61 — RESÛLULLAHIN (Sallallahü aleyhi ve sellem)
TA’ZIYE MEKTÛBU
Bu mektûb, Allahü teâlânın Peygamberi, Muhammed “aleyhisselâm” tarafından,
Mu’âz bin Cebele “radıyallahü teâlâ anh” yazdırılmısdır:
Allahü teâlâ sana selâmet versin!
Ona hamd ederim. Herkese iyilik ve zarar, yalnız Ondan gelir. O dilemedikce,
kimse kimseye iyilik ve kötülük yapamaz.
Allahü teâlâ, sana çok sevâb versin. Sabr etmeni nasîb eylesin! Onun ni’metlerine
sükr etmenizi ihsân eylesin!
Muhakkak bilmeliyiz ki, kendi varlıgımız, mallarımız, servetimiz, kadınlarımız
ve çocuklarımız, Allahü teâlânın, sayısız ni’metlerinden, tatlı ve fâideli ihsânlarındandır.
Bu ni’metleri, bizde sonsuz kalmak için degil, emânet olarak kullanmak,
sonra geri almak için vermisdir. Bunlardan, belli bir zemânda fâideleniriz. Vakti
gelince, hepsini geri alacakdır.
Allahü teâlâ, ni’metlerini bize vererek sevindirdigi zemân, sükr etmemizi, vakti
gelip geri alarak üzüldügümüz zemân da, sabr etmemizi emr eyledi. Senin bu oglun,
Allahü teâlânın tatlı, fâideli ni’metlerinden idi. Geri almak için sana emânet
bırakmıs idi. Seni, oglun ile fâidelendirdi. Herkesi imrendirecek seklde sevindirdi,
nes’elendirdi. Simdi, geri alırken de, sana çok sevâb, iyilik verecek, acıyarak,
dogru yolda ilerlemeni, yükselmeni ihsân edecekdir. Bu merhamete, ihsâna kavusabilmek
için sabr etmeli. Onun yapdıgını hos görmelisin! Kızar, bagırır, çagırırsan,
sevâba, merhamete kavusamazsın ve sonunda pismân olursun. Iyi bil ki, aglamak,
sızlamak, derdi belâyı geri çevirmez. Üzüntüyü dagıtmaz! Kaderde olanlar
basa gelecekdir. Sabr etmek, olmus bitmis seye kızmamak lâzımdır.
Allahü teâlâ, hepinize selâmet versin! Âmîn.
Kabristândan geçer idim,
dedim burda, kimler yatır.
Etrâfına sanlar saçan,
kimbilir ne erler yatır.
Kimi yigit, kimi koca,
kimi vekîl, kimi pasa.
Kimi doçent, kimi hoca,
zengin nice begler yatır.
Sırma gibiydi saçları,
hergün yıkanır basları.
Renkli, parlak kumasları,
devsiren gelinler yatır.
Liseyi, tıbbiyeyi hep,
okumus, yıllar ugrasmıs.
Çok hastaya, sifâ veren,
professör hekimler yatır.
Allah, Resûlullah için,
îmânı korumak için.
Kahbe düsmana saldıran,
arslan Mehmedcikler yatır.
– 1017 –
62 — BIRINCI CILD, 104. cü MEKTÛB
Bu mektûb, Perkene sehri kâdîlarına yazılmıs olup, bas saglıgı dilemekdedir:
Merhûm hazretin ölümünün acısı, her ne kadar pek siddetli ve çok çetin ise de,
kul için, sâhibinin isinden râzı olmakdan baska çâre yokdur. Insan, bu dünyâda kalmak
için yaratılmadı. Dünyâda is yapmak, çalısmak için yaratıldık. Çalısmalıyız!
Çalısıp da, kazanıp da ölen bir kimse için korkacak birsey yokdur. Hattâ, böyle ölmek,
bir devlet ele geçirmekdir. Ölüm bir köprü gibidir. Sevgiliyi sevgiliye kavusdurur.
Ölmek, felâket degildir. Öldükden sonra basına gelecekleri bilmemek felâketdir.
Ölülere, düâ ile, istigfâr etmekle, onun için sadaka vermekle yardım etmek,
imdâdlarına yetismek lâzımdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu
ki: (Ölünün mezârdaki hâli, imdâd diye bagıran, denize düsmüs kimseye benzer.
Bogulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini bekledigi gibi, meyyit
de, babasından, anasından, kardesinden, arkadasından gelecek bir düâyı gözler.
Kendisine bir düâ gelince, dünyânın hepsi kendine verilmis gibi sevinmekden
dahâ çok sevinir. Allahü teâlâ, yasıyanların düâları sebebi ile, ölülere daglar gibi
çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyyesi, onlar için düâ ve istigfâr etmekdir.)
[(Düâ), istemek demekdir. Aç bir adamın, istihâlı oldugu bir zemânda yiyecek
istemesi gibidir. Îmân ile ölenlere hatm-i tehlîl yapmak, ya’nî yetmisbin Kelime-i
tevhîd okuyup, sevâbını rûhuna hediyye etmek çok fâidelidir. Fekat, bu zemânda
îmân ile giden pekazdır. (Makâmât-i Mazheriyye)de diyor ki: (Hadîs-i serîfde, (Bir
kimse, kendisi için veyâ baskası için yetmisbin aded Kelime-i tevhîd okursa, günâhları
afv olur) buyuruldu. Mazher-i Cân-ı Cânân “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”
hazretleri, fâhise bir kadının kabri yanına oturmusdu. Kabre teveccüh eyledi.
