AMERIKA'NIN GIZLI TARIHI
Yüzyilin basindan beri dünya siyaseti üzerindeki en önemli karar merkezi durumunda olan Amerika, Soguk Savas'in bitimi ve Yeni Dünya Düzeni'nin "ilani"nin ardindan, tüm dünyayi kapsayan bir egemenlik, bir Pax Americana kurma hayallerine kapildi. Çok tartisilan bu Washington merkezli Yeni Dünya Düzeni projesi, müslümanlari da yakindan ilgilendiriyordu. Çünkü ABD, kurdugu kapitalist dünya sistemine karsi tek ciddi muhalefetin Islam'dan geldiginin farkindaydi ve bu nedenle global düzeyde bir "Islam'i kusatma" stratejisi izlemeye baslamisti. Kisacasi, bazi müslümanlar tarafindan bir süredir "Büyük seytan" olarak tanimlanan ABD, gerçekten de bu sifata uygun somut bir anti-Islami misyon izlemeye karar vermisti. Bu misyon, bugün de tüm hiziyla devam ediyor.
Bu noktada biz müslümanlara düsen islerin basinda, karsidaki bu gücün iyi bir biçimde taninmasi ve tanimlanmasi gelmektedir. Eger karsida bir "düsman" varsa, yapilmasi gereken ilk is, onu "kesfetmek"tir çünkü. Bunu yaparken de, her zaman oldugu gibi temel referasimiz Kuran olmalidir. Çünkü, müslümanlara, onlara kimlerin "düsman" oldugunu haber veren, tehlikenin kimden geldigini gösteren o tehlikeye karsi ne gibi bir tavir takinilmasi gerektigini ögreten öncelikli kaynak, "muttakileri yol gösterici" olarak indirilmis olan (Bakara, 2) Kuran'dir.
Ancak eger Kuran'da "Amerika" ile ilgili bir hüküm ya da bilgi aramaya kalkarsak, dogal olarak bulamayiz. Çünkü "Amerika" ya da "Amerikalilar", Kurani terminolojide geçen kavramlar degildir.
Çünkü Kuran'da daha farkli kavramlar vardir. Insanlar; müslüman, müsrik, münafik, hiristiyan, yahudi gibi gruplara ayrilirlar ve Müslümanlara karsi olan tavirlari da bu gruplardan hangisine üye olduklarina göre degisir. Örnegin Maide Suresi 82. ayete göre, müslümanlar, kendilerine insanlar içinde en siddetli düsman olarak yahudileri ve müsrikleri", kendilerine "sevgi bakimindan en yakin olarak da: "Hristiyanlariz" diyenleri bulacaklardir.
Müslümanlara "en siddetli" düsman olarak sayilan iki gruptan ilki, yani yahudiler, bir de "yeryüzünde bozgunculuk çikarma" gibi bir özellige sahiptirler. Kuran; "Israilogullari"nin en çok "dünya hirsi"na sahip olan topluluk oldugunu (Bakara, 96); kendilerini diger insanlardan üstün gördüklerini (Cum'a, 6); diger insanlarin "mallarini haksizlikla yediklerini" ve onlari faiz yoluyla sömürdüklerini (Nisa, 161); peygamberleri "öldürdüklerini" (Al-i Imran, 183); yeryüzünde savas çikarip "bozgunculuga çalistiklarini" (Maide, 64); kendi soydaslarini da öldürdüklerini veya yurtlarindan sürdüklerini (Bakara, 84-85); "zalim" olduklarini (Bakara, 59); sikça "ihanet" ettiklerini (Maide, 13); Islam'a "kin ve hinç" beslediklerini (Nisa, 46); müslümanlara karsi "düzen" kurduklarini (Al-i Imran, 54); "küfre sapanlarla dostluklar kurduklari"ni (Maide, 80); insanlara "zulüm" yaptiklarini ve onlari "Allah'in yolundan" alikoyduklarini (Nisa, 160) bildirir. Isra Suresi'nin basinda yer alan ayetler ise, yahudilerin yeryüzünde iki kez "bozgunculuk çikaracaklarini ve büyük bir yükselisle yükseleceklerini" haber verir.
Bu ayetlere göre, Israilogullari, yeryüzünde yasanan "bozgunculugun", yani; fitne, adaletsizlik, zulüm ve kargasalarin baslica sorumlulari olmalidir.
Oysa çiplak bir gözle bakildiginda, bugün yeryüzündeki "fitne"nin en büyük kaynagi, "Büyük seytan" sifatiyla tanimlanan ABD'dir.
Bu ilk bakista bir çeliski gibi gözükebilir, ama böyle bir sey mümkün olamaz. Çünkü Kuran'in hükümleri her çag için geçerlidir ve kesindir.
O halde, konuyu biraz daha yakindan incelemek gerekmektedir. Belki de, "ABD" etiketi altinda yeryüzünde bozgunculuk çikaranlar, gerçekte "Israilogullari"dir.
Bu yazidizisi boyunca, bu incelemeyi yapacak ve ABD'nin gizli kimligini ortaya çikaracagiz. Yazidizisi boyunca kullanialan bilgiler, bir süre önce yayinlanan "YENI MASONIK DÜZEN: Dünyanin 500 Yillik Gerçek Tarihi ve Dünya Düzeni'nin Gizli Yöneticileri" adli kitabimizin farkli bölümlerindeki incelemelerin bir derlemesi ve özetidir.
Kristof Kolomb'un Bilinmeyen Öyküsü
Amerika'yi "kesfeden" ve kendisinden 5 yüzyil sonra ortaya çikacak olan Yeni Düzen'e bu sekilde bir anlamda "babalik" yapan Kristof Kolomb'un gerçek kimligini arastirdigimizda oldukça ilginç bir tabloyla karsilasiriz. Çünkü, hakkinda sayisiz kitap yazilan, filmler çevrilen ve bu "resmi tarih" bilgilerinin hemen hepsinde bir hiristiyan misyoneri olarak tanitilan Kolomb, aslinda bir yahudidir... Yahudi yazar David M. Eichhorn, söyle diyor: "Aslinda ismi Colombus degildi. Genova'da dogmus bir Italyan da degildi. Asil ismi Juan Colon olan ve Pantevedra yakinlarinda dogmus olan bir Ispanyol yahudisiydi."
Türk yahudi cemaatince yayinlanan salom gazetesinde ise, Dalia Sayah'in yazdigi "Kristof Kolomb gerçekten Yahudi miydi?" baslikli bir arastirma yayinlanmisti. Yazi bazi ilginç bilgiler veriyordu:
... Fakat asil önemlisi Kolomb'un ailesine yazdigi bütün mektuplarin sol üst kösesinde göze çarpan ilginç bir monogramdir.Yarim yüzyil önce Maurice David'in çözdügü bu monogramin bir Yahudi'nin kaleminden çikan her türlü yazinin ba sinda bulunmasi gereken iki harften: 'bet've'he'den olustugu bugün biliniyor." (Beth ve he: yani Be ezrat ha Chem ya da Baruch Chem, Tanri (Yehova) kutsaldir...) O'nun bir Marrano (Yahudi dönmesi) oldugu iddiasini kanitlayan baska bir nokta ise tablolarinda sol elini belli bir sekilde tutmasidir. Bu Marranolarin birbirlerini tanimak için kullandiklari gizli bir isaretti... Kristof Kolomb... Artik bu büyük kasifin gerçek kimliginin ortaya çikmasinin zamani geldi. Sefarad Kristof Kolomb! Onu artik tanimlayabiliriz bile: Amerika'daki kuzenimizdi O!
Salom, bir baska sayisinda ise; Sarah Leibovici'nin yazdigi Christophe Colomb Juif, Marieanne Mahn Lott 'un yazdigi Portrait Historique de Christophe Colomb ve M. Kayserling'in kaleme aldigi The Participation of the Jews in the Spanish and Porteguese Discoveries adli kitaplari kaynak göstererek, Kolomb hakkinda su bilgileri veriyor:
Kolomb yahudi miydi? Bugün artik bu kesinlesmistir. Iste tartisma götürmez bir kanit: Günah çikardigi rahip Hernando de Talavera'nin, Kraliçe Isabella'ya Kolomb'un yola çikisindan bir kaç gün önce yolladigi mektup. Talavera, Kraliçe'ye bu 'seytandan esinlenen yabancinin böylesi çilgin bir serüvene atilmasina izin vermemesi' için yalvarmaktadir. söyle devam eder rahip: 'Eger kutsal Ruh evlatlarinin dis denizlere açilmasini isteseydi, bunu yapmalari için, kökenleri meçhul bir yabancinin gelisini bekler miydi hiç?' Rahibin antisemit duygulari bu satirlarda pek belirgin degilse de daha ileride iyice ortaya çikar: 'Rahip Jean'in gördügü düsü tam olarak anlayamadim; Kolomb'un nefret edilesi gezisi sonucunda, nasil olur da kutsal topraklar yahudilerin eline geçebilir? Rahip Jean, bana, düsünde Aziz Jean Baptiste'i gördügünü ve kendisine Kolomb'un yolculugunun yahudiler için çok bereketli olacagini, Isa'nin mezarini ele geçireceklerini açikladigini söyledi.' ... Günümüzde Simon Wiesenthal'in La voile de L'espoir (Umut Yelkeni) ve Sarah Lerbovici'nin 'Kristof Kolomb Yahudiydi' kitaplarinda savunduklari tezi çogu tarihçi onaylamaktadir: Amerika'yi kesfeden bir 'konverso'dur (yahudi dönmesi)... Peki kimdir Kolomb ile birlikte yola çikanlar?... Engizisyondan kaçan yahudiler mi?... Tarih bize hala bu sirri açiklamamistir. Tek bilinen sey Kolomb'un gemilerinde rahip bulunmadigi, Arapça ve Ibranice tercümanlarin yer aldigidir.
Kolomb'un imzasindaki yahudi sembolleri, yahudi tarihçi Lee M. Friedman tarafindan da vurgulanir. Buna göre, Kolomb'un imzasinin içinde "kusursuz bir üçgen", yani "yahudiler için kutsal olan ve sinagoglarla mezarliklarda sikça kullandiklari bir figür" bulunmaktadir.
Kolomb'un ailesi Barselona'dan gelme Katalan kökenli yahudilerdendi. Tarihçiler Cenova'da yasayip Ispanyolca konusan Kolomb ailesinin Yahudi oldugunu bildiriyorlar. Fransiz Ça M'Interesse dergisi de, Ekim 1991 sayisinda, Kolomb'un Katalanya kökenli, sürülmüs ve Cenova'ya siginmis bir gizli-yahudi (konverso) oldugunu vurgulamisti. Yahudi tarihçi M. Kayserling ise, Kolomb'un esi Beatrice Enriquez'in de yahudi oldugunu bildirir.
Kuskusuz Kolomb'un köken olarak yahudi olmasi tek basina fazla bir sey ifade etmemektedir. Önemli olan, Kolomb'un bu sakli kimliginin çiktigi yolculukta bir rolü olup olmadigidir. Bu soruya cevap olacak bazi bilgileri yine salom veriyor:
Ünlü bir Ispanyol 'Kolomb uzmani' olan Consuelo Varela'ya göre: 'Kolomb Eski Ahit'i neredeyse ezbere bilirdi. Ayni sosyal sinifa mensup bir Katolik için böyle bir sey sözkonusu olamazdi. Üstelik ünlü gemicinin en büyük düsü Kudüs Tapinagi'ni yeniden insa etmekti. Oysa Katolik kilisesine göre, Isa yahudileri lanetlemisti, Tapinak bir daha asla insa edilemeyecekti. Bugün Kristof Kolomb'un yahudiligi artik tartisma götürmez bir olgudur.
Kolomb'un Muharref Tevrat'i ezbere bilecek kadar dindar bir yahudi olmasinin yaninda, kendine hedef olarak da Süleyman Tapinagi'nin yeniden insasini sezmis olmasi ilginç bir durumdu. Çünkü önce Hz. Süleyman tarafindan insa edilen, "I. yikilis"in ardindan restore edilen sonra da Romalilar tarafindan kesin olarak yikilan Tapinak, yahudiler tarafindan en önemli ulusal sembol olarak görülür. Tapinak'in ayakta kalan tek duvarini bir "Aglama Duvari" haline getirmelerinin ve asirlar bu duvar önünde dua edip göz yasi dökmelerinin nedeni, bu ulusal sembolün yikilmis olmasidir. Ve yahudi inanisina göre, bu Tapinak'in yeniden insasi Mesih'in gelisinin en büyük alameti olacak, Mesih ise tüm dünyayi kapsayan bir yahudi egemenligi tesis edecektir.
Tapinak'in kalintilarinin üzerinde durdugu Dogu Kudüs'teki tepe, Romalilar'in MS 70 yilindaki tahribinin ardindan, ancak 1967'de, yani 19 yüzyil sonra yahudilerin eline geçebilmistir. Ancak Israil hala Tapinak'i insa edememektedir, çünkü eski Tapinak'in bulundugu yerde simdi iki Islam madebi, Kubbet-üs Sahra ve Hz. Ömer Camii bulunmaktadir. Tapinak'i inysa etmek için bu mabedleri yikmak gerekmektedir, ancak Israil, muhtemelen bir "Üçüncü Dünya Savasi"na neden olabilecek bir tür bir girisime "henüz" cesaret edememektedir....
Kolomb, Kudüs Tapinagi'ni Insa Etme Yolunda...
M. Tevrat'i ezbere bilecek kadar dindar bir yahudi olan ve en büyük düsü Kudüs'teki Süleyman Tapinagi'ni insa etmek olan Kristof Kolomb, hayatinin en önemli kararini verip yola çikarken macera pesinde kosuyor olabilir miydi? Klasik anlatimlarda sikça rastlanan para ve söhret hirsi, bu denli sofu bir yahudinin böyle bir yolculuga niçin çiktigini açiklamak için yeterli sayilabilir miydi?
Kuskusuz hayir... Kolomb'un "kutsal ve Siyonist" amaçlari çesitli yahudi kaynaklarinda vurgulaniyor. David M. Eichhorn, söyle diyor: "Kolomb, gerçekte Yeni Dünya için ayriliyordu. Aslinda bu Yeni Dünya'nin varligini önceki Vikingli kasiflerin arastirmalarindan biliyordu. Esas gizli amaci, güçlü yahudi dostlari için bir yer bulmakti."
Amerikan The New Republic dergisinin yazdigina göre, Yahudi tarihçi Simon Wiesenthal da Kolomb'un Ispanya'dan sürülen Yahudilere yeni bir yurt bulmak için yola çiktigina inanir. Buna göre Kolomb'un amaçlarinin basinda Osmanli (yani Islam) karsiti bir cephe olusturma ve Kudüs'teki Kutsal Süleyman Tapinagini insa etmek için "finansman" bulma özlemi geliyordu:
Kolomb'un yolculugunun amaçlari: 1. Hiristiyan Kral Prester John'a ulasarak Osmanli'ya karsi ikinci bir cephe açmak. 2. Kutsal yerleri kurtararak, 'Süleyman Tapinagi'ni yeniden insa etmek... Kolomb'un 1481 yilinda tuttugu günlügünde Flavius Josephus'dan bölümler var. Josephus'un notlari arasinda 'Ophir' ülkesinden bahsediliyor. (Altin ülke) Zengin altin yataklari olan bu ülkeden çikaracagi altin ve elmas ile Süleyman Mabedi'ni yeniden insa ettirmeyi düsünüyordu.
