03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN...KABR ZIYÂRETI ve KUR’ÂN-I KERÎM OKUMAK

59 — KABR ZIYÂRETI ve KUR’ÂN-I KERÎM
OKUMAK
Imâm-ı Birgivî “rahmetullahi aleyh” (Etfâl-ül müslimîn) kitâbında buyuruyor
ki, müslimânların kabrlerini ziyâret etmek sünnetdir. (Ihyâ-ül-ulûm)de diyor ki,
(Ölümü hâtırlamak ve ölüden ibret almak için kabr ziyâret etmek ve Sâlihlerin, Velîlerin
kabrlerinden bereketlenmek müstehabdır). Ibret almak için, meyyitin çürüdügü,
yanaklarının, dudaklarının döküldügü, agzından pis sular akdıgı, karnının
sisip patladıgı, içine kurtların, böceklerin doldugu düsünülür. Hâtim-i Esâm diyor
ki, (Kabristândan geçen kimse, onları düsünmezse ve düâ etmezse, kendine ve onlara
hıyânet etmis olur). Erkeklerin kabr ziyâret etmeleri emr olundu. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, kabr ziyâret eden kadınlara la’net etdi. Sonradan izn
verdi diyenler vardır. Ba’zıları da mekrûhdur dedi. Kadınların cenâze götürmeleri
sözbirligi ile câiz degildir. Fâtıma “radıyallahü anhâ”, hazret-i Hamzanın kabrini
her sene ziyâret eder, düzeltir, ta’mîr ederdi. Hadîs-i serîfde, (Ana-babasının
veyâ ikisinden birinin kabrini her Cum’a günleri ziyâret edenin günâhları afv
olur. Haklarını ödemis olur) buyuruldu. Muhammed bin Vâsi’, her Cum’a kabr ziyâret
ederdi. Pazartesi günleri ziyâret etsen dahâ iyi olmaz mı? dediklerinde,
(Meyyitler, Cum’a, Persembe ve Cumartesi günleri kendilerini ziyâret edenleri tanırlar)
buyurdu. Dahhâk diyor ki, (Cumartesi günü günes dogmadan önce kabr ziyâret
edeni meyyit tanır. Bu, Cum’a gününün fazîletini göstermekdedir.) Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, mü’min olan akrabâsının ve Eshâbının kabrlerini
ziyâret ederdi. Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Bir mü’minin kabrini ziyâret ederken,
Allahümme innî es’elüke-bi-hurmet-i Muhammed aleyhisselâm en lâ tü’azzibe
hâzelmeyyit derse, o meyyitin azâbı kıyâmete kadar ref’ olur). (Sir’a)da diyor
ki, (Sünnete uygun ziyâret yapmak için, abdest alınır. Iki rek’at nemâz kılıp,
sevâbı meyyitin rûhuna gönderilir. Kabristâna gelince ve aleyküm selâm denir. Yukarıda
yazılı düâ okunup, meyyitin yüzüne karsı oturulur. Yasîn-i serîf veyâ bildigi
sûreleri okur. Tesbîh okuyup, meyyit için düâ eder). Ebül Kâsım diyor ki, (Kabr
yanında Kur’ân-ı kerîm okununca, meyyit sesi isiterek râhat eder). Hadîs-i serîfde
buyuruldu ki, (Bir kimse, tanıdıgının kabri yanından geçerken selâm verirse,
meyyit bunu tanır ve selâmına cevâb verir). Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anh”,
bunun için, bir kabr yanından geçerken durup selâm verirdi. Nâfi’ diyor ki, Abdüllah
ibni Ömer, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kabri yanına gelir, (Esselâmü
alennebiyy, esselâmü alâ Ebî Bekr, esselâmü alâ Ebî) derdi. Böyle söyledigini
yüzden fazla gördüm. Imâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, (Ihyâ) kitâbında
buyuruyor ki, (Kabr ziyâret ederken, kıbleyi arkada bırakıp, meyyitin yüzüne
karsı oturup selâm vermek müstehabdır. Kabre el, yüz sürülmez, öpülmez). Kıbleyi
arkada bırakıp, ayak tarafında, ayakda durmak efdaldir (Ibni Âbidîn). Hadîs-i
serîfde buyuruldu ki, (Bir kimse, kabristândan geçerken, onbir kerre Ihlâs sûresi
okuyup sevâbını meyyitlere hediyye ederse, kendisine ölüler adedince sevâb verilir).
