03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN....21 — BOZUK DINLER

21 — BOZUK DINLER
Semâvî dinlerden, bozulmus olanları bildirecegiz:
1 — SÂMÂNÎLER: Nûh aleyhisselâmın üçüncü oglu Yâfes, yüzlerce torunları
ile Asyanın ortalarına yerlesdi. Orada çogalarak, dogu Asyaya ve o zemân
mevcûd olan kara yolları ile, Okyânus adalarına yayıldılar. Yâfes öldükden nice
yıllar sonra, insanlar azmaga, Nûh aleyhisselâmın ve Yâfesin dînini, nasîhatlerini
unutarak, hayvan gibi yasamaga basladılar. Yıldızlara, aya, günese, heykellere,
cinne tapınmaga koyuldular. Çesid çesid yollara ayrıldılar.
Böyle, uydurulan, meydâna çıkan sapık yollardan biri, Sâmânîlikdir. Avrupalıların
Chamanisme dedigi bu bozuk yol, vakti ile dogu Asyada kâfirlerin uydurdugu
bir din olup, bugün Sibiryadaki ve Okyânus adalarındaki vahsîler arasında
yayılmıs hâldedir. Bunlar, günesde bulunuyor dedikleri bir tanrıya ve cinne ve meleklere
tapınır. En büyügüne seytân derler. Sâmân dedikleri papasları bir at kuyrugu
takar. Güyâ cinni kovmak için boyunlarına bir davul asarlar. Bu davulu ara
sıra çalarlar. Sihr, ya’nî büyücülük, bunlarda kerâmet sayılır. Bu da, Berehmen ve
Buda dinleri gibi, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” getirdigi hak
dinlerin, asrlar boyunca, câhiller, zâlimler tarafından bozulması, degisdirilmesi ile
meydâna gelmisdir.
2 — BEHÂÎLER VE BEHÂÎLIK: Islâmiyyeti yıkmak için ugrasanlardan biri
de, Behâîlerdir. Bu dinsizlerin bası, Behâullahdır. Elbâb Alî Muhammed ismindeki
bir acemin talebesi ve halîfesi idi. Elbâb, kendisine ayna derdi. Bu aynada Allah
görünüyor derdi. Ölünce, Behâullah bunların reîsi olup, behâîlik ismini verdigi
safsatalarını yaymaga basladı. Ölmeden önce, yerine, oglu Abdülbehâ Abbâsı
geçirdi. Abbâs (Gasniyyi a’zam) ismini aldı. Avrupa ve Amerikaya giden Abbâs,
yüzbinden ziyâde Behâî topladı ve 1339 [m. 1921] de öldü. Yerine, oglu Sevkî
geçdi. Bu da, Behâî tarîkatini yaydı. Behâullah, kendinin Peygamber ve âhır zemânın
büyük kurtarıcısı oldugunu söylerdi. Kendisine ilk küfr damgasını bu sözü
ile vurmusdur. Ikibin yıl sonra bir Peygamber dahâ gelecegini söylemisdir. Islâmiyyet
ile ilisigi olmıyan bu kâfirlere göre, ondokuz adedi mukaddes imis. Orucları ondokuz
gün imis. Her Behâînin, ondokuz günde bir, ondokuz Behâîyi da’vet etmesi
sart imis. Dinsiz yollarını, (Umûmî adâlet evi) dedikleri, yüksek meclislerine seçilen
ondokuz kisi idâre edermis. Her Behâî, her sene, kazancının besde birini bu
hey’ete vermege mecbûr imis. Onbir yasında evlenmek lâzım imis. Bekâr yasamak
yasak imis. Çıplak kadınlarla toplantı yapmak ibâdet olup, baska dürlü ibâdete lüzûm
yok imis. Her dürlü ahlâksızlık, seref sayılırmıs.
Behâîlerin, bütün dünyâda seksensekiz yerde teskilâtı vardır. Hıristiyan, Yehûdî,
Mecûsî, Sîhî, Zerdüstî ve Budistleri aldatarak, kendilerine çekmekdedirler. Bunların
en korkdukları, dayanamadıkları, amansız düsmanları, islâm âlimleridir.
Dînini bilen, anlıyan hiçbir müslimânı aldatamamıslardır. Kitâblarını, propaganda
nesriyyâtlarını kırksekiz dile terceme edip, her yere dagıtdıkları ve bu yolda milyonlarca
lira harc etdikleri hâlde, islâmiyyet karsısında âciz kalmakda, eriyip gitmekdedirler.
Buna karsılık, Avrupada ve Amerikada ve Afrikada ve Avustralyada
yetmisyedi mahallî mahfil, resmen tescil edilmis bulunmakdadır. Rus Türkistânında
[m. 1902] de yapılmıs ve Sikagoda [m. 1920] de yapılmıs büyük ma’bedleri
vardır. Irk ve milliyet tanımazlar. Komünistler gibi, bütün dünyâya yayılmak,
tek bir (salâhiyyetli mübeyyin)in emrleri ile idâre edilmek gâyesindedirler.
Ferdlerin menfe’atini düsünmezler. Devlet kapitalizmini desteklemekdedirler.
Tapınmaları, teskilâtları, vazîfeleri (Akdes) dedikleri kitâblarında ve (Vasıyyetler
levhaları)nda yazılıdır. Allahü teâlâya inanmaları ve birçok bilgileri, islâm
dîninden alınmısdır. Islâmiyyete uymıyan, uydurma tarafları da çokdur. Mantıkî
ve çogu sosyal olan dünyâ görüsleri, din diye, ilâhî vahy diye anlatılmakdadır.
Nemâzları, Hayfaya karsı durup, Allahı düsünmek imis. Hacları, Bâbın Sîrâz-
– 483 –
daki evini veyâ Behâullahın Bagdâddaki evini gidip görmek imis. Âyet okumak,
kalb ile Allahı düsünmek demek imis.
Simdi, dünyâdaki ve hele memleketimizdeki islâm câhilleri, Islâmiyyeti yıkmak
için her kılıga giriyor, islâma karsı olan her kötülügü, yaldızlı sözlerle övüyorlar.
Behâîlige bir deger vermedikleri hâlde, yalnız islâmın karsısında oldugu için, bu
dinsizleri de öven, sisiren, göklere çıkaran kitâblar yazıyor ve dagıtıyorlar.
3 — AHMEDIYYE (KÂDIYÂNÎ): Hindistânda, Pençabda, 1298 [m. 1880] senesinde,
Mirzâ Gulâm Ahmed Kâdıyânî tarafından kurulmusdur. Kendisi [m.
1835] de dogmus, [m. 1908] de ölmüsdür. Görülüyor ki, sapık fikrlerini, Ingilizler
Hindistânı sömürge yapdıkdan bir sene sonra yaymaga baslamısdır. Islâmiyyeti içerden
yıkmak için, Ingilizler tarafından kurulmus ve beslenmis, Ingiliz câsûslarının
yardımı ile sür’at ile yayılmısdır. Abdürresîd Ibrâhîm efendi,[1] 1328 [m. 1910] de
Istanbulda basılan türkçe (Âlem-i islâm) kitâbının ikinci cildinde, (Ingilizlerin islâm
düsmanlıgı) yazısının bir yerinde diyor ki: (Hilâfet-i islâmiyyenin bir an evvel
kaldırılması, ingilizlerin birinci düsünceleridir. Kırım muhârebelerine sebeb olmaları
ve burada türklere yardım etmeleri hilâfeti mahv etmek için bir hîle idi. Pâris
muâhedesi, bu hîleyi ortaya koymakdadır. [1923 de yapılan Lozan sulhunun gizli
celselerinde, bu düsmanlıklarını açıkca göstermislerdir.] Her zemân türklerin basına
gelen felâketler, hangi perde ile örtülürse örtülsün, hep ingilizlerden gelmisdir.
Ingiliz siyâsetinin temeli, islâmiyyeti yok etmekdir. Bu siyâsetin sebebi, islâmiyyetden
korkmalarıdır. Müslimânları aldatmak için, satılmıs vicdanları kullanmakdadırlar.
Bunları islâm âlimi, kahraman olarak tanıtırlar. Sözümüzün hulâsası,
islâmiyyetin en büyük düsmanı ingilizlerdir.) Amerikalı hukûk ve siyâset
adamlarından Bryan William Jennings, kitâbları, konferansları ve 1891 ile 1895 arasındaki
ABD kongresi Temsilciler meclisinde a’zâlık yapması ile meshûrdur.
1913-1915 arasında ABD hâriciyye vekîli idi. 1925 de öldü. (Hindistânda Ingiliz hâkimiyyeti)
kitâbında, ingilizlerin islâm düsmanlıgını, vahsetlerini, zulmlerini uzun
yazmakdadır.
Ingilizlerin masası olan gulâm Ahmed Kâdıyânî öldükden sonra, yerine Hakîm
Nureddîn halîfesi oldu. 1914 de bunun yerine geçen Besîrüddîn Mahmûd, 1307 [m.
1889] de tevellüd, 1385 [m. 1965] de vefât etmisdir. Ahmed, 1323 [m. 1905] de Hindistânda
Kâdyân sehrinde (El-vasıyyet) kitâbını nesr ederek, kendisinin, va’d
edilmis Mesîh [ya’nî Îsâ aleyhisselâm] oldugunu bildirdi. Oglu Besîr, Ahmedîlerin
merkezini Rabwah kasabasına nakl edip, Ahmediyye yolunun sapık inançlarını
(Gerçek islâmiyyet) adı altında yaymaga basladı. (Kur’ân tefsîri) diyerek çıkardıgı
büyük iki kitâbı, Kur’ân-ı kerîme uymıyan sapık, bozuk yazılarla doludur.
Binüçyüz seneden beri müfessirlerin hiçbirinin dikkatini çekmedigi ekonomik
hakîkatleri görüp yazdıgını bildirmekdedir. Allahın böyle bir bilgiyi, ancak Peygamberlere
ve onların halîfelerine bahs etdigini güvenle iddiâ edebilirim demekdedir.
(Kur’ân-ı kerîmi, kendi görüsü ile tefsîr eden kâfir olur) hadîs-i serîfi, bunların
islâmiyyetden ayrı, sapık bir yolda olduklarını açıkca göstermekdedir. Vehhâbîlerin
(Feth-ul-mecîd) kitâbının ikiyüzyetmisbesinci sahîfesinde, Muhammed
Sıddîk Hasen hânın (Kitâb-ül-izâ’a) kitâbından alarak, (Zemânımızdaki deccâllerden
biri de, frenk deccâlı, gulâm Ahmed Kâdıyânî habîsidir. Allah onu dahâ çirkin
eylesin! Kötülügünü herkese duyursun! Onun küfr yoluna sürüklenmis olanları
da, onun gibi eylesin! Çünki o, büyük fitne uyandırdı. Önce, Mehdî oldugunu
söyledi. Sonra Peygamberlik da’vâsına kalkdı. Hıristiyan devletlerin, müslimânları
parçalamak siyâsetlerine âlet oldu) yazmakdadır. Bunlar, gerçek müslimânlık,
yalnız Ahmedîlikdir diyor. Her ikisi de, hadîs-i serîf ile övülmüs olan ilk iki asrın
dogru yolundan ayrılarak, insanları küfr ve dalâlet felâketine sürüklemekdedirler.
Pençâb ve Bombayda câhil halk arasında sür’at ile yayılan bu bâtıl yol, simdi
– 484 –
[1] Abdürresîd efendi, 1944 de Japonya’da vefât etdi.
Avrupa ve Amerikada yerlesmekdedir. Kendilerine müslimân dedikleri hâlde, bozuk
inançları ve âyinleri ile, müslimânlıkdan ayrılmıslardır. Küfrlerine sebeb olan
seyler çok ise de, su üçü mühimdir:
1 — Ahmedî ve Kâdıyânî adını alanlara göre, Îsâ aleyhisselâmı asmak istememislerdi.
Fekat, kendiliginden öldü ve topraga kondu. Sonra kabrinden çıkıp,
Hindistânda, Kesmîre gitdi. Orada, Incîli ögretip tekrâr öldü diyorlar.
2 — Mehdînin çıkmasında ve herkesi dîne çagırmasında da, islâmiyyetden ayrılıyorlar.
Îsâ ve Muhammed aleyhimesselâmın rûhları insan seklinde görünecekdir.
Bu da, Mirzâ Ahmeddir. Baska Mehdî yokdur diyorlar.
3 — Müslimânlıkda cihâd vardır. Fekat, top ile, kılınc ile degil, nasîhat ile, irsâd
iledir. Kan dökmek, cân yakmak yokdur, soguk harb vardır diyerek, Kur’ân-ı kerîmin
ma’nâsını degisdiriyor, cihâd için olan âyet-i kerîmeleri inkâr etmis oluyorlar.
Gulâm Ahmedin oglu Besîrüddînin (Yeni dünyâ nizâmı) kitâbı, küfr saçmakdadır.
Hindistân âlimlerinden, seyh Muhammed Enver sâh Kesmîrî, Kâdiyânîleri
red için, (Akîdet-ül-islâm fî hayât-i Îsâ aleyhisselâm) ve (Ikfâr-ül-mülhidîn)
ve (Hâtem-ün-nebiyyîn) kitâblarını yazmısdır. Bu kitâbların ön sahîfelerinde çesidli
âlimlerin takrîz ve medhiyyeleri vardır. Bunlar arasında, Karasideki (Medrese-
i islâmiyye) müderrislerinden seyyid Muhammed Yûsüf Benûrî, Muhammed
Enver sâhın hayâtını ve salâhını uzun yazmısdır. Burada, asrının derin âlimi,
Osmânlı devletinin son seyhulislâmı Mustafâ Sabrî efendinin “rahmetullahi teâlâ
aleyh” (Mevkıful’ilm vel’akl veddîn) kitâbının, üçüncü cildi, üçyüzyirmiyedinci sahîfesinde,
Hindin büyük âlimi Muhammed Enver sâhı görüp hayrânı oldugunu yazdıgını
da bildirmisdir. Muhammed Enver sâh “rahmetullahi teâlâ aleyh”, binüçyüzelliiki
1352 [m. 1933] de vefât etmisdir. Bu üç kitâbında, Mirzâ Gulâm Ahmed
Kâdıyânî için diyor ki:
Îsâ aleyhisselâmın gökden inecegine inanmıyor. O, asıldı, öldürüldü. O, babasız
degildi. Yûsüf-i Neccârın oglu idi diyor. Bu yüce Peygambere, yehûdîler gibi
çok çirkin seyler söyliyor. Kendisinin Peygamber oldugunu, yeni bir din getirdigini
bildiriyor. Îsâ gökden inecekdir demekle, benim gelecegim bildirilmisdir diyor.
Nassları degisdirip, inanılması zarûrî olan bilgileri inkâr ediyor. Muhammed
aleyhisselâmın, Peygamberlerin sonuncusu olduguna, hepsinden üstün olduguna
inanmıyor. Kendisinin binlerce mu’cizeleri oldugunu, mu’cizelerinin, Peygamberlerin
hepsinin mu’cizelerinden dahâ çok ve dahâ üstün oldugunu bildiriyor. Birçok
âyetlerin, kendisini haber verdigini, Kur’ânda övüldügünü bildiriyor.
Ahmed Kâdıyânî, mogol, tâtâr kavmindendir. Ismâ’ilî fırkasından bir zındık idi.
Çok kitâb okudu. Ehl-i sünnetin azılı düsmanı idi. Ingilizler, islâmiyyeti içerden
yıkmak için hâzırladıkları plânları uygulayacak Hindistânda da bir masa arıyorlardı.
