03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN ...FERÂIZ BILGISI

64 — FERÂIZ BILGISI
Vefât eden kimsenin bırakdıgı malın kimlere verilecegini ve nasıl dagıtılacagını
ögreten ilme, (Ilm-i ferâiz) denir. Allahü teâlânın Kur’ân-ı kerîmde, en açık ve
en genis bildirdigi sey, meyyitden kalan mîrâsın nasıl dagıtılacagıdır. Burada yapılacak
islerin çogu farz olarak emr olundugu için, hepsine (Ferâiz ilmi) denilmisdir.
(Tezkire-i Kurtubî) muhtasarında, Ibni Mâce ve Dâre Kutnînin “rahmetullahi
teâlâ aleyhim ecma’în “bildirdikleri hadîs-i serîfde, (Ferâiz ilmini ögrenmege çalısınız!
Bu ilmi gençlere ögretiniz! Ferâiz ilmi, din bilgisinin yarısı demekdir. Ümmetimin
en önce unutacagı, bırakacagı sey, bu ilm olacakdır) buyuruldu.
(Dürr-ül-müntekâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki: (Gayb olan kimse,
hükmen öldü sayılır. Ana rahminde öldürülüp diyeti verilen cenîn, takdîren ölü
sayılır. Bu ikisinin de malları vârislerine taksîm edilir. Ölüm zemânında ana rahminde
bulunan vâris, takdîren diri sayılır. Bu cenîn, bir oglan veyâ bir kız imis gibi
iki dürlü ferâiz hesâbı yapılıp, ikisinden hissesi çok olanı ayrılıp, geri kalan, diger
vârislere taksîm edilir. Bu cenîn iki seneden önce, diri olarak dogarsa, hemen
ölse bile vâris olur ve ölünce mîrâs bırakır.) (Ibni Âbidîn)de ve (Dürr-ül-müntekâ)
da diyor ki, (Iki kardesden biri Çinde, digeri Endülüsde, aynı gün, günes dogarken
ölseler, Endülüsde ölen, digerine vâris olur. Çünki, [Erd küresi garbdan sarka
dogru döndügü için], günes sarkda dahâ önce dogmakdadır.)
1 — Meyyitin bırakdıgı maldan ve mülkden, sıra ile, yıkama, kefenleme, defn
masrafları ve sonra kul borcları ayrılıp verilir. Geriye kalan mal, mülk, piyasaya
göre degerlendirilip, üçe bölünür. Bir kısmı ile, islâmiyyete uygun olan vasıyyetleri
yerine getirilir. Diger iki kısm esyânın, degerlerine göre kendileri veyâ satılıp
paraları vârislerine söyle dagıtılır:
(1): Önce, eshâb-ı ferâiz denilen oniki kisiye, Kur’ân-ı kerîmde bildirilen hakları
verilir. Bu haklara, (Farz) adı da verilmisdir. Bunlardan dördü erkekdir.
(2): Eshâb-ı ferâizden artan mal, asabe denilen akrabâdan meyyite en yakın olanına
verilir. Asabelerin ismi sonra bildirilecekdir. Asabe yok ise, bu artanlar da,
eshâb-ı ferâize dagıtılır. Fekat, zevc ve zevceye, bu sefer verilmez.
(3): Eshâb-ı ferâizden ve asabelerden kimse yok ise, zevil-erhâm denilen akrabâya
verilir. Zevil-erhâm bes sınıfdır. Ismleri, üçüncü kısm, 65. madde sonuna dogru
yazılıdır.
(4): Zevil-erhâmdan da kimse yoksa, mevlel-muvâlât denilen adama verilir. [On
numaraya bakınız!] Bu da yok ise, kardesimdir demesi gibi, bir vâsıta ile soyu oldugunu
söyledigi, fekat o vâsıtanın kabûl etmedigi kimseye verilir.
(5): Yukarıdaki vârislerden hiçbiri yok ise, mîrâsın üçde ikisi dahî, vasıyyete harcanır.
Vasıyyeti de yok ise, meyyit zimmî olsa bile, Beyt-ül-mâl alır.
2 — Eshâb-ı ferâizi Kur’ân-ı kerîm altı sınıfa ayırmısdır: Her sınıfın hissesini
[farzını] söyle bildirmisdir:
NISF: Mîrâs kalan maldan vasıyyet edilen mikdârı ayrıldıkdan sonra, geriye kalanın
yarısını, asagıdaki bes cins insandan biri alır. Söyle ki, ilk dört cinsin birinden
bir kisi varsa, o ve zevc alır. Bu dört cinsden ikisi bir arada bulunamaz.
Kızı: Meyyitin oglu yok ise, kızı yarısını alır.
Oglunun kızı: Çocugu [ya’nî oglu ve kızı] ve oglunun oglu yok ise, yarısını alır.
Kız kardesi: Meyyitin çocugu, oglunun çocugu ve erkek kardesi veyâ babası olmadıgı
zemân, yarısını alır.
Babadan kız kardes: Kız kardesi olmadıgı vakt, onun yerine, yarısını alır.
Zevc: Meyyitin çocugu veyâ oglunun çocugu olmadıgı zemân yarım alır.
Bu bes kimseden ilk dördü, kendi erkek kardesi ile birlikde olunca, farzını
– 1025 – Se’âdet-i Ebediyye 3-F:65
alamaz. Yalnız asabe olur. Asabe olunca, erkek, kız kardesinin iki katını alır.
Bunun sebebi, 588. ci sahîfede îzâh edilmisdir. Bu dört cinsin birinden birden fazla
bulunursa, nısf yerine Sülüsân alıp paylasırlar.
RUBU’: Dörtde birini alacak olanlardır. Bunlar iki kimsedir:
Zevc: Çocugu veyâ oglunun çocugu varsa, zevc dörtde bir alır.
Zevce: Çocugu veyâ oglunun çocugu olmadıgı zemân rubu’ alır.
Zevc ve zevce, talâk-ı ric’îde, kadının iddet zemânında, birbirlerine vâris olurlar.
SÜMÜN: Sekizde birini alacak olan, yalnız bir kimsedir.
Zevce: Çocugu veyâ oglunun çocugu oldugu zemân sekizde bir alır.
SÜLÜSÂN, ya’nî üçde iki: Hissesi nısf olanlardan zevcden baska birinden,
birden fazla olunca, üçde ikiyi alıp aralarında müsâvî olarak bölerler.
SÜLÜS, ya’nî üçde birini iki kimse alır:
Anası: Meyyitin çocugu, oglunun çocugu veyâ her dürlü kardesden birden fazla
yok ise, anası, üçde birini alır. Babası ve zevc veyâ zevcesi de varsa, anası, zevc
veyâ zevceden ve babadan kalanın üçde birini alır. Baba yerine ced varsa, ana tekmîl
malın üçde birini alır.
Anadan kardesler: Bunlara, (Benûl-ahyâf) denir. Birden fazla oldukları zemân,
üçde birini alıp aralarında paylasırlar. Erkegi ve kadını hep aynı mikdârda alır. Meyyitin
çocugu veyâ oglunun çocugu yâhud babası, dedesi var ise, benûl-ahyâf mîrâs
alamaz.
SÜDÜS, ya’nî altıda birini yedi kimse alır:
Babası: Meyyitin çocugu veyâ oglunun çocugu oldugu zemân, baba altıda birini
alır.
Anası: Meyyitin çocugu, oglunun çocugu veyâ her dürlü kardesden birden fazla
varsa, anası altıda birini alır.
Sahîh dede ve nineler: Meyyitin babası olmaz, oglu varsa, ced ve ceddeler, altıda
bir alır.
Oglunun kızları: Meyyitin bir kızı ile birlikde bulundukları zemân, oglunun kızları
altıda bir alıp paylasırlar.
Babadan kız kardesi: Meyyitin bir kız kardesi ile birlikde oldugu zemân, südüs
alır.
Anadan kardes: Anadan kız veyâ erkek kardesi bir dâne ise, südüs alır.
Ihtâr: Baba altıda bir aldıgı zemân, önce baba südüs alıp, geri kalanın üçde birini
ana alır. Ana olmazsa, nineler yine südüs alır. Ana yerine geçemeyip, sülüs alamazlar.
3 — Erkek vâris on kisi olup, dokuzu asabedir. Zevc, asabe olamaz.
