08 Ekim 2013

Kutsal Kitap’ın Değişmezliği Bazı Mantık Meseleleri

Kutsal Kitap’ın Değişmezliği Bazı Mantık Meseleleri

     “Ama bu kişiler anlamadıkları her şeye sövüyorlar. 
     Öte yandan mantıktan yoksun hayvanlar gibi içgüdüleriyle
     anladıkları ne varsa, onları yıkıma götürüyor. 
     Vay bunların haline!”  (Yahuda 10-11)

     Alman filozof Arthur Schopenhaur (1788-1860) şunu demişti:  “Her hile için, kısa ve özel bir isim bulabilseydik, iyi olurdu.  Böyle yaparsak, bir insan “bu” veya “şu” hileyi kullanırsa, hemen bunu tespit edip onu azarlayabiliriz.”1 Gazzâlî’ye göre (M.S. 1058-1111) kelâm, fıkıh ve usûl-i fıkıh gibi ilimler için mantık zaruridir.  Mantık bilmeyenin ilmine itimad edilmez” diyerek bu ilme verdiği önemi belirtmiştir.  Genelde Aristo (M.Ö. 384-322) mantığının kelâm ilmine girmesi hadisesi Gazzâlî ile beraber olmuştur denebilir.2

       Ankara Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi, Temel İslâm Bilimleri, Kelâm Anabilim Dalının eski Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Atay için “mantığın” yeri çok önemlidir.  Sayın Atay Hoca “Dinde Mantıklılık” makalesinde şöyle yazmaktadır: 

     “Mantık nedir?” sorusuna cevap vermek çok kolaydır.  Mantık
     düzenli ve insicamlı konuşmaktır.  Sözleri, işleri ve
     fikirleri arasında mantıklılık bulunması, aralarında
     çelişiklik, zıtlık bulunmamasıdır.  Bir yerde söylediğini
     başka yerde yalan çıkarmaması, onu bozmaması, prensip sahibi
     olması, düzgün ve düzenli olmasıdır.  Mantıksızlık,
     çelişkililik, münafıklık, ikiyüzlülükten başka nedir?
     Dindeki mantıksızlık kadar küçük düşürücü birşey az bulunur.
     Bu dini mantıksızlığın Müslümanlarda uzun tarihi bir geleneği
     olduğu görülmektedir.  Günümüz Müslümanına intikâl eden bu
     din mantıksızlığı ve diğer bir deyimle, dinin yanlış 
     eğitimini anlamak şu şekilde ortaya konabilir.  Müslüman
     yazarların bır kısmı genel mantığa karşı çıktı.  Böylece
     mantık kavramı sıradan Müslümanın zihninde bile kötü bir
     manaya geldi ve o da mantığa düşman oldu.  Böylece
     Müslümanlar arasında genel mantık düşmanlığı yaygın hale
     geldi.  Bu genel mantık düşmanlığı veya genel mantıktan
     mahrum bırakılınca, dini mantıktan da otomatik olarak mahrum
____________________
1.  Copi, Introduction to Logic, s. 91.
2.  Yazıcıoğlu, Kelâm Ders Notları, s. 15 & 99.


     kaldılar.  Onun için günümüzün Müslümanlarına - nerede ve
     hangi dairede, toplumda olursa olsunlar, işlerinde ve
     sözlerinde dini mantıksızlıktan başka birşey bulunmaz -
     dedirtmektedirler.”3  

     Ne   yazık   ki   sayın   Atay   Hoca’nın  bahsettiği  “dini mantıksızlık” problemi çok yaygındır.  Þimdi bu problemi biraz açmaya çalışalım.  Mantık hakkında neler öğrenebiliriz?

A.
“a priori”
meselesi (Önyargı)

       “A priori bir önerme, doğru ya da yanlış olduğu deneye başvurmadan, deneyden önce ya da deneyden bağımsız olarak bilinen önermedir.”4  Tüm insanların yaptığı gibi sadece önyargıyla bakılıyor.  Görüş açısı her zaman daraltılıyor.  Dünyaya at gözlüğü ile bakılıyor.  Önyargı insan anlayışının ve algılayışının önündeki en önemli engeldir. 

       Kur’ân ve Kitab-ı Mukaddes arasında yüzlerce farklılıklar bulunuyor.Dolaysıyla, bazı Müslümanlar şöyle iddia ediyorlar:       “Kitab-ı Mukaddes değiştirildi, çünkü Kur’ân-ı Kerîm ile çelişiyor, ve Kuran’ı Kerim yanlış olamaz”.  Bu bir “a priori” yani bir “önyargı” hatasıdır.  Müslümanlar böyle bir “önyargı” mantık kullanarak, Kitab-ı Mukaddes’in yanlış olduğunu düşünmektedirler.  Kitab-ı Mukaddes ile Kur’ân’ı Kerime arasında çelişkiler vardır ve “a priori” mantık kullanarak Kur’ân’ı Kerim yanlış olamaz diyorlar.

Öncül    A.  Kur’ân’a göre esas inançları aynıdır, ama
Delili   B.  Farklı doktrinler mevcuttur ve Kur’ân yanlış olamaz.
Sonuç    C.  Dolayısıyla Kitab-ı Mukaddes değiştirilmiştir.

       Albert Einstein’in (M.S. 1879-1955) söylediği gibi, bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha zordur.  Bu  mantık  hatası  insanın  gerçeği  görmesine  engel  olan  bir  hatadır. Rudolf Bultmann, kendi ifadesine göre ‘kerygma’yı, (bildiriyi) metindeki mananın özünü kavrayabilmek için, bütün ön şart ve ön yargılardan uzaklaşmak gerektiğini vurgulamaktadır.6
____________________
3.  Atay, “Dinde Mantıklılık”, s. 40-42.
4.  Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 45.
5.  Bkz.  Wickwire, Kitab-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerîm Fihristi.
6.  Bultmann, Jesus (Mythologie et Demythologisation), önsöz.


