02 Eylül 2013

TAM İLMİHAL BİRİNCİ BÖLÜM

 TAM ‹LM‹HÂL
SE’ÂDET-‹ EBED‹YYE
YÜZALTINCI BASKI
Hâz›rlayan
HÜSEYN HILMI ISIK
“Rahmetullahi aleyh”
[1911-2001 Eyyûb-Istanbul]
HAKÎKAT KITÂBEVI
Darüssefeka Cad. 53 P.K.: 35 34083
Tel: 0212 523 45 56 - 532 58 43 Fax: 0212 523 36 93
http://www.hakikatkitabevi.com.tr
e-mail: bilgi@hakikatkitabevi.com.tr
Fâtih-ISTANBUL
MAYIS-2009
– 1 –
– 2 –
Derin âlim, fazîletli merhûm seyyid Ahmed Mekkî efendi hazretlerinin, (Se'âdet-i
Ebediyye) kitâb›n›n beflinci bask›s› bafl›na yazd›¤› arabî takrîz tercemesi.
Bismillâhirrahmânirrahîm ve bihi sikatî
Beyândan bilmediklerimizle bizleri ni’metlendiren Allahü teâlâya hamd olsun!
Do¤ru söyleyenlerin en iyisi ve kendilerine Fasl-› hitâb ve hikmet verilenlerin en
üstünü olan sâhibimiz ve efendimiz Muhammed aleyhisselâma ve Onun temiz Âline
ve insanlar aras›ndan Onun için seçilmifl olan Eshâb›na, salât ve selâm olsun!
Asr›m›z›n fâd›llar›ndan, zemân›m›z›n bir dânesinin yazm›fl oldu¤u (Se’âdet-i
Ebediyye) kitâb›na göz gezdirdim. Bu kitâbda, kelâm, f›kh ve tesavvuf bilgilerini
buldum. Bunlar›n hepsinin, bilgilerini nübüvvet kayna¤›ndan alm›fl olanlar›n
kitâblar›ndan toplanm›fl oldu¤unu gördüm. Bu kitâbda, Ehl-i sünnet velcemâ’at
i’tikâd›na uygun olm›yan hiçbir bilgi, hiçbir söz yokdur. Allahü teâlâ, Ehl-i sünnet
âlimlerinin çal›flmalar›na ve bu kitâb›n yazar›n›n çal›flmas›na iyi karfl›l›klar ihsân
buyursun! Âmîn.
Ey Temiz gençler! Dînî ve millî bilgilerinizi, bu latîf, benzeri bulunm›yan, belki
de, ileride bir benzeri yaz›lam›yacak olan, bu kitâbdan al›n›z!
Yâ Rabbî! Bu k›ymetli kitâb›n yazar› olan Lofcal› merhûm Muhammed Sa’îd bin
‹brâhîm efendinin o¤lu Hüseyn Hilmi Ifl›k› mes’ûd ve mubârek et, yümünlü eyle!
Âmîn. Allah›m! Onun anas›ndan, babas›ndan ve kerîm olan merhûm hocalar›ndan
râz› ol! Peygamberlerin en üstünü hurmetine “sallallahü aleyhi ve sellem” bu
düây› kabûl buyur! Âmîn.
Cum'a
7 Temmuz 1967 29 Rebî’ul-evvel 1387
Kullar›n en afla¤›s›, islâm âlimlerinin hizmetcisi,
‹stanbulda Kad›köy müftîsi,
Arvâsî zâde
Esseyyid Ahmed Mekkî Üç›fl›k
Baskı: Ihlâs Gazetecilik A.S.
29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna-ISTANBUL
Tel: 0.212.454 30 00
T A M I L M I H Â L
SE’ÂDET-I EBEDIYYE
Ö N S Ö Z Ü
Iste budur, miftâh-ı genc-i kadîm;
Bismillâhirrahmânirrahîm.
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbını yazmaga E’ûzü ve Besmele okuyarak baslıyorum.
E’ûzü okumak, (E’ûzü billâhi minesseytânirracîm) demekdir. Besmele okumak,
(Bismillâhirrahmânirrahîm) demekdir. Abdüllah ibni Abbâs diyor ki, Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Kur’ân-ı kerîme saygı göstermek,
E’ûzü okuyarak baslamakla olur ve Kur’ân-ı kerîmin anahtarı, Besmeledir). Bunun
için, bu kitâba bu ikisini okuyarak baslanmasını, okuyucularımdan istirhâm ederim.
Böylece kitâbı, bu iki zînet ile süslemis ve bu iki hazînede, dostlar için toplanmıs
olan fâidelere kavusmus olursunuz! Allahü teâlâya yaklasmak isteyenler, E’ûzüye
yapısmakda, Ondan korkanlar da, E’ûzüye sarılmakdadır. Günâhı çok olanlar
E’ûzüye sıgınmısdır. Allahü teâlâ, Nahl sûresinin doksanyedinci âyetinde meâlen,
Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem” (Kur’ân-ı kerîm okuyacagın zemân
E’ûzü... söyle) buyurmusdur. Bu emr, (Allahın rahmetinden uzak olan ve gazabına
ugrayarak dünyâda ve âhıretde helâk olan seytândan, Allahü teâlâya sıgınırım,
korunurum, yardım beklerim. Ona haykırır, feryâd ederim de!) demekdir.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Hoca çocuga, Besmele
okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, çocugun ve anasının ve babasının ve hocasının
Cehenneme girmemesi için sened yazdırır). Abdüllah ibni Mes’ûd “radıyallahü
anh” diyor ki, (Cehennemde azâb yapan ondokuz melekden kurtulmak istiyen,
Besmele okusun! Besmele, ondokuz harfdir). Levh-i mahfûzda, ilk yazılan,
Besmeledir. Âdeme “aleyhisselâm” ilk gelen, Besmeledir. Mü’minler, Besmele yardımı
ile, Sırâtdan geçer. Cennet da’vetiyyesinin imzâsı Besmeledir.
