12 Ekim 2013

BİRİNCİ İMAM HZ. ALİ'NİN HAYATI 2 NCİ BÖLÜM


BİRİNCİ İMAM HZ. ALİ’NİN HAYATI

Dünyaya Gelişi, Lakabı ve Künyeleri

Hz.Ali Oniki İmâmın ilkidir, aynı zamanda Hz.Muhammed in dâmâdı ve amcasının oğludur.

Hz.Ali Hicret ten 23 yıl önce (Milâdi 598) Recep ayının 13. gününde Mekke de, Kâ be-i Muazzama nın içinde dünyaya gelmişlerdir ve Kâ be nin içinde doğan tek kişidir. Baba ve anne tarafından Hâşimi soyundan gelmiştir.
Hz.Peygamber, Hz.Ali nin doğumunu duyunca amcası Hz.Ebû Tâlib in evine geldi. Hz.Ali yi kucağına aldı, dilini ağzına verip emzirdi. Adını sordu, Fâtıma; Esed koymak istiyorum deyince Hz.Muhammed; Hayır buyurdu. Onun adı Ali dir dedi ve adını Ali koydular.
Künyeleri ise Ebü l Hasan ve Ebû Türâb dır. Hz.Muhammed kendilerine, toprağın babası anlamına gelen Ebû Türâb künyesini vermişlerdi. Bu yüzden, bu künyeyi çok severlerdi.

İlk İman Eden Hz.Ali
Hz.Muhammed'e ilk vahiy geldikten sonra; erkeklerden İslâmlığını ilk izhâr eden Hz.Ali dir ve ondan sonra kadınlardan da ilk olarak eşi Hz.Hatice tül Kübrâ, İslâmiyet i kabul etmişlerdir.

Hz.Ali, bütün ömrü boyunca Hz.Muhammed in en yakınlarından ve yardımcılarından biri olmuş, bütün savaşlarda Hz.Peygamber in yanında savaşmış, bu savaşlarda çok büyük yararlıklar ve kahramanlıklar göstermiş, canını Hz.Peygamber in uğruna vermekten hiçbir zaman kaçınmamıştır.

Hicret Gecesi
Hz.Muhammed hicret edeceği o gece, Hz.Ali yi çağırdı ve Bu gece Rabbimin emriyle Mekke den göç edeceğim ve Sevr mağarasında gizleneceğim; sende benim yatağıma yatacaksın, ne dersin? buyurmuşlardı. Hz.Ali bu haberi canına minnet bilmiş, şükür secdesine kapanarak kabul etmiştir.

Bu olay münâsebetiyle, Kur ân-ı Kerîm in Bakara Sûresi nin:
İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah rızâsına nâil olmak için canını satar ve Allah, kullarını pek esirgeyendir. meâlindeki 207. âyet-i kerîmesi nâzil olmuştur.

Hz.Muhammed ile Kardeş Olmaları
Hz.Peygamber, Medine-i Münevvere ye Hicret lerinden sonra; Ansar (Yardım edenler) denilen Medineli Müslümanlarla, Muhacirun (Göçmenler) diye anılan ve Mekke den göç eden Müslümanları, birbirleriyle daha da kaynaştırmak için kardeş ettiler. Kardeşlik töreni bitince, tek kalan yalnız Hz.Peygamber ile Hz.Ali idiler.


Hz.Ali:
Yâ Resûlullah! Ashâbını birbirine kardeş ettin; beni ise yalnız bıraktın dedi.
Hz.Resûl:

Yâ Ali! Sen; Mûsâ ya Hârun ne menziledeyse, bana o menziledesin. Ancak benden sonra Peygamber yok, sen dünyada da benim kardeşimsin, âhirette de buyurmuşlardır.

Bedir Savaşında Hz.Ali
Medine ye Hicret in 2. yılında, Ramazan ayında vuku bulan ve Ebû Cehil ile diğer müşriklerin önde gelenlerinin ölümleriyle sonuçlanan Bedir savaşında, Hz.Ali 25 yaşlarında idi ve İslâmiyet i koruyanların başındaydı.

Bu savaşta vadideki su kuyuları, daha önce gelen müşrikler tarafından zapt edilmişti. Ashâb da geceleyin susuzluk baş gösterince Hz.Peygamber; Bize kim su getirir buyurdular.
Hz.Ali, eline bir kırba alıp hayli uzakta olan su dolu kuyuya vardılar; suyla doldurup sahâbeye ulaştırdılar. Böylece Hz.Ali, Bedir savaşında Kevser sâkiliğinin bir örneğini göstermiş oldu.

Hz. Fatıma ile Evlenmesi
Hicret in 2. yılının son ayı olan Zilhicce de Hz.Muhammed, sevgili tek kızı Hz.Fâtıma tüz Zehrâ yı, Hz.Ali ye vererek onu kendisine dâmâd etmiştir.

Hz.Ali nin, Hz.Fâtıma ile olan evliliklerinden; Hz.İmâm Hasan, Hz.İmâm Hüseyin ve doğmadan düşen, adı Hz.Peygamber tarafından konulan Muhsin ile Zeyneb ve Ümmü Gülsüm dünyaya gelmişlerdir.
Hz.Peygamber in nesl-i pâk olan soyları Ehl-i Beyt i , Hz.İmâm Hasan ve Hz.İmâm Hüseyin den devam etmiştir.

Uhud Savaşında Hz.Ali
Uhud savaşında, müşriklerden sancağı her kim eline aldı ise o kişiler, Hz.Ali tarafından birer birer katledildiler.

Tarih kitaplarında ve Kur ân âyetlerinde tafsilâtıyla bildirildiği gibi Uhud savaşında müşrikler bozguna uğrayınca; Hz.Peygamber in bu savaşta, Abdullah bin Zübeyr in kumandası altına verilen ve bir gediği korumaya memur edilip;
Her hâlde, yerlerinden ayrılmamaları emredilen okçuların bozgunu görünce, gânimet hırsına düşmeleri ve yerlerinden ayrılmaları yüzünden, çetin bir bozguna uğrayan İslâm ordusu, Halid bin Velid in bu gedikten hücumuyla bozulup dağıldı.
Abdullah şehit düştü. Hz.Peygamber in yanlarında, Hz.Ali ile bir kaç kişi kaldı. Ancak Hz.Ali, Hz.Muhammed e saldıranlarla savaşmadaydı; o gün on altı yara almışlardı. Sonra, ashâbın tekrar Hz.Peygamber in yanında toplanmaları, Hz.Ali nin sebâtı sayesinde olmuştur.
Bu savaşta Hz.Ali müşriklerle savaşırken ve Hz.Peygamber i korurken elindeki kılıcı kırılmış, bunun üzerine Hz.Muhammed kendi kılıcı olan elindeki meşhur Zülfekâr adlı kılıcı vermişlerdir. O gün Hz.Muhammed, Hz.Ali için şu meşhur hadîsi buyurmuşlardır:

Lâ fetâ illâ Ali, Lâ seyfe illâ Zülfikâr

Anlamı: Ali den kahraman yiğit yoktur, Zülfikâr dan üstün kılıç yoktur.