[Ya’nî hâtırına baska hiçbirsey getirmeyip; yalnız onu düsündü.] Bu mezârda
Cehennem atesi var. Kadının îmânlı olmasında sübhe ediyorum. Rûhuna
(Hatm-i tehlîl) sevâbı bagıslıyacagım. Îmânı varsa, afv olur buyurdu. Hatm-i tehlîlin
sevâbını bagısladıkdan sonra, elhamdülillah îmânı varmıs, Kelime-i tayyibe
te’sîrini gösterip azâbdan kurtuldu buyurdu.) (Menâhic-ül-ibâd)da diyor ki: (Yetmisbin
Kelime-i tevhîdi bir kimse veyâ birkaç kimse okur). (Mekâtîb-i serîfe) yüzyirminci
mektûbunda, (Hatm-i tehlîlin dirilere de fâidesi çokdur) buyurmakdadır.
Süleymâniyye kütübhânesi Ibrâhîm efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” kısmında,
[520] sayılı fetvâ kitâbında diyor ki, (Düâ sessiz olur. Cum’a nemâzından sonra cemâ’at
ile düâ yapmak câhillikdir. Vâ’zdan sonra toplanarak vâ’ızın yüksek sesle
düâ yapması bid’atdir. Selefden böyle bir haber gelmemisdir. Böyle yapmak, yehûdîlerden
ve hıristiyanlardan sirâyet etmisdir)].
Göç zemânıdır dedi mevt, ammâ ki cân duymıyor,
asker-i a’zâya lerze düsdü, sultân duymıyor.
Düsdü ömür binâsından, hergün bir tası yere,
can yatır gâfil, binâsı oldu vîrân duymıyor.
Gönlüm kalmak, dostum almak istiyor bu bedenim,
bir devâsız derde düsdüm, âh ki Lokman görmiyor.
Bir ticâret yapamadım, ömr sermâyesi bitdi,
yola geldim, gemi kalkdı, beni kaptan görmiyor.
Azıgım yok, yazıgım çok, yolda dürlü korku var,
âh-u figân eyliyorum, dîv-ü seytân duymıyor.
Yol eri yolda gerekdir, çok sıkıntı çekse de,
ey Niyâzî uyan sen de, sanma cânân görmiyor!
– 1018 –
63 — MEYYIT IÇIN ISKÂT
(Nûr-ül-îzâh)da ve bunun (Tahtâvî) hâsiyesinde ve (Halebî) ile (Dürr-ül-muhtâr)
da, nemâzların kazâsı sonunda, (Mültekâ)da ve (Dürr-ül-müntekâ)da ve (Vikâye)
de, (Dürer)de ve (Cevhere)de ve Kâdî-zâdenin (Birgivî vasıyyetnâmesi)
serhinin sonunda ve baska kıymetli kitâblarda, meyyit için iskât ve devr yapmak,
hanefî mezhebinde lâzım oldugu yazılıdır. Meselâ, (Tahtâvî) hâsiyesinde diyor ki,
(Tutulmamıs orucların fidye vererek iskât edilmesi için nass vardır. Nemâz orucdan
dahâ mühim oldugundan, ser’î bir özr ile kılınamamıs ve kazâ etmek istedigi
hâlde, ölüm hastalıgına yakalanmıs bir kimsenin, kazâ edemedigi nemâzları için
de, orucda yapdıgı gibi iskât yapılması için, bütün âlimlerin sözbirligi vardır. Nemâzın
iskâtı olmaz diyen kimse câhildir. Çünki, mezheblerin sözbirligine karsı gelmekdedir.
Hadîs-i serîfde, (Bir kimse, baskası yerine oruc tutamaz ve nemâz kılamaz.
Fekat, onun orucu ve nemâzı için fakîri doyurur) buyuruldu). Ehl-i sünnet
âlimlerinin üstünlüklerini anlıyamayan ve mezheb imâmlarımızı da, kendileri gibi
hayâl ile konusuyor sanan ba’zı kimselerin, (Islâmiyyetde iskât ve devr yokdur.
Iskât, hıristiyanların günâh çıkartmasına benziyor) gibi seyler söylediklerini isitiyoruz.
Bu gibi sözleri, kendilerini tehlükeli duruma düsürmekdedir. Çünki, Peygamber
efendimiz, (Ümmetim dalâlet üzerinde birlesmez) ve (Mü’minlerin güzel
gördügü sey, Allah indinde de güzeldir) buyurdu. Bu hadîs-i serîfler, (Berîka)nın
94. cü sahîfesinde yazılıdır ve devr yapmanın elbette dogru oldugunu gösteriyor
demekdedir. Devr yapmaga inanmıyan, bu hadîs-i serîflere inanmamıs olur. Ibni
Âbidîn, vitr nemâzını anlatırken, (Dinde zarûrî olan, ya’nî câhillerin de bildikleri
icmâ’ bilgilerine inanmıyan kimse, kâfir olur) buyuruyor. (Icmâ), müctehidlerin
sözbirligi demekdir. Iskât, günâh çıkartmaga nasıl benzetilebilir? Papaslar, günâh
çıkartıyoruz diyerek, insanları soyuyorlar. Hâlbuki, islâmiyyetde din adamları
iskât yapamaz. Iskâtı yalnız ölünün vasîsi, vasıyyeti yoksa, vârisi yapabilir ve
para din adamlarına degil, fakîrlere verilir.