Ahmed bin Hanbel “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki, (Kabristâna girince,
Fâtiha, Kul-e’ûzüler ve Ihlâs sûrelerini okuyunuz! Sevâbını meyyitlere
gönderiniz! Sevâbı hepsine vâsıl olur.)
Ibâdetler üçe ayrılır: Birincisi, yalnız mal ile yapılır. Zekât, sadaka böyledir. Ikincisi,
hem mal ile ve hem beden ile yapılır. Hac ve cihâd böyledir. Üçüncüsü, yalnız
beden ile yapılır. Kur’ân-ı kerîm okumak, nemâz kılmak, tesbîh, tehlîl ve tahmîd
okumak ve düâ etmek böyledir. Birincilerin sevâbını meyyitlere hediyye etmenin
câiz oldugunu, sevâbın onlara vâsıl olup fâide verecegini, Ehl-i sünnet
âlimleri sözbirligi ile bildirdiler. Üçüncüden düâ da böyledir. Ikincilerin de böyle
oldugunu âlimlerin çogu bildirdi. Üçüncüden düâdan baskası için dört mezheb
arasında ayrılık oldu. Hanefî ve Hanbelî mezhebinde, üçüncüler de birinciler gi-
– 1008 –
bidir. Hasen “rahmetullahi aleyh” diyor ki, (Kabristâna girince, Allahümme
Rabbel-ecsâdil bâliyeh vel’izâmin-nahiret-illetî harecet mineddünyâ ve hiye bike
mü’minetün. Edhil aleyhâ ravhan min indike ve selâmen minnî okursa, meyyitlerin
sayısı kadar sevâb verilir). (Etfâl-ül-müslimîn)den terceme temâm oldu.
Imâm-i Sâfi’î ve imâm-ı Mâlik “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ”, yalnız beden ile yapılan
ibâdetlerin sevâbları meyyite vâsıl olmaz dediler. Fekat, sonradan gelen sâfi’î
âlimleri, meyyitin yanında okuyup hediyye edince veyâ uzakda okuyup sonra,
(Yâ Rabbî! Okudugumdan hâsıl olan sevâbın mislini vâsıl et!) gibi düâ edince, vâsıl
olur dediler.
(Sir’at-ül-islâm) serhindeki hadîs-i serîfde, (Ümmetimin yapdıgı ibâdetlerin
en kıymetlisi, Kur’ân-ı kerîmi, Mushafa bakarak okumakdır) buyuruldu. (Kitâbüt-
tibyân)da, (Kur’ân-ı kerîm okumanın en efdali, nemâzda okumakdır) buyuruldu.
[Muhammed Ma’sûm hazretlerinin (Mektûbât)ının üçüncü cildi, doksanüçüncü
mektûbunda yazılı hadîs-i serîfde, (Nemâzda okunan Kur’ân, nemâz dısında
okunan Kur’ândan dahâ hayrlıdır) buyuruldu. Bu hadîs-i serîf, senedleri ile birlikde,
(Hazînet-ül-esrâr)da da yazılıdır.] Hazret-i Alî “radıyallahü anh” buyurdu
ki, (Nemâzda ayakda iken okunan Kur’ânın her harfi için yüz sevâb verilir. Nemâz
dısında abdestli okuyunca, her harfi için yirmibes sevâb verilir. Abdestsiz okuyunca,
on sevâb verilir. Yürürken ve is yaparken okuyunca, dahâ az sevâb verilir.)