Bunu seçdiler. Bol para ile satın aldılar. Önce, Behâî olarak ortaya çıkarıldı.
Müceddid oldugunu söylerdi. Sonra, Mehdîyim dedi. Dahâ sonra, gökden inecegi
bildirilen Îsâ Mesîh oldugunu söyledi. Nihâyet, Peygamber olup, yeni bir din
getirdigini i’lân etdi. Kâdıyândaki mescidi, Mescid-i aksâ imis. Sehri de Mekke imis.
Sonradan yerlesdigi Lâhor sehri de, Medîne imis. Bir mezârlık yapıp, buna (Makberet-
ül-Cenne) dedi. Buraya gömülen Cennete gider dedi. Kendi kadınlarına (Ümmehât-
ül-mü’minîn) dedi. Aldatdıgı kimselere (ümmetim) dedi. Mu’cizelerinin en
büyügü (Muhammedî beygüm) dedigi nikâh imis. Gökde yapılırmıs. Vahy olarak
kendisine bildirilmis. Dînini, 1305 [m. 1888] de i’lân etdi. 1326 [m. 1908] de Cehenneme
gitdi. Kendisine inanmıyanlara kâfir dedi.
Bunun, (Hakîkat-ül-vahy) kitâbının 148. ci sahîfesinde, (Allah, bu ümmet arasında,
Îsâdan dahâ üstün bir mesîh yaratdı. Îsâ, simdi sag olsaydı, benim yapdıklarımı
yapamazdı. Bende görülen mu’cizeler, onda görülmezdi) diyor. 107. ci sahîfesinde,
(Fir’avna resûl gönderdigim gibi, size de Resûl gönderdim) âyet-i kerîmesindeki
Peygamberin kendisi oldugunu yazıyor. 68. ci sahîfesinde, (Allah, be-
– 485 –
ni Peygamber olarak gönderdi. Va’d olunan Mesîh sensin dedi. Bana üçyüzbin
mu’cize verdi) diyor. (Berâhîm-ül-Ahmediyye) kitâbının ellialtıncı sahîfesinde, kendi
mu’cizelerinin, Muhammed aleyhisselâmın mu’cizelerinden dahâ çok oldugunu
yazıyor.
Muhammed aleyhisselâmın, Peygamberlerin sonuncusu oldugunu bildiren yüzelli
hadîs-i serîf vardır. Bunlardan otuz kadarı (Kütüb-i sitte)de yazılıdır. Îsâ aleyhisselâmın
gökden inecegi de, zarûrî bilinmekdedir. Bunlara inanmıyan kâfir
olur.
(Kâdıyânî) ve (Ahmedî) denilen bu yolun, islâmiyyeti içerden yıkmak için ingilizler
tarafından kurulmus oldugunu vesîkalarla anlatan bir kitâb elimize geçdi.
(El-mütenebbi-ül-Kâdıyânî) adındaki bu arabî kitâb, Pâkistânda, Mültânda, (Meclis-
i tehaffuz-i hatm-in-nübüvve) tarafından 1387 [m. 1967] de basılmısdır. Bu kitâb,
Enver sâh-ı Kesmîrînin, (Ikfâr-ül-mülhidîn) kitâbının basındaki allâme Muhammed
Yûsüf Benûrînin kıymetli yazılarını ve (Havenet-ül-islâm) risâlesini de
ekliyerek, 1393 [m. 1973] de ofset ile Istanbulda basdırılmısdır.
4 — MELÂMÎLER VE KALENDERLER: (Mekâtîb-i serîfe)nin altmıssekizinci
mektûbunda diyor ki, (Sôfiyye-yi aliyye, ikinci asrın sonunda meydâna çıkdı).
Yetmisdokuzuncu mektûbunda ve (Nefehât-ül-üns) kitâbının basında ve seyyid Abdülhakîm
efendi, (Er-rıyâd-ut-tesavvufiyye) kitâbının yüzondördüncü sahîfesinde
buyuruyorlar ki:
Tesavvuf yolunda nihâyete varanlar “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” iki
dürlüdür: Birincisi, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” izinde giderek kemâle
erdikden sonra, insanları gafletden uyandırmak için, halk derecesine indirilmis
olanlardır.
Ikincisi, yükseldikleri derecelerde bırakılıp, insanların yetismesi ile vazîfeli
olmıyan (Evliyâ)dır “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Bunlara, (Kutb-i medâr)
denir.
Tesavvuf yolunda yürüyenler de iki kısmdır: Birincisi, Allahü teâlâdan baska herseyi
unutup, yalnız Onu istiyenlerdir. Ikincisi, âhıreti, Cenneti istiyen tâliblerdir.
Allahü teâlâyı irâde edenler, istiyenler de, iki dürlüdür: Biri, nefslerini temizleyip
nihâyetden birkaç seye kavusmuslardır.
Ikincisi, (Melâmî)lerdir. Bunlar, sıdk ve ihlâs kazanmaga çalısır. Ibâdetlerini,
hayrâtı gizler, sünnetleri, nâfile ibâdetleri de çok yaparlar. Bu ibâdetlerin görünmesinden
korkarlar. Bunlar çok kıymetli ise de, mahlûk ile mesgûl olduklarından,
tevhîd makâmına varamıyorlar. Melâmîler muhlisdir. Sôfîler ise muhlasdır.
Âhıretin tâlibleri dört dürlüdür: Zâhidler, fakîrler, huddâm ve âbidler.
Bütün bu sekiz sınıfın taklîdcileri vardır. Bu taklîdcilerin herbiri de, yâ dogru
veyâ yalancı olur. [Biz burada, yalnız Melâmîlerin iki dürlü taklîdcisini bildirecegiz]:
Melâmîlerin dogru taklîdcileri, ibâdetlerinin görünmesine ehemmiyyet vermezler.
Âdetlere uyarlar. Herkese tatlı söyliyerek, gülerek kalb kazanmaga ugrasırlar.
Nâfile ibâdetleri yapmazlar. Farzlara dikkat ederler. Dünyâya düskün degildirler.
Bunlara, (Kalender) denir. Bunlar, riyâ, gösteris yapmadıkları için, Melâmîlere
benzer. Abdüllah-ı Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, yetmisdokuzuncu
mektûbunda buyuruyor ki, (Kalender, bâtınını temizlemek, nefsini yok etmek
için çalısır. Çok ibâdet yapmaz. Sôfî ise, bunun ikisine de çalısır. Mahlûkları
görmez. Kalenderden dahâ üstündür). Zemânımızda, Kalender ismini tasıyan
birçok kimse, bu saydıgımız seyleri yapmıyor. Bunlara Kalender yerine (Hasevî)
dense yerinde olur. [(Hasevî) Allahü teâlâyı mahlûklara benzeten, madde, cism diyen
kâfirlere verilen ismdir. Yetmisiki bid’at fırkasından biri olan (Müsebbihe) ve
(Mücessime) denilen fırkadakilerin çogu Hasevî olmuslardır.]
– 486 –
Melâmîlerin yalancı taklîdcileri, zındıklardan bir kısmdır ki, her dürlü günâh isler.
Kalblerimiz temizdir, her isi Allah rızâsı için yapıyoruz derler. Riyâdan, gösterisden
kurtulup, hâlis Allah adamı olmak için günâh isliyoruz derler. Allahü teâlânın
ibâdete ihtiyâcı yokdur. Kulların günâh islemesi, Ona zarâr, ziyân vermez.
Asl günâh, mahlûkları incitmek, can yakmakdır. Ibâdet de, insanlara iyilik,
ihsân etmekdir derler. Bunlar, dinsiz, zındıklardır. Bugün, Melâmîlerin bir seyhleri
vardır. Onun yanında bir iki dakîka oturanın kalbi Allah dermis. Gönülde içilen
serâb ile hemen serhos gibi olurmus. Kendini (rabbî) âhengine uygulıyarak, gerçek
insan olurmus. Sâh damarından dahâ yakın olan Allahın varlıgını duyup,
Onunla bir arada yasarmıs. Kendi özünden üstün bir etki ve yetki tanımazmıs. Kendinde
görüp duyduklarına inanılıp, baska birseye inanılmazmıs. Özünden ve kendi
tekliginden baska varlık yokmus. Bu sözler, Allahü teâlâyı inkâr etmek olup,
küfrdür, zındıklıkdır.
5 — DEREZÎLER: Dürûz, ya’nî Derezîlere, yanlıs olarak, Dürzü deniliyor. Ibni
Âbidîn, üçüncü cildde, mürtedleri anlatırken buyuruyor ki:
(Derezîler, müslimân adı tasır. Nemâz kılanları da vardır. Fekat, îmânları bozukdur.
Tenâsüha inanırlar. Serâba, alkollü içkilere ve zinâya halâl diyorlar.
(Ülûhiyyet sıfatları) tanrılık insandan insana geçer diyorlar. Öldükden sonra dirilmege,
nemâza, oruca, hacca inanmazlar. Bunların ma’nâları, dünyâda yasama
yollarını düzeltmekdir derler. Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” çirkin
seyler söylerler. Sâm müftîsi allâme Abdürrahmân, (Imâdî fetvâsı)nda, bunların
Mülhidler gibi ve Ismâ’îliyye gibi inandıklarını bildirmekdedir. Dört mezhebin
âlimleri, bunlardan cizye alarak islâm memleketlerinde oturmalarına izn vermek
halâl olmaz dedi. Bunlardan kız almak, kesdiklerini yimek câiz degildir.
(Fetâvâ-i Hayriyye)de, bunlar uzun bildirilmekdedir. Bunlara, zındık, mülhid ve
münâfık denir. Inanısları bozuk oldugu için, sehâdet kelimesini söylemekle müslimân
sayılmazlar. Dîn-i islâma uymıyan inanıslarından vaz geçmedikçe, müslimân
olmazlar. Bunlar, kitâblı ve kitâbsız kâfirlerden dahâ zarârlıdır). Ibni Âbidînden
“rahmetullahi teâlâ aleyh” terceme temâm oldu. Bu (Mülhidler), Allah, Alînin ve
çocuklarının seklinde göründü derler. Onbirinci imâm olan Hasen bin Alî Askerînin
adamlarından oldugunu iddi’a eden Ibni Nusayrın uydurdugu çirkin sözlere
inanırlar. Sûriyede bulunanların kendilerine alevî dedikleri (Müncid)de yazılıdır.
Türkiyede böyle alevî yokdur.
Mısrdaki Fâtimî hükümdârları, Ehl-i sünnetden ayrıldı. Bozuk yollara sapdı.
Bunlardan Hâkim bi-emrillah, müslimânlıkdan da çıkmısdı. Dırâr isminde bir
dönme, Hâkimi aldatdı. Islâmiyyeti yıkmaga ugrasdı. Dırârın talebesinden Hamza
bin Ahmed sapık inanıslar uydurmus, Hâkimi ve Mısrdaki Derezîleri, bu bozuk
yola sokmusdu. Bu inanısları alan Derezîler, Sûriye ve Lübnandakilere de asıladı.
Selmân-ı Fârisîyi “radıyallahü anh” çok severiz derler. Inanıslarını gizli tutarlar.
Iri, inâdcı, yagmacı, merhametsiz kimselerdir. Yavûz sultân Selîme “rahmetullahi
teâlâ aleyh” tâbi’ oldular. Sultân üçüncü Murâd zemânında ısyân etdiler ise
de, Bosnalı dâmâd Ibrâhîm pâsa, terbiyelerini verdi. Sûriyedeki hıristiyanlarla da,
ara sıra savasdılar. Derezîler, Arabistândan Irâka gelmisdir. Îrânlılar, Irâkdaki Hîre
devletini yıkınca, Hîrelilerle birlikde derezîler de Mısr, Sâm ve Halebe göç etmisdi.
Sâmın fethinde islâm askerine yardım etdiler. Fâtimîler zemânında yolu sapıtdılar.
6 — ISMÂ’ÎLIYYE: (Milel-nihal) kitâbında diyor ki, (Eshâb-ı kirâma dil uzatanlar
yirmi fırkaya ayrılmıslardır. Bunlardan biri, Ismâ’îliyye fırkasıdır. Bunların
yedi ismi vardır. Birinci ismleri, (Bâtıniyye)dir. Çünki, Kur’ân-ı kerîmin açık
ma’nâlarına inanmayıp, kendilerine göre baska ma’nâlar çıkarırlar. Kur’ânın zâhir
ve bâtın ma’nâları vardır derler. Bâtın (iç, öz) ma’nâsı lâzımdır, cevzin kabugu
degil, içi, özü ise yarar derler.
– 487 –
Hâlbuki, Kur’ân-ı kerîmdeki ve hadîs-i serîflerdeki kelimelere, açık ma’nâları
verilir. Baska bir âyet, dahâ açık anlasılıyorsa, o zemân, birinci âyete de, buna uyacak
seklde degisik ma’nâ verilebilir. Böyle bir mecbûriyyet olmadan, açık ma’nâyı
bırakıp, baska ma’nâ vermek, küfr ve ilhâd olur. Çünki, bu sûretle, islâmiyyeti
degisdirmek, bozmak olur.
Ikinci ismleri, (Karâmita)dır. Çünki, bu fırkayı meydâna çıkaran, Hamdan
Karmat denilen kimsedir. Hamdan, Basrada, Vâsıt sehrinde bir köy ismidir.
Üçüncü ismleri, (Hurumiyye)dir. Çünki, birçok harâmlara halâl diyorlar. Dördüncü
ismleri, (Seb’ıyye)dir. Çünki, din sâhibi olan Peygamberler yedidir derler.
Bunların altısı Âdem, Nûh, Ibrâhîm, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed “aleyhimüsselâm”
dır. Mehdî de yedinci olacakdır derler. Nâtık adını verdikleri bu Peygamberlerden
“salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” her ikisi arasında yedi imâm gelmisdir.
Her asrda yedi imâm bulunur derler.
Bunların en yayılan ismleri, (Ismâ’îliyye)dir. Çünki, imâm-ı Ca’fer Sâdıkın
“radıyallahü anh” vefâtından sonra, büyük oglu Ismâ’îl, müslimânların imâmı
oldu derler. Bunların meydâna çıkması söyle oldu:
Hindistândaki mecûsîler, ya’nî atese tapan kâfirler, islâmiyyetin üç kıt’a üzerinde
sür’at ile yayıldıgını görünce, (Müslimânları, kılıncla yenmege, yayılmalarını önlemege
imkân yokdur. Onları içden yıkmakdan baska çâre kalmamısdır. Onların
kitâblarına, kendi inancımıza göre ma’nâ verip, gençlerini, câhillerini yoldan çıkaralım)
dediler. Basları olan Hamdan Karmat, su temel prensipleri koydu:
1 — Din bilgisi olanlarla konusulmıyacak. Din âlimi bulunan yerde, kendimizi
gizliyecegiz.
2 — Karsıdakinin arzûsuna, keyfine göre konusulacak. Meselâ, zâhidin yanında
zâhidler medh edilecek. Fâsıka, düskün oldugu günâhların yasak olmadıgı
söylenecek, [Ehl-i sünnetin yanında, Ehl-i sünnet övülecek. Hepimiz kardesiz
denilecek].
3 — Müslimânlar, islâmiyyetin emrlerinde ve yasaklarında sübheye, karârsızlıga
düsürülecek. Meselâ, özrlü kadına oruc kazâ etdiriliyor da, nemâzları niçin kazâ
etdirilmiyor? Bevl, dahâ pis oldugu hâlde, niçin bevl çıkınca da gusl farz olmuyor?