Besmelenin ma’nâsı: (Her var olana, onu yaratmakla iyilik etmis ve varlıkda durdurmakla,
yok olmakdan korumakla iyilik etmis olan Allahü teâlânın yardımı ile,
bu kitâbı yazabiliyorum. Ârifler, Onu ilah olarak tanıdı. Âlemler, Onun merhameti
ile rızk buldu. Günâh isliyenler, Onun rahmeti ile Cehennemden kurtuldu)
demekdir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîme bu üç ismi ile basladı. Çünki, insanın üç
hâli vardır. Dünyâ, kabr ve âhıret hâlleri. Insan, Allahü teâlâya ibâdet ederse, dünyâda
islerini kolaylasdırır. Kabrde ona acır, âhıretde günâhlarını afv eder.
Elhamdülillah! Herhangi bir kimse, herhangi bir zemânda, herhangi bir yerde, herhangi
bir kimseye, herhangi bir seyden dolayı, herhangi bir sûretle hamd ederse, bu
hamd ve senâların, medhlerin hepsi, Allahü teâlânın hakkıdır. Hamd, bütün ni’metleri
Allahü teâlânın yaratdıgına ve gönderdigine inanmak ve söylemek demekdir.
– 3 –
Sükr, bütün ni’metleri islâmiyyete uygun olarak kullanmak demekdir. Ni’met, fâideli
sey demekdir. Ni’metler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarında yazılıdır. Ehl-i
sünnet âlimleri, meshûr olan dört mezhebin âlimleridir. Herseyi yaratan, terbiye
eden, yetisdiren, her iyiligi yapdıran, gönderen hep Odur. Kuvvet ve kudret sâhibi
yalnız Odur. O hâtırlatmazsa, kimse, iyilik ve kötülük yapmagı irâde, arzû edemez.
Kulun irâdesinden sonra, O da istemedikce, kuvvet ve fırsat vermedikce, hiçbir kimse,
hiçbir kimseye, zerre kadar, iyilik ve kötülük yapamaz. Kulun istedigi herseyi,
O da irâde ederse, dilerse yaratır. Yalnız Onun diledigi olur. Iyilik ve kötülük yapmagı,
çesidli sebeblerle hâtırlatmakdadır. Merhamet etdigi kulları kötülük yapmak
irâde edince, O irâde etmez ve yaratmaz. Iyilik yapmak irâde etdikleri zemân,
O da irâde eder ve yaratır. Böyle kullardan hep iyilik meydâna gelir. Gazab etdigi
düsmanlarının kötü irâdelerinin yaratılmasını, O da irâde eder ve yaratır. Bu kötü
kullar, iyilik yapmak irâde etmedikleri için, bunlardan hep fenâlık hâsıl olur. Demek
oluyor ki, insanlar, bir âlet, bir vâsıtadır. Kâtibin elindeki kalem gibidir. Su kadar
var ki, kendilerine ihsân edilmis olan (Irâde-i cüz’iyye)lerini kullanarak, iyilik yaratılmasını
istiyen, sevâb, kötülük yaratılmasını istiyen, günâh kazanır. Allahü teâlâ,
insanların istekli islerini onların irâdeleri ile yaratmasını ezelde dilemisdir. Islerin
insan irâdesi ile yaratılması, ezeldeki ilâhî irâde ile yaratılması demekdir.
Bütün düâlar, iyilikler, Onun Peygamberi ve en sevdigi kulu, insanların her bakımdan
en güzeli, en üstünü olan Muhammed Mustafâya “sallallahü aleyhi ve sellem”
ve Ehl-i beytine ve Eshâbına “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve bunları
sevenlere ve izlerinde gidenlere olsun!
Ilk tahsîlimi, baba yerim olan Istanbulda, Eyyûb sultânda, Resâdiyye nümûne
mektebinde yapdım. Evimden ve ilk mektebden din terbiyesi, din bilgisi aldım. Halıcıoglu
Askerî lisesi Orta ve Lise kısmında okurken, mekteblerden Kur’ân-ı kerîm
ve din dersleri kaldırıldı. Allahü teâlânın, sevgili Peygamberimizin ve islâm âlimlerinin
ismleri söylenmez oldu. Hiçbir hocamız din bilgisi vermiyordu. Onları yüksek,
olgun tanıyor, çok saygılı olmak istiyordum. Fekat, mukaddesâtıma saldıranları
görünce, hayâl kırıklıgına ugradım. Îmân ile küfr arasında bocaladım. Küçük
aklımla düsünerek, müslimânlık olarak ögrendigim bütün bilgilerimi inceliyordum.
Hepsinin fâideli, iyi, kıymetli oldugunu görüyor, bunları fedâ edemiyordum.
Altı sene, bu iki te’sîr altında sarsıldım. Birkaç sene önce, berâber oruc tutdugumuz,
nemâz kıldıgımız arkadaslarım, ögretmenlerin ve gazetelerin iftirâlarına aldanarak,
ibâdetden vazgeçdiler. Yalnız kalmak, beni dahâ da üzdü. Acabâ haksızmıyım,
yanlıs yoldamıyım diyordum. (m. 1929) senesinde, lise son sınıfda, onsekiz
yasında idim. Kadr gecesi, mektebde yatmısdık. Uyuyamadım. Saskın olarak, yatagımdan
fırladım. Düsüncelerimde, îmânda yalnız kalmısdım. Sıkılıyordum, bunalıyordum.
Bagçeye çıkdım. Gökyüzü yıldızlarla dolu idi. Eyyûb sultânın, ya’nî Hâlid
bin Zeydin türbesine karsı, Halîcin ısıklı dalgaları, sanki bana, üzülme, sen haklısın
diyorlardı. Hıçkırarak agladım. (Yâ Rabbî! Sana inanıyorum. Seni ve Peygamberlerini
seviyorum. Islâm bilgilerini ögrenmek istiyorum. Beni, din düsmanlarına
aldanmakdan koru!) diye yalvardım. Allahü teâlâ, bu ma’sûm ve hâlis düâmı kabûl
buyurdu. Kerâmetler, hârikalar hazînesi, ilm deryâsı Abdülhakîm efendi, önce
rü’yâda, sonra câmi’de karsıma çıkdı. Beni, cezb etdi. Eczâcı mektebinde talebe
iken, Bâyezîd câmi’i serîfinde va’zlarına, sonra evine gitdim. Bana acıdı. Sarf,
nahv, mantık, fıkh ögretdi. Çok kitâb okutdu. Fransızca Maten gazetesine de abone
etdirdi. Arabî ve fârisî ögretdi. (Emâlî kasîdesi)ni, (Hâlid-i Bagdâdî dîvânı)nın
bir kısmını ezberletdi. Sohbetleri o kadar tatlı, o kadar fâideli idi ki, çok def’a, sabâhdan
gece yarısına kadar yanından ayrılmazdım. Simdi, o sohbetleri hâtırladıgım
ânlar, hayâtımın en zevkli dakîkaları olmakdadır. (m. 1936)ya kadar askerî tıbbiyye
mektebinde müzâkereci iken, hem kimyâ yüksek mühendisligine devâm etdim,
hem de o islâm âliminin va’zlarından, sohbetinden ilm ve zevk topladım.