Tüm bunlar, Kolomb'un yolculuguna önemli bir metafizik boyut oldugunu göstermektedir. Bunun bazi görünür isaretleri de vardir. "Yahudi Ansiklopedisi" Encyclopaedia Judaica, Kolomb'dan sözederken, onun yola çikarken ilginç bir yahudi ritüelini uyguladigini bildiriyor: Kolomb, bütün hazirliklar tamam olmasina ragmen, yola çikmak için tam bir gün görünür hiçbir neden olmamasina ragmen beklemistir. Judaica, Kolomb'un yola çikmaktan uzak durdugu günün, yahudi takvimine göre Av ayinin dokuzu olduguna dikkat çekiyor. Çünkü Av ayinin dokuzu, Süleyman Tapinagi'nin yikildigi gündür ve bu gün yahudiler oruç tutarak Tapinak'in yikilisinin yasini tutarlar.
Anlasilan Kolomb, kutsal yolculugunun tarihini de, kutsal yahudi geleneklerine göre belirlemistir. Süleyman Tapinagi ile ilgili geleneklere... Tapinak'in yikildigi günü dini kurallara uygun olarak yas tutarak geçiren Kolomb, ertesi gün Yeni Dünya'ya dogru yola çikmistir...
Kolomb'un Yeni Dünya'ya ayak bastigi 12 Ekim 1492 tarihi ise, yahudi takviminin bir baska önemli günüdür: 21 Tisri 5253, yani Sukkot'un son günü, Hoshana Rabba.
Tüm bunlardan, Kolomb'un iki büyük hedefi oldugu ortaya çikiyor; yahudiler için iyi bir toprak bulmak ve yeni zenginlikler elde ederek Mesih'in yeryüzüne gelis alameti olarak sayilan Süleyman Mabedi'ni insa için güç saglamak...
Kolomb'un yolculugunu kimlerin organize ettigini, kimlerin bu is için "lobi" yaptiklarini inceledigimizde ise, yolculugun sözkonusu kutsal amaçlar için düzenlenmis organize ve planli bir hareket oldugu daha da kesinlik kazaniyor.
Kolomb'un Ardindaki Yahudiler
Kolomb'un seferi bir günde karar verilmis bir yolculuk degildi. Olamazdi da; çünkü zamanin sartlarinda okyanusa açilarak Bati'ya dogru ilerlemek son derece büyük ve riskli bir isti. Kral ve Kraliçe'nin buna izin vermesi, bu is için kaynak ayirmayi kabul etmesi, uzun ikna ve "lobi" çabalarinin sonucunda olmustu.
Kral ve de özellikle Kraliçe'yi Kolomb'u desteklemeye ikna edenler ise yahudilerdi. Kolomb'un en büyük destekçileri, üçü de birer "konverso" (görünüste Hiristiyanligi kabul etmis yahudi) olan Luis de Santagnel, Gabriel Sanchez ve Isaac Abrabanel idi. Kolomb, bunlarin yanisira, yine bir yahudi olan Abraham Ben Samuel Zacuto'nun çizdigi astroloji haritalarindan ve onun ögrencisi olan bir baska soydasinin, Joseph Vechinho'nun gelistirdigi astrolojik yön bulma aygitlarindan yararlandi. Bu kisilere tek tek baktigimizda, son derece ilginç gerçeklerle karsilasiyoruz...
Santagnel, Kral'in hazineden sorumlu genel müfettisiydi ve Kolomb'u Kral'in huzuruna çikaran, sonra da onun lehinde Kral'a telkinlerde bulunan en önemli isim o oldu. Santagnel, ayrica Kral ve Kraliçe'yi Kolomb'un finansmani için gerekli parayi kendisinin kolaylikla bulabilecegini söyleyerek ikna etti. Gerçekten de Kolomb'a hazineden tam 1.140.000 maravedi vererek yolculugun finansmanini sagladi. Kolomb, yolculugundaki gelismelerle ilgili ilk mektubunu da ona yazdi. Gerçekte yahudi kimligini korudugunun en önemli isaretlerinden biri ise nüfuzunu sürekli olarak yahudilere destek olmak için kullanmasiydi.
Saraydaki diger konverso Gabriel Sanchez ise, Ispanya'nin iki kralligindan biri olan Aragon'un hazine bakaniydi. O da Kolomb'a finansman sagladi. Kolomb'un yolculugu ile ilgili mektup yolladigi ikinci kisi oydu.
Isaac Abrabanel ise Kolomb'a yardim edenler içinde gerçekte en önemli kisiydi. Çünkü Kolomb'a önemli para destegi veren Abrabanel, bu teknik yardiminin yanisira olayin metafizik boyutunu da hesaplayanlarin basindaydi. Ispanya'daki yahudi toplumunun önde gelen isimlerinden olan Abrabanel, ünlü Kabalaci hahamlardan Joseph Abraham Hayyun'dan Kabala ve Talmud egitimi almisti.(Kabala: Yahudi Mistisizminin kaynagi. Batini ilimlerin ve büyünün temel kaynaklarindan biri olarak kabul edilir). Abrabanel, kilit bir isimdi; 1484 yilinda Kral ve Kraliçe'nin emrine girmis ve ülkedeki vergi toplama isini denetlemek üzere tam yetkiyle atanmisti. Önemli icraatlarindan birini, Granada'daki müslümanlara karsi girisilen savasi finanse etmekle yapti. Müslüman katliami ile noktalanan savas, Abrabanel tarafindan verilen 1.5 milyon altin duka sayesinde kazanilmisti. Abrabanel, tüm bu politik çalismalarini yaparken, bir yandan da Mesih'in gelisi ile ilgili Kabalistik çalismalarla ilgileniyordu. Mesih'in gelisinin yakin oldugunu öne süren üç kitap yazdi: Ma'yeni ha-Yeshu'ah, Yeshu'ot Meshiho ve Mashimi'a Yeshu'ah. Bu kitaplarinda Mesih ile ilgili kehanetleri inceliyor ve bunlar üzerine yorumlar yapiyordu. Mesih geldigi zaman tüm yahudilerin Vaadedilmis Topraklar'da yasayacagini ve Mesih'in tüm diger milletleri de Israil'in egemenligi altina alacagini müjdeledi.
Abraham Ben Samuel Zacuto ise, Kolomb'un yolculuguna Kabalistik güçler katan bir diger isimdi. Devrim en önemli astroloji uzmani olan Zacuto, ayni zamanda da Kabala konusunda uzmanlasmis bir yahudiydi. Ortaçag'in enbüyük yahudi filozofu olan Maimonides'in çalismalarini ve ünlü Kabala çalismasi Sefer ha-Kabbalah'i incelemisti. Bu ilhamlardan yola çikarak astroloji ile ilgili Sefer ha-Yuhassin adli kitabini yazdi. Kolomb, Zacuto'nun astrolojik bulgularindan büyük ölçüde yararlanarak denizde yolunu bulmus, hatta bunlar sayesinde Yeni Dünya'daki yerlilere önceden bir günes tutulmasini haber vererek onlari metafizik güçleri olduguna inandirmisti. Zacuto'nun çalismalarindan yararlanan bir baska "kasif" ise Vasco da Gama oldu. Gama'nin yolculugunun bir baska ilginç yani da, gemideki yol göstericilerin, haritacilarin ve tercümanlarinin çogunun yahudi olmasiydi.
Zacuto, çalismalarinda temel kaynak olarak Zohar ve Aggadah gibi Kabalistik yahudi geleneklerini kullaniyordu ve en önemlisi yaptiklarini "kesfe" çikan yahudi denizcilere destek olmasi için yapiyordu. Çalismalarinin, hiristiyanlar ile yürüttükleri mücadelede yahudilere yardimci olmasini umdugunu yazmisti.
Zacuto'nun ögrencisi olan Joseph Vechinho da bir yahudiydi ve Yeni Dünya'ya dogru yolculuga çikmadan önce soydasi olan Kolomb'a giderek Salamanca Üniversitesi'nde onunla tanismis ve ona ustasi Zacuto'nin çizdigi haritalari ve kendi gelistirdigi astronomik araçlari vermisti.
Bütün bu tablo, Kolomb'un çiktigi yolculugun arkasinda büyük bir "irk dayanismasi" oldugunu göstermektedir. Bunun az önce inceledigimiz gibi iki büyük amaci vardi; Süleyman Tapinagi'ni yeniden insa etmek için güç kazanmak ve yahudiler için "iyi bir yer" bulmak.
Nitekim öyle de olacak, Kolomb'un kesfettigi "Yeni Dünya", yahudiler için "iyi bir yer" ve stratejik bir merkez olarak sekillenecekti.
Kolomb'un Baslattigi 'Etnik Temizlik' Operasyonu...
Son dönemlerde Kolomb ile ilgili olarak çevrilen filmlerde, sik sik Kolomb'un gerçekte yerlilere çok insancil yaklastigi, vahsetin emrini dinlemeyen bazi adamlarinca gerçeklestirildigi izlenimi verilmektedir. Ancak, gerçekler bu pembe tablodan çok farklidir.
Kolomb Amerika'yi kesfettiginde 30 milyon kizilderili yasiyordu. simdi 2 milyonluk kayip bir irk oldular. Kolomb, asirlar sonraki soydaslarinin "en iyi Filistinli ölü Filistinli'dir" sekline dönüstürecegi sözünü uygulamaya koymus, "en iyi yerli ölü yerlidir" teorisini gelistirmisti. O da, yine asirlar sonraki soydaslarinin Filistinliler'e yapacagi gibi yerlileri insan olarak görmüyordu. Attali, "adanin huzurlu yerlilerinden bazilari onlari karsilamaya gelmislerdir. Colombus onlari insan olarak kabul etmemektedir" diyor.
Katliam, Kristof Kolomb'la basladi. Kolomb kesfettigi yerlerde Ispanyol kolonileri olusturmaya hiz verdi. Yerlileri kölelestirdi. Vergilendirilen yerlileri Ispanya'ya altin ödemekle yükümlü kildi. Hükümdarlarin izniyle yetki alani içindeki ticari islemlerden yüzde on pay aliyordu. Kolomb ayrica köle ticaretini de ilk baslatan kisiydi...
Kolomb'un yerlilere uyguladigi baski ve sömürü politikasi, onun açtigi yolda ilerleyen "conquistador"lar tarafindan devam ettirildi. Bu Ispanyol "fatih"leri, yerlileri kölelestirme ve mallarina el koyma politikasini sürdürdüler. En çok aradiklari sey ise altindi. Yerlileri yola getirmek için siddet kullaniyorlardi. Bu dünyanin sahit oldugu ilk büyük "sömürgelestirme" hareketiydi. Önceki sayfalarda inceledigimiz gibi, Kolomb Yeni Dünya'yi yahudilere güç kazandirmak, oranin zenginliklerini yahudilerin eline vermek için ele geçirmisti. Kolomb'un hedefine ulastiginin en büyük göstergesi ise, sömürgeci conquistadorlar arasinda çok sayida yahudinin ve konversonun bulunmasidir.
Conquistadorlarin uyguladigi katliam ise inanilmaz boyuttaydi. Örnegin, Kolomb geldiginde nüfusu 200 bin olan bir adada, 20 yil geçmeden sadece 50 bin, 1540'da sadece bin kisi kalmisti. Conquistadorlar'in en ünlüsü olan Cortes, 1519 subat'inda 700 adamla Meksika'ya ayak basti. Meksika'nin toplam kizilderili nüfusu Cortes'in giris yilindaki 25 milyondan, 1605'te 1 milyona indi. Toplam olarak conquistadorlar, yarim yüzyillik bir süre içinde 75 milyon kizilderiliyi yok etmis, yerlerine sadece 240 bin Ispanyol yerlestirmislerdi. Avrupa'da toplam 100 milyon civarinda insanin yasadigi o yillarda, Amerika nüfusu 60 ile 80 milyon arasindaydi. Bu nüfusun % 80'i (yani yaklasik 60 milyon insan) bir kaç onyil içerisinde yok edildi. Sadece Hispaniola adasinda 1492'de 7-8 milyon kisi yasiyorken, 1496'da 4 milyon, 1570 yilinda ise yalnizca 125 kisi kaldi. Tarihçi C. Wells'in verdigi rakamlara göre, Kolomb'un kitaya ayak basmasindan sonra bir yüzyildan az bir süre içinde 95 milyon yerli sömürgeciler tarafindan katledildi.
Bu bosluk yeni bir drama yol açacak, sonraki dört yüzyil boyunca, Afrika'dan katledilen yerlilerin yerine doldurmak üzere Amerika'ya 13 milyon siyah köle tasinacakti. Bu isin önderligini de yahudiler yapacakti.
Püritenlerin Tarihi Misyonu
Ingiltere'de 1600'lü yillarin basinda yeni bir mezhep yayilmaya basladi. William Tyndale adli bir Calvinist'in kurdugu mezhep, Protestan ögretisinin çogu konuda daha radikal hale getirilmis bir sekliydi. Örnegin Protestanligin Papa'ya ve Katolik Kilisesi'nin hiyerarsisine karsi açtigi savas, Püritenler adi verilen bu yeni mezhep tarafindan daha da ilerletilmis ve Protestan Anglikan Kilisesi'ni de içine alacak bir düsmanliga dönüstürülmüstü. Bu yeni mezhebin baglilarinin en ilginç özelligi ise, Luther ve Calvin'in baslattigi "Eski Ahit'e yönelme" hareketini daha da ileri, radikal bir çizgiye götürmeleri ve Eski Ahit'i (Tevrat) neredeyse inançlarinin tek kaynagi haline sokmalariydi.
Eski Ahit'e yönelmek demek, dogal olarak yahudilere yönelmek demekti. Püritenler de öyle yaptilar. Eski Ahithükümlerine göre, yahudiler üstün ve seçilmis bir halkti ve Püritenler bunu kayitsiz sartsiz kabul ettiler. Bu, Püritenlerin yahudilere ve yahudi dinine büyük bir sempati ve hayranlik beslemelerine yol açti. Eski Ahit'e bu kadar baglanmanin bir sonucu daha vardi; Püritenler kendilerini de hayran olduklari yahudilerle özdeslestirmeye, kendilerini onlara benzetmeye basladilar.
"Yahudi Ansiklopedisi" Encylopaedia Judaica, Püritenlik'ten, "Judaizers" (yahudiciler/yahudi sempatizanlari) basligi içinde söz ediyor. Bu terimi ise söyle açikliyor: "Judaizer: Yahudi olmadigi halde yahudi dininin bir kismini ya da bütünün uygulayan veya yahudi oldugunu öne süren kimse." Bu sinifa dahil ettigi Püritenler için de sunlari söylüyor:
Ingiltere ve Amerika dahil, Kuzey Atlantik'te Püritenligin güçlenmesiyle birlikte, Tevrat'in incelenmesi buna bagli olarakta 'yahudilesme' (judaizing) hareketleri basladi. Bu ibrani dilini kullanma, anayasanin Tevrat'a dayandirilmasi ve Sabbath'in yahudi dinine göre kutlanmasi taleplerine kadar vardi.
Püritenler kendilerini yahudilerle özdeslestirme konusunda çok israrliydilar. Çocuklarina, Samuel, Amos, Sarah, Judith gibi yahudi isimleri veriyor, tüm yahudi dini kural ve geleneklerini uyguluyor, Ibranice konusmaya çalisiyorlar, kisacasi Judaica'nin da kullandigi deyimle "yahudilesiyor"lardi. Ingiliz yazar E. Dowden, bu nedenle Puritan and Anglican adli kitabinda, "Püritenlik, Ingiltere'nin kalbine ve ruhuna, Tevrat'in dehasini tasidi" der. Universal Jewish Encyclopedia'nin yazdigina göre ise, "ahlak yapisi Tevrat'la tümüyle es olan Püritenlik, 'Ingiliz Yahudiligi' olarak adlandirilmistir."