Mekke nin Fethinde Hz.Ali
Hicret in 8. yılı, Ramazan ayında Mekke-i Mükerreme fethedildi. Hz.Muhammed, Ka be-i Muazzama nın çevresindeki putları kırdılar; içerisine girip oradaki putları da yerlerinden sökerek dışarıya attılar.
Yüksekteki putların kırılması için Hz.Muhammed, Hz.Ali ye Yâ Ali! Omuzlarıma bas çık, şunları indir, kır diye buyurdular. Hz.Ali, Hz.Muhammed in omuzlarına basıp putları indirdi. O vakitteki hallerini anlatırken;
Bana öyle geldi ki, dileseydim göğe ulaşabilirdim buyurmuşlardır. 
Hz.Ali'nin Kısa Biyografisi
Hz. Ali, milâdi takvime göre 21 mart 598'de doğmuştur. 24. 01. 661 tarihinde ise, İbn Mülcem adlı hain tarafından zehirli bir kılıçla şehit edilmiştir.
Hz. Ali, İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in amcasının oğludur. Hz. peygamberin yanında, onun eğitimi ile büyümüştür. ilk İslamiyet’i kabul eden kişidir. Ayrıca Hz. Peygamberin damadıdır da, dolayısıyla Peygamber soyunun sürdürücüsüdür.
Hz. Ali, Müslümanlığı ilk kabul eden kişi olarak son nefesine kadar da İslamiyet için çalışmıştır. Savaş meydanın da hiç yenilmemiştir. Bilgelikte, yiğitlikte, cesurlukta, fedakarlıkta üstüne insan yoktur. Hz. Ali, sadece yaşadığı süre içerisin de değil, onu takip eden yüzyıllarda da zalimin korkusu, mazlumun dostu olmayı sürdürmüştür. Hz. Ali'ye kinli haydutlar ve İslam düşmanı putperestler, Hz. Ali'ye yapamadıklarını evlatlarına yapmaya çalıştılar. O zamanın Ebu süfyan'ları, sonra Muaviye, Mervan, Yezit olarak Hz. Ali'nin soyunu kurutmak istediler. Nitekim Hz. Ali'de dahil her On İki İmam da şehit edilmiştir. Hiç birisi vadesiyle hakka yürümemiştir. Hz. Ali'ye ve soyuna yapılan haksızlıklar, katliamlar dolayısıyla Hz. Peygambere yapılıyordu. Cahilliye döneminde Arap toplumunun başına bela olan putperest köleci bezirganlar, görünürde Müslüman olup öz olarak bezirganlığı sürdüren bu kişiler, Hz. Peygamber döneminde yapamadıklarının adeta acısını çıkartıyordu. Ebubekir'le başlayan süreç Yezit'e kadar uzanıyor, oradan da Yavuz Selim'e kadar gidiyordu. Bu süreçten günümüze kadar sayısız acılar yaşandı. insanlık tarihinde görülmedik vahşi katliamlar yapıldı. Bu sürece dair anlatılacak çok şey var ve bunlar dün olmuş gibi güncelliğini koruyor. Çünkü günümüzde de bu misyon en inceltilmiş haliyle sürüyor. Bu misyon kirli, ikiyüzlü bir misyondur. Hz. Muhammed'in torunlarını katletmek ve ondan sonra da ona salavat etmek ikiyüzlülük değil de nedir? Maalesef İslam tarihinde bunlar yaşandı ve günümüze dek etki bırakacak kadar güçlü yaşandı. Hz. Ali'yi tanımaya devam ediyoruz. İslamiyet, başta Hz. Ali'nin soylu mücadelesi olmak üzere gelişmeye devam ediyordu. Bu gelişme beraberinde bir çok sorunu da getiriyordu. Bu sorunların başında da eski putperest bezirganların Müslümanlığı kabul etmesiydi. Bunlar İslamiyet'i özümsedikleri için Müslüman olmuyordular. Bunların tek gayesi gelişen İslamiyet’in kazandığı değerlerin üzerine konmaktı.
           
