23 Temmuz 2014

SAPTIRICI İMAMLAR





SAPTIRICI İMAMLAR

Kimlerle Mücadele Ediliyor? Deccalden daha beter olan sapıtıcı imamlarla, gökkubbe altında bulunan insanların en şerirleri olan âhir zaman uleması ile. Bunlar dokuz fırkadırlar. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki: “Sizin için Deccal’den daha çok Deccal olmayandan korkarım. - Onlar kimlerdir? 

"Saptırıcı imamlardır.” (Ahmed bin Hanbel) Niçin Deccal’den daha beterdirler? Deccal doğrudan doğruya Allah’lık dâvâsı ile çıkacak. Kâmil iman sahipleri hiçbir zaman ona aldanmaz, tuzağına düşmez. Ve fakat bu sapıtıcı imamlar olsun, âhir zaman uleması olsun, hepsi de suret-i haktan göründüler. Etraflarında kendilerine göre bir kalabalık görünce, herbiri dinlerini ilân ettiler. 

• Evvelâ Erbakan kendi dinini ilân etti. “Hak geldi bâtıl gitti” diye ortalığı çınlattılar. Saf müslümanlar onlara kandı ve hak zannı ile saflarına geçti. Çünkü imana susamıştı. Etrafında bir kalabalık olduğunu görünce kendilerini ilâh kabul ettiler. İmanları para oldu ve halkı da kaz gibi yoldular. Dinlerini ilân edince oraya batanların hepsi imanlarından soyundu. Bu sapıtıcı imamlar, dinlerini ilân edip ilâhlık dâvâsında bulunduklarından din-i İslâm’dan çıktılar, onlara tâbi olup ilâh kabul edenleri de dinden çıkardılar. Yani imanlarından soyundular, küfre kaydılar. Çünkü apaçık din kurdu. “Refah’tan başka İslâm yoktur.” dedi. Allah-u Teâlâ kendi dinini ilân etmiş Âyet-i kerime’sinde: “Allah katında din İslâm’dır.” buyurmuştur. (Âl-i imran: 19) Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor, o ise bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyor ve böyle söylüyor.

 Bu sözü ile alenen Hazret-i Allah’a karşı geldiğini resmen ilân etti. Diğer taraftan kendi dinini ayakta tutmak için: “Refah partisinden olmayanlar patates dinindendir.” diyerek, Allah-u Teâlâ’nın dinini patatese çevirdi. Kendi dinini yüceltmek için İslâm dinini küçülttükçe küçülttü. Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki: “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o âhirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i imran: 85) Bu Âyet-i kerime onun bu beyanını çürüttü, reddetti. Gerek din kurmakla, gerekse bu Âyet-i kerime’leri inkâr etmekle bu adam Allah’lık dâvâsı gütmüştür ve bu Âyet-i kerime’ler mucibince küfre kaymıştır. Çünkü bir tek Âyet-i kerime’yi inkâr eden kâfir olur. Bu böyledir, bunu katiyetle bilin. • 

Deccalden daha beter olan ikinci imam: 
Bunlar da sûret-i hak’tan göründüler. İslâm’ın ön safında görünerek halkı avladılar. Sonra lüzumlu olan maddeyi elde edince ve etraflarında kalabalıkları görünce, kendilerinde bir güç gördüler ve dinlerini ilân ettiler, ilâh kesildiler. Yemekli toplantılar düzenlerlerdi. Halkı mahçup etmek suretiyle senet imzalatırlardı ve bu senetleri ödemeyenleri icrâ ile tahsil ederlerdi, halka bu kadar zulmederlerdi. Yani halkı kaz yerine koyarlardı. Bütün bunların hepsi dini dünyaya âlet etmek suretiyle oluyordu. Bütün bu sapıtıcı imamlar bu şekilde yapıyordu. Oysa Allah-u Teâlâ: “Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21) Âyet-i kerime’si ile onların doğru olmadığını bildirdiği halde, halk onların doğru yolda olmadığını bilemedi. Onları müslüman zannetti ve yardım etti. 

