03 Ekim 2014

KAVİM 1





KAVİM 1
  • Genzini yakan koku uyandırdı onu. Bu kokuyu tanıyordu. Yıllarca kapalı kalmış birkilisenin kokusu. Kilisede yakılan kandillerin, ufalanan taşların, eriyen mermerin,çürüyen ahşabın, yıpranmış sayfaların, küflenen cesetlerin kokusu. Dehşete düşmesigerekirdi ama sadece çevresine bakındı. Usulca kımıldayan siyah bir leke gördü.Biçimsiz, belirsiz bir leke... Simsiyah bir siluet... Gülümsedi lekeye."Mor Gabriel" diye mırıldandı.Leke yaklaştı, yaklaşınca insan cismine bürünüverdi. Siyahlar içinde bir insan. Oinsan başucuna geldi, kulağına fısıldadı:"Beni tanıdın mı?""Mor Gabriel" diye mırıldandı yine. Ağzından Mor Gabriel sözcükleri dökülürken,müziği duydu; derinden, çok derinden gelen bir ayin müziği. Bilmediği bir dildeyinelenen tutkulu bir mırıltı, kendinden geçmiş birinin söylediği bir tekerleme. Aynıanda haçı fark etti. Gümüşten bir haç. Adam haçı elinde mi taşıyordu, yoksa göğsündemi, anlamaya çalışırken, boşluğu ikiye bölen bir parıltı yandı söndü. Bir acı hissetti.Parıltı yeniden yandı söndü, acı kayboldu, bütün bedenine bir rahatlık yayıldı, sesuzaklaştı, önce odadaki renkler silindi, sonra o siyah leke kayboldu, sonra oda, sonrada ışık...1Đnsan denen bu tuhaf yaratığı, kötülükten uzak tutacak ne bir güç var, ne de bir yasa.Sorgu odası alacakaranlık. Nazmı, uzun masanın ucuna oturmuş, ben sol yanındakiiskemledeyim, Ali ayakta. Tepedeki lamba, sadece Nazminin yüzünü aydınlatıyor.Nazminin geniş alnında ölgün bir parıltı var, çukura kaçmış gözleri karanlıkta..."Başını öne eğme" diye uyarıyor Ali. Öfkeli değil, görevini yapan bir polisin olağanotoriterliğini taşıyor sesi. Nazminin karşı çıkacak hali yok, usulca kaldırıyor başını;sevincini yitirmiş ela gözleri çıkıyor ortaya Işık sert gelmiş olmalı, gözlerini kırpıştırıyor.Yüzünde en az iki haftalık sakal. Sakal çizgisinin başladığı yerden bir parmak yukarıda,sol göz çukurunun altındaki yara, siyalı bir leke gibi duruyor. Sorgu odasının sessizliğinibizim Alinin sözleri bozuyor. Eliyle masanın üzerindeki siyah Browningi göstererek:"Kendini de bununla mı vurdun?" diye soruyor.Nazminin ezik bakışları önce Browninge, sonra Aliye dönüyor. Başını usulcasallayarak onaylıyor."Onunla...""Beylik tabancan mı?" diye giriyorum araya."Beylik tabancam...""Đyi silahmış" diyorum, "Teşkilatta sevilen biriymişsin. Dosyanı okudum,takdirnameler, ödüller... Amirlerin senden çok memnun. Herkes hakkında iyikonuşuyor."Hiç tınmadan, öylece dinliyor Nazmi. Bir ara bakışları masadaki sigara paketinekayıyor. Paketi alıp, ona uzatıyorum.
  • "Yaksana..."Titreyen elleriyle bir sigara çekip, kurumuş dudaklarının kenarına yerleştiriyor.Uzanıp yakıyorum. O sigarasından derin bir nefes çekerken, "Kimse senin yaptığınainanmıyor" diyorum. "Nasıl oldu bu iş?"Feri kaçmış ela gözleri boş boş dolanıyor yüzümde. Sanki çare olurmuş gibi yenidenderin derin çekiyor sigaranın dumanını ciğerlerine."Bilmiyorum Baş komiserim..." diyor sonunda. "Bilmiyorum" diye tekrarlarken,ciğerlerinde unuttuğu dumanlar kendiliğinden süzülüyor dışarıya. "Oldu işte...""Yani sen yaptın?"Buruk, pişmanlık yüklü bir sesle yanıtlıyor:"Ben yaptım..."Neden onu sorguluyoruz; gerçek gün gibi ortada. Adam da inkâr etmiyor zaten. Niyeona daha fazla acı çektirelim? Ama Cengiz Müdürümüzün uyarısı var. Son günlerdepolisler hakkında basında çıkan olumsuz yazılar, kılı kırk yarmamıza yol açıyor. Ali deCengiz Müdürümüz gibi düşünüyor olacak ki sorguya yeniden başlıyor:"Neden yaptın?"Nazmi yanıt vermek yerine sigaraya sığmıyor. Ama Ali onu rahat bırakmıyor:"Cinayet gecesi karınla tartışınız mı?"Alinin yüzüne bakmadan yanıtlıyor Nazmi:"Tartıştık...""Konu neydi?""Hatırlamıyorum... Son günlerde hep tartışıyorduk..."Ali, avını kıstırmanın yollarını arayan bir avcı gibi Nazminin tepesinde durmuş bir açıkyakalamaya çalışıyor."Kıskanıyor