Nitekim daha Hz. Peygamber hakka yürümeden, bu bezirganlar fitne fesada başlamışlardı. Hz. Peygamberin hakka yürümesinden sonra ise saldırılarını alenileştirip sıklaştırmaya başladılar. Bu saldırıların hedefi Hz. Ali'ydi, dolayısıyla Hz. Peygamberdi.
İslamiyet gelişen ve güçlenen bir din olarak kendi kurumlarını da yaratıyordu. Bu kurumların en önemlisi de halifeliktir. Halife olan kişi İslam toplumunu dini ve siyasi olarak yönetmekle görevli olan kişidir. Bu anlamda halifelik önemlidir. Hz. Peygamberin kendisinden sonra halifenin kim olması gerektiği konusunda hadisleri vardır. Hz. Peygamber bir çok sohbetinde kendisinden sonra Hz. Ali'yi halife olarak tanıtmıştır. Ve o zaman herkes bu halifeliği onaylamıştır. Ne var ki Hz. Peygamberin vefatından kısa bir süre sonra, -ki bu süre daha Hz. Peygamber defin edilmeden öncedir- eski putperest bezirganlar kendi halifelerini seçmişlerdi. Hz. Ali, Hz. Peygamberin defin işleriyle uğraşırken onlar kendi halifelerini seçiyorlardı. Hz. Ali, sadece bir yönüyle değil, bütün özellikleriyle halifeliği hak eden kişidir. Bu özellikleri; ilk Müslüman olan kişidir, bütün ömrü İslamiyet için çalışmakla geçmiştir, bilgelikte, cesurlukta, fedakârlıkta üstüne yoktur. Ayrıca Hz. Peygamberin soyunu sürdürendir. Ali (a.s) ilim ve bilgi açısından Peygamberin ashabı arasında en üstünüdür. İlmi açıklamalarıyla özgür kanıtlama ve burhan tarzını ortaya koyduğu gibi, ilahi öğretilerde ve felsefi bahislerde de bulundu. Kur'an'ın lafzını korumak için Arapça dilbilgisi kurallarını icat ettiği gibi Kur'an'ın batınında da konuştu. Hitabet etmekte en becerikli, Araplar içinde (birinci bölümde geçti) secaatte dillere destan idi. Allah’ın Aslanı, Evliyalar Şahı gibi birçok isimle anılmıştır. Yaşamı ve savaşları birçok edebi esere konu olmuştur. Güçlü bir hitabet yeteneğine de sahip olan Hz. Ali’nin siyasal, dinsel konuşma, mektup ve özdeyişleri Nehcü’l-Belaga adlı kitapta toplanmıştır.
Hz. Ali, Muhammed’e en yakın kişiydi, O’nun sırdaşıydı ve O’nun tarafından kendisinden sonra yerine geçeceği işaret edilen kişiydi. Derin bilgisi nedeniyle Ali “Konuşan Kuran” diye de adlandırılmaktadır. İslam dünyasındaki tarikatların çoğunluğu Hz. Ali’ye dayanmaktadır. Bu tarikatların silsileleri Hz. Ali ile başlatılır. Halifelik sorunu ile tohumları atılan ve Kerbela Olayı sonrasında gittikçe yayılan Sünni Şii ayrımı (Şia) Ali yanlısı olarak onun adına dayandırıldı. Daha sonra Anadolu Aleviliğinin de temel şahsiyeti oldu.
Peygamberin zamanında ve ondan sonra yaptığı savaşlarda hiçbir zaman paniğe kapılmadı. Defalarca çeşitli olaylar örneğin Uhud, Huneyn, Hayber ve Hendek gibi savaşlarda Peygamberin ashabı ve ordusu panige kapılıp titrediler, bazıları da firar ettiler. Fakat Ali (a.s) bunların hiç birinde düşmana sırt çevirmedi. Savaşta ün kazanan yiğitlerle savaştığında hiçbiri kurtulamadı. Bu güce sahip olduğu halde güçsüzlerle savaşmadı. Firar edeni takip etmedi, gece saldırı yapmazdı ve suyu düşmana kesmezdi.
Bütün bunlara ek olarak Hz. Peygamberin hadisleri var. Örneklersek: "Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır. Ali'yi sevmeyen beni de sevmiyordur. Bir kimse Ali'ye saygısızlık etti mi ban saygısızlık etmiştir." Bunlara benzer onlarca örnek. Bütün bunlar dünya insanlığının kabul ettiği genel gerçeklerdir.  Bu gerçekleri günümüzün Sünni din bilginleri de kabul etmektedir. Ne yazık çıkarları el vermediği için iki yüzlülük yapmaktalar.
Bütün bunların herkesin kabul ettiği genel doğrular olduğunu söylemeliyiz.İslamın şekilci ve ritüellerle dolu yanını bırakıp kabuktan içeri girdiğimizde islamın özünü teşkil eden islam tasavvufu ve insanı ele alış biçimi içinde islamı anlamak ve gerçek islamı kavramak mümkündür. 
 Tabi bu tarihsel olayların çoğu ve günümüze yansıyan siyasal islamın anlayışı ve islamın kendi içindeki değişik mezheplerin siyasal tartışmaları  bizim ele almaya çalıştığımız konunun dışındadır.Biz insan varlığının özünü ve ruhsal yanının sonsuz potansiyellerini anlama gayreti ile bu yazıları ifşa etmiş bulunuyoruz. Biz bu yazılar dahilinde  uçsuz bucaksız bu evren içindeki sayısız dünyalar içinde tezahür eden olayların şekli ile yada kültürün kendi içinde gelişen sorunsalları ile ilgilenmiyoruz. Sonsuz evrenler içinde tezahür eden bilinçli varoluşun kendisi ile ilgileniyoruz. Gayemiz farklı mezhepler, farklı kültürel mevzuatlar ve ideolojiler üstünden (yani her türlü mezhep farklılıklarını aşarak)  insan gerçeğine bakmaya çalışmaktır.
Hz. Ali gücü olmasına, hakkı olmasına rağmen halifelik için kavgaya girişmedi. İslamiyet’in zarar görmemesi için Ebubekir'in halifeliğine ses çıkarmadı. Taraftarlarına dünya malının geçici olduğunu telkin edip onları kavgadan uzaklaştırdı. Ne var ki bu eski putperest bezirganlar sadece dünya malı ile yetinmediler. Bu putperest bezirganlar insanlığa umut olan İslam dinini de kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya başladılar. Cahilliye dönemindeki eski gelenekleri tekrar yaşamaya/yaşatmaya başladılar. Ama bu sefer aralarında bir fark vardı. Bu fark da, cahilliye dönemindeki gerici geleneklerin İslam adı altında yaşatılmaya başlanmasıydı. Halbuki Hz. Peygamber sadece putları yıkmamış, aynı zamanda bu gerici gelenekleri de yıkmıştı. Hz. Ali burada önemli bir rol oynuyordu. Bu rol de bütün bu gerilikleri teşhir etmekti. Hz. Ali görevini layıkıyla yerine getirip, daha çocukken putlara attığı taşları söze dönüştürüp bu putperest bezirganlara fırlatıyordu. Eskinin büyük putperest bezirganları, önlerine çıkan bu engeli aşmak için olmadık hilelere baş vuruyorlardı. Hz. Ali bütün sorunları teker teker aşıyordu.
Hz. Ali sabırlıydı, bu sabrı kimse gösterememiştir. Hz. Ali mücadelesini daha bir azimle sürdürdükçe bu putperest bezirganlar çıldırıyorlardı.
Ebubekir'in ölümünden sonra putperest bezirganlar yerine Ömer'i halife olarak seçtiler. Tekrar tekrar belirtmekte yarar var, Hz. Ali'yi savaş meydanında yenen olmamıştır. Hz. Ali hiç bir savaştan kaçmamıştır, bu anlamda gücü, yiğitliği tartışılmazdır. Ama bütün bu yiğitliğe rağmen Hz. Ali, halifelik kavgasına girmemiştir. Bütün haksızlıklara, kışkırtmalara, tahriklere rağmen. Hz. Ali bunu yaparken bir tek gayesi vardı. O da; İslamiyet zarar görmesin. Nitekim Ömer'in ölümünden sonra bu sefer Osman'ı halife ettiler bu bezirganlar. Hz. Ali sabırlıydı, sabrı en büyük silahtı. Bu putperest bezirganlar sadece Hz. Ali'yle savaşmıyorlardı, aynı zamanda kendi içlerinde de büyük anlaşmazlıklar, çelişkiler vardı. Bu çelişkiler sonucunda Osman öldürüldü. Osman’ın ölümünden sonra, nihayet Hz. Ali halife oldu. Baştan beri olması gereken şimdi oluyordu. Bu putperest bezirganlar tayfası bu halifeliği mecburen de olsa kabullenmek zorunda kalıyordu.
Bu döneme dair ciltler dolusu değerlendirilme yapıla bilinir. Çünkü bu dönem İslam tarihinin en belirleyici dönemidir.
Hz. Ali halife olmuştu olmasına ama bu putperest bezirganlar boş durmuyordu. Hz. Ali bu putperest bezirgan tayfasının yaptığı tahribatları onarmakla meşgulken, onlar Hz. Ali'yi ortadan kaldırmanın planlarını yapmaktaydılar. Bu planların sonucu, Hz. Ali 24. 01. 661 tarihinde ibn mülcem adındaki katil tarafından zehirli bir kılıçla şehit edilmiştir.
Çetin BAL: ''Hz. Ali'nin şahadeti İslam tarihinde kanlı bir dönemin başlangıcı olmuştur. O tarihten bu yana, başta Hz. Ali'nin soyu olmak üzere, Hz. Ali'yi sevenler onun yolunda yürümek isteyenler insanlık tarihinde rastlanmamış katliamlara, baskılara maruz kaldılar. Bu katliamlar ve baskılar günümüze kadar da geliyor. Bir açıdan tarihsel bir analiz içinde burada batırılan şey İslamın öngürdüğü, insanlara sunduğu şekilcilikten uzak evrensel insan gerçeğinin bilgisidir. Hz. Ali burada evrensel bir düşünceyi yani insanın sır dolu bilgisini temsil etmektedir. Ve aradan 1400 yıl geçmesine rağmen, hâlâ Hz. Ali anlaşılabilmiş değildir. Yani  kabuktan öze inip İslam'ın  ışıklı felsefesini anlamaya çalışanlar pek azdır.
Hz. Ali'nin kişiliğini, mücadelesini, olguları ve olayları ele alış tarzını, insan ve doğa ilişkilerini anlatmak yüzlerce cildi kapsayacak bir çalışmadır. Biliyoruz ki Hz. Ali İslamiyet’in, Hz. Peygamberden sonra en büyük temsilcisidir. Bu anlamda tarih boyunca insanlar en zor dönemlerinde Hz. Ali'yi çağırmışlardır. Ama Hz.Ali anlaşılmayı beklemektedir. Bu anlayış insanlık camiasına yeni bir dünyanın kapılarını aralayabilir.''
Lakin şu bir gerçek'ki bugünkü islam anlayışı Hz. Muhammetin getirdiği islam anlayışına çok tezat bir islam anlayışıdır. Bugün yaşanılan İSLAM  Emevi-İslam geleneği'nin bir devamıdır.
Din ve inançlar çıkışlarında devrimci niteliklidir! 