Haram lokma midelerine girince, hemen refah’tan görerek onlar da sürekli para toplamaya başladılar, para toplamada onu da çok geçtiler ve bu husustaki Âyet-i kerime’leri tamamen inkâr ettiler. O kadar para topladılar ki, nihayet arzu ettikleri noktaya gelince paralarını muhafaza edemez oldular ve koyacak yer bulamadılar. Allah-u Teâlâ’nın en çok buğzettiği haramlardan birisi fâiz olduğu halde onlar banka kurdular. “Ey iman edenler! Allah’tan sakınınız. Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 278-279) Âyet-i kerime’lerinde haber verildiği üzere, doğrudan doğruya Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân ettiler. 

Bu nur çıkınca, iç yüzlerini açığa vurunca bunların soygunları bitti. Bu para toplama hırsı onları İslâm dininden rahatça çıkardı. Böylece kendilerine tâbi olanları, o masum yavruların hepsini küfrün kucağına attılar. Bu da yetmiyormuş gibi imanlı talebeleri yavaş yavaş küfre meylettirdiler. Papazlarla anlaştılar, papazları resmen hazret olarak kabul ettiler. “Küfrü hoş görün!” diye milyonlarca müslümanı küfre kaydırdılar. Nitekim papaya yazdığı mektup ve muhtevası gazetelerde neşredildi. Alenen Hazret-i Allah’a karşı geldi ve küfrü hoş gördü, hoşgürüyü ilân etti ve bütün müslümanları kâfir olmaya dâvet etti. Ona tâbi olanlar ona uydular, papazlarını hazret olarak kabul ettiler ve onlara tâbi oldular, böylece hepsi birden küfre kaydılar. 

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki: “Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?” (Nisâ: 144) Bunların vasıfları daha önce “Nurcu” iken, bu hallerinden ötürü “Nurcu” isimlerini “Narcı” olarak vasıflandırdık. Bu ismi onlara biz verdik ve artık “Narcı” olarak tanınıyorlar. Nurculuk Said-i Nursî Hazretlerinde ve onun yolunda olanlarda kaldı. Çünkü bunlar papazlarını hazret kabul ettikleri için, bunlara nurcu demek, İslâm’a büyük bir zillet getirir. Allah-u Teâlâ mümine izzet, kâfire ise zillet vermiştir. Bu zillete düşenlere izzet vermek, İslâm’ın izzetini yok etmek demektir. 

Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde: “Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” buyuruyor. (Mâide: 51) Küfrü hoş görmeyi, her yerde küfrün soluklanmasını ilân edince, hepsi de kabul ettiler. Onu ilâh olarak kabul edenler böylece küfre kaymış oldu ve küfür içinde donup kaldılar. Böylece birçok müslümanları hem imanlarından soydular aldılar, hem dünyalarını hem âhiretlerini yok ettiler. 

Nitekim onların sapıtması ile yoldan sapanların âhirette cehenneme düştükleri zaman bu sapıtıcılara şöyle söyleyecekleri Âyet-i kerime’de haber verilmektedir: “Siz bize sağdan gelir, sûret-i haktan görünürdünüz.” (Saffat: 28) Firavun, âhirette avanesinin önünde cehenneme gittiği gibi, bu sapıtıcı imamlar da küfre kaydırdığı kimselerin hepsinin cehennemde öncüleridir. • Bu beyanı size hikmet tahtında açıyorum. 

Dikkat ederseniz biraz evvel caminin ocağında idi, biraz sonra papazların kucağına düştü. Müslümanlara kürsülerden nasihat ederdi. İslâm’ı yaşamaya gayret ederdi, talebelerine İslâm’ı telkin ederdi. Ve fakat şöhret girince, para toplamaya girişince, Allah-u Teâlâ bu hallerden hoşlanmadı ve kalbini çevirdi. Aynası ters dönünce artık küfrü hoş gördü ve tâbi olanlara küfrü hoş göstermeye çalıştı ve gösterdi. Onların hepsinin küfre kaymasına vesile oldu. 