Kalbimdeki küfr pislikleri temizlendi. Islâmiyyetin dünyâ ve âhıret se’âdeti için, biricik
kaynak oldugunu anladım. Önceleri, büyük sandıgım kimseleri, islâm âlimle-
– 4 –
rinin büyüklükleri yanında, çocuk gibi gördüm. Onların ilm diye söyledikleri ba’zı
seylerin, ilmden, fenden çok uzak, alçakça düzülmüs plânlar, iftirâlar oldugunu anladım.
(m. 1936) dan sonra, Ankarada, Mamak kimyâhânesinde vazîfeli iken, almanca
ögrenmemi ve Imâm-ı Rabbânînin “kuddise sirruh” (Mektûbât)ını devâmlı
okumamı söyledi. Her fırsatda Istanbula gelip, ma’rifetler deryâsından inci, mercân
topladım. O ilm günesinin üfûlünden sonra, mahdûm-i mükerremi, Üsküdar,
sonra Kadıköyü müftîsi, fazîletli seyyid Ahmed Mekkî efendinin halka-i tedrîsine
kabûl buyuruldum. Büyük bir sefkat ve mehâret ile, (fıkh), (tefsîr), (hadîs), ma’kûl
ve menkûl, üsûl ve fürû’ ilmlerini ta’lîm buyurup beni, 27 Ramezân-ı mubârek 1373
[m. 1953] pazar günü icâzet-i mutlaka ile, tedrîse me’zûn eyledi.
(m. 1947) den sonra, ögretmenlik hayâtımda, engin denizden bir damla gibi olan
bilgilerimi, gençlerin temiz rûhlarına, onların gonca gibi açılmakda olan körpe dimâglarına
akıtmak için çırpındım. Içimde yanan îmân ısıgından, onların saf kalblerine
birer kıvılcım salmak istedim. Elhamdülillah! Rabbim kolaylık gösterdi. Senelerce
ugrasarak hâzırladıgım ve fâideli ve nefîs kokulu çiçeklerden toplanarak
doldurulan tatlı ve sifâlı bal gibi, birkaç sahîfeye yerlesdirdigim (Se’âdet-i Ebediyye)
kitâbı birinci kısmının basılması (m. 1956) senesinde nasîb oldu.
Hanefî mezhebine göre hâzırlanmıs olan bu küçük kitâbın, gazete ve mecmû’alarda
reklâmı yapılmamıs, dıvârlara i’lânları asılmamıs, kösedeki bir dükkânın
raflarına emânet edilivermisdi. Müslimân ecdâdının nûrlu ve ugurlu yolundan
ayrılmayan, mukaddes dînini ögrenmek askı ile dâimâ kalbi yanan, asîl ve îmânlı
gençler, bu küçük kitâbı aradı, buldu. Az zemânda kapısdı.
Vatanına saldıran düsmana karsı, kükremis arslanlar gibi dögüserek, istiklâl savasını
kazanan sehîdlerin ve gâzîlerin temiz çocukları, bugün de, aynı ask ve îmânla, babalarının
yolunda yürüyerek, istiklâlleri gibi, îmânlarını da, her çesid tecâvüzden korumaga
çalısıyor. Hakka, hakîkate, dogruya kosuyor. Kur’ân-ı kerîme sarılıyor.
Târîh gösteriyor ki, yalnız kendi râhatlarını, keyflerini düsünen krallar, diktatörler,
islâm dîninin, kendi zulmlerini, kötülüklerini meydâna çıkardıgını görerek,
cinâyetlerini, hıyânetlerini gizliyebilmek ve yalanlarına herkesi inandırabilmek için,
islâmiyyete saldırmıslardır. Zâlim düsman kumandanları, müte’assıb haçlı orduları,
her zemân, karsılarında müslimân türk kahramanlarını bulmuslar, ecdâdımızın
îmân dolu gögüslerini asamamıs, silâhlarını, ölülerini bırakarak hep kaçmıslardır.
Târîh yine gösteriyor ki, islâmiyyet, her zemân dahâ üstün, dahâ yeni ve dahâ
fennî harb vâsıtalarının ve medenî cihâzların yapılmasına ve dahâ akllı, dahâ
kahraman milletlerin yetismesine sebeb olmus; dinsizler, ilmde, fende, silâhda ve
secâ’atde dâimâ geri kalmıslardır. Hattâ, bir islâm ordusu, her cihetden adâlete baglılıgı
nisbetinde gâlib geldigi hâlde, aynı orduda adâletden uzaklasıldıkca, basarının
azaldıgı görülmüsdür. Islâm devletlerinin, kurulması, yükselmesi, durması ve
çökmeleri de hep, adâlete baglılıkları nisbetinde olmusdur.
Dinsiz diktatörler, ellerini kana boyayıp, memleketlere hâkim olmus, zulm, fesâd
ile insanları inleterek ve hayvan gibi çalısdırarak, agır harb sanâyı’i, büyük fabrikalar,
üstün silâhlar yapmıs, dünyâyı korkutmus iseler de, çabuk yıkılmıslar ve târîh
boyunca, la’netle anılmıslardır. Örümcek yuvası gibi çabuk kurulan tuzakları,
sabâh rüzgârı gibi ferâhlatıcı, hafîf bir kuvvetle uçmus, insanlıga yarar birsey bırakmamıslardır.
