03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN...5 — TEFSÎR KITÂBLARI, HADÎS-I SERÎFLER


5 — TEFSÎR KITÂBLARI, HADÎS-I SERÎFLER

Bu mektûb, râsih ilmli, hakîkî din âlimi, seyyid Abdülhakîm Efendinin “rahmetullahi
aleyh” bir mektûba cevâbı olup, tefsîri ve hadîs-i serîfleri bildirmekde, din âlimlerini medh eylemekdedir:
Efendim, Kıymetli mektûbunuzun basında, din âlimlerinin, müslimânların ögrenmesi lâzımolan bilgilere (Ulûm-i islâmiyye) denir, dediklerini yazıyorsunuz. Islâm dîninin emr
etdigi bu bilgileri, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ikiye ayırmıs, (El-ilmü ilmân,
ilmü ebdân ve ilmü edyân) buyurmusdur. Biri (Ulûm-i nakliyye) ya’nî din bilgileri,
digeri (Ulûm-i akliyye) ya’nî fen bilgileridir, buyurmusdur. Dinde reformcular,
fen bilgilerine (Rasyonel bilgiler), din bilgilerine (Skolastik bilgiler) diyor.
[Islâm dînine inanmıyanlar, gençleri aldatmak için, (Dinleri insanlar çıkarmıs,
önce totem, sonra çok tanrı, en son tek tanrı fikri çıkmıs, dinler, fenne, medeniyyete
mâni’ olmus) diyorlar. Islâmiyyete iftirâ ediyor, alçakca yalan söylüyorlar. Fen
bilgilerini, akl bilgilerini islâmiyyetin içinden ayırıyorlar. Islâmiyyeti akl bilgilerinden
ayrı, bunlara karsı imis gibi gösteriyorlar. Akl, fen bilgilerini ögrenmek için
islâmiyyeti bırakmalı imis düsüncesini yaymaga çalısıyorlar. Ilmihâl kitâblarını okuyarak
islâmiyyetin akl bilgilerine, fenne verdigi ehemmiyyeti anlayan uyanık
kimseler, bu yalanlara elbette aldanmaz].
Din bilgileri, dünyâda ve âhıretde huzûru, se’âdeti kazandıran bilgilerdir. Bunlar
da iki kısma ayrılır: (Ulûm-i âliyye) ya’nî yüksek din bilgileri ve (Ulûm-i ibtidâiyye)
ya’nî âlet ilmleri. Yüksek din bilgileri sekizdir:
1 — (Tefsîr) ilmi.
2 — (Üsûl-i kelâm) ilmi. Kelâm ilminin, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i serîflerden
nasıl çıkarıldıgını ögreten ilmdir. Bu ilm, (Hadîka)da açık anlatılmakdadır.
3 — (Kelâm) ilmi. Kelime-i sehâdeti ve buna baglı olan, îmânın altı temel bilgisini
ögreten ilmdir.
4 — (Üsûl-i hadîs) ilmi. Hadîs-i serîflerin çesidlerini ögreten ilmdir.
5 — (Ilm-i hadîs). Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ef’âl, akvâl ve ahvâlini
ögretir.
6 — (Üsûl-i fıkh) ilmi. Fıkh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i serîflerden
nasıl çıkarıldıgını ögretir. (Menâr) adındaki üsûl kitâbı meshûrdur.
7 — (Fıkh) ilmi. Ef’âl-i mükellefîni ögretir. Ya’nî, beden ile yapılması ve sakınılması
lâzım olan emrleri ve yasakları ve mubâhları ögretir. Fıkh bilgisi dörde ayrılır:
Ibâdât, münâkehât, mu’âmelât ve ukûbât.
8 — (Ilm-i tesavvuf), Kalb ile yapılması ve sakınılması lâzım olan seyleri ve kalbin,
rûhun temizlenmesi yollarını ögretir. Buna (Ilm-i ahlâk), (Ilm-i ihlâs) da denir.
Bu sekiz ilmden, kelâm, fıkh ve ahlâk bilgilerini lüzûmu kadar ögrenmek ve çoluk
çocuguna ögretmek, her müslimâna (Farz-ı ayn)dır. Ögrenmiyenler ve çoluk
çocuguna ögretmiyenler büyük günâh islemis olur. Cehenneme gider, yanarlar. Ögrenmege
lüzûm görmiyen, ehemmiyyet vermiyen ise, kâfir olur, îmânı gider. Bu
üç ilmin lüzûmundan fazlasını ve öteki bes yüksek din bilgisini ve ulûm-i akliyyeyi
ögrenmek (Farz-ı kifâye)dir. (Bezzâziyye)de diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmden bir
mikdâr ezberledikden sonra, fıkh ögrenmek lâzımdır. Çünki, Kur’ân-ı kerîmin hepsini
ezberlemek farz-ı kifâyedir. Lâzım olan fıkh bilgilerini ögrenmek ise, farz-ı ayndır.
Muhammed bin Hasen Seybânî “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki, her müslimânın
harâmları, halâlları bildiren ikiyüzbin fıkh bilgisini ögrenmesi lâzımdır.
Farzlardan sonra ibâdetlerin en kıymetlisi, ilm ve fıkh ögrenmekdir).
[(Hadîka)da, islâmiyyetin yasak etdigi zararlı ilmleri anlatırken diyor ki, kelâm
ilmini, Ehl-i sünnet vel-cemâ’at âlimlerinin bildirdikleri i’tikâdı ögrenecek ve bun-
– 413 –
ları akl ile nakl ile isbât edecek ve sapıklara, dinsizlere anlatacak kadar okumak
farz-ı ayn olup, bundan fazlasını ögrenmek, ancak din âlimlerine lâzımdır. Baskalarına
câiz degildir. Dîne yardım etmek için, fazla ögrenmek farz-ı kifâye ise de,
bunu ancak, Allah rızâsı için çalısan, zekî din adamının ögrenmesi câizdir. Baskaları
ögrenirlerse, bâtıl yollara kayar. [(Zındık) ya’nî sinsi islâm düsmanı olurlar.]