Bes vakt nemâzların iki veyâ üç veyâ dört rek’at olması nedendir? gibi seyler
sorup, zihnleri sasırtmaga çalısılacak.
4 — Sırlarını yabancılara söylememek için söz alırlar. Allah, Kur’ânda mîsâk emr
ediyor derler.
5 — Din ve dünyâ büyükleri bizi begeniyor, bizi ögüyor derler.
6 — Aldatmak için, önce, herkesin inandıgı seyleri müdâfe’a etmeli, derler.
7 — Ibâdetlere lüzûm yokdur. Is, kalbin temiz olmasıdır derler.
8 — Avlanılan gençlere, Ehl-i sünnet i’tikâdını kötülemeli, Ehl-i sünnete gerici
demeli. Son olarak, harâmları islemege alısdırmalı. Bunları yapdırmak için,
âyet-i kerîmelere ve hadîs-i serîflere yanlıs ma’nâlar vermeli. Bunlar, bâtınî
ma’nâlardır. Her âlim bunları anlıyamaz demeli.
Meselâ Cennet, ibâdetlerden kurtulmak ve lezzetli seyleri yapmakdır. Cehennem,
ibâdetlerin yüklerine katlanmak ve harâmlardan sakınmakdır demeli.
Ilk zemânlar, birçok bilgileri, eski Yunan felesoflarından aldılar. Meselâ, yaratıcı
ne vardır, ne de yokdur. Ne âlimdir, ne câhildir. Ne kâdirdir, ne âcizdir. Bütün
sıfatları da böyledir dediler. Çünki, bunlar var denirse, mahlûklara benzetilmis
olur. Yokdur denirse, yokluk kondurulmus olur dediler. Yaratan, kadîm de degildir,
hâdis de degildir dediler.
Bunların basına geçen Hasen bin Muhammed Sabbâh, gitdikleri yola bozuk denilmemesi
için, gençlerin din bilgilerini ögrenmesini ve âlimlerin, eski kitâbları oku-
– 488 –
malarını men’ etdi. Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ile
görüsmegi, Ehl-i sünnet kitâblarını okumagı siddetle yasak etdi. Ilm-i zâhirin çogalması,
ilm-i bâtını örter, söndürür dedi. Islâmiyyet ile alay etdi. Allahü teâlânın
emrlerini, yasaklarını inkâr etdi. Hayvanlar gibi, dinsiz, kanûnsuz yasamak yolunu
tutdular).
Ismâ’îlîlerin (Süleymâniyye) kolunun kurucusu olan Süleymân bin Hasen, 1005
[m. 1597] de ölmüsdür. (Nühab-ül-mültekıta) kitâbında, bu fırkanın gizli felsefesini
uzun açıklamakdadır.
7 — YEZÎDÎLER: Seyyid Serîf-i Cürcânînin (Ta’rîfât) kitâbında kısaca ve (Milel-
nihal) kitâbında genis yazıldıgı gibi, Hâricîler yedi fırkadır. Bunlardan (Ibâdıyye
fırkası) Abdüllah bin Ibâd adındaki kimsenin kurdugu fırkadır. Bu adam,
hazret-i Alî, hazret-i Mu’âviye ile, hakem yapmak sûreti ile uyusdugu için, hazret-
i Alîden ayrıldı. Trablusgarba gitdi. Orada Ibâdıyye fırkasını kurdu. Bundan
sonra, adamları [153] yılında, halîfeye ısyân edip Trablusgarbı ele geçirdiler.
Kendilerinden baska olan müslimânlara kâfir dediler. Harb zemânlarında mallarını
almak câizdir dediler. Büyük günâh isliyen mü’min degildir dediler. Hazret-
i Alîyi ve Eshâb-ı kirâmdan çogunu kâfir bildiler. 1129 [m. 1717] da tevellüd
ve 1222 [m. 1808] de vefât eden Abdül’azîz bin Ibrâhîm adındaki biri (Kitâb-ünnîl)
adında kitâb yazarak, Ibâdîlerin Cezâyirde çogalmasına sebeb oldu. 749 [m.
1349] da ölen Ismâ’îl Cîlâtînin (Kavâid-ül-islâm) kitâbına da çok önem veriyorlar.
Bu kitâb Mısrda basılmısdır.
Ibâdıyye fırkası dörde ayrıldı: Bunlardan Yezîd bin Enîsenin adamlarına (Yezîdî)
denildi. Bunlar, Acemden bir Peygamber gelecek, buna, gökde yazılmıs bir
kitâb inecek, Muhammed aleyhisselâmın dîninden çıkacak, Sâbi’iyye olacak,
ya’nî yıldızlara tapınacak diyorlar. Küçük, büyük her günâhı isliyen kâfir olur diyorlar.
1385 [m. 1966] mart ayında Irâkdan Anadoluya gelen Yezîdî seyh Emâvînin bildirdigine
göre, Yezîdîligi yayan adam, Adî adında bir Sûriyelidir. Abbâsîlerin baskısından
kaçarak, Irâkın simâlinde Sengal daglarının ortasındaki Lâdes vâdisine
sıgınmıs, Adeviyye adında bir yol kurmusdur. Kürdler ve arablar arasına yayılan
bu inanısa Yezîdîlik denildi. 550 [m. 1154] de, seksen yasında öldü. Yerine kardesinin
oglu ikinci Adî geçdi. Bundan sonra, bunun oglu seyh Hasen reîs oldu. Bunun
zemânında çogaldılar. Seksenbin oldular. Yezîdîlerin inanısları, müslimânlıkla
hıristiyanlık inanıslarının karısıgıdır. (Kitâb-ül-celve) adındaki en önemli kitâbları
arabî ve kürdce olup, Maksimilyan Bütner tarafından almancaya terceme
edilmis ve 1331 [m. 1913] yılında basılmısdır. Seytâna tapınırlar. Iblîse melek ve tâvus
derler. Seytâna sögeni öldürürler. Derdleri, belâları Iblîs yaratır derler. Müslimânlardan
ve hıristiyanlardan isitdikleri seyleri, Yezîdîlik olarak anlatırlar. Müslimânların
îmânının ve ibâdetlerinin hiçbiri bunlarda yokdur. Lâdes vâdisindeki
Baadır köyünde bulunan ölülerini gidip dolasmaga, hac derler. Bunu eylül ayında
yaparlar. Hergün günes dogarken, ona karsı dururlar. Sabâh, ilk ısık gelen topragı
öperler. Günes batarken de, ona yalvarırlar. Bu yapdıklarına, nemâz kılmak,
ibâdet etmek derler. Ocak ayında, üç gün oruc tutarlar. Bu çesidli islerini, nemâz,
oruc, hac, ibâdet diye anlatırlar. Bu sözlerini isiten, bunları müslimân sanır.
Yezîdîlerin okuma, yazma ögrenmesi, büyük günâhdır. Bunun için, çok geri ve câhildirler.
Müslimânlıkdan haberleri yokdur. Sakal kesmeleri de günâhdır. Insanları,
dünyâda ve âhıretde sıkıntılara sürükliyen bu tuhaf dîne karsı, ilk olarak, Mûsul
emîri, Imâdüddîn-i Zengî harekete geçerek, kumandanı Bedreddîn-i Lü’lüü,
seyh Hasenin üzerine yolladı. Onları dagıtdı. Baskanları Emâvîye göre, bugün, onmilyon
yezîdî vardır. Bunlar, Irâkda, Sûriyede, Yemende, Azerbaycânda, Türkiyede
ve Hindistânda bulunmakdadır. Câhil olduklarından, komünistlik propagandalarına
çabuk aldanmakdadırlar. Rusyada üçmilyon komünist Yezîdî bulundugu-
– 489 –
nu ve Irâkdaki Abdüsselâm hükûmetinin asdıgı binikiyüz komünist içinde, Yezîdîlerin
de bulundugunu Emâvî açıklamısdır. Emevî halîfelerinden Yezîdin, bunlarla
hiçbir baglılıgı yokdur. Emâvî ismindeki reîsleri [m. 1930] da Lâdesde dogmusdur.
Irâk ordusunda general rütbesine yükselmisdir. Irâkda bulunan müslimân
kürdlere karsı, Irâk ordusu ile birlikde harb etmisdir.
(Behcet-ül-fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Bagdâdda birçok
kimse, kendilerine müslimân dedikleri hâlde, harâma halâl diyor, günese tapıyor
ve Iblîse ta’zîm ediyorlar. Ülül-emre ısyân edip, bulundukları yerde, baskanları
ile birlikde, küfr ahkâmını yapıyorlar. Bulundukları yer, (Dâr-ül-harb) olur.
Islâm askeri bunlarla harb edip, erkekleri müslimân olursa öldürülmez. Kadınları
irtidâddan vaz geçip müslimân olurlarsa, câriye olarak vaty halâl olur).
Yezîdîlerin (Îrânda bir Peygamber gelecek) dedikleri için kâfir oldukları, (Berîka)
ve (Hadîka) kitâblarında yazılıdır.
8 — SÜRYÂNÎLER: Süryânî dili ile konusan eski hıristiyanların artıklarıdır.
Katolik kısmından, Ya’kûbiyye fırkasındandırlar. Monofîsiyye inancında olup, Îsâ
tanrıdır derler. Urfa patrîki olan Ya’kûb-i Berde’î tarafından kuruldu. Antakya patrîki
Mihâil-i Süryânî tarafından yayıldı. Mihâil, mîlâdî [1126] da dogdu. 594 [m.
1199] de öldü. Ya’kûb [m. 578] de ölmüsdür. Hıristiyanlıkda monofîsiyye inancını,
ilk olarak, Istanbul patrîki Utîhâ çıkarmısdı. Iskenderiyye patrîki Dioskorüs de
buna uymusdu. Mîlâdî [451] deki Kadıköy toplantısında, Dioskorüsün fikrleri
red edilmisdi. Mîlâdın 405 senesinde ölmüs olan Mar-Maron isminde bir katolik
papası da Maronî fırkasını kurmusdur. Sûriyedeki hıristiyanların bir kısmının
Süryânî, bir kısmının da Maronî oldukları (Kâmûs-ül-a’lâm)da yazılıdır. Birinci
kısmda, 91, 92 ve 93. cü maddelere bakınız!
(Müncid)de diyor ki, (Amerikalı Sarl Russelin 1289 [m. 1872] da kurmus oldugu
(Yehve Sâhidleri) fırkası, bid’at yoludur. Incîle, kendine göre yeni ma’nâlar vermisdir).
Bunlara yanlıs olarak (Yahova Sâhidleri) deniliyor. Kendilerine inananlara
maddî yardım va’d eden misyoner teskîlâtının merkezi Isviçrenin Zürih sehrindedir.
9 — SELEFÎLER: Hemen söyliyelim ki, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi
teâlâ aleyhim ecma’în” kitâblarında, (Selefiyye) denilen bir ism ve (Selefiyye
Mezhebi) diye bir yazı yokdur. Bu ismler mezhebsizler tarafından sonradan uydurulmus
ve câhil din adamları tarafından, mezhebsizlerin kitâbları arabîden türkceye
terceme edilirken, türkler arasında da yayılmaga baslamısdır. Bunlara göre,
(Es’arî ve Mâtürîdî mezhebleri kurulmadan evvel bütün sünnîlerin tâbi’ oldukları
mezhebe Selefiyye adı verilmekdedir. Bunlar Sahâbe ve Tâbi’înin izinde yürümüslerdir.
Selefiyye mezhebi Eshâbın, Tâbi’înin ve Tebe’i tâbi’înin mezhebidir.
Dört büyük imâm bu mezhebe mensûb idi. Selefiyye mezhebini müdâfe’a için ilk
eser, (Fıkh-ul-ekber) ismi ile Imâm-ı a’zam tarafından yazılmısdır. Imâm-ı Gazâlî,
(Ilcâm-ül avâm-anil kelâm) eserinde Selefiyye mezhebinin esâslarını yedi olarak
bildirmekdedir. Imâm-ı Gazâlînin zuhûru ile müteahhirînin ilm-i kelâmı baslar.
Imâm-ı Gazâlî, önce gelen kelâmcıların mezheblerini ve islâm felesoflarının
fikrlerini tedkîk etdikden sonra, kelâm ilminin metodlarında degisiklikler yapdı.
Felsefî düsünceleri, red maksadıyla kelâma sokdu. Râzî ve Âmidî, kelâm ile felsefeyi
mezc ederek bir ilm hâline koydular. Beydâvî ise, kelâm ile felsefeyi birbirinden
ayrılmaz hâle koydu. Müteahhirînin ilm-i kelâmı Selefiyye mezhebinin yayılmasına
mâni’ oldu. Ibni Teymiyye ve talebesi Ibn-ül-Kayyım-il-cevziyye, Selefiyye
mezhebini ihyâya çalısdılar. Selefiyye mezhebi sonradan ikiye ayrılmısdır: Eski
Selefîler, Allahın sıfatları ve mütesâbih nassları hakkında tafsîlâta girmemislerdir.
Sonraki Selefîler bunlar hakkında tafsîl cihetine ehemmiyyet vermislerdir. Ibni
Teymiyye ve Ibni Kayyım Cevziyye gibi sonraki Selefîlerde bu hâl açık olarak
– 490 –
görülmekdedir. Eski ve yeni Selefîlerin hepsine birden (Ehl-i sünnet-i hâssa) denir.
Ehl-i sünnet kelâmcıları ba’zı nassları te’vîl etmislerse de, Selefîyye buna
muhâlifdir. Selefiyye, Allahın yüzü ve gelmesi, insanların yüzüne ve gelmesine benzemez
diyerek müsebbiheden ayrılmısdır) diyorlar.
(Es’arî) ve (Mâtürîdî) mezhebleri sonradan kurulmus demek dogru degildir. Bu
iki büyük imâm, Selef-i sâlihînin bildirdikleri i’tikâd, îmân bilgilerini açıklamıslar,
kısmlara bölmüsler, gençlerin anlayabilecegi bir seklde yaymıslardır. Imâm-ı
Es’arî, Imâm-ı Sâfi’înin talebesi zincirinde bulunmakdadır. Imâm-ı Mâtürîdî de,
Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin talebeleri zincirinin büyük bir halkasıdır. Es’arî ve
Mâtürîdî, hocalarının i’tikâddaki müsterek olan mezheblerinden dısarı çıkmamıs,
mezheb kurmamısdır. Bu ikisinin ve hocalarının ve dört mezheb imâmının tek
bir i’tikâdı vardır. Bu da (Ehl-i sünnet vel cemâ’at) ismi ile meshûr olan i’tikâd mezhebidir.
Bu fırkada bulunanların i’tikâdları, inanısları, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin
ve Tebe-i tâbi’înin inanıslarıdır. Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin yazdıgı,
(Fıkh-ul-ekber) kitâbı, Ehl-i sünnet mezhebini müdâfe’a etmekdedir. Bu kitâbda
ve Imâm-ı Gazâlînin, (Ilcâm-ül-avâm-anil-kelâm) kitâbında Selefiyye kelimesi
yokdur. Bu iki kitâb ve (Fıkh-ul-ekber) kitâbının serhleri arasında (Kavl-ül-fasl)
kitâbı, Ehl-i sünnet fırkasını bildirmekde ve bid’at fırkaları ile felsefecilere cevâblar
vermekdedir. Kavl-ül-fasl ve Ilcâm kitâbını Hakîkat Kitâbevi basdırmısdır.
