03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN....6 — HADÎS-I SERÎFLERIN ÇESIDLERI


6 — HADÎS-I SERÎFLERIN ÇESIDLERI

[1308] senesinde Istanbulda basılan, (Mahzen-ül’ulûm) kitâbının, birinci cüz’,
yüzotuzaltıncı sahîfesinde ve (Esi’at-ül-leme’ât)in üçüncü sahîfesinde hadîs-i serîflerin
çesidleri, söyle ta’rîf edilmekdedir:
1 — (Hadîs-i mürsel): Sahâbe-i kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ismi
söylenmeyip, Tâbi’înden birinin, dogruca, Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi
ve sellem” buyurdu ki, dedigi hadîs-i serîflerdir.
2 — (Hadîs-i müsned): Resûl-i ekreme “sallallahü aleyhi ve sellem” isnâd eden
Sahâbînin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ismi bildirilen hadîs-i serîflerdir. Müsned
hadîsler, müttasıl veyâ münkatı’ olur.
3 — (Hadîs-i müsned-i müttasıl): Resûl-i ekreme “sallallahü aleyhi ve sellem”
kadar, isnâdı müttasıl olan, ya’nî aradaki râvîlerden hiçbiri noksân olmıyan
hadîs-i serîflerdir.
4 — (Hadîs-i müsned-i münkatı’): Sahâbîden “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”
gayrı bir veyâ birkaç râvîsi bildirilmiyen hadîs-i serîflerdir.
5 — (Hadîs-i mevsûl): Sahâbînin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, (Resûlullahdan
isitdim, böyle buyurdu) diyerek haber verdigi, hadîs-i müsned-i müttasıl demekdir.
(Mevâhib-i ledünniyye) tercemesi ikinci cild, otuzdördüncü sahîfede ve
Ahmed Na’îm begin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Imâm-ı Nevevînin “rahmetullahi
teâlâ aleyh” (Hadîs-i erba’în)i tercemesinde, kırkikinci hadîsde, böyle olan
hadîs-i serîflere, (Hadîs-i merfû’) denilmekdedir.
6 — (Hadîs-i mütevâtir): Birçok Sahâbînin, Resûl-i ekremden “sallallahü aleyhi
ve sellem” ve baska birçok kimsenin de bunlardan isitdigi ve kitâba yazılıncaya
kadar, böyle hep, çok kimselerin haber verdigi hadîs-i serîflerdir ki, bunların,
bir yalan üzerinde söz birligi yapmalarına imkân olmaz. Mütevâtir olan hadîs-i serîflere
muhakkak inanmak ve yapmak lâzımdır. Inanmıyan kâfir olur.
7 — (Hadîs-i meshûr): Ilk zemânda bir kisi bildirmisken, ikinci asrda söhret bulan
hadîs-i serîflerdir. Ya’nî bir kimsenin Resûl-i ekremden “sallallahü aleyhi ve
sellem” o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan dahî, baska kimselerin isitdigi
hadîs-i serîfler olup, son duyulan kimseye kadar, artık hep mütevâtir olarak
bildirilmisdir. Meshûr hadîslere inanmıyan da kâfir olur. (Ibni Âbidîn, s. 176)
8 — (Hadîs-i mevkûf): Sahâbîye “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kadar söyliyen
hep bildirilip, Sahâbînin, Resûl-i ekremden “sallallahü aleyhi ve sellem” isitdim
demeyip, böyle buyurmus dedigi hadîs-i serîflerdir.
9 — (Hadîs-i sahîh): Âdil ve hadîs ilmini bilen kimselerden isitilen, müsned-i müttasıl
ve mütevâtir ve meshûr hadîslerdir.
10 — (Haber-i âhâd): Hep bir kimse tarafından söylenilen, müsned-i müttasıl
hadîs-i serîflerdir.
11 — (Hadîs-i mü’allak): Basdan bir veyâ birkaç râvîsi veyâ hiçbir râvîsi belli
olmıyan hadîs-i serîflerdir. Mürsel ve münkatı’ hadîsler de mü’allakdır. Basdan yalnız
birinci râvîsi bildirilmiyen hadîse (Müdelles) denir. Tedlîs mekrûhdur.
12 — (Hadîs-i kudsî): Ma’nâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise, Resûl-i
ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” tarafından olan hadîs-i serîflerdir. Hadîs-i kudsîleri
söylerken, Peygamber efendimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” bir nûr kaplardı
ve hâlinden belli olurdu.
13 — (Hadîs-i kavî): Söyledikden sonra, bir âyet-i kerîme okudugu hadîsdir.
14 — (Hadîs-i nâsih): Son zemânlarında söyledikleri hadîs-i serîflerdir.
15 — (Hadîs-i mensûh): Ilk zemânda söyleyip, sonra degisdirilen hadîslerdir.
16 — (Hadîs-i âm): Bütün insanlar için söylenmis hadîs-i serîflerdir.
– 422 –
17 — (Hadîs-i hâs): Bir kimse için söylenmis hadîs-i serîflerdir.
18 — (Hadîs-i hasen): Bildirenler, sâdık ve emîn olup, fekat hâfızası, anlayısı,
sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmıyan kisilerin bildirdigi hadîs-i serîflerdir.
19 — (Hadîs-i maktû’): Söyliyenler, Tâbi’în-i kirâma “rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecma’în” kadar bilinip, Tâbi’înden rivâyet olunan hadîs-i serîflerdir.
20 — (Hadîs-i sâz): Bir kimsenin, bir hadîs âliminden isitdim dedigi hadîs-i serîflerdir.