Imâm-ı Sâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki, (Ilm-i kelâm ile ugrasıp sapıtmak
yanında, büyük günâh islemek hafîf kalır). Imâm-ı Sâfi’înin zemânındaki
ilm-i kelâm için böyle denilince, simdiki din câhillerinin kısa görüsleri ve hayâlleri
ile yazdıkları din kitâblarını okumanın yasaklık derecesini ve zararlarını artık
düsünmelidir. Imâm-ı Sâfi’î yine buyurdu ki, (Ehl-i sünnet i’tikâdını iyi ögrenmeden
önce ilm-i kelâm ile ugrasmanın zararı bilinmis olsaydı, kelâm ilmi ile ugrasmakdan,
arslandan kaçar gibi kaçınılırdı). Simdi, kendi aklı, kendi görüsü ile
kelâm ilmi kitâbları yazanlar çogaldı. Bunların kitâbları sirk ve dalâlet ile doludur.
Imâm-ı Ebû Yûsüf, (Kelâm ilmi ile ugrasanların imâm olması câiz degildir) buyurdu.
Bezzâziyye fetvâsında, (Ilmi kelâm ile ugrasanların çogu zındık olur) buyuruldu.
Fıkh ilmi ile ugrasmak, ya’nî farzları ve harâmları ögrenmek ise, her müslimâna
farz-ı ayndır. Fazlasını ögrenmek de, farz-ı kifâye olup, çok sevâbdır. Hiç zararı
yokdur. (Hadîka)dan terceme temâm oldu. Kendi noksan bilgileri ve sapık düsünceleri
ile din kitâbı yazmak moda hâline geldi. Bu kitâblarına (Kur’ân tercemesi)
ve (Kur’ânın hakîkatleri) gibi ismler takıp, gençligin önüne sürüyorlar.
Yalnız bu kitâbları okuyun diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri dogru din
bilgilerinin ögrenilmesine mâni’ oluyorlar. Bunlara (Zındık) denir. Zındıklar,
müslimânları dalâlete, felâkete sürüklemekdedirler. Hakîkî müslimân olmak için,
sâlih müslimânların yazdıgı (Ilmihâl) kitâblarını okumalıdır].
Bu sekiz yüksek din bilgisini ögrenebilmek için lâzım olan (Âlet ilmleri) onikidir.
Bunlar: Sarf, istikâk, nahv, kitâbet, istikâk-ı kebîr, lügat, metn-i lügat, beyân,
me’ânî, bedî’, belâgât, insâ ilmleridir. Bunlar, (Hadîka)nın 328. ci ve (Berîka)nın
329. cu sahîfelerinde yazılıdır. Din bilgileri, böylece yirmi olmakdadır.
Din âlimi olmak için, sekiz yüksek din bilgisini, bütün incelikleri ile ögrenmek,
fen bilgilerinde de lüzûmu kadar ilm sâhibi olmak lâzımdır. Islâm âlimleri de iki
kısmdır: Biri, din imâmlarıdır. Bunlar, Müfessirîn-i ızâm, Muhaddisîn-i kirâm ve
Mütekellimîn, Mütesavvifîn ve Fükahâ-i fihâmdır “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”.
Bunların her sözü, her beyânı, Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i serîflerin açıklamasıdır.
Her sözleri sâbit ve müsellem ve muhakkak dogrudur.
Müfessirler, tefsîr kitâbı yazanlar demek degildir. Müfessir, kelâm-ı ilâhîden, murâd-
ı ilâhîyi anlayandır. (Tefsîr), ancak Fahr-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem”
mubârek lisânından, Sahâbe-i kirâma “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve
onlardan Tâbi’ ve Tebe’i tâbi’lere ve böylece saglam, kıymetli insanların söylemesi
ile, tefsîr kitâbı yazanlara, dahâ dogrusu fıkh ve kelâm âlimlerine gelen haberlerdir.
Bundan baska olan bilgilere tefsîr denemez, (Te’vîl) denir. Te’vîl, bir kelimenin
muhtelif ma’nâlarından, islâmiyyete uygun olanı seçmekdir. Te’vîllerin
dogrulugu da, tefsîr ile ölçülerek anlasılır. Te’vîl, tefsîre uymazsa atılır. Uyarsa, alınabilir
denildi. Tefsîr kitâblarını yapanlar, tefsîr kısmlarını tefsîr olarak, te’vîl kısmını
da, tefsîre uygun oldugu için, meâlen tefsîr olarak kabûl buyurmuslardır.
Bunlardan baska olan tefsîr kitâblarının bir kısmı, Kur’ân-ı kerîmin te’vîllerini
bildiriyor. Ya’nî tefsîr degildirler. Murâd-ı ilâhîyi bildirmiyorlar. Seyh-i ekberin
ve Necmeddînin “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” tefsîrleri, te’vîl kitâblarıdır. Bunlar,
dînin temel bilgileri olan kelâm ve fıkh ilmleri için sened olamaz.
Islâm âlimlerinin ikinci kısmı, bildirdigimiz tefsîr, hadîs, kelâm, tesavvuf ve fıkh
âlimlerinden baska olanlardır ki, bunlar dinde müctehid kabûl edilmiyenlerdir. Bunların
sözleri, lehde ve aleyhde huccet, sened olamaz.
Dîn-i islâmın esâslarını, temellerini açıklıyan, birinci kısm âlimlerdir. Bunlar, bü-
– 414 –
tün bilgilerini, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i serîflerden almıslardır. Kur’ân-ı kerîmin
ve hadîs-i serîflerin ma’nâlarını Eshâb-ı kirâmdan ögrenmislerdir. Kendiliklerinden
hiçbirsey söylememislerdir. Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ aleyhim
ecma’în” yolunda oldukları için, bunlara (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) denilmisdir.
Fıkhda mezheb sâhibleri, dört imâmdır. Bunların mezhebleri içinde müctehid-
i fil-mezheb yüksek makâmına yetisenler vardır. Bunlar; Hanefîde, imâm-ı Muhammed
ve imâm-ı Ebû Yûsüf, Sâfi’îde, imâm-ı Nevevî ve imâm-ı Râfi’î, imâm-ı
Muhammed Gazâlî gibi olanlardır. Bunlardan baskasının ictihâdları, bunların ictihâdıdır.
Ya’nî bunların ictihâdına uyarsa, kabûl olunur. Uymazsa, bunlara uydurulabilirse,
uydurulur. Uydurulamazsa, din temelleri bunların üzerine kurulmaz.