Imâm-ı Gazâlî, (Ilcâm-ül-avâm) kitâbında, (Bu kitâbda i’tikâddaki fırkalardan,
Selef mezhebinin hak oldugunu, bildirecegim. Bu mezhebden ayrılanların bid’at sâhibi
olduklarını anlatacagım. Selef mezhebi demek, Eshâbın ve Tâbi’înin i’tikâdları
demekdir. Bu mezhebin esâsları yedidir) diyor. Görülüyor ki, Ilcâm kitâbı, Selef
mezhebinin yedi esâsını yazmakdadır. Buna Selefiyyenin yedi esâsı demek, kitâbın
yazısını degisdirmek ve Imâm-ı Gazâlîye iftirâ etmek olmakdadır. Ehl-i sünnet
kitâblarının hepsinde, meselâ, çok kıymetli fıkh kitâbı olan, (Dürr-ül-muhtâr)ın
Sâhidlik kısmında, Selef ve Halef dedikden sonra; (Selef, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin
ismidir. Bunlara (Selef-i sâlihîn) de denir. Halef de, Selef-i sâlihînden sonra
gelen Ehl-i sünnet âlimlerine denir) yazılıdır. Imâm-ı Gazâlî ve Imâm-ı Râzî ve
tefsîr âlimlerinin bas tâcı olan Imâm-ı Beydâvî, hep Selef-i sâlihîn mezhebinde idiler.
Bunların zemânında türeyen bid’at fırkaları, ilm-i kelâma felsefeyi karısdırdılar.
Hattâ îmânlarının esâsını felsefe üzerine kurdular. (Milel ve Nihal) kitâbında
bu bozuk fırkaların inançları genis anlatılmakdadır. Bu üç imâm, bu bozuk fırkalara
karsı Ehl-i sünnet i’tikâdını müdâfe’a ederken ve onların sapık fikrlerini çürütürken,
onların felsefelerine de genis cevâblar verdiler. Bu cevâbları, Ehl-i sünnet
mezhebine felsefeyi karısdırmak degildir. Bil’akis kelâm ilmini, kendisine karısdırılan
felsefî düsüncelerden temizlemekdir. Beydâvîde ve bunun serhlerinin en
kıymetlisi olan (Seyhzâde) tefsîrinde hiçbir felsefî düsünce, hiçbir felsefî metod yokdur.
Bu yüce imâmlara felsefe yolunda idiler demek, çok çirkin iftirâdır. Ehl-i
sünnet âlimlerine bu iftirâyı ilk olarak, Ibni Teymiyye, (Vâsıta) kitâbında yazmısdır.
Ibni Teymiyyenin ve talebesi Ibn-ül-Kayyım-ıl-cevziyyenin Selefiyye mezhebini
ihyâya çalısdıklarını söylemek ise, hak yolda olanlar ile bâtıl yola sapmıs
olanların ayrıldıgı mühim bir noktadır. Bu iki sahısdan evvel Selefiyye mezhebi, hattâ
Selefiyye kelimesi yok idi ki, bu ikisinin ihyâya çalısdıgı söylenilebilsin. Bu ikisinden
evvel yalnız ve tek hak i’tikâd olarak (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) ismi verilmis
olan Selef-i sâlihînin mezhebi vardı. Ibni Teymiyye, bu hak mezhebi bozmus,
birçok bid’atlar meydâna çıkarmısdır. Simdi mezhebsizlerin, dinde reformcuların,
kitâblarının, sözlerinin, yanlıs düsüncelerinin kaynagı, hep Ibni Teymiyyenin
bid’atleridir. Bunlar, kendilerinin hak yolda olduklarına gençleri inandırmak için,
korkunç bir hîle ortaya çıkardılar. Ibni Teymiyyenin bid’atlerini, yanlıs fikrlerini
haklı göstererek, gençleri onun yoluna sürüklemek için, Selef-i sâlihîne Selefiyye
ismini verdiler. Selef-i sâlihînin halefleri olan islâm âlimlerine felsefe ve bid’at lekelerini
bulasdırdılar. Bunları, Selefiyye dedikleri uydurma ismden ayrılmakla suç-
– 491 –
ladılar. Ibni Teymiyyeyi Selefiyyeyi yeniden canlandıran bir kahraman, bir müctehid
olarak ortaya koydular. Hâlbuki, Selef-i sâlihînin halefleri olan Ehl-i sünnet
âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, zemânımıza kadar, hattâ bugün bile,
yazdıkları kitâblarında Selef-i sâlihînin mezhebi olan (Ehl-i Sünnet) i’tikâd bilgilerini
savunmuslar. Ibni Teymiyyenin, Sevkânînin ve benzerlerinin Selef-i sâlihînin
yolundan ayrıldıklarını ve müslimânları felâkete ve Cehenneme sürüklediklerini
bildirmislerdir. (Et-Tevessülü bin Nebî ve bis-Sâlihîn) ve (Ulemâ-ül-müslimîn
vel-muhâlifûn) ve (Sifâ-üs-sikâm) ile bunun ön sözü olan (Tathîrul-füâd mindenis-
il-i’tikâd) kitâblarını okuyanlar, yeni Selefiyye denilen bu inanısları ortaya
çıkaranların, müslimânları felâkete götürdüklerini ve islâm dînini içerden yıkmakda
olduklarını çok iyi anlar.
Son günlerde, ba’zı agızlardan (Selefiyye) ismi isitilmeye baslandı. Her müslimân
sunu iyi bilmelidir ki, islâmiyyetde (Selefiyye mezhebi) diye birsey yokdur.
Islâmiyyetde yalnız (Selef-i sâlihîn) mezhebi vardır. Selef-i sâlihîn, hadîs-i serîf ile
medh ve senâ buyurulmus olan, ilk iki asrın müslimânlarıdır. Üçüncü ve dördüncü
asrlarda gelen islâm âlimlerine (Halef-i sâdıkîn) denir. Bu serefli insanların i’tikâdına,
(Ehl-i sünnet vel-cemâ’at mezhebi) denir. Bu mezheb, îmân, inanıs mezhebidir.
Selef-i sâlihînin, ya’nî Eshâb-ı kirâm ile Tâbi’în-i i’zâmın îmânları hep aynı
idi. Inanısları arasında hiç fark yokdu. Simdi yer yüzünde bulunan müslimânların
çogu, Ehl-i sünnet mezhebindedirler. Yetmisiki sapık bid’at fırkalarının
hepsi ikinci asrdan sonra ortaya çıkdı. Bunların bir kısmının kurucuları dahâ önceden
yasamıs iseler de, kitâblarının yazılması ve toplu olarak ortaya çıkmaları ve
Ehl-i sünnete karsı bas kaldırmaları Tâbi’în-i i’zâmdan sonra oldu.
Ehl-i sünnet i’tikâdını ortaya koyan Resûlullahdır “sallallahü aleyhi ve sellem”.
Îmân bilgilerini Eshâb-ı kirâm bu kaynakdan aldılar. Tâbi’în-i i’zâm da bu
bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan ögrendiler. Dahâ sonra gelenler, bunlardan ögrendiler.
Böylece, Ehl-i sünnet bilgileri bizlere nakl ve tevâtür yoluyla geldi. Bu bilgiler
akl ile bulunamaz. Akl bunları degisdiremez. Akl, bunları anlamaya yardımcı
olur. Ya’nî, bunları anlamak, dogruluklarını, kıymetlerini kavramak için akl lâzımdır.
Hadîs âlimlerinin hepsi, Ehl-i sünnet i’tikâdında idiler. Amelde dört mezhebin
imâmları da bu mezhebde idi. I’tikâdda mezhebimizin iki imâmı olan Mâtürîdî
ve Es’arî de Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Bu her iki imâm, hep bu mezhebi
yaydılar. Sapıklara karsı ve eski yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmıs olan
maddecilere karsı bu tek mezhebi savundular. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin
zemânları aynı ise de, bulundukları yerler birbirinden ayrı ve karsılarındaki saldırganların
düsünüs ve davranısları baska oldugundan, savunma metodları ve
tenkidleri birbirinden farklı olmus ise de, bu hâl, mezheblerinin ayrı oldugunu göstermez.
Bunlardan sonra gelen yüzbinlerle derin âlim ve velîler, bu iki yüce imâmın
kitâblarını inceliyerek ikisinin de, Ehl-i sünnet mezhebinde olduklarını söz birligi
ile bildirmislerdir. Ehl-i sünnet âlimleri, ma’nâları açık olan (Nass)ları, zâhirleri
üzere almıslardır. Ya’nî, böyle âyet-i kerîmelere ve hadîs-i serîflere açık olan
ma’nâları vermisler, zarûret olmadıkça böyle Nassları (te’vîl) etmemisler, bu
ma’nâları degisdirmemislerdir. Kendi bilgileri ve görüsleri ile bir degisiklik hiç yapmamıslardır.
Sapık fırkalardan olanlar ve mezhebsizler ise, yunan felsefecilerinden
ve din düsmanı olan fen taklîdcilerinden isitdiklerine uyarak, îmân bilgilerinde
ve ibâdetlerde degisiklik yapmakdan çekinmemislerdir.
Misyonerlerin asrlar boyu devâm eden çalısmaları ile ve ingiliz imperatorlugunun
igrenç siyâseti ve her dürlü maddî güçlerini kullanması ile, islâm dîninin bekçisi,
Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hizmetçisi
olan Osmânlı devleti parçalanınca, mezhebsizler meydânı bos buldular. Bilhâssa,
Ehl-i sünnet âlimlerine söz hakkı tanınmayan memleketlerde, meselâ Sü’ûdî
Arabistânda, seytânî yalan ve hîlelerle, Ehl-i sünnete saldırmaga, islâmiyyeti
– 492 –
içerden yıkmaga basladılar. Sü’ûdî Arabistândan dagıtılan sayısız altınlar, bu saldırganlıgın
dünyânın her yerine yayılmasını sagladı. Pâkistândan, Hindistândan ve
Afrika milletlerinden gelen haberlerden anlasıldıgına göre, din bilgisi ve Allah korkusu
olmıyan ba’zı din adamları, bu saldırganlara destek olarak mevkı’lere ve apartmanlara
kavusmuslardır. Bilhâssa gençleri aldatarak, Ehl-i sünnet mezhebinden
ayırmak için yapdıkları hıyânetleri, bu habîs kazançlarına sebeb olmakda imis. Medreselerdeki
talebeyi, müslimân yavrularını aldatmak için yazdıkları kitâblardan birini
getirtdik:
Kitâbın bir yerinde, (Bu kitâbı, mezheb te’assubunu kaldırmak ve herkesin kendi
mezhebi içinde kavgasız yasamasını saglamak için yazdım) diyor. Bu adam, mezheb
te’assubunu kaldırmagı, Ehl-i sünnete saldırmakda, Ehl-i sünnet âlimlerini küçültmekde
gördügünü söylemekdedir. Islâm dînine hançer saplamakda, bunu
müslimânların kavgasız yasaması için yapdıgını söylemekdedir. Kitâbın bir yerinde,
(Düsünen bir insan, düsüncesinde isâbet ederse, on misli ecr alır. Hatâ ederse,
bir ecr alır) diyor. Buna göre her insan, ya’nî ister hıristiyan olsun, ister müsrik
olsun, bir kimse, her düsüncesinde ecr alacak. Hem de dogru olanlarında on sevâb!
Bakınız, Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hadîs-i serîfini
nasıl degisdiriyor? Nasıl hiyle yapıyor? Hadîs-i serîfde, (Bir müctehid, âyet-i kerîmeden
ve hadîs-i serîfden [amele âid] bir hükm çıkarırken, isâbet ederse, buna
on sevâb verilir. Hatâ ederse, bir sevâb verilir) buyuruldu. Hadîs-i serîf, bu sevâbların
her düsünene degil, ictihâd derecesine yükselmis olan islâm âlimine verilecegini,
buna da, her düsünmesine degil, Nasslardan [amele âid] ahkâm çıkarmak
için çalısmasında verilecegini göstermekdedir. Çünki, bu çalısması ibâdetdir. Her
ibâdete verildigi gibi, burada da sevâb verilmekdedir.
Selef-i sâlihîn zemânında ve bunların halefleri olan müctehid âlimlerin zemânında,
ya’nî dörtyüz senesinin sonuna kadar, yasama sartlarında degismeler olunca,
yeni hâdiseler ortaya çıkınca, müctehid olan âlimler, gece gündüz çalısarak, bu
isin nasıl yapılması lâzım geldigini, (Edille-i ser’ıyye) ismindeki dört kaynakdan
bulup çıkarmıslar, bütün müslimânlar da, bu isi, kendi mezheb imâmlarının bulup
anladıgına uyarak yapmıslardı. Yapanlar da, on veyâ bir sevâb kazanırdı. Dörtyüz
senesinden sonra da, bu müctehidlerin bulduklarına uyuldu. Bu uzun zemânlarda,
hiçbir müslimân, hiçbir isinde çâresiz kalmadı, sıkıntıya düsmedi. Dahâ sonra
müctehidlerin yedinci derecesinde de bir âlim, bir müftî yetisemedigi için, simdi
dört mezhebden birinin âlimlerinin kitâblarını okuyup anlıyabilen bir müslimândan
ve onun terceme etdigi kitâblardan ögrenip, ibâdetlerimizi buna göre yapmamız
ve bunlara uygun yasamamız lâzımdır. Allahü teâlâ, herseyin hükmünü
Kur’ân-ı kerîmde bildirdi. Onun yüce peygamberi olan Muhammed aleyhisselâm
da, bunların hepsini açıkladı. Ehl-i sünnet âlimleri de, bunları, Eshâb-ı kirâmdan
ögrenip kitâblarına yazdılar. Simdi bu kitâbları dünyânın her yerinde mevcûddur.
Dünyânın her yerinde, kıyâmete kadar ortaya çıkacak olan her yeni seyin nasıl
kullanılacagı, bu kitâbların bir bilgisine benzetilebilir. Bunun mümkin olması,
Kur’ân-ı kerîmin mu’cizesi ve islâm âlimlerinin bir kerâmetidir. Yalnız mühim olan
sey, karsılasılan isin nasıl yapılacagını, Ehl-i sünnet olan hakîkî bir müslimândan
sorup ögrenmek lâzımdır. Mezhebsiz din adamına sorulursa, fıkh kitâblarına uymayan
cevâb vererek, insanı yanlıs yola sürükler.
Arab memleketlerinde birkaç sene kalıp da, arabî konusmasını ögrenip, orada
zevk ve safâ ile eglenerek ömrünü günâh islemekle çürütüp, sonra bir mezhebsizden,
bir Ehl-i sünnet düsmanından mühürlü bir kâgıd alarak, Pâkistâna, Hindistâna
dönen mezhebsiz câhillerin, gençleri nasıl aldatdıklarını yukarıda bildirmisdik.
Bunların sahte diplomalarını gören ve arabî konusduklarını isiten gençler, kendilerini
din adamı sanır. Hâlbuki bunlar bir fıkh kitâbını anlamakdan âcizdirler.