Din ve dinsel inançlar ilk ortaya çıktıklarında, içinden çıktığı toplumun dinine, inançlarına ve sosyo/politik düzenine karşı tümüyle aykırı ve devrimci niteliktedir. Öznel ve nesnel koşulların oluşturulup tam olgunlaştığında, yıktığı  inanç ve düzenin yerine kendininkini koyar.  Ancak iktidar olduğunda, eski düzenin tüm kurumlarını ortadan kaldıramadığından tutunmak için  kısa bir süre sonra çeşitli sosyal katmanlar ve sınıfların çıkar gruplarıyla uzlaşmaya girişir. Bu girişimlerin başlamasıyla eski aykırı ve devrimci gerçekliğini yitirip ortodokslaşma sürecine girmiştir.

İlk halifeler döneminde İslam dini, özellikle üçüncü Halife Osman (644-656)zamanında, Peygamberin yıktığı düzenden kalan, yani ortadan kaldırılamamış olan çıkar gruplarının aracı olmaya başladı. 661 yılında Emevi hanedan devletinin kurulmasıyla birlikte egemen yönetimin çıkarlarına uygun biçimde bir ortodoks  İslam yaratılarak katı değişmez dogmalar geliştirilip tam anlamıyla baskı aracı durumuna yükseltildi. Hiç kuşkusuz, çeşitli biçimlerde uygulamaya sokulan her düşünce ve inancın, kendi karşıt gerçekliğini, aykırı gerçeğini yaratmış olması kaçınılmazdır. Bu diyalektik bir oluşumdur. Bu bağlamda İslam heterodoksizmi, yani egemen ortodoksizme karşıt olarak, din kurucusu Peygamberin yakınları Ali ve Ehlibeyt’in yüceltilmesiyle ortaya çıkıp, çeşitli dinsel ve felsefi inançlardan alınan ögelerle zenginleştirilip, kendi aykırı  batıni gerçek(lik)lerini yarattı. Yönetimler de çıkarlarına uygun biçimde dogmalaştırdıkları İslam adına, aykırı inançsal gerçeklere bağlı olanları dinsizlik kafirlikle suçlayıp kırımlardan geçirdiler. 

Hristiyanlık da Roma paganizmine, yönetimlerin zulüm ve baskılarına  karşı aykırı inanç ve toplumsal gerçeklikleriyle ortaya çıkmış; ama Roma imparatorluğunun bilim, felsefe ve siyasal erkinin yüksekliği ve güçlülüğü, onun devletin egemen dini olmasını yaklaşık 400 yıl geciktirmiştir.  


Hz.Muhammetin getirdiği islam'la İslam'ın bilinegelen egemen ''Emevi- İslamı'' anlayışının gelişimi farklıdır.



Muhammed’in Peygamberliğini duyurusundan altı yıl sonra, ilk  kez Mekke’de tarihsel olarak 616’da kurulup tamamlanmış Kırklar Meclisi  düzenine Medine’de eklenmiş olan  “Kardeşlik Sözleşmesi” ile İslam,  değişimi öylesine hızlandırmıştı ki,  ortak kazanıp ortaklaşa yemeyi ve herşeyi paylaşmayı ve hatta kardeşleşenler arası veraseti  bile getiriyordu. Alevilik toplu tapınması Cem’in en önemli kurumlarından olan Musahipliğin temeli burada atılmıştı. Demek ki Mekke ve  Muhammed dönemi Medine İslamlığını farklı kategoriye sokmak ve iyi incelemek gerekiyor.  Hz. Ali'nin tarafını tutanlar (aleviler) İslam dini olarak bu ilk oluşum dönemini algılıyorlar, Hanefi İslam anlayışını değil. 



Muhammed’in dünyadan göçmesini izleyen daha ilk on yıl içinde, Kırklar Meclisli ve yol ve inanç kardeşliği kuruluşlu Muhammed dönemi İslamlığın getirdiği düzenin toplumsal eşitlik kurallarından eser kalmadı. İslam dini, bezirganların, büyük toprak sahipleri ve fetihçi asker oligarşisinin eline geçmiş ve kuralları onlar koymaya başlamıştı. Peygamberin damadı ve amcası oğlu  Ali, çevresindeki bir avuç şiasıyla/yandaşıyla barışçıl siyaset yöntemi uygulayarak Peygamberin kurduğu düzeni geri getirmek için harcadığı büyük çaba fazla işe yaramadı. Öyle ki, Muaviye yandaşları ve Emevi/Abbasi tarihyazıcıları, onun İslami anlayışı ve uygulamalarına “Din i-Ali” yani “Ali dini” diyorlardı. [1] Ancak Peygamberin vefatından tam yirmi dört yıl sonra Abdullah ibn Saba, Salman-i Faris ve Abuzer Gaffari’nin düşünsel katkı ve propagandaları,  Malik Ejder’in de askersel  yardımıyla Ali adına halkı ayaklandırarak Küfe, Basra ve özellikle Mısır’dan getirdiği isyancı halk güçleriyle Halife Osman’ı alaşağı etti.  Böylece 632 yılında hakkı gasbedilmiş İmam Ali, bu halk ihtilali sonucunda, Tanrının mazharı olduğu ve tanrısal gücü özünde taşıdığı inanç ve söylemler çerçevesinde Halifeliğe getirildi (656).


Hz. Muhammet'in vefatından itibaren egemen güçler tarafından değiştirilmeye çalışılan Hz. Muhammet'in evrensel islam anlayışı Ali’nin ve onun soyundan gelenler tarafından bu öz anlayış, bu evrensel mesaj korunmaya çalışılmıştır. Hz. Ali ve Ehli beyt yolundan gidenler tarafından Muhammed dönemi Mekke ve Medine İslamlığındaki Tanrısal Demokrasi’ye hep özlem duyulmuş, simgeleşmiştir. O düzen geliştirilerek uygulanması istenmiştir. Eşitlikçi, adaletçi ve kardeşçe paylaşımcı kurumlarıyla, hiçbir ayırım yapmaksızın insanları bir gören inanç ve ahlak anlayışıyla Alevilik, işte bu dönem Mekke ve Medine İslamlığının devamı görülmekte ve bu nedenledir ki İslamın özü olduğu ileri sürülmektedir. 

Aleviliğin özünde, Peygamber ailesinin, yani Ehlibeyt ve Oniki İmamların Tanrısal nuru taşıdıkları ve zamanın İmamı/Velisi olarak Tanrının bir mazharı olduğuna inanmak vardır. Tıpkı kandil, lamba, ampul, meşale gibi ışık veren bir aracın kendisi ışık olmadığı halde; ışıktan da ayrı olamıyacağı ve ışığın da bu araçlar olmayınca çevreyi aydınlatamıyacağı optik gerçekliğe benzetilmektedir Ali ve Ehlibeyt tanrısallığı. İnsan-ı kamil mertebesine ulaşmış ve Enelhak diyen büyük veliler de theosis’in yani tanrılaşmanın bu ışıksal bütünlüğe ermek olduğunun ayırdına varmıştır. 