Bu isi yapan, ya’nî uyup uymadıgını anlıyan, ancak, bu yeni ictihâd sâhiblerinin üstünde,
ilme, derin anlayısa mâlik olanlardır. Bunlar da, o büyük imâmların yetisdirdigi
islâm âlimleri, ya’nî dînini seven ve kayıran âlimlerdir ki, herbiri dünyânın
her yerinde yüksek tanınmısdır. Mektûbunuzda ismi geçen Semseddîn Sehâvî, tabî’î
bu dâirenin dısındadır. (El-mekâsıd-ül-hasene) ismindeki kitâb da, kıymetli din
kitâblarından sayılmaz. Bunun ölçüsü de, kıymetli islâm kitâblarıdır. Bu kitâblara
uyarsa, kabûl olunur. Uymazsa, evirip çevirip, uydurmaga çalısılır. Uydurulamazsa,
mes’ûliyyeti sâhibine bırakıp, o kitâbdan el çekilir. Dînin temelini kuran
tefsîrler, böyle kitâblarla red ve tenkîd edilmez. Bundan dolayı, Melâhime [ya’nî
büyük savas, muhârebe] ve mürtekıbe ve müntezıra [Her ikisi de gözetmek, beklemekdir.
Bu üç ilm, muhârebenin netîcesini, önceden kesf etme yollarını ögretir]
hakkında pek az hadîs var demesi, üzerinde durulacak bir noktadır. Hadîslerin az
veyâ çok olması aranmaz. Hadîs oldugu anlasılınca, bir hadîs-i serîf de yetisir. Çünki,
Muhbir-i sâdıkdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” gelen her habere inanılır.
Azlık ve çokluk, ölçü ile anlasılır. Az ve çok olması, ne ile ölçülecekdir. Kıymetli
hadîs kitâblarında, bunlar için bulunan hadîs-i serîflerin sayısı, baska seyler
için olanlardan dahâ çokdur.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” gizli kalması lâzım olan birçok seyi, Huzeyfet-
ibni Yemâna söyledi. Bu zât ve Ebû Hüreyre “radıyallahü anhümâ” buyurdular
ki: (Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, âlemin yaratıldıgı zemândan,
yok olacagı güne kadar, olmus ve olacak seyleri bize bildirdi. Bunlardan bildirilmesi
câiz olanları bildirdik. Örtmesi lâzım olanları, sakladık, bildirmedik.) Bildirilenlerin
hepsi de, belki bizlere gelememisdir. Bizlere gelmiyen hadîs-i serîflere,
yok denemez. Bununla berâber, Melâhime kitâbları, dînin temelini kuran kitâblardan
degildir. Sakınılacak seyleri bildirmekdedir. Böyle kitâblarda, mübâlaga bulunur
ve sakınmak, böyle mümkin olur. Islâm dîninin saglamlıgı, Melâhime kitâblarının
dogruluguna baglı degildir ki, kitâbların yanlıs olması, dîne bir ayb ve kusûr
olsun. Bu kitâblar, târîh gibidir. Târîhler, elbette böyle olur.
Sehâvînin (Imâm-ı Ahmed, üç kitâbın aslı yokdur demisdir) dedigini yazıyorsunuz!
Bu Ahmed, imâm-ı Ahmed ibni Hanbel “rahmetullahi teâlâ aleyh” olmasa
gerek. Çünki, böyle büyük bir imâm, bir kalemde (Üç kitâbın aslı yokdur) demez.
Bu büyük âlimler, sübheli yerleri ayırırlar. Bir kitâbın hepsi yanlısdır demezler.
Bununla berâber, Melâhim, Megâzî [ya’nî harb târîhi] kitâbları, islâm dîninin
kıymetli kitâblarından olmadıgı için (Melâhim hakkında, hiç dogru hadîs kabûl etmiyor)
sözünün bir ehemmiyyeti yokdur. Sunu da bildirelim ki, kabûl etmemek,
yok oldugunu bildirmez. Yok olan seyler, isbât edilemez. Çünki, yoklugu gösteren
sâhid bulunmaz.
Sehâvînin bildirdigine göre: (Imâm-ı Ahmed “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Tefsîr-
i Kelbî) basdan basa yanlısdır demis). Yukarıda bildirdigimize göre, (Tefsîr-i
Kelbî) zâten dînin temel kitâbı degildir. (Mukâtil tefsîri) de böyledir.
Sevkânînin (Tefsîr-i Hakâyık [Sülemî]) gibi, sôfiyye tefsîrleri, tefsîr degildir, dedigini
yazıyorsunuz. Yukarıda tefsîrler için verilen bilgi, bu tefsîri de içine al-
– 415 –
makdadır. Sôfiyye-i aliyye büyükleri, tefsîr diye birsey yazmamısdır. Te’vîl diyerek
yazmıslardır. Bunların sâf zihnlerine gelen ilhâmlar, Allahü teâlânın diledigi
bilgiler olabilir denilmisdir. Bunların sözleri, vicdâna baglı seylerdir. Bunlara
inanmak, vicdân sâhiblerinin vicdânlarına bırakılır. Baskaları için sened olamaz.
Ya’nî, îmân olunacak seyleri isbât etmezler ve amel ve ibâdetleri gösteremezler.
Onların hâlini, onları tanıyanlar anlar ve onların yüksek derecelerine erisenler bilir.
Sevkânî gibi kimseler, bu derecelerden çok uzakdır. Sevkânînin sözü bunlara
karsı sened olamaz. (Onlarda, bâtınî tefsîrler çokdur) diyorsunuz. Bâtın demekle,
bâtıniyye mezhebi söylenmek isteniliyorsa, bu mezhebdekiler, zâten yoldan çıkmısdır.
Eger bâtın âlimlerini demek istiyorlarsa, bu sözü, söyliyenin yüzüne çarpmak
lâzımdır.