muydun karını?"Alinin sorusunu ben bile yadırgıyorum, Nazmi isyan edecek diye düşünüyorum,yapmıyor."Kıskanırdım..." diyor. Sesi yorgun, çaresiz, tükenmiş bir adamın ruh halini yansıtıyor."Hoşuna giderdi onu kıskanmam..."Kederle gülümsüyor; içten içe öldürdüğü karısıyla konuşur gibi... Çok sürmüyor bu."Yanlış iz üzerindesin Komiserim" diyor. Başını kaldırmış Aliye bakıyor. Nesöylediğini bilen bir adamın kararlılığı var yüzünde. "Kanım kıskandığım içinöldürmedim. Sandığın gibi değil...""Peki ne o zaman?""Oldu işte" diyor Nazmi... "Kader..."Yeniden sigarasından derin bir nefes çekiyor."Nasıl kader?" diyor Ali."Nasıl olacak bildiğin kader..." Artık boş vermiş bir adamın özgüveni var sesinde.Bana dönüyor. "Baş komiserim siz daha iyi bilirsiniz, bizim meslek zordur."Sessiz kalarak onaylıyorum onu. Ali bana hiç katılmıyor."Polislik zor" diye gürlüyor, ama çekip karımızı, kızımızı öldürmüyoruz diyecek oluyor,söyleyemiyor. Bakışlarını Nazmiden kaçırarak, "... Ama her kafamız bozulduğundasilahımızı çekip, yakınlarımızı vurmuyoruz" diye tamamlıyor.Nazminin güveni anında kayboluyor, başım öne eğerek, gözlerini saklamayı seçiyor.Alinin ona fırsat vermeye hiç niyeti yok."Onları niye vurdun?" diye acımasızca yapıştırıyor soruyu.Nazmi ölü gibi; ne kıpırdıyor, ne de soruyu yanıtlıyor. Ali adamı fena örseleyecek, izinvermemek için ben giriyorum araya:"Bak Nazmi, sorguyu tamamlamak zorundayız... Bize olanları anlatsan iyi olur."
  • Yeniden başını kaldırıyor, hareketleri öyle yavaş ki kıpırdadığında sanki cam yanıyor."Zaten anlattım Baş komiserim. Ama mademki istiyorsunuz tekrar anlatayım: O geceeve geldim... Yemek hâlâ hazır değildi. Aynur yandaki komşunun bulaşık makinesialdığını, bizim ne zaman alacağımızı soruyordu. Yirmi dört saattir görev yapmıştım.Kapkaççılar bir diplomatın karısının çantasını kapmışlar. Tarlabaşında bütün günkapkaççı kovaladık. Üzerimize ateş açtılar. Bir arkadaşım yaralandı, zamanındaeğilmesem ben de vurulacaktım. Neyse, sokağı olduğu gibi kuşattık. Kimi gördüysektoparladık, ama kadının çantasını bulamadık. Akşamüzeri emniyete döndüğümüzdemüdürden de sağlam bir fırça yedik; ne beceriksizliğimiz kaldı, ne salaklığımız...Anlayacağınız o kafayla geldim eve. Karım ne zaman bulaşık makinesi alacağız diyekarşıladı beni. Üstelik daha yeni aldığımız televizyonun taksidi bile bitmemişken...Tartışmak istemedim... içeri yürüdüm, içerde kızım ağlıyordu, iki yaşındaydı... Acıkmışolmalıydı. Ben aç değildim, yorgundum. Kafamın içi an kovanı gibi vızıldıyordu. Karım,Şu çocuğu kucağına al, görmüyor musun ben yemek hazırlıyorum dedi. Yüzümüasmışım. Karım, kızımı kucağıma almak istemediğimi sandı. Hâlbuki ben sadeceyorgundum, kızıma sarılıp uyumak istiyordum. Kızımı kucağıma aldım, ama susmadı.Karım da susmadı. Onları dinlemiyordum, onları duymak istemiyordum, sadece uyumakistiyordum, bir de kafamın içindeki vızıltılar dinsin istiyordum. Olmadı, sanki birikafamın içindeki kovana çomak sokmuş gibi vızıltılar arttı. Çocuğu yatağın üzerinebırakıp, ellerimle kulaklarımı tıkadım. Ama boşuna, vızıltılar dineceğine giderekartıyordu. Hayır, artık çocuğumun da, karımında sesini duymuyordum. Oysa kızım katılakatıla ağlıyordu, karım ise karşıma dikilmiş, çocuğu göstererek bağırıp çağırıyordu.Ona susmasını söyledim... Belki söylemedim de, söylediğimi zannettim, ama oüzerime yürüdü. Elleriyle bana vurmaya başladı. Bilmiyorum, belki vurmadı da bana öylegeldi. Vursa bile önemsemedim, önemsemezdim... Benim kurtulmak istediğim karım,kızım değil, kafamın içindeki anların vızıltılarıydı... Elim ne zaman tabancama uzandı, nezaman kılıfından çıkardım, ne zaman tetiğe bastım bilmiyorum. Ardı ardına patlayanmermilerin gürültüsü kafamın içindeki arıları korkutup kaçırıncaya kadar ateş ettiğimibiliyorum sadece. Ben karım ile kızıma ateş etmiyordum, sadece