Baba: Meyyitin çocugu veyâ oglunun çocugu yoksa, baba yalnız asabe olur. Kızı
veyâ oglunun kızı varsa, hem eshâb-ı ferâizden olur, hem de asabe olur. Oglu veyâ
oglunun oglu varsa, yalnız südüs alır.
Sahîh ced: Meyyite ana taraflarından baglı olmıyan dedeler demekdir. Meyyitin
çocugu ve babası bulunmazsa, baba yerine asabe olur. Oglu bulunursa, baba
yerine yalnız südüs alır. Baba varsa, hiç vâris olamaz.
Ogul: En kuvvetli asabe olup, ogul bulundugu zemân, diger asabelerin hiçbiri
asabe olamaz. Dünyâya gelecek çocuk varsa, ogul kabûl edilerek hissesi ayrılır.
Oglunun oglu: Meyyitin oglu bulunmadıgı zemân, oglunun oglu, en kuvvetli asabe
olur ve baska asabeler, asabe olamaz.
Birâder: Sakîk, yalnız babadan, yalnız anadan birâder olmak üzere üç dürlüdür:
– 1026 –
Sakîk, ya’nî anadan ve babadan erkek kardes, birâder veyâ baba bir birâder,
meyyitin oglu, oglunun oglu, babası ve dedeleri bulunmadıgı zemân asabe olurlar.
Birâder oglu, amca ve babadan amca veyâ babanın amcası ve bunların ogulları
ve meyyit âzâd olmus köle veyâ câriye ise, bunu âzâd eden adam, kendilerinden
dahâ kuvvetli asabe bulunmazsa, sıra ile asabe olurlar.
Zevc: Yalnız eshâb-ı ferâizdendir. Asabe olmaz.
4 — Kadın vâris yedi kisidir: Meyyitin kızı, oglunun kızı, anası, sahîh ceddeleri,
üç dürlü kız kardesi, zevcesi, meyyit âzâd olmus köle veyâ câriye ise, bunu âzâd
eden kadın. Birden fazla zevce bir farz alarak paylasırlar.
5 — Meyyitin kızı birden çok olursa, oglunun kızları vâris olamaz. Fekat, oglu
olmıyarak, oglunun oglu da bulunursa, oglunun kızları, bununla birlikde asabe
olarak, kızlardan artanı, oglunun ogulları ile, oglunun kızları arasında, erkege iki
kat olarak taksîm edilir. Ogul varsa, ogul çocukları vâris olamaz.
6 — (Benûl-a’yân), ya’nî sakîkler, ya’nî ana baba bir erkek kardesler ve (Benûl’allât),
ya’nî yalnız baba bir kardesler; ogul, ogul oglu, baba, dededen biri bulundugu
zemân vâris olamazlar.
Kız kardesler; meyyitin kızı veyâ oglunun kızı bulundugu zemân veyâ kendi birâderi
bulundugu zemân, yalnız asabe olurlar. Ogul, oglun oglu veyâ baba varsa,
vâris olamazlar.
Meyyitin sakîkası, ya’nî ana baba bir kız kardesi birden fazla ise, babadan kızkardesleri,
yalnız iken vâris olamaz. Fekat, babadan birâderi de varsa, babadan kızkardesleri
asabe yaparlar ve meyyitin kız kardeslerinden artan mal, baba bir kardesler
arasında, erkege iki kat olmak üzere taksîm edilir.
Babadan kız kardesler; meyyitin kızı veyâ oglunun kızı bulundugu zemân veyâ
kendi erkek kardesi bulundugu zemân, yalnız asabe olurlar ise de, meyyitin iki
kız kardesi, ogul, oglun oglu veyâ baba varsa, vâris olamazlar. Meyyitin ana baba
bir kardeslerinin bulunması, anadan olan kardesleri vâris olmakdan çıkarmaz. Ya’nî
benûl-ahyâf, benûl-a’yân sebebi ile vârislikden düsmez.
7 — Meyyitin zevcesinden veyâ câriyesinden olan oglu ve kızı, babası, anası,
zevci ve zevcesi, mîrâsdan hiç mahrûm kalmaz. Bunlardan baska asabelerden, meyyite
bir kisi ile baglı olan kimse, bu kisi bulundugu zemân, vâris olamaz. Meyyite
yakın olanlar, uzak olanları mahrûm bırakır. [Meselâ, kız kardes asabe oldugu zemân,
amcası veyâ erkek kardesin oglu asabe olamaz.] Yalnız, ana bir kardesler bundan
müstesnâdır. Iki yakınlıgı olan, bir yakınlıgı olanı mahrûm eder. Meselâ, baba
bir birâderler, ana ve baba bir erkek kardes bulununca, mîrâs alamazlar. Baba
bir kız kardesler, asabe oldukları zemân, meyyitin erkek kardesi bulununca, asabelikden
düserler. Bunun gibi, meyyitin kızı bulundugu zemân, baba bir erkek kardesi
düsürmeyip, anadan kardesi düsürür.
Eshâb-ı ferâiz, bir sahîfe önce yazılı olan sartlara göre, mîrâs alabilir.
8 — Ceddelerin, ya’nî büyük annelerin hepsi, meyyitin anası bulundugu zemân,
mîrâsdan düserler. Baba tarafından olan ceddeler, baba bulunması ile de, düserler.
Fekat, ceddin bulunması ile düsmezler.
9 — Köle, meyyiti öldüren, baska dinden olanlar ve mürtedler mîrâs alamaz.
[Su hâlde, müslimân evlâdı oldugu hâlde, halâle, harâma, farzlara, meselâ, nemâza,
gusl abdesti almaga ehemmiyyet vermiyen, oruc tutmak istemiyen, günâh isleyince
pismân olmayan mürted olur, müslimândan mîrâs alamaz.] Babası sâhib
çıkmıyan veled-i zinâ, babasına vâris olamaz. Hâlbuki, müslimânın kâfire, kâfirin
de müslimâna mal vasıyyet etmeleri câizdir.
10 — Bir zimmî [ya’nî gayr-i müslim vatandas] veyâ harbî [ya’nî vatandasımız
olmıyan kâfirler], bir müslimânın yardımı ile îmâna gelir ve bu müslimânı velî kabûl
ederse, ya’nî onun emrine girerse ve bu müslimân da, bunun ile muvâlâtı ka-
– 1027 –
bûl ederse, ya’nî bunun borclarını ödemegi kabûl ederse, bu müslimân, onun
(Mevlel-muvâlâtı) olur.
Birinci kısmda, yetmissekizinci maddede, toprak mahsûlleri zekâtını bildirirken,
erâzî kanûnu serhınde, bes nev’ toprak oldugunu yazmısdık. Birincisi mülk olan
topraklar idi. Bunların sâhibi vefât edince, toprak satılıp, parası ile, sâhibinin
borcu ödenebilir. Kalanın üçde birinden vasıyyeti yapılır. Üçde ikisi vârislerine,
mîrâsları mikdârında verilir. Ikinci nev’ topraklar, Beyt-ül-mâlın olan mîrî topraklardır.
Bunlar, sahslara pesin para karsılıgı, tapu senedi ile kirâya verilir. Alanın
mülkü olmaz. Sâhibi ölünce, satılıp borcu ödenmez, vasıyyeti yapılmaz. Vârislerine
mîrâs olmaz. Baskasına kirâya verilir. Fekat, millete iyilik olmak için, sâhibinin
mîrî topragı, para karsılıgı baskasına devr etmesi veyâ hediyye etmesi ve
ölünce, pesin para almadan çocuklarına devr olunması devletce kabûl edilmisdi.
Tapunun, çocuklarına devr edilmesi mîrâs olmayıp, devletin ihsânıdır. Vârise
mülk olmaz. Kirâ ile verilmis olur. Kanûnun ellidördüncü ve sonraki maddelerine
göre, tapu sâhibi ölünce, toprak, erkek ve kız çocuklarına müsâvî olarak verilir.
Çocukları yok ise, torunlarına, bunlar da yok ise, babasına, baba da yok ise, anasına
parasız verilir. Fekat, devr hakkı babaya veyâ anaya verilirken, dörtde biri zevc
veyâ zevceye verilip, dörtde üçü baba veyâ anaya verilir. Çocuk veyâ torun varken,
zevc veyâ zevce, mîrî toprakdan pay alamaz. Meyyitin torunları, çocukları ile
birlikde esit pay alırlar. Simdi mîrî toprak kalmamıs, herkesin mülkü olmusdur. Simdi,
mîrâs gibi bölünmeleri lâzımdır. (Berîka) ve (Hadîka) kitâblarının sonuna
bakınız!