Kabûl edilir, fekat sened, vesîka olamazlar. Âlim denilen kimse, meshûr
bir zât degilse, kabûl olunmazlar.
21 — (Hadîs-i garîb): Yalnız bir kimsenin bildirdigi hadîs-i sahîhdir. Yâhud, aradakilerden
birine, bir hadîs âliminin muhâlefet etdigi hadîsdir.
22 — (Hadîs-i za’îf): Sahîh ve hasen olmıyan hadîs-i serîflerdir. Bildirenlerden
birinin hâfızası, adâleti gevsek olur veyâ i’tikâdında sübhe bulunur. Za’îf hadîslere
göre fazla ibâdet yapılır. Fekat ictihâdda bunlara dayanılmaz.
23 — (Hadîs-i muhkem): Te’vîle muhtâc olmıyan hadîs-i serîflerdir.
24 — (Hadîs-i mütesâbih): Te’vîle muhtâc olan hadîs-i serîflerdir.
25 — (Hadîs-i münfasıl): Aradaki râvîlerden, birden ziyâdesi unutulmus olan
hadîs-i serîflerdir.
26 — (Hadîs-i müstefîz) [müstefîd]: Söyliyenleri üçden çok olan hadîsdir.
27 — (Hadîs-i muddarib): Kitâb yazanlara, muhtelif yollardan, birbirine uymıyan
seklde bildirilen hadîs-i serîflerdir.
28 — (Hadîs-i merdûd): Ma’nâsı olmıyan ve rivâyet sartlarını tasımıyan sözdür.
29 — (Hadîs-i müfterî): Müseylemet-ül-kezzâbın sözleridir. Ve ondan sonra gelen
münâfıkların, zındıkların, müslimân görünen dinsizlerin uydurma sözleridir.
Ehl-i sünnet âlimleri, merdûd ve müfterî hadîsleri aramıs, bulmus, ayırmıslardır.
Din büyüklerinin kitâblarında, böyle sözlerden hiçbiri yokdur.
30 — (Hadîs-i mevdû’): Birkaç sahîfe önce bildirildi.
31 — (Eser): Mevkûf ve maktû’ hadîs veyâ düâ bildiren merfû’ hadîs demekdir.
(Sened), hadîs rivâyet eden âlim “rahmetullahi teâlâ aleyh” demekdir.
BÜYÜK HADÎS ÂLIMLERI: Hadîs âlimleri, çok yüksek insanlardır. Râvîleri
ile berâber, yüzbin hadîs-i serîfi ezber bilene (Hâfız) denir. Kur’ân-ı kerîmi ezberliyene
hâfız denmez, (Kâri’) denir. Bugün, hadîs-i serîfleri ezbere bilen bulunmadıgı
için, kâri’ yerine, yanlıs olarak hâfız diyoruz. Ikiyüzbin hadîs-i serîfi ezbere
bilene (Seyh-ul-hadîs) denir. Üçyüzbin ezberliyene, (Huccet-ül-islâm) denir. Üçyüzbinden
dahâ çok hadîs-i serîfi, râvîleri ile, senedleri ile birlikde ezber bilene (Hadîs
imâmı) ve (Hadîs müctehidi) denir. Dogru oldukları, bütün islâm âlimleri tarafından
tasdîk edilmis olan hadîs kitâblarından altı dânesi, bütün dünyâda söhret
bulmusdur. Bu altı kitâba (Kütüb-i sitte) denir. [Bu kitâblardaki hadîs-i serîflerin
sahîh oldukları, icmâ’ ile bildirildi.] Kütüb-i sitteyi yazan altı büyük âlim:
1 — Imâm-ı Buhârî “rahmetullahi teâlâ aleyh”: Ismi, Muhammed bin Ismâ’îldir.
Kısaca (H) harfi ile gösterilir. (Sahîh-i Buhârî) ismindeki kitâbında yedibinikiyüzyetmisbes
hadîs-i serîf vardır. Bunları, altıyüzbin hadîs arasından seçmisdir.
Her hadîsi yazacagı zemân, gusl abdesti alıp, iki rek’at nemâz kılar, istihâre ederdi.
(Buhârî-yi serîf)i onaltı senede yazmısdır. [194] de Buhârâda tevellüd, [256] da
fıtr bayramı gecesi, Semerkandda vefât etmisdir.
2 — Imâm-ı Ebül-Hüseyn Müslim Nîsâpûrî “rahmetullahi teâlâ aleyh”: Kısaca
(M) harfi ile gösterilir. (Câmi’us-sahîh) ismindeki kitâbını üçyüzbin hadîs-i serîfden
seçmisdir. [206] da tevellüd, [261] de vefât etdi.
3 — Imâm-ı Mâlik bin Enes: (Mâ) harfi ile gösterilir. (Muvattâ) ismindeki kitâbı,
ilk yazılan hadîs kitâbıdır. [90] da, Medîne-i münevverede tevellüd, [179] da,
– 423 –
orada vefât etdi. (Mevdû’ât-ül’ulûm)da diyor ki, ba’zı âlimler, (Kütüb-i sitte)yi sayarken,
(Muvattâ) yerine, Ibni Mâcenin (Sünen) kitâbını söylemislerdir.
4 — Imâm-ı Tirmizî “rahmetullahi teâlâ aleyh”: Imâm-ı Muhammed bin Îsâdır.
(T) harfi ile gösterilir. (Câmi’us-sahîh) ismindeki hadîs kitâbı çok kıymetlidir. [209]
da tevellüd, [279] da vefât etmisdir.
5 — Ebû Dâvüd Süleymân bin Es’as Sicstânî: (D) harfi ile gösterilir. (Sünen) ismindeki
kitâbında, dörtbinsekizyüz hadîs-i serîf vardır. Bunları, besyüzbin hadîs
arasından seçmisdir. [202] de tevellüd, [275] de Basrada vefât etmisdir.