Ancak Püritenlerin devlet ve kilise hakkindaki radikal düsünceleri, Kral tarafindan baski görmeleriyle sonuçlandi. Bu nedenle 1620'li yillarda iki büyük Püriten grubu ülkeden ayrildi; biri Yeni Dünya'nin kuzeyine, bugünkü ABD'ye gitti ve oradaki ilk önemli koloniyi kurdu. Digeri ise Amsterdam'a göçtü. Kalan Püritenler mücadeleye karar verdiler ve örgütlendiler. Giderek de güçlendiler. Sonuçta, Cromwell'in yönettigi Püriten ordusu, 1649'da Kral I. Charles'i devirdi ve bir Püriten Cumhuriyeti kurdu. Kendini tüm ülkeye "Lord Protector" (Koruyucu Lord) ilan eden Cromwell de, bir dikta rejimi olusturdu. Ülkeyi artik "judaizer", yani yahudilere hayran olan ve kendilerini de onlarla özdeslestirmeye çalisan Püritenler yönetiyordu.
Nitekim Cromwell'in icraatlari da "yahudi hayrani" kimligine uygundu. Ingiltere'nin devrimci Lord'u, Ingiltere'de yasamalari o tarihe kadar yasak olan yahudilere Ingiltere'ye yerlesme izni verdi. (Yahudiler, Ingiltere'den Kral I. Edward tarafindan 1292 yilinda "halki tefecilik yoluyla sömürdükleri" gerekçesiyle sürülmüslerdi ve bu yasak asirlar boyu sürdü. Bu nedenle Cromwell'in iktara geldigi 1649 yilinda, inançlaini gizlice sürdüren bir kaç ailenin disinda, ülkede yahudi yoktu.) Fakat bir kaç yil içinde Cromwell bir kanun yayinlayarak bu yasagi sona erdirdi ve ilk yahudi göçmenler, Püritelerin sevinç göz yaslari arasinda Ingiltere'ye yerlesmeye basladilar.
Püritenlik, böylece Ingiliz kültürüne derin bir "yahudi hayranligi" enjekte ediyordu. Bu sosyal olusum, asirlar sonra Siyonizm'e verilecek olan Ingiliz desteginin de çekirdegiydi. Nitekim Cromwell döneminin önde gelen Püritenlerin Elbenezer Cartright, yahudilerin Ingiltere'ye dönüsleri üzerine duygulanmis ve söyle demisti:
Bu Ingiliz ulusu, Hollanda'daki temsilcileriyle birlikte, Israilogullari'ni zamani geldiginde atalari olan Abraham, Isaac ve Jacob'un topraklarina, onlara vaad edilmis olan Vaadedilmis Topraklar'a da gemileriyle tasima serefine ulasacak ilk ulus olacaktir.
Püritenlik, böylece yahudiler açisindan stratejik bir müttefik olarak tarihi misyon kazaniyordu. Bu misyon, az önce belirttigimiz gibi öncelikle Ingiltere'yi etkileyecekti. Ancak bu misyonun asil büyük hedefi, Kristof Kolomb tarafindan "yahudiler için iyi bir yer" ve "Süleyman Tapinagi'ni insa etmek için gereken gücün kaynagi" olsun diye kesfedilen Yeni Dünya olacakti.
Püritenler ve "New Israel"
Önceki sayfalarda Ingiltere'deki Püritenlerden söz ederken, 1620'de, henüz Cromwell iktidarinin kurulmadigi yillarda, Püritenlerin ülke içindeki baski nedeniyle iki büyük göç yaptiklarini belirtmistik. Ikinci Püriten grubu ise, Yeni Dünya'ya, Amerika'nin kuzeyindeki Massachusetts bölgesine gitti ve burada büyük bir koloni kurdu. Bugünkü ABD'nin çekirdegi olarak kabul edilen koloni, Püritenlerin klasik yapisini, yani "judaizer" (yahudici/yahudi sempatizani) misyonunu tasiyordu. Britannica, Ingilizce baskisinda Massachusetts kolonisi ile ilgili söyle diyor:
Avrupa kolonizasyon tarihinde hiçbir koloni Massachusetts kolonisinin ulastigi zenginlik seviyesine ulasamadi. Koloniyi kuran Püritenlerin amaci Amerika'nin uçsuz bucaksiz topraklarinda yeni bir Siyon yaratmakti. Bu, Ingiltere'de saglanan reformasyonun bir benzerini olusturmalarini saglayacakti... Püriten mirasi, Amerikan ruhunun sekillenmesinde süphesiz büyük bir faktör olarak yerini aldi.
Püritenler, kendilerini Eski Ahit'e öylesine kaptirmislardi ki, o dönemler "New England" (Yeni Ingiltere) olarak adlandirilan Amerika'ya "New Israel" (Yeni Israil) ismini vereceklerdi. Ingiliz yazar Karen Armstrong, Holy War adli kitabinda, Püritenlerin tasidigi yahudi ruhuna dikkat çekiyor. Armstrong, Püritenlerin kendilerini "pilgrims" (hacilar) olarak adlandirdiklarini ve ayni sifatin daha sonra Filistin'e giden Siyonistlerce de kullanilacagini hatirlatiyor. Armstrong, Püritenlerin kendilerini "yahudi" gördüklerini söyle anlatiyor: "Püritenler, Yeni Dünya'daki mücadelelerinin ayni Tevrat'ta anlatilan yahudilerin mücadelelerine benzedigine inaniyorlardi. Bu nedenle, kolonilerine 'Ingiliz Kenan'i' adini verdiler"
Kenan, bilindigi gibi M. Tevrat'ta Filistin topraklarina verilen isimdi ve M. Tevrat'a göre de bu bölge yahudilere aitti. En büyük istekleri "seçilmis halk" kabul ettikleri yahudilere benzemek olan Püritenler de, Amerika'yi Kenan diyarina benzettiler ve kendilerini de bu diyari fethetmekle yükümlü yahudiler olarak düsündüler. Kisacasi, yapay bir Kenan diyari üzerinde, yapay yahudiler olmaya çalisiyorlardi. Bu nedenle, Amerikan topraklari üzerinde kurduklari kentlere; Hebron, Salem, Bethlehem, Zion ve Judea (Yahuda) gibi Eski Ahit"te geçen yahudi isimleri verdiler. Armstrong, ayni islemin daha sonra Filistin'i "yahudilestirmeye" çalisan Siyonistlerce de yapildigina dikkat çekiyor.
Püritenler, Amerika'yi ele geçirmeye "hak sahibi" olduklarini da çesitli M. Tevrat ayetlerini göstererek sözde ispat etmeye çalisiyorlardi. 1622'de, koloninin önde gelen isimlerinden Robert Cushman, Amerikan topraklarindaki yerlilerin "ilkel yaratiklar" oldugunu söylüyor ve onlarin ellerindeki topraga el koyma haklari oldugunu ise M. Tevrat'in "Tekvin" bölümünden 13/6, 11, 12 ve 34/21 gibi ayetleri göstererek kanitlamaya ugrasiyordu. Armstrong, ayni ayetlerin ve ayni mantiklarin daha sonra Siyonistler tarafindan da Filistinliler hakkinda kullanilacagini hatirlatiyor.
Kisacasi, Amerika M. Tevrat'ta vaadedilen ve Mesih'in gelisiyle birlikte yahudiler tarafindan kurulacak olan Siyon Kralligi'nin bir prototipi seklinde olusturuluyordu. Vaadedilmis Topraklar'a benzetilen topraklar üzerinde, kendilerini yahudilere benzeten Püritenler, M. Tevrat'ta emredilen yöntemleri kullanarak Amerika'yi kuruyorlardi.
Toprak ve yeni sahipleri M. Tevrat'a uydurulunca geriye bir tek topragin eski sahipleri, yani Kizilderililer kaliyordu. Onlara da M. Tevrat içinde bir yer bulmakta gecikilmedi.
Bu, Kizilderililerin sonunun baslangiciydi...
M. Tevrat'a Göre Gerçeklestirilen Kizilderili Katliami
Püritenler, Amerika'yi Kenan diyari olarak tanimladiklarinda, Kizilderililere de ilginç bir statü verdiler. Bu teoriye göre Kizilderililer, Vaadedilmis Topraklar üzerinde yasayan "Kenan Halki"ydi. Vahset, iste bu noktada basladi.
Çünkü Kenan Halki, Eski Ahit'e ve dolayisiyla yahudi inanisina göre, Vaadedilmis Topraklar'i yahudilerden "gasp etmis" olan bir halktir. Ve yok edilmeleri gerekir. M. Tevrat ayetleri, "Kenan Halki'nin yok edilmesini" söyle emreder: "... Ey Kenan, Filistinliler diyari, Rabbin sözü size karsidir; seni yok edecegim, öyle ki artik sende oturan kimse olmayacak." (Tsefenya, Bab 2/5) Bir baska ayette uygulanacak vahset söyle detaylandirilir:
Ve Allah'in Rab onu senin eline verdigi zaman, onun her erkegini kiliçtan geçireceksin; ancak kadinlari ve çocuklari ve hayvanlari ve sehirde olan her seyi, bütün malini kendin için çapul edeceksin; Ve Allah'in Rabbin sana verdigi düsmanlarinin malini yiyeceksin... Ancak Allah'in Rabbin miras olarak sana vermekte oldugu bu kavimlerin sehirlerinden nefes alan kimseyi sag birakmayacaksin; fakat onlari... Kenanlilar'i... Allah'in Rabbin sana emrettigi gibi tamamen yok edeceksin. (Tesniye, Bab 20/10-17)
Tarihin en büyük dramlarindan biri olan Kizilderili katliami iste bu ayetlere göre gerçeklestirildi. Year 501: The Conquest Continues (Yil 501: Isgal Hala Sürüyor) adli kitabinda, Noam Chomsky, Püritenlerin M. Tevrat ayetlerine dayanarak, "Kenan diyarinin halki" olarak gördükleri Kizilderililer'e karsi gerçeklestirdikleri katliamlari anlatiyor:
New England'daki ilk büyük soykirim hareketlerinden biri, 1637'de Pequot Kizilderilileri'nin yok edilmesiydi. Sömürgeci Püritenlerin, uyguladiklari bu vahseti göklere çikaran resmi açiklamalari ise söyleydi: 'Yeryüzü cennetinde Tanri'nin istemedigi bu Pequot yerlileri temizlendi. Öyle ki, sükürler olsun, artik Pequot ismi tasiyan kimse kalmadi.' Bugün, 'Tanri'nin izni altinda' yurduna baglilik yemini eden her Amerikan çocugu, aslinda, bu katliami uygulayan Püritenlerin tasidigi retorigi ve Eski Ahit'ten (M. Tevrat) kaynaklanan düsünceyi ödünç almaktadir. Püritenlerin Eski Ahit'ten aldiklari düsünce ise sudur: 'Bilinçli bir biçimde, Tanri'nin seçilmis halkina ait olan Vaadedilmis Topraklar'daki Kenan halkini yok etmek'. Katliami uygulayan Püritenler, yaptiklari isi tümüyle dini liderlerinin kontrolünde gerçeklestiriyorlar, 'kutsal misyon'larini yerine getiriyorlardi. Öyle ki, kizilderili erkek, kadin ve çocuklar tümüyle Eski Ahit emirlerine göre katlediliyorlardi. Kendi kullandiklari Tevrat deyimlerine göre, Püritenler, kizilderili çadirlarini 'kizgin atesli firinlara' döndürüyorlar, içindeki kurbanlari Tevrat deyimiyle 'olabilecek en kötü ölümle' öldürüyorlardi. Bir baska Tevrat ayetinin deyimiyle ölenler 'atesin içinde kizariyor, ancak oluk oluk akan kanlari atesi söndürüyor'du. Katliami uygulayanlar ise 'Yehova'nin övgüsüne layik' oluyorlardi. Bundan bir kaç yil sonra ise New York bölgesindeki yerlilerin 'temizlenmesi' operasyonu düzenlendi. Örnegin, subat 1643'de Güney Manhattan'da Hollandali askerler tarafindan Algonquin Kizilderilileri'ne karsi gerçeklestirilen ve David de Vries tarafindan aktarilan katliam söyleydi: 'Askerler pek çok Kizilderili'yi uykularinda öldürdüler. Annelerinin gögüslerinden çekilip alinan bebekler anne-babalarinin gözleri önünde kiliçla parçalaniyor ve bebeklerin parçalari atese atiliyordu. Kundaktaki bebekler besikleri içinde parçalaniyor, kafalari eziliyor, en tas-yürekli adamin bile vicdanini sizlatacak bir vahsilikle öldürülüyorlardi. Bazi bebekler nehire atildi, onlari kurtarmak için anne ve babalari da suya atladi. Ama askerler ne çocuklarin ne de anne-babalarin sudan çikmalarina izin vermediler, hepsi boguldu.
Chomsky'e göre, ABD'nin 20. yüzyilda dünyanin dört bir yaninda uyguladigi ya da uygulattirdigi terör (terörizm kültürü) de kaynagini Püritenlerin Amerika'ya yükledigi vahset geleneginden almaktadir:
Püritenlerin gerçeklestirdikleri katliamlar, asirlar sonra hala ABD tarafindan islenen toplu cinayetlere de fikir babaligi yapiyor. Yüzlerce örnek arasinda akla gelenlerden biri, 1980'de El Salvador'da ABD'nin çikardigi Salvador-Honduras savasi sirasinda gerçeklesen Rio Sumpul katliami. Sayisiz benzeri gibi bu katliam da, ABD tarafindan egitilmis, ABD tarafindan silahlandirilmis ve elitlere hizmet eden birliklerin isledigi bir cinayetti. Asirlardir ABD'nin ögrettigi doktrinlerin yeni bir uygulamasi olan bir cinayet...
Püritenlerin uyguladiklari vahsetin yahudi ögretisine dayandigina, Arnold Toynbee de dikkat çeker. Toynbee, "Amerika'daki Ingiliz kolonicilerinin Eski Ahit üzerinde yogunlasmalarinin, onlara, dinsizleri yok etmekle görevli seçilmis bir halk olduklari inancini verdigini" savunmaktadir. Amerikali sosyolog Thomas Gossett ise, "Israilliler Kenan halkini nasil yok ettilerse, Massachusetts kolonisindeki Israilliler (yani Püritenler) de Kizilderililer'i öyle yok ettiler" diye yazar.
Kisacasi Kizilderililer, büyük ölçüde, Kabalaci hahamlarin M. Tevrat'a soktugu sapkin inançlarin kurbani oldular. Kabalaci Kolomb ve onun ardindan gelen Püritenler, kitaya, batinin açgözlülügünü, üstün irk inancinin sömürüsünü ve de M. Tevrat'in vahsetini getirdiler. Ve bugün, Chomsky'nin deyimiyle "isgal hala sürüyor"...
Yahudilerin Eliyle Masonlugun Amerika'ya Girisi
Bugünkü ABD'nin temelleri, Kuzey Amerika'daki ilk kolonierin öncüsü olan Püritenler tarafindan atildi. Püritenler, sahip olduklari "yahudi hayranligini" böylece Amerikan kültürünün merkezine yerlestirdiler.
Kuskusuz bu durum, eskiden beridir bir "dünya hakimiyeti"nin yollarini gözleyen yahudi önde gelenleri için büyük bir avantajdi. ABD, "sosyolojik" olarak, kendileriyle ittifak halindeki bir medeniyet olarak gelisiyordu.
Ancak bu "sosyoljik" durumla yetinmediler ve Amerika'yi kontrol altinda tutmalarina yardim edecek bazi mekanizmalari da Eski Dünya'dan Yeni Dünya'ya tasidilar. Bunlarin basinda, Avrupa'da Katolik Kilisesi'ne karsi Yahudilikle tarihsel bir ittifak kurmus olan mason örgütü geliyordu.