Simdi de, dinsiz bir temele dayanan devletler, ne kadar büyük ve kuvvetli
görünseler de, elbette yıkılacak, zulm pâyidâr olamayacakdır. Böyle kâfirler,
bir ânda parlıyan kibrite benzer ki, etrâfındaki saman, talas gibi hafîf seyleri tutusdurur,
eli yakar, evleri harâb edebilir. Kendi ise, hemen söner, biter. Adâlete dayanan
milletler ise, kaloriferlerin radyatörü gibidir. Radyatör, birseyi yakmaz,
odaları ısıtarak, insanlara râhatlık verir. Sıcaklıgı asırı, zararlı degildir. Fekat harâret,
enerji kaynagına mâlikdir. Islâmiyyet de, böyle fâideli bir enerji kaynagı olup,
kendisine baglanan ferdleri, âileleri ve cem’iyyetleri besler, kuvvetlendirir.
Allahü teâlânın merhameti, ihsânı, ni’metleri, o kadar çokdur ki, sonsuzdur.
– 5 –
Kullarına çok acıdıgı için, onların dünyâda râhat, huzûr içinde, kardesce yasamaları,
âhıretde de, sonsuz se’âdete, bitmez, tükenmez ni’metlere kavusmaları için, yapılması
lâzım olan iyilikleri ve sakınılması lâzım olan kötülükleri, Peygamberlerine,
melek vâsıtası ile bildirmis, bunları bildiren bir çok kitâb da göndermisdir. Bu kitâblardan,
yalnız Kur’ân-ı kerîm bozulmamıs, digerlerinin hepsi, kötü kimseler tarafından
degisdirilmisdir. Dinli olsun, dinsiz olsun, inansın inanmasın, herhangi bir kimse,
bilerek veyâ bilmeyerek, Kur’ân-ı kerîmdeki ahkâma, ya’nî emr ve yasaklara uydugu
kadar, dünyâda râhat ve huzûr içinde yasar. Bu, fâideli bir ilâcı kullanan herkesin,
derdden, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Simdi, dinsiz, îmânsız çok kimsenin ve
müslimân olmıyan, hattâ islâm düsmanı olan ba’zı milletlerin birçok islerinde, muvaffak
olmaları, râhat, huzûr içinde yasamaları, inanmadıkları, bilmedikleri hâlde,
Kur’ân-ı kerîmin ahkâmına uygun olarak çalısdıkları içindir. Müslimân olduklarını
söyliyen, âdet olarak ibâdetleri yapan, çok kimselerin ise, sefâlet, sıkıntılar içinde yasamalarının
sebebi de, Kur’ân-ı kerîmin gösterdigi ahkâma ve güzel ahlâka uymadıkları
içindir. Kur’ân-ı kerîme uyarak âhıretde sonsuz se’âdete kavusabilmek için
ise, önce buna îmân etmek, inanmak ve bilerek, niyyet ederek uymak lâzımdır.
Islâm dînini bilmedikleri için, ona karsı olanlar, asrlar boyunca yapdıkları kanlı
ve acı tecribelerle anladılar ki, îmânını yıkmadıkça, müslimân milleti yıkmaga,
imkân yokdur. Hakîkatde her ilerlemenin ve yükselmenin hâmîsi ve tesvîkcisi olan
islâmiyyeti, ilmin, fennin ve yegitligin düsmanı gibi göstermege yeltendiler. Genç
nesllerin, bilgisiz, dinsiz kalmasını, onları ma’nevî cebheden vurmagı hedef edindiler.
Bu yolda milyonlar dökdüler. Ilm ve îmân silâhları çürümüs, hırs ve sehvetlerine
kapılmıs olan ba’zı câhiller, kâfirlerin bu hücûmları ile hemen bozuldu. Bunlardan
bir kısmı, ismlerini siper edinip, müslimân görünerek, fen adamı, kalem sâhibi
ve din âlimi, hattâ müslimânların hâmîsi sekline girip, temiz gençlerin îmânlarını
çalmaga koyuldular. Kötülükleri hüner seklinde, îmânsızlıgı moda seklinde
gösterdiler. Dîni, îmânı olanlara softa, gerici denildi. Din bilgilerine, islâmın kıymetli
kitâblarına, irticâ’, gericilik ve te’assub diyenler oldu. Kendilerinde bulunan
ahlâksızlık ve serefsizlikleri, müslimânlara, islâm büyüklerine atf ve isnâd ederek,
o temiz insanları kötülemege, evlâdları babalarından sogutmaga ugrasdılar. Târîhimize
de dil uzatıp, parlak ve serefli sahîfelerini karartmaga, temiz yazılarını lekelemege,
vak’a ve vesîkaları degisdirmege kalkısdılar. Böylece, gençleri dinden,
îmândan ayırmaga, islâmiyyeti ve müslimânları yok etmege çalısdılar. Ilmi,
fenni, güzel ahlâkı, fazîleti ve yegitligi ile dünyâya sân ve seref saçan, ecdâdımızın
sevgisini genç kalblere yerlesdiren mukaddes bagları çözmek, gençligi dedelerinin
kemâlâtından, ululugundan mahrûm ve habersiz bırakmak için, kalblere,
rûhlara ve vicdânlara hücûm etdiler. Hâlbuki, anlıyamıyorlardı ki, islâmiyyetden
uzaklasdıkca, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yolundan ayrıldıkca,
ahlâk bozuldugu gibi, her vâsıtayı yapmakda ve her asrın îcâb etdirdigi yeni bilgilerde,
üstünlügü gayb ediyor, ecdâdımızın askerlikdeki, fen ve san’atdaki basarılarını
gösteremiyor, hattâ geri kalmaga baslıyorduk. Bu maskeli dinsizler, böylece,
bir tarafdan ilmde, fende geri kalmamıza çalısıyor, diger tarafdan da, islâmiyyet
gerilige sebeb oluyor. Garb sanâyı’ine yetisebilmemiz için, bu kara perdeyi kaldırmamız,
sark dîninden, çöl kanûnlarından kurtulmamız lâzımdır, diyorlardı.
Bu sûretle maddî ve ma’nevî kıymetlerimizi yıkarak, vatanımıza, milletimize, dısardaki
düsmanların, asrlarca yapmak istedikleri, fekat yapamadıkları kötülügü yapdılar.