6 — Imâm-ı Nesâî: Adı, Ebû Abdürrahmân Ahmed bin Alîdir. (S) harfi ile gösterilir.
(Sünen-i kebîr) ve (Sünen-i sagîr) adında iki hadîs kitâbı çok kıymetlidir.
(Sünen-i sagîr), kütüb-i sittedendir. [215] de tevellüd, [303] de vefât etmisdir.
(Mevdû’ât-ül’ulûm) kitâbında diyor ki, [(Sünen) kelimesi, yalnız olarak söylenince,
dört âlimin kitâblarından biri anlasılır. Bunlar, Ebû Dâvüd (D), Tirmizî (T),
Nesâî (S) ve Ibni Mâcedir. Ibni Mâce, kısa olarak (MC) harfleri ile gösterilmekdedir
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Bunlardan baskasının (Sünen) kitâbı
söylenirken, yazarının da adı birlikde söylenir. Meselâ, (Sünen-i Dâre Kutnî)
(KTın) ve (Sünen-i kebîr-i Beyhekî) (Hek) denir].
Meshûr ve çok kıymetli hadîs kitâblarından, imâm-ı Ahmed bin Hanbelin
(Müsned)i (HD) ve Ebû Ya’lâ (Müsned)i (Ya’lâ) ve Abdüllah Dârimînin (Müsned)
i (DR) ve Ahmed Bezzârın (Müsned)i (Z) ile gösterilir. Bu kitâblara (Mesânîd)
denir.
Yimek, içmek, lezzetler, razzâk sıfatındandır,
râhat bir nefes almak, rahmet-i Hudâdandır.
Gelen her iyilik de, onun ikrâmındandır.
en büyük ni’met olan, (Îmân) da, hep ondandır,
bu dünyâda bilseydim, ben neyim, hem neyim var.
Nasîb yok ise gelmez, rızkım gökden ve yerden,
ne otdan ve ne etden, hâsılı hiçbir elden.
Gelir takdîr edilen, hâtırımda yok iken,
fazla ve noksan gelmez, rızıklar mukadderden,
bu dünyâda bilseydim, ben neyim, hem neyim var.
Kara geceyi gündüz, günü aksam edemem,
kar ile suyu ates, gümüsü wolfram edemem.
Yer küreyi durdurup ve perîsân edemem,
kısın kar bulutunu, ebr-i nîsân edemem,
bu dünyâda bilseydim, ben neyim, hem neyim var.
Ademde iken beni, seçdi Rabbim bir demde,
gıdâmı etdi hâzır, hemen rahm-i mâderde.
Meleklere emr edip, hizmete kıldı bende,
dünyâya çıkararak, kendine etdi perde,
bu dünyâda bilseydim, ben neyim, hem neyim var.
– 424 –
7 — ÜÇÜNCÜ CILD, 54. cü MEKTÛB
Bu mektûb, Hân-ı cihâna “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazılmısdır. Saglam olan
dîne yapısmagı ve dünyâ islerini yaparken, islâmiyyete uymaga dikkat etmenin, din
ile dünyâyı birlikde kazanmak oldugunu bildirmekdedir:
Hak sübhânehü ve teâlâ râzı oldugu seyleri yapmaga kavusdursun! Selâmetde
olmanızı, kıymetli ve muhterem olmanızı nasîb eylesin! Yüksek Peygamberi ve
Onun âli hurmetine, bu düâmı kabûl buyursun “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”!
Fârisî beyt tercemesi:
Kazanc ve se’âdet topu ortada duruyor,
Meydânda kimse yok, süvârîler görünmüyor?
Dünyânın tatlı seyleri ve geçici ni’metleri ancak, bu parlak dîne uymakda yardımcı
oldukları zemân, fâideli ve halâl olurlar. Dünyâ kazancı, âhıret kazancı ile
birlikde oldugu zemân ise yarar. Âhıreti kazanmaga yardımcı olmıyan dünyâ
ni’metleri, sekerle kaplanmıs zehr gibidirler. Bunlarla, ahmak olanlar aldatılmakdadır.
Allahü teâlânın bildirdigi tiryâk ile bu zehrlere ilâc yapmıyanlara yazıklar
olsun! Bu sekerli, tatlı zehrleri, islâmiyyetin emrlerini ve yasaklarını yapmak
güçlügüne katlanarak tedâvî etmiyenlere çok acınır. Kısaca, islâmiyyete uymak için
biraz çalısan, biraz harekete geçen kimse, sonsuz olan kazançlara kavusur. Islâmiyyetin
emrlerine ve yasaklarına uymak çok kolaydır. Fekat az bir gaflet ile ve gevseklik
ile de bu sonsuz ni’metler elden çıkar. Uzagı gören, dogru düsünebilen akl
sâhibinin, bu parlak dîne uyması lâzımdır. Ceviz ile kozalak ile oyuna dalarak fâideli
seyleri elden kaçıran çocuk gibi olmamalıdır. Dünyâ isinizi yaparken, islâmiyyete
uymaga dikkat ederseniz, Peygamberlerin “aleyhimüssalevât vetteslîmât” yolunda
bulunmus olur, bu saglam dîni nûrlandırmıs ve yasatmıs olursunuz! Bizim
gibi elinden is gelmiyenler, senelerce hâlis ibâdetler yapsak, din ile dünyâyı birlikde
kazanan sizin gibi kahramanların derecesine yaklasamayız. Yâ Rabbî! Sevdigin
ve begendigin isleri yapmagı bize nasîb eyle! Sunu da bildireyim ki, bu düâcınızın
kâgıd parçasını size yükselten kıymetli hâce Muhammed Sa’îd ve hâce Muhammed
Esref, sevdiklerimizden ve yakınlarımızdandır. Onlara yapacagınız ihsânlar,
bu fakîri çok sevindirecekdir. Allahü teâlâ, kıymetli isler yapmanızı nasîb etsin
ve sânınızı yüksek eylesin!