Kitâblardaki fıkh bilgilerinden hiç haberleri yokdur. Zâten, bu islâm bilgilerine
– 493 –
inanmazlar, gericilik derler. Eskiden islâm âlimleri kendilerine sorulan seylere, fıkh
kitâblarından cevâb bulup, süâl edenlere bunları söylerlerdi. Mezhebsiz din adamı
ise fıkh kitâbını okuyup anlıyamadıgı için, câhil kafasına ve noksan aklına gelenleri
söyliyerek süâl sâhibini aldatır. Onun Cehenneme gitmesine sebeb olur. Bunun
içindir ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Âlimlerin iyisi, insanların
en iyisidir. Âlimlerin kötüsü insanların en kötüsüdür) buyurdu. Bu hadîs-i serîf
gösteriyor ki, Ehl-i sünnet âlimi, insanların en iyisidir. Mezhebsizler de, insanların
en kötüsüdür. Çünki, birinciler, insanları Resûlullaha uymaga, ya’nî Cennete,
ikinciler ise, insanları kendi sapık düsüncelerine uymaga, ya’nî Cehenneme sürüklemekdedirler.
Mısrdaki Câmi’ul-ezher islâm üniversitesinden me’zûn üstâz ibni Halîfe Alîvî
(Akîdet-üs-selef-i vel-halef) kitâbında diyor ki, (Allâme Ebû Zühre, (Târîh-ul-mezâhib-
il-islâmiyye) kitâbında yazdıgı gibi, hicretin dördüncü asrında, hanbelî mezhebinden
ayrılan ba’zı kimseler, kendilerine (Selefiyyîn) ismini verdiler. Yine
hanbelî mezhebinde olan Ebülferec Ibnülcevzî “rahmetullahi teâlâ aleyh” ve baska
âlimler, bu selefîlerin selef-i sâlihînin yolunda olmadıklarını, bid’at ehli, mücessime
fırkasından olduklarını bildirerek, bu fitnenin yayılmasını önlediler. Yedinci
asrda, Ibni Teymiyye, bu fitneyi tekrâr alevlendirdi). Bu kitâbda, selefîlerin
ve vehhâbîlerin çesidli bid’atleri ve Ehl-i sünnete karsı yapdıkları iftirâları uzun
yazılmıs ve cevâbları verilmisdir. Kitâb 1398 [m. 1978] de Sâmda basılmısdır. Üçyüzkırk
sahîfedir.
Mezhebsizler kendilerine, (Selefiyye) ismini takmıslar. Ibni Teymiyye, Selefîlerin
büyük imâmıdır diyorlar. Bu sözleri bir bakımdan dogrudur. Çünki, Ibni Teymiyyeden
önce (Selefî) ismi yokdu. Selef-i sâlihîn vardı. Bunların i’tikâdları da Ehl-i sünnet
mezhebi idi. Ibni Teymiyyenin sapık fikrleri vehhâbîlere ve diger mezhebsizlere
kaynak oldu. Ibni Teymiyye hanbelî mezhebinde olarak yetisdi. Ya’nî Ehl-i sünnet
idi. Fekat ilmi çogalıp, fetvâ makâmına yükselince, kendi fikrlerini begenmege,
kendini Ehl-i sünnet âlimlerinden “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” üstün
görmege basladı. Ilminin çogalması, dalâletine, sapıtmasına sebeb oldu. Hanbelî
olması kalmadı. Çünki, dört mezhebden birinde olabilmek için, Ehl-i sünnet i’tikâdında
olmak lâzımdır. Ehl-i sünnet i’tikâdında olmayan kimse için hanbelî
mezhebindedir denilemez.
Mezhebsizler, bulundukları memleketdeki Ehl-i sünnet din adamlarını "rahmetullahi
teâlâ aleyhim ecma'în", her fırsatda kötülüyorlar. Bunların kitâblarının
okunmasını, Ehl-i sünnet bilgilerinin ögrenilmesini önlemek için her hiyleye basvuruyorlar.
Meselâ, bir mezhebsiz, bu fakîrin ismini söyliyerek, (Eczâcı, kimyâger,
dinden ne anlar? O kendi san'atı üzerinde çalıssın. Bizim isimize karısmasın) demis.
Su câhilce, su ahmakca söze bakınız! Fen adamlarının din bilgisi olmaz sanıyor.
Bilmiyor ki, müslimân fen adamı, her an sun'-ı ilâhîyi temâsâ etmekde, masnû'ât
kitâbında sergilenmis bulunan yüce Hâlıkın kemâlâtını anlamakda, Onun sonsuz
kudreti karsısında, mahlûkların aczini görerek, Onu her an tesbîh ve tenzîh etmekdedir.
Alman atom âlimi Max Planck, (Der Strom) kitâbında, bunu çok güzel
bildirmekdedir. Bu câhil mezhebsiz ise, yurt dısındaki kendi gibi bir sapıkdan aldıgı
belgeye ve bunun sagladıgı masaya dayanarak ve belki de, yurt dısında dagıtılan
altınların hayâlleri ile mest olarak, din bilgilerini kendi inhisârında görmekdedir.
Allahü teâlâ, bu zevallıyı ve cümlemizi ıslâh eylesin! Böyle belgeli din hırsızlarının
tuzaklarına düsen temiz gençleri de, halâs buyursun! Âmîn.
Evet, bu fakîr, eczâcı ve kimyâ yüksek mühendisi olarak milletime otuz seneden
ziyâde hizmet etdim. Fekat yedi sene din tahsîli yaparak ve geceli gündüzlü
çalısarak da, büyük islâm âliminden icâzet almakla da sereflendim. Fen bilgileri
ile din bilgilerinin azameti altında ezilerek, aczimi iyice anladım. Bu anlayıs içinde,
hakkıyla kulluk yapabilmek gayretindeyim. En büyük korkum ve endisem, dip-
– 494 –
lomalarımın ve icâzetimin yaldızlarına aldanarak, bu konularda söz sâhibi olacagımı
sanmaklıgımdır. Bu korkumun çoklugu, her sözümde gözlere çarpmakdadır.
Hiçbir zemân kendi görüsümü, kendi fikrimi yazmaga cesâret etmedim. Dâimâ
Ehl-i sünnet âlimlerinin, anlıyabilenleri hayrân eden kıymetli yazılarını arabîden
ve fârisîden terceme ederek genç kardeslerime sunmaga çalısdım. Bu korkumun
çoklugundan, kitâb yazmagı düsünmemisdim. (Savâık-ul-muhrika)nın ilk sahîfesinde
yazılı olan, (Fitne yayıldıgı zemân, hakîkati bilen, baskalarına bildirsin!
Bildirmezse, Allahın ve bütün insanların la'neti ona olsun!) hadîs-i serîfini görünce,
düsünmege basladım. Bir tarafdan, Ehl-i sünnet âlimlerinin, din bilgilerindeki
ve kendi zemânlarında bulunan fen bilgilerindeki anlayıslarının ve akllarının
üstünlügünü ve ibâdet ve takvâlardaki gayretlerini ögrendikçe, küçüklügümü
anlayıp, O büyük âlimlerin ilm deryâları yanında, kendi bilgilerimi bir damla gibi
görüp, bir yandan da, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okuyup anlıyabilecek
sâlih kimselerin azaldıgını ve câhil, sapık kimselerin din adamları arasına karısarak,
bozuk, sapık kitâblar yazıldıgını görerek üzülüp, hadîs-i serîfde bildirilen
la'net tehdîdinden dehset duydum. Kıymetli genç kardeslerime olan sefkat ve
merhametim de, bu fakîri hizmete zorlayarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından
seçdigim yazıları terceme etmege basladım. Aldıgım sayısız tebrîk ve takdîr
yazılarının yanı sıra, tek tük mezhebsizin serzenis ve iftirâlarına da hedef oldum.
Rabbime ve vicdânıma karsı ihlâsımda ve sadâkatimde bir sübhem olmadıgı
için, Allahü teâlâya tevekkül ve Resûlünün "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem"
ve sâlih kullarının mübârek rûhlarına tevessül ederek, hizmete devâm etdim.
Allahü teâlâ, hepimizi râzı oldugu dogru yolda bulundursun! Âmîn.
Mısrda câmi’ul-ezher Üniversitesi müderrislerinden büyük hanefî âlimi Muhammed
Bahît-ül-mutî’î, (Tathîr-ül-füâd min-denisil-i’tikâd) kitâbında diyor ki, insanlar
içinde rûhları en yüksek ve en olgun olanları, Peygamberlerdir “aleyhimüssalâtü
vesselâm”. Bunlar hatâ etmekden, sasırmakdan, gafletden, hıyânet etmekden,
te’assub ve inâddan ve nefse uymakdan ve garez, kin baglamakdan ma’sûmdurlar.
Peygamberler “aleyhimüssalâtü vesselâm”, Allahü teâlânın kendilerine bildirdigi
seyleri söylerler ve açıklarlar. Onların bildirdikleri din bilgileri, emrler ve yasaklar
hep dogrudur. Hiçbiri bâtıl, bozuk degildir. Peygamberlerden “salevâtullahi
teâlâ aleyhim ecma’în” sonra insanların en yüksek ve en olgun olanları, Peygamberlerin
sahâbîleridir. Çünki bunlar, Peygamberlerin sohbetinde yetismis,
olgunlasmıs, temizlenmislerdir. Hep, Peygamberlerden isitdiklerini bildirmisler ve
açıklamıslardır. Bunların da bildirdiklerinin, hepsi dogrudur. Bunlar da yukarıda
bildirdigimiz kötülüklerden mahfûzdurlar. Te’assub ile, inâd ile birbirlerinin sözlerine
karsı gelmemisler, nefslerine uymamıslardır. Bunların, âyet-i kerîmeleri ve
hadîs-i serîfleri açıklamaları, Allahü teâlânın dînini Onun kullarına bildirmek
için ictihâd etmeleri, Allahü teâlânın bu ümmete büyük bir ihsânıdır ve sevgili Peygamberi
Muhammed aleyhisselâma merhametidir. Kur’ân-ı kerîm, Eshâb-ı kirâmın
kâfirlere karsı sert olduklarını ve birbirlerine çok merhametli olduklarını, sevisdiklerini,
nemâzları titizlikle edâ etdiklerini, herseyi ve Cenneti Allahdan beklediklerini
bildiriyor. Ictihâdlarında icmâ’ hâsıl olanların hepsi dogrudur. Hepsi sevâba
kavusmuslardır. Çünki, hak birdir.
Eshâb-ı kirâmdan sonra, insanların en üstünleri, Eshâb-ı kirâmı gören ve onların
sohbetinde yetisen müslimânlardır. Bunlara, (Tâbi’în) denir. Bunlar, bütün bilgilerini
Eshâb-ı kirâmdan almıslardır. Tâbi’înden sonra, insanların en üstünleri, Tâbi’îni
gören ve onların sohbetinde yetisen müslimânlardır. Bunlara (Tebe’ı tâbi’în)
denir. Bunlardan sonra gelen asrlarda, kıyâmete kadar bulunan insanların en üstünleri,
en iyileri de, bunlara tâbi’ olan, bunların bildirdiklerini ögrenip, yollarında
bulunan müslimânlardır. Selef-i sâlihînden sonra gelen din adamlarının arasında
sözleri, isleri Resûlullahın ve Selef-i sâlihînin bildirdiklerine uygun olup, i’ti-
– 495 –
kâdda ve amelde bunların yolundan hiç ayrılmıyan zekî, akllı ve islâmiyyetin hudûdlarını
asmıyan bir kimse, baskalarının kötülemesinden korkmaz. Onlara uyarak
dogru yoldan ayrılmaz. Câhillerin sözlerine uymaz. Aklına uyarak, müctehid
imâmların dört mezhebinden dısarı çıkmaz. Müslimânların, böyle bir âlimi bulması,
bilmediklerini bundan sorup ögrenmesi, bütün islerini bunun sözlerine uygun yapması
lâzımdır. Çünki, böyle bir âlim, Allahü teâlânın kullarını hatâdan korumak ve
herseyi dogru yapmalarını saglamak için yaratmıs oldugu ma’nevî ilâcları, ya’nî rûhun
tedâvîsi bilgilerini bilir ve insanlara bildirir. Rûh hastalarını, idrâksiz olanları
tedâvî eder. Böyle bir âlimin her sözü, her isi ve inanısı, islâmiyyete uygundur.
Her seyi dogru olarak anlar. Her soruya dogru cevâb verir. Her isinden Allahü teâlâ
râzıdır. Allahü teâlâ, rızâsına kavusmak istiyenlere, rızâsına kavusduran yolları
gösterir. Allahü teâlâ, îmân edenleri ve îmânın îcâblarını yapanları zulmetlerden,
sıkıntılardan kurtarır. Bunları nûra, huzûra, se’âdete kavusdurur. Bunlar, her zemân
ve her islerinde, râhat ve huzûr içinde olurlar. Bunlar, kıyâmet gününde,
Peygamberlerin, Sıddîkların, sehîdlerin ve sâlih müslimânların yanında bulunurlar.
Bir din adamı, hangi asrda bulunursa bulunsun, Peygamberin ve Eshâbının bildirdiklerine
uymazsa, sözleri, isleri ve i’tikâdı bunların bildirdiklerine uygun olmazsa
ve nefsine, düsüncelerine uyarak islâmiyyetin dısına tasarsa ve aklına uyarak islâmiyyetin
inceliklerine karsı gelir, anlıyamadıgı bilgilerde dört mezhebin dısına tasarsa,
bu kimsenin kötü din adamı oldugu anlasılır. Allahü teâlâ bunun kalbini
mühürlemisdir. Gözleri hak yolu göremez. Kulakları dogru sözü isitemez. Buna, kıyâmetde
büyük azâb vardır. Allahü teâlâ, bunu sevmez. Bunun gibi olanlar, Peygamberlerin
düsmanıdırlar. Bunlar, kendilerini dogru yolda sanır. Yapdıklarını begenirler.
Hâlbuki, bunlar seytânın yolundadırlar. Bunlardan aklını toparlayıp dogruya dönebilen
çok azdır. Bunların her sözü tatlı olur. Yaldızlı olur. Fâideli görünür. Hâlbuki,
düsündükleri, begendikleri seyler hep kötüdür. Ahmakları aldatarak kötü yola,
felâkete sürüklerler. Sözleri, kar yıgınları gibi parlak, lekesiz görünür. Fekat, hakîkat
günesi karsısında eriyip giderler. Allahü teâlânın kalblerini karartdıgı ve mühürledigi
bu kötü din adamlarına (Bid’at ehli), ya’nî mezhebsiz din adamı denir. Bunlar,
i’tikâdları ve amelleri, Kur’ân-ı kerîme ve Hadîs-i serîflere ve icmâ’ı ümmete uymıyan
kimselerdir. Bunlar dogru yoldan sapmıs olup, müslimânları da felâkete sürüklemekdedirler.
Bunlara uyanlar, Cehenneme gideceklerdir. Selef-i sâlihîn zemânında
ve sonra gelen din adamları arasında böyle bozuk olanlar çok vardı. Müslimânlar
arasında bunların bulunması, insanın bir uzvunun kangren [veyâ kanser] olmasına
benzer. Bu yarayı yok etmedikce, saglam kısmlar da felâketden kurtulamaz. Bunlar,
bulasıcı hastalık mikrobu tasıyan hastalar gibidir. Bunlara yaklasanlar zarâr görür.
Bunların zarârına yakalanmamak için yanlarına yaklasmamak lâzımdır.
Bozuk, sapık din adamlarından ve zarârı çok olanlardan birisi, Ibni Teymiyye
denilen din adamıdır. (El-vâsıta) ve baska kitâblarında, (Icmâ’ul-müslimîn)den ayrılmıs
ve Kur’ân-ı kerîmde, Hadîs-i serîflerde açıkca bildirilen seylere ve selef-i sâlihînin
yoluna uymamısdır. Kısa aklına, bozuk düsüncelerine uyarak, bid’at yoluna
kaymısdır. Ilmi çokdu. Allahü teâlâ, onun ilmini dalâletine, felâkete sapmasına
sebeb yapdı. Nefsinin arzûlarına uydu. Bozuk, sapık fikrlerini hak olarak,
dogru olarak yaymaga çalısdı.