arıları kaçırmakistiyordum. Ama gözlerimi açtığımda, onların kanlar içinde kıvranan bedenleriylekarşılaştım. Ne yapacağımı bilemedim, bu kez tabancayı kendime çevirdim, bastımtetiğe. Ama olmadı, ölmedim. Öldürmeyen Allah, öldürmüyor işte."Bir süre sessiz kalıyor, gözlerini yüzüme dikerek tamamlıyor:"Đşte böyle oldu Baş komiserim. Gerçek bu. Ama tutanaklara nasıl isterseniz öyleyazın, fezlekeyi nasıl isterseniz öyle düzenleyin. Kaybedecek neyim var ki? Hiçbirhâkim, kendime verdiğimden daha ağır bir ceza veremez ki bana."Aliye bakıyorum; tamam mı, duymak istediklerimiz bunlar mıydı? Ama Alininyüzündeki, o çok iyi tanıdığım, katı polis ifadesi değişmiyor. Sanki "iyi de Başkomiserim, o zavallı kadınım, o iki yaşındaki masum çocuğun suçu ne?" demek istiyor.Haklı; haklı ama genç. Hele bizim mesleğimiz için çok genç... Katilleri yakalayarak,yasayı uygulayarak suçu, kötülüğü önleyebileceğine inanıyor. Bana gelince, suçuönlemek için suçluyu yakalamanın, adaleti sağlamak için yasayı uygulamanın hiçbir işeyaramadığım karşılaştığım yüzlerce olayda birebir yaşayarak öğrendim. Keşkeöğrenmemiş olsaydım diyorum çoğu zaman, keşke yalan da olsa dünyada adalet diyebir şeyin var olduğuna inanabilseydim. Ama inanamıyorum. Çünkü insan denen bu tuhafyaratığı kötülükten uzak tutacak ne bir güç var, ne de bir yasa. Aklımdan bunlargeçerken, kapı açılıyor. Açılan kapının aralığından önce floresanlann sıkıcı aydınlığı,ardından Zeynepin güzel yüzü görünüyor. View slide
  • "Baş komiserim acil bir durum var" diyor. Biçimli kaşları çatılmış, koyu renk gözlericiddiyetle bakıyor yüzüme. Bir an bakışları Aliye kayacak oluyor. Benim sorum, işte oana denk geliyor:"Mesele ne?""Bir cinayet işlenmiş Elmadağda... Đlginç bir olay..."Olayın ilginçliğini Nazminin önünde tartışacak halimiz yok. Dahası buradan ayrılmakhoşuma gidecek."Geliyoruz" diyorum.Ali hayal kırıklığı içinde yüzüme bakıyor."Yazılı ifadeyi sonra alınız, Nazmi hepsini anlattı zaten."Ali ısrar etmiyor. Ceketini giyip peşim sıra geliyor. Kapıdan çıkarken Nazmiyedönerek:"Geçmiş olsun" diyorum.Nazminin dudaklarında acı bir gülümseme beliriyor."Sağ olun Baş komiserim, ama geçmez..."2Yıllardır aradığı türden bir cinayet.Sokağa çıktığımızda gece karşılıyor bizi. Soğuk, nemli, karanlık bir kış gecesi. Caddeboyunca ilerleyen otomobillerin stop lambalarından yayılan puslu ışıklar iyicekederlendiriyor geceyi. Küçük damlacıklar beliriyor arabanın ön canımda, silecekleriçalıştıran Ali, dışarı bakarak söyleniyor:"Nasıl da kararmış ortalık. Saat beş bile değil.""Normal" diye açıklıyor Zeynep. "Aralık ayındayız. Kışın geceler uzun sürer."Ali yanıt vermiyor, yanındaki koltukta oturan Zeynepe şöyle bir bakmakla yetiniyor.Zeynep, bu gergin bakışa aldırmıyor, aracın kaloriferi yeni ısınmaya başladığından,üşümüş, paltosuna sıkı sıkı sarınmış. Ben, arka koltuktayım, en az Zeynep kadarüşüyorum. Pardösüm ince geliyor, koltuğun köşesine büzülüyorum. Telsizden yayılancızırtılar tek müziğimiz."Olay Yeri Đncelemeden Komiser Şefik haber verdi" diyerek anlatmaya başlıyorZeynep. Bedeni yan bana dönük; parfümünün kokusunu alıyorum belli belirsiz. Yüzünüprofilden görüyorum. Enikonu güzel bir kız bu bizim Zeynep. Anlatırken, ister istemezAliye bakıyor, ama onu görmüyor gibi... "Tuhaf kanıtlar bulmuşlar cinayet mahallinde...""Nasıl tuhaf?"Bana bakmaya çalışıyor, ama boynunu yeterince çeviremiyor."Şefik ayrıntıya girmedi Baş komiserim. Ama Hemen gelirseniz iyi olur dedi."Yeniden Aliye bakıyor, bu kez onu görüyor, gülümseyerek sürdürüyor:"Sana da özel bir mesaj bıraktı. Aliye söyle, yıllardır aradığı türden bir cinayet onubekliyor dedi."Ali gözlerini yoldan ayırmıyor bile. Nazminin sorgusunu bırakıp, yeni işe gitmemizihâlâ içine sindirebilmiş değil."Her zaman öyle söyler" diye mırıldanıyor memnuniyetsizlikle. "Ama her seferinde osıradan cinayetlerden biri çıkar karşımıza.""Bu sefer farklı galiba... Burada görmeniz gereken kanıtlar var derken, sesititriyordu." View slide