8 — ÜÇÜNCÜ CILD, 59. cu MEKTÛB
Bu mektûb, Serefüddîn Hüseyn için yazılmısdır. Insanın hergün basına gelen seylerin
hepsinin, Allahü teâlânın irâdesi ile geldigi ve bunun için hepsinden lezzet
duyulması lâzım oldugu bildirilmekdedir:
Hak teâlâ, Muhammed aleyhisselâmın dîni yolunda ilerlemenizi ve sizi her
bakımdan kendisine baglamasını nasîb eylesin! Kıymetli ve anlayıslı oglum! Hergün
insanın karsılasdıgı hersey, Allahü teâlânın dilemesi ve yaratması ile var olmakdadır.
Bunun için, irâdelerimizi Onun irâdesine uydurmalıyız! Karsılasdıgımız
herseyi, aradıgımız seyler olarak görmeliyiz ve bunlara kavusdugumuz için sevinmeliyiz!
Kulluk böyle olur. Kul isek, böyle olmalıyız! Böyle olmamak, kullugu kabûl
etmemek ve sâhibine karsı gelmek olur. Allahü teâlâ, (Hadîs-i kudsî)de buyuruyor
ki, (Kazâ ve kaderime râzı olmıyan, begenmiyen ve gönderdigim belâlara sabr
etmiyen, benden baska Rab arasın. Yeryüzünde kulum olarak bulunmasın!). Evet
fakîrler, kimsesizler ve himâyeniz altında yasamıs olan çok kimseler, kendilerini
gözetdiginiz ve korudugunuz için, râhat ediyorlardı. Üzüntü nedir bilmiyorlardı.
Onların hakîkî sâhibi, kendilerini yine korur. Siz her zemân iyiliklerinizle anılacaksınız.
Allahü teâlâ, iyiliklerinizin karsılıgını, dünyâda da, âhıretde de, bol bol
ihsân eylesin! Selâm ederim.
– 425 –
9 — ÜÇÜNCÜ CILD, 7. ci MEKTÛB
Bu mektûb, seyyid mîr Muhibbullah Mankpûrîye yazılmısdır. Insanlardan gelen
sıkıntılara dayanmak lâzım oldugu bildirilmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun sevgili Peygamberine salât olsun. Size ve
bütün müslimânlara düâ ederim. Kardesim seyyid mîr Muhibbullahın serefli mektûbu
geldi. Bizi çok sevindirdi. Insanların üzmelerine dayanmak lâzımdır. Akrabânın
incitmelerine sabr etmekden baska yapılacak sey yokdur. Allahü teâlâ,
sevgili Peygamberine “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” emr olarak, Ahkâf sûresinde,
(Peygamberlerden Ulül’azm olanların sabr etdikleri gibi Sen de sabr et!
Onlara azâb verilmesi için düâ etmekde acele eyleme!) meâlindeki âyet-i kerîmeyi
gönderdi. Orada bulunanlara en fâideli sey, yanlarında bulunanların, kendilerine
eziyyet etmeleri, sıkıntı vermeleridir. Siz bu ni’meti istemiyor, bundan kaçıyorsunuz.
Evet, hep tatlı yimege alısmıs olan, sifâ verici acı ilâcdan kaçar. Buna ne
diyecegimi bilemiyorum. Fârisî beyt tercemesi:
Nazlı olsa da, aska yakalanan kimse,
naz çekmege de alısmalıdır elbette!
Ilâh-âbâd denilen yere göç etmek için izn istiyorsunuz. Yâhud bir yer gösteriniz
de, oraya gidip, halkın ifrât derecesindeki cefâsından kurtulayım diyorsunuz.
Buna (Ruhsat), izn verilebilir. Fekat, (Azîmet), dahâ iyi yol, orada kalıp, sıkıntılara
sabr ve tehammül etmekdir. Bildiginiz gibi, bu mevsimde hâlsiz oluyorum. Bunun
için kısa yazdım. Selâm ederim.
10 — IKINCI CILD, 29. cu MEKTÛB
Bu mektûb, fazîletli seyh Abdülhak-ı Dehlevîye “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazılmısdır.
Bu dünyâda en kıymetli sermâyenin üzüntü ve sıkıntı oldugu ve en tatlı
ni’metin derd ve elem oldugu bildirilmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdigi, sevdigi kullarına selâm olsun!
Kıymetli efendim. Sıkıntıların gelmeleri, görünüsde çok acı ise de, bunların ni’met
oldukları umulur. Bu dünyânın en kıymetli sermâyesi, üzüntüler ve sıkıntılardır.
Bu dünyâ sofrasının en tatlı yemegi, derd ve musîbetlerdir. Bu tatlı ni’metleri, acı
ilâclarla kaplamıslar, bununla imtihân yolunu açık tutmuslardır. Se’âdetli, akllı olanlar,
bunların içine yerlesdirilmis olan tatlıları görür. Üzerindeki acı örtüleri de tatlı
gibi çignerler. Acılardan tat alırlar. Nasıl tatlı olmasın ki, sevgiliden gelen hersey
tatlı olur. Hasta olanlar, onun tadını duyamaz. Kalbin hasta olması, Ondan baskasına
gönül vermesidir. Se’âdet sâhibleri, sevgiliden gelen sıkıntılardan o kadar
tat alırlar ki, iyiliklerinde o tadı duyamazlar. Her ikisi de sevgiliden geldigi hâlde,
sıkıntılardan, sevenin nefsi pay almaz. Iyiliklerini ise, nefs de istemekdedir.