[1] Bu konuda Wilferd Madelung’ın ‘the Succession to Muhammad’ yapıtı ve bu deyimin geniş yorumunu yapan Paris Ecole Pratique des Hautes Etudes’ün Din Bilimleri Bölümü hocalarından Muhammed Ali Amir-Moezzi’nin makalesine bakılabilir; Tarihten Teolojiye İslam İnançlarında Hz. Ali, Hazırlayan: Ahmet Yaşar Ocak, TTK, 2005, s.25-52
Hz. Ali nin Halifelik Dönemi
Hz.Ali, Hz.Muhammed in ebedî âleme göçüşünden 25 yıl sonra, halîfelik makamının başına geçmiştir. Hz.Ali nin halîfelik dönemi 5 yıldır. (Hicret in 35-40. yılı)
Üçüncü halîfe Osman ın katledilmesinden sonra, halîfelik makamı yedi gün boş kaldı. Bunun üzerine Hz.Ali ye başvuruldu; herkes Hz.Ali ye bey at etmek istiyordu; çünkü Hz.Ali, Muhammedî ahlâkın, doğruluğun, adâletin bir mümessiliydi.
Din ve adâlet; artık bir örtü, bir sığınak olmuştu. Boy gayreti, dünya serveti, yürekleri artıran gözleri ışıklandıran iki mihraktı. Dünya değişmemişti, fakat dünyadakiler değişmişti.

Hz.Ali:
Size emir olmaya ihtiyacım yok, kimi isterseniz ona bey at edin, ben de râzı olurum ve Bırakın beni, benden başka birini arayın, bulun; çünkü görüyorum ben; bu işin sonunda çok işler var; çok renklere boyanacak bu iş, öyle bir hale gelecek ki yürekler dayanamayacak, akıllar almayacak. Çevre süslendi, delil inkâr edilir oldu.

Davetinize uyarsam, biliyorum neye uğrayacağım. Beni bırakırsanız, ben de içinizden biri gibi olurum; kimi emir yaparsanız onu dinlerim, ona itâat ederim; benim size vezir olmam, emir olmamdan daha hayırlıdır sizin için diyordu.
Sahâbe, Hz.Ali ye bey at etmekte ısrar ediyordu. Talha ile Zübeyr de aralarındaydı, diyorlardı ki;
İnsanlara mutlaka bir imâm lâzım; senden başkasına râzı değiliz biz; İslâm da en öndesin; Resûlullah a yakınlıkta senden ileri yok; bu işte senden başka kimsenin hakkı olamaz.
Evet, hak sahibine gelmişti; Hakkı kabûl edenler vardı; nitekim sonra, Hz.Ali nin yolunda, Hak yolunda canlarını fedâ ettiler.
Fakat Hz.Ali ileriyi görüyordu; ona çekilmek üzere bilenmiş kılıçlar, ona atılmak için hazırlanmış oklar, kınlarından çekilmek, yaylarında gerilmek üzereydi. Ancak başka çare yoktu; Müslümanları da dağınık bırakamazdı.
Hz.Ali ye bey at edildikten sonra, Mâlik ül-Eşter ayağa kalkmış yüksek bir sesle;
Ey insanlar demişti; Bu vasîlerin vasîsi, Peygamberlere ait bilgilerin vârisi, pek büyük şeylerle sınanmış, zahmet ve meşakketlere katlanmış bir zâttır.
Tanrı kitabı, îmanına şehâdet eder, Tanrı elçisi, râzılık cennetiyle onu müjdeler. Üstünlükler, onda olgunlaşmış, toplanmıştır. İlk Müslüman oluşunda ve bilgisinde, sonra gelenlerin de bir şüphesi yoktur, evvel gelenlerin de.
Bey at tamam olduktan sonra Hz.Ali, kalkıp Tanrı yı övmüş ve şu hutbeyi okumuştur:
Gerçekten ulu ve üstün Allah, doğru yolu gösteren bir kitap indirmiştir; o kitapta hayrı, şerri apaçık bildirmiştir. Hayrı yapan şerri bıraksın. Noksan sıfatlardan arı olan Allah ın farzlarını yerine getirin de, cennete müstahak olun.
Şüphe yok ki Allah, haram olan şeyleri, kötü olduğundan haram etmiş, bu sûretle bütün Müslümanlara, bir üstünlük vermiş, Müslümanların haklarını; doğru özlü, doğru sözlü olmak ve Allah ı bir bilmekle kuvvetlendirmiştir. Bil ki Müslüman; elinden, dilinden diğer Müslümanların emin oldukları kişidir.

Hz.Ali ye Karşı ilk Fitne Başlıyor

Hz.Ali, halîfe olur olmaz Muâviye yi Şam Vâliliğinden azletti. Sonra da diğer şehirlerin Vâlilerini değiştirdi. Hz.Ali nin devlet hazinesini halka eşit olarak dağıttırması, bazılarına en ağır gelen bir işti.

Bunlardan birisi; Ey mü minler emîri dedi. Bu, dün benim kölemdi, bugün onu âzâd ettim; ona ne verdiysen bana da onu verdin demişti.
Hz.Ali; Evet buyurdu; Sana ne kadar verdiysem, ona da o kadar verdim.
Talha, Zübeyr, Abdullah ve Mervan la Kureyş ten bazı kimseler de buna râzı olmadılar. Bunlardan birisi; Önceki halîfenin verdiği gibi vermezsen, seni bırakır, Şam a gider, Muâviye ye katılırız dedi.
Talha, Zübeyr ve Abdullah da memurlara; Bunu siz mi yapıyorsunuz, mü minler emîri mi? diye sordular. Memurlar; Biz dediler; Onun emri olmadan bir şey yapamayız ki cevâbını aldılar. Bunun üzerine Hz.Ali yi aradılar ve aralarında şu konuşma geçti.
Talha, Zübeyr, Abdullah üçü birlikte:
Bizim, Hz.Resûlullah a yakınlığımız var; İslâm ı ilk kabul edenlerdeniz; savaşlarda bulunduk. Senden önceki iki halîfe böyle vermezdi, bizleri üstün tutardı; sen ise bizi herkesle bir tutuyorsun.

Hz.Ali:
-Benden önce mi Müslüman oldunuz?

-Hayır; sen ilk Müslümansın; ancak Resûlullah ın boyundanız, ona yakınlığımız var.
-Benden daha mı yakınsınız?
-Hâşâ, Onun senden daha yakını yok. Fakat ona uyduk, müşriklerle savaştık.
-Benim kadar mı savaştınız?
-Hâşâ, senin gibi savaşan yoktur.
-Andolsun Allah a, benimle işçimin arasında bile bir fark gözetmem ben buyurdular.
Ertesi gün üçü birlikte, paylarına düşen parayı almadılar. Hz.Ali yi kınamaya koyuldular.
Bu sırada Şam da Vâli olarak bulunan Muâviye, üçüncü halîfenin kanlı gömleğini mihrâba astırmış onun altında oturuyor ve eşinin kesilmiş parmaklarını Şamlılara gösteriyor; gözlerinden yaş çıkmadan hıçkırıyor, işin aslını bilmeyen Şamlıları ağlatıyor, Hz.Ali den öc almaya yeminler ettiriyordu. Böylece yeni bir Devr-i cehâlet başlıyordu.
HALİFELİK DÖNEMİNDE YAPILAN SAVAŞLAR

Cemel Savaşı
Hicret in 36. yılında Cemel savaşı yapıldı. Hz.Ali, bu savaşta bizzat savaşa girmiş, saflar yarmış, erler öldürmüştü. Savaştan sonra tellâllar çıkarmış;

Kaçanların ardına düşülmemesini, evlere girilmemesini, kimsenin silahına, elbisesine, malına dokunulmamasını, silahını bırakanın, evine kapananın amânda olduğunu bildirmişti.
Bu savaşta onbin kişi ölmüştü. Hz.Ali savaştan sonra genel af ilân etti. Bu savaştan sonra Basra lılar, kendisine bey at ettiler.