Ma’nâsını düsünerek bir âyet okumak, baska sey düsünerek, bütün Kur’ânı hatm
etmekden dahâ çok sevâbdır. Son zemânlarda, hâfızların, Kur’ân-ı kerîmi tegannî
ederek mûsikî perdelerine uyarak okumaları, çok çirkin bid’atdir. Çok günâhdır.
Kur’ân-ı kerîmi, güzel ses ile, Allahdan korkarak ve hüzn ile okumalıdır.
Kerderî, (Bezzâziyye fetvâsı)nda diyor ki, (Tegannî ile, sarkı söyler gibi Kur’ân okuyana
sevâb verilmez). Sûre veyâ âyet okumaga baslarken E’ûzü okumak vâcibdir.
Fâtiha okumaga baslarken Besmele okumak da vâcibdir. Diger sûrelere baslarken
Besmele okumak sünnetdir. Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Kur’ân-ı kerîmi tecvîd
bilgisine uyarak okuyunca, her harfine yirmi sevâb verilir. Tecvîde uymazsa, on sevâb
verilir). Bir âyeti ezberledikden sonra unutmak, en büyük günâhlardandır.
(Kur’ân-ı kerîm okunan evden, Arsa kadar nûr yükselir) hadîs-i serîfdir. Ebû
Hüreyre “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Kur’ân okunan eve, bereket, iyilik gelir.
Melekler oraya toplanır. Seytânlar oradan kaçar). Kur’ân-ı kerîmi dinlemek çok
sevâbdır. Hadîs-i serîfde, (Insanın dinledigi bir âyet, kıyâmetde kendine nûr olur)
buyuruldu. Kur’ân-ı kerîm okumagı geçim vâsıtası yapmamalıdır. Hadîs-i serîfde,
(Kur’ân-ı kerîm okuyunca, Allahü teâlânın rızâsını ve Cenneti isteyiniz! Dünyâlık
istemeyiniz! Bir zemân gelir ki, hâfızlar, Kur’ân-ı kerîmi, insanlara yaklasmak
için vâsıta yaparlar) buyuruldu.
(Sir’a)da diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi kırk günde hatm etmek, ya’nî basından
sonuna kadar okumak müstehâbdır. Üç günden önce hatm etmek câiz degildir.
Hatm sonunda yapılan düâ kabûl olur. Hatm düâsında bulunmaga çalısmalıdır.
Hatm bitince, yeniden hatme baslamak niyyeti ile Fâtiha okumalıdır. Hadîs-i serîfde,
(Insanların en iyisi, hatmi bitirince, yeniden baslıyandır) buyruldu. (Kadîhân),
nemâzda kırâeti anlatırken diyor ki, Ramezânda ve baska zemânlarda cemâ’at
ile hatm düâsı yapmak mekrûhdur diyenler vardır. Sonra gelen âlimler ise iyi
olur dedi. Buna mâni’ olmamalıdır.)
(Tenbîh-ül-gâfilîn)deki hadîs-i serîfde, (Kur’ân-ı kerîm okuyanın ana-babası kâfir
olsalar bile, azâbları hafîfler) buyuruldu. Haberde bildirildi ki: (Cennet derecelerinin
sayısı, Kur’ân-ı kerîmin âyetlerinin sayısıncadır. Kur’ân-ı kerîmi hatm eden
kimse, bütün derecelere kavusur). (Künûz-üd-dekâ’ık)da yazılı, Taberânînin ve
Ibni Hibbânın bildirdikleri hadîs-i serîfde, (Kur’ân-ı kerîmi hatm edenin düâsı kabûl
olunur) buyuruldu. (Kitâb-üt-tibyân)da diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmin hatm edildigi
yere rahmet yagar. Hatmden sonra düâ etmek müstehabdır. Kur’ân-ı kerîm
– 1009 – Se’âdet-i Ebediyye 3-F:64
hatm olunurken toplanmak müstehabdır. Abdüllah ibni Abbâs hazretleri, hatm
okuyan kimsenin yanında adamını bulundururdu. Hatm bitecegi zemânı isitince,
kendi de hâzır olurdu. Enes bin Mâlik hazretleri, hatm etdigi zemân, çoluk çocugunu
toplayıp düâ yapardı. Hatm bitince, ikincisine baslamak müstehabdır. Hadîs-i serîfde,
(Ibâdetlerin en iyisi, hatm okuyup, bitince yenisine baslamakdır) buyuruldu).