Ni’mete kavusanlara âfiyet olsun!
Yâ Rabbî! Bizi, sıkıntıların sevâblarından mahrûm eyleme! Bunlardan sonra,
bizi fitnelere düsürme! Islâmın za’îf oldugu bu günlerde sizin kıymetli varlıgınız,
müslimânlar için büyük bir ni’metdir. Allahü teâlâ, selâmet versin ve uzun ömrler
ihsân eylesin! Vesselâm.
Ne bahtiyâr, o kisi kim,
okudugu Kur’ân ola!
Ezân, ikâmet duyunca,
gönlü dolu îmân ola!
– 426 –
11 — IKINCI CILD, 32. ci MEKTÛB
Bu mektûb, mirzâ Kılıcullaha yazılmısdır. Kalbini toparlıyamadıgını bildiren
mektûbuna cevâb vermekde, korkulu zemânda okunacak seyleri bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd ve Onun sevgili Peygamberine salât eder, size de düâlar
ederim. Azâ, ya’nî bassaglıgı için yazmıs oldugunuz kıymetli mektûb geldi. (Innâ
lillah ve innâ ileyhi râci’ûn!) Ya’nî, hepimiz Allahın emrinde ve dilegi altındayız
ve hepimiz Onun huzûruna çıkacagız! Bizler, Onun yardımı ile, Onun kazâsına râzı
olduk. Siz de râzı olunuz! Düâ ve Fâtiha okuyarak yardım ediniz! Sizin, o sıkıntıdan
kurtulmanız haberi, bizleri çok sevindirdi. Iki acıdan birisi, üzerimizden sıyrılmıs
oldu. Bunun için, Allahü teâlâya hamd ve sükr olsun! Kalbinizi dünyâ düsüncelerinden
kurtaramadıgınızı yazıyorsunuz. Evet, zâhir islerin bozuk ve dagınık
olması, kalbin de dagılmasına yol açar. Kalbinizde üzüntü ve kuruntu olunca,
gidermek için tevbe ve istigfâr okuyunuz! Korkulu zemânlarda, (Kelime-i temcîd),
ya’nî (Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil’aliyyil’azîm) okuyunuz! [Cin çarpmasına
karsı bunu okumak, (174). cü mektûbda yazılıdır. Muhammed Ma’sûm “rahmetullahi
aleyh” ikinci cild otuz üçüncü mektûbunda diyor ki, (Derdlerden kurtulmak
ve murâda kavusmak için besyüz kerre Lâ havle velâ kuvvete illâ billah ile evvelinde
ve âhırında yüzer def’a salevât-ı serîfe okuyup düâ etmelidir)]. (Mu’avvizeteyn)
[ya’nî iki (Kul-e’ûzü)yü] çok okumak da fâidelidir. Biz, iyi ve râhatız. Allahü
teâlâya her zemân hamd ve sükr olsun! (El-hamdü-lillâhi dâimen ve alâ külli
hâl ve E’ûzü billâhi min hâl-i ehlinnâr). Za’îf oldugum için çok yazamadım. Allahü
teâlâ, bizi ve sizi, Muhammed Mustafânın dîninden ayırmasın “alâ sâhibihessalâtü
vesselâmü vettehıyye”! Vesselâm. [(Tefsîr-i Mazherî)de, Enbiyâ sûresinin
seksenyedinci âyetinin tefsîrinde, hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Birinize derd
ve belâ gelince, Yûnüs Peygamberin düâsını okusun! Allahü teâlâ Onu muhakkak
kurtarır. Düâ sudur: Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn).
(Tergîb-üs-salât), ellidördüncü faslındaki hadîs-i serîfde, (Sabâh, kalkınca, üç
kerre Bismillâhillezî lâ-yedurru ma’ asmihî sey’ün fil-erdı velâ fissemâi ve hüvessemî’ul’alîm
okuyana aksama kadar, hiç derd, belâ gelmez) buyuruldu.]
12 — IKINCI CILD, 75. ci MEKTÛB
Bu mektûb, mirzâ Muzaffer hâna yazılmısdır. Dostlara verilen sıkıntıların ve belâların,
günâhlara keffâret oldugu ve yalvararak afv ve âfiyet istemek lâzım oldugu
bildirilmekdedir:
Allahü teâlâ, size lâyık olmıyan seylerden selâmet versin! Dostlara dünyâ sıkıntılarının
ve belâların gelmesi, bunların günâhlarının afv olması için keffâretdirler.
Yalvararak, aglıyarak ve sıgınarak, kırık kalb ile Allahü teâlâdan afv ve âfiyet dilemelidir.
Düânın kabûl olundugu anlasılıncaya ve fitneler kalmayıncaya kadar, böyle
düâ etmelidir. Dostlarınız ve iyiliginizi istiyen sevenleriniz de, sizin için düâ etmekde
iseler de, derdlinin kendisinin yalvarması dahâ yerinde olur. Ilâc almak ve
perhiz yapmak, hastaya lâzımdır. Baskalarının yapacagı, olsa olsa, ona yardımcı
olmakdır. Sözün dogrusu sudur ki, sevgiliden gelen herseyi, gülerek, sevinerek karsılamak
lâzımdır. Ondan gelenlerin hepsi tatlı gelmelidir. Sevgilinin sert davranması,
asagılaması, ikrâm, ihsân ve yükseltmek gibi olmalıdır. Hattâ, kendi nefsinin
böyle isteklerinden dahâ tatlı olmalıdır. Seven böyle olmazsa, sevgisi tâm olmaz.