[Sihristânînin (Milel-nihâl) kitâbı, Mısr, Hind ve Londrada arabca basdırılmıs,
latince, ingilizce ve baska dillere çevrilmisdir. Türkçeye, Nûh bin Mustafâ “rahmetullahi
teâlâ aleyh” tarafından çevrilmis olup, kırküçüncü sahîfesinde diyor ki:
(Sî’î mezhebi yirmi fırkadır. Onsekizinci fırkası, Ismâ’ilî fırkasıdır. Bu fırkaya, Bâtiniyye
de denir. Çünki, bunlar, Kur’ân-ı kerîmin zâhirî, ya’nî anlasılan ma’nâsı oldugu
gibi, bâtınî, ya’nî gizli, iç ma’nâsı da vardır. Bâtınî ma’nâsı lâzımdır, zâhirî
ma’nâsı lâzım degildir diyorlar. Bu ise küfr ve ilhâddır, ya’nî dogru yoldan sapmak,
ayrılmakdır. Çünki, islâm âlimlerinin hiçbir sözüne inanmıyorlar). Bunlara (Sî’î)
de denmez. Sî’îlerin simdi Îrânda ve Hindistânda en çok bulunan fırkaları, (Imâmiyye)
fırkasıdır. Bunlar, kendilerine (Ca’ferî) diyorlar. Ca’ferî kelimesi üzerinde,
kitâbın sonundaki ism cedvelinde (Ca’fer-i Sâdık) isminde genis bilgi vardır.
Bugün, Sî’î denilince, imâmiyye fırkası anlasılmakdadır].
Mektûbunuzun bir yerinde, Sevkânînin (Ibni Abbâs tefsîri, aslâ tefsîr degildir)
dedigini yazıyorsunuz. Ibni Abbâs tefsîri diye bir kitâb yokdur. Abdüllah ibni Abbâs
“radıyallahü anhümâ”, kitâb yazmadı. Kendisi, Server-i âlemin “sallallahü aleyhi
ve sellem” kıymetli sohbetlerine devâm etmis ve Cebrâîl aleyhisselâmı görmüs
ve Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” arasında, en âlimlerinden biri olarak tanınmıs
oldugundan, hadîs-i serîfler için oldugu gibi, ba’zı âyet-i kerîmeler için de beyânâtda
bulunmusdur. Tefsîr âlimlerimiz, bu yüksek beyânâtı alarak, tefsîrlerini
süslemislerdir. Bu tefsîrlerin ise, pek yüksek derecede oldugunu, islâm âlimleri, sözbirligi
ile bildirmekdedir. Sevkânînin sözünü düzeltmek lâzımdır. Bunu düzeltmek
için de, yüksek olan (Üsûl-i hadîs) ilminin ince kâ’idelerini bilmek lâzımdır. Sevkânînin
bu derecelere erismis olması ise belli degildir. Çünki, o makâmlarda bulunsaydı,
büyük âlimlerin üsûllerine uymıyan sözde bulunmazdı.
Sa’lebî tefsîri, ya’nî (Kesf-ü beyân) ismindeki tefsîr için de, yukarıdaki îzâhları
gözönünde tutmalıdır. (Vâhidî tefsîri) de böyledir.
Zemahserî, mu’tezile mezhebinde idi. Bunun için, (Kessâf) tefsîrinde, murâd-ı
ilâhîyi anlamakda, yine yukarıdaki îzâhat göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak,
Zemahserî, Kur’ân-ı azîm-üs-sânın mu’ciz oldugunu anlatmakda; esâs, sened olan
belâgat ilminin âlimlerinin en yüksek derecesinde oldugundan, Ehl-i sünnetin
tefsîr âlimleri, Kur’ân-ı kerîmin belâgatini anlatan kısmları, onun tefsîrinden almıslardır.
Kâdî Beydâvî ise, “beyyedallahü vecheh” [Allahü teâlâ onun yüzünü nûrlandırsın
demekdir] ismine ve düâsına yakısacak kadar yüksekdir. Müfessirlerin bas tâcıdır.
Tefsîr ilminde, en büyük makâma yükselmisdir. Her meslekde seneddir. Her
mezhebde önderdir. Her düsüncede rehberdir. Her fende mâhir, her üsûlde bürhân,
önceki ve sonraki âlimlere göre saglam, kuvvetli ve yüksek tanınmısdır.
Böyle derin bir âlimin tefsîrinde mevdû’ hadîs var demek, büyük bir cesâretdir. Dinde
derin bir uçurum açmakdır. Böyle sözleri söyliyenin dili, inananın kalbi, dinliyenin
kulakları tutussa yeridir. Acabâ, bu büyük ilm sâhibi, mevdû’ hadîsleri sahîhlerinden
ayıramaz mı idi? Evet diyenlere ne demelidir? Yoksa, hadîs uydura-
– 416 –
cak kadar ve böyle yapanlar için, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”
bildirdigi agır cezâlara aldırıs etmiyecek kadar, dîninin kuvveti ve Allah korkusu
yok mu idi? Yokdu demek, ne kadar senâ’at, çirkinlik olur. Böyle söyliyen kimsenin
dar havsalası, kalın kafası, bu hadîs-i serîflerdeki ma’nâları çok gördügünden,
bir çâre arayarak, mevdû’ demekden baska çâre bulamaz. (Fâideli Bilgiler)
107.ci sahîfeye bakınız! Sırası gelmisken, mevdû’ hadîsleri anlatalım:
Mevdû’ kelimesinin, bir lügat ma’nâsı, bir de, ıstılâh [ya’nî her ilme mahsûs, ayrı
bir] ma’nâsı vardır. Ya’nî, (Üsûl-i hadîs) ilminin verdigi ma’nâsı vardır. Lügatde,
mevdû’, bir yere sonradan konulmus, uydurma demekdir. Ya’nî, Server-i âlemin
“sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek agzından çıkmayıp da, bir zındık, bir
münâfık, bir yalancı tarafından iftirâ olarak konulmus ve hadîs denilmisdir. Bu ise,
iki yol ile anlasılabilir. Birincisi: Hadîs-i serîfin sâhibi olan Fahr-i Rusül “sallallahü
aleyhi ve sellem”, (bu benim hadîsim degildir), ya’nî, bunu ben söylemedim, demesi
iledir. Ikincisi: Nübüvvetin ve risâletin basladıgı günden beri, âhırete tesrîf
edinceye kadar, hergün, Resûlullah efendimizin yanında bulunup, her sözüne, her
hâline, her huyuna, titizlikle dikkat ederek, yazılanlar arasında, bu mevdû’ hadîsin
bulunmaması ile anlasılır ki, bu yol ile de anlamak elbette mümkin degildir. O
hâlde, nasıl mevdû’ denilebilir? Böyle söze kimse kıymet vermez.