Her müslimân, ölüm hastalıgında bir (Vasıyyet) yazmalıdır. (Mâ-lâ-büdde)de
diyor ki, (Vasıyyetnâmeyi maraz-ı mevtde yazmak vâcib, sıhhatde iken yazıp,
yanında tasımak müstehabdır.) Burada evlâdına, ahbâbına son nasîhatini yapmalıdır.
Kendinde hakkı bulunanlardan, halâllasmalarını, alacaklarını, vereceklerini,
borcların ödenmesini, iskât yapılmasını, hac borcu varsa, vekîl gönderilmesini
istemeli, cenâze hizmetindeki ve defnden sonraki isteklerini bildirmelidir. Zevcesine
olan (Mehr-i müeccel) borcunun ödenmesi için vasıyyet etmesini unutmamalıdır.
Bu isteklerinin ahkâm-ı islâmiyyeye uygun yapılması için, âdil iki sâhid yanında
bir vasî seçmelidir. (Kâdîhân) “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Tarlasının
kabristân yapılması veyâ malının üçde biri ile yolcular için hân, mescid yapılması
yâhud yolcular için çesme yapılması, müslimânlara kefen, tabut alınması,
kabr kazdırılması, bir mescide sarf edilmesi için vasıyyet etmek, imâm-ı Muhammede
göre “rahmetullahi teâlâ aleyh” câizdir. Malının sülüsü ile habshâne yapılmasını
vasıyyet câiz degildir. Bunu yapdırmak hükûmetin vazîfesidir. Hac yapılmasını
vasıyyet edince, bulundugu sehrden gönderilir. Malı az ise, malının yetisecegi
yerden gönderilir. Gazâ edilmesi için vasıyyet edince, harb edenlere ve harb
malzemesi için verilir. Ehl-i kitâb kâfirlerin fakîrlerine verilmek için vasıyyet câizdir.
Kilise yapmaları için vasıyyet câiz degildir. Kâtilinin afv edilmesini vasıyyet
bâtıldır. Yalnız ev bırakan kimsenin, birinin evde oturmasını vasıyyet etmesi câizdir.
Ölünciye kadar evde oturur. Maraz-ı mevt hâsıl olmadan önce, çocuklarından
birine, fazla hizmet etdigi veyâ muhtâc oldugu için, birsey hediyye etmek câizdir.
Malının sülüsünün bir sehrdeki fakîrlere dagıtılmasını vasıyyet edince, baska
sehrdeki fakîrlere dagıtılması câiz olur. Bu parayı on fakîre dagıt denilip, hepsinin
bir fakîre verilmesi ve bunun aksi de câiz olur. On günde dagıt denilip, hepsini
bir günde dagıtsa câiz olur. Malımın sülüsünü akrabâma dagıtın dese, vârislerin
gayrısına dagıtılır. Vârisler arasında küçükler olsa veyâ meyyitin borcu olsa da,
büyükler mîrâsdan yiyebilirler. (Sirketler) maddesine bakınız! Bir kimse vasıyyetini
ibtâl edebilir. Vasıyyetini inkâr etmesi, ibtâl olmaz. Vasıyyeti kabûl eden vasî,
hasta öldükden sonra vazgeçemez. Emîn olmıyan fâsık veyâ zimmî vasî yapılırsa,
hâkim bunları degisdirir. Ücret ile vasî yapmak câiz degildir. Fekat, söyledigi
– 1028 –
ücret, ona vasıyyet edilmis olup, onu alır ve vasî olur. Vasî ta’yîn etmiyenin babası
küçük torunlarına vasî olur ise de, borc ödemek için birsey satamaz. Vasî ve baba,
yetîmin malını ödünc veremezler. Hâkim verebilir. Vasî, meyyitin borclarını
yetîmin malı ile ödeyemez. Onun fıtrasını veremez. Kurbanını kesdiremez. Baba,
ödeyebilir. Vasî muhtâc olunca, yetîmin malından yiyebilir. Kimseye hibe edemez.
Helâk ederse, azl olunur. Vasî, yetîmin malından kendi için kullanıp sonra benzerini
yerine korsa, câiz olmaz. Büyüdügünde vermesi lâzım olur.) [1288] târîhli
(Dürr-üs-sukûk) kitâbında ser’î mahkeme karârları yazılıdır. Vasî ta’yînini bildiren
huccetlerden biri söyledir:
Islâmbol sehrinde Gedikpâsa yakınında, filân mahallede oturan bezzâz [manifaturacı]
Osmân efendi meclis-i ser’ı serîf-i enverde ve Ahmed aganın yanında der
ki, Allahü teâlânın emri ile vefât etdigim zemân, bırakdıgım malın hepsi ve bütün
alacaklarım alınarak, önce âdet üzere techîz ve tekfînim yapılıp, sonra, borcum çıkarsa,
bunları ödeyip geriye kalanın üçde biri ayrılsın. Bu ayrılan sülüs içinden su
kadar kurusu ile nemâz iskâtı ve oruc, yemîn ve adaklarım için keffâretlerim yapılsın.
Ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olarak iskât yapılarak müslimân fakîrlere dagıtılsın.
Su kadar kurusu ile de tatlı [helva ve lokma] pisirip, fakîrlere yidirilsin. Su
kadar kurusu ile kabrim yapılsın! Bu ayrılan sülüs malımın arta kalanını da, seçdigim
vasîm, diledigi hayrât ve hasenâta harc etsin, diye vasıyyet etdi. Bu vasıyyetimi
yerine getirmege yanımdaki Ahmed agayı seçdim ve ta’yîn eyledim dedi.
Ahmed aga da bu vasıyyeti dinleyip kabûl etdi ve hepsini en iyi seklde yapmagı üzerine
aldı. Biz de hâzır bulunup gördük, isitdik, sâhid olduk.
Imzâ Imzâ Sâhid Sâhid
Hasen oglu Osmân Alî oglu Ahmed Süleymân oglu Ömer Velî oglu Bekr
(Behcet-ül-fetâvâ)da diyor ki, (Malının üçde birini hayrlı islerde kullanması için
biri vasî ta’yîn edilip, vasî de bu kadar malı hayrlı islere verse, ölünün vârisleri, bu
malı nerelere verdin diye vasîye soramazlar.)
Vasî ta’yîn etmeden ölen kimsenin vasıyyetini yerine getirmek için, hâkim bir
vasî ta’yîn eder.
(Redd-ül-muhtâr) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” fâsid bey’leri anlatırken buyuruyor
ki, (Vârisler, mîrâs kalan malda, baskalarının hakkı bulundugunu bildigi
zemân, hak sâhiblerini de biliyorlarsa, bunlara haklarını vermek lâzımdır. Bu
mal, vârislere harâm olur. Hak sâhiblerini bilmiyorlarsa, fekat baskasının olan malı
ayırd edebiliyorlarsa, bu belli mal, vârislere yine harâm olur. Sevâbı sâhibine olmak
niyyeti ile, bunu fakîrlere sadaka vermelidir. Bu mal, meyyitin halâl malı ile
karısmıs ise ve sâhibi de belli degilse, vârislerine halâl olur, denildi. [Bir me’mûr
vefât ederken, vârislerden birine, tazmînât veyâ ma’âs olarak, para verirse, bu para,
alanın mülkü olur. Diger vârisler, bu paradan bir hak taleb edemez.]
Zulm ile, rüsvet ile, gasb ile, sirkat ile edindigi veyâ alacakları böyle harâm para
ile ödendigi bilinen bir kimsenin yemegini yimek câizdir. Yemegin kendisi harâmdan
geldigi bilinirse, câiz olmaz. Kadının, zevcinin getirdigini yimesi de böyledir.
Borcları, bırakdıgı maldan çok olan meyyitin vârisleri, kalan malı satdırmayıp,
kıymetlerini, alacaklılara kendi mallarından ödiyebilirler. Alacaklılar, borcun
hepsini ödemezseniz, malları size bırakmayız diyemezler.)
Mîrâs bölünürken, erkek çocuklara kız çocukların iki katı verilmesi, ba’zı kimselerin
yanlıs düsünmesine sebeb oluyor. Din câhilleri, buradan da islâmiyyete saldırıyorlar.