Müslimân ismini tasıyan islâm düsmanlarına (Zındık) denir. Zındıkların islâmiyyete
zararları, kâfirlerin, misyonerlerin zararlarından dahâ çok oldu.
Cenâb-ı Hak, bütün insanlara, sayılamıyacak kadar çok ni’met, iyilik vermisdir.
Bunların en büyügü ve en kıymetlisi olarak da, Resûller ve Nebîler “aleyhimüssalevâtü
vetteslîmât” göndererek, islâmiyyeti, se’âdet-i ebediyye yolunu göstermisdir
ve Ibrâhîm sûresinin yedinci âyetinde meâlen, (Ni’metlerimin kıymetini bilir,
sükr ederseniz, ya’nî emr etdigim gibi kullanırsanız, onları artdırırım. Kıymetlerini
bilmez, bunları begenmezseniz, elinizden alır, siddetli azâb ederim) buyurmus-
– 6 –
dur. Bir asrdan beri islâmiyyetin garîb olması ve son zemânlarda büsbütün uzaklasarak,
dünyânın küfr ve irtidâd karanlıgı ile kaplanması, hep islâm ni’metlerinin
kıymetlerini bilmeyip, onlara sükr etmemenin, arka çevirmenin netîcesidir.
Allahü teâlâ, sevdiklerini hayrlı islere vâsıta kıldıgı gibi, kendisine inanmıyanları,
düsmanlık edenleri de, fenâ yerlerde çalısdırmakdadır.
Islâm ni’metlerinin elden çıkmasına sebeb olanlar iki kısmdır:
Birincileri, küfrlerini, düsmanlıklarını açıklayan kâfirler olup, bunlar bütün silâhlı
kuvvetleri ile, bütün propaganda vâsıtaları ve siyâsî oyunları ile, islâmiyyeti yıkmaga
ugrasıyorlar. Müslimânlar, bunları biliyor ve onlardan üstün olmaga çalısıyor.
Ikinci kısm kâfirler, kendilerine müslimân ismini ve süsünü verip, din adamı tanıtdırıp,
müslimânlıgı, kendi aklları ile, keyflerine ve sehvetlerine uygun bir sekle
çevirmege ugrasıyor, müslimânlık ismi altında, yeni, uydurma bir din kurmak istiyorlar.
Hîle ve yalanları ile, sözlerini isbât etmege, yaldızlı, yaltakcı yazılar ile, müslimânları
aldatmaga çalısıyorlar. Müslimânların çogu bu düsmanları, ba’zı sözlerinden
ve islâmiyyeti yıkıcı davranıslarından seziyor ise de, çok kurnaz idâre edildikleri
için, birçok sözleri revâc bulup, müslimânlar arasında yerlesiyor. Müslimânlık
dîni, yavas yavas bozularak, bu zındıkların istedikleri, plânladıkları sekle dönüyor.
Ba’zıları da: (Bu asrda yasıyabilmemiz için, milletce, topluca garblılasmalıyız)
diyor. Bu sözün iki ma’nâsı vardır: Birincisi, garblıların fende, tecribede, san’atda,
i’mâr ve terfîh vâsıtalarında bulduklarını ögrenmek, yapmak, bunlardan istifâdeye
çalısmakdır ki, bunu islâmiyyet de, zâten emr etmekdedir. Fen bilgilerini
ögrenmenin farz-ı kifâye oldugu, kitâbımın çesidli yerlerinde, vesîkaları ile bildirilmisdir.
Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir hadîs-i serîfde, (Hikmet
[ya’nî fen ve san’at], mü’minin gayb etdigi malıdır. Nerede bulursa alsın!) buyurdu.
Fekat bu, garba uymak degil, ilmi, fenni onlarda bile arayıp almak ve onların
üstünde olmaga çalısmakdır. Ikinci ma’nâda garblılasmak ise, ecdâdımızın dogru
ve mukaddes yolunu bırakıp, garbın bütün an’anesini, âdetlerini, ahlâksızlıklarını,
pisliklerini ve hepsinden dahâ acı, dahâ saskın olarak, dinsizliklerini ve putlarını
alıp, câmi’leri kilise ve eski san’at eseri sekline sokmak, müslimânlıga sark dîni,
gerilik dîni, Kur’ân-ı kerîme çöl kanûnu, puta tapmaga, ibâdete müzik karısdırmaga
garb dîni, modern ve medenî din demek ve islâmiyyeti bırakıp, hıristiyanlıga,
mûsikî âletleri ile ibâdete dönmege, (Dinde reform) ismini vermekdir.
Herkes sunu iyi bilsin ki, bu milletin damarlarında dolasan asîl kan, ne bugün,
ne de, onların ümmîd ile bekledikleri günlerde, bu ma’nâda aslâ garblılasmayacak
ve dinsiz olmayacak, zındıkların yalanlarına aldanmıyacakdır. Ecdâdının mukaddesâtını
ayaklar altında çignetmiyecekdir!
Islâmiyyeti yıkmaga çalısan diger bir kuvvet de, din bilgisi vermek için, din düsmanlarını
(gûyâ) susdurmak için yazılan mecmû’alar ve kitâblardır. Îmândan ve
islâmdan haberi olmıyan, tesavvufun hakîkatine, rûhuna, inceliklerine ermemis olan
zındıklar, dünyâ islerinde söz sâhibi olunca, kendilerini din âlimi görüyor, bozuk
düsüncelerini yaymak için veyâ yalnız para kazanmak için, din kitâbları yazıyorlar.
Bu kitâblarında, din büyüklerinin sözlerini anlamadıkları, birçok bilgileri
yanlıs ve ters yazdıkları, acı acı görülüyor. Zındıkları islâm âlimi olarak tanıtıyorlar.