Server-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” nübüvvetinin basladıgından vefâtına
kadar, mubârek agızlarından sâdır olan her söz ve sükûn ve hareketleri hep
hadîsdir. Hadîs ilmini ta’rîf ederken, (Onun “sallallahü aleyhi ve sellem” sözlerini
ve hâllerini bildiren ilmdir) buyurmuslardır.
(Üsûl-i hadîs) isminde baska bir ilm dahâ vardır ki, bu ilmin üsûlleri, metodları
ile, hadîs-i serîflerin nev’leri, çesidleri ayırd edilir. Mütevâtir, meshûr, sahîh, hasen,
merfû’, müsned, mürsel, da’îf [za’îf], mevdû’ ve dahâ birçok hadîs çesidlerinin
ayrı ayrı ve uzun ta’rîfleri, îzâhları, tesbitleri, kitâblar doldurmakdadır. Herbir
hadîsin sartları, kaydları vardır. Bu genis bilgiler, ancak üsûl-i hadîs ilminde,
ictihâd derecesine yükselen büyük âlimlere “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
mahsûsdur.
Hadîs ilmi büsbütün baskadır. Üsûl-i hadîs ilminde müctehid olan bir âlim, bir
hadîsin mevdû’ oldugunu isbât edince, bu ilmin bütün âlimlerinin de, mevdû’ demesi
lâzım gelmez. Çünki, mevdû’ diyen müctehid, bir hadîsin sahîh olması için,
lüzûm gördügü sartları tasımıyan bir hadîs için, benim mezhebimin üsûlünün
kâ’idelerine göre, mevdû’dur der. Yoksa, Server-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem”
sözü degildir demek istemez. Ya’nî, hadîs-i serîf denilen bu sözün hadîs olması,
bence anlasılmamısdır demekdir. Bu âlime göre hadîs olmaması, hakîkatde
hadîs olmadıgını göstermez. Hadîs üsûlü ilminin baska bir müctehidi de, hadîsin
dogru olması için aradıgı sartları bu sözde bulunca, hadîsdir, mevdû’ degildir diyebilir.
O hâlde, Sevkânînin, (ba’zı tefsîrlerin hadîsleri mevdû’dur) demesi ile mevdû’
olmaz. Meselâ Sevkânîyi, hadîs üsûlü ilminde müctehid tanısak da, onun mezhebinin
(Üsûl-i hadîs ilmi) kâidelerince, hadîs oldugu meydâna çıkmamıs olur ise
de, mevdû’ hadîs oldugunu hangi cesâretle söyliyebilir. Din büyüklerine “rahmetullahi
teâlâ aleyhim ecma’în” karsı böyle sözlerde bulunmanın çirkinligi meydândadır.
Meshûr dört mezheb arasında ayrılık bulunması, sözlerinin yanlıs olacagını
göstermedigi gibi, hadîsler için de böyle düsünebilirsiniz! Böyle seyler, ictihâd
isi oldugundan, bir müctehidin mevdû’ demesi ile, hakîkatde mevdû’ olması lâzım
gelmez.
(Ebüssü’ûd tefsîri), Beydâvînin ve Zemahserînin tefsîrinden ve (Tefsîr-i kebîr)
den alınmısdır. Zât-ı âlîniz, Tefsîr-i kebîri hiç yazmamıssınız. [Tefsîr-i kebîre
(Mefâtîh-ul-gayb) da denir. Onüç cilddir. Fahreddîn-i Râzî yazmısdır.]
Selefden bildirilen tefsîrlere güvenilemez sözü, hiç dogru degildir. Ba’zı hadîslerin
mevdû’ oldugunu anlatmak için gösterdigi delîl, sâhid, (Münâzara) ilmine gö-
– 417 – Se’âdet-i Ebediyye 2-F:27
re, kendi yanlısını meydâna çıkarmakdadır. Hele, sûrelerin fazîletini, kıymetini bildiren
hadîs-i serîflere mevdû’ demesine, lâ havle... okumakdan baska cevâb verilmez.
Evet, zındıklar, hadîs diye, ba’zı sözler uydurdu. Ehl-i sünnet âlimleri, bunları
ayırıp, çıkardı. Simdi din kitâblarımızda bunlardan hiç yokdur.
(Hâzin tefsîri), [Bu tefsîrin ismi (Lübâb-üt-te’vîl fî me’ânit-tenzîl) olup Alâüddîn-
i Bagdâdî yazmısdır] ve (Rûh-ul-beyân) tefsîri, dahâ ziyâde birer va’z kitâbıdır.
Bunlardaki hadîs-i serîfler, nihâyet za’îf hadîs olabilir. Za’îf hadîsler, ibâdetlerin
fazîletlerini, sevâblarını bildirmekde kıymetli olabilir. Dînin temel bilgileri
bu tefsîrlerden alınmaz. Islâm dîninin esâsları için, bu kitâblar sened olmaz. Va’z
ve hutbe kitâbları ve tesavvufun asagı derecelerinde bulunanların kitâbları, nutk
ve konferans gibidir. Böyle kitâblarda sened, vesîka aranmaz. Bundan dolayı, mevdû’
hadîsden baska, her çesid hadîs yazabilirler. Dînin temeli olan kelâm kitâblarında
ancak kuvvetli hadîs-i serîfler delîl ve sened olur. Fıkh, ibâdet kitâblarında
ise, âhâd hadîslerden ve za’îf ve mevdû’ hadîslerden baska hadîsler delîl ve sened
olur. Sevâbının çok oldugu za’îf hadîslerle bildirilen ibâdetler yapılabilir. Mevdû’
hadîs ile ibâdet yapılması, harâm, belki küfr oldugunu, (Ibni Âbidîn) “rahmetullahi
teâlâ aleyh” abdest düâlarında bildirmekdedir.
(Câmi’-us-sagîr) ve (Câmi-ul-kebîr) kitâblarının [bunlar, büyük hadîs kitâblarıdır]
sâhibi, Celâleddîn-i Süyûtî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, hadîs ilminde imâmlık
derecesine çıkmısdır. Bunun ve imâm-ı Muhammed Gazâlînin “rahmetullahi
teâlâ aleyh” kitâblarında aslâ, bir mevdû’ hadîs yokdur.