  • "Hiç sanmıyorum. Şefik ne zaman ceset görse heyecanlanır."Ali haksızlık ediyor. Şefik, Olay Yeri inceleme’nin en deneyimli komiserlerindendir. Birkuyumcu titizliğiyle çalışır, hiçbir ayrıntıyı kaçırmaz. Bir saç telinden, bir parçatükürükten, bir kandamlasından yola çıkarak katili bulmamızda çok yardımıdokunmuştur. Sadece bize mi, adlî tabipler de minnetle söz eder ondan. Sevgilikriminologumuz Zeynep de Şefiki takdir etmiştir hep. Ama bu kez nedense sessizkalmayı seçiyor. Belki cinayet mahallinde göreceklerimizin yeterince etkili olacağınıdüşündüğünden. Ya da emin olmadan konuşmak istemediğinden. Doğrusu benim deAliyle tartışacak halim yok. Cinayet mahalline gidene kadar gözlerimi dinlendirsem iyiolacak, çünkü oradan bizim Evgenianın meyhanesine gideceğim. Ne zamandıruğramıyorum yanına, çok içerlemiş. Dün sabah iyi bir zılgıt yedik. Gidip gönlünüalmalı... Pardösümün içine gömülüp, çok da uzun sürmeyecek yolculuğumuzu böyledeğerlendirmeye hazırlanırken:"Şu çocuk katili harekete geçmiş olmasın" diye mırıldanıyor Ali. Her ne kadaraldırmaz görünse de Şefikin sözleri onu da etkilemeye başlamış olmalı. Alinintahminleri beni de uyarıyor, yine de açmıyorum gözlerimi. Kapalı gözkapaklarımıniçindeki karanlıkta yedi yaşlarında üç erkek çocuğun cesedi beliriyor. Önce tecavüzedilmiş, sonra boğularak öldürülmüşler. Kırılmış oyuncak bebekler gibi boyunları bükük,gözbebeklerinde kurumuş kalmış korkularıyla öylece bakıyorlar yüzüme... Görüntüleridağıtan Zeynepin sesi oluyor:"Şekercinin işi olduğunu sanmıyorum."Alinin sorusu yetişiyor hemen:"Niye, Şefik bir şey mi söyledi?"Bizimkiler, katile Şekerci adını taktılar. Oysa öldürülen çocukların yanlarında neşeker kâğıdı bulduk, ne de midelerinde şeker. Şekerci lakabını kimin koyduğunuhatırlamıyorum. Çocukları şekerle kandıran sapık klişesinden yola çıkan birarkadaşımız olmalı. Pek yaratıcı olmadığı açık. Ama Şekerci lakabının kullanışlı olduğuda bir o kadar gerçek."Yok canım, Şefik sadece ilginç bir cinayet, dedi. Her zamanki gibi hiç açıklamayapmadı. Şekercinin işi olduğunu sanmıyorum, çünkü tarih tutmuyor.""Tutmuyor mu?" diyor Ali."Tutmuyor" diye yineliyor Zeynep. "Son cinayetten bu yana üç ay geçmedi. Üstelikbugün cuma değil.""Belki herif kuralı bozmuştur. Hep tarih sırasına göre öldürecek değil ya!"Söylediklerine kendi de inanmıyor; sesinde güvensiz bir tını var. Kapalıgözkapaklarımın içindeki karanlıktan daha karanlık bir dünyanın adamını düşünüyorum.Tespit ettiğimiz, tespit ettiğimiz diyorum çünkü cesedi bulunmamış başka çocuklar daolabilir üç cinayeti de üç ay arayla, üçüncü ayın son cuması işledi. Üç ayda bir, o ayınson cuması yedi yaşında bir çocuğa önce tecavüz eden, sonra canını alan biri nasıl birinsandır? Zeynep, "Aynı yaşlardayken, tecavüze uğramış biri olabilir" diye açıklamıştı.Neden üç ayda bir, neden ayın son cuması? Katilin mutlaka bir nedeni vardır. Bizeanlamsız, tuhaf, aptalca gelse de onun için haklı bir neden. Bir gün öğrenebilecek miyizacaba? Belki. Ama bildiğim şu ki: öğrendiklerimiz öldürülen o çocukları gerigetirmeyecek... Belki Şekercinin başka çocukları öldürmesini engelleyecek... Amasadece Şekercinin... Başka katiller, çocuk olsun, genç olsun, yaşlı olsun, insanlarıöldürmeye devam edecek... Dünya kurulalı beri böyle olmuş, ne yazık ki böyle sürecek...Bu, olayların bize öğrettiği ilk ve en önemli gerçek. Şu anda gitmekte olduğumuz olayınkesin gerçeği ise, henüz olay mahallini görmemiş olmama rağmen işlenen cinayetinŞekercinin marifeti olmadığı. Aklımdan bunlar geçerken cep telefonum çalmaya
