?"
  • "Evet Can. Benim pek kanım ısınmadı oğlana. Şu entel yavşaklardan biri. Burnu birkarış havada. Anlayamadığım, Yusuf Abi gibi bir adamın, böyle bir dallamayla ne işininolduğu.""Neyse" diyorum, "barın dekorasyon işini anlatıyordun.""Evet Amirim. Meryem Abla ısrar edince, Can denen bu oğlan geldi. Yanma kan kılıklıbir de mimar almış. Çizdiler, yazdılar, sonra da ban bu hale getirdiler. O zaman dasöyledim. Bu iş tutmaz. Siz Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorsunuz diye. AmaMeryem Abla dinlemedi. Sonunda dediğim çıktı. Bakın içerde sadece iki masa dolu. Herakşam böyle. Đş tutmayınca, Meryem Ablanın kimyası bozuldu. Sanki bu işi Yusuf Abiyapalım demiş gibi, bozuk çalmaya başladı. Yusuf Abi onurlu adam, yemedi bu laflan.Ceketini kaptığı gibi çıktı gitti bardan. Meryem Abla da gururlu kadın. Bir türlü arayıpözür dileyemedi. Yazık oldu. Küskün kaldılar."Dehlizi yanladık, neredeyse yolun sonuna gelmek üzereyiz. Oysa öğrenmek istediğimbirkaç şey daha var."Timuçin diye birini duydun mu? Yusufun arkadaşıymış."Đlk kez işitiyormuş gibi garipsiyor Tonguç."Timuçin? Yok, Amirim, öyle birini duymadım. Yusuf Abinin böyle bir arkadaşı varsada ben bilmiyorum.""Peki, sen, burada mı tanışmıştın Yusuf la?""Yok, burada değil Amirim, Beyoğlunda. 0 zamanlar Beyoğlunda bir barçalıştırıyorduk. Yani Meryem Abla çalıştırıyordu. Cazip Bar. Sakin bir yerdi. Müşterileribelliydi. Çok iş yapmıyorduk ama buradan daha iyiydi. Süslü Saksı Sokağında.Kocaman yer. Bir Rum Vakfının malı mıymış neymiş, yok pahasına oturuyorduk. YusufAbiyi orada tamdım.""Yalnız mı gelirdi?""Yalnız gelirdi. Bir de şu Can denen lavuk takılırdı bazen yanına. Ha bir de Malik diyebir adam var. Kel, sakallı, zayıf biri. Kelimelerin üzerine basa basa konuşur. Arapmıymış neymiş. Kafayı biraz sıyırmış ama zengin adammış. Kapalıçarşıda dükkânı vardiyorlar, onunla da gelirdi. Ama genellikle tek gelirdi." Gülümseyerek, başını sallıyor."Önce Yusuf Abiyi polis zannettim. Sivil polis, narkotikçi filan. Gelip gidiyor ya... Ulanadam sivil polis, ama kendini gizleyememiş diye düşündüm. Ama tanışınca anladık kideğil. Adam tam bir gönül adamı.""Şu bileğine sıkılık, cesaret işi ne?""Spor yapmış gençliğinde, yakın dövüş filan. Hâlâ günde birkaç saat çalıştığınısöylüyordu.""Sen nereden biliyorsun Yusufun bileğine sıkı olduğunu? Kendisi mi anlattı?""Yok, Amirim, gözlerimle gördüm. Yusuf Abi kendinden bahsetmeyi sevmezdi. Şimdibizim Beyoğlundaki Cazip Bar, bir Rum vakfının malı ya. Bizim sokağa dadanan bir Kürtvar. Bingöllü Kadir. Eskiden PKKlıymış, sonra itirafçı olmuş. Günahı söyleyeninboynuna ama yukarıdakiler bu Bingöllüyü kolluyormuş.""Kimmiş bu yukarıdakiler?""Ne bileyim Amirim, öyle söylüyorlar. Emniyet, MÎT filan. Belki de başkaları. Yani benöyle duydum. Bingöllü de Beyoğlunda ne olup bitiyor hepsini, yukarıdakilereokuyormuş. Neyse, işte bu Bingöllü, bizim başımıza bela oldu. Buradan çıkın, burasınıben kiralayacağım diye sabah akşam kapımızı aşındırıyor. MeryemAbla insanca konuştu, herif anlamadı, her gece bizim barda, her gece MeryemAblanın masasında Meryem Ablanın sonunda kafası attı. Bunu bardan kovdu. Bingöllüçok öfkelenmiş, ertesi gün, bar kapanmaya yakın dört adamıyla çıktı geldi. Biz, böylebir kalleşlik yapacağına ihtimal vermediğimiz için hazırlıklı değildik. Gece yansı, bar da

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...