Masonluk, Yeni Dünya'ya tamamen yahudilerin eliyle tasindi. "Yahudi Ansiklopedis" Judaica, "Freemasonary" (Masonluk) basligi altinda bu konuyla ilgili önemli bilgiler veriyor:
Koloni Amerikasi'nda masonlugun kuruculari arasinda çok sayida yahudi ismi göze çarpiyor. Gerçekte, masonlugu Amerika'ya ilk kez getirenler de yahudiler olmustu. Ilk kez 1658'de New Port, Rhode Island'da olusan mason locasi durumundaki örgütün kurulusu, o bölgede yasayan bir yahudinin, Mordecai Campanall'in sayesinde olmustu. 1734'de Georgia Savannah'ta kurulan locanin kuruculari arasinda da dört tane yahudi bulunuyordu. Bir baska yahudi Moses Michael Hays, Iskoç ritini Amerika'ya sokan kisi oldu, 1768'de de tüm Kuzey Amerika masonlugunun genel gözetleyicisi (inspector general) seçildi. 1769'da Hays New York'ta King David Lodge (Kral Davud Locasi)ni kurdu. Bu locayi 1780'de New Port'a da tasidi. 1788-1792 yillari arasinda Massachusetts Büyük Locasi'nin Büyük Üstadligi'ni yürüttü. Rhode Island Büyük Locasi'ni kuranlarin basinda bir diger yahudi Moses Seixas geliyordu. 1802-1809 yillari boyunca bu locanin üstad-i muhteremi oldu. Moses Hays ile ayni dönemde faaliyet gösteren bir diger yahudi Solomon Bush, Pennsylvania masonlugunun genel gözetleyicisi oldu. 1781'de Pennsylvania'da kurulan ve Amerikan Masonlugu'nun tarihinde önemli yeri olan 'Sublime Lodge of Perfection' adli locanin içinde de yahudiler son derece etkin konumdaydilar. Eski dönem Amerika masonlugunun önemli isimleri arasindaki diger yahudiler söyle: Charleston'daki King Solomon's Lodge'un kurucularindan Isaac da Costa, 1781'de Virginia bölgesinde genel gözetleyici seçilen Abraham Forst ve ayni görevi önce Maryland sonra da Charleston'da yürüten Joseph Mayers. 1793'te Charleston, South Carolina'daki büyük sinagogun açilis töreni, mason localarindaki ritüellere uygun olarak yapilmisti. Yahudi isimleri daha sonraki dönemlerde de Amerikan localarinda dikkat çekti... B'nai B'rith tarafindan da benimsenmis olan gizlilik, ketumiyet gibi özellikler ve pek çok ritüelin masonik çalismalardan etkilendigine kusku yoktur. B'nai B'rith yahudi toplumunun içinde masonlugun bir benzeri olma amaci tasimistir.
Yahudilerin eliyle masonlugun Amerika'ya girmesi, oldukça anlamli bir gelismeydi: Yahudi önde gelenleri, Avrupa'da masonlukla kurmus olduklari ittifaki aynen Yeni Dünya'ya da tasiyorlardi. Ancak bir farkla; bu ittifak, Avrupa'da en basta Katolik Kilisesi olmak üzere bir takim ortak düsmanlara karsi uzun bir savasa girismisti. Oysa Amerika'da böyle bir düsman yoktu. (Tek muhtemel düsman olan Kizilderililer de daha önce gibi M. Tevrat'in gösterdigi yöntemlerle soykirima ugratiliyordu). Bu nedenle Ittifak, Amerika'da, Avrupa'nin aksine "düzen yikma" isiyle ugrasmadi. Aksine, buradaki düzen dogrudan yahudiler ve onlarin tarihsel müttefiki olan masonluk tarafindan kuruldu.
ABD, 'Dünyanin Ilk Masonik ve Kabalistik Cumhuriyeti'...
Yahudi önde gelenlerinin Amerika'da masonlugu yayma yönünde giristikleri hummali faaliyetin ardindan, ABD, "dünyanin ilk masonik cumhuriyeti" olarak tarih sahnesine çikti. Amerikali tarihçi Robert Hieronimus, America's Secret Destiny (Amerika'nin Gizli Kaderi) adli kitabinda, bu ülkenin kurulusunun ardindaki masonik etkenle ilgili bazi ilginç bilgiler veriyor:
Günümüz tarihçileri, 17. ve 18. yüzyillari akil ve Aydinlanma çagi olarak kabul ederler ve bu dönemdeki tüm zihinsel faaliyetlerin 'evrenin bilimsel yasalarini ispata' harcandigini söylerler. Oysa ki, ABD'nin kuruculari, bunlarin yaninda, mistisizm, okültizm ve illüminizm üzerine yogunlasmislardi. Astroloji, simya ve Kabala ile derinden ilgilenmislerdi.
ABD'nin kurucularinin, yahudi mistisizminin kaynagi olan Kabala ile ilgilenmeleri ne kadar ilginç degil mi? Acaba ABD'nin kurucularinin Kabala ile ne gibi bir ilgisi olabilirdi? Bu adamlar Kabalaci birer yahudi degillerdi ya... Ama Kabala'dan ilham almak için ille de Kabalaci bir yahudi olmak gerekmiyordu. Kabala'ya ve Kabalacilar'a bagli olan yahudilerin disinda bazi örgütler de vardi. Bu örgütlerin basinda ise masonluk geliyordu...
Bu durumda ABD'nin kurucularinin nasil olup da Kabala ile ilgilendigi sorusunun cevabi aydinlaniyor. Çünkü Amerika'yi kuranlarin hemen hepsi masondular. Hem de oldukça "üstad" masonlar... Bunun yanisira çogu ayni zamanda masonlugun Yeniçag'daki ikinci bir versiyonu olan Gül-Haç örgütüne üyeydi. Aralarinda bir diger masonik örgüt olan Illüminati'ye bagli olanlar bile vardi.
Robert Hieronimus yazdigina göre, esoterik tarihçiler ABD'nin kuruculari arasinda 50'ye yakin mason sayiyorlar... ABD'nin dört kurucusu¯Washington, Jefferson, Franklin ve Adams¯Gül-Haç tarikatinin üyesiydi. Bu kurucularin üçü¯Jefferson, Franklin ve Adams¯ayni zamanda Illüminati tarikatina da üyeydiler. George Washington ve bagimsizlik savasinin Fransiz destekçisi olan General Lafayette, yalnizca yakin arkadaslar degil, ayni zamanda ayni locanin üyesiydiler. Bagimsizlik savasina komuta ederken, Washington, düzenli olarak askeri localarda yapilan toplantilara da katiliyordu. Washington Bagimsiz Büyük Loca'nin (Independent Grand Lodge) Büyük Üstadligi'na seçildi. Bu loca, 1805 yilinda onun anisina Alexandria Washington Locasi adini aldi.
Esoterik tarihçiler, Bagimsizlik Bildirgesi'ni imzalayan 56 kisiden 50'sinin mason oldugunu da bildiriyorlar. Bunun yanisira, Amerikan ordusundaki subaylarin büyük çogunlugunun mason oldugu ve askeri localarda toplandigi biliniyor. Kendisi de bir mason olan General Lafayette, Washington'in 'mason olmayan subaylarina hiçbir zaman içinden gelerek emir vermedigini, zaten neredeyse tüm yakin askeri çevresinin onun mistik bir bag ile baglanmis biraderleri oldugunu' yazmistir.
ABD'nin bir diger kurucusu Benjamin Franklin de Washington'dan pek farkli degildir. Masonik tarihçiler, Benjamin Franklin'i döneminin en büyük Amerikali masonu olarak kabul ederler. Franklin kendi gizli dernegini de kurmustu: Leather Apron Club (Deri Önlük Klübü). Organizasyonun adi bile olaydaki masonik etkiyi gösteriyor, çünkü o siralar masonik önlükler deriden yapiliyordu.
Franklin, siyasi bir ittifak olusturmak amaciyla 1776'da Fransa'ya geldikten hemen sonra, Fransiz mason localariyla baglanti kurdu. 1778 yilinda Voltaire'in Nine Sisters (Dokuz Kizkardesler) adli locadaki tekris töreninde Franklin de bulunuyordu. Ertesi yil bu locanin üstadligina seçildi. Bunun yaninda iki Fransiz locasiyla daha iliski kurdu: Saint Jean de Jerusalem (Kudüslü Aziz Jean) ve Loge des Bons Amis (Iyi Dostlar Locasi). Fransizlar'la kurdugu iliskiyi, Amerikan-Fransiz ittifakinin kurulmasinda kullandi. Iki taraf arasindaki diplomasi ve gizli görüsmeler, masonik protokole uygun olarak yürütülüyordu.
ABD'nin kurulusuna imza atan bir diger isim de Thomas Jefferson'di. Onun baglantilari da inceledigimiz diger biraderlerini aratmayacak niteliktedir. 1960 yilinda yayinlanan Masonic Bible Jefferson'in 'aktif bir mason olduguna kusku olmadigini' bildirir... Bunun yaninda 'Gül-Haç uzmani' Dr. Spencer Lewis, Jefferson'in Gül-Haç olduguna dair önemli deliller sunar. Dr. Lewis, Jefferson'in yazdigi bir kagitta 'garip bazi isaretler' buldugunu, bu isaretlerin de eski gizli ve kutsal Gül-Haç metinlerinde yer alan bir sifre türü oldugunu açiklamistir.
Masonlukla bu denli özdeslesmis olan ABD kurucularinin yahudilerle olan iliskileri de ilgi çekicidir. Amerikan Bagimsizlik Savasi'nda Washington'un yaninda çok sayida yahudi yer almistir. Yahudiler kendileri için bir tür "Vaadedilmis Toprak" olarak gördükleri ABD'nin bagimsizligina özellikle finansal yönden büyük destek verirler. Iki ünlü yahudi banker, Hayim Solomon ve Robert Morris, Washington'in ordularini finanse eder. Ayrica Hayim Solomon "büyük bir mason"dur. Savas sonrasi da karsilikli muhabbet sürer. Washington, 1781'de Newport'u ziyaret ettiginde yahudiler tarafindan "Kral Davud Locasi"nda yapilan masonik törenle karsilanir.
Evet, ABD dünyanin ilk masonik ve de Kabalistik cumhuriyeti olarak dogmustur.
Püriten mirasi üzerinde, masonlar ve yahudiler eliyle kurulmasinin en dogal sonucudur bu. Bu ikili ittifak, bu büyük basarisini dosta-düsmana duyurmaktan da çekinmemistir. Ancak bu duyurma, Kabala'nin ve masonlugun geleneksel yöntemi, yani sembolizm yoluyla yapilmistir. ABD Büyük Mührü'ne bakmak, bu mesaji algilamak için yeterlidir.
Amerikan Mühründeki Kabalistik Mesajlar:
Yüzyilin Yeni Düzeni ya da Yeni Seküler Düzen
Bir dolarlik ABD banknotlarinin üzerinde, bazi ilginç isaretler yer alir. Dolarin bir yüzünün iki tarafinda ikiayri daire, dairelerin içinde de iki ayri sekil vardir. seklin birisi, bir pençesinde oklar, diger pençesinde zeytin dali tutan bir kartaldir. Kartalin tepesinde yildizlar bulunur. Diger dairenin içinde ise tepe kismi, içine bir göz oturtulmus olan bir üçgenle tamamlanan bir piramit yer alir.
Kimileri bunlari dolarin üstüne konmus rastgele sekiller olarak algilayabilir. Oysa bu isaretler, dolara has sekiller degildir. Bu isaretler, "Amerika Birlesik Devletleri'nin Büyük Mührü"dür, ABD'nin resmi sembolüdür. Iki daire, mührün iki yüzünü olusturur. Mührün üzerinde böylesine ayrintili bir sekilde durmamizin nedeni, mührün bazi önemli mesajlar içermesidir. ABD'nin "dünyanin ilk masonik¯ve de Kabalist¯cumhuriyeti" oldugunu gördük. Bu iki özellik, ABD'nin Büyük Mührü'ne de yansitilmistir.
"Amerikan Büyük Mührü'nün arka yüzünün tarihsel bir analizi ve Hümanist psikoloji ile iliskisi" baslikli bir doktora tezi veren Robert Hieronimus, mühür hakkindaki bazi önemli bilgileri America's Secret Destiny adli kitabinda aktarir. Mührün öyküsü ilginçtir: 4 Temmuz 1776'da Kongre, Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve John Adams'dan olusan bir komiteye Amerikan mührünü dizayn etme görevini verir. Pierre Eugene Du Simitiere adli bir portre ressami komiteye alinir. Böylece, büyük ölçüde Franklin'in tasarisina dayali olarak ilk mühür olusturulur: Bir yüzde Musa ve onunla birlikte denizden kurtularak güvenli bir topraga ayak basan Israillogullari yer almaktadir. Musa eliyle denize isaret etmekte, denizde ise Firavun'un askerleri bogulurken görülmektedir. Bulutlardan çikan kutsal atesin isiklari Musa'ya ulasmaktadir. Bunun yaninda Jefferson da bir öneri getirmistir: Mührün ön tarafina, çölde gündüzleri bir bulut, geceleri de atesten bir sütunla kendilerine yol gösterilen Israilogullari'nin konulmasi...
ABD'nin mason kurucularinin getirdikleri her iki teklifin de "Israilogullari" ile ilgili olmasi bir rastlanti degildir elbette. ABD için bu tür bir sembolün uygun görülmesi, Kabalaci Kristof Kolomb'la baslayan, "judaizer" Püritenlerle süren ve masonlukla perçinlenen "Amerikan misyonu"nun kimliginin bir sonucudur. Mühürle birlikte, Amerika'nin "Israilogullari'nin ayak bastigi güvenli toprak" oldugu mesaji verilmektedir. Onlar için kesfedilmis, onlar için gelistirilmis ve onlara ait olan bir toprak...
Fakat Kongre -fazla açik ve cüretkar buldugundan olacak- Ocak 1777'de bu birinci komitenin teklifini kabul etmedi. Ve üç yil sonra yeni bir komite olusturuldu. Bu komitenin teklifi de kabul edilmeyince, mührü belirleme isi 4 Mayis 1782'de toplanan üçüncü komiteye kaldi. Bu komite, bugünkü mührü olusturdu. "Israilogullari"nin izi, ilk komitenin mühründeki kadar belirgin olmasa da, bu mühürde de yer aliyordu. Ön yüzde, kartalin basinin hemen üstünde, bes köseli yildizlardan olusan alti köseli bir siyon yildizi bulunuyordu. Arka yüzde ise yahudi-masonik sembol "üçgen içinde göz" yerini koruyordu.
ABD mühründeki masonik-Kabalistik etki, daha sonra da çesitli uzmanlar tarafindan dile getirilmistir. Profesör Norton, mührün arka yüzünün 'çok açik bir masonik amblem' oldugunu söyler. Bu görüs Paul Foster Case gibi çesitli akademisyenler tarafindan da desteklenmektedir. Esoterik gelenege bagli yazarlarin çogu da mührün özellikle arka yüzünün, masonluk, Gül-Haç ve Illüminati gibi örgütlerden kaynaklandigini bildirmistir. Bu gelenegin ünlü isimlerinden Wyckoff, söyle der: 'Bizim mührümüz masonlugun bir yansimasidir, masonlugun ve okültizmin'.
1934 yilinda eski baskan yardimcisi Henry A. Wallace, baskana, mührün her iki yüzünün de demir paralar üzerine basilmasini içeren bir öneri götürür... Baskan Roosevelt bunu kabul eder ve o tarihten sonra mühür ABD paralarinin üstünde görülmeye baslanir. Isin ilginç yani hem Wallace'in hem de Baskan Roosevelt'in mason olmasidir.
Bu arada, Amerikan mührüne yerlestirilmis olan iki ilginç Latince ibare de son derece önemlidir. Ön yüzde kartalin agzina yerlestirilmis olan E Pluribus Unum (Birçoklarin arasinda bir tane) ifadesi Eski Ahit'in yahudilere verdigi "seçilmis halk" payesini hatirlatmaktadir.