B.
“petitio principii”
meselesi

       Kıyas sonucun ispatına yarayan bir kanıt olarak kabul edilirse, “petitio principii” denilir.  Sonuç öncüllerde bulunduğu için, öncüllerin bilinmesi sonucun bilinmesini gerektirir.  Halbuki öncüller kanıt (delil) olarak kullanılıp sonuç çıkarılıyor.  Yani bilinmesi kendisine bağlı olan şeyi kanıt olarak kullanıp o şeyi ispata kalkışıyor.  Bu ise bir savı kanıtsamadır.  Her kıyas sonucu ispat eden bir kanıt olarak, bir savı kanıtsama, yani “petitio principii”dir.6

     Sayın Fetullah Gülen bir kitabında şöyle diyor:

     “Tevrât, İncîl ve Zebûr gibi aslı ilâhi olduğu halde
     tahrife uğrayıp, içlerine beşer Kelâmı karışan bu
     kitaplarla, doğruyu bulmak ve bunlarla fikri istikameti
     korumak imkânsızdır.

     Cenâb-ı Hakkın, bu kitaplara koruma teminatı vermemiştir.
     Halbuki Kur’ân hakkında:  ‘Kur’ân’ı biz indirdik ve onu
     mutlaka biz koruyacağız’ (Hicr 15:9)  buyurarak hem ilâhi
     referansdan hem de korumadan söz edilmektedir.”7

     Sayın Gülen’e göre, Tanrı yalnızca Kur’ân’a “koruma teminatı” vermiştir.  Tanrı’nın Kur’ân’ı koruyacağı nerede yazılı?  Tabii ki Kur’ân’da.  Tanrı’nın Tevrât, Zebûr ve İncîl için “koruma teminatı” verip vermediğini anlamak için, nereye bakmamız lazım?  Tabii ki, o kitaplara.  Burada sayın Gülen basit bir mantık hatasına düşmüştür:  Bu hatasına “petitio principii” (begging the question) denilir.  Yani, tartışma konusu olan bir meselenin hiç bir delile dayanmadan doğru olduğunu iddia etmesidir.  Yani,  “Cenâb-ı Hak,  bu  kitaplara  koruma teminatı vermemiştir” şeklinde bir şonuç ortaya çıkartıyorlar.  “Koruma teminatı” konusunda, Kur’ân-ı Kerîm’in ayetlerine bakarak, ama aynı konuda Kitab-ı Mukaddes’in söylediklerine bakmayarak,  çifte standartlı, yani ikiyüzlü bir tavır kullanıyorlar.  Sayın Gülen, Kutsal Kitap’taki şu ayetler için acaba ne diyecek?8 
____________________
6. Öner, Klasik Mantık, s. 166.
7. Gülen, İnsanlığın İftihar Tablosu Sonsuz Nûr, s. 156.
8. Karataş, Gerçekleri Saptıranlar Hıristiyanlık İle İlgili
   Gerçek Dışı İddialara Yanıt, s. 68.


     “Ot kurur, çiçek solar; fakat Allahımızın sözü
     ebediyen durur.”  (İşaya 40:8)

     “RABBİN sözleri pak sözlerdir; Toprakta pota içinde
     kal olunmuş, yedi kere tasfiye edilmiş gümüş gibidir.
     Onları sen tutacaksın, ya RAB, onları bu nesilden
     ebediyen koruyacaksın.”  (Mezmur 12:6-7)

     “Gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden,
     Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile
     eksilmeyecek.”  (Matta 5:18)

C.
“argumentum ad ignorantium

       Bilmezlik kanıtı. Karşısındakinin bilgisizliğinden yararlanarak kanıt uydurmak.9  Latince “bilgisizce karşı akılyürütme” anlamına gelen bir yanlış türü.  Söz konusu yanlış, dinleyicinin bilgisizliğinden yararlanarak, ona hoş masallar anlamaktan oluşan yanlış bir yöntem ya da akılyürürme tarzı olarak anlaşılır.”10   Örneğin, eğer bir kimse “Kutsal Kitaplar değiştirildi” derse, ve henüz eski İbranice ya da Grekçe bilmiyorsa, eski el yazmalarının oluşumunu ve eski kilise babalarının yazdıklarını okumamışsa, o kişi ancak kendi cahilliğinden ve kulak dolgunluğundan konuşuyor demektir.  Eğer bir kimse kendi cahilliğinden konuşuyorsa, basit bir mantıksal hata yapıyordur: buna da “argumentum ad ignorantium” denilir.11  Yani burada bilgisizce, delil ileri sürmektedir.

     Türkiye’de   birçok   din    adamı   “Kitab-ı   Mukaddes’in değiştirildiğini” iddia ederler.  Ama onlardan hangileri Kitab-ı Mukaddes hakkında uzmanlık derecesi kazandılar?  Onlardan hangisi eski İbranice ve Grekçe öğrenmişlerdi?  Çoğu din adamı Kitab-ı Mukaddes’in Türkçe’sini bile, bir kez tamamen okumamışlardır! Gazeteci yazar olan Yavuz Bülent Bakiler’e göre: “Türkiye’de bilmemek asıldır.  Bilmek  ise istisna!  Evlerimizin  yüzde 95’i   kütüphanesizdir.  Resmi kayıtlara göre,   yurdumuzda,  bin  kişiye
____________________
 9. Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar,
    1. Cilt, s. 178.
10. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 48.
11. Copi, Introduction to Logic, s. 93.


düşen kitap sayısı sadece yedidir, yedi.”12  Üstelik Türkiyeli din adamları içinde Kur’ânı bile baştan sona Türkçe okuyanlar da pek azdır.  Kur’ânı bile yeterince tanımamaktadırlar.  Ama buna rağmen Kur’ân-ı Kerîmi yalnızca din alimleri yorumlayabilirler, çünkü onlar bu konuda  dirsek çürüttüler  diye düşünüyor insanlar. Ancak böyle yapmakla kendilerini onların yorumuna hapsedip mahkum ediyorlar.  Yani Kitab-ı Mukaddes’in esas bilgisi hakkında, Müslümanlar tamamen geri kalmışlardır.