Bu gibilerin hakkında Allah-u Teâlâ’nın fermanı var. Âyet-i kerime’sinde buyurur ki: “Biz kitapta açıkça belirttikten sonra indirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” (Bakara: 159) Bir madde, menfaat ve şöhret için buna cüret etmişlerdir. Hakikatı anlarlar, görürler ve tevbe ederler, hem kendilerini hem de etraflarında bulunanları cehennem azabından kurtarmış olurlar diye bütün bu Âyet-i kerime’leri açıklıyoruz. Zira gerçekten Hazret-i Allah’ın azabı şiddetlidir. Felâha ermek için Allah’tan korkmak ve emirlerine sarılmak lâzımdır. Nitekim Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor: “Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar lânetlenmekten kurtulmuşlardır. Ben onların tevbesini kabul ederim ve ben tevbeleri daima kabul ederim, merhamet ederim.” (Bakara: 160) 

Hiç kimseye garazımız yok ve fakat hakikat ile dalâleti karıştıranlardan değilim. Bunu ayırt etmeye çalışıyorum. Mütebâki Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor: “Kâfirlere ve kâfir oldukları halde ölenlere gelince; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üzerine olsun!” (Bakara: 161) Çünkü onlar dünyada birbirini yoldan çıkararak küfre sevkettikleri için, âhirette bu alçaklıklarının neticesini görünce birbirlerine lânet etmeye başlayacaklardır. “Onlar ebedi olarak o lânetin içinde kalacaklardır. 

Onlardan azap hafifletilmez ve onlara mühlet de verilmez.” (Bakara: 162) Mazeret için onlara süre verilmez, hiçbir istekleri dikkate alınmaz. Allah-u Teâlâ bütün insanlığa hitap ederek şöyle buyurmaktadır: “Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O Rahman’dır, Rahim’dir.” (Bakara: 163) O’nu bu anlatılan şekilde tanıyın, O’nun yolundan başkaca yollara sapmayın ve saptırmayın. 
• Üçüncü bir sapıtıcı imam: 
Süleymancılar kendi dinlerini kurunca: “Bizim dinimize göre fâiz helâldir.” diyerek fâizin helâl olduğunu ilân ettiler. Bu inkârlarını alevlendirerek bütün Türkiye’ye ve dünyaya duyurdular, halkı fâize bulaştırdılar. Hazret-i Allah’a ve Resul’üne harp ilân etmekle, din-i İslâm’dan çıkmakla kalmadılar, Hazret-i Allah’ı ve Kitabullah’ı şikâyete kalktılar. İlk olarak fâizin helâl olduğunu söylediler. Para, öşür ne varsa topladılar, böylece ilk çığırı açmış oldular. 

Oysa fâizin azı da çoğu da İslâm dinine göre şiddetle haramdır. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’tan sakınınız. Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 278-279) Âyet-i kerime’lerinde haber verildiği üzere, doğrudan doğruya Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân ettiler, böylece ebedî hayatlarını kaybettiler. 

Âyet-i kerime’de geçen “Harp” ifadesi, başka hiçbir tahrim Âyet-i kerime’sinde görülmez. Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Fâiz yetmiş çeşit günaha sebeptir. Bunların en hafifi, kişinin anası ile zinâ etmesi gibidir.” (İbn-i Mâce: 2274) Dinleri Süleymancılık, imanları para, has huyları gasp, meslekleri dilencilik olan Süleymancılar; ellerinden gelen her türlü gaspı yaparlardı, yurtlarına aldıkları çocukları her tarafta dilendirirlerdi. Dolayısıyla hem paralarını, hem imanlarını aldılar. 
İşte bunu da deccal yapamaz. Ve hepsini birden cehenneme attılar. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde: “Onları ateşe çağıran imamlar kıldık.” buyuruyor. (Kasas: 41) İşte o imamlar bunlardır. 

• Dördüncü bir sapıtıcı imam
Küfür diyarında İslâm halifeliğini ilân eden nankör ve sahtekâr Kaplan ve oğlu evvelâ Almanya’nın kuklası idiler, sonra şeytanın maskarası oldular. Diğerleri gibi bunlar da para topluyorlardı ve halkı yoluyorlardı. Böylece Kaplancılık dinini yaymaya çalışıyorlardı. Bunların hepsi hakkında kitaplar yazıldığı gibi; bu dinine ve vatanına ihanet eden nankörün hakkında da kitap yazıldı.