Arka yüzde, üçgen içindeki masonik gözün üstünde ve altinda yer alan ifadeler ise daha da ilginçtir: Annuit Coeptis ve Novus Ordo Seclorum... Yani "Baslanmisin Tamamlanmasi" ve "Yüzyilin Yeni Düzeni"... Eger "Seclorum" kelimesinin ilk anlami olan "yüzyil"i degil de, ikinci anlami olan "seküler" (din disi) karsiligini alirsak, ABD mühründeki ifade çok daha ilginç bir hale gelir: "Baslanmisin Tamamlanmasi... Yeni Seküler Düzen"...
Sanki birileri, bir "Yeni Seküler Düzen" kurmustur da bunun mesaji verilmektedir. Bu düzenin mimarlari ise mühürdeki öteki sembollerden anlasilmaktadir; Israilogullari ve masonlar.
Bu yazidizisi boyunca kaynak olarak kullandigimiz YENI MASONIK DÜZEN: Dünyanin 500 Yillik Gerçek Tarihi ve Dünya Düzeni'nin Gizli Yöneticileri adli kitap, iste bu Yeni Seküler Düzen'in öyküsünü incelemektedir.
Amerika'nin Yahudilesme Süreci...
Püritenlik, ayni Ingiltere'de oldugu gibi, Amerikan ruhuna yalnizca çok önemli bir yahudi sempatizanligi enjekte etmekle kalmamis, ayni zamanda yahudi düsüncesindeki pek çok faktörü de Amerikan kültürüne eklemisti. Bu faktörlerin basinda, daha önce degindigimiz M. Tevrat kökenli vahset gelenegi geliyordu. Noam Chomsky, ABD'nin bugün dünya çapinda uyguladigi vahsetin kökeninin (ki buna Culture of Terrorism-"Terörizm Kültürü" adini veriyor), Püritenlerin Kizilderililer'e yaptigi katliamlara dayandigini vurguluyor.
Bunun disinda, gerçekte yahudi dininde olan pek çok faktör, Amerikan ruhuna etki etti. Böylece Amerika, açik bir "yahudilesme" yasadi. Yahudi düsüncesine tümüyle uyum sagladi, onu tümüyle kabul etti, ona tümüyle teslim oldu... Ve Amerika, Kolomb'un amacina uygun olarak, "yahudiler için iyi bir yer" oldu. Yahudi inanci ve felsefesi, Amerika'nin kurumlasmasina kaynak olmustu. The Universal Jewish Encyclopedia, "The United States" basligi altinda sunlari not ediyor:
ABD'nin kuruculari, cumhuriyeti sekillendirirken, etkilendikleri kaynaklarin basinda Ibrani Kutsal Kitap'i geliyordu. Özellikle Püritenler, felsefelerini sekillendirirken temel olarak Tevrat'i kabul ettiler. Pratikte tüm New England kolonileri ayni kaynaktan etkilenmistir. 1655'te yayinlanan New Haven Code of Laws'un (yeni kanun düzenlemesi) içerdigi 79 prensibin yarisindan çogu orijinini ve otoritesini Ibrani Kutsal Kitabi'na dayandirir. Amerika Birlesik Devletleri olustuktan sonra da, Musa yasasindaki otorite prensibi, hükümet kurumu için rehber olmustur... ... Sonuçta Amerikan Devleti'nin orijini o dönemdeki pek çok tarihsel ve ideolojik faktöre dayansa da, süphe yoktur ki bunlar yahudi halkinin inançlariyla güçlendirilmis ve desteklenmistir. Kurulusunun ardindan Amerika'nin dis politikasi, diger ülkelerin içislerine karismamak yönünde olmustur. Tek bir istisnayla: Diger ülkelerdeki yahudi sorunu hep Amerika'nin ilgisini çekmis, Amerika yahudileri desteklemisti.
Amerikali yazar Peter Grose, Israel in the Mind of America (Amerika'nin Zihnindeki Israil) adli kitabinda, Amerika'nin yahudiler ve Yahudilikle olan ilginç beraberliginin öyküsünü anlatiyor. Amerikan-Yahudi iliskisinin kökeninde Püriten geleneginin yattigini vurgulayan Grose, Amerikan elitlerinin yahudilere bakis açisinda da hep bu gelenegin etkili oldugunu ortaya koyuyor. Bu arada, yahudilerin ekonomik güçlerinin de gittikçe arttigina dikkat çeken Grose, 19. yüzyilin yarisina gelindiginde, "ilk baslarda seyyar saticilik yapan" yahudilerin artik "pazarin prensi" haline gelmis olduklarini vurguluyor.
Yahudi yazar Eli Barnavi de Amerikan-yahudi iliskisinin çarpiciligindan söz ederek, " Amerika'da antisemitizme rastlamak pek mümkün degildi; nefret, yahudilere degil, Katoliklere yönelikti. Hatta, kimi durumlarda 'philosemitism' (yahudi sevgisi) gözlemlenebiliyordu. Yahudilere ait özellikler olarak kabul edilen çaba, hirs, sosyal aktivite, cemaat bilinci, Amerikan ruhunun dayandigi temel prensipler olarak kabul ediliyordu" diyor.
Amerika'nin yahudilere bu denli büyük bir sempati ve yakinlikla baglanmasi, kuskusuz bazi somut sonuçlar da doguracakti. Kolomb bu ülkeyi, "Süleyman Tapinagi'nin kurulmasi için yahudilere güç saglasin" diye kesfetmisti. Bir baska deyisle Amerika, yahudilerin Vaadedilmis Topraklar'a dönüsünün (yani Siyonizmin) ve orada kuracaklari siyasi egemenligin (yani Israil devletinin) en büyük destegi olmaliydi. Yeni Dünyanin gizli misyonu buydu.
Amerika'nin bu misyonu seve seve yerine getireceginin ilk belirgin isaretini, William Eugene Blackstone adli bir Amerikali Protestan rahip, 1870'li yillarda verdi. 1841'de New York'da bir Protestan metodist olarak dogan Blackstone, gençlik yillarinda Kutsal Kitap üzerinde uzmanlasti. 1878'de Blackstone büyük eseri Jesus Is Coming'i (Isa Geliyor) yayinladi ve kisa sürede ün kazandi. Evanjelik cemaatleri onu alkisladilar. Kitabi bir milyonun üstünde satti ve Ibranice'yi de kapsayan 48 dile çevrildi.
Kitapta, Blackstone, arkadaslari Dwight L. Moody ve Cyrus I. Scofield ile birlikte, Kutsal Kitap'in yahudilerin 'Tanri'nin seçilmis halki' oldugu seklindeki hükmünün hala geçerli oldugunu savunmustu Aralarinda John D. Rockefeller, Cyrus Mc Cormik, J. Pierpont Morgan gibi isimlerin, Kongre sözcüsünün, senatörlerin, hakimlerin, avukatlarin, gazetecilerin bulundugu 413 seçkin Amerikali Blackstone'un bu fikrine destek verdi. Yahudilerin seçilmis halk oldugu fikrini destekleyenler, Amerikan elitinin kapsamli bir listesi durumundaydi.
Blackstone, daha sonra Rusya'dan göçen yahudilerin sözkonusu oldugu dönemde, su öneriyi getirdi: 'Niçin Filistin'i yahudilere vermiyoruz?'... Peki Filistin onlarin miydi ki onu yahudilere verecekleri? Buna karsilik Blackstone, 1878 Berlin Anlasmasi ile birer Türk eyaleti olan Bulgaristan ve Sirbistan'in Bulgarlar'a ve Sirplar'a verildigini hatirlatiyor ve söyle diyordu: 'Bulgaristan'in Bulgarlar'a, Sirbistan'in da Sirplar'a ait oldugu kadar, Filistin de yahudilere ait degil mi?'... Yahudi devleti, ayni Bulgaristan ve Sirbistan gibi, Türk Hükümeti'nden anlasma sonucu alinacak Filistin topraklari üzerine kurulabilirdi... Böylece Amerikali bir Protestan olan Blackstone, Avrupali bir yahudi olan Theodor Herzl'den yillar önce Siyasi Siyonizmi ortaya atmisti...
Blackstone, ölümünden iki yil önce, 1933'de Chicago'daki protestan cemaatine yazdigi mektupta, asirlar önce Püritenlerin eliyle Amerika'ya yüklenmis olan misyonunun hala geçerli oldugunu vurguluyor ve, 'Israil'in uyanisiyla simdi her zaman kinden daha çok ilgileniyorum' diye yaziyordu, 'dualarimiz sayesinde beklenen Mesih'lerine kavusabilirler'.
Kisacasi Blackstone, Amerika'nin kendine biçilen "judaizer" misyonunu yerine getirmesi gerektigini duyuruyordu. Bu konuda Amerikan elitlerinden büyük destek görmesi, kuskusuz Püriten geleneginin yaninda bir de masonluk faktörü ile açiklanabilir. Bunun yanisira, Blackstone'in destekçileri arasindaki en önemli isim ve Amerika'nin petrol krali olan Rockefeller'in ise zaten örtülü bir yahudi olmasi dikkat çekicidir.
Püritenligin Amerika'ya yükledigi bu misyon, zaten yahudi önde gelenlerince de sikça vurgulaniyor, Amerikalilara Yahudilik konusunda bir görevleri oldugu hatirlatiliyordu. Bu hatirlatmayi yapanlarin biri, Siyonist hareketin 20'li yillarda ABD'de önderligini yapan Louis D. Brandeis idi. Brandeis söyle demisti: "Hiçbir Amerikali Siyonizmin Amerikan vatanseverligi ile çatistigini sanmasin. Amerika'ya bagli olmakla Yahudilige bagli olmak arasinda hiçbir uyumsuzluk yoktur. Yahudi ruhu, aslinda modernizmdir ve bütünüyle Amerikali'dir". Brandeis, "iyi Amerikalilar olmak için daha iyi yahudiler olmaliyiz" diyordu, "... daha iyi yahudiler olmak için de Siyonist olmamiz gerek".
Püritenlikten kaynaklanmis olan Amerikan Protestanliginin Yahudilikle olan paralelligini ve yahudilerle ilgili olarak tasidigi misyonu baska kaynaklar da vurguluyor. Edward Tivnan, yahudi lobisini konu edinen The Lobby adli kitabinda konuyu söyle dile getiriyor:
Brandeis, yeni kurdugu Amerika Siyonist Organizasyonu'nu gelistirmeye çalisirken, Siyonist hareket birdenbire Beyaz Saray'da bir dosta sahip oldu. Bu dost Baskan Wilson'di. Wilson, yalnizca Brandeis'i 1916'da Anayasa Mahkemesi'ne atamakla kalmayacak, ayni zamanda bu genç arkadasinin seslendirdigi Siyonizm teorisine de destek çikacakti... Wilson'in bu tavri, pragmatik bir siyasi karar olmaktan çok daha öteydi. Bir Prespiteryen papazin oglu ve Kutsal Kitap'in sürekli bir okuyucusu olarak Wilson, yahudilerin kaderi ile duygusal olarak ilgiliydi. Peter Grose'un Israel in the Mind of America kitabinda isaret ettigi gibi, Amerikan protestanliginda Siyon idealine karsi büyük bir sempati gelenegi vardir. Grose, Wilson'in 'Ben, bir protestan papazin oglu olarak, Vaadedilmis Topraklar'in oranin gerçek sahiplerine verilmesine destek olmaliyim' dedigini de belirtir. Yahudilere Filistin'e dönme konusunda büyük destek olan bir baska 'Hiristiyan Siyonist' ise Lord Balfour idi. Ingiltere'nin Disisleri Bakani olan Arthur Balfour, dindar bir hiristiyan ve yahudi tarihi uzmaniydi. Romalilarin yahudileri Kudüs'ten çikarmasini, 'tarihin en önemli yanlislarindan biri' olarak nitelendiriyordu. Balfour, yahudi tarihindeki onurlu yerini, 1917'de Lord Rothschild'e yazdigi kisa mektubunda, 'Majestelerinin Hükümeti'nin Filistin'de bir Yahudi Devleti kurulmasini destekledigini' deklare eden satirlariyla aldi.
Tivnan, ayrica, 1943'de Amerika'da kurulan AZEC (Amerikan Siyonist Hareket Konseyi) adli kurulusun da Protestan cemaatleri ile çok yakin iliskiler içine girdigini bildiriyor. Amerikali yazar, Filistin'de bir Yahudi Devleti kurulmasina çalisan AZEC'in, en büyük destegi yine sözkonusu Protestan cemaatlerinden ve bir de¯masonlugun "anaokulu" sayilan¯Rotary Kulüpleri'nden aldigini da vurguluyor.
Amerika'nin tam da Kolomb'un ve Kabalaci dostlarinin hesapladigi gibi, "yahudilesme"si, kuskusuz yahudi önde gelenleri açisindan son derece önemliydi. Bu "yahudilesme" sürecinin onlar açisindan iki bir büyük etkisi oldu: Birinci etki, Amerika'nin Siyonizmi gönülden destekleyecek bir "dogal müttefik" haline gelmesiydi. Ikincisi ise, Amerika'nin yahudi dünya görüsünü benimsemesiyle ortaya çikti. Bu, yahudi dininin pek çok temel özelliginin Amerikan ruhuna, kültürüne ve dolayisiyla da siyasetine ve dis politikasina girmesi anlamina geliyordu. Amerikan irkçiligi (zenci düsmanligi da dahil) ve Amerikan yayilmaciligi böyle dogdu...
Ingiliz-Amerikan Irkçiligi ve Yahudi Ögretisi
Avrupa, modern çagin baslangicina dek irkçilik kavramiyla tanisik degildi. Ortaçag'da Katolik Kilisesinin kurdugu toplum modeli irkçiliktan tümüyle uzakti. Insanlar kendilerini su ya da bu irkin üyesi degil, Hiristiyan dininin baglilari olarak kabul ediyorlardi. Hiristiyan olmayan toplumlari da irk yönünden asagi görmek gibi düsünceleri yoktu. Hatta, 590-604 yillari arasinda Papa Gregory (Gregory The Great) yahudilere her türlü baski yapilmasini yasaklamisti ve bu kural yüzyillarca devam ettirildi. 11. yüzyilda yahudilere karsi sert bir tutum baslamistir ama bu bir irkçiliktan çok, yahudilerin "Isa'nin katilleri" olarak görülmesinden, yani dini nedenlerdendir.
Bu arada dikkat edilmesi gereken bir baska nokta, Katolik Kilisesi'nin, Kolomb ve adamlarinin öne sürdügü "Amerikan yerlilerinin bir tür hayvan oldugu" seklindeki düsünceye karsi çikmis olmasidir. Amerika'yi Yahudilik adina kesfe çikan Kabalaci Kolomb, yahudi ögretisindeki irkçilik düsüncesini Amerikan yerlilerine uygulamaktan çekinmezken, Katolik kilisesi buna tepki göstermis ve bu insanlara da dinin anlatilmasi gerektigini bildirmisti. Bunun en ünlü örnegi, Chiapas piskoposu Bartolome de Las Casas'in, Kolomb ile birlikte Yeni Dünya'ya ayak basan kolonicilerin "yerliler bir tür hayvandir" iddiasina karsilik, yerlilerin "gerçek birer insan" oldugunu savunmus olmasidir. Bu nedenle Las Casas "yerlilerin havarisi" olarak anilmaya baslamisti. Las Casas'in yerlileri savunan düsünceleri, daha sonra bir baska rahip Domingo de Soto tarafindan da savunulacak ve Soto, "imani kiliçla kabul ettirmek, onu igrenç hale getirmektir" diyecekti. Ayni sekilde, Dominiken rahip Fray Antonio Montesinos da 1511 yilinda San-Domingo kilisesinde sömürgeci conquistadorlarin uygulamalarini lanetlemis ve "masum bir halka uyguladiginiz vahset nedeniyle hepiniz ölümcül bir günah içindesiniz" diyerek onlari suçlamisti. Daha sonra, 1537'de, Papa III. Paul de, yayinladigi Sublimis Deus adli fermaninda sömürgeci vahsetini lanetlemis, Kizilderililer'in gerçek insanlar (veros homines) olduklarini, onlari köle düzeyine indirgemek küstahligini gösterenlere ragmen, iman sahibi olma yetenegine haiz insanlar olduklarini ilan etmisti.