Bir hadîsin mevdû’ oldugunu bildiren kimsenin, herseyden önce, üsûl-i hadîs ilminde
müctehid olması lâzımdır. Böyle bir müctehid, üsûl-i hadîs ilminin kâ’idelerine
göre, bir hadîsin mevdû’ oldugunu isbât ederse, yalnız onun mezhebinde mevdû’
olur. Üsûl-i hadîs ilminde müctehid olan baska âlimlerin mezheblerinde de,
mevdû’ olması lâzım gelmez. Bu âlimler “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, böyle
hadîsleri, kitâblarında, sahîh hadîs olarak yazar. Müslimânlar da, onu hadîs olarak
tanır.
(Hayât-ül-hayvân) kitâbının sâhibi, Muhammed Demîrîdir “rahmetullahi teâlâ
aleyh”. (Kısas-ı enbiyâ) [imâm-ı Alî bin Hamza Kisâînindir] ve (Müstatraf) [(Müstatraf
fî külli fenni Müztezraf) ismindeki bu kitâbı, Muhammed bin Ahmed Ebsîhî
yazmısdır] ve (Enîsül-celîs) [bu kitâbı Alî bin Hasen Hullî yazmısdır] ve
(Hazînet-ül-esrâr) kitâbı [Muhammed Hakkı yazmısdır] ve (Tuhfet-ül-ihvân)
[Kur’ân-ı kerîm okumak hakkında olup, Halîl bin Osmân yazmısdır] ve (Mekârim-
i ahlâk) [ibni Ebiddünyâ yazmısdır] ismindeki kitâblar, dînin temelini kuran
kitâblar degildir. Bununla berâber, bu kitâbların sâhibleri büyük oldugundan,
kendi mezheblerinde mevdû’ olan hadîslerin bulunmaması lâzım gelir. Mevdû’ diyenlerin
kendi mezheblerinde mevdû’ olsa bile, mevdû’dur diyerek, âlimlerin inceden
inceye gözden geçirdiklerini kıymetden düsürmek lâzım gelmez. Böyle, dısardan
görenlerin safsataları ile, dîn-i islâm lekelenmez. Hadîs-i serîflere mevdû’
diyen bir kimse, bir hadîsi eline alıp, delîl, sâhid ve sened ile mevdû’ oldugunu isbât
edebilmelidir.
[Cehenneme gidecek olan yetmisiki fırkanın adamları ve münâfıklar, zındıklar,
Ehl-i sünneti parçalamak ve kendi kötülüklerini örtmek için, birçok hadîs-i serîfe
mevdû’ demislerdir. Ehl-i sünnet tanınan ba’zıları da, bu düsmanların kitâblarına
aldanıp, birçok sahîh hadîsleri, mevdû’ sanmıslardır. Ehl-i sünnet âlimlerinin
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” kitâblarını kavrıyamayıp düsmanlara aldananlardan
biri de, Aliyy-ül-kârîdir. Çok kitâb yazmıs, kıymetli kitâbları serh etmis
ise de, (Ehâdîs-ül-mevdû’at) kitâbında, sahîh hadîslere mevdû’ demisdir. Din
düsmanlarına aldanarak, en kıymetli kitâblardaki sahîh hadîs-i serîflere mevdû’dur
diyenler, din düsmanlarına, dîn-i islâmı yıkmaga yardım etmis oluyor].
– 418 –
(Tahzîr-ül-müslimîn) ismindeki bir kitâbın dogru olduguna hiç inanmıyorum ve
perde arkasından, dîni yıkmak için söylenen yalanlar oldugunu anlıyorum.
Mektûbunuzun birinci sahîfesinin sonunda yazılı kitâblar, dînin temel kitâbı degildir.
[Bu kitâblardan biri (Dürret-ün-nâsıhîn) olup, Osmân Hopavî yazmısdır.]
Birisi de (Ettergîb-vetterhîb) adlı hadîs kitâbı olup, Ismâ’îl Isfehânînindir. Aynı
ismde bir hadîs kitâbını, Abdül’azîm yazmısdır ki, bu kitâbı Imâm-ı Rabbânî
“kuddise sirruh” medh etmekdedir. Biri de (Acâ’ib-ül-Kur’ân) ismindeki kitâb olup,
Mahmûd-i Kirmânî yazmısdır. Islâm dîni, bu kitâbları müdâfe’a etmez. Çünki, ne
kendileri, ne de yazanları, din âlimlerince yüksek tanınmıs degildir. Bununla berâber,
bunlardaki hadîslerin hepsinin veyâ birkaçının mevdû’ oldugu söylenemez.
Herbir hadîsin, ayrı ayrı mevdû’ hadîs oldugunu isbât etmek lâzımdır. Mevdû’
hadîs bulunsa da birsey lâzım gelmez. Dînin temelleri bu kitâblar üzerine
kurulmus degildir. Ayb ve kusûr, kitâbların sâhiblerine âid olur. Sâhibleri de, dinde
söz sâhibi, üstün kimseler olmadıgından, bunlara karsı söylenilecek sözlerden
din lekelenmez.
Tesavvufcuların bildirdigi hadîslere mevdû’ diyenler, eger tesavvuf büyüklerinin
bildirdiklerine karsı söyliyorlarsa, bu sözlerinin hiç kıymeti olamıyacagından,
onlara bir cevâb vermege degmez. O büyüklerin dinden bildirdikleri her
haber, dogru, saglam ve senedlidir. Yok eger tekke seyhlerine ve tarîkatcilere karsı
söyliyorlarsa, istedikleri kadar söylesinler, biz onları müdâfe’a etmeyiz.
(Rahmânın cezbelerinden bir cezbe, bütün insanların ve cinnîlerin sevâbları gibidir)
hadîsini, Muhammed Emîn-i Tokâdî “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretleri
(Sülûk) risâlesinde bildiriyor. Bu risâle, Süleymâniyye, Dâr-ül-mesnevî, [169]
numarada mevcûddur. Hadîs oldugu, (Ma’rifetnâme)nin üçyüzseksenaltıncı sahîfesinde
de yazılıdır. (Nefsini tanıyan Rabbini tanır) hadîsini (Künûz-üd-dekâık)
onbirinci sahîfesinde yazmakda ve (Deylemî) “rahmetullahi teâlâ aleyh” de bulundugunu
bildirmekdedir. (Letâif-ül-minen)de, Ebül Abbâs-ı Mürsînin “rahmetullahi
teâlâ aleyh” bunun hadîs oldugunu bildirdigi ve yapdıgı uzun te’vîli yazılıdır.