     Müslümanlar bu konular hakkında çok fazla bilmiyorlar.  Çoğu Müslümanlar, İlâhiyat Fakültesi de dahil, Tevrât, Zebûr veya İncîl hakkında az bilgi sahibidirler.  Eski Ahid’i (İbranice) bilmiyorlar ve Yeni Ahid’i (Grekçe) de bilmiyorlar.  Çoğu Müslümanlar bu eski yazıların geçmişteki tarihi hakkında doğru dürüst bilgiye sahip değiller.  Bu eski dilleri bilmedikleri gibi, eski metinlerin karşılaştırma (textual critical) analizini de bilmiyorlar.  Bu bilmedikleri konular söz konusu olunca, gerçek mü’minlerin sözlerinden daha çok gerçek olmayan Hıristiyanların (yani kâfirlerin) sözlerine kulak veriyorlar.  Hıristiyanlığın esaslarını bilmediklerinden dolayı, gerçek bir Hıristiyanla, sahtekârların arasında bile ayırım yapamıyorlar.  Bu yüzden, Müslümanların, Kutsal Kitab’ın tarihi ve yapısı hakkında gerçek bilgileri yoktur.  Yani Müslümanlar, “Kitab-ı Mukaddes değiştirildi” derken, “argumentum ad ignorantium” mantık hatasına girmiş bulunuyorlar.  Ancak onlar kendi bilgisizliğinden konuşmaktadırlar.  Bu duruma, “Fas est et ab hoste doceri” denilir; yani cahilin dostluğundan, âlimin düşmanlığı yeğdir.  Ogüstin şunu demişti:

     “O halde hakkımda bildiklerimi itiraf edeceğim.  Hakkımda
     bilmediklerimi de itiraf edeceğim.  Hakkımda ne biliyorsam,
     senin ışığınla biliyorum ve hakkımda bilmediklerime gelince,
     senin önünde karanlığım öğle vakti ışığı oluncaya değin bunu
     bilmeyeceğim.”13

     “Þimdi ey kardeşler, yöneticileriniz gibi sizin de
     bilgisizlikten ötürü böyle davrandığınızı biliyorum.  Ama tüm
     peygamberlerin ağzından Mesihinin acı çekeceğini önceden
     bildiren Tanrı, sözünü bu şekilde yerine getirmiştir.”
    (Elçilerin İşleri 3:17-18)
____________________
12. Türkiye: “Bütün Alevilere ve Sünnilere saygıyla arz ederim.”
    Günlük Siyasi Gazete, 22 Ağustos 1998, s. 10.
13. İannitto, Kilise Babalarından, ss. 422-423; Ogüstin,
    İtiraflar, X, 10,5.


D.
argumentum ad hominem

       Tartışma konusunu karşısındakinin kişiliğine bağlayarak kanıtlama.14  Tartışmada karşı tarafın söz ve hareketlerini kendi görüşünü savunmada delil olarak kullanma çev.15  Bir insana karşı akılyürütme anlamına gelen bir yanlış türü ya da yanlış bir tartışma ve akılyürütme tarzı.  Söz konusu görüşlerin niçin yanlış olduğunu ortaya çıkaran kanıtlar bularak değil, o kişinin karakterine, kişiliğine, niyetine ya da niteliklerine saldırarak karşı çıkmaktan oluşur.16 Bazı Müslümanlar, insanların kişiliğine saldırarak onların inançlarının geçersiz olduğu kanısına varmaya çalışıyorlar.  Bu yanlış bir tartışma şeklidir ve “argumentum ad hominem” denilir. Bazen bir ayeti yanlış aktararak veya yanlış kullanarak tamamen farklı bir sonuça varıyorlar!  Kendi tecrübemden çarpıçı bir örnek vereyim:

     Bir gün genç bir adam bana gelip Yahudilik ve Masonluk  adlı bir kitap gösterdi.17  Adam bana dedi ki,  “Bu nedir, Yahudiler yamyamlık mı yapıyorlar?” ve kitaptan, Eski Ahit’ten bir ayet gösterdi:

     “Yiğitlerin etini yiyeceksiniz, ve dünya beylerinin
     kanını...içeceksiniz.”  (Hezekiel 39:18)

     Bu kitaba göre Yahudiler yamyamlık yapıyorlarmış!  Kitab-ı Mukaddes’i hiç bilmeyenler için belki öyle gibi görünebilir.  “O ayetlere bakalım” demiştim.  Ayetin gelişinde, söz konusu olan Yahudiler değil, kuş ve hayvanlardır!

     “Her çeşit kuş ve kırın bütün canavarlarına de:  Toplanın da
     gelin; sizin için keseceğim kurbana her yandan toplanın da
     et yiyin, ve kan için.”  (Hezekiel 39:17)

     Yahudilik ve Masonluk kitabının yorumunda Yahudiler yamyamlıkla şuçlanıyorlar!18  Aynı zamanda Yahudilik ve Masonluk adlı kitap “Yahudiler Tevrât’i tahrif etmişlerdir” diyor.19  Peki  bu  kitabı  kim   yazdı?  Yahudilerden nefret eden bir Müslüman!  ____________________
14  Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 1. Cilt, s. 94.
15. Watt, Kur’an’a Giriş, s. 70.
16. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 48.
17. Harun, Yahudilik ve Masonluk, s. 111.
18. İbid, s. 111.
19. İbid, ss. 15-16.