Bugün, hemen her yerde, iskât ve devr isleri islâmiyyete uygun yapılmamakdadır.
Islâmiyyetde iskât yokdur diyenler, böyle söylemeyip de, bugün yapılmakda
olan iskât ve devrler islâmiyyete uygun degildir deselerdi, çok iyi olurdu. Biz de
kendilerini desteklerdik. Böyle söylemeleri ile, hem korkunç bir tehlükeye düsmekden
kurtulurlardı, hem de islâmiyyete hizmet etmis olurlardı. Iskât ve devrlerin
nasıl yapılacagı Ibni Âbidîn, kazâ nemâzlarının sonunda genis yazılıdır.
Fâite nemâzları olan [ya’nî özr ile kaçırıp, kazâya kalmıs nemâzları bulunan] bir
kimse, bunları îmâ ile de kılmaga gücü yeter iken kılmamıs ise, ölecegi zemân, keffâretinin
iskât edilmesi için vasıyyet etmesi vâcibdir. Kazâya gücü yetmemis ise,
vasıyyet etmesi lâzım olmaz. Ramezân-ı serîfde oruc yiyen müsâfir ve hasta da, kazâ
edecek zemân bulmadan ölürse, vasıyyet etmeleri lâzım gelmez. Allahü teâlâ,
bunların özrlerini kabûl eder. Hastanın keffâretlerinin iskâtı, öldükden sonra velîsi
tarafından yapılır. Ölmeden önce yapılmaz. Diri insanın, kendi için iskât yapdırması
câiz degildir. Sâfi’î (Envâr) kitâbında, (Meyyitin kılmadıgı nemâzlar için
fidye vermek, sâfi’î mezhebinde vâcib degildir. Verilirse, iskât olmaz) diyor. Hanefî
âlimlerinden imâm-ı Birgivî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Cilâ-ül-kulûb) kitâbında
diyor ki, (Üzerinde Allahü teâlânın hakkı veyâ kul hakkı bulunan kimsenin,
iki sâhid yanında vasıyyet söylemesi veyâ yazmıs oldugunu bunlara okuması vâcibdir.
Üzerinde hak bulunmıyanın vasıyyet etmesi müstehabdır.)
Keffâret iskâti için vasıyyet eden meyyitin velîsi, ya’nî mîrâsını yerlerine sarf için
vasıyyet etdigi vasîsi, vasî yoksa vârisi olan kimse, mîrâsın üçde birinden, herbir
vakt nemâz için ve vitr nemâzı için ve kazâ edilmesi lâzım olan bir günlük oruc için,
birer fıtra mikdârı, ya’nî yarım sâ’ [besyüzyirmi dirhem veyâ binyediyüzelli gram]
bugdayı fakîrlere [veyâ fakîrlerin vekîllerine] fidye olarak sadaka verir.
– 1019 –
Vasıyyet etmedi ise, velînin keffâret iskâtı yapması, Hanefîde lâzım olmaz.
Sâfi’î mezhebindeki (Nef’ul-enâm fî-iskâtissalâti vessıyâm)da diyor ki, (Bâcûrî[1],
Ibni Kâsımın, Ebû Sücâ metni serhinin hâsiyesinde diyor ki, meyyitin kılmadıgı nemâzları
için fidye verilmez. Verilir kavli de vardır. Hanefîyi taklîd ederek, iskâtının
yapılması iyi olur. Sâfi’înin kavl-i kadîmine göre, velîsi meyyitin nemâz ve oruclarını
kazâ eder.) Kul hakkını, vasıyyet olmasa da, meyyitin bırakdıgı maldan velînin
ödemesi, her mezhebde lâzımdır. Hattâ alacaklılar, mîrâsı ele geçirince,
mahkemesiz alabilirler. Kazâya kalan orucların fidyesini, ya’nî mal ile ödenmesini
vasıyyet etdi ise, bunu yerine getirmek vâcibdir. Çünki, islâmiyyet emr etmekdedir.
Vasıyyet etmedi ise, vârisi kendi malı ile yapabilir. Nemâzı vasıyyet etdi ise,
nemâz fidyesini vermek vâcib degil, câiz olur. Bu son ikisi kabûl olmaz ise, hiç olmazsa
sadaka sevâbı hâsıl olup, günâhlarını temizlemege yardım eder. Imâm-ı Muhammed
böyle buyurmusdur. (Mecma’ul-enhür)de diyor ki, (Nefsine ve seytâna
uyarak nemâzlarını kılmamıs, ömrünün sonuna dogru buna pismân [olup kılmaga
ve kazâ etmege baslamıs] olanın, kazâ edemedigi nemâzlarının iskâtının yapılması
için vasıyyet etmesi câiz oldugu (Müstasfâ)da yazılıdır.)
