İman ile Küfür Kesinlikle Ayrıdır:
Allah-u Teâlâ Bakara sûre-i şerif’inin 256. Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyuruyor:
“Dinde zorlama yoktur. İman ile küfür kesin olarak birbirinden ayrılmıştır.” (Bakara: 256)
Güneşin varlığına delil, yine güneşin kendisidir.
İman ile küfür, hak ile bâtıl, hidayet ile dalâlet, nur ile zulmet, saâdet ile felâket apaçık delillerle birbirinden ayırt edilir haldedir.
İlmin nûru ile münevver olan “Hakikat ehli”, iman yolunu seçtiği için dünya saâdetine ahiret selâmetine kavuşacak; küfür karanlığında kalan “Dalâlet ehli” ise dünyada ve ahirette ceza ve mücazat görecek.
“Kim tağutu inkâr edip de Allah’a inanırsa muhakkak ki o, kopması mümkün olmayan en sağlam bir kulpa sımsıkı sarılmış olur. (Bakara: 256)
İman, aslâ kopmak bilmeyen sağlam bir kulp gibidir. O kulpa sarılan kişi kurtuluş yolunu aslâ kaybetmez, şaşkınlıklar içinde bocalamaz.
İman ile küfrün bu derece açığa çıkmasından sonra, kendilerine tutunanları küfre kaydıracak olan tağutların, imansız imamların çürük kulplarına yapışanlar ise Hakk’tan, hakikattan ve doğruluktan uzaklaşırlar, hidayeti dalâlete değişirler, sapıklık içinde bocalar dururlar.
Tağut; tuğyan kelimesinden gelmektedir. Haddi aşan her şey tağuttur. Şeytan ise bütün haddi aşanların arkasındadır.
“Allah işitendir bilendir.” (Bakara: 256)
Hem sözleri işitir, hem de niyetleri bilir. Dili ile “Ben de müslümanım.” deyip, içinde inkârı saklayan kâfirlerin, münâfıkların sapıklıklarından Allah-u Teâlâ habersiz değildir.
İman Kalesinin
İç Düşmanları:
İç Düşmanları:
Günümüzde kâfirden daha tehlikeli olan münafıklar içten türedi, iman kalesini içten yıkmaya başladılar. Bunlar diğerlerinden daha tehlikelidirler. Çünkü kâfirin hedefi var, bunların hedefi yok. Bu sapıtıcı imamlar sûret-i haktan göründüler, hepsi de müslümanları kurdukları dinlerine ayrı ayrı dâvet ettiler.
Nitekim bu tehlikeyi gören Bediüzzaman Hazretleri buyururlar ki:
“Bana ızdırap veren, yalnız İslâm’ın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi. Onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt gövdenin içine girdi, şimdi mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezemez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye vaktim bile yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbâli selâmet olsa.” (Bediüzzaman Said Nursi: Eşref Edip; sh. 16)
Deccalden daha beter olan sapıtıcı imamları ve onların türemelerini, aynı zamanda âhir zaman ulemâsını tarif ediyor. İşte bizim asıl vazifemiz bu dokuz tâife ile çarpışmaktır.
Bediüzzaman Hazretlerinin feryadına şaşıyor musunuz? Bir iman âbidesi olan bu zât nasıl feryat etmesin?
Kendi yolunun yolcuları teheccüd namazı dahi kılarken; sapıtıcı imam, onları imandan ve İslâm’dan çıkardı. İlâh edindikleri bu sapıtıcıya tâbi olanların hepsine küfrü hoş gösterdi ve küfrün içine düşürdü. Hepsinin kalbine küfür tohumu ekti. Papazları hazret kabul etti.
Ve bunların hepsini yapınca küfür diyarına kaçtı, onların hepsini yüzüstü bıraktı gitti.
Ona tâbi olanlar da küfürde dondular kaldılar, ne yapacaklarını şaşırdılar. Tekrar İslâm’a dönsünler mi, yoksa küfür batağında kalsınlar mı?
Diğer taraftan devlet erkânı öylesine din-i İslâm’a ve Hazret-i Allah’a hasım kesildiler.
Nefislerini ilâh edinmişler, alabildiklerine İslâm âlemine ve müslümana zulmediyorlar. Firavunlar da böyle yapmıştı. Ellerinden gelse din-i İslâm’ı kökünden koparmaya çalışacaklar.
Diğer taraftan da dokuz muhalif fırkanın hepsi din-i İslâm’ı kemiriyor ve yavaş yavaş yok etmek istiyorlar.
Hazret-i Allah’a gönül vermiş bir müslüman bu sahneye nasıl tahammül edebilir?
Oysa yegâne galip olan Hazret-i Allah’tır. O Kahhâr’dır, kahredicidir, kahreder, herkesi yerlere seriyor.
“O’nun zâtından başka her şey helâk olucudur. Hüküm yalnız O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas: 88)