Sıffıyn Savaşı
Cemel savaşından sonra Hz.Ali, Hicret in 36. yılında Kûfe ye hareket ettiler. Oraya varınca bir eve konuk oldular. Biraz dinlendikten sonra mescide varıp, orada toplanan Kûfe halkına minberde; Allah a hamd-ü senâ, Resûlullah a ve soyuna salât-ü selâmdan sonra şu hutbeyi okudular:

Ey Kûfeliler, gerçekten de Müslümanlıkta üstünlüğünüz var; onu değiştirmediniz, bozmadınız. Sizi gerçeğe çağırdım, geldiniz; kötü işleri bırakıp iyiliğe koştunuz. Ancak hevâ ve hevesinize kapılmanızdan, elde edilmesi güç isteklere kapılmanızdan korkuyorum.
Hevâ ve hevese kapılmak, insanı gerçekten saptırır, olmayacak isteklere kapılmak adama âhireti unutturur. Bilin ki dünya, gittikçe elden çıkmaktadır; âhiret geldikçe yaklaşıp çatmaktadır. Her ikisinin de evlâdı var; siz âhiret evlâdı olun.
Bugün iyi işlerde bulunmaya fırsat var; sorgu-suâl yok. Yarın ise sorgu-suâl var; iyi işlerde bulunmaya fırsat yok. Hamdolsun Allah a ki dostuna yardım etti; düşmanını alt etti. Gerçeğe yardım edenleri yüceltti, sözünden dönenleri alçalttı.
Allah tan çekinin; Peygamberinizin «Ehl-i Beyt in»den olup, Allah a itaât edenlere itaât edin. Onlar Allah a itaât ettikçe, itaât edilmeye herkesten fazla lâyıktır. Oysa ki halkın bir kısmı, şerefimizle şeref bulduğu halde emrimize karşı durdular, cezalarını da gördüler; daha da görecekler. İçinizden bana yardımdan çekinenlerin, sözlerini tutmayın; onlarla görüşmeyin, görüşürseniz gerçeğe çağırın onları da, Allah bölüğüne uysunlar.
Hz.Ali, Kûfe ye yerleşince Muâviye ye mektuplar yazdı; elçiler gönderdi, bey at etmesini, Müslümanlar arasına nifak sokmamasını istedi, elinden geleni yaptı.
Fakat Arap İmparatorluğu sevdasına düşmüş olan, gözünü saltanat hırsı bürümüş, gönlünü Hâşimilere düşmanlık kini kaplamış bulunan Muâviye ye hiçbir tesiri olmadı.

Üveys ül-Karanî nin Hz.Ali ye Bey atı ve Şehit Oluşu
İbn-i Abbâs diyor ki:
Hz.Ali, Sıffıyn savaşında; Bana bugün, ölüm üzerine bey at etmek üzere Kûfe tarafından şu kadar kişi gelecek buyurdular. Onlar gelmeye, ben de saymaya başladım. Buyurdukları sayıdan bir kişi eksik çıktı. Ben düşünceye dalmıştım ki; aba giymiş, uzun boylu, güler yüzlü, elinde bir kılıç, başında keçeden bir külâh bulunan heybetli biri geldi.

Hz.Ali ye selâm verip, Elini uzat, bey at edeyim dedi. Hz.Ali; Ne üzerine bey at edeceksin diye sordular. Emrini dinlemek, sana itâat etmek, şehit oluncaya, yahut Allah seni üst edinceye kadar savaşmak üzere dedi.
Adın ne? dediler; Üveys dedi. Üveys ül-Karanî sen misin? diye sordular.
Evet dedi.
Hz.Ali; Allahu Ekber buyurdular:
Habibim Resûlullah tan işittim; Ümmetinden Üveys ül-Karanî adlı birine ulaşacağımı, onun Allah ın ve Resûl ünün bölüğünden olduğunu, benim önümde şehit olacağını, Rabîa Mudar boylarına mensûb olanlar kadar çok kişinin, onun şefâatıyla cennete gireceğini bana bildirdiler.
Bu sıradaydı ki, Muâviye ordusundan deveye binmiş biri, Hz.Ali nin ordusuna yaklaşıp; Üveys sizin aranızda mı? diye bağırdı. Evet dediler. Resûlullah tan duydum; «Üveys ül-Karanî, tâbilerin en hayırlısıdır» buyurmuştu deyip geldi ve Hz.Ali ye tâbi oldu.
Sonra Üveys ül-Karanî bir ip istedi, verdiler; o iple sıkıca belini bağladı; meydana çıktı, savaştı, şehit olup Rabbine ulaştı
Ondan sonra meydana çıkan Ammâr, doksan yaşını aşmış bir ihtiyardı. Ammâr, Hz.Peygamber in vefâtından sonra, Hz.Ali ye uyan dört kişiden biriydi. Ammâr, Bedir savaşında da bulunmuş ve sahâbedendi.
Ammâr; Bugün, bu savaştan üstün bir ibâdet bulsaydım onunla meşgul olurdum diyordu.
Ammâr bu arada hem düşmana hücum etmekte, hem de;
Rabbim uludur, gerçektir, gerçeği söylemiştir. Rabbim sen benim şehit olmamı yakınlaştır; şehit olarak ölmeyi çok isterim ben, çok severim ben demekte ve Nerde Rabbinin râzılığını dileyen? Nerde malından oğlundan geçip, Allah râzılığını isteyen? Cennete, cennete diye halkı savaşa teşvik ediyordu.
Savaşırken Utbe oğlu Hâşim e rastladı; Hadi Hâşim, anam babam fedâ olsun sana; hadi, hücum et düşmana dedi.
Sonunda Ammâr savaş meydanında savaşırken bir fırsatını bulup onu yaraladılar, yere düştü. İbn-i Cevn, mübarek başını kesip Muâviye ye götürdü. Amr oradaydı, o bile dayanamadı, çünkü Hz.Peygamber den; Ammâr ı öldüreni cehennemle müjdelerim hadîsini duymuştu ve Öldürenlere cehennemle müjde olsun dedi.
Muâviye:
Onu biz öldürmedik ki dedi; Onu buraya getiren Ali öldürdü.
Bu sözü duyan Hz.Ali;
O halde buyurmuştu; Hz.Hamza yı da Uhud savaşına götüren Hz.Muhammed, hâşâ öldürdü.
Ammâr ın şehâdeti gerçeği meydana çıkarmıştı; Muâviye ve kendisine uyanlar isyâncılardı. Bu yaşanılan olaylar üzerine Hz.Ali taraftarlarının mânevî kuvveti arttı, karşısındakiler de şaşkına döndüler.