Hattâ, seviyorum demesi, yalancılık olur. Dînin koruyucusu hazretiniz, hizmetden
geri gelince, seferdeki hâlleri ve birlikde bulunanların çekdikleri sıkıntıları
yazmıssınız. Selâmetiniz ve âfiyetiniz için fâtiha okundu. Yâ Rabbî! Unutduklarımız
ve yanıldıklarımız için bizleri sorguya çekme! Geçmis ümmetlere yapdıgın
gibi, güç isleri bizlere yükleme. Yapamıyacagımız seyleri emr etme. Bizi afv ve magfiret
eyle! Bize acı! Bizim sâhibimiz sensin! Düsmanlarımıza gâlib gelmemiz için
– 427 –
bize yardım et! Sübhâne Rabbike Rabbil’-izzeti ammâ yasıfûn ve selâmün alelmürselîn
velhamdülillahi Rabbil’âlemîn. Vesselâm.
13 — ÜÇÜNCÜ CILD, 27. ci MEKTÛB
Bu mektûb, molla Alî Kesmîye yazılmısdır. Kul, kendi dileklerini bırakıp, sâhibinin
arzûlarına uymalıdır. Ayrıca, insanın kendinde bulunan ve dısardan gelen
hastalıklarını bildirmekdedir:
Kulun dilegi ve istegi sâdece sâhibi ve sâhibinin dilegi olmalıdır. Baska, hiçbir
dilegi bulunmamalıdır. Böyle olmazsa, kulluk bagını koparmıs, kölelikden kaçmıs
olur. Hep, kendi isteklerinin arkasında giden bir kul, kendi keyfine, arzûsuna esîr
demekdir. Kendi nefsinin kölesidir. Hep, mel’ûn seytânın emrlerini yapmakdadır.
Allahü teâlâya kul olmak ni’metine kavusmak, ancak (Vilâyet-i hâssa) hâsıl
olunca ele geçer. Böyle velî olmak da, tam (Fenâ) ve olgun (Bekâ)dan sonra nasîb
olur.
Süâl: Böyle olan Evliyânın da dilekleri, istekleri oluyor. Çesidli seyler istiyorlar.
Peygamberlerin önderi ve Evliyânın sultânı da “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü
vetteslîmâtü etemmühâ ve ekmelühâ”, serin ve tatlı serbetleri severdi. Ümmetinin
iyi olması için çalısıp didindigini, Kur’ân-ı kerîm bildiriyor. Böyle isteklerin,
bu büyüklerde bulunması nedendir?
Cevâb: Birçok istekler, tabî’at kanûnlarından ileri gelir. Insan hayâtda oldukca,
bu isteklerden kurtulamaz. Sıcak olunca, beden serinlemek ister. Sogukda
da, ısınmak duygusu hâsıl olur. Bedenin, yasayabilmek için lâzım olan ihtiyâcları
istemesi, kulluga ters düsmez. Bu istekler, nefsin istekleri degildir. Nefsle ilgileri
yokdur. Tabî’at kanûnlarından hâsıl olan istekleri, yasak edilmemisdir. Bunları
istemek, nefse uymak olmaz. Bu istekleri yapmak mubâhdır. Çünki nefs, yâ mubâhların
fazlasını ister. Mubâhların fazlasına (Fudûl) denir. Yâhud, sübheli ve harâm
seyleri ister. Yasamak için (Zarûrî) lâzım olan seylerin de nefsle ilgileri yokdur.
Görülüyor ki, nefse uymak, kötü is demek, fudûlî isleri istemek, yapmak demekdir.
Çünki, mubâhların fazlası, harâmlara yakındır. Seytânın aldatması ile biraz
dahâ asırı gidilirse, harâma düsülür. Bunun için mubâhları, zarûret oldugu kadar
yapmak lâzımdır. Böyle yapınca, ayak kayarsa, fudûle düsülür. Eger, fudûl islerken
ayak kayıp, dısarı tasılırsa, harâma düsülür.
Bir çok istekler, insanda bulunmaz. Insana dısardan gelirler. Bunlardan fâideli
olanlarını, Allahü teâlâ, merhamet ederek insana gönderir. [Uzun bir hadîs-i serîfde]
(Her mü’minin kalbinde, Allahü teâlânın bir vâ’ızı vardır) buyuruldu. Zararlı
olanlarını, seytân gönderir. Seytân, insanlara hep kötülük ve düsmanlık yapmalarını
vesvese eder. Nisâ sûresinin yüzyirminci âyetinde meâlen, (Seytân insana
çok seyi sözverir ve birçok seyi hâtırlatır. Seytânın sözverdigi seylerin hepsi yalandır)
buyurulmusdur. Bu fakîr (Guvalyar) kal’asında habs iken, birgün, sabâh
nemâzını kıldıkdan sonra, bu yolun âdeti oldugu üzere, sessizce oturmusdum.
Fâidesiz birçok düsünceler beni kapladı. O kadar oldu ki, pek sıkıldım. Kalbimi
bir dürlü toparlıyamadım. Az bir zemân sonra, Allahü teâlânın yardımı ile kendimi
toparladım. O düsüncelerin, bulutların açılması gibi, dagılıp gitdiklerini gördüm.
Bunları gönlüme getiren de, onlarla birlikde uzaklasdı. Kalbimi bos ve temiz bırakdı.
