12 Ekim 2013

BİRİNCİ İMAM HZ. ALİ 1 NCİ BÖLÜM


“Hakka erişmek, insanın kendi saf varlığına erişmesi demektir...
"İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı" (Hz. Ali)
Çetin BAL: Dünya çapındaki tüm ruhsal, metafizik ve spiritüel diyebileceğimiz, mistik, tasavvufi diyebileceğimiz hakikatin bilgisine dair felsefesine dair tüm bilgileri bir araya getirdiğimizde hakikati arayan her insan ''Bilmenin'' haleti ruhiyesinden ''Olmak'' dediğimiz  söz ehlinden hal ehline geçiş noktasında o HAL kapısından (kalp kapısından) içeri geçip giremezler.  Tamda bu noktada iki büyük söz ve hal ehlinin öğretileri bize bu HAL  ehli olabilmenin kapılarını kendi dizeleri içinde aralayıp açmaktadırlar. Ancak onların dizeleri içinden o hale geçip gitmek  mümkündür. Yada çok daha kolay bir hal alır.Yada onların dizeleri içinden diyelim o istidadı yakalamaya fazlası ile yaklaşırsınız. Bu söz ve hal ehillerinden birisi Hz. Ali'dir. Diğeri Hz Mevlana'dır.Hal ehline giden yol, hal ehline açılan kapı onların dizeleri içinden daha bir görünebilir hal almaktadır.Daha bir içinden geçip gidilebilir bir anlatım uslubuna sahiptir onların dizleri.Sözden hale geçmek onların ifadeleri ile daha nufus edilebilirdir. Onlarda tezahür eden mananın söze bürünüş şekli ile  hal ehline giden, hal ehline açılan kapıyı bulmak  o manaya rucu etmek daha bir kolaydır.O kapıdan içeri girebilmek daha kolay bir hale gelir.Ama nihayetinde o kapıdan içeri girebilmek belli bir kavrayış  belli bir anlayış  derinliğine ulaşmayı gerekli kılar.Yunus Emre'nin şiirleri'de ötelere açılan bir kapıdır. Ama onu anlamak ayrı ufka ayrı bir görüş gücüne sahip olmayı gerektirir.

Kalp'ten içeri girmeyen Kal ehlinden ( söz ehli) HAL ehline geçemez!

Kal'den (söz'den) hâl'e geçememiş kimseler KALP'ten içeri giremeyenlerdir.


Önce işin ‘hakikati‘ kavranmalıydı ki, sonra işin ‘marifeti‘ne sıra gelsin!Tasavvuf, bir yaşama ve düşünce şekli, bir haldir; yaşamadır. Tasavvuf yolunun (Allah’a ulaşma yolunun) ilk adımı SEVGİ’dir...  Marifet ise, gönül hazinesidir ve bu hazine "Aşk" ile ele geçer. Aşk , insanı zamandan ve mekandan münezzeh olan Hak Katına ulaştırmakta ve böylece aşık da zaman ve mekan kayıtlarından kurtulmuş olmaktadır.


Hz. Ali, toplumumuzda genellikle cengaverlik ve kahramanlıklarıyla tanınmaktadır. Onun ilim, irfan, hikmet ve velayetinin fazlaca bilindiği söylenemez. Oysa, bu yönleriyle de incelenip okunduğunda bu defa, sanki insanlar arasına hiç karışmamış, kendi inziva köşesinde sürekli tefekkür, zikir ve dua ile meşgul olmuş, hayat ve kainatın derin hakikatlerini gün yüzüne çıkarıp sunmaya çalışmış bir düşünür sanılır. Bu özellikleriyle o, her türlü fazileti şahsında toplamış emsalsiz bir şahsiyettir.
Hz.Ali’nin bütün insanlığa ışık tutan bu fikir ve şiirlerini olduğu gibi yazmak, ciltler doldurur bir hazinedir. Biz burada bunlardan ancak bir demet sunacağız. Bunları okuyacak olanlar, biraz düşünecek olurlarsa, bu sözlerin ne büyük mânâlar taşıdığını iyice anlarlar.
Farklı bilgi alanlarının esasında tek noktada birleştiğini söyleyebiliriz. O birleşme noktası, gerçek âlimin haddini bildiği, derin ve engin göreceliği kavradığı duraktır: 'Şahsen benim bildiklerim; bütün bilinenler, bilinebilecek olanlar ve bilinmeyenlerin yanında okyanusta bir damla bile değildir. Bir tarafta sonsuz bilgi, bir tarafta sınırlı miktarda öğrenilmiş ve bilinmiş veriler... Benim sınırlı bilgimi, sonsuz bilgiye nispet ettiğim zaman matematik sonuç, sıfırdan başka bir şey değildir.' Bu bahis, Hazret-i Ali'nin meşhur hikmetinde ifade zirvesini bulur: 'İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı...
Bilginin, bilmenin amacı hakikattir, hakikate ulaşmaktır. Bilgi bizi hakikat’ten uzaklaştırıyorsa o bilgiden uzak durmamız gerekiyor. İnsanoğlu pek çok şeyi biliyor, bilmeye de devam ediyor. Ama güneşin altında yeni bir şey yok, her şey söylenmiş.


Dücane Cündioğlu’nun Keşf-i Kadim Kitabının başlığında 

“Kadim olanı keşfetmek, yeni olanı ortaya koymaktan belki daha güç  fakat hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki çok daha asil bir çabadır! Tarih, bugüne değin, kadim olanı keşfetmek için çaba sarf etmeyen hiçbir toplumun yeni bir şey ortaya koyabildiğine tanıklık etmedi. İşte zaten bu yüzden bu toprakların çocuklarının öncelikli görevi vaz-ı cedid değil, keşf-i kadim olmalıdır!” diyor.

Söylenmeyen sözlere varmaya çalışıyoruz belki de. “Yazı yazmak için yeni şeyler söylemek lazım.”