  • başlıyor. Ekranda bizim müdürün numarasını görünce açıyorum. "Alo, buyurunMüdürüm?"Müdürüm lafını duyunca, Ali ile Zeynep dikkat kesiliyorlar. "Merhaba Nevzat" diyorCengiz, "nerdesin?""Olay yerine gidiyorum, Elmadağa. Bir cinayet varmış.""Hep bir cinayet vardır" diyor. Sesi yorgun, belki biraz da bıkkın. "Oradan nereyegideceksin?"Kurtuluşa, Evgenianın meyhanesine diyecek halim yok ya. "Bilmiyorum, olayyerindeki duruma bağlı." Sonunda baklayı ağzından çıkarıyor."Nevzat seninle dertleşmek istiyordum biraz. Bu akşam şöyle iki kadeh içip..."Eyvah, Cengizi atlatmanın bir yolunu bulmalı hemen, yoksa Evgenia öldürecek beni."Çok iyi olurdu Müdürüm ama işim uzun süreceğe benziyor. Yarın sabah sizinodanızda yapsak bu konuşmayı..."Kısa bir sessizlik oluyor. Cengizin canım sıktık anlaşılan... Ama Evgenianın kalbinikırmaktan iyidir."Tamam" diyor sonunda Cengiz, "yarın sabah odamda buluşuruz. Rakı olmadı, bireracı kahve içeriz.""Tamam, yarın sabah odanızdayım.""Đyi görevler.""Sağ olun Müdürüm."Telefonu kapatırken, ne konuşmak istiyor bu adam benimle, diye düşünüyorum. Okadar samimi değiliz. Gerçi severim Cengizi, protokol dışı bir adamdır. Ekibindekileriçin riski göze alır. Emekli olmamı önleyen de odur. Yoksa çoktan sepetlemişlerdi biziteşkilattan. Son günlerde Cengizin tayin meselesi dolaşıyordu dillerde. Bir üst görevegetirilmesi bekleniyor. Onu mu konuşacak acaba? Đyi de, ben bu işlerden anlamam.Yukarıdakiler de pek sıcak bakmazlar bana. Neyse, göreceğiz bakalım."Cengiz Müdürüm mü, Baş komiserim?" diye soruyor Ali.O da merak etmiş olmalı, bu telefon konuşmasının nedenini."Evet, Cengiz Müdürümüz.""Cinayeti mi soruyor?""Yok, dertleşmek istiyormuş biraz..."Sevecen gülüyor Ali."Đyi adam şu bizim Cengiz Müdür.""Bir kötülüğünü görmedik" diyorum."Yok, Baş komiserim yok, çok iyi adam. Ondan daha iyisini görmedim..." Duraksıyor."Tabii sizi saymazsak."Yalakalık olsun diye söylemiyor, içten olduğunu biliyorum. Yine de böyle konuşmasıhoşuma gitmiyor. Çünkü o kadar da iyi biri olmadığımı biliyorum. Ama şimdi bunutartışmanın bir yaran yok. Cep telefonumu pardösümün cebine koyup, yeniden gözlerimikapıyorum. Ne kadar uyursam, o kadar kâr.3Uyan ey kılıç!Çobanıma, yakınıma karşı harekete geç.Yeni Ahit, Zekarya, 13.7
  • "Burası Vatikan Konsolosluğu değil mi?"Zeynepin sorusuyla aralanıyor gözlerim. Uyumuş olmalıyım. Önce uçuşan görüntülergeçiyor gözümün önünden, ardından sokak lambalarının ışıklan. Doğrulup, camdandışarı bakarken soruyorum:"Neresi?"Zeynep eliyle, önünden geçtiğimiz binayı gösteriyor:"Şurası Baş komiserim."Bakıyorum ama sadece uzun ve yüksek duvarlar görüyorum. Alinin sözleri konuyudeğiştiriyor zaten."Bakın ambulans orada.. Arkasında da Olay Yeri Đncelemenin minibüsü var.Aradığımız şu ilerdeki apartman olmalı."Alinin işaret ettiği yöne bakınca, sokağın alt ucunda ışıklan yanıp sönen ambulansıfark ediyorum."Ambulans burada olduğuna göre cesedi götürmemişler anlaşılan" diye açıklamasınısürdürüyor Ali.Bu, iyi işte. Demek ki savcı ve adlî tabip henüz gelmedi. Olay yerini cesetkaldırılmadan görmekte yarar var. Cesedin yatış pozisyonu, çevresindeki eşyalarındurumu, ölüm morluklarının tespiti, bunları yapmamız çok önemli. Üstelik cesetkaldırılırken kanıtlar, izler kaybolabiliyor.Ambulansın önüne park ediyor aracı Ali. Biz arabadan inerken üniformalı bir polisyaklaşıyor. Buraya park edemezsiniz, diyecek oluyor, kimliğimi gösterince saygıyla geriçekiliyor."Buyurun Baş komiserim..."Elimle önünde ambulansın durduğu apartmanı gösteriyorum:"Burası mı?""Burası Baş komiserim. Cinayet, en üst kattaki dairede işlenmiş."Başımı kaldırıp apartmana bakıyorum: en az yüz yıllık olmalı. Yeni yapılmış bej rengiboya bile yaşını gizleyemiyor. Đki kanatlı büyükçe bir kapı, geniş merdivenler.Pencerelerde kimse yok, ya farkında değiller ya da olayın şokunu atlatmışlar. Yoksaapartman sakinleri bala üşüşen sinekler gibi toplanırlardı başımıza. Kapıdan içerigiriyoruz. Bize eşlik eden polis, antika, ahşap