Müslimânlıkda kadınların hakkı çigneniyor diyorlar. Ziyâ Gökalpin bu
yolda düzdügü çok asagı bir si’ri (Fâideli Bilgiler) kitâbının (Dogru Söze Inan, Bölücüye
Aldanma) kısmında, kırkbirinci maddesinde yazılıdır. Hâlbuki, islâmiy-
– 1029 –
yetde kadın, mîrâsdan hiçbirsey almaga muhtâc bırakılmamısdır. Onun bütün
ihtiyâclarını, kocası, babası, erkek kardes ve amca gibi mahrem yakınları, çalısıp,
kazanıp, ona vermege mecbûr tutulmusdur. Erkeklerin, bu güc vazîfelerinden
dolayı, mîrâsın hepsini almaları lâzım gelirken, islâmiyyet kadınlara iltimâs ederek,
erkege verilenin yarısını da onlara vermekdedir. Erkek, kadına bakmaga
mecbûr, kadının ise, kendine bile bakması lâzım olmadıgı hâlde, islâmiyyet kadını
kayırmakda, ona ayrıca mîrâs da vermekdedir. Islâmiyyetde kadınların çok kıymetli
oldukları, buradan da anlasılmakdadır. Bir kız, (Ben, erkek kardesim kadar
isterim) derse, mîrâsı altı kısma bölerek, erkek dört kısmı, kız iki kısmı alıp, (Allahü
teâlânın bu emrine râzı olduk) derler. Sonra erkek dört hisseden birini kız kardesine
hediyye eder.
65 — FERÂIZ HESÂBLARI
Ferâiz problemlerini çözebilmek için, bundan evvelki maddede bildirilmis olan
on bilgiyi iyi anlamak ve ezberlemek lâzımdır. Kur’ân-ı kerîmde açıkca emr edilmis
olan, yukarıda, ikinci numarada yazılı, altı farzdan, nısf, rubu’, sümün cinslerine
(Birinci nev’), sülüsân, sülüs ve südüs cinslerine (Ikinci nev’) denir. Ferâiz hesâbı
iki kısma ayrılır:
BIRINCI KISM: Eshâb-ı ferâiz ve asabe, birlikde mevcûddür. Bu kısmda bes
hâl olabilir:
1 — Nısf, ikinci nev’ ile birlikde bulunursa, mîrâs altıya bölünür. Buna,
mes’elenin [problemin] aslı altıdan oldu denir.
Meselâ, zevc ve iki aded anadan kız kardes ve bir aded amca varsa, problemin
aslı altıdan olup, zevc üç hisse, anadan iki hemsîre iki hisse alıp, geri kalan bir hisse
amcaya verilir. Bir kadın ölünce dokuzbin liralık mal bıraksa, kadının zevci: 9000
x 3 / 6 = 4500 lira, anadan iki hemsîre: 9000 x 2 / 6 = 3000 lira, amca: 9000 x 1 / 6 =
1500 lira alır. Kız kardesin herbirine binbesyüz lira düser.
Ikinci misâl: Zevc, ana ve ced bulundugu zemân, zevc üç hisse, ana iki hisse alıp,
geri kalan bir hisse dedenin olur.
2 — Rubu’, ikinci nev’ ile birlikde bulunursa, mes’elenin aslı onikiden olur.
Meselâ, zevce ve ana ve iki kız kardes ve anadan iki kız kardes bulundugu zemân,
mîrâs onikiye taksîm edilip, zevceye üç hisse, anaya iki hisse, iki kız kardese
sekiz hisse [herbirine dört hisse], ana bir kız kardese dört hisse [herbirine ikiser
hisse] verilir ki, hisseler mecmû’u onyedi oluyor. Su hâlde, mes’elenin aslı onyediye
(Avl) etdi denir ve mîrâs onyediye taksîm edilir.
Ikinci misâl: Meyyitin zevcesi, babasının anası ve babadan amcası kaldıgı zemân,
oniki hisseden üç hisse zevceye, iki hisse ceddeye ve geri kalan yedi hisse, asabe
olan babadan amcaya verilir.
3 — Sümün, ikinci nev’ ile birlikde bulundugu zemân, mes’elenin aslı yirmidörtden
olur. Meselâ, zevce, iki kız, ana ve amca bulundugu zemân, problemin aslı
yirmidörtden olup, [24 x 1 / 8 = 3] üç hisse zevceye, [24 x 2 / 3 = 16] onaltı hisse
iki kıza, dört hisse anaya verilip, geri kalan bir hisse amcanın olur.
Ikinci misâl: Zevce, kız, ogul kızı, ana ve kız kardes bulundugu zemân, yirmidört
hisseden üç hisse zevceye, dört hisse ogul kızına, dört hisse anaya, oniki hisse
kıza ve geri kalan bir hisse de asabe olan kız kardese verilir.
4 — Bir hisse, birkaç kisiye bölünemezse, mes’elenin aslı, bu kisilerin sayısı ile
çarpılarak, mes’elenin yeni aslı elde edilir. Mîrâs, bu yeni asla bölünür.
Meselâ, zevc ve bes kız kardes bulundugu zemân, mes’elenin aslı altıdan ise de,
hisselerin toplamı yediye avl ediyor [ya’nî hisselerin toplamı yedi oluyor] ve bes
– 1030 –
kız kardese, dört hisse düsüyor. Dört hisse, bes kız kardese bölünemiyecegi için,
mes’elenin aslı, 5 x 7 = 35 olur. Bes kıza, [4 x 5 = 20] yirmi hisse verilir. Zevc, [3 x
5 = 15] onbes hisse alır.
5 — Birkaç hisse, bu hisselerin sâhiblerine bölünemezse, böyle hisselerin sâhiblerinin
sayılarının en küçük ortak katı ile, mes’elenin aslı çarpılarak, yeni asl
bulunur. Mîrâs, bu yeni asla bölünür.
Meselâ, üç kız ve üç amca bulundugu zemân, mes’elenin aslı üç olup, kızlara iki,
amcalara bir hisse düserse de, hisseler, sahs adedine bölünemedigi için, mes’elenin
aslı, [3 x 3 = 9] dokuz olup, [9 x 2 / 3 = 6] altı hisse kızlara ve [9 x 1 / 3 = 3] üç
hisse amcalara verilir.
Ikinci misâl: Iki zevce, on kız, altı cedde, yedi amca bulundugu zemân, mes’elenin
aslı yirmidört olup, üç hisse zevcelere, onaltı hisse kızlara, dört hisse büyük annelere
verilip, geri kalan bir hisse amcaların olur ise de, hisse sâhiblerinin sayısı,
hisse sayısı ile bölünemediginden iki, on, altı ve yedinin en küçük ortak katı olan
(ikiyüzon) adedi mes’elenin aslı olan (yirmidört) ile çarpılarak, mes’elenin aslı, [24
x 210 = 5040] besbinkırk bulunur. Zevceler [5040 x 1 / 8 = 630] altıyüzotuz hisse,
kızlar [5040 x 2 / 3 = 3360] üçbinüçyüzaltmıs hisse, nineler [5040 x 1 / 6 = 840] sekizyüzkırk
hisse ve amcalar [5040 x 1 / 24 = 210] ikiyüzon hisse alırlar. Böylece, bir
zevce 315 hisse, bir kız 336 hisse, bir cedde 140 hisse ve bir amca 30 hisse alır.
IKINCI KISM: Yalnız eshâb-ı ferâiz vardır. Asabe yokdur. Asabe bulunmadıgı
için eshâb-ı ferâizden geri kalan mal, yine eshâb-ı ferâize, hisseleri oranında bölünür.
Ya’nî eshâb-ı ferâize geri verilir, red olunur. Fekat, zevc ile zevceye geri verilmez.
Bu ikisine, (Red olunmıyanlar) denir. Zevc ve zevceden baska eshâb-ı ferâize,
(Red olunanlar) ya’nî tekrâr verilenler denir. Ikinci kısm problemlere,
(Reddiyye mes’eleleri) denir. Reddiyye mes’elelerinde iki hâl vardır:
1 — Reddiyye mes’elesinde red olunmıyan bulunmazsa, iki sekl vardır:
A: Red olunanlar, bir sınıfdan farz sâhibi oldukları zemân, mes’elenin aslı ikiden
olur.
Meselâ, iki kız kardes bulundugu zemân, herbiri, mîrâsın yarısını alır.
Ikinci misâl: Cedde ve anadan kız kardes bulundugu zemân, herbiri yarısını alır.
Çünki, her ikisinin farzı da südüsdür.
B: Red olunanlar, aynı sınıfdan farz sâhibi olmadıkları zemân, reddiyye mes’elesinin
aslı, hisse sayılarının toplamı olur.