Bunların câhil kafaları ile, sapık düsünceleri ile yazdıkları yıkıcı ve bölücü kitâblarını
terceme ederek, din bilgisi diye gençligin önüne sürüyorlar. Bunların zararlarını,
bozuk olduklarını ortaya koyan, yüzkaralarını meydâna çıkaran, böylece
kazançlarına, milleti sömürmelerine mâni’ olan kitâblarımın basılmasına, yayılmasına
mâni’ olmak için bu fakîre câhilce, ahmakca iftirâ ediyorlar. Dünyâ çıkarları
için dinlerini satan münâfıklardan bir kısmının, dahâ da asırı giderek, tarîkatçılık
yapıyor gibi yalanları yaydıklarını, böylece beni kanûna karsı suçlu duruma
düsürerek, kitâblarımın yasaklatılmasına ugrasdıklarını isitdim. Hâlbuki, hiçbir
kitâbımda böyle birsey yazılı degildir. Kitâbımda tarîkatler üzerinde bilgiler varsa
da, bunlar, eski asrlarda yasamıs olan, tesavvuf âlimlerinin yazmıs oldukları ki-
– 7 –
tâblardan terceme edilmisdir. Ben de, bunları okuyup anlamaga çalısmakdayım.
Bir tarîkat ile ve bir seyh ile hiçbir ilgim olmamısdır ve yokdur.
Evet, islâm âlimi gördüm. Müslimânlıgın ne oldugunu ve islâmiyyetin yüksek
bilgilerini ondan ögrenmekle sereflendim. Onun islâm ilmlerinde ve fen ve târîh
bilgilerinde engin bir denize benzedigini ve islâm dîninden kaynaklanan güzel ahlâkını
görerek hayrân oldum. Bu büyük zâtdan, seyhlikle, mürîdlikle ilgisi oldugunu
gösteren bir söz isitmedim. Tekkelerin kapatılmasından önce ve sonra ismleri
duyulan ba’zı tarîkatcıların, islâmiyyete ve tesavvuf bilgilerine uymadıklarını,
zararlı olduklarını söylerdi. Dünyânın her yerinde, her dilde tesavvuf kitâbları
yazılmakdadır. Kanûnlar, tesavvuf kitâbı yazmagı ve tesavvuf ilmini övmegi degil,
tesavvuf perdesi altında, sahsî menfe’at saglamagı ve tesavvufda bulunmıyan
kötülükleri yapmagı suç saymakdadır. Tesavvuf âlimleri de, böyle tarîkatcıları red
etmisler, bunların din hırsızları olduklarını, islâmiyyeti içerden yıkdıklarını bildirmislerdir.
Kitâblarımda ve konusmalarımda hep, (Müslimânın kanûnlara uyması
lâzımdır. Fitne çıkarmak harâmdır) diyorum. Böyle söyliyen kimse, kanûna uymıyan
is yapar mı? Hasedcilerimin, beni kendileri gibi münâfık zan etdikleri anlasılıyor.
Çok yanılıyorlar! Münâfık kelimesini, burada kâfir ma’nâsına kullanmıyorum.
Dısı içine uymıyan, iki yüzlü demek istiyorum. Söz ile olan bu nifâkın küfr
olmadıgı, harâm oldugu, (Hadîka)da, dil âfetlerinde yazılıdır. Bu zevallılar, bilerek
veyâ bilmiyerek, islâm düsmanlarının ekmeklerine yag sürüyor ve islâmiyyete,
onlardan dahâ çok zararlı oluyorlar. Çünki, bunların kitâblarını ve dergilerini
okuyan sâf müslimânlar ve hele asîl ve kahramân ecdâdının mukaddes dînini ögrenmege
susamıs olan temiz gençler, bunların yaldızlı kelimelerle övdükleri zındıkları,
din âlimi sanıp, bozuk ve yanlıs yazılarına din ve îmân diye sarılıyor. Böyle,
para kazanmak, mevkı’, etiket ele geçirmek için, kısacası dünyâlıga kavusmak
için, mukaddes dînimizi âlet eden câhillere (Ulemâ-i sû’), ya’nî (Zındık) denir. Bu
din yobazları ve fen adamı olarak ortaya çıkıp, fen bilgilerini degisdirerek ve
kendi hâin düsüncelerini fen bilgisi imis gibi söyliyerek, islâmiyyeti yıkmaga çalısan
(Fen yobazları) ya’nî (Zındık)lar, bu millete çok zarar verdiler. Kardesi
kardese düsman yapdılar. Iç harblere sebeb oldular. Hâlbuki, islâm dîni, birlesmegi,
sevismegi, yardımlasmagı, hükûmete, kanûnlara karsı gelmemegi, fitne, ya’nî
anarsi çıkarmamagı, kâfirlerin haklarını da gözetmegi, kimseyi incitmemegi emr
etmekdedir. Islâm âlimleri, bütün istirâhatlerini, menfe’atlerini fedâ ederek, dînimizin
bu güzel emrlerini bildirmek ve torunlarının dinlerini, îmânlarını korumak
için, çok sayıda ve çok kıymetli kitâb yazmıs ve bizlere yâdigâr bırakmısdır. Sonra
gelen âlimler, bu kitâblara açıklamalar yapmıs, bunlara (hocamızın tarîkati) denilerek
çesidli tarîkatlar meydâna gelmisdir. Ehl-i sünnet düsmanları, bid’at sâhiblerinin
kitâblarına da bu mubârek ismleri koymuslardır. Bid’at sâhibleri, Kur’ândan
ve hadîs-i serîflerden yanlıs ma’nâ çıkarıyorlar. Zındıklar, kendi anladıklarına,
düsüncelerine âyet ve hadîs diyor. Güzel ahlâkı, adâleti, çalıskanlıgı, fende,
san’atda birinciligi ve yegitligi dünyâ târîhlerinde, parlak kelimelerle yazılı olan,
sanlı ve serefli ecdâdımızın, düsman elinin dokunmaması için, mubârek kanını dökdügü
ve bütün temizligi, dogrulugu ile bizlere mîrâs bırakdıgı mukaddes dînimizi,
yine onların mubârek elleri ile yazdıkları, hâlis ve afîf kitâblarından okuyup ögrenmeliyiz.
Ingiliz câsûslarının tuzaklarına düsmüs olan, satılmıs zındıkların kalemlerinden
çıkan, süslü kelimelerle örtülmüs, aynı ismi tasıyan kitâbları okuyarak,
azîz ve sevgili îmânımızı kapdırmamaga, aldanmamaga çok dikkat etmeliyiz!