Fakat bilgiyi araç olmaktan çıkarıp amaç haline getirdiğimizde hakikat’ten gittikçe uzaklaştığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. Hz. Ali'nin  ilmin bir nokta olduğu söylevi  bu beyanda esas alınması gereken bir diğer husustur.Yunus Emre'nin ''ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmezsin bu nice okumaktır'' dizeleri de buradaki bahsi geçen NOKTA ya tekabül eden bir anlam taşımaktadır. Kendini bilmek rabbini bilmektir. Rab ise o NOKTA ya yani tevhide birlik şuuruna bizi götürür.Bu nokta bir ŞUUR noktasıdır! Bu tüm mevcudatı kendi küresi içine alan kudsi bir nuru ve kudsi bir ruhu temsil eder.

Son olarak, bildiğim bir şey varsa hiç bir şey bilmediğimdir diyen Sokrat’ın bu sözündeki incelikten, yani şimdiye dek öğrendiklerimizin doğruluğundan, onların bizi gerçeğe ulaştırıp ulaştıramaycakları konusundan işe başlayabiliriz. Bildiklerimizi bizi hakikate mi götürüyor, yoksa ondan uzaklaştırıyor mu? Asıl mesele bu bence. Bunu kavradığımızda ötesi kendiliğinden çözülüyor gibi.