Meselâ, mes’elede sülüs ve südüs sınıfları varsa, mes’elenin aslı altıdan olacakdı
ve farzı sülüs olanın hissesi 6 x 1 / 3 = 2, farzı südüs olanın 6 x 1 / 6 = 1 olacakdı.
Fekat, asabe bulunmadıgı için, mes’elemiz, reddiyye mes’elesi olur. Mes’elenin
aslı altı yerine [2 + 1 = 3] üç olur. Ana ve anadan iki kız kardes gibi ki, burada
ananın farzı südüs, anadan iki kız kardesin farzı sülüs oldugundan, bu reddiyye
mes’elesinin aslı üç olup, iki hissesi kardeslere, bir hissesi anaya verilir.
Ikinci misâl: Reddiyye mes’elesinde, nısf ve südüs sınıfları varsa, mes’elenin aslı
altı olacakdı. Farzı nısf olanın hissesi 6 x 1 / 2= 3 ve farzı südüs olanın hissesi 6
x 1 / 6 = 1 olacakdı. Reddiyye mes’elesinin aslı ise [3 + 1 = 4] dört olur. Kız ve ogul
kızı bulundugu zemân üç hisse kız için, bir hisse ogul kızı için olur.
Üçüncü misâl: Reddiyye mes’elesinde, nısf ve sülüs yâhud südüsân [iki aded altıda
bir] ve nısf veyâhud sülüsân [iki aded üçde bir] ve südüs varsa, mes’elenin aslı,
altı yerine, besden olur. Kız kardes ve anadan iki kız kardes bulundugu zemân,
reddiyye mes’elesinin aslı [3 + 2 = 5] bes olup, üç hisse kız kardese, iki hisse anadan
iki kız kardese verilir.
2 — Reddiyye mes’elesinde, red olunmayan da bulunuyorsa, yine iki sekl
vardır:
A: Red olunanlar, bir sınıfdan farz sâhibi iseler, iki hâl vardır:
– 1031 –
Birinci hâl: Red olunmıyan, hissesini aldıkdan sonra, geri kalan mal, red olunanlar
sayısına bölünebiliyor ise, red olunmıyan, hissesini alır, geri kalan, red olunanlar
sayısına bölünür.
Meselâ, zevc ve üç kız bulundugu zemân, zevc dörtde bir hisse alıp, geri kalan
üç hisse, kızlara taksîm olunur.
Ikinci hâl: Red olunmıyan hissesini aldıkdan sonra, geri kalan mal, red olunanlar
sayısına bölünemezse, red olunan kimselerin sayısı, red olunmıyanın farzının
[hissesinin] paydası ile çarpılarak, mes’elenin aslı elde edilir.
Meselâ, zevc ve bes kız bulundugu zemân, zevc rubu’ alıp, geri kalan üç hisse,
bes kıza bölünemediginden, mes’elenin aslı, [4x5=20] yirmi olup, zevc bes hisse,
kızlar onbes hisse alır. Bir kıza üç hisse verilir.
B: Red olunanlar, iki veyâ üç ayrı sınıfdan farz sâhibi iseler, red olunmıyan kimse,
hissesini alır. Geri kalan mal, reddiyye mes’elesi gibi çözülür. Burada da, iki hâl
vardır:
Birinci hâl: Red olunmıyanlardan kalan hisseler, reddiyye mes’elesinin aslına
bölünebiliyor ise, mes’elenin aslını bulmak için, red olunan ve red olunmıyan
kimselerin sayılarının en küçük ortak katı ile, red olunmıyan farzının [hissesinin]
paydası çarpılır.
Meselâ, bir zevce, dört cedde ya’nî büyük anne, anadan altı kardes varsa, zevce
rubu’ alınca, geriye üç hisse kalır. Red olunanların mes’elesinin aslı ise, ceddelerin
hissesi 6 x 1 / 6 = 1, kardeslerin hissesi 6 x 1 / 3 = 2 oldugundan 1 + 2 = 3 olur.
Geri kalmıs olan üç hisse, reddiyye mes’elesinin aslı olan üçe bölündügünden,
mes’elenin aslı, [12 x 4 = 48] kırksekiz olur. Çünki, cedde sayısı olan dört ile, kardes
adedi olan altının en küçük ortak katı onikidir. Zevceye 48 x 1 / 4 = 12 hisse,
dört ceddeye 1 x 12 = 12 hisse ve birine üç hisse, altı kardese 2 x 12 = 24 hisse ve
her birine dört hisse düser.
Ikinci hâl: Red olunmıyan, hissesini aldıkdan sonra, geri kalan hisseler, reddiyye
mes’elesinin aslına bölünemiyor ise, mes’elenin aslını bulmak için, reddiyye
mes’elesinin aslı ile, red olunmıyan farzının paydası [ya’nî kesrin mahreci] çarpılıp,
bulunan aded ile, tekrâr, red olunan ve red olunmıyan kimselerin sayılarının
en küçük ortak katı çarpılır.
Meselâ, dört zevce, dokuz kız, altı cedde bulundugunu farz edersek, zevceler sümün
alıp, geriye yedi hisse kalır. Reddiyye mes’elesinin aslı ise, dokuz kız 6 x 2 /
3 = 4 hisse, altı cedde 6 x 1 / 6 = 1 hisse alacagı için, 4 + 1 = 5 olur. Geri kalan yedi
hisse, reddiyye mes’elesinin aslı olan bes sayısına bölünemediginden, mes’elenin
aslı, [5 x 8 x 36 = 1440] bindörtyüzkırk olup, zevcelere [1440 : 8 = 180] yüzseksen
hisse, kızlara [(1440 - 180) x 4 / 5 = 1008] binsekiz hisse, ceddelere [(1440 - 180)
x 1 / 5 = 252] ikiyüzelliiki hisse verilir ki, herbir zevceye kırkbes hisse, her kıza [1008
: 9 = 112] yüzoniki hisse, her ceddeye [252 : 6 = 42] kırkiki hisse verilir.
(Kâdîhân) “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, vefât eden kadının yalnız zevci
kalsa ve malının yarısını yabancı birine vasıyyet etmis olsa, malın yarısını bu yabancı
alır. Üçde birini zevci alır. Altıda biri de Beyt-ül-mâle kalır. Çünki, yabancı
kimse önce üçde birini alacakdır. Kalan üçde ikinin yarısını zevc alır ki, mîrâsın
üçde biridir. Geriye mîrâsın üçde biri kalır. Bunun altıda biri yabancıya verilerek,
buna vasıyyet edilmis olan mîrâsın yarısı temâmlanır. Geriye kalan altıda
biri de Beyt-ül-mâlın olur. Çünki kalan, zevc’e veyâ zevceye verilmez. Malının yarısını
zevcine vasıyyet etseydi, mîrâsın hepsi zevcin olurdu.
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, meyyitenin zevci, kızkardesi ve babadan kızkardesi
olsa, zevc yarısını ve kızkardes de yarısını, babadan kızkardes altıda birini
alıp, mes’elenin aslı, altıdan yediye avl eder. Babadan erkek kardes de bulunsaydı,
babadan kızkardesi, farz hissesinden düsürüp asabe yapardı. Zevcden ve kız-
– 1032 –
kardesden geriye birsey kalmadıgı için, babadan kızkardes, hiçbirsey alamazdı.
ZEVIL-ERHÂM
1 — Eshâb-ı ferâizden ve asabelerden kimse bulunmazsa veyâ bunlardan yalnız
zevc, zevce varsa, mîrâs zevil-erhâma verilir. Mîrâsdan, cenâze kaldırma, ya’nî
yıkama, kefenleme, defn ve kul borclarını ödeme masrafları çıkdıkdan sonra, geri
kalanın üçde birinden vasıyyetler yapılır. Geri kalan üçde ikisi, zevil-erhâmdan
en yakın olana verilir. (Zevil-erhâm) bes sınıf olup, meyyitin yakınlık sırası ile sunlardır:
I — Birinci sınıf, meyyitin Fürû’udur. Fürû’, fer’ler, çocuklar demekdir. Bu sınıfda,
kızlarının çocukları ve oglunun kızlarının çocukları ve bunların çocukları vardır.
II — Ikinci sınıf, meyyitin aslıdır. Bunlar, fâsid cedler ve fâsid ceddeler ve
bunların anaları ve babalarıdır. Meyyitin anasının babası ve bunun babası veyâ anası
bunlardandır.