Bir kimse başka birinin karakterine saldırırsa, ve bu yüzden  o   kişinin  inandığı şeyi (Tevrât’ı) tamamen yanlış olduğunu ya da tahrif olduğunu ispatlamaya çalışıyorsa, temel bir mantık hatası yapmış bulunuyor:  Buna da “argumentum ad hominem” denilir.  Yani, bu “insana karşı” demektir.20  Burada tartışmada karşı tarafın söz ve hareketlerini kendi görüşünü savunmada delil olarak kullanmaktadır.  Ama böyle temelsiz bir tavır güvenilir değildir. 

E.
“argumentum ad verecundiam”

       Ünlü bir kişinin sözlerini ileri sürerek verilen kanıt.21  Latince’de “otorite ya da saygıya dayanan akılyürütme” olarak bilinen yanlış türü.  Söz konusu yanlış bu şekilde ortaya çıkar:  Tartışılan ya da üzerinde durulan konuda, bir şeyi kabul ettirmek için, onunla ilgili sağlam kanıtlar getirmek yerine, başka insanların, geleneklerin ve hatta kurumların otoritesine dayanma.22

     Kitab-ı Mukaddes konu olunca, çoğu yazarlar olumsuz tavır kullanıyorlar.  Çoğu eserler de pek iyi düşünceyle yazılmamıştır.  Aktarmaları ve alıntıları hangi kaynaktan ve kimden aldıklarını eserlerinde açıkça kanıt göstermiyorlar.  Aktarılmış olan kişi Hıristiyan veya Yahudi mi, gerçek bir imanlı mı yoksa sadece sözde imanlı mıdır?  Sadece sözde imanlı olanlar (liberal inkârcılar) gerçek imanlılar değil ki; Kur’ân’ın ifadesiyle onlar kâfirlerdir!  Bir kimse yanlış veya uygun olmayan bilirkişiye müracaat ederse, temel bir mantıksal hataya düşmüş bulunuyor:  Buna “argumentum ad verecundiam” denilir.23  Hiçbir kanıt göstermeden bilim adamlarının fikrine dayanarak, âlemin başlangıcı olduğunu tasdik eden cahilin bu bilgisi taklit’dir.24  Çoğu zaman bu tür ayrıntılar tamamen karanlıkta bırakılmıştır.  Bu durumda okuyucu hangi tarafın doğru, hangi tarafın yanlış olduğunu ayırt edemez duruma geliyor.

     “Kendilerine tanıklık ederim ki, Tanrı için gayretleri
     vardır; ama bu bilinçli bir gayret değildir.
     (Romalılar 10:2)
____________________
20. Copi, Introduction to Logic, ss. 97-98.
21. Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 7. Cilt, s. 90.
22. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 48.
23. Copi, Introduction to Logic, s. 95.
24. Öner, Klasik Mantık, s. 182.


     Hıristiyanlığı eleştiren İslâm eserlerine bakarsanız, sık sık Tevrât, Zebûr ve İncîl’in değiştirildiği iddialarını görürsünüz.  Bazı eserlerde hiç bir kanıt vermeden bu tür iddiları ortaya koyuyorlar;  bazıları ise sahte  “Hıristiyan  din adamlarının” mütâla’alarını kullanarak İncîl’i çürütmeye çalışıyorlar.  Yani böyle bir olumsuz tavırdan İncîl’in gerçeği hakkında hiç bir şey öğrenilemez.

     Çaviş’e göre, bugünkü Müslümanların Tevrât ile İncîl hakkında fikirleri, onsekizinci milâdî asır filozoflarıyla Antoine, Gulner, Thomas, Volston, Huxley, MatthieuTendall (Matyutental), Volter ve benzerleri gibi sonradan gelenlerin fikrine benziyor.25 Ama bunlar mü’minler değil ki!  Bu durumda Müslümanlar çifte standart, yani ikiyüzlü bir tavır takınmaktadırlar!  Kur’an-ı Kerim ile böyle bir yaklaşım asla bağdaştırılamaz.  Ama Dr. Maurice Bucaille’in Müsbet İlim Yönünden Tevrât İncîller ve Kur’ân ve Prof. Dr. Þaban Kuzgun’un Dört İncîl Yazılması Derlenmesi Muhtevası Farklılıkları   ve  Çelişkiler adlı kitaplarında, daha çok Hıristiyanlığın “kâfir” din adamlarının sözleri delil olarak aktarılmaktadır.26  Böylece onlar da “argumentum ad verecundiam” mantık hatasına girmiş bulunuyorlar.  Kime kulak veriyorsunuz?  İnanlılara mı yoksa inkârcılar mı?  Herhalde böyle bir olumsuz yaklaşımdan doğru bir sonuç çıkmaz!