Hz. Ali’nin kişiliğini, mücadelesini, olguları ve olayları ele alış tarzını, insan ve doğa ilişkilerini anlatmak yüzlerce cildi kapsayacak bir çalışmadır. Biliyoruz ki Hz. Ali İslamiyet’in, Hz. Peygamberden sonra en büyük temsilcisidir.
''Gözlerinizin önünde yaralanmış can çekişen küçük bir kuşa eğer elleriniz arasında hayat veremiyorsanız ve sahip olduğunuz bilgi o kuşun özgürce gökyüzünde yeniden kanat çırpmasına vesile olamıyorsa sahip olduğunuz bilginin hiç bir değeri yoktur!!'' Çetin BAL - 2008  Denizli ( zamanla ve mekanla işi olmayan bir dost)
Günümüz bilgeleri, şeyhleri, hocaları kitaplarda yazan yada kulaktan dolma aldıkları tüm bu sır söylemler içinde hakikati kaybetmiş, bilgiyi taşımış ama bilgi hiçbir zaman onun olmamış ve gerçekte onun ne ifade ettiğini kendileri de bilmemiştir.Eskiden mevleviler aşktan dönerlerdi şimdilerde aşka gelebilmek için döner oldular.Mevlana, Yunus aşk içinde yazıp, söylediler ama artık aşka varabilmek için onların satırlardan bir yol aranır oldu.  Üsteki satırlarda sizlere bir sır vermiştim. Bu sırlı satırları laf olsun diye süslü  bir laf olsun diye söylediğimi sanmıyorsunuzdur umarım. Dedim ki
''Hakikati arayan her insan ''Bilmenin'' haleti ruhiyesinden ''Olmak'' dediğimiz  söz ehlinden hal ehline geçiş noktasında o HAL kapısından (kalp kapısından) içeri geçip giremezler.'' Ancak Aklın kalble birlikteliği sizi oraya götürebilir.Bu ifadeyi biraz daha açarsak  arzulanan istenen bir düşüncenin sevgi ile birleştirilmesi ve bu sevgi içindeki arayış sizi sevginin uçsuz bucaksız kanatları üstünde oraya götürecektir. Yada aradığınız şeyi size getirecektir. Bu kelimeler sözden hale giden bir köprü olabilir size! Size çok açık bir örnek vereyim.
Hintli üstad Ramana Maharshi çevresindeki  müritlerine teleportasyon teorisini izah eder. ''Kısacası, kişinin kaybolup başka bir mekanda veya yerde ortaya çıkabilmesi için en temel ilke o kişinin teleportasyon yapabileceğine bütün varlığı, bütün mekanizma ve hücreleri ile inanması lazımdır.Eğer kişi bu şekilde eğitilmemişse, eğitilmiş bir kişi ona telkin yolu ile yardım edebilir ve kişi teleportasyonda başarılı olur.''
Aranızda bu satırları okuyan kaç kişi  teleportasyon yeteneğine sahip Ramana Maharshi'nin bu sözlerinden esinlenerek kendilerini mekan içinde başka bir noktaya transfer edebilirler. Aranızdan kim bu satırlardan feyz alarak bu teleportasyon hadisesini gerçekleştirebilir? Mesele Maharshi'nin söylediği kelimeler takılıp kalmak değil. Kelimelerin arkasındaki idrake sahip olabilmektir. Yani mesele kelimelerin arkasındaki bilince vakıf olabilmektir. Bu kelimeler nasıl bir bilinçten geliyor? Bu kelimeler nasıl bir inanç ve şuur  dünyasına sahip bir varlıktan geliyor? Bunu anlamak lazım. Söylenen duyguyu kalpten duyabilecek bir anlayışla Maharshi'yi dinleyebilirsek onun teleportasyonu nasıl yaptığını anlayıp benzer bir deneyimi bire bir taklit ve kopya edebilecek bir hale erişebiliriz.Bu sözlerin arkasında nasıl bir bilinç var?
Üstad Maharshi burada ne demek istiyor? Mesele burada doğrudan  teleportasyon yeteneğini sergilemek değil. Meselenin altında daha büyük gerçek var. Burda olağan üstü bir felsefi bilgi gizli. Hal ehline açılan kapının anahtarlarını veriyor Maharshi!! Tüm mesele zihin gücünü, düşünce gücünü olmasını istediğiniz, arzu ettiğiniz bir deneyim üstünde odaklayabilmektir. Yani sizde uyuyan aktif hale geçmemiş potansiyeldeki düşünce gücünü harekete geçirmenin sırrını, tekniğini veriyor Maharshi!! Maharshi'nin ifadelerini biraz daha damıtıp imbikten geçirelim. Maharshi ne demek istiyor?
Demek istediği şu: Düşündüğünüz şeyi yapabilmek için bütün varlığınız, bütün mekanizma ve hücreleriniz ile o düşünceye (imajinasyona) inanmanız lazım. Bunu ifade edebilecek başka da bir kelime yok! Şüphesiz içten samimi bir inanç ve kabül sonsuz düşünce gücünün önündeki yapamayacağınıza dair ön yargısal barikatı, engeli yani evrensel gücün içinden akmasını engelleyecek blokajları eritiyor ve ortadan kaldırıyor.
Hz. İsa'nın suyun üstünde yürümeside aynı inanç enerjisinin sonsuz düşünce enerjisinin açığa çıkmasında bir kanal olması vesilesi iledir. İmajine ettiğiniz bir şeyi yapabileceğinize dair olan inancınızın gücü o oranda bir düşünce enerjisini  harekete geçiriyor.İnanç, sahip olduğunuz durağan haldeki düşünce enerjisini harekete geçiren imajine ettiğiniz olaya doğru kanalize eden bir etkendir.
Aslında Maharshi'nin temelde demek istediği şey düşündüğünüz şeyi gerçekleştirebileceğinize dair güçlü ama çok güçlü yoğunlaşmış, konsantre olmuş bir düşünceye sahip olmak!! Teleportasyon düşüncesinde derinleşmek! Daha başka bir ifade ile Maharshi şüphesiz, kesin kat-i bir inanç atmosferi oluşturmaktan bahsediyor.Öyle bir inanç atmosferi içine gireceksinizki, öyle bir psişik enerji hasıl olacak ki  o psişik alan istediğiniz şeyi size doğru çekecek( çekim yasası) yada sizi o deneyime doğru yürütecek. Gidilecek noktanın size doğru gelmesi yada sizin gidilecek noktaya doğru gitmeniz aslında aynı şey! Bu sanki bir resme değişik açılardan bakmak gibi bir şeydir. Aynadaki görüntülerin büyüyüp küçülmesi gibi zihinsel bir serap olan mesafelerinde değişen zihin aynası içinde kavislenerek bükülerek (uzay/zamanın zihin aynası içinde bükülmesi) bir biri içine geçmesi!
Daha derin düzeyde Maharshi'nin demek istediği şey aslında ''zaman, mekan, mesafe ve boyutlar dediğimiz şeyler tamamen gerçekliğini bizim zihnimizden alan illüzyonlardır.'' Yani gerçeklik dediğimiz şey bizim zihnimiz tarafından üretilen bir seraptır. Bizide içine alan daha büyük bir zihnin bizim zihnimiz içinden akarak bize gösterdiği  bir görüntüler dünyasıdır gerçeklik!
Materyalistik ( maddeci) bir bakış açısı içinde insan sadece et ve kemikten oluşmuş katı bir kütledir. Ama atom içine doğru indiğimizde bedeni oluşturan şeyin aslında titreşen enerji alanlarından başka bir şey olmadığı gerçeği ile karşılaşırız. İnsan yoğunlaşmış bir ışık kütlesidir. Yada elektromanyetik bir enerji kalıbıdır denebilir.Tüm maddeler için bu tanımlama yapılabilir. İşte fizik, felsefe ve psikoloji bilimleri tam bu noktada bir araya gelerek kesişerek aynı  şeyin farklı görüntüleri olarak ortaya çıkarlar. Zihin, Şuur yada Düşünce dediğimiz şey  ile Enerji arasındaki derin birlikteliği kavradığımızda yani Zihin ve Madde'nin aslında aynı temel alanın değişik iki görüntüsü olduğunu idrak ettiğimizde Maharshi'nin  demek istediği gerçeği en derin düzlemde anlamış oluruz.
Maharshi nasıl bir evrende yaşadığımızı biliyor!! Sistemin işleyişini biliyor!! Maddenin asliyette ne olduğunu yada ne olmadığını biliyor!! Maharshi gerçek denen şeyin bizim aklımızdan geçen zihinsel resimlere göre çizildiği bir evrende yaşadığımızı biliyor! Maharshi madde denen şeyin sadece zihinlerimiz içinde tutunmaya çalışan bir eğilimin kendisi olarak varolduğunu biliyor! Maharshi dışarıda bir yerlerde kendi zihnimizden ayrı bir evren gerçeğinin olmadığını biliyor.Maharshi iç evren ve dış evren ayrımlarının bir illüzyon olduğunu biliyor.Bu gerçeğin idraki içinde! Maharshi hepimizin devasa bir zihinsel hologram içinde beliren düşünsel imajlardan başka bir şey olmadığımızın idraki içinde! Maharshi kendi zihnimiz içinde yarattığımız bir nesneyi kendi hayalimiz içinde  yer alan bir noktadan diğer noktaya haraket ettirmekle gerçekte fiziksel bedenimizi bu holografik uzay zamanın çizgileri içinde düşünce kanalı ile bir noktadan diğerine teleporte etmenin aynı şey olduğunu biliyor ve bu gerçeğin idraki içinde! Maharshi tüm varlığı ile bu bilginin ve bilincin idrakin içine girmiş. Bu idrakle bütünleşmiş! Maharshi kal ( söz) ehlinden  hal ehline geçmiş. Sadece bilmekle kalmamış bilgiyi uygulamış.
Zihin bedeni emri altına alabilmelidir. Teleportasyonu yapabilmekteki tüm sır Maharshi'nin ruhsal enerjisinin karekteristiğinde gizlidir.Eğer Maharshi fizik bedeninden astral olarak ayrılıp sizin beden kalıbınız içine girseydi. Sizin bedeninizi rahatlıkla ışınlayabilirdi.
(Demek ki burada  fizik bedeni içine alan zihnin aura alanları ile paralel olan titreşen  ''ışık beden kalıbı'' önemlidir.Bedene hayatiyetini veren şey bu ışık kalıbıdır. Bu ışık beden kalıbları iç içe sonsuz sayıda  boyutsal katmana sahip bir formdadır.Yani insanda astralik ötesi beden formları vardır.Gerektiğinde o boyutsal katmana tekabül eden ara beden formlarını kullanabilir.)
Maharshi fizik bedeninin zihninin bir yansıması  olduğunu biliyor. Bedenin, zihnin gölgesi mertebesinde olduğunu biliyor.Fizik beden eğildiğinde onun  duvara düşen gölgeside eğilir. Ya da o duvara düşen gölge eğildiğinde fizik bedende eğilir. Zihin eğildiğinde maddede eğilmek zorundadır. İşte Maharshi'nin felsefenin özü bu gerçekte saklı!
Aynı felsefi gerçeğe Mevlana şu sözü ile dikkat çekmektedir: 
''Ten canın aynasıdır, hem can tenin, Lakin olmaz can gözü her kimsenin'' (Mevlana )
Can kavramı burada ruhsal enerjinin kendisini ifade eder. Ten de fizik beden kafesini ifade eder.Kişiyi saran içine alan aura alanı (ışık bedeni) düzeyinde CAN ile TEN  birleşir.Can, aura enerjisi ile fizik bedeni içine alır.Düşüncelerin değişen vibrasyonları ışık bedenin titreşimlerini değiştirir, değişen ışık bedenin titreşimleride fizik bedeni oluşturan atom altı enerjinin temel titreşim oktavını manyetik rezonans kanunlarınca değiştirir. Böylece manyetik alanlar vesilesi ile farklı uzay ve zaman noktaları arasında boyutsal bir kayma ile fizik beden teleporte edilebilir (Tayyi -Mekan).
''Bütün kainatın mayası sevgidir. Sevmek idrakten doğar'' Söz içinde nakş olan Hakikat'e de ancak kalp içinde zuhur eden aşk merdiveni ile yükselebilirsiniz. Oraya kalp'ten gidilir.Ancak işin aslını kalp düzeyinde anlayıp idrak ettiğinizde teleportasyonda başarılı olabilirsiniz.
SÖZ'den HAL'e geçişin sırrını Mevlana'nın şu dizelerinde tamamıyla yakalar ve bu sırrı tüm ihtişamı ile  okuyarak bu gerçeğin idrakine doğu yükselebiliriz! Ramana Maharshi'nin ifadelerini böylesine bir dinleme misali okuyabilirsek teleportasyonda başarılı olabiliriz.Dinlemek burdaki manası ile gerçeği (hakikati) zihinden görmek demektir.Kulakla dinlemek değil! Can kulağı ile dinlemek sözün manasına erip kelimedeki kayıtlı anlamı (idraki) kavrayıp içselleştirip bir idrak sıçrayışı yapabilmektir.