Kur ân-ı Kerîm in Yaprakları Mızraklara Takılıyor
Savaş tam kazanılmak üzere idi. Bu sırada Muâviye şaşkın bir halde Amr a:

Ne yapacağız? dedi.
Amr:
Senin adamların, onun adamlarına dayanamaz; sen de ona denk değilsin. O Allah için savaşıyor sen ise bambaşka bir maksatla dövüşüyorsun. Onları Allah kitabına çağır; bu kitap aramızda hükmetsin de; Kur ân ları mızraklara bağlat.
Ali ordusuna uzatsınlar; ey Iraklılar, Allah için dullara, yetimlere acıyın; bu aramızdaki Allah kitabı diye bağırsınlar; umarım ki ordusunda fikir ayrılığı çıkar dedi.
Muâviye hemen emretti, denileni yaptılar. Hz.Ali nin ordusunda bir gürültüdür koptu. Allah ın kitabına kılıç çekemeyiz diyenlerin sesleri yükselmişti. Hatta ilerde savaşan Mâlik ül-Eşter i çağırmasında Hz.Ali ye ısrar edenler; Çağırmazsan seni düşmanına teslim ederiz diyenler oldu.
Hz.Ali, Mâlik ül-Eşter e haber gönderdi. Mâlik ül-Eşter gelince; onlara acı sözler söyledi. Fakat iş işten geçmişti artık; kara taassup haksızlığa, zulme eş olmuştu; iki kara kuvvet el ele vermişti.
Bu sırada Muâviye den, Hz.Ali ye bir mektup geldi.
Muâviye diyordu ki:
Bu iş sürdü gitti, bunca kan döküldü, bundan sonra olacaklar, olanlardan da korkunç görünmede. Sen de kendini haklı görüyorsun, ben de kendimi haklı görüyorum. Bu işi Allah ın hükmüne bırakalım. Sen bir hakem tayin et, ben de bir hakem tayin edeyim; bunlar Allah kitabına göre aramızda hükmetsinler.
Hz.Ali, bu mektuba verdiği cevapta:
Ben, senin ne olduğunu bilirim, maksadın Allah kitabına uymak değildir; fakat sana değil, Allah’ın kitabına onun hükmüne uyuyorum diyordu.
Bu sıralarda sonradan Hâricî olan Kays oğlu Eş as, Muâviye nin yanına gitti, onunla görüştü; maksadını anladı. Eş as ve sonradan Hz.Ali aleyhine dönenler; Ebû Mûsâ l-Eş ari yi hakem yaptık dediler. Hz.Ali ise, Abbâsoğlu Abdullah ın hakemliğini istiyordu; bunu kabul etmediler. Bunun üzerine Hz.Ali; Eşter i gönderelim buyurdu. Eş as, Zaten bizi o ateşe attı dedi ve Hz.Ali ne dediyse kabul etmediler.
Bunun üzerine Hz.Ali;
Benim, beni dinlemeyenlere hükmüm yok buyurdu.
Bütün bu olaylardan da anlaşılacağı gibi, Hz.Ali nin yanında savaşta bulunan topluluktaki insanlar, dört bölüktü.
Birinci bölük: Can gözleri açık, ihlâsları tam, inançları sarsılmaz, sözleri özleriyle bir, onun derecesini ve hakkını adam akıllı bilen ve onun için can vermeyi canlarına minnet sayan kişilerdi. Fakat bunlar azdı. Eşter bunların başındaydı.
İkinci bölük: Yürekten ona bağlı olan, fakat hileye kanan, yaşayışa bağlanan, ölümden korkan bölüktü.
Üçüncü bölük: Yüreklerinde ona karşı ihlâs ve sevgi taşımayan, yalnız kalabalığa katılan, hileye kapılan kısımdı. Hâfızlar bu kısımdandı. Onlar Kur ân okuyorlar, fakat hükmünü tutmuyorlar, bilmiyorlardı. İbâdet ediyorlardı, fakat yürekleri kararmıştı, maksatları gösterişti. Bu bölükteki insanlar, yalnız Hz.Ali nin zamanında değil, her zamanda Müslümanlığa ve insanlığa en büyük kötülükleri yapan tayfa olmuşlardır.

Dördüncü bölük: Eş as ve onun gibi olanlar, yani münâfıklardı. Bunlar Hz.Ali ye zorla uymuşlardı. İçlerinde ise Hz.Ali ye karşı büyük bir kinleri vardı.
Sıffıyn savaşı yedi-sekiz gün, gece-gündüz sürmüştü. Bu savaşa katılan Hz.Ali nin ordusu doksan bin, Muâviye nin ordusu ise seksenbeş bin kişiydi. Savaş sonucunda Hz.Ali nin ordusundan yirmibeş bin er şehit olmuştu. Muâviye nin ordusundan ise kırkbeş bin kişi öldürülmüştü. Bu savaşta Hz.Ali nin bayrağı kırmızı, Muâviye nin bayrağı siyah renkteydi.


Hakemler Olayı
Hakemler Hicret in 37. yılı Şaban ayında, Dûmet ül-Cündül de bir araya geldiler. Hz.Ali tarafının hakemi olan Ebû Mûsâ, oraya dörtyüz kişiyle gelmişti. Muâviye tarafının hakemi olan Amr da dörtyüz kişiyle gelmişti. Ve görüşmeye başladılar.

Ebû Mûsâ, Amr a:
Bu ümmetin arasını bulmak istiyorsak dedi. Ömer in oğlu Abdullah ı halîfe yapalım; o hiçbir fitneye karışmadı.
Amr:
Sende biliyorsun dedi. Osman zulümle öldürüldü; onun velisi olan Muâviye kanını istemekte; bu bakımdan hilâfete en lâyık olan o.
Ebû Mûsâ, Abdullah ın halîfe olmasında ısrar etti.
Amr:
Öyleyse benim oğlum Abdullah ı halîfe yapalım dedi.
Ebû Mûsâ:
Oğlun gerçekten de dürüst bir adam; fakat sen tuttun onu, fitnenin ta içine attın. Bu işin çıkar yolu Ali yi de, Muâviye yi de halîfelikten azledelim. Müslümanlar danışsınlar, görüşsünler, kimi isterlerse tayin etsinler dedi.
Amr:
Tamam dedi. Re y dediğin de budur işte.
Mescide gittiler. Amr:
Sen Müslümanlıkta benden üstünsün; önce sen minbere çık dedi.
Ebû Mûsâ, minbere çıktı. Halka:
Biz dedi. Bu işe çıkar yol olarak Ali yi de, Muâviye yi de halîfelikten azletmeyi uygun bulduk. Ben Ali yi de, Muâviye yi de azlettim. Siz kimi isterseniz halîfe yapın.
Ebû Mûsâ minberden inince, Amr çıktı ve halka dedi ki:
Ebû Mûsâ nın sözlerini duydunuz; O, kendisini hakem tayin eden Ali yi halîfelikten azletti, ben de Ali yi azlettim. Beni hakemliğe tayin eden Muâviye, Osman ın velisidir; onun kanını istemektedir. Halk içinde onun yerine geçmeye en lâyık olan kişi Muâviye dir. Muâviye yi halîfeliğe tayin ettim.
Ebû Mûsâ, bu sözleri duyunca:
Ne yaptın sen dedi. Allah sana başarı vermesin, beni aldattın; sen bir köpek gibisin.
Amr, bu sözlere şöyle karşılık verdi:
Sen de kitaplar yüklenmiş bir eşek gibisin.
Bu olay karşısında halk birbirine karıştı; Ebû Mûsâ ya lânet edenler oldu.
İbn-i Abbas:
Ona değil dedi. Onun hakem olmasında ısrar edenlere lânet etmek gerek.