F.
“argumentum ad baculum”

       Baston kanıtı.27  “Güç kullanan akılyürütme ya da argüman” anlamına gelen önemli bir yanlış kişinin bir konuda karşıtıyla tartışması doğruları birlikte araması yerine, ona karşı güç kullanmasından ya da sopa göstermesinden oluşur.  Burada güç kullanarak bir savunmaya çalışma söz konusu olup, bu tür bir tartışma yanlışı daha çok diktatörlere ve gangsterlere özgü bir yöntem olarak karşımıza çıkar.28

     Tahrif görüşünü benimseyenlerin iddia ettikleri gibi Hıristiyanlığın Kutsal Kitab’ı  değiştirilmiş  midir?  Ne  yazık  ki, İslâm dünyasından biri bu  konuyu Yahudiler veya Hıristiyanlar
____________________
25.  Çaviş, Anglikan Kilesine Cevap, s. 65.
26.  Bucaille, Müsbet İlim Yönünden Tevrât İncîller ve Kur’ân,
     ss. 72-82; Kuzgun, Dört İncîl Yazılması Derlenmesi Muhtevası
     Farklılıkları ve Çelişkiler, ss. 97-116. 
27.  Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 1 Cilt, s. 136.
28.  Cevizci, Felsefe Sözlüğü, ss. 47-48.


açısından incelemek istese bile çok az fırsatı vardır, ya da hiç yoktur.  Oysa onlar ellerine alıp okurlarsa Tanrı’nın gerçeğini görebilirler.  Ama ne yazık ki, birçok kişi mevcut Kitab-ı Mukaddes’in sahte olduğu saplantısından kurtulamayarak onu okumak istemez.  Birçoğu bunu yapmaz çünkü kulaktan dolma öğrendiklerine göre  Tevrât ve İncîl değiştirilmiştir.  Hatta  bilgi  edinmekten bile çekinir.  Bir Müslüman bu konuyu araştırmak için fırsat bulsa bile, bu defa da diğer Müslümanlardan alacağı tepkiler bu insanın özünde var olan merak unsurunu köreltmektedir. 

     Bunun gibi, baskı altında verilen kararlar, “argumentum ad baculum” grubuna girer.29  Yani kim daha büyük bir sopa taşıyorsa, o kazanır.  Bu da mantığa karşı gelmektedir.  Bir örnek vereyim. 

     Ankara’da bir Müslüman ilâhiyatçı arkadaşım bu kitabın ikinci basımını iyice okuduktan sonra, bazı düşüncelerini az çok değiştirdi.  Kitab-ı Mukaddes’in değiştirilmediğini savunmaya başladı.  İslâmî bir konferansda Eski Ahit ve İncîl’in değiştirilmediğini   söyledikten  sonra   bazı  fanatikler    onu öldürmekle tehdit ettiler.  İşte bu arkadaşımın fikirlerini zorla değiştirmeye çalışırlarken, “argumentum ad baculum” kullanıyorlardı. 

     Bir dinin gerçek olduğunu kanıtlamak için fiziksel güç kullanmak büyük bir yanlıştır.  Bir inancın  gerçek olduğunu  ispat etmek için tehdit ve güç kullanılamaz.  Ya da bir gerçeği fiziksel güçle yalan ve yanlış duruma düşürülemez.  Gerçekler sopalarla ve kabakuvvetle yenilemez.  Tanrı’nın gerçeğinin bizim sopalarımıza ve kabakuvvetimizle korunmaya ihtiyacı yoktur.  Bu yönteme başvurursak Tanrı’nın “el-Kadir” sıfatına inanmamış gibi davranırız.  Yani Tanrı Kendi sözünü haklı çıkarabilecek güçtedir.  Bu Tanrı’nın mutlak kuvvetidir.

G.
“argumentum ad populum”

       Halk kanıt.30  Kişiyi ilgilendiren şeye başvurarak akılyürütme ya da tartışma anlamına gelen yanlış türü.  Söz konusu yanlış bir tezi, onu akıl yoluyla haklı kılmak  yerine,  dinleyicinin duygularına başvurarak kabul ettirmeye çalışma yanlışı olarak karşımıza çıkar.  Bu yanlış  daha çok demagoga özgü
____________________
29.  Creighton, An Introduction to Logic, ss. 105 & 486.
30.  Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 1 Cilt, s. 94.


olan bir yöntemdir.31

     Kutsal Kitabın değiştirildiği birçoğu tarafından öne sürülür.  Ama bu tür iddialar sadece söz kalabalığıle doğrulanamaz.  İslâm dünyasında, herkesin bu tür şeyleri söylemesi, bunun doğruluğunu kanıtlamaz!  Bu temel bir mantık hatasıdır.  Mantığın dilinde bu tür hatalara “argumentum ad populum” denilir, yani “herkes bunu kabul ettiği için katılıyorum.”32 

     Bu mantıksızlığı görmek isterseniz, Hindistan’a gidin, orada ne göreceksiniz?  Milyonlarca Hindu, inek ve putlara tapıyorlar!  Herkes bunu yapıyor diye, bu doğru olur mu?  Olamaz.  Güney Amerika’ya gidin, orada ne göreceksiniz?  Katolikler Hz. Meryem’in heykelinin ayaklarını öpüyorlar!  Peki, milyonlarca insan böyle bir inanca katılıyor diye bu onların inancını doğru kılar mı?  Hayır, kılamaz çünkü bu tür şeyler din adına olsa bile putperestlikten başka bir şey değildir!

     “Çünkü başka ilaha secde kılmıyacaksın; çünkü ismi
     Kıskanç olan RAB kıskanç bir Allahtır;  (Çıkış 34:14)

H.
“argumentum ip se dixit”

       Temelsiz dogmadır.  Bir tartışmada, bir fikir ya da görüşü daha çok bir saygının ifadesi ve kesinliğin ya da doğruluğun güvencesi olarak hocalarına izafe etmek üzere kullanılan ve “o dedi” anlamına gelen Latince deyim.  Bir otoriteye körü körüne inanma ya da riyet etme tavırını göstermek için kullanılır.33

     Eğer bir kimse “Kitab-ı Mukaddes değiştirildi” derse, ama verilen deliller önemli konularla ilgisi olmayan şeyler ise, yani o kadar önemli değilse, temel bir mantıksal hata sayılır:  Buna “argumentum ip se dixit” denilir.34   Somut deliller sunmadan yapılan tahrif iddiaları, ancak “argumentum ip se dixit” sayılır, yani “temelsiz bir dogmadır.”  Yani kendi söylediği delili, veya kendinden menkul; kanıtsız konuşmadır.  Burada safsata, son önermenin aksini  ispatlayarak, bir  fikrin  yanlışlığını  ortaya koymaktadır.  Yani kişi o  konu  hakkında  bilgisiz  olduğu  için,
____________________
31.  Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 48.
32.  Copi, Introduction to Logic, s. 95.
33.  Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 281.
34.  Copi, Introduction to Logic, s. 105.