Büyük âlim Ibni Hacer-i Mekkî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fetâvel-hadîsiyye)
kitâbında diyor ki: (Allahü teâlâ, Ibni Teymiyyeyi dalâlete, felâkete düsürdü.
Gözlerini kör, kulaklarını sagır etdi. Birçok âlim, bunun islerinin bozuk, sözlerinin
yalan oldugunu bildirmisler ve vesîkalarla isbât etmislerdir. Büyük islâm âlimi
Ebül Hasen-il-Sübkînin ve oglu Tâc-üd-dîn-i Sübkînin ve Imâm-ül’iz bin-cemâ’anın
kitâblarını okuyanlar ve onun zemânında bulunan Sâfi’î, Mâlikî ve Hanefî
âlimlerinin, kendisine karsı sözlerini ve yazılarını inceliyenler, sözümüzün dogrulugunu
iyi anlar).
– 496 –
Ibni Teymiyye, tesavvuf âlimlerine de dil uzatmıs, iftirâlarda bulunmusdur. Bununla
da kalmayıp, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Alî gibi, islâm dîninin temel direklerine
saldırmakdan da çekinmemisdir. Sözleri ölçüyü ve edebi asarak, yalçın kayalara
bile ok atmısdır. Dogru yolda olan âlimlere bid’at ehli, sapık, câhil demisdir.
(Tesavvuf büyüklerinin kitâblarına yunan felesoflarının, islâmiyyete uymıyan
bozuk fikrleri karısmısdır) diyor ve bunu bozuk, sapık fikrleri ile isbât etmege
kalkısıyor. Hakîkati bilmiyen gençler, onun atesli, yaldızlı yazılarına aldanarak,
dogru yoldan ayrılabilirler. Meselâ, (Tesavvufcular (Levh-il-mahfûz)
u görüyoruz der. Ibni Sînâ gibi felsefeciler, buna (Nefs-ül-felekiyye) diyorlar.
Insanların rûhu, olgunlasarak, Nefs-ül-felekiyye ile yâhud (Akl-ül-fe’âl) ile,
uyanık veyâ uykuda birlesirler. Dünyâda olan herseye bu ikisi sebeb olmakdadır.
Insanın rûhu, bu ikisi ile birlesince, bunlarda bulunanları haber alır derler.
Bunları Yunan felesofları bildirmedi. Sonra gelen Ibni Sînâ ve benzerleri söylediler.
Imâm-ı Ebû Hâmid Gazâlî ve Muhyiddîn-ibnülarabî ve Endülüslü felsefeci
Kutbüddîn Muhammed ibnü Seb’în de böyle seyler söylemislerdir. Bunlar
felsefecilerin sözleridir. Islâm dîninde böyle seyler yokdur. Böyle sözlerle
dogru yoldan ayrılmıslar. Sî’a ve Ismâ’îliyye ve Karâmitî ve bâtınî mülhidleri gibi
mülhid olmuslardır. Ehl-i sünnet ve Hadîs âlimlerinin ve Fudayl bin Iyâd gibi
Ehl-i sünnet olan tesavvufcuların hak yollarından ayrılmıslardır. Bunlar bir
yandan felsefeye dalmıslar, bir tarafdan da, Mu’tezile ve Kürâmiyye gibi fırkalara
karsı mücâdele etmislerdir. Tesavvufcular üçe ayrılır: Birincisi, hadîs ve sünnet
ehlidir. Ikincisi, kürâmiyye gibi bid’at ehlinden olanlardır. Üçüncüsü, (Ihvân-
üs-safâ) kitâblarına ve Ebül Hayyânın sözlerine uyanlardır. Ibni Arabî ve
Ibni Seb’în ve benzerleri, felsefecilerin sözlerini alarak tesavvufcu sözü sekline
sokmuslardır. Ibni Sînânın, (Âhırül-isârât alâ-makâmil ârifîn) kitâbında
böyle yazıları çokdur. Imâm-ı Gazâlî de, ba’zı kitâblarında meselâ, (El-kitâbülmadnûn)
ve (Miskât-ül-envâr) kitâbında böyle seyler bildirmisdir. Hattâ, arkadası
Ebû Bekr-ibnül-Arabî, buna felsefeye daldıgını bildirmis ve kendisini buradan
kurtarmaga çalısmıs, fekat kurtaramamısdır. Imâm-ı Gazâlî, bir tarafdan
da, felsefecilerin kâfir olduklarını bildirmisdir. Ömrünün sonunda, (Buhârî)
okumusdur. Böylece, o yazılarından vaz geçmis oldugunu söyleyenler vardır.
Ba’zıları da, böyle sözler imâm-ı Gazâlîye iftirâ olarak yazılmısdır dediler. Bu
konuda, Imâm için, söylentiler çokdur. Sicilya adasında yetismis olan Mâlikî âlimlerinden
Muhammed Mâzerî ve Endülüs âlimlerinden Turtûsî ve Ibn-ül-Cevzî
ve Ibnü Ukayl ve baskaları çok seyler söyledi).
Ibni Teymiyyenin yukarıdaki sözleri Ehl-i sünnet âlimlerine karsı olan kötü düsüncelerini
açıkca göstermekdedir. Eshâb-ı kirâmın büyüklerini bile böyle kötülemekdedir.
Ehl-i sünnet âlimlerinin çoguna böylece sapık damgası basmısdır. Bu
arada büyük Velî, âriflerin kutbu Ebül Hasen-is-sâzilî hazretlerini, (Hizb-ül-kebîr)
ve (Hizb-ül-bahr) kitâblarından dolayı çok kötülemis ve Muhyiddîn ibnül Arabî
ve Ömer-ibn-il-fârıd ve Ibnü-seb’în ve Hallâc Hüseyn bin Mansûr gibi tesavvuf
büyüklerini çirkin kelimelerle alçaltdıgı için zemânındaki âlimler, bunun fısk ve
bid’at sâhibi oldugunu sözbirligi ile bildirdiler. Küfrüne fetvâ verenler de oldu. [Derin
islâm âlimi Abdülganî Nablüsî, (El-Hadîkat-ün-nediyye) kitâbının 363 ve 373.
cü sahîfelerinde, bu tesavvuf büyüklerinin ismlerini yazarak, birer Velî olduklarını
ve bunlara dil uzatanların câhil ve gâfil olduklarını bildirmekdedir.] 705 [m. 1305]
senesinde, ibni Teymiyyeye yazılan bir mektûbda deniyor ki, (Kendini büyük
âlim ve zemânının imâmı sanan din kardesim! Seni Allah rızâsı için sevmisdim. Sana
karsı olan âlimleri begenmiyordum. Fekat, senin sevmege uymayan sözlerini
isitince sasırdım. Aklı olan kimse, günes batınca, gecenin baslamasında sübhe eder
mi? Sen, dogru yolda oldugunu ve (Emr-i bil ma’rûf) ve (Nehyi-anil-münker)
– 497 – Se’âdet-i Ebediyye 2-F:32
yapdıgını bildirmisdin. Maksadının ve niyyetinin ne oldugunu Allahü teâlâ bilir.
Fekat, ihlâs insanın islerinden belli olur. Senin islerin, sözünün perdesini yırtmakdadır.
Nefslerine uyanlara, sözleri çürük olanlara uyarak zemânındakilere sövmekle
kanâ’at etmeyip, ölülere de kâfir damgasını basdın. Selef-i sâlihînden sonra gelenlere
saldırdıgın yetismiyormus gibi, Eshâb-ı kirâma ve bunların büyüklerine de
dil uzatdın. Kıyâmet günü, bu büyükler, haklarını istedikleri zemân, ne hâle düsecegini
düsünmüyor musun? Sâlihiyye sehrinde, Câmi’ül-cebel minberinde, Hazret-
i Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” yanlıs sözleri ve belâları vardır dedin. Bu belâlar
ne imis? Selef-is-sâlihînden hangi belâyı isitdin? Hazret-i Alînin “radıyallahü
teâlâ anh” üçyüzden fazla hatâsı oldugunu söyliyorsun. Hazret-i Alî böyle
olunca, senin dogru bir sözün olabilir mi? Simdi sana karsı harekete geçiyorum.
Müslimânları senin serrinden korumaga çalısacagım. Çünki, azgınlıgın haddi asdı.
Eziyyetlerin bütün dirilere ve ölülere ulasdı. Mü’minlerin senin serrinden sakınmaları
lâzımdır.)
Ibni Teymiyyenin Selef-i sâlihînden ayrıldıgını gösteren mes’eleleri Tâcüddînüs-
Sübkî söyle bildirmekdedir:
1 — Talâk vâkı’ olmaz. Yemîn keffâreti vermek lâzımdır diyor. Kendisinden evvel
gelen islâm âlimlerinden hiçbiri keffâret verilecegini bildirmedi.
2 — Hâid kadına verilen talâk vâki’ olmaz diyor.
3 — Amden, kasden terk edilen nemâzı kazâ etmek lâzım degildir diyor.
4 — Hâid kadının Kâ’beyi tavâf etmesi mubâhdır. Keffâret vermez diyor.
5 — Üç olarak verilen talâk, bir talâk olur diyor. Hâlbuki, bunu bildirmeden önce,
icmâ’ul-müslimînin böyle olmadıgını kendisi senelerce söylemisdir.
6 — Islâmiyyete uygun olmayan vergiler, bunu isteyene halâldir diyor.
7 — Bunlar tüccârdan alınınca, niyyet edilmese bile, zekât yerine geçer diyor.
8 — Suda fâre gibi hayvan ölünce necs olmaz diyor.
9 — Cünüb olanın, gece gusl etmeden nâfile nemâz kılması câizdir diyor.
10 — Vâkıfın yapdıgı sarta i’tibâr olunmaz, diyor.
11 — Icmâ’ı ümmete uymayan kimse, kâfir olmaz ve fâsık olmaz diyor.
12 — Allahü teâlâ mahall-i havâdisdir ve zerrelerden yapılmısdır diyor.
13 — Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın zâtında yaratılmısdır diyor.
14 — Âlem, ya’nî her mahlûk, nev’i ile kadîmdir diyor.
15 — Allah, iyi seyleri yaratmaga mecbûrdur diyor.
16 — Allahü teâlânın cismi ve ciheti vardır ve yer degisdirir diyor.
17 — Cehennem ebedî degildir, sonunda söner diyor.
18 — Peygamberlerin ma’sûm olduklarını inkâr ediyor.
19 — Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” diger insanlardan farkı yokdur.
Onu vâsıta kılarak düâ etmek câiz olmaz diyor.
20 — Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ziyâret etmege niyyet ederek
Medîne sehrine gitmek günâhdır diyor.
21 — Sefâ’at istemek için gitmek de harâmdır diyor.
22 — Tevrât ve Incîlin kelimeleri degil, ma’nâları degismisdir diyor.
Ba’zı âlimler, yukarıda bildirilenlerin çogu Ibni Teymiyyenin sözü degildir dedi
ise de, Allahü teâlânın ciheti oldugunu ve parçaların birlesmesinden meydâna
geldigini söyledigini inkâr eden yokdur. Bununla berâber, ilminin, celâletinin ve
diyânetinin çok oldugu söz birligi ile bildirildi. Fıkh, ilm, adl ve insâf sâhibi olanın,
bir seyi incelemesi, ondan sonra ve ihtiyâtlı olarak karâr vermesi lâzımdır. Hele
bir müslimânın küfrüne, irtidâdına, dalâletine ve öldürülmesine karâr verirken
çok incelemek ve ihtiyâtlı davranmak lâzımdır. Ibni Hacer-i Mekkînin “rahmetullahi
teâlâ aleyh” (Fetâvel-hadîsiyye) kitâbındaki yazısı burada temâm oldu.
– 498 –
Zemânımızda, Ibni Teymiyyeyi taklîd etmek modası ortaya çıkdı. Onun sapık
yazılarını savunuyor ve kitâblarını, bilhassa (Vâsıta) kitâbını basdırıyorlar. Bu kitâb
basdan basa onun Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i serîflere ve icmâ’ı müslimîne uymıyan
fikrleri ile doludur. Okuyanlar arasında büyük fitne ve bölücülük uyandırmakda,
kardesi kardese düsman etmekdedir. Hindistânda bulunan vehhâbîler
ve baska islâm memleketlerinde, bunların tuzaklarına düsmüs olan câhil din
adamları, Ibni Teymiyyeyi kendilerine bayrak yapmıslar, ona (Büyük müctehid),
(Seyh-ul-islâm) gibi ismler takıyorlar. Onun sapık fikrlerine, bozuk yazılarına
din ve îmân diye sarılıyorlar. Müslimânları parçalıyan, islâmiyyeti içerden yıkan
bu fecî’ akıntıyı durdurmak için Ehl-i sünnet âlimlerinin onu red eden, vesîkalarla
çürüten kıymetli kitâblarını okumalıdır. Bu kıymetli kitâblar arasında, büyük
imâm, derin âlim Takıyyüddîn-üs-Sübkînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Sifâ-üssikâm
fî-ziyâreti-hayril-enâm) kitâbı, Ibni Teymiyyenin bozuk fikrlerini mahv
etmekde, fesâdlarını yok etmekde, inadcılıgını ortaya koymakdadır. Kötü niyyetlerinin,
bozuk inanıslarının yayılmasını önlemekdedir.
10 — (EL-CEMÂ’AT-ÜL-ISLÂMIYYE) bid’at fırkasını, 1360 h.-1941 m. senesinde,
Hindistânda Mevdûdî isminde bir mezhebsiz kurmusdur. 1988 târîhli
(Es-sakîkân) ismindeki kitâbda Humeynîyi medh eden yazıları mevcûddur. (ELCEMÂ’ATÜT-
TEBLÎGIYYE) fırkasını da, 1345 [m. 1926] senesinde Muhammed
Ilyâs Dehlevî kurmus, 1363 [m. 1944] de ölmüsdür. Yerine geçen oglu Muhammed
Yûsüf, arabî (Hayât-üs-sahâbe) kitâbında, Eshâb-ı kirâmı çok medh ederek,
gençleri aldatmakdadır. Ömer Rızâ Dogrulun ingilizceden türkçeye terceme etdigi
(Asr-ı se’âdet târîhi) baska olup, (El-Fârûk) kitâbının müellifi olan, Hindistânlı
Siblî Nu’mânînin (Es-sîretünnebeviyye) kitâbının tercemesidir. Yûsüf 1394
[m. 1974] de öldü. (Fâideli Bilgiler) kitâbına bakınız! Siblî Nu’mânî 1332 [m.
1914] de öldü. (Herkese Lâzım Olan Îmân) kitâbında, (El-Fârûk) kitâbı genis anlatılmakdadır.
Ehl-i sünnetden ayrılmıs olanlar, yukarda bildirdigimiz ismler altında gizlenerek,
kendilerini müslimân tanıtıyorlar. Müslimân olmıyanlarla münâkasa ederek,
islâmiyyetin hak din, biricik se’âdet yolu oldugunu anlatıyorlar. Bunu anlıyanlar,
hemen müslimân oluyorlar. Fekat, bu zevallıları aldatarak, kendi bozuk fırkalarına
çekiyorlar. Nobel mükâfâtı almıs olan fizikci Abdüsselâm Kadyânîdir. 1980
senesinde, cenûb Afrikada, hıristiyanlarla mücâdele ederek, onları islâmiyyete cezb
eden, Ahmed Didad da, ehl-i sünnet degildir. Bu mezhebsizler, yeni müslimân olanların,
Ehl-i sünnetin hak yoluna, ebedî se’âdete kavusmalarına mâni’ olmakdadırlar.