III — Üçüncü sınıf, meyyitin babasının fürû’udur. Her nev’ kızkardes çocukları
veyâ torunları ve anadan erkek kardes çocukları ve her nev’ erkek kardes kızları
veyâ torunları bunlardandır.
IV — Dördüncü sınıf, ceddin ve ceddenin fürû’udur. Halalar, teyzeler, dayılar
ve anadan amcalar bu sınıfdandır. Anadan amca, babanın anadan erkek kardesidir.
Babanın ana-baba bir kardesi ve baba bir kardesi olan amcalar, asabedir. Her
nev’ amca kızları ve hepsinin çocukları da dördüncü sınıfdandır.
V — Besinci sınıf, babanın ve ananın ceddinin fürû’udur. Ananın veyâ babanın
halaları, teyzeleri, dayıları, babanın anadan amcaları, ananın amcaları, ananın ve
babanın amcalarının kızları, ananın amcalarının çocukları besinci sınıfdandırlar.
2 — Zevil-erhâmdan, bir kisi bulunur ve baska hiç vâris bulunmazsa, mîrâsın
hepsini bu alır. Zevil-erhâmın bes sınıfından birinde bulunanlardan bir kisi varsa,
bundan sonraki sınıflarda bulunanlar, meyyite dahâ yakın olsalar bile, vâris olamazlar.
Bir sınıfdan birkaç kisi varsa, bunlardan meyyite dahâ yakın derecede olan,
uzak derecede olanları mîrâsdan mahrûm eder. Meselâ, ananın babası bulununca,
bunun anası veyâ babası vâris olamaz. Bunun gibi, dayı ve dayı oglu bulunursa,
dayının oglu mîrâs alamaz. Bundan sonra, meyyite iki yoldan yakın olan, bir cihetden
yakın olanı mahrûm eder. Meselâ ana baba bir olan dayı varken, yalnız baba
cihetinden olan dayı vâris olamaz. Bunlar dahî müsâvî olursa, meyyite vâris ile
baglanan vâris olur. Meselâ, ogul kızının kızı bulunursa, kız kızının oglu vâris olamaz.
Çünki birinci, farz sâhibinin çocugudur.
3 — Yakınlık ciheti farklı ise, meselâ baba anasının babası ile, ana babasının
babası birlikde bulundugu zemân, babası cihetinden olan, üçde iki alır. Anası cihetinden
olan, üçde bir alır.
4 — Meyyite yakınlık dereceleri ve yakınlık kuvvetleri ve cihetleri berâber olursa
ve içlerinde vâris ile baglanan yoksa, erkekler, kadınların iki katı olarak bölünür.
Kızın oglu ile kızın kızı bulundugu zemân böyledir.
Katle yardım eden de, kâtil gibi mîrâs alamaz. Bunların âkıl ve bâlig olmaları
da sartdır. Mürtede vâris olunur. Fekat mürted, müslimâna vâris olamaz.
(Hadîka) ve (Berîka) sonunda ve (Seyf-üs-sârim) ve (Inkaz-ül-hâlikin) ve (Cilâ-
ül-kulûb) kitâblarında diyor ki, (Bir kimse, altın veyâ gümüs vakf etse ve bunlarla
Kur’ân-ı kerîm okunmasını veyâ nâfile nemâz kılınmasını, tesbîh, tehlîl,
mevlid, salevât okutulmasını, bunların sevâblarını kendisinin veyâ ismlerini bildirdigi
kimselerin rûhlarına hediyye edilmesini sart etse, böyle vakf, vasıyyet sahîh
degildir, bid’atdir. Sevâbları onlara vâsıl olmaz. Bunların karsılıgı olarak alınan para,
ibâdetin ücreti olur, harâm olur. Bu tâatları kendiliklerinden yapıp, sevâbları-
– 1033 –
nı ölü veyâ diri, dilediklerine hediyye ederlerse, sevâbları onlara da vâsıl olur. Bunlara
karsılık olarak pazarlıksız, hediyye olarak verileni almaları halâl olur. Böyle
vakf sahîh olur.)
Istanbul barosu avukatlarından Toma Andonyaki beg, 1310 [m. 1892] târîhinde
Istanbulda nesr etdigi büyük (Kâmûs-i kavânîn) kitâbında, Osmânlı kanûnlarını
bildirmekde, mîrâs taksîmi hakkında mufassal ma’lûmât vermekdedir. Adanalı
avukat Kasbaryan beg de 1312 [m. 1894] de Istanbulda basılan (Cüzdân-ı kavânîn-
i Osmâniyye) kitâbında, (Mecelle)yi ve diger ondört Osmânlı kanûnunu madde
madde yazmakdadır.
66 — IKINCI CILD, 16. cı MEKTÛB
Bu mektûb, Bedî’uddîn-i Sehârenpûrîye yazılmıs olup, kabr hayâtını ve tâ’ûn
sevâbını bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdigi iyi insanlara selâm olsun! Kıymetli
mektûbunuz geldi. O taraflarda, iki korkunç hâdise basladıgını, birinin tâ’ûn
[ya’nî vebâ hastalıgı], ötekinin de kaht [ya’nî kıtlık, gıdâ maddelerinin azlıgı] oldugunu
yazıyorsunuz. Allahü teâlâ, bizi ve sizi belâlardan korusun. Hepimize
âfiyet versin!
Bu büyük sıkıntı arasında, gece gündüz ibâdet ve murâkabe etmekdeyiz. Kalbimiz
her ân Onun iledir yazıyorsunuz. Bunu okuyunca, Allahü teâlâya hamd eyledik.
Böyle zemânlarda dört (Kul)u çok okuyunuz! [Ya’nî, Kul yâ eyyühel kâfirûn
ve Kul hüvallahü ve Kul e’ûzüleri okuyunuz! Cinnin ve insanların serrinden
korur!].
Erkeklerin kefeni, üç parça olmak sünnetdir. Sarık sarmak bid’at olur. (Ahdnâme)
denilen [süâl meleklerine verilecek cevâbları ve düâ ve istigfâr] yazılı kâgıdı,
kabre koymamalıdır. Mubârek yazıların, ismlerin, meyyitin pislikleri ile karısmasına
sebeb olur ve [islâmiyyetin dört delîlinden] bir sened ile bildirilmemisdir.
Mâverâ-ün-nehr [Aral gölüne akan Seyhûn ve Ceyhûn nehrleri arasındaki sehrler]
âlimleri, böyle birsey yapmamısdır. Meyyite kamîs yerine, bir âlimin gömlegini
giydirmek iyi olur. Sehîdlerin kefenleri, elbiseleridir. [Silâh yarası alarak
ölen sehîdler yıkanmaz ve kefenlenmez. Muhârebede yara almadan ölen ve sulhda,
sârî hastalık ve âfetlerle ölenler, sehîd sevâbı kazanırsa da, bunlar yıkanır ve
kefenlenir.] Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh”, (Beni, bu iki çamasırım ile kefenleyiniz!)
buyurmusdu.
Kabrdeki hayât, bir bakımdan, dünyâ hayâtına benzedigi için, meyyit terakkî
eder, derecesi yükselir. Kabr hayâtı, insanlara göre degisir. Peygamberler “aleyhimüsselâm”,
kabrlerinde nemâz kılar buyuruldu. Peygamberimiz “sallallahü
aleyhi ve sellem”, mi’râc gecesinde, Mûsâ aleyhisselâmın kabri yanından geçerken,
mezârda nemâz kılarken gördü. O ânda göke çıkınca, Mûsâ aleyhisselâmı gökde
gördü. Kabr hayâtı, sasılacak birseydir. Bu günlerde, merhûm büyük oglum [Muhammed
Sâdık “rahmetullahi aleyh”] dolayısı ile, kabr hayâtına bakarak, sasılacak
gizli seyler görülüyor. Bunlardan az birsey bildirsem, akl ermez. Fitnelere, karısıklıga
sebeb olur. Cennetin tavanı, Arsdır. Fekat, kabr de, Cennet bagçelerinden
bir bagçedir. Akl gözü bunu göremiyor. Kabrdeki sasılacak seyler, baska bir
gözle görülüyor. Evet îmân [inanmak], nasıl olursa olsun, azâbdan kurtulmaga sebebdir.
Fekat, o güzel kelimenin [Kelime-i tevhîd] Hak teâlâ tarafından kabûlü için,
[dünyâda islâmiyyete uymak], sâlih amelleri islemek lâzımdır.