DİNLE 



Çünkü; dinlemek, dokunmaktan, tatmaktan, koklamaktan hatta görmekten daha önemli ve daha önceliklidir. Beş duyun ile elde ettiğin bilgilerin hepsinin doğruluğundan emin olamazsın. Algıladıklarını bilgi düzeyine yükseltebilmen için ayrıca çaba harcamak zorundasın. Bu çabanın en azı ve en verimlisi dinleyerek algıladıkların için olacaktır. Göz’ün kapağı vardır, kapanabilir; görevini yapabilmek için ışığa muhtaçtır. Ayrıca hem yön’le hem de açıyla sınırlıdır. Gözün algılayabileceği varlıklar da sınırlıdır. Sadece somut varlıkları, o da gerekli şartlar mevcutsa görebilirsin. Işık yoksa, karanlıktaysan göremezsin. Ama duyabileceklerinde böyle sınırlar yoktur. Somut varlıklardan soyut varlıklara, bu âlemden, ledûnne, ahirete, melekûta, ilhama, işraka, hisse ve akla dair her türlü hadisenin, vakıanın, mefhum ve mânâ’nın bilgisine, bütün bunların ve en önemlisi ‘kendi’nin gerçeğine ancak dinleyerek ulaşabilirsin. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri dinleyenleri muhatab almıştır. Vahye mazhar olanların hepsi “dinleme” hassasına sahip olanlardandır. 

Duymak, işitmek yetmez; dinle. Öyle dinle ki, ses ve söz önce bilgi’ye sonra hikmet’e dönüşsün. Koyun kaval dinler gibi değil, ağaç topraktan, yaprak yağmurdan suyu çeker gibi dinle. Kulağın kapağı yok, açman gerekmez; aklını aç, kalbini aç, insafını aç ki dinlemiş olasın. (Mevlana)


Keramet ehillerinin tasavvufu, hiç bir zaman bir felsefe görüşü ya da hayali bir bilgi olmamıştır. 
Onların tasavvufu, irfan, hakikat, aşk ve cezbe aleminde olgunlaşmadır.Ancak bu cezbedir ki bir kum 
tanesini güzeller güzeli bir inciye dönüştürebilen ilahi hikmeti evliyanın ellerine bahşeder.(Çetin 
BAL- 2008)


Tasavvuf öğrenimi içinde hikmet'e, marifet'e, sır'a, hakikat'a dair kitaptan okuyarak bilgi 
edinmek mümkündür. Lakin kitaptaki ilim kal(söz)ilmidir. Bilgi sizin zihninizde de kitapta durduğu 
gibi duruyorsa siz söze vakıf bir filozof olursunuz.Bu durumda Siz bilgiyi taşırsınız. Ama bilgi 
sizi taşısın istiyorsanız sözün içindeki manaya vakıf olmalısınız. O mananın haleti ruhiyesi içine 
girmek demek sözün idrakine varmak demektir.Herşeyin ondan geldiği o aklı kül noktasının bilgisine 
vakıf olmak sözle mümkünken o noktanın haline vakıf olmak aşk'la mümkündür.


Keramet ehlinin sırrına erişmek o hale talip olanlara sarfettiği kelimelerle değil kelimelerin 
sizlerde nasıl bir manevi tesir uyandırdığı ile alakalı olup o tesire mazhar olabilmekle ilgili bir 
husustur.(Çetin BAL)

Keramet ehlinin sohbetlerine katılan 10 kişide mürşidin sohbetine ve mürşidin manevi enerjisine 
mazhar olurlar.Mürşit müritlerin gözleri önünde yerden bir metre kadar havaya yükselir.Ve nasıl 
yaptığını izah eder.Ama müritlerden sadece üçü mürşitin bu haleti ruhiyesini yakalayıp havaya 
yükselmeyi başarırlar.Mesele şu ki sohbeti kim nasıl dinledi nasıl anladı, kim nasıl bir idrake 
ulaştı. Sohbete katılan kaç kişi kendi sınırlı gerçeğini terkederek varlığını tüm benliğini 
mürşidin gerçekliğine açabildi onu alıp varlığına katabildi? İşte mesele burda! İşte söz ehlinden 
hal ehline geçebilmenin sırrı burda! Anlayabilene çok sır var burda! Anlamayana hiç bir sır yok!