(Kesf-ün-nûr) birinci sahîfesinde ve (Salât-ı Mes’ûdî), bunun hadîs oldugunu
açıkça yazmakda, ve (Kendi aczini anlıyan, Rabbinin azametini anlar) seklinde
tefsîr etmekdedir. Ibni Teymiyyenin ve Zerkesînin ve Abdülkerîm ibni
Sem’ânînin buna Yahyâ bin Mu’âz-ı Râzînin sözüdür demeleri, hiçbir esâsa dayanmamakdadır.
Bunun hadîs oldugu (Salât-i Mes’ûdî)nin onüçüncü bâbında da yazılı
oldugunu (Fıkh-ı Gîdânî) fârisî serhi bildiriyor.
(Dünyâ sevgisi, bütün günâhların basıdır) hadîsdir. [Imâm-ı Münâvî ve Beyhekî
bunun sahîh oldugunu bildirmekdedir.] Dünyânın ne demek oldugunu bilmiyenler
bunu kabûl etmiyor.
(Ümmetim yetmisüç fırkaya ayrılacakdır. Bunların yalnız biri Cennete girecek,
ötekilerin hepsi Cehenneme girecekdir) hadîsinin sahîh oldugunu, (Serh-i mevâkıf)
sonunda yazıyor. (Milel-nihâl) kitâbı tercemesinde, (Sünen) ismindeki hadîs
kitâblarını yazmıs olan hadîs imâmlarından dördünün, bu hadîsi, Ebû Hüreyreden
“radıyallahü anh” rivâyet etdigini bildiriyor. Büyük islâm âlimi, seyhul-islâm Ahmed
Nâmıkî Câmî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Miftâh-un-necât) ve (Üns-üt-tâibîn)
kitâblarında, bu hadîsi yazmakdadır. Imâm-ı Rabbânî ve imâm-ı Gazâlî gibi
müctehidler de, bu hadîs-i serîfi yazıyorlar. Bu hadîs-i serîfe herhangi bir kimsenin
mevdû’ demesi, günesi balçıkla sıvamak gibidir. Her hâlde, Ehl-i sünnet düsmanlarının
inkârıdır.
(Ümmetimin âlimleri, Isrâîl ogullarının Peygamberleri gibidir) hadîs oldugunu
Imâm-ı Yâfi’î, (Nesr-ül-mehâsin) kitâbında ilmin kıymetini anlatırken bildiriyor.
Birçok kitâblarda, meselâ imâm-ı Rabbânînin (Mektûbât)ının 268 ve 294. cü ve
üçüncü cildinin yüzyirmibirinci mektûblarında ve (Letâif-ül-minen) kitâbı basında
açıkca yazılıdır. Abdülganî Nablüsînin (El-hâmilü fil-fülk) kitâbında da ya-
– 419 –
zılıdır. Bu kitâb, Süleymâniyye kütübhânesinin (Es’ad efendi) “rahmetullahi teâlâ
aleyh” kısmında [3606] sayıda vardır. (Ebrârın ibâdetleri, mukarreblere göre
günâhdır) hadîsdir. [Bu hadîsi, Ebû Sa’îd-i Harrâzın (Âriflerin riyâsı, mürîdlerin
ihlâsından dahâ iyidir) sözü ile karısdırmamalıdır.] (Mü’minin artıgı sifâdır) hadîsdir.
(Dünyâ, âhıretin tarlasıdır) hadîsdir. [Imâm-ı Münâvî ve Deylemî, bunun
sahîh oldugunu bildiriyor.] Ma’nâlarını bilmiyen kimse, karsı gelmekden baska çâre
bulamıyor. (Vatan sevgisi, îmândandır) hadîs oldugunu, (Mesnevî) bildiriyor.
(Küntü kenzen mahfiyyen...) hadîs-i kudsî oldugu, (Mektûbât)da ve (Kenz-i mahfî)
de ve (Lâ Yase’unî Erdî...) hadîs-i kudsî oldugu, ikinci cild, 76. cı mektûbda yazılıdır.
Tesavvufun yüksek derecelerinde bulunanların bildirdigi hadîs-i serîflerin hepsi
sahîhdir. (Delâil-ül-hayrât), hadîs kitâbı degildir, düâ kitâbıdır. Düânın mevdû’
olmasının ne demek oldugunu bilemiyorum.
(Ihyâ) kitâbı, imâm-ı Muhammed Gazâlînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Ihyâül’ulûm)
kitâbı ise, bütün âlimlerin söz birligi ile, dogru ve yüksekdir. Bir gayr-ı
müslim, severek yapraklarını çevirirse, müslimân olmakla sereflenir.
(Kût-ül-kulûb) kitâbı ve (Behcet-ül-esrâr-fî-menâkıb-il-ahyâr) kitâbı [Bunu
Alî bin Yûsüf yazmısdır. Tesavvuf büyüklerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
hâl tercemeleridir] dînin temel bilgilerini bildiren kitâblar olmadıgından,
müdâfe’a etmiyorum.
Dünyânın yaratılmasını anlatan hadîslere mevdû’ demek, mechûle tas atmak demekdir.
Her hadîsin sahîh olup olmaması uzun tedkîk ister. Akla uyup uymamasının
bir kıymeti yokdur. Dînimiz, nakle dayanmakdadır. Nakl dogru olunca,
inanmak lâzımdır.
Ibrâhîm aleyhisselâmın zevceleri hakkındaki hadîs, mevdû’ degildir. Peygamber
efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek kalbinin çıkarılıp temizlendigi
dogrudur. Dünyâya gelirken sünnetli oldugu görülmüsdür. Bütün Peygamberler
de “aleyhimüsselâm” böyle idi. Peygamberlik mührü bulundugu dogrudur. [Asûre
için, kitâbımızın birinci kısmı, seksenbesinci maddesinde bilgi verilmisdir.]
(Esnelmetâlib] kitâbı, Ibni Hacer-i Mekkînin kitâbı ise, söz götürmez, elbette
dogrudur ve seneddir ve çok saglamdır. Eger digerleri ise, ehemmiyyeti yokdur.