(Hazînet-ül-esrâr)daki hadîs-i serîflerde, (Kur’ân-ı kerîmi hatm eden kimseye
altmısbin melek hayr düâ eder) ve (Hatm düâsı yapılan yerde bulunan, ganîmet
dagılırken bulunan kimse gibidir. Hatme baslanan yerde bulunan, cihâd eden
kimse gibidir. Ikisinde de bulunan, iki sevâba da kavusur ve seytânı rezîl eder) buyuruldu.
Sa’d ibni Ebî Vakkâs buyurdu ki, (Bir kimse, gündüz hatm okursa, melekler
ona aksama kadar düâ eder. Gece okunursa, sabâha kadar düâ ederler).
(Künûz-üd-dekâ’ık)da yazılı, Deylemînin bildirdigi hadîs-i serîfde, (Kur’ân-ı kerîmi
tecvîde uygun okuyana sehîd sevâbı verilir) buyuruldu.
Görülüyor ki, her âyetini okumaga ayrı sevâblar vardır. Kur’ân-ı kerîmin hepsini
hatm edene verilen sevâb, dahâ çokdur. Nemâz kılmak, oruc tutmak ve
Kur’ân-ı kerîm okumak ve zikr etmek, yalnız bedenle yapılan ibâdet oldukları için
bunları herkesin kendisi yapması lâzımdır. Baskasını vekîl edip yapdırmak câiz degildir.
Bunun için (Behcet-ül-fetâvâ)da diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi Fâtihadan baslayıp
Fil sûresine veyâ Ihlâs sûresine kadar okuyup, sonra olan birkaç sûreyi baskasına
emr edip okutsa, o da birinciye vekîl olarak kalan sûreleri okursa, Kur’ân-ı
kerîmi basından beri okumus olan, (Hatm) okumus olmaz. Bunlardan birisini
dinleyen kimseler, hatm dinlemis olmazlar. Hiçbiri hatm sevâbına kavusamazlar).
Okumus olanlar, sevâbını, meyyitlerin rûhlarına ayrı ayrı hediyye etseler veyâ birisi,
hepsi için hediyye etse, ya’nî hatm düâsı yapsa, okuyanlar da (Âmîn) deseler,
âyetlerin sevâblarının toplamı, meyyitlere de verilir. Fekat, hatm için va’d olunan
sevâba kavusamazlar. Bir hatmi, yalnız bir kisinin okuması ve sevâbını, bunun bagıslaması
lâzımdır. Meyyit için, çesidli kimselerin sessiz olarak çesidli cüz’ler
okuyup, Kur’ân-ı kerîmi hatm etmeleri ve herbirinin okudugunun sevâbını ölünün
rûhuna göndermeleri veyâ birinin hepsi için hediyye etmesi, ya’nî hatm düâsını yapması,
okuyanların da (Âmîn) demeleri câiz olur ve çok fâideli olur. Fekat, bu sûretle
hatm sevâbı hâsıl olmaz. Hatmi bir kisinin okuması veyâ bir kisi, evvelce okumus
oldugu hatmin sevâbını hediyye etmesi lâzımdır. Secde âyetini okumak da böyledir.
(Dürr-ül-muhtâr) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Birkaç kisiden
herbiri, secde âyetinden birer kelime okusalar, bunu isitenlere tilâvet secdesi
yapmak lâzım olmaz. Çünki, secde âyetini bir kisi okuyunca, bunu isitenlerin
secde yapması vâcib olur). Çesidli kimselerin okudukları kelimeler toplanarak, bir
kisi bütün âyeti okumus gibi yapılamaz. Çünki, Kur’ân-ı kerîm okumak için, kimse
baskası yerine vekîl yapılamaz.