Yunus'un Şiirlerinden dem vurmakla yunus olunsaydı, Mevlana'nın veciz sözlerini ezbere bilmekle 
Mevla'ya varılsaydı bugün sokaklar evliyadan geçilmezdi. (Çetin BAL- 2008 )


Hikmet yazılanı okunduğu gibi anlamaktan ibaret olsaydı, keramet okumaktan gayrısı olmasa idi 
ortalık mevlana'lar dan, İsa'lardan, Musa'lardan, Şems'lerden geçilmez olurdu.(Çetin BAL - 2008)

Herkes gözleri ile okuyarak kulakları ile duyarak söz ehli bir filozof olabilir.Söze vakıf 
olabilir. Ama herkes sözlerin işaret ettiği hale vakıf olamaz! (Çetin BAL)

Mevlanam derki siz karşıdaki kişinin sizi anladığı kadarsınızdır. Ama o mevlanamın o haline yol 
uğradığınızda sözün bu kadarla bitmediğinide anlarsınız. ve söylenmeyen sözler sizden 
dökülüverir...

''Ne söylerseniz söyleyin ne derseniz diyin siz karşıdakinin sizi anladığı kadar olmakla birlikte 
daha içeride siz idrak ettiğiniz sözün kendisi kadarsınızdır.'''

Söz ehli filozof ten gözünün ona gösterdiği kadarı ile mütalaa ederken dünyayı, sufi, kalb gözü ile 
görüp can kulağı ile dünyayı dinler.Filozof aklınca ararken gerçeği, sufi aynı gerçeği gönlünce 
arar! (Çetin BAL)


Herkes yerden havalanıp kaf dağının ötesine varan kuşların hikayesini tasvir edebilir. Ama herkes o 
kuşlar gibi kanatlanıp uçarak keşf ehline katılacak istidata sahip olamaz.( Çetin BAL)


Bu evrensel gücün sizden akarak (sizin zihin aynanızdan yansıyarak) çevreye tesir etmesini engelleyen şey temelde tek bir kavram altında özetlenecek olursa bu kavram EGO dediğiniz şeydir.
Kıskançlık, nefret, haset, kin, böbürlenmek, öfke, korkular, ... vb. gibi tüm negatif düşünsel aktiviteler gönül aynasını temsil eden içsel safiyetinizi kirletir ve bu aynayı karartırlar.Zihniniz matlaşmış bir kristal halini alır. Yaşam enerjiniz tükenir, auranızın ışığı zayıflar kararır. Tanrısal enerjinin ışığına karşı kapalı bir bilinç haline gelirsiniz.
Ama varlığınıza dolan sevgi, anlayış, tevazu, şefkat, tüm iyi niyet duyguları sizi olmadığı kadar genişletir, büyütür ve gönül aynanızı saflaştırır.Zihniniz şeffaflaşır, saflaşmış temiz bir kristal halini alır.Tanrısal enerjinin ışığı sizin varlığınız içinden akarak sizi yaşamla doldurur. Yaşam enerjiniz ileri düzeylerde ölüleri bile diriltecek bioenerjik bir noktaya doğru yükselir. Yaşam enerjisi sizden taşarak çevrenize ışıklarını genişleyen halkalar şeklinde yayar. Yaşadığınız mekan evrensel bilincin yaşam ve zindelik veren huzur veren enerjisi ile dolar. Bu evrensel  ilahi iradi nur ve enerji ile dolup şarj olduğunuzda o enerjiye kanal olduğunuzda sanki evrensel elektrikle şarj olmuş bir pile benzersiniz.Sahip olduğunuz elektriği ( enerjiyi) istediğiniz bir amaç doğrultusunda kullanabilme imkanına sahip olursunuz.İster hasta olanlara bioenerji olarak şifa enerjisi verirsiniz isterse o enerjiyi teleportasyon gerçekleştirmek için uzay ve zamanı bükmekte kullanabilirsiniz.
''Zamanın, mekanın ve onun içindeki maddenin üstündeki bir boyuta ancak aşk merdiveni ile çıkabilirsiniz. Merdivenin ilk basamağına adım atabilmek ve yükselişe geçmek  için kalbten içeri girmelisiniz.'' Çetin BAL - Denizli -2008
''Allah aşkına meyletmemiş bir gönül kerameti kendine çekemez. Keramet demir tozu ise o hali kendine çeken mıknatısta allah aşkıdır.'' (Çetin BAL)


Çetin BAL: Bilgiden ve öğrenmekten amaç insanın kendisini bilmesi ve anlamasıdır.Ama bu hayali bir bilgi mütalaası olmamalıdır. Bilmek, Olmak yada SÖZ  EHLİ'nden HAL EHLİ'ne geçmek denen iki ayrı düzlem vardır. Sadece felsefik entellektüel bilgi düzleminde kalmak bilginin eyleme konmamasıdır. O konumda alim olursunuz. Bilginin içinde değilsinizdir dış itibarı ile kendi gerçeğinizin ( hakikatin) bilgisine vakıf olmuşsunuzdur sadece. İnsana dair tüm  bilgilerin keşfinde anlaşılıp kavranmasında ve gönlün bu sonsuz bilgi ile dolmasında ve  kana kana hakikatin bilgisinin içilmesindeki amaç hakikatin kendisine katılmaktır. Tüm alimler sahip oldukları bilgiler ile dağ taş akarak ses yapan akarsulara benzerler. Eğer bu akarsu hakikat denizine varıp karışmazsa asla susmaz! Varlığın birliğine dair olan kanaate ulaşamaz! Ve herşeyin bir NOKTA  olduğu o ilim denizine o aşk deryasına varıp ilmini tek bir noktanın sonsuzluğu içinde idrak edecek anlayıştan  mahrum kalır. Dolayısı ile hakikate  dair sözlerden öteye geçemez o alim! Biz bugün varız yarın yokuz. Bilin'ki mevlalardan  öte mevlalar var. Anlamakta, kavramakta, bilmekte bir son yok! Gün gelir bu demlerde başkaları konuşur elbet. Ama her hakikat eri kendi aklının gönlünün kabı kadar konuşur, şiir yazar, söz söyler. Karşıdakide ancak kendi aklının  kabı kadarlık bir anlayışa haiz olabilir.O kadarını alabilir. Burda bu sözleri okuyan hakikat yolcuları için önemli bir hususun altını  çizmeden geçemeyeceğim. Gönül, bilgi ve tefekkür deryası içinde demlenirken bilgi sizin varlığınıza katılmalı yani  size dönüşmeli yada siz o bilgiye dönüşmelisiniz.Bilgi sizin tarafınızdan sindirilip, varlığınıza katılıp bir idrak alevine dönüştürülmeli. Bu idrak sizi saran auranızda görülür bir hal alır.