22 — HURÛFÎLIK
Bektâsî deyince iki dürlü insan anlasılır: Birincisi, hakîkî, dogru Bektâsî olup,
hâcı Bektâs-ı Velî hazretlerinin gösterdigi hak yolunda giden temiz müslimânlardır.
Bektâsîlerin ikincisi, sahte, yalancı Bektâsîlerdir. Bunlar, bozuk yolda olan hurûfîlerdir.
Eskiden Bektâsî denilen kimselerin çogu bunlardı. Zemânla azaldılar,
yok oldular. Simdi Türkiyede sahte, bozuk bektâsî yokdur. Sahte bektâsîler, müslimânlar
arasında râhat yasamak ve inançlarını saklayarak, gençleri aldatabilmek
için, bu kıymetli ismi maske olarak kullanmıslardı. Böyle, çesidli kıymetli ismler
altında saklanan dinsizler az degildir. Meselâ, (Melâmî) ismi böyledir. Hiç ibâdet
yapmayan, her çesid günâhı, kötülügü isliyen, islâmiyyete uymayan sapıklar, kendilerine
melâmî dediler. Hâlbuki melâmî, bes vakt nemâz gibi farzları câmi’de kılıp,
harâmlardan kaçınan, nâfile ve sünnetleri evinde gizli kılıp, söhretden sakınan
temiz kimse demekdir. Tokadlı Ishak efendi (Kâsif-ül-esrâr) kitâbında diyor ki:
– 499 –
Müslimânları aldatmak için kendilerine kıymetli bir ism takan yalancılardan biri
de, Bektâsî tarîkati adı altında toplanan hurûfîlerdi. Hurûfîlik, bir mezheb degildir.
Bir tarîkatdir. Bu bozuk tarîkatde bulunanlar, önceleri iç yüzlerini saklıyorlardı.
[1288] hicrî yılında, maskelerini kaldırmaga basladılar. (Câvidân) adındaki
gizli kitâblarını ortaya çıkardılar. Bu kitâbları altı formadır. Bir formasını hurûfîligin
kurucusu olan Fadlullah bin Ebî Muhammed Tebrîzî, fârisî dili ile yazmıs,
bes formasını da, bunun talebesinden ba’zıları düzmüsdür. Bunlardan Feristeh oglunun
(Asknâme) adındaki formasında, küfrleri, öteki formalardaki kadar açık yazmadıgından,
bunu, 1288 [m. 1871] de Istanbulda tas üzerinden basdılar.
Fadlullah Hurûfî adındaki zındık, (Karâmıtî) tarîkati kalıntılarından birinin dervîsi
idi. Karâmıtîlere (Ibâhiyye) de denir. Bunlar, harâmlara halâl deyip, yetmis
seksen sene hâcıları soydular. Müslimânları öldürdüler. Hükûmet kurdular. Hükûmetleri
372 [m. 983] senesinde yıkılınca, dagıldıkları yerlerde gizlendiler. Bunlardan
Hasen Sabbâhın kurdugu (Ismâ’îliyye) devleti de, 654 [m. 1256] de yıkıldı.
Fadl, Îrânda Esterâbâd sehrinde, gizlice küfr yaydı. Dokuz yardımcı buldu. Nokta
ilmi diye birsey uydurdu. Bu is mubâhdır, nokta çift geldi. Falan sey harâmdır,
nokta tek geldi derdi. Ibni Hacer-i Askalânî hazretleri, (Enbâ-ı Fadl) adındaki târîhinde,
Fadlullah ve hurûfîlik tarîkati hakkında genis bilgi vermekdedir. Fadlullahın
küfrleri yayılınca, Tîmûr hânın oglu Mîrân Sâh “rahmetullahi teâlâ aleyh”,
babasının emri ile, 796 [m. 1393] senesinde, Fadlullahı öldürdü. Bacagına ip takılıp,
sokaklarda sürüklendi. Böylece, islâmiyyet büyük bir düsmandan kurtuldu. Yavuz
Sultân Selîm hân “rahmetullahi teâlâ aleyh”, sâh Ismâ’îli maglûb ederek,
sî’îligin yayılmasını önledigi gibi, Tîmûr hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” da, islâmiyyet
için çok tehlükeli olan Hurûfîligin yayılmasını önliyerek, islâmiyyete büyük
hizmet etmisdir. Bunun için, sahte olan Bektâsî, ya’nî (Hurûfî) tarîkatinin müridleri,
Tîmûr hânı sevmez, onu hep kötülerler.
Fadlullah öldürülüp, Esterâbâd yıkılınca, dokuz yardımcısı kaçdı. Bunlardan
(Alî-yül-a’lâ) adındaki kimse, Anadoluda bir Bektâsî tekkesine geldi. (Câvidân)ı gizlice
yaymaga, câhilleri aldatmaga basladı. Hâcı Bektâs-ı Velînin yolu budur dedi. Harâmlara
mubâh, nefsin arzûlarına, serbestdir dedigi için, tarîkati kötü insanlar arasında
çabuk yayıldı. Sözlerine (Sır) deyip, çok gizli tutulmasını emr ederdi. Sırları
yabancılara açanları öldürmek bile vâkı’ olurdu. Sırlara (Câvidân) kitâbında a, c, v,
z gibi harflerle isâret edilmekdedir. Herbiri kâfirlik olan bu isâretler, (Miftâh-ul-hayât)
adındaki kitâbda açıklanmısdı. Bu kitâba da Sır dediler. Elinde Sır kitâbı bulunmıyan
kimse, (Câvidân)ı anlayamaz. [800] yılından beri, çok zevâllıları aldatdılar.
Dinden çıkardılar. Aralarına masonlar da karısdı. Yehûdî parası ile beslendiler.
1240 [m. 1824] senesinde, küfrlerini yaymaga basladılar. Sultân Ikinci Mahmûd
hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” tarafından (Ulu)ları katl edildi. Bektâsî tekkeleri dagıtıldı.
Yerlerinin Naksibendîlere verilmesi için fermân buyuruldu. Dagılarak gizli
çalısdılar. 1288 [m. 1871] de yine ortaya çıkdılar. Feristeh oglu Abdülmecîdin (Asknâme)
risâlesini 1288 [m. 1871] de basdılar. Yayılmaga basladılar. Bunlara aldananlara
(Ask tâifesi) denildigi, Bursalı Ismâ’îl Hakkı efendinin “rahmetullahi teâlâ
aleyh” (Huccet-ül-bâliga) kitâbı basında yazılıdır. [Mâliye mahkemesi a’zâsından,
Seyyid Ahmed Rif’ât begin 1293 [m. 1876] de yazdıgı, (Mir’ât-ül-mekâsıd) kitâbında
diyor ki, (Abdülmecîdin kardesi olan Feristeh oglu Abdüllatîf, Ehl-i sünnet idi.
Tesavvuf üzerinde hâzırladıgı kitâbdan, sâlih bir zât oldugu anlasılmakdadır. Kardesi
Abdülmecîdin Hurûfî tarîkatine kaymasına çok üzülmüsdü. Onlara uymadı).
Feristeh oglu Abdülmecîd, Asknâmeden baska kitâblar da yazdı. (Se’âdetnâme)
kitâbında, bunu (Câvidân) ve (Asknâme) ve (Muhabbetnâme)den terceme etdim
ve 826 [m. 1422] yılında temâm oldu, demekdedir. Fadlullahın bas halîfesi Mahmûd,
seyhinden ayrıldı. (Ilm-i nokta) diye (Câvidân-i sagîr) adında bir kitâb yazdı.
Burada, hurûfîlerin zındık, kâfir ve mel’ûn olduklarını bildirdi. (Câvidân)
– 500 –
okuyanların çogunun ilhâd üzere oldukları, (Kur’ânın zâhiri murâd degildir. Bâtını
murâd edilmekdedir) dedikleri, böylece tekrâr dirilmegi inkâr ederek kâfir oldukları,
Bursalı Ismâ’îl Hakkı efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Huccet-ül-bâliga)
kitâbında yazılıdır. Bu kitâb, (Resehât) kitâbının kenârında, 1291 [m. 1874]
de Istanbulda basdırılmısdır. Hurûfîler, küfr ve ilhâdda en ileri gidenlere seyyid
derler. Bunun için, birçokları, seyyid olduklarını söylemislerdir. Bektâsî tarîkati
adı altında saklanan hurûfîler, müslimânları aldatmak için, birkaç yoldan saldırıyorlardı:
1 — Fadl-ı Hurûfîye, ilâh, tanrı diyorlardı. (Câvidân)da diyor ki, (Tanrılık,
ezelde görünmez bir kuvvet idi. Önce harfler seklinde, sonra Peygamberler seklinde,
nihâyet Fadlda açıga çıkdı. Önce, Âdem peygamber seklinde göründü. Melekler,
bunun için Âdeme secde etdi. Dört kitâbının ma’nâsını Câvidânda bildirdi).
2 — Hazret-i Alînin sözleri diyerek uydurdukları (Hutbet-ül beyân) ve baska
kitâblarında, hadîsler düzerek, Alîyi sevenlere günâh zarâr vermez diyorlardı. Böylece,
ibâdete lüzûm yokdur. Harâmlar halâldir diyerek, amelsiz, ibâdetsiz Cennete
gitmek isteyen câhilleri aldatdılar. Bir kimseyi böyle aldatıp, ibâdetden, îmândan
ayırdıkdan sonra, Sır kitâbını ögretmege baslarlardı. Çünki, (Câvidân)da,
Ehl-i beytin ismi bile yokdur. (Hutbet-ül-beyân)ın türkçe serhi de vardır.
3 — Bütün dinlerin bir oldugunu, hepsinin onaltı kemerbend içinde toplandıgını
söylerlerdi. Onaltı kemerden herbiri, bir Peygamberin dîni imis. O kemeri kullanan,
o Peygamberin dînini yapmıs olurmus. Meselâ Âdem aleyhisselâmın kemerini
takan, hep mesin giyermis. Çünki, Âdem “aleyhisselâm” deri elbise giymis. Mûsâ
aleyhisselâmın kemerini takan, kısraga binmezmis. Îsâ aleyhisselâmın kemerini
takan, evlenmez imis. Fekat zinâ ve livâta yapması mubâh imis. Çünki, Îsâ
“aleyhisselâm” bekâr imis. Hıristiyanların üç uknûmuna, ya’nî üç tanrı olduguna
inandıkları, Feristeh oglunun (Câvidân)ında yazılıdır. Yine orada, Alî denilen zât,
Fadl-ı Hurûfî idi diyor. Baska bir sahîfesinde, Fadl-ı Hurûfî, Muhammed aleyhisselâmdan
ve Alîden (hâsâ) dahâ üstündür. Onlar, dînin inceligini Fadl kadar bilmiyorlardı
diyor. Yazıları birbirini tutmuyor.
Sahte olan bu Bektâsîler, Sî’î de, Alevî de degildir. Müsrikdirler. Yehûdîler ve
masonlar tarafından desteklenerek, câhil müslimânları dinden çıkarmakdadırlar.
Yeni aldatılanlara, (Câvidân)ı göstermeyip, kendilerini Alevî olarak tanıtıyorlardı.
Hâlbuki, Sî’î âlimleri de, bu sahte Bektâsîlerin Alevî olmadıgını, kâfir oldugunu
söylemekdedir.
4 — Harâmlara, yalan söylemege câiz dedikleri için, (Hamzanâme) ve (Battâl
gâzî) gibi çesidli kitâblar yazdılar. Baba denilen ulularından uydurma kerâmetler
anlatdılar. Istanbulda Merdiven köyündeki tekkelerinin kurucusu olan (Ahmed baba),
gençleri toplayıp, ismi bilinmiyen babalardan biri söyle uçmus, bir ânda Sâma
gitmis, falan gün, beni falan meyhâneden kaldırın demis, o gün gitmisler, küpün
dibinde ölü bulmuslar. Baska bir baba, arslana binmis, okyânusu dolasıp gelmis
derdi. Bunun hocası olan Halîl baba da, Samatyada, bir evde gençleri toplıyarak
yalanlar söylerdi. [(Kâsif-ül-esrâr) kitâbının sâhibi, devâm ederek diyor ki,] orada
bulunarak, babayı rezîl etdim. Ev sâhibi de, beni evinden kovdu. Yalanlarından
biri de, herkese mal, rütbe, evlâd verilmesi, insanların ölmesi, hastaların iyi olması,
babaların elindedir derler. Nemâzı bir kerre kılmak farzdır. Oruc da, ömründe
bir gün tutmak farzdır. Gusl de, ömründe bir kerre farzdır. Gusl edip de, vücûdünüzü
hırpalamayınız derlerdi. Bunlara inanıp, dinden çıkanlara esrâr söylemege baslarlardı.
Muhammed dedikleri (hâsâ) Alî idi. Allah dedikleri de (hâsâ) Alîdir
derlerdi. Bir kimse, aklını kaçırıp, buna da inanırsa, bunların hepsi Fadldır derler.
Her kötülük, fuhs sana mubâh oldu derler. Bunu oturak âlemine sokarlardı.
Tarîkat, oniki dânedir derlerdi. Bu nasıl seydir denilse, sen hâcı Bektâs-ı Velî-
– 501 –
yi inkâr mı ediyorsun derlerdi. Hâlbuki, hâcı Bektâs-ı Velî hazretleri, islâmiyyete
uyar, sünnet-i seniyyeden ayrılmazdı. Talebesi de böyle idi. Fekat, sonra gelen câhiller,
aldatılıp, Bektâsîlik adını, bu dinsiz hurûfîler, kendilerine mal etdi. Çok sükür bugün,
bu sahte bektâsîler kalmadı. Simdi Türkiyede bulunan Bektâsîlerin hepsi hakîkî
müslimândır. Sünnî olan müslimânlarla kardes olarak yasamakdadırlar.
Hurûfîlerin yalanlarından biri de, Bektâsîler içinde ba’zı azgınları var ise de, bizim
babamız öyle degildir, derlerdi. Hâlbuki, sahte Bektâsî, içki içerdi. Hiç nemâz
kılmazlardı. Böyle kimselere Bektâsî denilir mi? Bunların en meshûrları olan
Osmâncıkda (Koyun baba), Elmalıda (Abdal Mûsâ), Eskisehrde (Sücâ’eddîn), Dimetokada
(Kızıl deli), Kalkandelende (Sersem Alî) adındaki babaları, hep (Câvidân)
okumakda, kâfirligi yaymakda idiler. [Koyun babanın, sahte Bektâsî tarîkatinin
dervislerinden oldugu, (Müncid) lügatinde de yazılıdır.]