Bu düsünce ve isteklerin dısardan gelmis oldukları, içerden hâsıl olmadıkları
anlasıldı. Içerden hâsıl olsalardı, kulluga uygun olmazdı. Sözün kısası, nefs-i
emmâreden hâsıl olan kötülükler, insanın kendi hastalıgıdır. Öldürücü zehrdir ve
kullukla bagdasmaz. Dısardan gelen kötü istekler, seytândan gelmis olmakla berâber,
geçici hastalıklardan olur. Ufak bir ilâc ile, kolayca giderilebilir. Nisâ sûresinin
yetmisaltıncı âyetinde meâlen, (Seytânın aldatması, elbette za’îfdir) buyuruldu.
En büyük düsmanımız, nefsimizdir. Can düsmanımız, her zemân yanımızda bu-
– 428 –
lunan bu azılı arkadasımızdır. Dısardaki düsmanımız, bu iç düsmanın yardımı ile
bize saldırıyor. Onun yardımı ile bizi yaralıyor. Varlıklar içinde en câhil olanı, insanın
nefsidir. Çünki, nefs-i emmâre kendine düsmanlık yapmakdadır. Hep, kendini
yok edici seyleri istemekdedir. Her istegi, Allahü teâlânın yasak etdigi seylerdir.
Her isi, sâhibi olan ve bütün iyiliklerin sâhibi bulunan Allahü teâlâya karsı gelmekdir.
Hep, kendi can düsmanı olan seytâna uymakdadır.
Insanın, kendinden olan hastalıgı ile, dısardan gelip geçici olan hastalıgı ayırd
etmesi pek güçdür. Içden olan kötülükle, dısardan gelen kötülügü ayırmak çok zordur.
Câhil olan, kendi hastalıgını, dısardan gelmis, geçici hastalık sanıp, kendini
begenir, olgun sanır. Böylece, felâkete sürüklenebilir. Bunu düsünerek korkdugum
için, bu ince bilgiyi yazamamısdım. Bunu açıklamagı iyi bulmamısdım. Onyedi
seneden beri yazmadım. Içerden olan kötülükle, dısardan gelen kötülügü birbiri
ile karısdırıyordum. Simdi, Allahü teâlâ, hak ile bâtılı birbirinden ayırdı. Bunun
için ve böyle sayısız ni’metleri için Rabbime hamd ve sükrler olsun! Böyle gizli
bilgileri açıklamanın bir sebebi de, kısa görüslülerin, olgun kimselerde dısardan
gelen arzûlar bulundugunu görerek, o büyükleri asagı sanmamaları içindir. Böyle
sananlar, o büyüklerin bereketlerinden istifâde edemezler. Kâfirlerin, Peygamberlere
uymak serefinden mahrûm kalmaları, bu büyüklerde “aleyhimüssalevâtü
vetteslîmât” böyle sıfatların bulunması oldu. Tegâbûn sûresindeki bir âyetde
meâlen, (Insanlar mı bize dogru yol gösterecekler dediler. Böylece kâfir oldular)
buyuruldu. Büyüklerimiz, (Ârifin kendi istekleri yok oldukdan sonra, Allahü
teâlâ, bunlara kendinden irâde ve ihtiyâr ihsân eder) buyurmuslardır. Bu sözlerini,
insâallahü teâlâ, baska yerde açıklıyacagım. Allahü teâlâ, dogru yolda olanlara
selâmet versin! Âmîn.
14 — IKINCI CILD, 53. cü MEKTÛB
Bu mektûb, bir seyhe [Seyh Abdüssamed Sultânpûrîye] yazılmısdır. Kibr ve ucbun
hastalık oldugu bildirilmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdigi kullarına selâm olsun! Soruyorsunuz
ki, riyâzet yapınca, ibâdet yapınca, nefsim kabarıyor. Benim gibi sâlih, iyi
kimse yokdur sanıyor. Islâmiyyete ters düsen birsey yapınca da kendimi muhtâc,
âciz sanıyorum. Bunun ilâcı nedir diyorsunuz. Allahü teâlânın lutfüne, ihsânına kavusmus
olan kardesim! Ikinci olarak bildirdiginiz ihtiyâc ve âciz olmak, pismânlıkdan
ileri gelir ki, çok büyük ni’metdir. Allah korusun, eger günâh isledikden sonra,
pismân olunmazsa ve hele günâh islemek tatlı gelirse, günâha ısrâr etmek, dadanmak
olur. Pismânlık, tevbenin bir parçasıdır. Küçük günâha ısrar etmek ise, büyük
günâh olur. Büyük günâha ısrâr etmek, insanı küfre götürür. Sizin bu ikinci hâliniz,
büyük ni’metdir. Buna sükr ediniz ki, pismânlıgınız çogalsın ve islâmiyyete
uymıyan islerden sizi korusun. Ibrâhîm sûresi yedinci âyetinde meâlen, (Sükr
ederseniz, ni’metimi artdırırım!) buyuruldu. Nefsinizin birinci hâli, ucb, ya’nî ibâdet
yapdıgı için kendini begenmek [Egoizm]dir. Ucb, korkunç bir zehrdir. Öldürücü
bir hastalık olup, ibâdetleri ve iyilikleri yok eder. Atesin odunu yakması gibidir.