asansörü gösteriyor."Merdivenler dik, asansörü kullansanız iyi olur Başkomiserim."Hiçbirimize güven vermeyen ahşap asansöre tıkışıyoruz. Asansör tuhaf seslerçıkararak yükselmeye başlıyor. O kadar yavaş ki, içimizden biri yürümeyi seçseydi,asansörden çok daha önce çıkardı yukarıya. Neyse ki, sağ salim ulaşıyoruz dördüncükata. Olay Yeri inceleme’nin deneyimli Komiseri Şefik asansörün kapısında karşılıyorbizi. Yüzünde her zamanki alaycı gülümseme. Olay yerine girerken giydikleri özelgiysileri çıkarmış üzerinden."Nerde kaldınız Başkomiserim, biraz daha gecikseydiniz, gidiyorduk valla..."Gülümseyerek elimi Şefike uzatıyorum:"Gitmezdiniz, gitmezdiniz." Şefik, elimi sıkarken soruyorum: "Neymiş şu ilginç olay?""Bir cinayet Başkomiserim...""Çok şaşırdım" diye takılıyor Ali. "Kan da var mı bari?""Dalga geçme Ali!" Şefik artık gülümsemiyor. "Valla garip bir olay. Katil dinselsemboller bırakmış...""Dinsel semboller mi?""Evet, haç, Đncil filan... Hıristiyanlıkla ilgili olmalı..." Tek tek yüzümüze baktıktansonra anlatmaktan vazgeçiyor. "En iyisi gözlerinizle görün" diyerek dairenin kapısınıgösteriyor.
  • Ellerimize birer plastik eldiven, ayaklarımıza galoşlar geçirerek giriyoruz içeriye.Daha adımımızı atar atmaz, insanın içini bayan bir koku çarpıyor burnumuza."Tütsü mü?" diye mırıldanıyorum."Tütsü" diye onaylıyor Şefik. "Kiliselerde kullanılan bir buhurdanlıktan yayılmış."Sadece tütsü değil, başka bir koku daha var. Sormama gerek kalmadan Şefikaçıklıyor."Esrar da içilmiş. Her yana sinmiş kokusu.""Esrar içmişler ha..." Alinin sesinde şaşkınlık yok. Bir hayal kırıklığı yaşıyor. "Adamlarâlem yapmışlar yani. Sonra biri kafayı bulup, ötekini öldürmüş... Nesi ilginç bu olayın?"Şefik dönüp Aliye bakıyor; ciddi, biraz da gergin:"O kadar basit değil, göreceksin..."Ali karşı çıkmıyor bu kez."Cesedi kim bulmuş?" diyorum kısa bir koridordan geçerken."Kapıcının karısı... Merdivenleri siliyormuş. Kapının açık olduğunu fark etmiş, Ziliçalmış, yanıt alamayınca içeri girmiş ve...""Kapıcının karısı nerede şimdi?""Çok korkmuştu, sakinleştirmeleri için hastaneye yolladık. Ama zaten kadınınbildiklerini anlattım size.""Cesedi ne zaman bulmuş?""iki saat kadar önce."Kısa koridorun sonunda geniş bir salon karşılıyor bizi. Ceset orada, divanın üzerindeyatıyor. Salonun perdeleri kapalı. Ortadaki masanın üzerinde açık duran büyükçe birkitap var."Kutsal Kitap" diye açıklıyor Şefik."Đncil mi?""Kitabı Mukaddes yazıyor üstünde..."Bir an cesede mi yoksa Kitabı Mukaddese mi bakmak gerektiğine kararveremiyorum, sonra kitaba yaklaşıyorum. Yakın gözlüğümü burnumun ucuna yerleştirip,bakıyorum. San kâğıdın üzerinde siyah harfler yan yana sıralanıyor."Hem Eski Ahit, hem de Yeni Ahit" diye açıklıyor Şefik. Nasıl yani, der gibi baktığımıgörünce, sürdürüyor sözlerini. "Yani hem Tevrat, Zebur gibi Isa öncesi dinî kitaplar,hem de Đncil var."Ali hayran kalmış gibi mırıldanıyor:"Valla helal olsun. Nereden biliyorsun bütün bunları?""Kitapta yazıyor Ali. Ama bizim için önemli olan, şu altı çizilen satır." Şefik eliylemetnin ikinci paragrafında, altı koyu renkli bir sıvıyla çizilmiş satın gösteriyor. Altıçizilen satırda iki cümle yer alıyor. Ali sesli olarak okuyor:"Uyan ey kılıç! Çobanıma, yakınıma karşı harekete geç."Bomboş gözlerle yüzüme bakıyor, ben de anlamadığım için sesimi çıkarmıyorum.Satırdakileri yeniden okuyor."Uyan ey kılıç! Çobanıma, yakınıma karşı harekete geç." Bu kez Şefike bakıyor. "Nedemek şimdi bu?""Bilmiyorum" diyerek, eliyle yeniden satırın altındaki koyu renkli çizgiyi gösteriyorŞefik. "Ama sanırım satırın altı maktulün kanıyla çizilmiş. Kırmızı, giderek koyulaşmış."Zeynepe bakarak sürdürüyor sözlerini. "Mürekkebe pek benzemiyor."Zeynep cetvelle çizilmiş gibi duran çizgiyi inceliyor."Olabilir, ama laboratuarda incelemeden konuşmak doğru değil... Bunu gördünüzmü?"