Sunu da bildireyim ki, hadîs-i serîfler ve islâm âlimlerinin açıklamaları, din adamlarının
siyâsete karısmalarını siddetle men’ etmekdedir. Ehl-i sünnet âlimleri
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, bu yasaga titizlikle uymuslardır. Müslimânlar,
dîni siyâsete âlet etmez. Bunun için ben, hiçbir zemân siyâsete karısmadım.
Hiçbir yazımda, su veyâ bu devlet seklinin savunuculugunu yapmadım. Ba’zı
kimselerin, böyle davranısımı begenmediklerini, bu yüzden de kitâblarıma bozukdur
diyerek, vatandasların okuyup ögrenmelerine mâni’ olduklarını, (neresi bo-
– 8 –
zukdur?) diyenlere karsı, bir cevâb veremiyerek, sasırıp kaldıklarını isitiyorum. Hased
edenler, satılmıs olanlar, her zemân Ehl-i sünnet kitâblarına saldırdı. Sonunda
rezîl oldular. Bana iftirâ edenlerin gafletden uyanmaları, hidâyete kavusmaları
için (Yüz karası) kitâbını hâzırladım. m. 1970 de basıldı.
Otuz madde ve altmıs sahîfe olan (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbımı okuyanların tesvîki
ile, ikinci kısmını da, üç yüz sahîfe olarak hâzırladım. Bu da, (m. 1957) de basdırıldı.
Bu iki kitâb, temiz gençlikde, islâmiyyete karsı, öyle bir alâka ve câzibe uyandırdı
ki, süâl yagmuru altında kaldım. Bu çesidli soruları cevâblandırmak için,
mu’teber kitâblardan terceme ederek yapdıgım açıklamalar ve ilâvelerle, birinci
kısmın otuz maddesine yetmis madde dahâ ekliyerek ikinci baskısı meydâna geldi
ve dörtyüz sahîfe oldu. Nihâyet Allahü teâlâ, ihsân ederek, yıpratıcı çalısmakla,
üçüncü kısmın hâzırlanması da müyesser oldu ve 1379 [m. 1960] da basıldı.
Salâhiyyetim olmadıgını bildigim hâlde, yalnız Islâm âlimlerinin, aklları durduran
üstünlüklerine hayrânlıgımın ve onlara karsı tasıdıgım sevgi ve saygının mükâfâtı
olarak ve bu temiz milletin, asîl gençlerin, din simsarlarının tuzaklarından
kurtulmaları, dünyâ ve âhıret se’âdetine kavusmaları için, kalbim sızlayarak etdigim
düâların karsılıgı olarak, Allahü teâlânın tevfîkı ile meydâna gelen bu üç
kitâbı, (m. 1963) de bir araya getirip, (Tam Ilmihâl) adını verdim. Devâmlı süâller
sebebi ile, kitâbımın her baskısına yeni ilâveler yapıldı. Hepsi ingilizceye de
terceme edilerek (Endless Bliss) ismi verildi ve Hakîkat Kitâbevi tarafından altı
cild olarak basdırılmısdır. Bu kitâbda, bu fakîre âid hiçbir bilgi ve fikr yokdur.
Terceme ve toplamakdan baska nasîbim olmamısdır. Büyük, mubârek zâtların yazıları
oldugu için, okuyanların fâidelendiklerini, zevk aldıklarını ve bölücülere,
kitâblarıma saldıran, iftirâ eden zındıklara aldanmadıklarını görmekle, cenâb-ı
Hakka sükr ediyorum. Böylece, temiz rûhlu, sâf kanlı, mubârek gençlerin, müstecâb
düâlarına kavusacagımı düsünerek seviniyor, bu kitâbı ve düâları kıyâmet
günü için, biricik sermâyem biliyorum.
(Se’âdet-i Ebediyye) ya’nî (Tam Ilmihâl) kitâbımdaki fıkh bilgileri, hanefî mezhebine
göre yazılmısdır. Bu bilgilerin çogu, Muhammed Emîn ibni Âbidînin (Reddül-
muhtâr) kitâbının 1272 [m. 1856] senesinde Mısrda Bulak matba’asında bes cild
olarak yapılan baskısından terceme edilmis, sahîfe numaraları bu baskıya göre
bildirilmisdir. Hanefî mezhebindeki fıkh kitâblarının en kıymetlisi olan (Redd-ülmuhtâr)
ın çogunu muhterem Ahmed Davudoglu türkçeye terceme etmis, Sâmil kitâbevi
tarafından [m. 1982-1986] arasında onyedi cild olarak basdırılmısdır. Kitâblarımızda
âyet-i kerîmelerin tercemeleri degil, tefsîrleri ve meâlleri yazılmısdır.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdigi ma’nâlara (Tefsîr) denir.
Bir kelimenin, Allahü teâlâ ve Resûlullah tarafından, açık bildirilmemis ma’nâlarından,
ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olanı seçmege (Te’vîl) ve bu ma’nâya meâl
denir. Âyet-i kerîmeyi baska lisâna nakl edince, tercemesi denir. Âyet-i kerîmeler
kısa ve tam terceme edilemez. Islâm âlimleri, âyet-i kerîmelerin tercemelerini degil,
uzun tefsîr ve te’vîllerini bildirmislerdir. Kitâbıma, en çok (Tefsîr-i Mazherî )
ve (Tefsîr-i Hüseynî)deki açıklamalardan aldım. Âyet-i kerîmelerin sıra numaralarını
hâfız Osmânın “rahmetullahi aleyh” yazdıgı Kur’ân-ı kerîme göre koydum.
Bu (Tam Ilmihâl)i okuyanlar, dedelerinin dînini su’ûrlu olarak ögrenip, bölücülerin
iftirâlarına aldanmıyacak, câhillerin, münâfıkların ve tarîkatcı ismi altında
gençligi zehrliyen zındıkların, maddî ve ma’nevî soygunculugundan kurtulacaklardır.
Hak yolda birlesecekler, sevgili kardesler olacaklardır.