Bunun ilâcı, iyi islerini kusûrlu görmeli, bunlardaki gizli çirkinlikleri düsünmeli, böylece,
kendinin ve ibâdetlerinin kusûrlu, bozuk oldugunu anlamalıdır. Hattâ, onları
begenilmiyecek, kovulacak bir hâlde bulmalıdır. Bir hadîs-i serîfde, (Kur’ân-ı kerîm
okuyan çok kimse vardır ki, Kur’ân-ı kerîm bunlara la’net eder) buyuruldu. Baska
bir hadîs-i serîfde, (Oruc tutan çok kimse vardır ki, onların orucu, yalnız açlık
ve susuzluk çekmek olur) buyuruldu. Insan, ibâdetinin, iyiliginin çirkin tarafı olmadıgını
sanmamalıdır. Biraz incelenirse, Allahü teâlânın yardımıyla hepsini çirkin
bulur. Güzelligin kokusunu bile duymaz. Böyle kimsede ucb hâsıl olabilir
mi? Nefs kendini begenebilir mi? Bir kimse, amellerini, ibâdetlerini kusûrlu görünce,
bunların kıymeti artar. Kabûl edilmege lâyık olurlar. Iyiliklerinizi böyle gör-
– 429 –
mege ve ucb [Egoizm] hâsıl olmamasına çalısınız. Yoksa sonu çok kötü olur. Bu
felâketden yalnız Allahü teâlânın diledikleri kurtulabilir. Ibâdetlerini, iyiliklerini
kusûrlu, bozuk görmege kavusan bir kimse, öyle bir hâle gelir ki, sag omuzundaki,
iyilikleri yazan melegin hiçbirsey yazmadıgını sanır. Çünki, yazacagı bir iyilik
yapdıgını görememekdedir. Sol omuzundaki, kötülükleri yazan melegin durmadan
yazdıgını sanır. Çünki, yapdıklarının hepsinin çirkin ve kötü olduklarını görmekdedir.
Bu hâle kavusan ârife, herkesin anlıyamıyacagı ve anlatamıyacagı iyilikler
ihsân olunur. Dogru yolda olanlara selâm olsun!
[Islâmiyyeti anlamamıs olan ba’zı kimseler, müslimânlara, egoist, ya’nî hodbin,
kendini düsünen diyor. Nemâz kılanlara, (Kendini Cehennemden kurtarmak için
nemâz kılacagına, kalk insanlara hizmet et!) diyor. Islâm dîninin, egoist dîni olmadıgını,
egoist olmıyanların kıymetli oldugunu, yukarıda çok güzel bildirdik. Nemâz
kılmaga gelince, müslimânlar, câhillerin zan etdigi gibi, Cehennemden kurtulmak,
râhata kavusmak için ibâdet etmez. Allahü teâlânın emri oldugu için, vazîfe oldugu
için ibâdet yapar. (Vazîfe, âmir tarafından emr edilen seyi yapmak, men’ edileni
yapmamakdır). Âmirlerin emrleri birbirine benzemiyorsa, dahâ üstün olan âmirin
emri yapılır. Askerlikde bile, birinci vazîfe, büyük âmirin emrini yapmakdır.
Kâfirler, gençleri aldatmak için, vazîfe mukaddesdir. Önce vazîfe, sonra nemâz,
diyor. Evet, vazîfe onların zan etdiklerinden de dahâ çok mukaddesdir. Fekat, birinci
vazîfe, en büyük âmirin emrini yapmakdır. En büyük âmir, Allahü teâlâdır.
O hâlde birinci vazîfe, nemâzdır. Hiçbir âmir, hiçbir kumandan, hiçbir makâm, bu
birinci vazîfeyi degisdirmemelidir. Istirâhat zemânlarında, yatakhânede, buna da
imkân yoksa, abdesthânede nemâzı yine kılmalıdır. Fekat, en iyisi, bu derece kara,
katı kalbli din düsmanlarının yanında çalısmayıp, uzaklasmalıdır. Bu müslimâna,
cenâb-ı Hak elbette baska yoldan, dahâ çok rızk verir. Imâm-ı Gazâlî “rahmetullahi
aleyh” (Kimyâ-i se’âdet) kitâbında buyuruyor ki, (Nemâza mâni’ olan, güçlük
çıkaran vazîfede bereket olmaz. Nemâza elverisli olan vazîfelerde bereket vardır).
Yetmisdokuzuncu sahîfede diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
buyurdu ki, (Müslimân demek, müslimânlara eli ile, dili ile zarâr vermiyen
kimse demekdir). Her müslimânın böyle olması lâzımdır. Bir hadîs-i serîfde,
(Îmânı kâmil olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır!) buyuruldu. Görülüyor ki, îmân bile,
ahlâk ile, insanlara fâideli olmakla ölçülmekdedir. (Islâm ahlâkı) kitâbımızda,
müslimânların güzel ahlâkı uzun yazılıdır. Nemâz kılarken, bütün mü’minlere
selâm verilmekde, düâ edilmekdedir. Nemâz kılmıyan ise, mü’minlerin bu hakkını
çignemekdedir. O hâlde, nemâz kılmak, hodgâmlık degil, hayrhâhlıkdır. Nemâz
kılmamak ise, zulmdür.]
Bu âdem dedikleri, el ayakla, bas degil,âdem rûha denilir, surat ile kas degil.
Beden et ve deridir, rûh bunun serveridir.Hakkın kudret sırrıdır, rûhsuz kalıp hos degil.
Âdem gerek, su gibi, temizlenip arına,harâmlardan kaçınır, nefsi de serkes degil.
Âdemdedir emânet, ondadır ilmü hikmet.Hakkın katında âdem, dâneyi hashas degil.
Âdem olan iyi bil, çalısır hep ay ve yıl,rûh gıdâsı ilmdir, ekmek ve kumas degil.
Kendi özün anlıyan, rûh gözün aydınlıyan,Hak sözün pek kavrayan, er olur, ayyas degil.
Beden hayvanda da var, hissi, onda pek artar.Kurt gözü, keskinse de, naks görür, nakkas degil.
– 430 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...