Ancak Katolik kilisesinin kurdugu Avrupa düzeni önce Protestanlik, sonra da Aydinlanma ile yikildi. Kurulan yeni düzen, beraberinde ideolojileri dogurdu. Bu ideolojilerin en önemlilerinden biriyse irkçilik saplantisiydi. Irkçilik, ilk olarak Protestan ideolojisiyle birlikte yeserecek zemin buldu. Luther'in ögretisinin irkçiligin gelisimine önemlibir zemin hazirladigi kabul edilir. Yeni Dünya'da irkçiligin en önemli temsilcileri ise basta Püritenler olmak üzere Protestan Ingiliz kolonicileridir. Burada dogan irkçilik, Anglo-Sakson (Ingiliz ve Amerikan) irkçiligini olusturmustur. Ingilizce konusan irklarin digerlerinden üstün oldugunu savunan bu ögreti, birazdan inceleyecegimiz gibi emperyalizme de güç vermistir.
Amerikali sosyolog Thomas F. Gossett, Race: The History of an Idea in America (Irk: Amerika'daki Bir Düsüncenin Tarihi) adli kitabinda, Anglo-Sakson irkçiligindaki Protestan ve özellikle de Püriten etkisinin önemine dikkat çekiyor. Gossett'e göre, irkçi düsüncenin gelisiminde önemli rol oynayan isimlerin basinda Amerikali Protestan din adami Josiah Strong gelmektedir. Strong, Sosyal Darwinizm'le Protestan ögretisini birlestirerek, Anglo-Sakson irkinin üstün bir irk oldugunu ve "Kizilderililer'i Tanri'nin izniyle yok etme hakkina" sahip olduklarini öne sürmüstür. Thomas Gossett, bu üstün irk safsatasinin kaynaginin söyle analiz eder:
Beyaz olmayan irklarin, Tanri'nin istegine uygun olarak yok edilmesi düsüncesi, kuskusuz Josiah Strong'un kendi basina gelistirdigi bir düsünce degildir. 'Tanri, kendi halkina yer açmak için, digerlerinin yok edilmesini istedi' cümlesi, Püriten din adamlarinca söylenmistir. Bir baska Püriten, 'Tanri, aralarinda hastalik yayarak Massachusetts'deki Kizilderililer'in sayilarini 30 binden üçyüze indirmemizi istedi' demisti. Benjamin Franklin, daha sonra ayni düsünceyi savunacak ve otobiyografisine söyle yazacakti: 'Yerlilere içirdigimiz rom içkisi Tanri'nin bu pislikleri (Kizilderililer'i) yeryüzünden kaldirmak için yaptigi planin bir parçasiydi'. Ingiliz kolonicileri, biyoloji kurallari (Sosyal Darwinizm) ile ispatlanmaya çalisilmadan çok daha önce de kendilerinin seçilmis halk olduguna inaniyorlardi. Püritenler, Tanri'yla aralarindaki iliskinin, Israilogullari ile Tanri arasindaki iliski gibi oldugunu düsünüyorlardi. Amerikan bagimsizliginin ardindan, 'Amerikali Israilogullari' baslikli bir dini konusma yapan Ezra Stiles ayni düsünceyi vurgulamisti. Iki yil sonra Thomas Jefferson, Amerikan Büyük Mührü'ne Israilogullari'nin kurtulusu ile ilgili bir tasvir yerlestirmeyi teklif etti. 1787'de Timoty Dwight, Amerikalilar'dan 'seçilmis irk' olarak söz etmeye basladi.
Açikça görüldügü gibi, Anglo-Sakson irkçiligi, M. Tevrat'taki yahudi ögretisinde yer alan "seçilmis irk" safsatasinin, Amerikali ve Ingilizler'e uyarlanmasi ile kendine dayanak buluyordu. Diger bir deyisle Ingilizce konusan halklarin irkçilik akimi, açik bir "yahudilesme"ydi. (Gossett'in üstte sözünü ettigi Kizilderili katliamindaki yahudi etkisini daha ayrintili olarak incelemistik.)
1805 yilinda Thomas Jefferson'in "Tanri, Israilogullari'na tarih boyunca nasil rehberlik ettiyse, Amerika'nin kurucularina da öyle rehberlik etmistir" demisti. ("Israilogullari"na bu denli düskün olan Jefferson, inceledigimiz gibi bir Gül-Haç ve masondu). Gossett, bu üstün irk inancinin 19. yüzyilin irkçi havasiyla daha da güçlendigini anlatiyor ve "1840'larla birlikte, seçilmis irk düsüncesi, 'Anglo-Sakson irki'nin üstün özelliklerinin belirlenmeye baslamasiyla daha da güçlendi" diyor. Öyle ki 1846'da, Senatör Thomas Hart Benkon, bu "üstün irk"in Pasifik sahillerine kadar tüm Amerika'yi ele geçirecegini, daha sonra da Asya'yi kolonilestirmeye baslayacagini müjdelemisti. Gossett'in anlattigina göre, 19. yüzyil boyunca Amerikali ve Ingiliz Protestan din adamlari, Sosyal Darwinizm'le, Eski Ahit'in (M. Tevrat) irkçi ögretilerini birbiriyle kaynastirip, Anglo-Sakson üstünlügünü kanitlamaya çalistilar.
Anglo-Sakson Irkçilarinin Slogani:
'Bizler de Yahudiyiz; Yeryüzü Bizim Olmali'!
Amerikali sosyolog Thomas Gossett, irkçiligin kökenlerini inceledigi kitabinda, Anglo-Sakson irkçilarinin kendilerini yahudilerle özdeslestirmelerini anlatirken, bir de bu düsünceye bagli olarak gelistirilen ilginç bir teoriyi anlatiyor. Ingiliz din adami John Wilson tarafindan gelistirilen teori, Anglo-Saksonlar'in¯yani Amerikali ve Ingilizler'in¯kendilerini yahudilerle özdeslestirme çabalarina, somut ve organik bir temel olusturma denemesinden ibaretti. "Anglo-Israil" hareketini baslatan bu teoriyle, Anglo-Saksonlar, aslinda kendilerinin de "yahudi" oldugunu ispatlamaya (!) ugrasiyorlardi:
Anglo-Israil hareketi, 1837'de Ingiltere'de basladi. John Wilson adli 'nonconformist' (bagimsiz protestan) bir rahip, Eski Ahit'te anlatilan ve Jacob'un (Hz. Yakub), oglu Joseph'a (Hz. Yusuf) ebediyen zaferle dolu bir kader vaad ettigi hikayeyi degisik bir biçimde yorumladi: Wilson, Joseph'in zaferle müjdelenmis soyunun Ingilizler oldugunu öne sürdü. Ona göre, Ingilizler, açikça Joseph'in soyundan geliyorlardi. söyle ki; Israilogullari'nin on kabilesi, Asurlular tarafindan MÖ 8. yüzyilda Israil'den sürülmüslerdi. Daha sonra bu kabileler kaybolmus ve akibetleri tarihin derinliklerine gömülmüstü. Ama, Wilson'a göre, Israil'in 'On Kayip Kabile'si artik bulunmustu: Bu 'kayip' yahudiler, Ingiltere'nin Anglo-Saksonlari'ydi... Gerçi Ingilizler'in fiziksel özelliklerinin yahudilere uymadigi seklinde bir itiraz gelebilirdi ama Wilson ve ögrencileri buna karsi da ustaca bir açiklama getiriyorlardi: Yahudiler orjinal olarak aslinda ayni Ingilizler gibi sarisin insanlar olmaliydilar. Çünkü Kutsal Kitap, David'in (Hz. Davud) 'kizil saçli' oldugunu söylüyordu! Kisacasi, Anglo-Saksonlar da gerçek birer yahudiydiler; yani Tanri'nin seçilmis irkindandilar...
Ingiliz irkçilarinin ortaya attigi bu teori hizla benimsendi. Kisa süre sonra Ingiltere'de Anglo-Israel Association (Anglo-Israil Birligi) kuruldu. Daha sonra British-Israel Association (Britanya-Israil Birligi) adini alan örgüt, ülke içinde pek çok sempatizan topladi. Örgüt, 1890'dan 1915'e kadar yayinlanan Our Race, Its Origin and Its Destiny (Irkimiz, Kökeni ve Gelecegi) adli bir haftalik gazete çikardi. Gazetede, Ingilizce konusan halklarin da "yahudi" olduguyla ilgili "delil"ler sunuluyor, Eski Ahit'ten seçilmis irk düsüncesini destekleyen pasajlar aktariliyordu. Gazetenin yazarlari, M. Tevrat ayetlerine dayanarak, Ingiltere ve Amerika'nin gelecegiyle ilgili tahminler de yapiyorlardi. Anglo-Israil hareketi, 1870'lerde Amerika'ya da siçradi. 1884 yilinda, Ingiliz Anglo-Israil hareketinin misyonerlerinden olan Edward Hine adli bir rahip Amerika'ya yollandi ve büyük bir propaganda kampanyasi açti. Böylece, "bizler de yahudiyiz" slogani Amerikan irkçilarinin da agzinda gezmeye basladi. (Anglo-Israil hareketi bugün de hem Ingiltere'de hem de Amerika'da bazi dini gruplar tarafindan sürdürülmektedir.)
Kuskusuz ne Ingilizler ne de Amerikalilar, "seçilmis irk" degillerdi. Anglo-Israil hareketinin ve benzeri "yahudilesme" akimlarinin asil etkisi de zaten içinde bulunduklari toplumlari "seçilmis irk" olduklarina inandirmak olmadi. Önemli olan bu "yahudilesme" hareketlerinin, Ingiliz ve Amerikalilar'in toplumsal bilinci üzerindeki etkisidir. Çünkü bu toplumlarda, sözkonusu "yahudilesme" hareketlerinin sonucunda, yahudilere karsi duyulan olagandisi sempati ve "yahudilerin Filistin'e dönme hakki"na olan inanç daha da güçlendi.
Ingiltere ve Amerika'daki bu toplumsal etki, bu iki ülkenin yahudilerin Vaadedilmis Topraklar'a dönme çabasi olan Siyonizm'i neden büyük bir istekle desteklediklerini de açiklar. Yahudileri "seçilmis halk" olarak görme aliskanligina sahip bu iki ülkeden pek çok kisi, 20. yüzyilda Siyonizm'e büyük destek vererek "Hiristiyan Siyonistler" sifatini kazanmistir.
Zenci Düsmanliginin Ibrani Kökenleri
Anglo-Sakson irkçiliginin yahudi ögretisinden bu denli etkilenmis olmasi, Ingiliz ve de özellikle Amerikan irkçiliginin en açik gözüktügü alan olan zenci düsmanliginin kökenini de açiklamaktadir. Çünkü, yüzyillardir siyah derili insanlara uygulanan acimasiz ve ilkel irk ayrimciliginin kökeni de yahudi kaynaklarina dayanmaktadir.
Zenci düsmanliginin kökenini arastirirken karsimiza çikan ilginç tablo, zenciler aleyhindeki ilk asagilayici ifadelerin yahudi kaynaklarinda yer aldigini gösterir. Thomas F. Gossett, M. Tevrat'ta Resul Yeremya'nin agzindan aktarilan "Etiyopyali derisinin rengini degistirebilir mi, ya da leopar lekelerinden kurtulabilir mi?" cümlesinin, zencileri asagilayici ilk mesaji verdigini not eder. Gossett, yahudi kültüründe irkçiligin temelini olusturan "Nuh'un ogullari" efsanesine de dikkat çeker. Bu efsaneye göre, sözde Hz. Nuh'un ogullari arasindan biri, yani Ham, babasi tarafindan soyuyla birlikte lanetlenmistir. Kendilerinin Hz. Nuh'un diger övülen ogullarinin soyundan geldigine inanan yahudiler, Ham'in soyunun lanetli olduguna inanirlar. Ve M. Tevrat'ta Ham'in soyunun rengi hakkinda bilgi verilmedigi halde, yahudiler MÖ 6 ve 2. yüzyillar arasinda yazilan Babil Talmudu'na "Ham'in soyundan gelenlerin zenci olduklarini" eklemislerdir.
Diger yahudi kaynaklarinda da benzer sapkin inanislar bulmak mümkündür. Örnegin Kabala'ya göre, zenci olmak, dogrudan asagi bir irktan olmak anlamina gelir. Kabala'nin temel eserlerinden olan Yaratilis Kitabi (Sefer ha Yetsira), "Siyah dogmus olmak Tanri'nin bir cezasidir" hükmünü içerir. Dolayisiyla, pek çok motifini yahudi kaynaklarindan almis olan Bati irkçiliginin, zenci düsmanligini da ayni kaynaktan derledigini anlamak pek zor degildir.
Zenci düsmanligindaki yahudi etkisi, en son New York Üniversitesi'ne bagli bir zenci profesör tarafindan da vurgulandi. Türkiyeli yahudilerin yayin organi salom gazetesi, profesörü "antisemit ve saldirgan" ilan eden önyargili üslubuyla, konuyla ilgili haberi söyle veriyordu:
New York Üniversitesi Amerikan-Afrika Arastirmalari Kürsüsü Baskani zenci profesör Leonard Jeffries'in üniversitede ögrenci ve profesörlere yaptigi ve daha sonra yayimlanmasi için tüm radyo-televizyon sirketlerine gönderilen konusmasi New York'ta yahudiler arasinda büyük tepkilere neden oldu. Iki saat süren konusmasinda ABD'de var olan siyah irk düsmanligini yahudilerin baslattigini ve finanse ettigini iddia eden Jeffries, özellikle Hollywood filmlerini finanse eden mafya ile yakin isbirliginde olan Rus yahudilerinin yönettikleri filmlerde zenci düsmanligini körüklediklerini söyledi. Prof. Jeffries, bugün bile zenci düsmanligini yahudilerin devam ettirdiklerine isaret ederek, yahudilere karsi çikmanin antisemitizmle ilgili bir sey olmadigini, onurlarini kurtarmanin herseyin üstünde oldugunu ileri sürdü. Konferansa katilanlarin belirttigine göre, zenci profesör, bazi yahudileri tek tek ismen suçlayarak bu yahudilerin köle ticaretini finanse ettiklerini iddia etti.
Zenci profesör Jeffries'in söyledikleri dogruydu ama Amerika gibi "yahudilesmis" bir toplumda böylesine keskin bir "baskaldiris"a izin verilmedi ve Jeffries'in bu açiklamalari cevapsiz birakilmadi. "Cevap", klasik yahudi tarzina uygundu. Haberin devaminda bildirildigine göre, profesörün görevden alinmasi için çesitli derneklerce çagri yapildi ve hakkinda sorusturma açildi. Ve bu kampanyanin ardindan Jeffries üniversiteden uzaklastirildi...
Amerikan Emperyalizmi ve Ardindaki Yahudi Etkisi
"Yahudilesme"nin Amerikan ruhuna yaptigi bir baska M. Tevrat-kaynakli etki, emperyalizmle ilgiliydi. Anglo-Sakson irkçiliginin yahudi kaynaklarini referans aldigini inceledik. Bu irkçiligin hedefi ise elbette "dünyaya egemenolmak"ti. Amerikan emperyalizmi, bu noktadan dogdu. Dünyayi yönetmenin sözde seçkin milletlere ait bir"hak oldugu seklindeki emperyalizm mantigi, yine Püriten gelenekten aktarilma bir M. Tevrat ögretisiydi.