  • Zeynep sağdaki sayfanın kenarındaki boşluğa, aynı kırmızı mürekkep ya da kan, netürden bir sıvıysa, işte onunla dikey olarak yazılmış, "Mor Gabriel" sözcüklerinigösteriyor."Gördük" diye mırıldanıyor Şefik, "çok düzgün bir yazı, elle yazılmış gibi değil, sankikalıp kullanmış, ama Mor Gabriel kimdir, bilmiyoruz.""Peygamber, aziz gibi bir şahsiyet olmalı" diye akıl yürütüyor Zeynep. Soru dolubakışları Şefikin yüzünde donup kalmış."Hiç bana bakma" diyor Şefik, "dinî konulardan, hele Hıristiyanlıktan hiç anlamam."Mor Gabriel diye bir aziz ismi hiç duymadığım için, ben de suskun kalmayı seçiyorum."Peki bu ne?"Kutsal Kitapm yanında duran, ilk bakışta ince belli bir sürahiyi andıran gümüşbuhurdanlığı gösteriyor Ali."Buhurdanlık" diye açıklıyorum. "Kiliselerde ayin sırasında kullanılır."Üzeri renkli taşlarla süslü gümüş buhurdanlığın yanında bir tutamaç, tepesinde isekubbeyi andıran küçük bir başlık yer alıyor. Kubbenin yanından üç zincir sarkmakta.Zincirlere bağlı dokuz küçük çan var. Buhurdanlığın güzelliği Zeynepin de ilgisiniçekmiş, hayranlıkla mırıldanıyor:"Muhteşem bir işçilik... Telkari ustaları süslemiş..."Ali merakla soruyor:"Telkari de ne?""Bir tür gümüş işçiliği, ama çok zor bir iş. Gümüşten ipliklerle nakış işlemek gibi...Çok ince bir iş yani...""Telkari midir, nedir bilmiyorum ama odadaki tütsü kokusu buhurdanlıktan yayılmış."Ali, bana dönerek sürdürüyor sözlerini. "Eğer buhurdanlığı kilisede ayinlerdekullanıyorlarsa, burada da bir ayin düzenlendiğini söyleyebiliriz."Bir ayin? Ne Hıristiyanların, ne de Yahudilerin ayinlerinde insan öldürdüklerinisanmıyorum. Ama herhangi bir konuda fikir yürütmek için çok erken. Elimle hâlâyanmakta olan lambayı gösteriyorum."Işıklar, onları siz mi açtınız?""Kapıcının karısı açmış. Perdeler kapalı olduğu için içerisi karanlıkmış.""Şu kapıcının karısı eşyalara, maktule dokunmamış değil mi?" diye soruyor Ali."Ne dokunması, cesedi görünce korkudan çıldırmış kadıncağız. Başlamış bağırmaya,yandaki komşu yetişmiş. Adam emekli subay, kadını alıp çıkarmış dışarı. Bize haberveren de o."Bu kadar malumattan sonra nihayet geniş divanın üzerindeki cesede yaklaşıyorum.Gözüme ilk çarpan metal bir haç oluyor. Haç, yandan yansıyan oda lambasının ışığıaltında parıldıyor. Önce haçı, cesedin elinde tuttuğunu sanıyorum. Hani öleceğinianlamış son anda Tanrıya sığınmak istemiş de canını öylece teslim etmiş gibi. Amayaklaşınca yanıldığımı anlıyorum. Haçın altındaki metal adamın kalbine saplanmış."Çıkarmadım" diye açıklıyor Şefik, eliyle haçı göstererek. "Sizin görmenizi istedim.Tabii savcıyla, adlî tabibin de...""Đyi yapmışsın" deyip, yeniden maktule dönüyorum.Çok uzun değil, ama yapılı biri. Đri bedeni, vişneçürüğü rengindeki divanı olduğu gibikaplamış. Kırk, kırk beş yaşlarında esmer, yakışıklı bir adam. Yüzüne soğuk bir sarılıkyayılsa da, ölüm bile bozamamış adamın erkeksi güzelliğini. Kısa, kırçıl saçlar, biçimli,kaim kaşlar, düzgün bir burun, güçlü bir çene. Đnce dudaklarında sadece huzur içindekiinsanlarda görülen masum bir gülümseme. Gözleri kalbine saplanan haça takılmış,bakışlarında minnettar bir ifade var. Sanki bir armağan almış da teşekkür ediyor gibi.Oysa kül rengi, kolsuz tişörtün sol yanı olduğu gibi kırmızıya boyanmış. Kuruyan kan