(Hülâsat-ül-fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmin
hatmi sonunda, ayrıca üç Ihlâs okumagı, Irâk âlimleri iyi bulmamıslardır).
Ibni Âbidîn buyuruyor ki, (Mevtâ, Cum’a günü kabrini ziyâret edeni tanır.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” her sene Uhud dagındaki sehîdleri ziyâret
edip, (Esselâmü aleyküm bi-mâ sabertüm fe-ni’me ukbeddâr) okurdu. Hâcılar
burasını persembe, sabâh erken ziyâret edip, ögle nemâzını (Mescid-i Nebî)
de kılmalıdırlar. Uzak kabrleri ziyâretin mendûb oldugu buradan anlasılmakdadır.
Halîl-ür-rahmân, seyyid Ahmed-i Bedevî gibi Evliyâ bunun için ziyâret
edilmekdedir. Imâm-ı Gazâlî diyor ki, hadîs-i serîfde, (Üç mescidden baska mescidlere
ziyâret için gidilmez) buyuruldu. Çünki, baska mescidlerin fazîletleri birbiri
gibidir. Fekat, Evliyânın Allahü teâlâya kurbları hep bir degildir. Ziyâret
edenler, herbirinden baska baska fâidelere kavusurlar. Ibni Hacer fetvâlarında, günâh
isliyenler bulunsa da, (Kurbet)leri terk etmemeli, gitmeli, bid’at isliyenler görülürse,
onlara mâni’ olmalıdır buyurdu. Cenâzede bulunmak da böyledir). Hâfız
– 1010 –
Ahmed ibni Teymiyye, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” rûhuna, ancak
islâmiyyetin izn verdigi sey, meselâ, salevât ve ezân düâsı okunur. Kur’ân-ı
kerîm okunamaz dedi ise de, (Fetâvâ-i fıkhiyye) kitâbında buyuruyor ki, sevâb hediyye
etmek için, izn lâzım degildir. Nitekim, Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü
anhümâ”, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” için, vefâtından sonra, ömre
yapdı. Hâlbuki, ömre yapmasını vasıyyet etmemisdi. Bunun gibi, Ibnül-muvaffık,
Cüneyd-i Bagdâdî için yetmis hac yapdı. Ibni Serrâc, Peygamberimiz “sallallahü
aleyhi ve sellem” için, onbinden fazla hatm okudu ve kurban kesdi. (Fetâvâ-
i hadîsiyye) sâhibi buyuruyor ki, ümmetin hediyyeleri sebebi ile Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” derecesi yükselir. Nitekim, kendisi, (Yâ Rabbî! Ilmimi
artdır!) diye düâ buyururdu.
Kabr ziyâret ederken, kabr üzerinde oturmak, uyumak mekrûhdur. Mezârlıkdaki
yolu, kabrler üzerinde, sonradan yapılmıs zan eden kimse, bu yoldan geçmez.
Bir kabre Kur’ân-ı kerîm okumak için, yanındaki eski kabrlerin üstüne basmak ve
oturmak îcâb ederse, mekrûh olmaz. Yeni kabr üzerine, yine oturulmaz.
Mezârlıkdaki yesil otları, dalları koparmak da mekrûhdur. Kuru otları koparmak
câizdir. Kabr üzerine çiçek ve agaç dikmek meyyite fâidelidir, iyidir. Buna verilecek
parayı, nemâz kılan fakîre sadaka vermek dahâ iyidir.