çıkardığı sonuç abartılmış ve yanlış olur.

     Bu “argumentum ip se dixit” mantığa dayanarak bazı İslâm alimleri, Kur’ân’ın önceki kitapların hükmünü ortadan kaldırıp onları geçersiz kıldığını ileri sürerler.35  Yani kendi söylediği delili, veya kendinden menkul; kanıtsız konuşmadır.  Aslında Kur’ân-ı Kerîm tam tersini öğretmektedir. 

     “Onda (Tevrât’ta)...yazdık...  Ve kim Allâh’ın
     indirdiğiyle hükmetmezse, işte zalimler onlardır.”
     (Mâide 5:45)

     “İncîl sahipleri, Allâh’ın onda indirdiği ile hükmetsinler.
     Kim Allâh’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar, yoldan
     çıkmışlardır.”  (Mâide 5:47)  

       Aklı başında her Müslüman ayeti açık anlamıyla okursa Tanrı’nın değiştirilmiş bir Kitab’ın sözleriyle bir insanı yargılamayacağı açıktır.  Tanrı ancak kendi değişmez sözleri aracılığıyla insanları inanmadıkları için yargılar.  Demek ki, İncîl değiştirilemez, çünkü Tanrı’nın ebedî sözüdür ve bu sözü bize yargılayacaktır. Kaldı ki, eğer bir kimse Kitab-ı Mukaddes’in değiştirildiğini ispat etmek isterse, tek geçerli yol, mevcut el yazma metinleriyle, bugünkü metinler arasındaki benzeyiş ve farklılıkları analiz etmesidir. Yan yana göstermelidir. Kanatsız kuş uçmaz.  “Bilmezlerin yoluna uymayın.”  (Yunus 10:89)

I.
“argumentum non sequitur”

       Akla dayalı bir bağlantı ortaya koyma iddiasında olmakla birlikte, böyle bir bağlantıdan uzak olan kavram ya da ifadeler; geçerli bir çıkarım görüntüsünden bile yoksun olup, sonuç öncüllerinden mantıksal kurallara göre çıkmayan çıkarım için kullanılan Latince terim.36

     Kur’ân-ı Kerîme göre Kitab-ı Mukaddes hiç kuşkusuz Tanrı’nın sözüdür.37  Aynı zamanda, Kur’ân’ı Kerim’e göre hiç kimse tarafından Tanrı’nın sözü değiştirilemez.38   Ama  bazı Müslümanlar
____________________
35.  Gilchrist, Evet, Kitabı Mukaddes Tanrı Sözü’dür!, s. 18.
36.  Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 385.
37.  Bkz. Al-i İmrân 3:3-4.
38.  Bkz. Ahzâb 33:62


ne  diyorlar?   “Tevrât,  Zebûr ve  İncîl Tanrı’nın sözü idi,  ama bozulmuştur, değiştirilmiştir.”  Ama bu ne biçim bir mantık?

     “Allâh’ın kanununu değiştirme(ğe imkân) bulamazsın.” 
     (Ahzâb 33:62)

       Eğer bir kimse, “Kitab-ı Mukaddes Tanrı’nın sözü idi ama değiştirilmiştir” derse, ama aynı zamanda, “Tanrı’nın sözü değiştirilemez” diye diyorsa, bu hataya “argumentum non sequitur” denilir.  Yani bunun gibi dolambaçlı sözler ilgisiz bir sonuç, mantığa  sığmayan  bir  sonuç  ortaya  çıkartıyor.  Bu temel bir mantıksal hatadır.39

     Müslüman bir yazar Saim Kılavuz Anahatlarıyla İslâm Akaidi Kelâm’a Giriş adlı kitabında şöyle yazar:

     “Kitaplara iman, Allâh Teâlâ tarafından, bazı peygamberlere
     bir takım kitaplar indirildiğini ve bu kitaplarda bulunan
     şeylerin hepsinin doğru ve hak olduğunu kabul etmek, inanmak
     demektir.”

     “Biz bozulmuş ve değiştirilmiş (tahrif ve tebdîl edilmiş)
     olan kitapların şu andaki şekillerine değil, Allah’tan gelen
     ve bozulmamış olan ilk şekillerine inanıyoruz.”40  

Ama hemen aşağıdaki cümlesinde şöyle yazıyor: 

     “İlâh’i ve mukaddes kitaplar da, Allâh kelâmı olmaları
     bakımından hiçbir fark yokur.”41

     Burada bir “non sequitor” hatası vardır.  Bu demektir ki Tevrât ve İncîl Tanrı’nın sözüdür.  Eğer Tanrı’nın sözü iseler neden Tanrı Kur’ânı koruyup Tevrât ve İncîl’i korumasın?  Onlar kendi sözü değil midir?  Yazar ilâhî kitaplar arasında hiçbir fark yoktur derken, Kur’ân’ı Kerim ve Kitab-ı Mukaddes’in aynı kaynaktan geldiğini belirtmektedir.  Eğer ilâhî kitaplar arasında herhangi bir fark yoksa, o zaman, bu mantığa göre, yüce Tanrı’nın Kur’ân-ı Kerîm’i koruduğu gibi Kitab-ı Mukaddes’i de aynı şekilde koruması lâzımdır.  Burada ciddi bir mantık hatası vardır.   Çünkü
____________________
39.  Copi, Introduction to Logic, ss. 106-107 & 123.
40.  Kılavuz, Anahatlarıyla İslâm Akaidi Kelâm’a Giriş,
     ss. 158-159.
41.  İbid, s. 159.


başka bir cümlede, Tanrı’nın Kitab-ı Mukaddes’inin bozulduğunu iddia ediyor. 