Müslimân, iyi insan, aklı basında kimse demekdir. Hakîkî müslimân, Allahü teâlânın
emrlerine itâat eder. Allahü teâlânın emrlerine uymamak günâh olur. Kul
haklarını, devlete olan borçlarını öder. Devletin kanûnlarına karsı gelmez. Kanûna
karsı gelmek suç olur. Müslimân günâh yapmaz ve suç islemez. Vatanını, milletini
ve bayragını sever. Herkese iyilik eder. Kötülük yapanlara nasîhat verir. Böyle
olan müslimânı Allah da sever, kullar da sever. Râhat ve huzûr içinde yasar.
– 9 –
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının her üç kısmının simdi yüzaltıncı baskısı yapıldı.
Birinci kısmda doksansekiz madde, ikinci kısmda yetmisüç madde, üçüncü kısmda
yetmis madde vardır. Bu ikiyüzkırkbir [241] maddeden yüzsekiz [108] maddesi, büyük
islâm âlimi, tesavvuf bilgilerinin, zevklerinin kaynagı, Muhammed aleyhisselâmın
hakîkî vârisi, imâm-ı Rabbânî, müceddid-i elf-i sânî, Ahmed-i Fârûkînin
(Mektûbât) kitâbının ikinci ve üçüncü cildlerinden, yüzotuzüç [133] maddesi de, salâhiyyetli
islâm âlimlerinin kitâblarından toplanmısdır. Mektûbâtın birinci cildinin
hepsini türkçeye terceme ederek, (Mektûbât Tercemesi) ismi ile basdırdım. Islâm
bilgilerinin deryâsı ve tesavvuf ma’rifetlerinin mütehassısı seyyid Abdülhakîm
efendi, (Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs kitâblarından sonra, islâm kitâblarının en üstünü
imâm-ı Rabbânînin Mektûbâtıdır) ve (Islâm âleminde, imâm-ı Rabbânînin
Mektûbâtı kadar kıymetli bir kitâb dahâ yazılmamısdır) buyururdu. Bir mektûbunda
diyor ki, (Hilmi! Mektûbunuza mütesekkir oldum. Sıhhatinize sükr etdim. Din
ve dünyânıza en ziyâde yarayan ve dîn-i islâmda misli te’lîf olmıyan (Mektûbât) kitâbını
okuyup, ba’zısını anlamak, pek ziyâde bir fadl ve ihsân-ı ilâhîdir. Hilminin bu
ihsâna kavusdugunu ögrenince, Rabbime çok sükr eyledim.) Kitâbımda yazılı ismlerden
binyirmi [1020] adedinin hâl tercemeleri de sonuna eklenmisdir.
Bu kitâb bir ilm kitâbıdır. Her ilmde oldugu gibi, din bilgisinin de kendine mahsûs
kelimeleri vardır. Bu kelimelerin ma’nâları, sırası geldikçe bildirildi. Bunlar,
kitâbı temâmen okuyunca, ögrenilir. Bunları ögrenmiyen, kafasını yormıyan bir
câhil, kitâbdaki ilmleri anlıyamaz. (Bu kitâb anlasılmıyor) diyerek, kendi kusûrunu
kitâba yükler. (Câhil kimse, anlıyamadıgı seyi begenmez) sözü meshûrdur. Gülün
kıymetini bülbül bilir. Altının hâlisini sarrâf seçer. Bir kayada ne cevher bulundugunu
kimyâger anlar. Bunun için, bu kitâbı, gazete okur gibi, bir göz gezdirip
elinden bırakmamalı. Her kelimesini iyi düsünmelidir. Her cümlesinin ma’nâsını
iyi anlamaga çalısmalı, her maddeyi bitirince tekrârlamalı, bir hülâsa hâlinde
hâfızaya yerlesdirmelidir. Evlâda, ahbâba da ögretmelidir. Çalısmalı, bu yolda ilerlemelidir.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Iki gün aynı hâlde bulunan,
[ya’nî hergün ilerlemiyen, yeni bir sey ögrenmiyen], aldandı, ziyân etdi) buyurdu.
Görülüyor ki, islâm dîni, gerilemegi degil, duraklamagı bile red ediyor. Dâimâ
ilerlemegi ve yükselmegi emr ediyor. Bu kitâbı hâzırlamakdan ve nesr etmekden
hâsıl olan sevâbları ve okuyup istifâde eden müslimânların düâlarının hepsini,
kitâbdaki ilmlerin kaynagı olan seyyid Abdülhakîm Arvâsînin mubârek rûhuna
hediyye ediyorum. Allahü teâlâ vâsıl eylesin. Âmîn! Bu kitâbda yazarın bos kafasından
çıkan hiçbir yazı yokdur. Seyyid Abdülhakîm efendinin sohbetlerinden
hâsıl olan bilgilerdir. Kıyâmet günü, Onun kölesi olarak yanında bulunmagı, kendime
se’âdet biliyorum. Hakîkat Kitâbevinin nesr etdigi kitâblar, (Internet) ve bilgisayar
vâsıtası ile her memlekete gönderilmekdedir. (Kıymetsiz Yazılar) kitâbımızın
sonuna bakınız!
TENBÎH: Bugün müslimân ismi altında üç büyük islâm fırkası vardır. Sî’îligi yehûdîler
kurdu. Vehhâbîligi ingilizler kurdu. Islâmiyyeti türkler korudu. Misyonerler,
hıristiyanlıgı yaymaga, yehûdîler, Talmûtu yaymaga, Istanbuldaki Hakîkat Kitâbevi,
islâmiyyeti yaymaga, masonlar ise, dinleri yok etmege çalısıyorlar. Aklı, ilmi
ve insâfı olan, bunlardan dogrusunu iz’ân, idrâk eder, anlar. Bunun yayılmasına
yardım ederek, bütün insanların dünyâda ve âhıretde se’âdete kavusmalarına
sebeb olur. Insanlara bundan dahâ kıymetli ve dahâ fâideli bir hizmet olamaz.
Bugün hıristiyanların ve yehûdîlerin ellerindeki Tevrât ve Incîl denilen din kitâblarının,
insanlar tarafından yazılmıs olduklarını kendi adamları da söyliyor.
Kur’ân-ı kerîm ise, Allahü teâlâ tarafından gönderildigi gibi tertemizdir. Bütün papasların
ve hahamların, Hakîkat Kitâbevinin nesr etdigi kitâbları dikkat ile ve insâf
ile okuyup anlamaga çalısmaları lâzımdır.
– 10 – 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...