Neticede bilgi sizi öyle bir noktaya götürmeli ki fizik bedeniniz dediğiniz maddi kalıbın kendi düşüncelerinizin bir yansıması olduğunu anlamalısınız.Bu idrakte derinleştikçe kendi fizik bedeniniz dahil sizi içine aldığını düşündüğünüz tüm madde evreninin sizin gönül aynanızdan yine size yansıyan bir görüntüler dünyasından  ibaret olduğunu idrak edersiniz.Öyleyse gönülden geçen her düşüncenin maddeler üstünde derin bir tesire sahip olduğu bir idrak demine geçtiğinizde bu hal, bilginin, aklın , zihnin, gönlün, idrakin tüm arayışlardaki nihai noktaya vararak artık o NOKTA olmanın deneyimi içinde tüm arayışını sonlandırmasıdır. Bu bilginin anlayışın ve halin daha ötesine geçmek için en başa dönmelisiniz. Nokta aslında başlangıcı ve sonu aynı andalık içinde kendinde taşıyan açılan ve kapanan bir sır olarak kendini tamamlamış olur. Sözler ancak bu gerçeği buraya kadar ifade edebilirler. Keza Hz. Ali'nin Allah'ın varlığına dair yaptığı izahat bile sözlerin bu gerçeği tarif edebilmek için daha da ötesinde geçit veremeyeceği bir anlamsal derinlik içerir.Hz Ali'nin dediği gibi ''Akıl tamam olunca söz noksanlaşır.''  'Hz.Ali'nin Tanrı Tanımı' konulu Yaşar Uçar' ın bir makalesinden kısa bir alıntı ile bu izaha yer verelim.

[ Hz. Ali’nin Tanrı tanımı şöyle: “O öyle bir mabuttur ki, derin düşünceler onu idrak edemez, anlayış derinliklerine dalış zatının özüne varamaz. O’na bir sınır yoktur ki sıfatını sınırlayabilsin, bir nitelik yaratılmamıştır ki zatına layık olsun. Yoktur O’na sayılı bir an, yoktur O’nun için ertelenmiş bir zaman. O’nu nitelemeye kalkışan bir başkasına eşitlemiş sayılır, eşitleyen ikiliğe düşmüş olur, ikiliğe düşen parçalamış olur, parçalayan O’nu tanımamış olur. O’na işaret eden, O’nu sınırlar, sınırlayan sayıya döker. Nerde diyen, O’nu bir yerde sanır, bir yerde diyense başka yeri Onsuz sanır. Vardır yaratılmaksızın, mevcuttur yokluktan var olmaksızın. HER ŞEYLE BİLEDİR, BERABER DEĞİL . HER ŞEYDEN GAYRIDIR, AYRI DEĞİL . Görendir görülen yokken. Birdir, bir varlığa muhtaç olmaksızın…”


Tanımın olağanüstülüğü büyük harflerle yazdığımız cümlede gizli, yani “Her şeyle biledir, beraber değil. Her şeyden gayrıdır, ayrı değil” cümlesinde. Tarifin tüm ruhu bu cümlede toplanmış gibi, diğerleri yargıyı pekiştirmek için kullanılan cilaya benziyor! İlk bakışta, Hz. Ali’nin laf cambazlığı yaptığı, öylesine bir tekerleme söylediği izlenimine kapılıyor insan. Ama değil, biraz derin düşününce ilahi bir zekanın karşısında şapka çıkarmak zorunda kalıyorsunuz. Tanrının her şeyle beraber olması, ama birlikte olmaması; her şeyden gayrı olması, ama ayrı olmaması ne anlama gelir? Bu ne biçim iştir ki, bir şey her şeyle hem beraber olacak, hem olmayacak. Bir şey her şeyden hem gayrı olacak, hem de ayrı olmayacak, bu mümkün mü? Tam paradoks!



Oysa sınırlı kelimeler kullanarak sınırsız olanı tanımlamanın tek yolu bu. Paradoksun gizemli yapısını kullanıp Tanrının ne olmadığını söyleyerek ne olduğunu açıklamanın tek yolu, çünkü hiçbir kelime Tanrının ne olduğunu açıklayamaz. Hz. Ali, Tanrı her şeyle beraber değildir, her şeyden gayrıdır diyerek onun ne olmadığını açıklamakla kalmıyor, aynı zamanda onu yaratılmış hiçbir şeye denk sayamayacağımızı da dile getirmiş oluyor. Kısaca, tarifin tenzih (reddetme) bölümü Tanrıyı yaratılmış her şeyden soyutluyor. Sonra tarifin teşbih (benzetme) kısmına geçip, aslında Tanrı her şeyle birliktedir, onlardan ayrı değildir diyerek tenzih - teşbih döngüsü tamamlanıyor. Yani, yaratılmış hiçbir şey “Ben Tanrıyım” diyemez, çünkü Tanrı yarattıklarından münezzehtir, ama O’nun cevherinden yaratıldığı için her şey Tanrıdan bir parçadır, bu yüzden Tanrı parçalarından ayrı olamaz demeye getiriyor. Kısaca, Tanrı önce yarattığı her şeyden soyutlanıyor, sonra yarattıklarıyla tekrar birleştiriliyor. Böylece hem Tanrının “Zat” mertebesi korunmuş, hem de yaratıklarıyla bağı koparılmamış oluyor. Bir anlamda, önce Tanrıyı her tür kavramdan soyutlayarak yokluk’a ulaşılıyor, ardından benzetme yoluyla varlıkla ilişkisi tekrar kuruluyor.