     Bu aynı mantıksızlık birçok yazarda görülmektedir.  Örneğin, İslâmcı  yazarlardan  biri, bir kitapta şöyle yazıyor:

     “...Geçmiş dinlerin ilâhî olmakla birlikte zaman içinde
     asıllarını kaybettiklerini, bozulduklarını biliyoruz.
     Bu son din olan İslâm insanlık için de son mesajdir.
     Dolayısıyla birinci derecede kaynağı olan Kitab’ın da
     muhafazası beşerin tedbir alışlarına bırakılamaz.  Allah
     kendi kitabını dinini bizzat kendisi korumaktadır...”42 

     Sayın Ali Bulaç’ın içine düştüğü büyük çelişkiye bakın:  Hem geçmiş “dinlerin” ve “kitapların” ilâhî, yani Tanrı tarafından gönderildiğini ancak asıllarını kaybedip bozulduklarını ileri sürer, hem de, “Tanrı’nın kendi kitabını ve dinini bizzat kendisinin koruduğunu ileri sürer!  Bunların ikisinin doğru olması mümkün değildir; yani, bir “argumentum non sequitur” sayılır.  Eğer bu kitaplar bozulduysa, Tanrı’nın kendi kitabını ve dinini bizzat koruduğuna nasıl inanabiliriz?43 

     Başka bir “non sequitor” da Kitab-ı Mukaddes’in tahrif edildiğini söyleyenlerin iddiaları onlarr Kur’ân’ın tek bir harfi bile değişmezken Kitab-ı Mukaddes’in değişmiş olduğunu iddia etmektirler.  Yani, bu noktada, tahrifi iddia eden Müslümanlar bir çifte standart yaptıklarının farkındalar mı?  Müslümanlar nasıl Kur’ân’a inanıyorlarsa, Kitab-ı Mukaddes’e de öyle inanmakla yükümlüdürler.  O zaman Kitab-ı Mukaddes değişmiş veya tahrif edilmiş olamaz.

     “Yoksa siz Kitâbın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr
     mı ediyorsunuz?”  (Bakara 2:85)

       Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.  Ama dikkat!  Eğer bir kişi Hz. İsâ’nın bir “peygamber” olduğuna tanıklık eder, aynı zamanda O’nun kendi hakkındaki sözlerini kabul etmezse, bu ne kadar mantıklı ve inandırıcı bir davranış olur?  Ne yazık ki, çoğu Müslümanlar bunun gibi mantık hatalarına devamlı düşmektedirler.
____________________
42. Bulaç, Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, s. 177.
43. Karataş, Gerçekleri Saptıranlar, ss. 67-68.


J.
Doğru Akılyürütme

      Halk arasında; “Her şeyi bilen Tanrı’nın emri olmadan daldan yaprak kopmaz.” denilir.  O halde her şeyi bilen Tanrı’nın emri olmadan Kitab-ı Mukaddes tahrif olamaz.  Bunu daha iyi anlayabilmek için temel ve basit bir mantık tasarım yapalım:

     A.   Eğer Tanrı, kutsal sözünü insanların değiştirmelerini
          istemiyorsa, (ki istemiyor; Bkz. Yeremya 36:23-28)

     B.   ve eğer Tanrı kutsal sözünü koruyabilecek güçteyse,
          (ki güçtedir; Bkz. Yeremya 32:17)

     C.   o zaman, Tanrı kendi sözünün insanlar tarafından
          değiştirilmesine müsaade etmez. (kitap değiştirilemez;
          Bkz. Matta 5:18)

A.
Tanrı, kutsal sözünü
insanların değiştirmelerini istemiyor:

     “Size emretmekte olduğum söze bir şey katmıyacaksınız
     ve ondan eksiltmiyeceksiniz, ta ki, Allahınız RABBİN,
     size emretmekte olduğum emirlerini tutasınız.”
     (Tesniye 4:2)

     “Sana emretmekte olduğum her şeyi yapmak için tutacaksın,
     üzerine bir şey katmıyacaksın, ve ondan eksiltmiyeceksin.”
     (Tesniye 12:32)

     “Ve vaki oldu ki, Yahudi üç dört yaprak okudukça kıral
     kalemtıraşla onu kesti ve mangaldaki ateşe attı, o vakte
     kadar ki, bütün tomar mangaldaki ateşte bitti.  Ve bütün bu
     sözleri dinliyen kral ile bütün kulları yılmadılar, ve
     esvaplarını yırtmadılar.  Ve Elnatan, ve Dalaya, ve Gemarya,
     tomarı yakmasın diye kırala yalvardılar ise de, onları
     dinlemedi.  Ve kâtip Baruku ve peygamber Yeremyayı tutsunlar
     diye, kıralın oğlu Yerahmeele, ve Azrielin oğlu Serayaya, ve
     Abdeelin oğlu Þelemyaya, kral emretti; fakat RAB onları
     gizledi.  Ve Yeremyanın ağzından Barukun yazmış olduğu
     sözlerle tomarı kıral yaktıktan sonra, Yeremyaya RABBİN şu
     sözü geldi:  Yine kendine başka bir tomar al, ve Yahuda
     kıralı Yehoyakimin yakmış olduğu birinci tomarda olan evelki
     bütün sözleri ona yaz.”  (Yeremya 36:23-28)