(Cilâ-ül-kulûb)da diyor ki: (Kul hakları, ödenecek borçlar, emânet, gasb, sirkat,
ücret ve bey’ sebebi ile verecekler ve dögmek, yaralamak, haksız olarak kullanmak
gibi beden hakları ve sögmek, alay, gîbet, iftirâ gibi kalb haklarıdır.)
Vasıyyet eden meyyitin malının üçde biri iskât yapmaga kifâyet ediyorsa, velînin
bu mal ile fidye vermesi lâzımdır. Kifâyet etmiyorsa, sülüsden fazlasını vârisin
teberru’ etmesi câiz oldugu, (Feth-ul-kadîr)de yazılıdır. Bunun gibi, farz olan
haccının yapılması için vasıyyet etse, vârisi veyâ baska biri, hac parasını hediyye
verse, câiz olmaz. Ölmeden vasıyyet etmeyip, vârisi kendi parası ile iskât yapsa veyâ
hacca gitse, meyyitin borcu ödenmis olur. Vârisden baskasının parası ile bunlar
câiz olmaz diyenler varsa da, (Dürr-ül-muhtâr) ve (Merâkıl-felâh) ve (Cilâ-ülkulûb)
kitâblarının sâhibleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” olur dediler.
Keffâret iskâtı, yalnız hanefîde, bugday yerine un veyâ bir sâ’ arpa, hurma, üzüm
ile de hesâb edilerek, bunlar da verilebilir. [Çünki, bunlar bugdaydan dahâ kıymetli
oldukları için, fakîre dahâ fâidelidirler.] Hepsi yerine kıymetleri olan altın veyâ
gümüs de verilebilir. Diger üç mezhebin hanefîyi taklîd etmeleri câizdir. [Kâgıd
para ile iskât yapılmaz.] Secde-i tilâvet için fidye vermek lâzım degildir.
Fidye parası, mîrâsın üçde birini asarsa, vârisler izn vermedikce, velî üçde birden
fazlasını sarf edemez. (Kınye) kitâbında diyor ki, meyyitin borcu da olsa, alacaklısı,
vasıyyetin yapılmasına izn verse de, vasıyyetin yapılması câiz olmaz. Çünki,
islâmiyyet, önce borcun ödenmesini emr etmekdedir. Borcu ödemek, alacaklının
râzı olması ile sonraya bırakılamaz. Bütün nemâzların iskât edilmesi için vasıyyet
eden kimsenin kaç yasında öldügü bilinmiyorsa, bırakdıgı mîrâsın üçde biri,
nemâzlarının iskâtına yetismedigi zemân, bu vasıyyeti câiz olur. Mîrâsın üçde
biri, iskât için yetisir ve artarsa, bu vasıyyeti câiz olmaz, bâtıl olur. Çünki, malın
üçde biri, iskâta yetismedigi zemân, üçde biri ile iskât edilecek nemâzların sayısı
belli oldugundan, vasıyyeti bu nemâzları için sahîh olur. Geri kalan nemâzları için
olan vasıyyeti, lagv, ya’nî bos lâf olur. Üçde biri, çok oldugu zemân, ömrü ve dolayısı
ile nemâz sayısı belli olmadıgı için, vasıyyeti bâtıl olur. Kâdî-zâde, (Birgivî)
serhinde diyor ki:
Kerâhet ve fesâd bulunması ihtimâlinden dolayı, bütün nemâzlarının iskâtı
için vasıyyet eden meyyitin hiç malı yoksa veyâ üçde biri, vasıyyete yetismiyorsa
veyâ hiç vasıyyet etmemis olup, velî kendi malı ile iskât yapmak istiyorsa, (Devr)
yapar. Fekat velî devr yapmaga mecbûr degildir. Devr yapmak için, velî, bir aylık
veyâ bir senelik iskât için lâzım olan altın liralık veyâ besibiryerde veyâ bileyzik,
[1] Bâcûrî Ibrâhîm, Câmi’ul-ezherde müderris idi. 1276 [m. 1859] da vefât etdi.
– 1020 –
yüzük veyâ gümüs geçer para ödünc alır.Meyyit erkek ise, yasından oniki sene, kadın
ise dokuz sene düserek, kaç sene borcu oldugunu hesâblar. Bir kız 9 yasına, bir
oglan 12 yasına gelince (Âkıl ve bâlig) olur. Buna (Mükellef) de denir. [9 yasını bitiren
kız ve 12 yasını bitiren oglan, bâlig oldugunu söylerse, (Âkıl-bâlig) oldu denir.
Bu çocuk (Mükellef) olur. Ya’nî islâmiyyete uyması lâzım olur. Dört mezhebde
de harâm olan bir seyi severek, begenerek yapan, söyleyen kâfir olur. Mecbûr
olarak, âdete uyarak, nefsine uyarak veyâ nafaka te’mîni için, istemiyerek, üzülerek
yaparsa, kâfir olmaz. Fekat, tevbe etmezse, harâm islemek azâbını çekecekdir.
Hürriyyet bulunan memleketde halâli, harâmı bilmemek özr degildir. Dizleri açık
olan sporcuları, hanbelî mezhebi küfrden kurtarmakdadır. Liseli ve üniversiteli kızlar,
mektebi bitirip, tevbe edince, harâmdan kurtulur.Me’mûr olan kadınlar da böyledir.