Bu ilahi tarifin başardığı tek şey Tanrıyı tanımlamak değil elbette, Hz. Ali çok daha fazlasını yapıyor. Her yaratılmışın Tanrısal cevher taşıdığını söyleyerek insanın da Tanrı parçası olduğunu, dolayısıyla “Ben Tanrı’yım” diyebileceğini ima ediyor! Tasavvufi ekollerin hemen hepsinin şecerelerini Hz. Ali’ye dayandırmaları boşuna değil, çünkü “ilim şehrinin kapısı” onlara “Enel Hak” deme ayrıcalığını bahşediyor! Tanrının her şeyle birlikte olmasının, onlardan ayrı olmamasının bir anlamı da bu! Şah-ı Merdan’ın tarifinden yola çıkarak var olan her şey “Ben Tanrıyım” diyebilir, çünkü Tanrının cevherinden yaratılmıştır. Ama hiçbir varlık “Sen Tanrısın” diyemez, çünkü Tanrıya ortak koşmuş, put yaratmış olur, dahası kendi Tanrılığını inkar etmiş, ilahlık payesini bir başkasına devretmiş olur. İşte bu yüzden, İslami düşüncenin omurgasını oluşturan tasavvufi ekoller Hz. Ali’ye ne kadar teşekkür etseler, ne kadar bağlılık duysalar azdır. Eğer Veliler Şahı insanın Tanrısallığına vurgu yapmasaydı, İslam çoktan katı dogmalar yığını haline gelirdi.]


Çetin BAL: Kısaca Tasavvuf Nedir?

[ Temelinde insan sevgisi bulunan her dine , mezhebe ser inanca saygı duyan ve hoşgörü ile bakan, dil, din, ırk, renk , farkı gözetmeyen eline diline sahip olma ilkelerini şart koşan, gelmek isteyen, inançlı insanları çatısı altına alarak manevi susuzluklarını gideren, insanları kendi içlerine dönerek kendi gerçeklerini keşfetmelerini sağlayan, şeriatın (dinsel tutuculuğun) bağnaz kurallarına bağlı olmayan, ve  dinleri daha geniş açılı bir şekilde sembolik anlamlarının dışında yorumlayan, aslı doğruluk, kemali dostluk, cevheri, merhamet, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, meyvası sevgi hamuru ile yoğrulmuş, insanı Kamil ve erdemli insan yaratmayı ön gören, korkuyu aşıp sevgi ile tanrıya yönelen, Enel-Hak ile insanın özünde tanrıyı gören, yaradan ile yaradılan ikiliğinden Varlık Birliğine varan, edep ve ahlaklığı yaşamın temeline oturtan, insanı yücelten, hamurunda hem ilahiliğin hemde irfaniliğin mayası bulunan; kişinin ahlaklı ve karakterli yaşam ilkelerini belirleyen, dini biçim ve şekil olarak değil, gerçek anlamıyla algılayan, dini bağımsız bir irade gücü ve batını özelliği ile evrimleştiren akıl ve şuurlu iman bütünlüğünde birleştiren bir bilgi felsefesi yada evrensel bir öğretidir. İnsana ait evrensel bir bilgi felsefesini yaşama uyarlama sanatıdır tasavvuf!

Bu öğretinin dünya üstündeki kökenlerinin  Tibet, Hindistan ve ordan da kadim MU ve Atlantis uygarlıklarına kadar uzandığı söylensede  bu Evrensel Bilgi Felsefesi'nin  karanlık uzay boşluğunu dolduran sayısız ışıklı uygarlığın kabül ettiği bir öğreti sistemi olduğunu söylemeliyim.Hz. İsa ve Buda'nın öğretileride aynı kadim kaynaktan beslenmektedir.Her ne kadarda bilginin kökenlerini bir takım kaynaklara atfetsekte bu durum Buda yada İsa'nın orijinal olmadığı anlamına gelmez.Yada bu gerçek bizim burda kullandığımız sözlerin orijinal olmadığı anlamına gelmez! Bir kitabın sayfaları arasından alıp okuyup yada birilerinden duyup burda bunları yazıyor değiliz. Hepimizi aynı sonsuzluk fanusu içinde bir araya getiren enerji denizinden beslensekte her gönül ehlinden çıkan söz kendi aklının derinliğincedir. Sonuç itibarı ile insanın kendi özü  sonsuz bilginin pınarıdır.Tüm kaynaklar sonuçta tek bir ana kaynağa bağlanırlar. Bu ana bilgi kaynağı EVRENSEL BİLİNÇ'in kendisidir! ]



Hz.Ali'nin özdeyişleri

        
  • Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.
  • Görmediğim Allah'a inanmam
  • İnsan, dilinin altında gizlidir.
  • İnsanlar, bilmedikleri şeye düşmandırlar.
  • Bilgi, tükenmeyen bir hazinedir; akıl eskimeyen, yıpranmayan bir elbisedir.
  • Hikmet; akıllıların bahçesi, ermişlerin mesîresidir, gezinti yeridir.
  • İlim, maldan daha hayırlıdır. İlim seni, sen de malı korursun.
  • Kalblerin gafletine, gözlerin uyanık olması fayda vermez.
  • İnsan, sözü ile tartılır veya işi ile değerlendirilir. Seni zînet yönünden ağır getirecek şeyi söyle ve kıymetini artıracak şeyi yap.
  • Konuşun da tanışın, çünkü insan dilinin altında gizlidir.
  • Kimin söylediğine değil, ne söylediğine bak.
  • Sözün güzelliği, kısalığındadır.
  • "Kişi Tevazusuyla Yükselir..." Hz. Ali (K.V)
  • "Akıl Tamamlandığında Söz Noksanlaşır" Hz. Ali (K.v)
  • "Kişi Bilmediğinin Düşmanıdır" Hz. Ali (K.v)
  • Yükseklik taslamak alçaltır, alçak gönüllülük yükseltir.
  • Âlim, câhili hemen tanır, çünkü daha önce o da câhildi. Câhil âlimi tanımaz, çünkü daha önce âlim değildi.
  • Bilgin bir söz ehli olamıyorsan, hiç olmazsa dikkatli bir dinleyici ol.
  • Kötü insan, hiç kimseye iyi zan beslemez. Çünkü o, herkesi kendisi gibi görür.
  • Kalp kör olduktan sonra gözlerin görmesinde hiçbir fayda yoktur.