Ölmemek için, vebâ hastalıgı bulunan yerden kaçmak büyük günâhdır. Muhârebede,
düsmân karsısından kaçmak gibidir. Vebâ bulunan yerden kaçmayıp sabr
eden kimse, ölünce, sehîdlerin sevâbına kavusur. Kabr sıkıntısı çekmez. Sabr
eden kimse, ölmezse, gâzîler sevâbına kavusur.
– 1034 –
67 — IKINCI CILD, 17. ci MEKTÛB
Bu mektûb, Mirzâ Hüsâmeddîn Ahmede gönderilmis olup, bu dünyâ sıkıntıları,
acı görünse de, insanı yükseltirler ve tâ’ûndan ölmenin kıymetini bildirmekdedir:
Önce, Allahü teâlâya hamd ve Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” salevât
eder, size de düâ ederim. Yazılarımla sizi râhatsız ediyorum. Basımıza gelenlere
sabr tavsıye buyurdugunuz, kıymetli mektûbu, seyh Mustafâ getirdi. Okumakla
sereflendik. Hepimiz, Allahü teâlânın mülküyüz. Hepimiz, Onun huzûruna gidecegiz!
Basımıza gelenler, görünüsde çok yakıcı, çok acıdır. Fekat, hakîkatde ilerletici,
yükseltici ilâclardır. [Ilâclar, elbette acı olur.] Bu acıların, dünyâda sebeb oldugu
fâideler, âhıretde bekledigimiz ni’metlerin yüzde biri olamaz. O hâlde evlâd,
Allahü teâlânın büyük bir ihsânıdır. Yasadıkları müddetce, insan, çok fâidelerini
görür. Ölümleri de, sevâb kazanmaga, yükselmege sebeb olur. Büyük âlim, Muhyissünne
[Nevevî] “rahmetullahi aleyh” (Hilyet-ül-ebrâr) ismindeki kitâbında
diyor ki: (Abdüllah ibni Zübeyr “radıyallahü anhümâ” halîfe iken, tâ’ûn hastalıgı
oldu. Bu tâ’ûnda, Enes bin Mâlikin “radıyallahü anh” seksenüç çocugu öldü. Kendisi,
Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” hizmetcisi idi ve bereket,
bolluk için düâsını almısdı. Bu tâ’ûnda, Abdürrahmân bin Ebû Bekr Sıddîkin
“radıyallahü anhümâ” kırk çocugu ölmüsdü). Insanların en iyisi, en kıymetlisi olan
Eshâb-ı kirâma “aleyhimürrıdvân” böyle yapılınca, bizler gibi günâhı çok olanlar,
hesâba dâhil olur mu? Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Tâ’ûn, eski ümmetlere, azâb
olarak gönderildi. Bu ümmet için sehîd olmaga sebebdir). Dogrusu, bu vebâda ölenler,
sasılacak bir huzûr, Allahü teâlâya teveccüh içinde ölüyor. Bu belâ gününde,
insan, bu mubârek cemâ’ate karısmaga hevesleniyor. Onlarla birlikde, dünyâdan
ayrılıp, âhırete gitmege özeniyor. Tâ’ûn belâsı, bu ümmete gazab, azâb gibi görünmekde
ise de, iç yüzü rahmetdir. Meyân seyh Tâhir dedi ki, tâ’ûn günlerinde, Lâhorda,
bir kimse sesler duydugunu ve, (Bu günlerde ölmiyene yazıklar olsun!) dediklerini
söyledi. Evet öyledir! Bu sehîdlerin hâline dikkat olundugu zemân, sasılacak
hâller, anlasılamıyan isler görülüyor. Böyle ikrâmlar, yalnız Allah için
cânını fedâ edenlere mahsûsdur.
Efendim! Çok sevgili oglumun ayrılıgı, pek büyük musîbet oldu. Beni yakdı. Bu
kadar yakan bir elem, kimsenin basına gelmemisdir. Fekat, Allahü teâlânın, bu felâket
karsısında, kalbi za’îf olan bu fakîre ihsân eyledigi sabr ve sükr ni’meti de,
en büyük ihsânlarından olmusdur. Allahü teâlâdan dilerim ki, bu musîbetin karsılıgını
dünyâda vermesin. Hepsini âhıretde versin! Bu dilegin de, yüregimin darlıgından
oldugunu bilmez degilim. Çünki, Onun rahmeti sonsuz, merhameti boldur.
Dünyâda da, âhıretde de bol bol vericidir. Kardeslerimizden umarız ki, son
nefesde îmân ile gitmemize ve insanlık îcâbı yapdıgımız kusûrların afv edilmesine
düâ buyurarak yardım ve imdâd edeler. Yâ Rabbî! Bizi afv et, dogru yoldan ayırma!
Kâfirlere karsı korunmakda yardımcımız ol! Âmîn. Size ve hidâyetde olanlara
selâm ederim.
68 — IKINCI CILD, 88. ci MEKTÛB
Bu mektûb, molla Bedî’uddîne yazılmısdır. Kazâya râzı olmagı ve sâhibinin yapdıgından
lezzet duymak lâzım oldugunu bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdigi, sevdigi kullarına selâm olsun! Iyi
kul, sâhibinin yapdıklarından râzı olan, onları begenen kuldur. Kendi isteklerini
begenen kimse, kendine kuldur. Sâhibi, kulunun bugazına bıçak dayasa, kulun bundan
râzı olması, sevinmesi lâzımdır. Allah korusun, eger bunu begenmez, istemezse,
Onun kullugundan çıkmıs olur. Sâhibinden uzaklasmıs olur. Tâ’ûn [gibi sârî ve
tehlükeli hastalıklar], Allahü teâlânın dilemesi ile gelmekdedir. Kendi istegi ile gel-
– 1035 –
mis gibi sevinmek lâzımdır. Tâ’ûn [ya’nî vebâ ve her bulasıcı hastalık] gelince, kızmamalı,
üzülmemelidir. Sevgilinin yapdıgı sey oldugunu düsünerek sevinmelidir.
Herkesin belli bir eceli, ya’nî ölüm zemânı vardır. Bu zemân hiç degismez. Onun
için, hastalıkda sıkılmamalı, telâsa düsmemelidir. Böyle derd ve belâlar gelince,
Allahü teâlâya sıgınmalı, âfiyet vermesi, kurtarması için düâ etmeli, Ona yalvarmalıdır.
Allahü teâlâ düâ edenleri, sıhhat ve selâmet istiyenleri sever. Mü’min sûresindeki
âyet-i kerîmede meâlen, (Düâ ediniz! Düânızı kabûl ederim!) buyuruyor.
[Bunun için her nemâzda, fâtiha okurken, Allahü teâlâdan hidâyet istiyoruz.]
Allahü teâlâ, sizi, görünür ve görünmez belâlardan korusun! Âmîn.
[Ya’kûb bin Seyyid Alî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Sir’a-tül-islâm) serhinde diyor
ki, hadîs-i serîfde, (Düâ etmek, ibâdetdir) buyuruldu. Kabûl olmazsa da, sevâb
hâsıl olur. Düânın kabûl olması için sartlar vardır: Halâl yimelidir. Harâm lokma
yiyenin düâsı kırk gün kabûl olmaz. Düâ ihtiyâcı gideren, se’âdete kavusduran
kapının anahtarıdır. Bu anahtarın disleri, halâl lokmadır. Giydigi de tîb olmalıdır.
Hazar olmayan, men’ edilmis olmayan mala halâl denir. Hazer olmıyan, ya’nî sübheli
olmıyan mala tîb denir. Düâ ederken, kalb uyanık olmalı, kabûl edilecegine
inanmalıdır. Söylediginden haberi olmıyan gâfilin düâsı kabûl olmaz. Düâdan
evvel tevbe ve istigfâr etmelidir. Düânın kabûlü için acele etmemelidir. Düâya devâm
etmeli, usanmamalıdır. Allahü teâlâ, düâ etmegi ve düâ edeni sever. Kabûl
etdigi hâlde, istenileni vermegi gecikdirerek, düânın ve sevâbının çok olmasını ister.