Harâmı inkâr eden kâfir olur. Harâma devâm edenin kâfir olma tehlükesi vardır.]
Hanefî mezhebinde, bir günlük altı nemâz için, onbuçuk kilo, bir günes yılı için,
üçbinsekizyüz kilo bugday vermek lâzımdır.Meselâ, bir kilo bugday yüz seksen kurus
oldugu zemân, bir senelik nemâz iskâtı altıbinsekizyüzdoksansekiz veyâ kısaca
altıbindokuzyüz lira olur. Bir altın lira [yedi gram ve yirmi santigram olup], bugdayın
kilosu yüzseksen kurus oldugu zemân yüzyirmi lira idi. Ya’nî bir kilo bugday
bedeli, bir gram altın kıymetinin takrîben onda biri [9,26 da biri]dir. Bir aylık
nemâz iskâtı için dört ve üç çeyrek, bir senelik için elliyedi buçuk veyâ ihtiyâtlı olarak
altmıs altın lâzım olur. Bir aylık nemâz iskâtı için, bes altın lira vermek lâzım
demekdir.Meyyitin velîsi bes altın lira veyâ bu agırlıkda [36 gr] bileyzik ödünc alsa
ve dünyâya düskün olmıyan, dînini bilen ve seven bir veyâ birkaç, meselâ dört
fakîr bulsa: [Bunların fıtra veremiyecek, ya’nî zekât alabilecek fakîr olmaları sartdır.
Fakîr olmazlar ise, iskât kabûl olmaz.]Meyyitin velîsi, ya’nî vasıyyet etdigi kimse
veyâ vârislerinden biri veyâ bunlardan birinin vekîl etdigi kimse, (Merhûm
.................. efendinin iskât-ı salâtı için, bedel olarak, bu bes altını sana verdim) diyerek,
bes altını birinci fakîre sadaka niyyet ederek verir. Sadakayı fakîre verirken
(hediyye ediyorum) demek câizdir. Sonra fakîr, (Aldım, kabûl etdim. Sana hediyye
ediyorum) diyerek bunu vârise veyâ vârisin vekîline hediyye eder. O da teslîm
alır. Sonra, yine buna veyâ ikinci fakîre verir ve hediyye olarak ondan geri teslîm
alır. Böylece, aynı fakîre dört kerre veyâ dört fakîre birer kerre verip ve almakla
bir devr olur. Bir devrde, yirmi altınlık nemâz keffâreti iskât edilmis olur.Meyyit
erkek ve altmıs yasında ise, kırksekiz senelik nemâz için, 48x60=2880 altın vermek
lâzım olur. Bunun için de, 2880:20=144 kerre devr yapar. Altın adedi on lira veyâ
bunların agırlıgında bileyzik ise, 72 devr; altın yirmi ise, 36 devr yapar.
Fakîr adedi on ve altın adedi de on ise, 48 senelik nemâz keffâretinin iskâtı için,
yirmidokuz devr yapar. Çünki:
Nemâz kılmadıgı yıllar x bir yıllık altın sayısı = fakîr sayısı x bir fakîre verilen
altın sayısı x devr sayısıdır. Misâlimizde yaklasık olarak:
48 x 60 = 4 x 5 x 144 = 4 x 10 x 72 = 4 x 20 x 36 = 10 x 10 x 29 dur.
Görülüyor ki, nemâz iskâtında, devr sayısını bulmak için, bir yıllık altın sayısı
ile meyyitin nemâz borcu yılı çarpılır. Ayrıca, devr olunan altın lira sayısı ile, fakîr
sayısı da çarpılır. Birinci çarpım, ikinci çarpıma bölünür. Bölüm, devr sayısı olur.
Bugdayın ve altının kâgıd lira karsılıgı degerleri her zemân yaklasık olarak aynı
oranda degismekdedir. Ya’nî, iskat için, bir yıllık bugday mikdârı degismedigi gibi,
altının kıymeti, dünyâ piyasasına baglanarak, asırı yükselmedigi zemânlarda,
bir yıllık altın sayısı da, ya’nî hanefî mezhebi için, yukarda buldugumuz altmıs altın
lira da hemen hemen aynı olmakdadır. Bunun için, böyle fevkal’âde hâller hâricinde:
Bir aylık nemâz iskâtı bes altındır.
Bir aylık Ramezân orucu iskâtı takrîben bir altındır.
kabûl edilmekdedir. Devr edilecek altın lira ve devr sayısı, buradan bulunur.
– 1021 –
Altın lira yok ise, velî, bileyzik, yüzük gibi altın esyâ, bir hanımdan ödünc alır.
Bundan, (nemâz kılmadıgı sene adedi x 7,2) gram dartılıp, bir mendile konur. Mendilde,
nemâz kılmadıgı sene adedi kadar altın lira vardır. 60 adedi, devre oturan
fakîr adedine bölününce, devr adedi ma’lûm olur. Altın az ise, birincidekinin yarısı
kadar dartılır. Devr adedi, birincinin iki misli olur. Misâlimizde, 48 x 7,2 = 350
gram altın ve on fakîr ile altı devr, 70 gram altın ile otuz devr yapılır. Devr bitince,
sondaki fakîr, elindeki altınları velîye hediyye eder. Bu da borcunu öder. Velîde
altın liralar varsa, nemâz kılmadıgı seneler adedince, altın lira ile devr yapılır.