Hz. Ali'nin "Görmediğim Allah'a inanmam" sözü hakkında 



Hz. Ali ve diğer İslam büyüklerinden sadır olan bu tür sözler, İmanda ayne'l-yakîn ve hakka'l-yakîn mertebelerini ve ihsan kıvamını göstermektedir: "Allah'ı görürmüşçesine kulluk." Bir bakıma "vahdet-i şühû»d" da diyebileceğimiz bu makam, Allah'a îmanın şühû»da dönüştüğü makamdır. Burada görmekten kasdedilen illa basar gözüyle Allah'ın zatını görmek değildir. Bu görme basiretle Allah'ın kudretini, yüceliğini ve bir oluşunu, sıfat ve isimlerinin tecellîlerini görmektir. Sıfattan mevsû»fa geçip Hakk'ı idrak etmektir.
  

''Ben konuşan Kur’anım.'' ( Hz Ali )


Hz. Ali buyurdu: "Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız."



"Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allah'u Teâlâ bilir' demekten sakınmasın."

"Kalpler, kaplara benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu olanıdır."


Cahil ile sakın latife etme. Dili zehirli olduğundan gönlünü yaralar.



Cömertlik, istemeden önce vermektir; istendikten sonra vermek utançtandır ve kötüdür.

Çok akıllı insanlar başkalarının hatalarından öğrenirler ve hata yapmazlar; akıllı insanlar hata yapar ve ders çıkararak bir daha yapmazlar; ahmak insanlar da sürekli hata yapar, gene de ders çıkarmazlar.

Çok yemekle, anlayış ve zeka bir arada bulunmaz..Hz.Ali(r.a)
İyi ve Güzel ahlâk sahibi olan bir Kimse, dostunun değil, Düşmanının Bile hatırını kırmak istemez. Bundan insanın dostuyla nasıl geçinmesi lâzım geleceği anlaşılır Hz.Ali(r.a)
Ayıp işler yapanlar, başka kimselerin ayıp ve kusurlarını sağa sola anlatmayı, yaymayı çok isterler ve severler. Böylece kendi ayıplarının gerekçelerini genişleterek. kusurlarının gizleneceğini sanırlar.!!!!

“Bilmediğini bilmeyen katmerli cahildir ondan kaçınız. Bilmediğinin farkında olan öğrenmeye isteklidir, ona yardımcı olunuz. Bildiğinin farkında olmayan uykudadır, onu uyandırınız.” 



Dil aklın tercümanıdır.
Dilini küfre alıştırma. Tatlı dilli ol. Yoksa önüne gelene havlayan köpeklere dönersin.
Dilsiz ol, yalancı olma.
Edep, aklın suretidir.
Dindarlığın en üstünü, dindarlığı gizlemektir.
Doğruluk, hakkın dilidir.
Dostlukta aşırı gitme, kimbilir belki o dostun bir gün düşmanın olur, düşmanlıkta da aşırı gitme, kimbilir belki o düşmanın bir gün dostun olur.
Dünyanın en değerli hazinesi öğüttür, ama ondan ucuzu da yoktur.
En ahmak insan, kendini herkesten akıllı sanandır.
En akıllı insan, öğütleri dinlemekten vazgeçmeyen insandır.
En büyük zenginlik akıl, en şiddetli yoksulluk ahmaklıktır.
En güzel ahlak tevazu, yumuşaklık ve tatlı dilde bulunur.
Halk için en büyük felaket, düşünce ve bilim adamlarının düşük ahlaklı kimseler oluşudur.

Hiç kimsenin hatasını yüzüne vurmayınız. O hatayı işleyene hatasını, başka birini misal göstererek anlatınız.



Hayrı yapan, hayırdan da hayırlıdır; şer isteyense şerden de kötüdür.

İki şey vardır ki sonu bulunmaz; ilim, akıl.
İnsanın değeri, önem verdiği şeye göredir.

Kendini bilen Rabbini bilir.

Soruya verilen cevap çoğalınca doğru gizli kalır.

Utancın üstünü, insanın kendinden utanmasıdır.

Üstünlük taslamak ayıpların en kötüsüdür.
Dilini neye alıştırırsan onu söyler.
Akıllı düşman cahil dosttan daha iyidir.
Düşmanda olsa akıllı olan kadir kıymet bilir. Doğruyu yanlışı tartar, ayırır. Ama cahil dostuna dünyaları versende önünde paspas olsanda ne kadir bilir ne kıymet. (Çetin BAL)
Akılsız dostunuzun kadir kıymet bilmez sözleriyle kalbinize tesir eden dil yarası  düşmanınızdan alacağınız kılıç darbesinden daha çok acıtır yüreğinizi. ( Çetin BAL)
İnsanın giyinebileceği en güzel elbise terbiyedir. Takabileceği en güzel süs edebtir! Eğer haya ve edeb elbisesine sahip olamazsanız utancınızdan Allahın huzuruna çıkamazsınız! Edebten nasibinizi almamışsanız Allahın sevgisine mazhar olmanızda zordur. (Çetin BAL)

Dilden çıkan güzel sözler kalbin güzellikle dolu olmasındandır. (Çetin BAL)

Kalpte ne varsa dilde de o vardır. (Çetin BAL )

Dil kalbin aynasıdır. (Çetin BAL)
En kötü dost, seni şak şaklayıp eksiklerini örtendir.
Kalabalık arasında öğüt vermek azarlamaktır.
Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz. ( Hazreti Ali )

"Servetin en büyüğü akıldır." 



"Eğrinin gölgesi de eğridir."

İyi ve kötü insana aynı değeri vermek doğru değildir, bu suretle birincisini iyilikten soğutur, ikincisini kötülük yolunda cesaretlendirirsin. 



"İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız."
Bin kapıdan yüz bin kaleden içeri girebilirsin de küçücük bir gönülden içeri giremezsin.
İnsana bin dost az, bir düşman çoktur.
Binkere Mazlum olmak; birkere zalim olmaktan iyidir... Hz.Ali (r.a)
Kaynak.....Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 
Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkey / Denizli 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...