Hâricîler Olayı
Hüküm ancak Allah ın diyorlardı.

Hz.Ali, bu sözü duyunca;
Doğru söz, ama o sözle bâtıl murâd edilmede buyurmuştu.
Hâricîler, Kûfe civarında toplanmışlardı. Hz.Ali, Hâricîlere nasihat etmesi için önce Abbasoğlu Abdullah ı göndermişler ve sonra da kendisi de giderek onlara öğütler vermişlerdi. Bunun üzerine bir kısmı hatasını anladı ve Hz.Ali ye katıldı.
Bir kısmı ise; Hakemi kabul etmekte biz yanlış hareket ettik; suç işledik, tövbe ettik; sen de tövbe edersen ne âlâ; etmezsen seninle savaşırız diyordu. Diğer bir kısmı ise Müslümanlara da insanlara da ancak Allah hükmeder diyor, başka bir emirin bulunmasını istemiyordu.
Hâricîler, Kûfe ye yakın Nehrevan da toplanmışlardı. Oradan bir Müslüman geçerse öldürüyorlar, bir Mûsevî yahut Hıristiyan geçerse dokunmuyorlardı. Çünkü onlarca; Müslüman olmayanlar, vergi vermekle amân altına girmişlerdi; Müslümanlar ise Müslümanlıktan çıkmışlardı.
Hâricîler, kendilerinden başkalarını Müslüman saymıyorlardı. Ebû Bekir le Ömer i seviyorlar, Osman ı son olaylara, Hz.Ali yi de hakemi kabûlüne kadar tanıyorlardı. Oysa ki Sıffıyn de; Hz.Ali yi hakem tayinine, Muâviye nin isteğini kabule, zorlayanlar bunlardı.
Bütün bu olaylar olurken Muâviye, Osman ın kanını bahane ederek, Hz.Ali aleyhine her türlü fitne ateşini alevlendiriyordu. Dahlâk adlı biri Kûfe civarına kadar geldi; Muâviye nin emriyle oraları yağma etti, yolda hacıların neleri varsa zaptetti, bazılarını öldürdü.
Bu olaylar üzerine Hz.Ali, tekrar Muâviye nin üstüne gitmeden Hâricîleri tenkil etmek lüzumunu duydu. Onlara adam gönderdi, öğütler verdi ve gönderdiği adamlarından biri Nehrevan da bir yere Hz.Ali nin vermiş olduğu bayrağı dikti. Bu amân bayrağıdır; altına gelen, Medine ye giden, Küfe ye dönen amândadır diye bağırttı.
Bayrak, Hâricîlerin mânevî kuvvetlerinin kırılmasına sebep oldu. Dağılan dağıldı; dört bin kişiydiler, iki bin sekiz yüz kişiye indiler. Ve sonunda; Gericiliğin, bilgisizliğin mücessem örnekleri olan bu Hâricîler grubu , Hz.Ali nin kılıçları altında kaldılar.
Yapılan bu savaşta Hz.Ali tarafından da 9 kişi şehit olmuştu. Savaş ikindiden gün batıncaya kadar sürmüştü. Hz.Ali, Hâricîler den dört yüz yaralıyı Kûfe ye gönderip, bunlara yaraları iyileşinceye kadar bakmalarını, sonra bırakmalarını emretti.
Bu sırada Muâviye nin emriyle gönderdiği adamlar, zulümlerini her tarafta gösteriyorlar ve geçtikleri köyleri, kasabaları yakıp yıkıyorlar, mallarını yağma ediyorlar, nerede Ali taraftarı bulursa öldürüyorlardı. Bunlardan birisi de Muâviye nin emriyle gönderdiği Büsra bin Ertat tarafından, Yemen e yapılmıştır. Bu adam gönlünde acımak duygusunu taşımayan birisiydi. Bu kişi Yemen de, Medine de, Mekke de çok ev yıkıp yakıp, nerede Ali taraftarı bulursa, Muâviye nin emriyle öldürmüştü.
Ehl-i Beyt ve Hz.Ali düşmanı olan Muâviye; Hicaz da, Yemen de tam otuz bin kişiyi Ali dostu , Muhammed-i Âl-i nin, «Ehl-i Beyt i»nin dostu diye öldürtmüştü.
Hz.Ali ile Ehl-i Beyt e , bu kadar düşman olan Mûaviye hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse:
Muâviye nin yaptıkları olayları tarih kitaplarından okuyup görüyoruz ki, sonradan halîfeliğini ilan eden Şam Vâlisi Muâviye; akıllı, zeki, ama hilekâr, düzenbaz ve kurnaz bir adamdı.
Muâviye, düşmanlarını elde etmek için her türlü araca baş vuruyor ve tatlı dili, para siyâseti, memuriyet vaadi ile düşmanlarını elde etmeyi başaramayınca; onları öldürtmekten, hatta zehirletmekten hiç kaçınmaz biriydi. Diri diri toprağa gömdürmekten hiç çekinmezdi. Onun devrinde ve ondan sonra özellikle 80 yılı aşkın zaman içinde, Emevi halîfelerinin saltanatlarında hep böyle olmuştur.
Yalnız özel meclislerde değil; camilerde, mescidlerde bile özellikle Cuma namazlarından önce hutbelerde, cemâati müslimin karşısında; başta Hz.Ali olmak üzere Hz.Peygamber in bütün sülâlesi aleyhinde küfürler ediyor ve ettiriyordu. İtiraz edenleri kılıçtan geçiriyordu. 
Hz.Ali yi sevenlerin büyük bir kısmı camilerden bu yüzden uzaklaşmak zorunda kaldılar.
Halbuki Hz.Peygamber efendimiz:
Her kim Ali ye küfrederse bana küfretmiş olur, bana küfreden Allah a küfretmiş olur buyurmuşlar, Bu işi yapanın şirk ehli olacağını bildirmişlerdi.
Muâviye nin yaptıkları; küfür, zındıklık, dinsizlikten başka bir şey değildi. Ne yazık ki bazı kişiler Muâviye ye; Müctehid süsü vermişler ve cinayetlerine ictihâd etti demişlerdir.
Hiç şüphe yok ki bunları yazanlar tarafsız değillerdi. Bugün aklı başında, okumuş ve tarihi anlamış bir Türk, bir Müslüman hiç şüphesiz ki, onun Ehl-i Beyt e yaptıkları zûlümlerinden dolayı lânet eder.
Çünkü Allah, zalime lânet hakkında Kur ân-ı Kerîm deki bazı âyetler de şöyle buyuruyor:
Allah a kendiliğinden yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Bunlar Rablerinin huzûruna getirilirler, şahitler «Rableri namına yalan söyleyenler işte bunlardır» derler. Haberiniz olsun ki Allah ın lâneti zalimlerin üzerindedir. (Hûd 18. âyet)
İnandıktan, Peygamber in gerçek olduğuna şehâdet ettikten, kendilerine de açık hüccet geldikten sonra kâfir olanları Allah nasıl hidâyete erdirir? Allah zalim ve kâfirleri hidâyete erdirmez. (Âli İmrân 86.âyet)
İşte onların cezaları, Allah ın, meleklerin, bütün insanların lânetleri üzerlerine olmaktır. (Âli İmrân 87.âyet)
Ne yazık ki, rakibini ezmek için; yazılı fikirlerini, yalan düşüncelerini öne sürerek milleti aldatanlar her zaman olmuştur.
Kaynak.....Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 
Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkey / Denizli 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...