Sa’bân ayının onbesinci gecesi için hadîs sahîhdir. Receb ayının üstünlügü de
böyledir. Mi’râc vardır. Fekat hangi gecede oldugu kesin olarak belli degildir.
[Mi’râcın nasıl oldugu, birinci kısm, seksenbesinci maddede uzun bildirildi.]
[Muhammed Rebhâmî “rahmetullahi aleyh” fârisî (Rıyâd-un-nâsıhîn) kitâbında
buyuruyor ki, (Mi’râca inanmıyanlar çesid çesiddir:
Cebriyye fırkasının ikinci kısmı olan (Cehmiyye) ile mu’tezile fırkasının onikinci
kısmı olan Kâ’biyye, mi’râc yokdur dedi. Mu’tezile fırkası, mi’râc rü’yâdır dedi.
Zemânımızda, mu’tezile fırkasını taklîd edenler çogalmakdadır. (Bâhilî) fırkası
ise, mi’râc, Kudüse kadar olmusdur, göklere çıkmamısdır, dedi.
Allahü teâlâya cism diyenlerden (Haseviyye) ve (Müsebbihe) fırkaları ise,
mi’râc bir gece sürdü. Bu gece, üçyüz sene uzun idi. Bütün insanlar, bu kadar zemân
uykuda kaldı dedi. (Ibâhâtî), ya’nî Ismâ’ilî fırkasında olanlar, mi’râc, rûha oldu.
Beden yerinden ayrılmadı dedi.
Ehl-i sünnet vel-cemâ’at âlimleri buyurdu ki, mi’râc, rûh ve cesed birlikde olarak,
Mekke-i mükerremeden Kudüse ve oradan, yedi kat göke ve sonra Sidre denilen
yere ve Sidreden (Ka’be kavseyn) makâmına, uyanık olarak, gece, bir ânda
götürülmüs ve getirilmisdir. Bunu yapan, Allahü teâlâdır ve ancak O yapabilir,
dedi ve çesidli seklde isbât etdi). Yalnız rûh ile olan baska mi’râcları da vardır].
Terâvîh nemâzlarını bildiren hadîs sahîhdir. Insanların en iyisi arab oldugu ve
– 420 –
Kureys ve Hâsimîlerin üstünlügü, [birinci kısm, doksanyedinci maddedeki] hadîs-i
serîflerde bildirilmekdedir.
[(Basîret-üs-sâlikîn) de, ba’zı sahîh hadîs-i serîfleri yazarak, Süyûtî, bunların aslı
yokdur dedi diyor. Hâlbuki, Ibni Âbidîn, yevm-i sekde oruc tutmagı anlatırken
buyuruyor ki, (Hadîs âlimlerinin aslı yokdur demesi, bu hadîsin merfû’ olmasının
aslı yokdur demek olup, mevkûf hadîs oldugunu bildirmekdedir.)]
(Râbıta-i serîfe) risâlesindeki yazılar çok dikkat ile okunursa, öteki süâllerinizi
de çözmüs olursunuz! Râbıtaya inanmıyan, râbıtanın ne demek oldugunu bilmiyenlerdir.
Bin sene içinde gelen Hanefî âlimlerinin çogunun kitâbında, (Râbıta)
anlatılmakdadır. Buna inanmamak, Hanefî âlimlerine inanmamakdır. Bunlara
karsı gelenlerin, önce müctehid olması, sonra o büyüklerin derecesinde olması
lâzımdır. Âyet-i kerîme ve hadîs-i serîflerden ma’nâ çıkarmak, herkesin yapacagı
is degildir. Müctehid olmak sartdır. Câhillerin, evet, hayır demesi, hakîkatleri
degistiremez.
Insanların birbirine yardımı, ancak sefâ’at ile olacakdır. Rûhlardan yardım
beklemek, bütün müslimânlar ve bütün insanlar arasında âdet hâlini almısdır.
Efendim! Ramezân-ı serîfde, ancak bu kadar yazabildim. Dahâ genis bilgi almak
istiyen ile ferahlı bir günde, uzun zemân görüsmek lâzımdır. Fekat, insâflı ve
tahsîlli olmak lâzımdır. Çünki, inâdcı ile konusulamaz. Imâm-ı Alînin “radıyallahü
anh”, Hasen ve Hüseyne “radıyallahü anhümâ” yardım etmemesini anlamak
için, görüsmemiz lâzımdır. Ma’zûr görmenizi istirhâm eylerim.
28 Ramezân 1347 [m. 1929]
Abdülhakîm
Bu bahçede benim için, ne gül, ne lâle var,bu pazarda ne alıs veris, ne de pâra var,
ne kudret ve tesarruf ve ne mal, ne de mülk var,ne derd, ne zevk ve ne de merhem, ve ne yâre var,bu dünyâda bilseydim, ben neyim, hem neyim var? Vücûd, lutf-i ilâhî, hayât, rahmet-i Kerîm!agız, atıyye-i Rahmân, kelâm fadl-ı Kadîm! beden, binâ-yı Hudâ, rûh, nefha-i tekrîm,kuvvet, ihsân-ı kudret, duygular, vaz’ı Hakîm,bu dünyâda bilseydim, ben neyim, hem neyim var? Bu dünyâda gerçekden, benim hiçbir seyim yok,ne varsa hep Onundur, mülkünde serîki yok.Cihâna gelip gitme, benim de elimde yok, bu benimdir demege, güvenecek sened yok,bu dünyâda bilseydim, ben neyim, hem neyim var.
Varlıgım bir görünüs, rûhum bir emânetdir,ben demek bile, Ona, pek çirkin bir sirketdir,
kula düsen vazîfe, sâhibe itâ’atdır,bana (kulum!) demesi, lütûfdur, inâyetdir,bu dünyâda bilseydim, ben neyim, hem neyim var? Benim fakîr ve muhtâc, gınâ, ihsân Hakkındır,
(adem) benim sermâyem, vücûd, hayât Hakkındır. Ezel, ebed ve hem de, kahr, galebe Hakkındır,dünyâda ve ukbâda her görünen Hakkındır. Bu dünyâda bilseydim, ben neyim, hem neyim var.
– 421 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...