60 adedi, devre oturan fakîr adedine bölününce, devr adedi ma’lûm olur. Altın
adedi, nemâz borcu olan seneler adedinden birkaç def’a az olursa, devr adedi,
o kadar def’a çok olur. Yukarıdaki misâlde, 48 altın lira ve bir fakîr ile 60 devr ve
4 fakîr ile 15 devr, 10 fakîr ile 6 devr yapılır. Altın lira 10 aded ise, 48 yerine 50 kabûl
edip, 4 fakîr ile 75 devr yapılır. Fakîr adedi de 10 olursa, 30 devr yapılır.
Nemâz iskâtı bitdikden sonra, tutulmıyan, kazâ edilmeleri lâzım olan, 48 senelik,
orucların iskâtı için, bes altını dört fakîre üç kerre devr eder. Çünki, bir senelik
ya’nî, otuz günlük oruc keffâret iskâtı, elliikibuçuk kilo bugday veyâ 5,25 gram
altın, ya’nî 0,73 aded altın lira olmakdadır. Görülüyor ki, hanefîde bir altın bir senelik
oruc keffâretini iskât eder ve kırksekiz sene için kırksekiz altın vermek lâzım
olur. Bes altın ile, dört fakîre bir devr yapınca, yirmi altın verilmis oluyor. Kazâ edilmeleri
lâzım olan orucların iskâtı yapıldıkdan sonra, zekât için, sonra kurban ve sadaka-
i fıtr, nezr ve vârisleri bilinmeyen kul hakları için de birkaç devr yapılır.
Mâlikî ve sâfi’î mezheblerinde, nemâz için de fidye verilir kavline göre, vitr nemâzı
sünnet oldugu için, bir günde bes nemâz fidyesi verilir. Bu iki mezhebde, bir
nemâz ve bir oruc fidyesi olarak bir müd’ bugday verilecegi (El-Envâr) ve (Nef’ulenâm)
da yazılıdır. Bir müd’ 173,3 dirhem olup, bir günlük bes nemâz fidyesi 2,1
kgr. bir ay için 63 kgr. bugday, ya’nî 0,875 aded altın lira, bir sene için 705 kgr. bugday
veyâ 10,5 aded altın ve bir aylık oruc fidyesi 5,2 kgr. bugday, 0,07 aded altın
olur. Mâlikî ve sâfi’îler, hanefî mezhebini taklîd ederken, bir aylık nemâz fidyesi
5 altın, bir aylık oruc fidyesi bir altın hesâb eder.
Bir yemîn keffâreti için, bir günde on fakîr ve özrsüz bozulup keffâret lâzım olan
bir günlük oruc keffâreti için, bir günde altmıs fakîr lâzımdır ve bir fakîre bir günde,
yarım sâ’ bugdaydan fazla verilemez. Ya’nî, birkaç yemîn keffâreti bir günde
on fakîre verilemez. O hâlde, yemîn ve oruc keffâretleri için bir günde devr yapılamaz.
Birinci kısm, 83. cü maddeye bakınız! Yemîn vasıyyeti varsa, bir yemîn için,
bir günde on fakîrin herbirine ikiser kilo bugday veyâ un veyâ bu degerde herhangi
bir mal, altın, gümüs verilir. Bunları, bir fakîre, on gün arka arkaya vermek de
olur. Yâhud bir fakîre kâgıd para verip, (Seni vekîl ediyorum. Bu para ile, hergün,
sabâh ve aksam olmak üzere, iki kerre on gün karnını doyuracaksın!) demelidir.
Karnını böyle on gün doyurmayıp, kahve, gazete parası yaparsa, câiz olmaz. En iyisi,
bir ascı ile pazarlık edip, on günlük parayı asçıya verip, fakîr, bu asçıda, hergün,
sabâh ve aksam olmak üzere iki kerre on gün karnını doyurmalıdır. Niyyet etdikden
sonra bozulan oruc ve zıhâr keffâretleri de böyle olup, bu ikisinde, bir günün
keffâreti için, altmıs fakîre bir gün veyâ bir fakîre altmıs gün yarım sâ’ bugday veyâ
bu degerde baska mal vermek veyâ hergün iki kerre doyurmak lâzımdır.
Vasıyyet edilmiyen zekât iskâtı yapılması lâzım degildir. Vârisin, zekât iskâtı için
de, kendiliginden devr yapabilecegine fetvâ verilmisdir.
Velî, altınları fakîrlere her verisde, nemâz veyâ oruc iskâtı diye niyyet etmelidir.
Fakîr de, velîye geri verirken, hediyye ediyorum demeli ve velî teslîm aldım
demelidir. (Esi’at-ül lemeât)da, sadaka, zekât alması câiz olmıyanı anlatırken diyor
ki, (Âise “radıyallahü anhâ” buyurdu ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
odama geldi. Çömlekde et kaynıyordu. Ekmek ile evde bulunan birsey ikrâm
etdim. (Et pisdigini gördüm) buyurdu. Hizmetçimiz Berîreye sadaka verilen et idi.
– 1022 –
Siz sadaka [zekât] yimediginiz için, bundan vermedim dedim. (Bu et Berîre için sadakadır.