 • Âhir zaman ulemâsına gelince; 
bunlar da sûret-i haktan göründüler. Her biri din-i İslâm’ı ifsat etmek için, tahrip ve tahrif etmek için gerek televizyonlarda, gerekse gazeteler vasıtasıyla bütün güçleri ile çalıştılar. Bu sapıtıcı imamların kimisi imamlığını ilân etti, Allah’lık dâvâsında bulunanlar da oldu. Bunların içlerinden Yaşar Nuri Öztürk, Edip Yüksel, İskender Evrenesoğlu, 

Nazmi Sakallıoğlu, Refet Kayserilioğlu hakkında da “Âhir Zaman Âlimleri” adı ile bir kitap yazıldı. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle hepsine bir bir cevap verildi. Bunların içinde kimisi “İmam benim” dedi, kimisi sahte İsa, kimisi sahte Mehdi kesildi, kimisi “Ben Dabbet’ül arz’ım” dedi, Yaşar Nuri gibi kimileri çok şiddetli ifsatçı. Bu gibilerin fesatlarını, sahte ve yalancı olduklarını ve küfre kaydıklarını ortaya koymak için her mevzuda Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle izah ve ispat ettik. Ve hiçbir fert Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le cevap veremediği için, onlara isnat edilen küfrü ister istemez kabullendiler. Bu suretle İslâm dinini ortadan kaldırmaya çalışan bu dokuz muhalif fırka ortalığı kararttıkça kararttılar, müslümanları kararsız hâle getirdiler. Böylece bu sapıtıcı imamlar Deccal’den daha beter oldular. Nefsini ilâh edinen bu imansız imamlar bu halkı kandırmaya çalışıyorlar. 

Acaba Cenâb-ı Hakk’ı da kandırmaya çalışacaklar mı? Oysa Cenâb-ı Hakk Hadis-i kudsî’de şöyle buyuruyor: “Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir. Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur: ‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.’” (Tirmizî) Buna da âmil olan, İslâm maskesi altında Din-i mübin’e yaptıkları büyük tahribattır. Fakat bu nur-i ilâhî çıkınca zulümâtı deldi. Nur yayıldı, hem de dünyanın birçok yerlerine. Bunların iç yüzleri meydana çıktı, küfürleri meydanda kaldı. Ne cevap verebildiler, ne de tevbe ettiler, şaşırıp kaldılar. Çünkü her isim bir dindir. Bunların her biri kendi yolunu beğendi. 

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Müminun sûre-i şerif’inin 52. Âyet-i kerime’sinde: “Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.” (Müminun: 52) Buyurduğu halde, bölücüler bu ilâhî emir ve hükmü dinlemediler, Allah-u Teâlâ’ya isyan ettiler ve dinden çıktılar. Bunlar Allah-u Teâlâ’nın dinine sahip çıkmak ve parselleyip parça parça yapmak istediler. Her bir parsele her bir imansız imam birer din kurmak istedi ve bu suretle İslâm dininden çıkmış, küfre girmiş oldular.

 İslâm’dan çıktıklarına dair 53. Âyet-i kerime’sinde de şöyle buyurmaktadır: “Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.” (Müminun: 53) Dinden murad isimleri, kitaptan murad ise zan ve tüzükleridir. İslâm’dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir. 

Oysa İslâm’da bir tek ümmet bir tek din vardır. Allah-u Teâlâ En’am sûre-i şerif’inin 159. Âyet-i kerime’sinde bütün bölücülerin İslâm dâiresinden atıldıklarına dair hudut çizmektedir. Buyurur ki: “Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159) Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime ile kendisi ilgiyi kestiği gibi, Hakk’a bağlı olanlara da “Sen de ilgiyi kes!” diye emir veriyor. Ve fakat onlarla ilgi kuranların imanı, ancak ilâh edindikleri imansız imamadır. Onların İslâm dini ile aslâ hiçbir ilgisi kalmadı. Çünkü onlar Hazret-i Allah’a ve dinine düşmandır. 

Ey müslüman! Sen bunları düşman bellemezsen, Allah-u Teâlâ’nın dostluğunu kazanacağını mı sandın? Çünkü imanın en sağlam kulpu Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir. Eğer müslümanlar bu Âyet-i kerime’leri görüp iman etselerdi, bunların tuzağına düşmezlerdi. Hem imanlarını, hem maddelerini kurtarmış olurlardı. Maddelerini götürdükleri gibi imanlarını da götürdüler. 