     Burada  görüyoruz ki Rab’bin Yeremya’ya  verdiği sözlerin yazıldığı tomarı kral yakmaktadır.  Ancak Tanrı kendi sözlerinin kaybolmasını istemediği için Yeremya’nın ağızıle Baruka tekrar yazdırıyor.  Bu da bize şunu anlatıyor: kendi sözlerini yeryüzünden kimse yok edemez, çünkü, Rab kendi sözünü korur.  Yani Tanrı kendi kutsal sözlerinin bir insan tarafından yok edilmesine, değiştirilmesine veya tahrif edilmesine asla izin vermez.  Kitab-ı Mukaddes bu konuda çok ciddi uyarılarla doludur.

     “Bu peygamberlik sözlerini mühürleme...  Bu kitaptaki
     peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum!  Eğer bir
     kimse bu sözlere bir şey katarsa, Tanrı da bu kitapta yazılı
     belaları ona katacaktır.  Eğer bir kimse bu peygamberlik
     kitabının sözlerinden bir şey çıkarırsa, Tanrı da bu kitapta
     yazılı yaşam ağacından ve kutsal kentten ona düşen payı
     çıkaracaktır.”  (Esinleme 22:10 & 18-19)

B.
Ayrıca, Tanrı kutsal sözünü
koruyabilecek güçtedir:

     “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz
     kılmak için geldiğimi sanmayın.  Ben geçersiz kılmaya değil,
     tamamlamaya geldim.  Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer
     ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan
     ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek.” 
     (Matta 5:17-18)

     “Senden önce hiçbir resûl ve nebi göndermemiştik ki o, (bir
     şey) arzû ettiği zaman, şeytan onun arzûsu içerisine mutlaka
     (onun dünyâ ile meşgûl edecek bir düşünce) atmış olmasın.
     Fakat Allâh, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi
     âyetlerini sağlamlaştırır.  Allah bilendir, hikmet
     sâhibidir.” (Hac 22:52)

     “Allah’a diyin:  İşlerin ne korkunçtur!  Kudretinin
     büyüklüğünden dolayı, düşmanların sana boyun iğecekler.
     Gelin de, Allah’ın işlerini görün.  Adem oğullarına karşı
     işinde korkunçtur.  (Mezmur 66:3 & 5)

     “Kulları içinden ancak bilginler Allâh’tan (gereğince)
     korkar.  (Çünkü O’nun yaptıklarındaki incelikleri öğrendikçe
     onların Allâh’a karşı saygıları artar).  Þüphesiz Allâh
     daima üstündür...  (Fâtır 35:28)

    C.
Dolayısıyla, Tanrı kendi sözünün
insanlar tarafından değiştirilmesine müsaade etmez.

     “Rabbin kitabında araştırın, ve okuyun; bunlardan
     hiç bir şey noksan kalmıyacak...”  (İşaya 34:16)  

     Müslümanların “tahrif” iddiaları tamamen mantıksızdır.  Konu ne olursa olsun, Tanrı’nın verdiğini kul geri alamaz.  Doğal ve doğru olan Tanrı’nın kendi kutsal sözünü korumasıdır.  O zaman, varılması gereken tek mantıklı sonuç kısaca şudur: Tanrı’nın Kutsal Kitabı değiştirilmedi, değiştirilemez, ve asla değiştirilemeyecektir.

       Kur’ân, Yahudiler ve Hıristiyanların elinde bulunan Tevrât ve İncîl’i Tanrı’nın Mûsâ’ya ve İsâ’ya indirmiş olduğu, insanlara doğru yolu gösteren, onları aydınlatan, onlara bilmediklerini öğreten özgün, ilâhî birer kitap olduklarını söylemektedir. (Bkz. Bölümler 12, 18 ve 25)  Kur’ân’ın Tevrât, Zebûr ve İncîl’i doğru kitaplar olarak kabul edip onlara uyulması gerektiği söyledikten sonra Kitab-ı Mukaddes’in tahrif edilmiş olduğunu bildirmesi aklın kabul edeceği birşey değildir.  Böyle bir çelişkiyi Kur’ân içermemektedir.

       Kur’ân’da mevcut Tevrât’ın tahrifi bildirilmez ve mevcut Tevrât özgün kitap olarak kabul edilir.  Eğer Kur’ân Kitab-ı Mukaddes’i doğrulayıcı bir Kitap olarak verilmişse, o zaman Kur’ân’ın doğruladığı bir kitabın tahrif edilmiş olması mantıksız değil midir?  Çünkü Kur’ân Kutsal Kitabı doğruladığını söylüyor.  Hele hele Kur’ân’da Tevrât ve İncîl’in tahrifini bildiren ayetlerin olması mantık bakımından kesinlikle olanaksızdır.  Bu çelişkiden öte, abes ve akla aykırı bir iddiadır.  Kur’ân böyle bir iddiada bulunursa, tahrif edilmiş bir Tevrât’ı doğru olarak kabul eden ve öyle tanıtan Kur’ân’ın asıl kendi güvenilirliğine şüphe düşürülmüş olmaz mı?  Herkesin attığı okun nereye varacağını bilmesi gerekir.  Atılan ok geri dönmez.

       Þimdi ise, kendi mantığımızdan daha önemli olan Tanrı’nın Kutsal Kitab’ın tanıklığını dinleyelim.

     “RAB Allah ne söyliyecek dinliyeyim.” (Mezmur 85:8)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...