Amerikan yayilmaciliginin bir tür "Mesihsel" sözde mesru temele dayandigi düsüncesi, en açik olarak, Amerikalilarca 19. yüzyilda gelistirilen "Manifest Destiny" (Belirlenmis Yazgi) teorisinde görülebilir. Amerikalilar'in Tanri tarafindan seçilmis bir halk oldugu ve dolayisiyla askeri, kültürel ve ekonomik yönden yayilmaya hak kazandigini öne süren teori, gerçekte M. Tevrat ögretisinde yer alan seçilmis halk safsatasinin yalnizca yeni bir yorumuydu. Britannica'nin Ingilizce baskisinda, "Manifest Destiny" ve Püriten etkisi ile ilgili olarak sunlar yaziyor:
Manifest Destiny: Amerikan tarihinde yer alan ve Amerikalilar'in seçilmis ve kutsanmis bir halk oldugu ve dolayisiyla Tanri tarafindan vahsi milletlere uygarlik modeli olusturmakla görevlendirildigini öne süren düsünce gelenegi. Bu anlamda, Manifest Destiny'nin 1630'da Massachusetts'de kurulan Püriten kolonisiyle birlikte dogdugu söylenebilir. Terim, cografik anlamda, 1800'lerde Amerikan yayilmacilarinin, ABD'nin sinirlarini Pasifik Okyanusuna kadar genisletme isteklerini tarif eder.
Amerikan yayilmaciligina felsefi temel olusturma çabasi olarak tanimlanabilecek olan Manifest Destiny teorisi, Amerika'nin 19. yüzyilda Meksika, Küba ve Filipinler'e karsi giristigi müdahale ve isgallere mesruiyet kazandirmak için kullanilmisti. Böylece Kuzey Amerika'yi "Vaadedilmis toprak", üzerindeki Kizilderililer'i de bu topragi gasp etmis olan "Kenan halki" olarak degerlendiren Püritenlerin gelenegi, daha büyük ölçekte, tüm kita çapinda uygulanmis oluyordu.
Amerikan emperyalistleri, yayilmaci hirslarini sözde mesrulastiran bu Püriten gelenegine sevkle sarildilar. Diger halklari sömürmeyi ve asagilamayi dogal hak sayan yahudi ögretisi, böylece Amerikan emperyalizmine kaynak oldu. 27 Nisan 1898'de, Senatör Albert J. Beveridge, üstün irk teorisinden dayanak bulan yayilmaci Amerikan hedeflerini söyle açikliyordu:
... Daha soylu ve daha erkek insanlardan dogan yüksek uygarliklar önünde, alçak uygarliklarin ve çürümekte olan irklarin ortadan kalkmasi Tanrinin sinirsiz tasarisinin bir parçasidir. Amerikan fabrikalari Amerikan halkinin kullanabileceginden daha fazlasini yapmaktadirlar. Amerikan topragi tüketebildiginden daha fazlasini çikariyor. Tutacagimiz yol bizim için çizilmis bir yazgidir, dünya ticareti bizim olmalidir, olacaktir. Ve bunu anamizin (Ingiltere) örnek oldugu biçimde yapacagiz. Bütün yeryüzünde Amerikan ürünlerinin dagitim noktalari olarak ticaret karakollari kurulacak, okyanusu ticaret filomuzla kusatacak ve büyüklügümüzle orantili bir donanma meydana getirecegiz. Ticaret karakollarimizin çevresinde bizim bayragimizi dalgalandiran ve bizimle ticaret yapan, kendi hükümetlerine sahip büyük sömürgeler kurulacak, kurumlarimiz ticaretin kanatlari altinda bayragimizi izleyecektir.
Beveridge, bir baska konusmasinda ise; "Amerikan Cumhuriyeti, tarihin en üstün irkinin kurdugu bir cumhuriyettir. Tanri tarafindan yönlendirilen bir devlettir" diyor ve söyle devam ediyordu; "... bu cumhuriyetin liderleri de yalnizca devlet adami degil, ayni zamanda Tanri'nin peygamberleridir." 110 Yahudi düsüncesine dayanan Manifest Destiny teorisinin en önemli savunucusu sayilan Beveridge, belli ki, yahudi düsüncesiyle çok iliskili birisi olmaliydi. Öyleydi de, senatörün ilginç bir özelligi mason olusuydu; Indianapolis'teki 500 numarali "Oriental Lodge" adli locaya kayitliydi.
Amerika'yi "dis müdahale"ye iten Manifest Destiny teorisinin kaynagini yahudi kaynaklarindan almasi ve bu teorinin en önde gelen savunucusunun da mason olmasi, kuskusuz önemli bazi gerçeklerin isaretleridir. Amerikan yayilmaciligindaki yahudi etkisi, Amerikan dis politika gelenegi üzerinde bugüne dek büyük etkiye sahip olmustur. David L. Larson, The Puritan Effect in United States Foreign Policy (ABD Dis Politikasi'nda Püriten Etkisi) adli kitabin girisinde konuya deginirken, Manifest Destiny'nin "Mesihi" bir köken tasidigini belirtiyor ve yine Albert Beveridge'e dikkat çekiyor:
Manifest Destiny, Amerika'nin kitanin diger bölgelerine ve Pasifik'e yayilmasini rasyonelize etmek için ortaya atilmistir. Manifest Destiny teorisini savunanlarin basinda, eski Püriten kolonisi Massachusetts'den Kongre adayi olan Robert C. Winthrop'un gelmesi de oldukça ilginçtir. Winthrop, konuyla ilgili sunlari söylemistir: 'Manifest Destiny, tarihte yeni bir çigir açmaktadir. Umuyorum ki, yayilmaya hak kazandiran böylesine bir açik yazgi (Manifest Destiny) diger uluslara degil, yalnizca bizim ulusumuza bahsedilmistir.' Manifest Destiny düsüncesi, 1900 yilinda Filipinler'in Amerika tarafindan ilhak edilmesi konusu gündeme geldiginde zirveye çikmistir. Ilhaki savunanlarin basinda gelen Senatör Albert Beveridge, köktenci protestanlarin merkezlerinden olan Indiana'dan seçilmisti. Manifest Destiny'i savunan konusmasi ise üç konuyu vurgulamasi yönünden ilgi çekicidir: (a) Emperyalizmin rasyonelize edilmesi, (b) Püriten etiginin vurgulanmasi ve (c) Amerika'nin Mesihi misyonunun ilan edilmesi.
Böylece Amerika iki ayri sekilde ortaya çikan bir "yahudilesme" yasamis oluyordu. Birinci sekil, Püritenlikle dogan ve yahudilerin Eski Ahit (M. Tevrat) hükümlerine göre "seçilmis halk" oldugunu kabul eden gelenegin bir sonucuydu: Yahudilere karsi olagandisi bir hayranlik duyuluyordu. Bu hayranlik, Siyasi Siyonizm'in ortaya çikmasiyla birlikte "Hiristiyan Siyonizmi" adi verilen akimi olusturacak, böylece yahudi olmadiklari halde, yahudilerin Filistin'de devlet kurma davasina büyük destek veren hiristiyanlar ortaya çikacakti. Bu çizgi, bugün Amerika'nin köktenci Protestan cemaatlerinde hala sürmektedir.
"Yahudilesme"nin ikinci sekli, Püriten geleneginin etkisinde kalmis olan Amerikalilar'in, Eski Ahit"in yahudilerle ilgili hükümlerini kendi üzerlerine almalariyla gelisti. Böylece, aynen kendilerine yahudilerle özdeslestirerek Kizilderililer'i M. Tevrat hükümlerine göre katleden Püritenler gibi, "yapay yahudilik" gelenegi dogdu. Bu, yahudi karakteri ve felsefesinin kopya edilmesi temeline dayaniyordu. Anglo-Sakson irkçilarinin kendilerini "yahudi" saymalari, gerçek yahudiler gibi kendilerinin de dünyayi yönetme hakkina sahip olduklarini iddia etmeleri bundan kaynaklanmistir. Amerikan emperyalizmini rasyonelize etmeye çalisan Manifest Destiny teorisi de, ayni "yahudilesme" sürecinin bir örnegidir.
Yahudilesmenin olusturdugu bu sosyolojik zemin, ABD'nin emperyalist bir güç olarak dünya sahnesine çikmasi için gerekli "emperyal kültür"ü olusturmustu. Geriye emperyalizmin kurumsal olarak gelistirilmesi, Amerikan emperyalizmini yönetecek "beyin" örgütlerin tesis edilmesi kaliyordu. Ve, pek de sasirtici olmayan bir sekilde, bu is de herkesten çok yahudiler tarafindan üstlenildi.
CFR'nin Kurulusu ve Baskan Wilson'in Akil Babalari
20. yüzyilin basina gelindiginde, Amerika'daki pek çok entellektüel, yayilmaci politikayi benimsemisti. Ancak Amerikalilarin bir bölümü, Püriten-Yahudi geleneginden kaynaklanan yayilmaci politikaya karsi çikiyor ve Amerika'nin da¯dünyanin hemen hemen bütün diger ülkeleri gibi¯asil olarak kendi sorunlariyla ugrasmasi gerektigini, baska toplumlarin içislerine karismak gibi bir "misyon" ya da hak sahibi olmadigini söylüyorlardi. Bu görüsü savunanlar "isolationist" (izolasyoncu), Amerikan yayilmaciligini savunanlar ise "internationalist" (uluslararasici) olarak tanimlandi. "Izolasyoncu"larla, "uluslararasici"lar arasinda onyillarca süren tartisma, 1917 yilinda ikinci grubun zaferiyle sonuçlandi. Bu tarih, Amerikan emperyalizminin resmen dogdugu tarih olarak da kabul edilebilir. O yil, Baskan Woodrow Wilson, her ne kadar seçim öncesinde Amerika'yi savasa sokmayacagini vaad etmis olsa da, Amerika'nin I. Dünya Savasi'na girmesi gerektigi ile ilgili olarak Kongre'ye çok önemli bir mesaj yolladi. Ve o tarihten sonra da Amerikan yayilmaciligi ülke dis politikasinin asil amaci haline geldi.
Bugün Amerika'da izolasyoncu görüsü savunmaya devam edenlerin çogu, Wilson'i, Amerika'yi normal bir devlet olmaktan çikarip, "dünyanin basina bela" haline getiren adam olarak görürler. Ancak gerçekte bu kritik politika degisikligini yapan irade, Baskan Wilson'dan çok, onu manipüle eden bir grup elittir.
Bu "elitlerin" adresini aramaya kalktigimizda ise, kaçinilmaz bir biçimde, ABD emperyalizminin "nüvesi" olan CFR, yani Council on Foreign Relations (Dis Iliskiler Konseyi) ile karsilasiriz.
CFR'in öyküsü, I. Dünya Savasi'nin hemen ardindan toplanan Paris Baris Konferansi'na uzanir. Konferansa' katilan delegeler, 30 Mayis 1919'da Paris'te Hotel Majestic'te uluslararasi bir grup kurmak amaciyla toplandilar; böylece uluslararasi iliskilerde hükümetlerine tavsiyede bulunacaklardi. Bu toplantida olusturulan organizasyona Institute of International Affairs (Uluslararasi Iliskiler Enstitüsü) adi verildi.
5 Haziran 1919'daki bir toplantida ise bunun tek bir organizasyon degil, birbiriyle yardimlasan ayri kuruluslar olarak düzenlenmesine karar verildi. Sonuçta merkezi New York'ta olan ve Amerikan dis politikasiyla ilgilenecek olan Council on Foreign Relations (CFR) kuruldu. Londra'da da Royal Institute of International Affairs (RIIA) olusturuldu. Bu, ayni zamanda Chatham House olarak da biliniyordu ve görevi Ingiliz hükümetinin dis politikasini belirlemekti. Yan kurulusu olan The Institute of Pacific Relations (Pasifik Iliskiler Enstitüsü) sadece Uzakdogu iliskilerini düzenlemek için kurulmustu. Enstitünün benzerleri Paris ve Hamburg'ta da olusturuldu. Hamburg kolu Institut für Auswartige Politik, Paris kolu da Centre d'Etudes de Politiques Etrangeres olarak biliniyordu.
Kisacasi, bir anda, Bati'nin büyük güçlerinin dis politikalarini yönlendirecek yeni kurumlar olusturulmustu.
Dikkat edilmesi gereken, dünyanin lider ülkelerinin dis politikalarini yönlendirmek amacini güden bu kuruluslarin kimler tarafindan kuruldugu ve finanse edildigiydi. Finansörler ikiye ayrilabilirdi. "Avrupa yakasi"ndakilerin en büyük temsilcisi, ünlü yahudi finans hanedani Rothschildlar'di.
Amerika'da ise birden fazla finansör vardi.
Albay House ve Baskan Wilson
Wilson politikalaindan söz eden ve "perde arkasini" arayan kaynaklarin hemen hepsi, Wilson'un özel danismani Albay Edward Mendell House üzerinde çokça dururlar. Çünkü rütbesinden çok daha büyük bir güce sahip olan House, CFR'nin önde gelen kurucularindan birisidir ve Wilson üzerinde de büyük bir etkiye sahiptir. Amerikali siyasi tarihçi Dan Sommot'a göre, "House, Wilson'in çogu iç ve özellikle de dis politikalarini üretmis, kabine üyelerinin seçiminde büyük rol oynamis ve Wilson'in Disisleri Bakanligini büyük bir ustalikla yönetmistir." House'un Baskan üzerindeki olaganüstü etkisi, Britannica'nin Ingilizce baskisinda da söyle vurgulaniyor.
House, kabinede herhangi bir görev almayi reddetmesine ragmen, Wilson'un 'sessiz partneri' konumuna geldi. Kabine ve Kongre üyeleri üzerindeki kisisel etkisi, Wilson'in politikalarini denetlemesini sagladi. Özellikle dis politika konularinda çok etkiliydi ve yakin iliskiler kurdugu Avrupali liderle birlikte Amerikan dis politikasini koordine etme sansi buldu.
Böyle bir tablo karsisinda, dogal olarak, "House'un gücü nereden geliyordu?" diye sormak gerekiyor. Bu noktada, House'in çok yakin iliski içinde oldugu bazi New York bankerlerini adlarini ögreniyoruz. Dan Smoot, AlbayHouse'un; Paul ve Felix Warburg, Otto H. Kahn, Henry Morgenthau, Jacob ve Mortimer Schiff, Herbert Lehman gibi büyük finansörlerle yakin iliski içinde oldugunu, hatta bir anlamda onlarin Washington'daki temsilciliklerini yaptigini yazar.
House'un büyük gücü arkasindaki bu sermaye destegine dayaniyordu. Amerikali yazar George Sylvester, 1932 yilinda yazdigi ve House-Wilson iliskini konu alan The Strangest Friendship in History; Woodrow Wilson and Col. House (Tarihteki En Ilginç Dostluk: Wilson ve House) adli kitabinda söyle yaziyordu: "Schiff, Warburg, Kahn, Rockefeller gibi dev finansörler, House'a çok güveniyorlardi. House, bu finansörler ile Beyaz Saray arasindaki araciydi."
Iste bu noktada çok ilginç bir seyle karsilasiyoruz. Çünkü, bu büyük bankerlerin çok önemli bir ortak özelligi vardi: Istisnasiz hepsi yahudiydi!
Encyclopaedia Judaica, sözkonusu bankerlerle ilgili önemli bazi bilgiler veriyor:
Paul Warburg; Hamburg dogumlu bir Alman yahudisi, sonradan ABD'ye göç ediyor, büyük bankerlerin arasina giriyor. Yahudi bankerlerin geleneksel tavrina uygun olarak, bir baska yahudi banker ailenin kiziyla, Kuhn, Loeb sirketinin sahibi Solomon Loeb'in kizi Nina Loeb ile evleniyor. Serveti gittikçe büyüyor. "Bilinçli" bir yahudi; sayisiz yahudi örgütüne finansal destek sagliyor. Paul Warburg, ayrica bir de "bir dünya hükümeti ister istemez kurulacak; tek sorun bu sonuca güzellikle mi yoksa zorla mi ulasilacagidir" seklindeki ünlü sözüyle de taniniyor.