Onun bize verdigi ise hediyye olur) buyurdu). Fakîr aldıgı zekâtı, zengine
verebilir. Verdigi hediyye olur. Zenginin bunu alması halâl olur. Çünki fakîr kendi
mülkünden vermisdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zengin, fakîr ayırmadan,
herkesin hediyyesini kabûl eder, hepsine, dahâ fazla karsılıgını verirdi.) [Velî,
iskât yapamıyacak hâlde ise, o meyyitin iskâtlarını yapmak için yabancı birini
vekîl eder. Iskâtları, devri, baskalarına tercîhen bu vekîl yapar].
[Imâm-ı Birgivînin (Vasıyyetnâme) kitâbının sonunda ve bunun Kâdî zâde
Ahmed efendi serhınde “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” diyor ki, fakîrlerin nisâba
mâlik olmaması sartdır. Meyyitin akrabâsından olsa, câizdir. Fakîre verirken,
(Falancanın su kadar nemâzının iskâtı için, sunu sana verdim) demesi lâzımdır. Fakîr
de, (Kabûl etdim) demelidir ve altınları alınca, kendinin mülkü oldugunu bilmesi
lâzımdır. Bilmezse, önceden ögretmelidir. Bu fakîr de lutf edip, kendi istegi
ile (Falancanın nemâzının iskâtı için, bedel olarak sunu sana verdim) diyerek
baska fakîre verir. O fakîr de, eline alıp, (Kabûl etdim) demelidir. Alınca, kendi
mülkü oldugunu bilmelidir. Emânet, ödünc gibi alırsa devr kabûl olmaz. Bu ikinci
fakîr de, (Aldım, kabûl etdim) dedikden sonra, (Ol vech ile sana verdim) diyerek
üçüncü fakîre verir. Böylece nemâz, oruc, zekât, kurban, sadaka-i fıtr, adak ve
kul hakları, hayvân hakları için devr yapmalıdır. Fâsid ve bâtıl alısveris de, kul hakları
içindedir. Yemîn ve oruc keffâretleri için devr yapmak câiz degildir.
Ondan sonra, altınlar hangi fakîrde kalırsa, lutf edip, arzûsu ve rızâsı ile, velîye
hediyye eder. Velî alıp, kabûl etdim der. Eger fakîr hediyye etmezse, kendi malıdır,
zor ile alınmaz. Velî bir mikdâr altını veyâ kâgıd para veyâ meyyitin esyâsından
bu fakîrlere verip, bu sadaka sevâbını da meyyitin rûhuna hediyye eder. Borcu
olan fakîr ve bâlig olmamıs çocuk devr yapmaga katılmamalıdır. Çünki borclunun,
eline geçen altınlar ile borcunu ödemesi farzdır. Bu farzı yapmayıp, altınları
meyyitin keffâreti için yanındaki fakîre hediyye vermesi câiz olmaz. Devr kabûl
olur ise de, kendisi hiç sevâb kazanmaz. Hattâ günâha girer. Çocugun da hediyye
vermesi sahîh olmadıgı Ibni Âbidînde “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” yazılıdır.]
Malı olmıyan meyyit, devr yapılmasını vasıyyet ederse, velînin devr yapması vâcib
olmaz. Meyyitin keffâretlerini iskât edecek kadar malının hepsini, mîrâsın üçde
birini asmamak üzere vasıyyet etmesi vâcib olur. Böylece, devre lüzûm kalmadan, iskât
yapılır. Üçde biri iskâta yetisdigi hâlde, üçde birinden az malın devr edilmesini
vasıyyet ederse, günâha girer. Ibni Âbidîn, besinci cild, ikiyüzyetmisüçüncü [273] sahîfede
buyuruyor ki, (Küçük çocukları olan veyâ fakîr olup mîrâsa muhtâc hâlde bâlig
çocukları sâlih olan hastanın, nâfile olan hayrât ve hasenâtı vasıyyet etmeyip, sâlih
çocuklarına bırakması dahâ iyidir). (Bezzâziyye)de, hediyyeyi anlatırken diyor ki,
(Malını hayrâta sarf edip, fâsık olan çocuguna mîrâs bırakmamalıdır. Çünki, günâha
yardım etmek olur. Fâsık çocuga da nafakadan fazla para, mal vermemelidir.)
Çok sayıda nemâz, oruc, zekât, kurban ve yemîn borcları olup da, bunlar için,
mîrâsın üçde birinden az bir malın devr edilmesini ve geri kalan mal ile, Kur’ân-ı
kerîm, hatm-i tehlîl ve mevlid okutulmasını vasıyyet etmek câiz degildir. Bunları
okumak için para veren ve alan günâha girer. Kur’ân-ı kerîm ögretmek için para
alıp vermek câizdir. Okumak için câiz degildir.
Meyyitin borclu oldugu nemâzları, orucları, vârislerin ve herhangi bir kimsenin
kazâ etmesi câiz degildir. Fekat, nâfile nemâz kılıp, oruc tutup, sevâbını meyyitin
rûhuna hediyye etmek câiz ve iyi olur.