  • tişörtün kumaşım maktulün kaslı bedenine yapıştırmış. Dikkatle bakınca haç kabzalıbıçağın iki santim kadar altında başka bir yara daha görüyorum."Katil bıçağı iki kere saplamış" diye açıklıyor hemen yanı başımda dikilen Zeynep,"ikisi de kalbi hedef almış. Saldırgan, öldürmek niyetiyle saplamış bıçağı.""Kurban, katilini tanıyor olmalı Başkomiserim" diyerek Ali de katılıyor konuşmamıza."Odada kavga olduğunu gösteren hiçbir belirti yok.""Haklısın Ali" diyor Şefik. "Kapıda da hiç zorlanma yok. Maktul, katilini kendi almışolmalı içeriye.""Belki adam öldürüleceğini de biliyordu" diyerek sürdürüyor Ali. Gözleri maktulüngülümsemesine takılmış. "Baksanıza nasıl da gülümsüyor. Sanki ölmekten mutlu olmuşgibi. Katili kendi kiralamış olmasın?"Olmayacak iş değil. Bazı insanların intihar edecek kadar cesaretleri yoktur,kendilerini öldürtmek için kiralık katil tutabilirler. On sene önce Yeşilköyde böyle birolayla karşılaşmıştım, iflas etmiş bir müteahhit kendini böyle öldürtmüştü. AncakZeynep, bizden farklı düşünüyor."Maktulün gülümsemesi, ölüm anındaki ruh halini göstermez. Ölümden sonra sinirsisteminin kaslar üzerindeki etkisi kalktığından, maktulün ölüm öncesi ya da ölümanında neler hissettiği yüzüne yansımayabilir.""Ya, ne bileyim" diyor Ali. "Adamın hiç de acı çekmiş gibi bir hali yok...""Evi de oldukça düzenli" diyerek Şefike dönüyorum. "Sahi bekâr mıymış adam?""Komşuları bekâr olduğunu söylüyor. Sessiz biriymiş. Arada sırada gelen bir kadınvarmış, başka da kimseyi görmemiş komşular. Ama derin bir soruşturma yapmadık.Sizin işinizi elinizden almaya hiç niyetimiz yok."Ben, Şefik’le konuşurken, Zeynep eğilip cesetle daha yakından ilgilenmeye başlıyor.Ali de bizi dinlemeyi bırakmış, maktulün başucundaki sehpaya yöneliyor."Bunlar kimlikleri mi?" diyerek sehpanın üzerindeki şeffaf poşeti gösteriyor. Öncebaşıyla onaylayan Şefik, sonra açıklama gereği duyuyor."Nüfus kâğıdı ve ehliyet."Ali poşetin içindekileri çıkarırken, "Adı neymiş?" diye soruyorum.Elindeki nüfus kâğıdının üzerinden okuyor Ali."Yusuf Akdağ, 1970te Midyatta doğmuş.""Midyat, Mardinin ilçesi değil mi? Yanılmıyorsam Süryanî vatandaşların yaşadığı birbölge. Din hanesinde ne yazıyor?""Hıristiyan. Bu Süryanîler, Hıristiyan mıydı?"Soruyu maktulün boynunu inceleyen Zeynep yanıtlıyor."Hıristiyan. Bir yerlerde okumuştum. Yanılmıyorsam ilk Hıristiyanlar onlar."Đlginç bir konuyla karşılaşmış gibi söyleniyor Ali:"Demek ilk Hıristiyanlar."Sesi tiz çıkıyor; bizim Ali heyecanlanmaya mı başlıyor ne?"Emin değilim" diye yanıtlıyor Zeynep. "Ama maktulün Midyatlı olması telkari işlemelibuhurdanlığı daha iyi açıklıyor. Çünkü telkari işçiliği sadece Mardin civarında var.""O zaman şu Kutsal Kitapın yanında ismi yazılan adam, Mor Gabrieldi değil mi?""Evet, Mor Gabriel" diye onaylıyor Zeynep."Đşte o adam" diyor Ali önemli bir bulguya ulaşmış olmanın verdiği coşkuyla. "Demekki bir Süryanî azizi."Kuşkulu bakışlarımı fark edince, geri adım atıyor."Yani büyük olasılıkla Süryanî azizi."Bir uzmana danışmadan bu soruların cevabını bulamayacağız, yanıtlayabileceğimizsorular üzerinde çalışmak lazım.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...