Sahte Bektâsîler bıyıklarını uzatırlar. Bıyık uzatmak hazret-i Alînin sünnetidir
derlerdi. Bıyık kesmek, Mu’âviyenin sünnetidir derlerdi. Hâlbuki, bıyıkları kısaltmak,
hadîs-i serîflerle emr edildi. Bıyık kısaltmak, sünnet-i müekkededir. Bunlar,
seviyoruz dedikleri hazret-i Alînin, bu sünneti yapmadıgını, düsman oldukları hazret-
i Mu’âviyenin ise, sünnete uydugunu söylüyorlar. Bıyıkları kısaltmak için,
(Buhârî-yi serîf)de çesidli hadîs-i serîfler var. Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ
anh” bu emrlere uymadıgını söylemek, onu sevmek degil, ona düsmanlık etmek
olur. Düsmana korkunç görünmek için, bıyıkları, tırnakları muhârebede uzatmaga
izn verildi. Baska zemânda uzatmak mekrûh oldu. Fadlullah-ı Hurûfî, kas,
kirpik, bıyık gibi kıllar, bir mukaddes harfin insanda görünüsüdür. Meleklerin Âdeme
secde etmesine sebeb, bu zuhûrâtdır. Bıyık mukaddesdir. Kesmesi, büyük
günâhdır dedi. Sâh Ismâ’îl, bıyıgını uzatmagı, hurûfîlerden aldı. Sünnîlere benzememek
için, acemlerin bıyıklarını uzatmasını emr etdi. Gençleri aldatmak için, hazret-
i Alînin sünnetidir dediler. O büyük imâma iftirâ etdiler.
Hurûfî tarîkatinin zikrleri, ibâdetleri, okumaları yokdur. Her sabâh pîrin evinde,
meydân odasına toplanırlardı. Birisi, bir elindeki tepsi içinde, adam sayısında
serâb kadehi ve birer dilim ekmek, peynir olarak odaya girer. Bunu saygı ile ve bir
agızdan gülbânk okuyarak karsılarlardı. Herkesin önüne gelerek birer dâne verir.
Ta’zîm ile alır, yüzlerine sürer, sonra yirler, içerlerdi. Bütün ibâdetleri bundan ibâretdi.
Evli olanı, kadınlarını, kızlarını da, toplantıya getirir. Içerler ve dans ederler.
Birisi, birinin kadınını veyâ kızını begenirse, erkege gelip, sizin bagçeden bir
gül koparacagım der, izn ister. O da, zevcesini çagırıp, bu canın talebini hak et der.
Sonra takbîl ederdi. Bu taleb karsılıklı olursa, iki adam da babanın önüne gelip,
izn isterler. Baba izn verince, ömrleri boyunca, birbirlerinin ayâlini istifrâs ederlerdi.
Simdi Türkiyedeki Bektâsîlerde ve alevîlerde böyle kötülükler yokdur.
Hurûfî tarîkatinin babaları, papaslar gibi günâh çıkartırlardı. Günâh sanılan bir
seyi yapınca, babanın önüne gelir. Baba, kulagını çekerek afv eder. Günâhı büyük
ise, al malını gör yolunu der veyâ yalvarır. Baba da kırklar kurbanı kes, yâhud üçyüzler
nezri ver der. Birkaç lirasını alıp, afv etdim derdi. Hurûfî tarîkatindeki kadınlardan
biri, Hurûfî olmıyan bir adam ile bulussa, babaya gelip, üzerimden bir
köpek atladı der. Baba, para alır, afv olur. Her babanın yolu baska idi. Bir toplantı
gecesinde, babanın önüne bir kadın gelip bas egdi. Baba buna, bukagı çöz dedi.
Baba diledigi birine, kalk su bacıyı tomruga vur dedi. Adam, kadınla bir odaya
çekildiler. Bir derdine dermân arayan bir kadın, bir hurûfî kadınına sorar. O da,
bizim baba iyi büyü yapar diyerek, tekkeye götürür. Soyun! Baba geliyor derler.
Kadın olmaz der ise de, sakın ha. Buradan sır çıkmaz, cenâzen çıkar diyerek korkuturlar.
Kadın teslîm olur. Sonra, getiren kadın, buna, babanın isi, kötülük degildi.
Hazret-i Alînin sünnetini yapdı der. Bunlarda, halâl, harâm diye birsey olmadıgından,
en asagı kâfirlerin bile yapamıyacagı, çirkin, alçak isleri yapmakdan çekinmezler!
[(Kâsif-ül-esrâr) kitâbının yazdıgı bu çirkin seyler, simdi Türkiyede bu-
– 502 –
lunan alevîlerde ve hakîkî bektâsîlerde yokdur. Simdi, memleketimizde, sahte bektâsî
tarîkati denilen hurûfîler mevcûd degildir.]
Garbî Trakyada, kal’a dısında (Gül Baba) denilen yerde, Zülfikâr adındaki bir
sahte Bektâsî babası, Nevruz günü kadın erkek hurûfîleri toplayıp, içerler. Serhos
olunca, (Su dagları ben yaratdım, su çınar agacına emr etsem, bana secde eder,
su ölülere emr etsem kalkarlar) gibi sözlerle, herbiri tanrılık da’vâsında bulunur.
Sonra Mürtezâ isminde bir sahte Bektâsî, ayaga kalkıp, Muhammedin
esegi kim ise gelsin der. Içlerinden biri gelip, tekbîr ile üzerine biner. Bir eline serâb
sisesini, bir eline de kadeh alıp, hurûfî tarîkatindeki kadınlar arasına girer. Tekbîr
ile serâb dagıtmaga baslar. Bütün kadınlar içdikden sonra, erkekler tarafına
gelir. Nemâz kılalım diye bagırır. Hepsi kalkar. Kıbleye arkalarını dönüp, babaları
imâm olup, söyle kılarlar: (Nemâz yalandır. Ben nemâza inanmam, ben nemâz
kılmam) diye bagırdıkdan sonra secdeye yatarlar. Babaları, secdede bir
ayagı ile bir elini yukarı kaldırıp bagırır. Bu Mürtezâ, iki zevcesini çıplak olarak
ellerinden tutup, uzakda bulunan müslimânlardan Sâmî begin yanına gelir. Gördün
mü? Bektâsîlik ne güzeldir degil mi? Sen de Bektâsî olsan, çok iyi olur.
Uzakda mahrûm oturacagına, bizimle birlikde zevk ederdin, der. Kadın erkek sahte
Bektâsîler, yürüyüp, ta’tîl günü hava almaga çıkan müslimân âileleri üzerine
saldırırlar. Buraları bizimdir. Bizden olmıyanların burada ne isi var derler. Çarsaflarını
yırtarlar. Zevallı kadınlar, can kurtaran yok mu diye bagırarak kaçar. Erkekleri
az olup, kadınları kurtaramazlar. Kal’ada bulunan topcu askerleri feryâdı
isitip, imdâda gelirler. Hurûfîleri dagıtırlar. Kâfirlerin bile yapamıyacagı böyle
alçakça bir islâm düsmanlıgı, bu bölgenin vilâyet mektûbcusu vekîli bulunan
Mustafâ beg de, Bektâsî oldugu için, örtbas edilir. Mason gazetelerinde de, baska
seklde yazılır. 1288 [m. 1871] yılında olan bu igrenç davranıslar, hamiyyetli müslimân
halk tarafından, büyük bir dilekce ile Istanbulda, sadâret-i uzmâya [Basvekillige]
bildirilir. Cezâları verilir.
Bektâsî mubârek ismi altında gizlenen bu yalancıların kâfir olduklarını gösteren
kitâblarından biri de, (Hakîkatnâme) kitâbıdır. (Câvidân)ın serhlerinden biridir.
Bir kitâbları da, Emîr Alînin yazdıgı (Mahsernâme)dir. Bir kitâbları da,
(Mukaddemet-ül-hakâyık) kitâbıdır. (Asknâme)deki küfrleri tekrârlamakdadır.
Bunlara inanmıyanlara la’net etmekde, öldürülmelerini emr eylemekdedir. Bir kitâbları
da (Viran abdal) risâlesidir. Bu kitâb, sırlarından olmayıp, müslimânları aldatıp
dinden çıkarmak için okurlar. Hazret-i Âiseye “radıyallahü anhâ” iftirâ etmekde,
Imâm-ı a’zama “rahmetullahi teâlâ aleyh” hâricî deyip, kötülemekdedir.
Fadl-ı Hurûfînin (Câvidân)daki yazılarını, hazret-i Alînin sözleri diye yazmakdadır.
Birçok uydurma abdest, nemâz ve ibâdetler anlatmakdadır. Bir kitâbları da,
(Âhıretnâme)dir. (Asknâme) gibi küfr doludur. Fadl-ı Hurûfînin tanrı oldugunu
isbâta ugrasmakdadır. Bir kitâbları, (Risâle-i Fadlullah)dır. Bir kitâbları da, (Tuhfet-
ül-Ussak)dır. (Risâle-i Bedreddîn) ve (Risâle-i nokta) kitâbları da, hep (Câvidân)
ın serhleridir. Bir kitâbları da, (Risâle-i Hurûf)dur. Birisi de, (Türâbnâme)
dir. Birisi de, (Vilâyetnâme)dir. Bunların çogu fârisîdir.
Bütün kitâbları altmıs kadardır. Hepsi, Allahü teâlâyı inkâr etmege ve ahkâm-ı
islâmiyyeyi kaldırmaga dayanmakda, Fadl-ı Hurûfîye tapınmaga sürüklemekdedir.
Bütün kâfirlerden, bütün fırkalardan dahâ kötü oldukları, yukarıdaki bilgilerden anlasılmakdadır.
(Kâsif-ûl-esrâr) kitâbının yazısı burada temâm oldu.
1327 [m. 1909] senesinde Istanbulda basılan A.Rıfkı efendinin (Bektâsî Sırrı)
kitâbında diyor ki, (Bektâsîlik, hâcı Bektâs-ı Velî ve Lokman Horasânî ve hâce Ahmed
Yesevî vâsıtaları ile Bâyezîd-i Bistâmîye ve Ondan Ebû Bekr-i Sıddîk hazretlerine
ulasır. Ahmed Yesevîden ayrılan iki koldan Bektâsîler ve Hâcegân hâsıl olmusdur.
Hurûfîlik, dalâlet yoludur. Bektâsîlik hidâyet yoludur. Hurûfîlik, islâmiyyet
ile ve tesavvuf ile ilgisi olmıyan Ismâ’îliyyenin bir koludur. Kur’ân-ı kerîmi key-
– 503 –
fe, tarîkatlerine göre te’vîl etmislerdir. (Zerre-nâme), (Iskender-nâme), (Fadîletnâme),
(Hakîkatnâme) ve (Risâle-i Istivâ) gibi kitâbları, sî’îler arasında yaygındır.
Bektâsîlerin, (Vilâyetnâme), (Kaygusuz Abdâl risâlesi), (Hutbetülbeyân), (Seyyid
Nesîmî dîvânı), (Küçük vilâyetnâme), (Terzi Alî dede risâlesi) ve (Türâbî Alî
dede risâlesi) gibi kitâblarının hurûfîlikle hiç ilgileri yokdur. (Vâridât-i ilâhiyye)
kitâbının sâhibi, Samavne kadısının oglu seyh Bedrüddîn ve halvetî tarîkatinden
Niyâzî Mısrî ve Bayrâmîden Hamza Bâlî ve Ismâ’îl Ma’sûkî, hurûfî degildirler).
Müncî baba seyh Muhammed Süreyyâ da, (Tarîkati aliyyeyi Bektâsiyye) kitâbında,
(Ehl-i sünnet olanlar, Alînin sî’asıdır. Alîye mensûb olan, bizzarur ehli sünnetdir.
Bektâsîlik için, ister sî’a desinler, ister sünnî desinler, bizce müsâvîdir. (Câvidân)
kitâbının hakîkî bektâsîlikle kat’iyyen bir ilgisi yokdur. O kitâb, islâm
ahlâkını temelinden yıkmakdadır. Hurûfîlik, islâmiyyeti hiçe saymakda, sefâheti,
içkiyi ibâdet yerine koymakdadır) diyor. Görülüyor ki, hakîkî bektâsîler, sî’îligi
ve sünnîligi, Ehli beyti sevmekde birlesdirmekdedir. Hâlbuki sî’îlik, Eshâb-ı kirâmı
sevmemek demekdir. Sünnî olmak ise, Ehli beyti de ve Eshâb-ı kirâmın hepsini
de çok sevmek demekdir. Hakîkî bektâsî oldugunu bildiren, ya’nî Hâcı Bektâs-
ı Velî “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerinin yolunda olan Bektâsîler, sî’î olmagı,
bir bakımdan red etmiyorlar ise de, hurûfî tarîkatinin kötülüklerinin bunlarda
bulunmadıgı anlasılmakdadır. Bugün memleketimizde bulunan alevîlerde
ve bektâsîlerde, hurûfî tarîkatindeki kötülüklerin hiçbiri yokdur. Türkiyedeki alevîlerin
ve bektâsîlerin ve sünnîlerin hepsi, Ehl-i beyt-i nebevîyi çok sevmekde ve
birbirlerini kardes bilmekdedirler.
Yavûz Sultân Selîm hânın Sâh Ismâ’îl ile harb ederek sî’îlere büyük darbe indirmesinin
mühim bir sebebi de, büyük Ehl-i sünnet âlimi Molla Arabın ögütleridir.
(Mir’ât-i kâinât)da diyor ki, (Molla Arabın ismi, vâız Muhammed bin Ömer
bin Hamzadır. Babası ile dedesi Mâ-verâ-ün-nehrden Antakyaya gelmisdir. Molla
Arab burada tevellüd etmisdir. Küçük yasda, Kur’ân-ı kerîmi, Kenz ve Sâtibî ve
ba’zı metnleri ezberledi. Babasından ve amcaları seyh Hüseyn ve seyh Ahmedden
ders aldı. Halebde ve Kudüsde çok sey ögrendi. Hacdan sonra, Mısrda imâm-ı Süyûtîden
ve Sa’bîden hadîs icâzeti aldı. Mısrdaki çerkes sultânlarından melik Kaytbay
tarafından vâiz ve müftî yapıldı. Sultân için (Nihâyet-ül-fürû’) fıkh kitâbını yazdı.
901 [m. 1496] de Sultân vefât edince, Bursaya, sonra Istanbula geldi. Ikinci Bâyezîd
Hân için yazdıgı (Tehzîb-üs-semâil) ve (Hidâyet-ül’ibâd-ilâ-sebîl-ir-resâd)
kitâbları söhretini artdırdı. Yundu seferine katılıp, Meton sehrinin fethine sebeb
oldu. Sultân Selîm hânı sî’îlerle cihâda tesvîk ve tahrîk eyledi. Bu maksadla (Essedâd
fî fedâil-il-cihâd) kitâbını yazdı. Çaldıran seferine katılıp, askere va’z ederek
cesâret verirdi. Muhârebede düâ eder, Pâdisâh, Âmîn derdi. Sarayköy ve Üskübde
on sene va’z ve nasîhat ederek çok kâfirin hidâyetine sebeb oldu. Sultân Süleymân
hân ile de Engürüs seferine katılıp, zafer için yapdıgı düâları makbûl-i ilâhî
oldu. Sonra Bursaya gelip çesidli kitâb yazdı. Kimyâ bilgisi de çokdu. Iki mescid,
iki de câmi’ yapdı. 938 [m. 1532] de vefât etdi. Bursada, molla Arab mahallesinde,
molla Arab câmi’i yanındaki türbesindedir. Sîret-i Nebevîyi bildiren (Tehzîb-
üs-semâil) ve (El-mekâsid fî fedâil-il-mesâcid) kitâbları meshûrdur. Hâl tercemesi,
(Sakâyık) kitâbında uzun yazılıdır.)
Evliyâya kim bakarsa, ten gözîle serseri,
bî basardır, cânı yokdur, ölüdür, degil diri.
Evliyâ cândır, gerekdir can gözîle bakıla,
zîrâ ki, canlı kisiler, câna olur müsteri.
– 504 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...