Allah-u Teâlâ Yâsin-i şerif’in 21. Âyet-i kerime’sinde: “Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21) Buyurduğu halde müslümanlar bu Âyet-i kerime’yi göremedi, anlayamadı ve bu sapıtıcılara çok rahat yolundular. Bir taraftan din-i İslâm’ı ifsata ve çürütmeye çalışıyorlar, bir taraftan da kendi kurdukları dini ayakta tutmaya gayret ediyorlar. Nur yerine zulümât ile ortalığı kararttılar. Ve ortalık tam mânâsı ile karardığı bir zamanda Allah-u Teâlâ bu ilmi, bu nuru ihsan buyurdu ve lûtfetti. 

Bu nur ile bu dokuz muhalif ve yalancı, ifsatçı, tahripçi fırkalar ile mücadele ediliyor ve bu yalancı bölücülerin hepsinin hakkında kitaplar da yazıldı. Gerek Türkiye’ye, gerekse bütün dünyaya neşredildi. Nur çıkınca kararmış olan âlem aydınlandı ve kâfirlerin küfrü ortada kaldı. Zira onlara Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle izah ve ispat edildi. Bu ilâhî hükümler karşısında şaşırıp kaldılar, maskeleri indi, iç yüzleri ortaya çıktı. 

Hiçbir Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le cevap veremedikleri için küfrü ister istemez kabullenmek zorunda kaldılar. Ve fakat yarın âhirette nedametleri o kadar şiddetli olacak ki, Allah-u Teâlâ onların bu durumlarını Âyet-i kerime’sinde şöyle haber vermektedir: “O gün zâlimlerden her biri ellerini ısırarak: ‘Ne olurdu ben de o peygamberin maiyyetinde bir yol edineydim. Vah başıma gelene! Keşke falancayı dost edinmeseydim. 

Andolsun ki beni zikirden, bana Kur’an gelmişken o saptırdı. Şeytan insanı yapayalnız ve yardımcısız bırakıyor.’ der.” (Furkan: 27-29) Taraf-ı ilâhi’den onlara şöyle hitap edilir: “Tutun onu! Hemen bağlayın!” (Hâkka: 30) “Sonra atın onu cehenneme!” (Hâkka: 31) “Sonra onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire vurun!” (Hâkka: 32) “Tutun onu! Cehennemin ortasına sürükleyin! Sonra başının üzerine kaynar su azabından dökün!” (Duhan: 47-48) “Tat bakalım! Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir kimse idin.” (Duhan: 49) İşte bu hayâlâthanede birkaç gün ömür için sûret-i haktan görünen Deccallerin durumu budur. 

• Oysa dünya hayatı muvakkattır, 
günleri mahduttur, geçicidir. Çoğu zaman yüz seneyi bile geçmeyen dünya hayatı ile sonsuzluğu tasavvur olunamayan ahiret hayatı karşılaştırılırsa, önem derecesi kendiliğinden ortaya çıkar. Ahirete varınca tarife sığmayacak kadar korkunç manzaralar karşısında insanlar dünyanın hâb-u hayal olduğunu anlarlar. Uğrayacakları belâ ve musibetlerin tesiriyle şaşkına dönerler. Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor: “Onlar vaadedildikleri azabı gördükleri zaman sanki dünyada gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar.” (Ahkâf: 35) O muhteşem tablo karşısında azabın şiddetini ve uzunluğunu gördükleri zaman, dünyanın faniliğini ve değersizliğini düşünerek; dünyada kaldıkları senelerce ömrü az, azın da azı göreceklerdir. Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor: “Aralarında gizli gizli konuşurlar: Siz dünyada on günden fazla kalmadınız!” (Tâhâ: 103) Bu hayat için hiçbir hazırlık yapmayıp eli boş geldiklerinden, kısa bir ömrün geçici zevkleri uğruna böyle bir felâketle karşılaştıklarını anlayarak bin pişman olurlar. “En akıllıları ise: ‘Siz dünyada ancak bir gün kaldınız!’ der.” (Tâhâ: 104) Bâki olan şey karşısında fâni olan şey yok gibidir. İşte böylece dünyada geçirdikleri koca yıllar gözlerinden silinip gider. İşte ebedî ahiret hayatının yanında dünya hayatının hükmü budur. Bütün bu beyanlar ibret ve ikaz maksadıyla yazılıyor. Felâketler gelmeden evvel hatırlatılıyor. Azgınların azgınlığı kendilerinde kalsın, biz kendimize dönelim.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...