Meyyitin borcu olan haccını, vekîl etdigi kimsenin, meyyitin parası ile kazâ etmesi
câiz olur. Ya’nî, meyyiti borcdan kurtarır. Çünki hac, hem beden ile, hem de
mal ile yapılan ibâdetdir. Nâfile hac, baskası yerine her zemân yapılır. Farz hac ise,
ancak ölünciye kadar hacca gidemiyecek kimse yerine, vekîli tarafından yapılır.
(Mecma’ul-enhür)de ve (Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, (Meyyitin iskâtını defn-
– 1023 –
den önce yapmalıdır.) Defnden sonra da câiz oldugu, (Kuhistânî)de yazılıdır.
Meyyit için yapılan nemâz, oruc, zekât, kurban keffâretlerinin iskâtında, bir fakîre
nisâbdan fazla verilebilir. Hattâ, altınların hepsi, bir fakîre verilebilir.
Ölüm hastasının, kılmadıgı nemâzların fidyesini vermesi câiz degildir. Oruc tutamıyacak
kadar ihtiyâr olanın, tutamadıgı orucların fidyesini vermesi câizdir. Hastanın,
nemâzlarını bası ile îmâ ederek de kılması lâzımdır. Böyle îmâ ile bir günden
fazla nemâz kılamıyacak hastanın, kılamadıgı nemâzları afv olur. Iyi olursa,
bunları kazâ etmesi lâzım gelmez. Tutamadıgı orucları, iyi olunca tutması lâzımdır.
Iyi olmayıp, vefât ederse, bu orucları afv olur.
Simdi, Istanbulda, bir kimse ölünce, hemen nüfûs kâgıdı ve iki sâhid ile, belediyye
tabîbligine gidilip, (Defn ruhsatiyyesi) alınır. Mezârlıklar müdürlügüne götürülür.
Buraya, yıkama, cenâze arabası ve mezâr ücreti yatırılır. Buradan, mezârlıkdaki
me’mûra hitâben defn emri alınır. Meyyit, yâ evde yıkanır. Yâhud mezârlıklar
müdürlügü yıkatır. Her iki seklde de, cenâze arabası, meyyiti evden alır. Câmi’ye
ve sonra mezârlıga götürür.
Hemen kabristâna gidilip, mümkin oldugu kadar derin bir mezâr kazdırılır.
Verâset i’lâmı lâzım ise, mahkemeye, söyle bir dilekçe verilir. Meselâ:
Istanbul sulh hukûk nöbetci hâkimligine
Da’vâcı: Nefîse Sîret Isık — Fâtih, Seyh resmî mah.
Müstakîm zâde sokak No. 23.
Annem Sü’adâ Akısık, dul olarak, 1.9.1958 târîhinde, vefât ile benden baska mîrâscısı
bulunmadıgından ve isin mühim ve müsta’cel mevâddan bulunması hasebîle,
herne kadar, adlî ta’tîl ise de, fekat bu verâsetin alınmasında, acele mühim bir is zuhûr
etmis bulundugundan, müsta’celiyyet karârı ile, da’vânın kabûlünün ve bu sûretle,
verâset vesîkası verilmesine müsâ’ade buyurulmasını saygı ile diler, arz eylerim.
Bu dilekçe, dogruca hâkime verilip, imzâdan sonra kalem odasına verilir. Kayd
etdirilip üzerine yazılan para, mahkeme veznesine yatırılır. Tekrâr kalem odasına
gelip, dilekçe nüfûs me’mûrluguna havâle etdirilir. Nüfûs me’mûrluguna götürülüp,
tasdîkli nüfûs sûreti alınarak mahkemeye getirilir. Mahkemenin bildirecegi günde,
iki sâhid ile mahkemeye gelip, muhâkemeden sonra, kalem odasından üç aded
verâset i’lâmı istenir. Parası vezneye yatırılıp bildirilen günde, gidip alınır.
Bu isleri sıcagı sıcagına, derhâl yapmalıdır. Hemen yapılmazsa, senelerle sürüncemede
kalır ve birçok islerin yapılması, bu yüzden geri kalır. Verâset i’lâmı birçok
isler için lâzım ise, noterlikden, lâzım oldugu kadar sûret çıkarmalıdır.
Ölüm vardır, gâfil olma, sakın meyl etme dünyâya!
Kapılma mal-ü emlâke, sakın aldanma dünyâya.
Çalıs emr-i ilâhîyi yetdikçe icrâya!
Gelenler hep sefer eyler, muhakkak dâr-ı ukbaya!
Yüzün dön, ilticâ eyle, Cenâb-ı Zât-i Mevlâya!
Bu dünyâ bir köprüdür, her gelen bir bir geçer durmaz!
Hani âbâ-ü ecdâdın, ne oldu, kimseler sormaz.
Hani annen, baban nerde, bu dünyâ kimseye kalmaz.
Gelenler hep sefer eyler muhakkak dâr-ı ukbaya.
Yüzün dön, ilticâ eyle, Cenâb-ı Zât-i Mevlâya!
Ecel bir gelir, ondan aceb kurtulan var mı?
Hiç ölmem diyenler ölmüs, bakın hiç kurtulan var mı?
Hani sahlar ve sultânlar, bakın hiç nisan var mı?
Gelenler hep sefer eyler muhakkak dâr-ı ukbâya,
Yüzün dön, ilticâ eyle, Cenâb-ı Zât-ı Mevlâya.
– 1024 –