Felix Warburg ise en az kardesi Paul kadar "bilinçli". O da "irk-içi" evlilik yaparak, Jacob Schiff'in kizi Frieda ile evleniyor. Pek çok yahudi örgütüne destek veriyor. Filistin'e yapilan yahudi göçünü ve Siyonist hareketi destekliyor. Filistin'deki yahudi göçmenlere ve Kudüs Ibrani Üniversitesine büyük destek veriyor. Siyonist lider ve ilk Israil devlet baskani Chaim Weizmann ile isbirligi içinde.
Jacob Schiff, belki de sözkonusu yahudi bankerler içinde en önemlisi. Almanya kökenli ünlü bir haham ailesinin soyundan geliyor. Babasi Moses, Rothschildlar'in ortagi. Digerleri gibi o da "irk-içi" evlilik yapiyor ve Solomon Loeb'in diger kiziyla evleniyor. Antisemit politikalari nedeniyle düsman oldugu Çar'in devrilmesi için elinden geleni yapiyor; 1904-1905 Rusya-Japonya savasinda Japonlara 200 milyon dolar veriyor. Rus yahudilerini silah ve para yönünden desteklerken, Kerensky hükümetine yardim ediyor. (Ayrica Schiff'in Bolseviklere de büyük yardim yaptigi da biliniyor.) "Yahudi olan hiçbir sey kalbime yabanci degildir" sözüyle taniniyor. Tüm dünyadaki yahudi organizasyonlarina para yardimi yapiyor. Talmud ve Tevrat egitimini finanse ediyor. Amerikan baskanlarina yahudiler lehinde hareket etmeleri için lobi yapiyor. Özellikle de 1917 yilindan sonra, Filistin'de bir yahudi devleti kurulmasi çabasinin güçlü destekçileri arasina giriyor. Mortimer Schiff ise onun kardesi ve her zaman agabeyinin yolunu izliyor.
Herbert H. Lehman; Amerikali yahudi banker, politikaci ve devlet adami. Lehman Brothers sirketi ile kisa sürede büyük servet elde ediyor. Sayisiz yahudi organizasyonunu finansal yönden destekliyor. Daha sonraki dönemde "Roosevelt'in sag kolu" oluyor. Israil'in kurulusuna destek veriyor; Filistin'e yahudi göçünü destekliyor. Dis politikada "internationalist" (yayilmaci) görüsü savunuyor ve Israil Devleti'ne yapilan Amerikan desteginin baslica organizatörlerinden oluyor.
Otto Kahn ise Almanya kökenli yahudi Kahn ailesinin Amerika'daki temsilcisi, büyük bir banker. O da "içerden" evleniyor; yahudi Kuhn, Loeb sirketinin ortaklarindan Abraham Wolff'un kiziyla nikahlaniyor. Otuz yasindayken ABD'nin en önde gelen bir-iki bankeri arasina giriyor. Pek çok yahudi organizasyonunu finanse ediyor.
Henry Morgenthau: Morgenthaular, Alman kökenli bir yahudi ailesi. Henry Morgenthau, yahudi ailenin Amerika'daki diplomat ve finansör üyesi. 1912-1916 yillari arasinda Osmanli'da Amerikan Büyükelçiligi yapiyor. (Morgenthau, bu yillardan sonra, sözde Ermeni Soykirimi'ni konu edinen ve Osmanli'yi soykirim uygulamakla suçlayan bir kitap da yaziyor.) Morgenthau da bilinçli bir yahudi; Wilson tarafindan Polonya yahudilerinin durumunu incelemekle görevli komisyonun basina ataniyor. Uluslararasi Siyonist örgüt B'nai B'rith'in yönetim kurulunda çalisiyor.
Kisacasi, Baskan Wilson üzerinde büyük etkiye sahip olan Albay House, sözkonusu yahudi bankerlerin, ya da "yahudi önde gelenleri"nin adamiydi. Dolayisiyla House'in Wilson'a yaptigi telkinlerin, gerçekte bu yahudi liderlerin amaçlari dogrultusunda oldugunu anlamak pek zor degildir. Bir baska deyisle, Wilson'in gerçek akilhocalari, devrin önde gelen yahudileridir.
Dan Smoot, House'un Wilson'a yaptigi telkinlerden söz ederken, onu "Amerika'nin tüm dünya üzerinde 'demokrasi'yi korumak gibi kutsal misyonu olduguna" ikna ettigini yaziyor. House'un telkinleri, Amerika'nin resmi olarak 121 yildir süren "izolasyoncu" geleneginin kesin bir sona erisi ve Amerikan yayilmaciliginin resmen onaylanmasiyla sonuçlanmisti. Wilson'in Almanya'ya karsi savasa girmesindeki en büyük etken ise, yine Albay House'du; yahudi önde gelenlerinin Washington'daki adami...
House'in ilginç bir baska icraati ise, Baskan Wilson'a bir yandan da Siyonizm lehinde lobi yapmasiydi. Yahudi yazar Joshua B. Stein, o yillarda Ingiltere'de Siyonizm'in en önemli savunucularindan olan Josiah Wedgwood'un, Baskan Wilson'la görüserek, ona uzun uzun Siyonizm'in önemi ve bu isi için gereken Amerikan destegi konusunda telkinde bulundugunu bildiriyor. Wedgwood'u Baskan'la tanistiran ve görüsmeleri ayarlayan kisi ise kahramanimiz Edward House!... House'un bir baska ilginç iliskisi ise Siyonizm'e resmi Ingiliz destegi anlamina gelen Balfour Deklarasyonu'nu yazan kisiyle, yani bir Hiristiyan Siyonist olan Lord Balfour'la çok yakin bir dostluk kurmus olmasiydi.
CFR'nin ilk üyeleri
House'un yahudi patronlarina verdigi hizmetler Siyonizm'e destek olmakla sinirli degildi... Asil büyük icraat CFR'nin kurulusu olacakti. Wilson, House'un "tavsiye"si üzerine, Eylül 1916'da çesitli entellektüellerden olusan bir komite, bir tür "think-tank" olusturdu. Smoot, komitenin en önemli isimleri olarak su dört kisiyi sayiyor: Walter Lippmann, Allen Dulles, John Foster Dulles ve Christian A. Herter. Sonraki yillarda çok daha ünlü hale gelecek bu isimlere baktigimizda ise yine oldukça ilginç bir tabloyla karsilasiyoruz. Çünkü bu isimlerin dördü de CFR'nin "yahudi baglantisi"na ve masonik yapisina uygun kisiler. Walter Lippmann irk bilinci yüksek bir yahudi; Israil lobisinin her zaman önde gelen isimlerinden olan çok etkili ve ünlü bir köse yazari. Allen Dulles, sonradan CIA baskanligi yapan kidemli ve ünlü bir mason. Gelecekte Eisenhower'in Disisleri Bakani olacak olan John Foster Dulles da onun kardesi. Amerikan Büyükelçiligi, Massachusetts valiligi, Kongre üyeligi ve Disisleri bakan yardimciligi gibi çok sayida görev alan Christian A. Herter ise 33. dereceden mason.
Iste CFR'nin ve Chatham House'un kurulmasina karar verildigi Paris Hotel Majestic'teki ünlü toplantiya katilan Amerikalilar, bu gibi özelliklere sahip kisilerdi.
Karsimiza çikan tablo, Amerikan dis politikasini yönlendirmek için kurulmus olan örgütlerin, çok belirgin bir biçimde yahudi önde gelenleri ve masonlar tarafindan olusturulmus oldugudur.
CFR, sonraki yillarda asil olarak Rockefeller hanedaninin kontrolüne geçer. Ancak bu kez de örgütün ardindaki "etnik" kimlik farkli degildir. Rockefellar, gerçekte kökleri Sefarad yahudilerine uzanan gizli bir yahudi ailesidir ve ABD'deki inanilmaz yükselisleri de Atlantik'in öteki yakasindaki "soydaslari" olan Rothschildlar'in destegi ile gerçeklesmistir.
CFR'nin Gücü
CFR üyelerinin listesi, neredeyse Amerikan politikasinin "Who's Who" (Kim Kimdir)i gibidir. Henry Kissinger'dan John McCloy'a, Carter'in Ulusal Güvenlik Danismani Zbigniew Brzezinski'den Eisenhower'in Disisleri Bakani John Foster Dulles'a, CIA baskani ve mason Allen Dulles'dan, Dean Acheson, George Kennan'a kadar pek çok ünlü isim, CFR üyesidir. Öyle ki, The Rockefeller Syndrome adli kitabinda Ferdinand Lundberg'in belirttigine göre: "CFR ile baglantisi olan insanlar Amerika pazarlarinda mülkiyete sahip olanlarin neredeyse tümüdür."
Dan Smoot, Invisible Government (Görünmez Hükümet) adli kitabinda, kurumun ABD'nin dis politikalarinin olusumundaki büyük etkisini detayli olarak anlatiyor. Buna göre CFR, yalnizca üst kademedeki yönetici elitleri bünyesine alip yönlendirmekle kalmaz, dis politika ile kurumlarin büyük bölümünü kontrol eder. Amerika'da dis politika ile ilgili diger pek çok dernek ve kurum da, CFR'nin denetimi altindadir. Amerikan dis politikasindaki büyük etkileri ile bilinen "think-tank"ler (politika üretme kurumlari) ise gerçekte CFR'nin alt komisyonlari niteligindedir.
Üniversiteler CFR'nin denetiminde olan kurumlar arasindadir. CFR, akademik çevrelerdeki üyeleri araciligiyla dis politika konularinda "standart"lari belirler. CFR'nin "resmi ideolojisi", üniversitelerde ders olarak okutulur. Kurum, yayinladigi çok sayida kitapla Amerikan entellektüellerini "egitir". Örnegin CFR'nin son yillardaki yayinlarinda sik sik sözünü ettigi "Islam tehlikesi", Amerikan bilincine ustalikla yerlestirilmektedir. Kurumun yilda dört kez yayinladigi ve dünyanin en etkili yayin organi sayilan Foreign Affairs (Dis Olaylar) adli dergi ise hem siyasi gündemi belirler hem de ABD politikasini. ABD dis politikasindaki köklü degisimlerin çogu Foreign Affairs'te yayinlanarak yürürlülüge konur. Örnegin, soguk savasin basinda ABD'nin temel stratejisini belirleyen "containment plan" (Sovyetler'in yayilmasini önleme anlaminda; Çevreleme Plani) CFR üyesi George Kennan tarafindan Foreign Affairs'de yayinlandiktan sonra uygulamaya konmustu. Son olarak uzun süre gündemde kalan, Samuel Huntington'in "Medeniyetler Çatismasi" adli, gelecekte Bati ve Islam arasinda bir çatisma öngören yazisi da ayni dergide yayinlanmisti.
CFR basin üzerinde de büyük etkiye sahiptir. Kurum, basindaki üyeleri sayesinde, büyük gazeteleri bir sosyal kontrol mekanizmasi olarak kullanabilmektedir. Denetledigi kabul edilen basin organlari arasinda; New York Times, Washington Post, Time, Newsweek, Life, New York Post, New York Herald Tribune, gibi dev isimler sayilabilir.
Tüm bunlarin yaninda CFR, ayni Chatham House gibi masonlukla da çok içli-dislidir. Her iki örgütün de önde gelen üyeleri, ayni zamanda ülkelerindeki mason localarina üyedirler. CFR'nin; Harry Truman, George Marshall, Dwight Eisenhower, Allen Dulles, John McCloy, Henry Kissinger, Lyndon Johnson, Dean Acheson, Gerald Ford gibi ünlü isimlerin yaninda daha pek çok üyesi bir taraftan da localarin müdavimidirler.
Bilderberg Grup ya da Trilateral Komisyonu gibi baska uluslararasi masonik örgütler ise CFR üyeleri tarafindan kurulmuslardir ve CFR'nin Avrupa'ya uzanan "türevleri" olarak kabul edilirler.
Sonuç: Israilogullari ve Yeryüzünde Bozgunculuk
Yazidisinin basindan bu yana inceledigimiz bilgiler, bizlere açik bir gerçegi göstermektedir: Amerikan emperyalizmi, Yahudilik'ten kaynaklanan ve Püritenlik araciligi ile Yeni Dünya'ya aktarilan bir kültürün ürünüdür. Bu kültüre dayanark Amerikan emperyalizmini gelistiren ve kurumsallastiranlar da, yahudi önde gelenleri ya da onlarla ayni dünya görüsünü ve çikarlari paylasan masonlardir.
Bu ise, bu yazidizisinin basinda sordugumuz sorunun cevabini çok açiklikla vermektedir. Dizinin basinda; Kuran'a göre, Israilogullari'nin yeryüzünde yasanan "bozgunculugun", yani; fitne, adaletsizlik, zulüm ve kargasalarin baslica sorumlulari olmalari gerektigini, oysa çiplak bir gözle bakildiginda, bugün yeryüzündeki "fitne"nin en büyük kaynagi, "Büyük seytan" sifatiyla tanimlanan ABD oldugunu söylemistik. Ve söyle demistik: "O halde, konuyu biraz daha yakindan incelemek gerekmektedir. Belki de, "ABD" etiketi altinda yeryüzünde bozgunculuk çikaranlar, gerçekte "Israilogullari"dir."
ABD hakkindaki bu bilgilere bakarak, üstteki cümlenin basindaki "belki de" ifadesini atabiliriz. Bugün yeryüzünde süren Amerikan terörü ve Amerikan yayilmaciligi, felsefi ve siyasi yönden gerçekte bir yahudi terörü ve yahudi yayilmaciligi kimligindedir.
Bu noktada ilk basta yaptigimiz gibi Kuran'in yol göstericiligine basvurmamiz gerekmektedir.
Ilk basta, yeryüzündeki bozgunculugu tanimlayabilmek için Kuran'a basvurmus ve oradan asil bozguncularin "Israilogullari" olmalari gerektigini ögrenmistik. Amerikanin gerçek kimligi hakkinda yaptigimiz inceleme ise, Kuran'daki bu ayetlerin "afaktaki" tecellisini ortaya çikardi.
Bu bozgunculugun nasil sonuçlanacagini ögrenmek için Kuran'a baktigimizda ise, yine çok önemli bir bilgiyle karsilasiriz. Isra suresinin baslarinda söyle denir:
"Kitapta Israilogullarina su hükmü verdik: "Muhakkak siz yer(yüzün) de iki defa bozgunculuk çikaracaksiniz ve muhakkak büyük bir kibirlenis-yükselisle kibirlenecek-yükseleceksiniz.
Nitekim o ikiden ilk-vaid geldigi zaman, oldukça zorlu olan kullarimizi üzerinize gönderdik de (sizi) evlerin aralarina kadar girip arastirdilar. Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdü.
Sonra onlara karsi size tekrar 'güç ve kuvvet verdik', size mallar ve çocuklarla yardim ettik ve topluluk olarak sizi sayica çok kildik.
Eger iyilik ederseniz kendinize iyilik etmis olursunuz ve eger kötülük ederseniz o da (kendi) aleyhinizedir. Sonunda vaad geldigi zaman, (yine öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi 'kötü duruma soksunlar', birincisinde ona girdikleri gibi mescid (Kudüs)e girsinler ve ele geçirdiklerini darmadagin edip mahvetsinler." (Isra, 4-7)
Allah, Israilogullarinin yeryüzüne saran fitnesinin "güçlü kullar" eliyle söndürülecegini haber vermektedir. Bu güçlü kullar, hem Kuran'in, hem hadislerin, hem giderek Bati ile Islam arasindaki bir mücadele dönüsen dünya siyasetinin gösterdigi gibi, Müslümanlardir.
Allah dilerse, önümüzdeki yüzyilda, Kuran'in bu ayetinin de "afaktaki" tecellisini birlikte görecegiz.