Düâyı, hiç olmazsa, yedi kerre tekrâr etmelidir. Râhat ve huzûr zemânlarında
çok düâ edenin, derd ve belâ zemânlarındaki düâları çabuk kabûl olur. Düâdan
evvel, Allahü teâlâya hamd ve Resûlullaha salât ve selâm söylemelidir. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” düâya baslarken, (Sübhâne Rabbiyel aliyyil a’lel-
Vehhâb) derdi. Evvelâ, günâhlarına tevbe etmeli, sonra bütün mü’minlerin sıhhat
ve selâmetleri için düâ etmeli ve her dilegini söyleyip, vermesini cân ve gönülden
istemelidir. Akla ve ser’a uymıyan sey istememeli, meselâ, Cennetin sag tarafında
beyâz bir kösk ver dememelidir. Kalbine gelen hayrlı seyi istemeli, söylediginin
ma’nâsını ögrenmelidir. Düâ, bir temennî olmamalı, istedigi seye kavusduracak
sebeblere yapısmalıdır. Meselâ, önce tâ’at ve ibâdâta sarılmalı, sonra Allahın
rızâsına kavusmak için düâ etmelidir. Tâ’atler, ibâdetler, rızânın, muhabbetin
sebebleridir. Sebeblere yapısmadan yapılan düâ kabûl olmaz. Buna düâ denmez.
Fâidesiz temennî denir. Ümmîd edilmiyen seyi istemege temennî denir. Ümmîd
edilen seyi istemege recâ denir. Istenilen seyin sebeblerine kavusdurmasını dilemelidir.
Hadîs-i serîfde, (Çalısmadan düâ eden, silâhsız harbe giden gibidir) buyuruldu.
Abdest alıp, diz üstüne, kıbleye karsı oturup, elleri gögüs hizâsında ileri
uzatıp, avuçları [semâya karsı] açıp, Peygamberlere ve Evliyâya tevessül ederek,
Onların hâtırları ve hurmetleri için istemeli, sonunda (Âmîn) demelidir. Herseyden
önce, afv ve magfiret ve âfiyet için düâ etmelidir. Bunların hepsini ihtivâ eden
çok kıymetli düâ, (Allahümme rabbenâ âti-nâ fiddünyâ haseneten ve fil-âhıreti haseneten
ve kı-nâ azâbennâr)dır. Kendisi, ehli ve evlâdı için zararlı düâ yapmamalı,
[meselâ (Yâ Rabbî! Canımı al) dememelidir]. Kabûl olursa, pismânlık fâide vermez.
Sir’a serhinden terceme temâm oldu.]
69 — ÜÇÜNCÜ CILD, 15. ci MEKTÛB
Bu mektûb, mîr Muhammed Nu’mâna “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” yazılmıs
olup, sevgiliden gelen sıkıntıların, acıların, seven kimseye, Onun ni’metlerinden,
tatlılarından dahâ tatlı oldugunu bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdigi, sevdigi kimselere selâmlar olsun!
Kıymetli seyyid kardesim! Dikkatle dinleyiniz! Iyi düsünceli olan kardeslerimizin
derdlerden kurtulmamız için, her çâreye bas vurduklarını, hiçbirinin fâide vermedigini
haber aldım. (Allahü teâlânın yaratdıklarında, gönderdiklerinde hayr, iyi-
– 1036 –
lik vardır) hadîs-i serîfi meshûrdur. Insan oldugumuz için, basımıza gelenlerden,
bir aralık üzülmüsdük. Içimiz sıkılmısdı. Birkaç gün sonra, Allahü teâlânın lutfü
ile, üzüntü ve sıkıntılar gitdi, hiç kalmadı. Onların yerine sevinc, genislik geldi ki,
bizimle ugrasanlar, Allahü teâlânın istedigini istemekde ve yapmakdadırlar. Böyle
olunca, sıkılmanın, üzülmenin yersiz oldugu, Allahü teâlâyı seviyorum diyenin
böyle olmaması gerekdigi anlasıldı. Çünki, sevene, sevgilinin gönderdigi acıların
da, Ondan gelen iyilikler gibi sevgili ve tatlı olması lâzımdır. Sevgilinin iyilikleri
tatlı geldigi gibi, Onun acıtması da tatlı gelmelidir. Hattâ, Ondan gelen acılarda,
tatlılardan dahâ çok lezzet bulmalıdır. Çünki, acılar, sıkıntılar nefse tatlı gelmez.
Nefs, böyle seyleri istemez. Her bakımdan güzel olan, herseyi güzel olan Allahü
teâlâ, bir kulunu incitmek dileyince, Onun irâdesi, istegi, bu kula elbette güzel gelmelidir.
Dahâ dogrusu, bundan zevk almalıdır. Bizimle ugrasanların diledikleri,
istedikleri, Allahü teâlânın diledigine uygun oldugu için ve bunların dilekleri, O
sevgilinin diledigini gösterdigi için, bunların diledikleri ve yapdıkları da, elbette
güzeldir ve tatlı gelmekdedir. Sevgilinin isini gösteren bir kimsenin isi de, sevene
sevgilinin isi gibi, sevimli ve tatlı gelir. Bunun için bu kimse de, sevene sevgili olur.
Sasılacak seydir ki, bu kimsenin verecegi acılar, sıkıntılar, ne kadar çok olursa, sevenin
gözüne o kadar çok tatlı görünür. Çünki, onun verdigi sıkıntılar, sevgilinin
düsman gibi oldugunu göstermekdedir. Bu yolda aklı gidenlerin islerine akl ermez.
Demek ki, o kimseye karsılık yapmak, onu kötü bilmek, sevgiliyi sevmege uymaz.
Çünki, o kimse, sevgilinin islerini gösteren bir ayna gibidir. Bizimle ugrasanlar, incitenler,
baskalarından dahâ sevimli görünüyorlar. Kardeslerimize, dostlarımıza
söyleyiniz! Bizim için üzülmesinler, sıkılmasınlar. Bizi incitenleri kötü bilmesinler.
Onlara kötülük yapmasınlar! Bunların yapdıklarına sevinseler, yeridir. Evet,
düâ etmekle emr olunduk. Allahü teâlâ, düâ edenleri, Ona boyun bükenleri ve yalvaranları,
sızlıyanları sever. Böyle yapmak, Ona tatlı gelir. Belâların, sıkıntıların
gitmesi için düâ ediniz! Afv ve âfiyet için yalvarınız!
O kimsenin incitmesi, sevgiliyi düsman gibi göstermekdedir dedim. Evet çünki,
sevgilinin düsmanlıgı, düsmanlar içindir. Dostlarına düsmanlıgı, görünüsdedir.
Bu ise, merhametini, acımasını bildirmekdedir. Böyle düsman görünmesinin, sevene
nice fâideleri vardır ki, anlatılmakla bitmez. Bundan baska, dostlarına düsmanlık
gibi görünen isler yapması, bunlara inanmıyanları harâb etmekde, onların
belâlarına sebeb olmakdadır. Muhyiddîn-i Arabî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”,
(Ârifin niyyeti, maksadı olmaz) buyuruyor. Ya’nî, Allahü teâlâyı tanıyan
kimse, belâdan kurtulmak için birseye basvurmaz demekdir. Bu sözün ne demek
oldugunu iyi anlamalıdır. Çünki, derd ve belâların, sevgiliden geldigini,
Onun dilegi oldugunu bilmekdedir. Dostun gönderdigi seyden ayrılmak ister mi
ve o seyin geri gitmesini özler mi? Evet düâ ederek, gitmesini söyler. Fekat, düâ
etmege emr olundugu için, bu emre uymakdadır. Yoksa, gitmesini hiç istemez. Ondan
gelen herseyi de sever, hepsi kendine tatlı gelir. Dogru yolda bulunanlara, Allahü
teâlâ selâmet versin! Âmîn.
[(Miftâh-un-necât) da yazılı hadîs-i serîfde, (Bir kimse, mü’minler için, hergün
yirmibes kerre, istigfâr okursa, Allahü teâlâ, bu kimsenin kalbinden gıl ve hasedi
çıkarır. Ismi, Ebdâl ismleri arasına yazılır. Ona, bütün mü’minler adedince, sevâb
yazılır. Kıyâmet günü, bütün mü’minler: Yâ Rabbî, bu kulun bizim için, istigfâr
okurdu. Sen de onu afv eyle! derler) buyuruldu. Gıl, hîyle demekdir. Ebdâl,
Evliyâdan bir sınıfın ismidir. Hergün (Allahümmagfir lî ve li-vâlideyye ve lilmü’minîne
vel-mü’minât vel-müslimîne vel-müslimât el-ahyâ-i minhüm vel-emvât
bi-rahmetike yâ Erhamerrâhimîn) okumalıdır. Bu düâ, (Kitâbüssalât) kitâbımızda
da yazılıdır.]
– 1037 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...