(Fetâvâ-ı Hindiyye)de, Kerâhiyyet kısmının onbirinci bâbında diyor ki, (Kabristânda
bulunan agaç, orası kabristân yapılmadan evvel yetismis ise, toprak sâhibinin
mülkü olur. Agacı ve meyvelerini diledigine verir. Sâhibsiz toprak olup, halk
tarafından kabristân yapılmıs ise, agaçlar, meyveler ve toprak, önceden gelen
âdete göre kullanılır. Agaçlar, kabristân yapıldıkdan sonra yetismis ise, bunları diken
ma’lûm ise, o kimsenin mülkü olurlar. Bunları ve meyvelerini fakîrlere sadaka
verir. Agaçlar, kendiliklerinden yetismis iseler, diken kimse bilinmiyorsa, hâkimin
karârı ile amel olunur. Isterse, satdırıp, parasını kabristânın ihtiyâclarına sarf
etdirir. Sehrde olsun, köyde olsun, agaçdan sokaga düsmüs, ceviz gibi çürümiyen
meyveleri, sâhibinin izn vermis oldugu haber alınırsa, alıp yimek câiz olur. Çürüyecek
meyve ise, sâhibinin yasak etdigi bilinmedikce alıp yinilebilir. Alıp, evine
götürmek câiz degildir. Nehrin götürdügü meyveleri, tahta parçalarını alıp toplamak
câizdir. Sokakda çesidli yerlerden toplanan ceviz dâneleri, satılabilecek mikdârı
bulsa dahî, halâl olur. Hepsini birlikde, bir yerde bulursa, (lukata) olur).
Vakf kabristândaki agaçlar, meyveler, vakfın sartına göre kullanılır. Sartı bilinmiyorsa,
hâkimin karârı ile amel olunur. (Hindiyye)de ve (Kâdîhân)da, lukata ve vakf
bahsleri sonuna bakınız!
Cenâzeyi gündüz gömmek müstehab olup, gece gömmek de câizdir.
Kemikleri kırmak, açıkda bırakmak, yakmak, diriye oldugu gibi, ölüye de eziyyet
verir, harâmdır. Zimmînin, ya’nî gayr-i müslim vatandasların da kemiklerini kırmak,
yakmak câiz degildir. Çünki bunları, diri iken incitmek harâm oldugu gibi, ölülerini
de incitmek câiz olmaz. Ehl-i harbin kabrini açmak câizdir. Onların ölüsünü
de yakmak câiz degildir. (Kâmûs-ül-a’lâm)da diyor ki, (Hindistânda, Berehmen
kâfirleri, mevtâlarını Ganj [Kenk] nehrine atıyorlar. Timsahlar parçalıyor, yiyorlar.
Pis kokular ve kolera gibi, sârî hastalıklar hâsıl oldugundan, ma’bedlerinde yakıp,
küllerini bu nehre atmaga basladılar.) Abdül’Azîz Dehlevî “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, Abese sûresinin tefsîrinde diyor ki, (Allahü teâlâ, meyyitin topraga gömülmesini
emr eyledi. Hindû kâfirleri ölülerini yakıyorlar. Ölü yakılınca, beden gözden
gayb oluyor. Rûhun beden ile baglılıgı hiç kalmıyor. Ölü gömülünce, rûh bedene
ve bedenin bulundugu mezâra baglı kalır. Rûhun baglı bulundugu belli yer
olur. Insanlar burasını ziyâret ederek, rûhları meyyitin rûhu ile tanısırlar. Fâidelesirler.
Okunan âyetlerin, düâların ve sadakaların sevâbları rûha kolay vâsıl olur.
Dirilerin de, Evliyânın, sâlihlerin rûhlarından istifâdeleri kolay olur). Bundan
sonraki, altmısıncı maddede, bu konu dahâ genis açıklanmısdır.
– 1011 –
Meyyit için gözyası ile aglamak câizdir. Sesle aglamak, meyyite azâb yapar.
Meyyitin basına, kefenine (ahdnâme) yazmak, ya’nî dîni, îmânı bildiren yazı, düâ
ve sûreler yazmak ve yazılı kâgıd veyâ baska sey koymak fâideli olur diyen âlimler
var ise de, meyyitin kanı, irini ile bulasacagı için câiz degildir. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında yazıldıgı bildirilmemisdir. Paraların, câmi’
mihrâbının, dıvârlarının ve yerdeki halıların üzerine Kur’ân-ı kerîmi ve Allahü
teâlânın ismlerini yazmak câiz olmadıgı gibi, mezâra koymak da, elbet câiz olmaz.
Çünki, buraya yazmakda, hurmetsizlik ve hakâret dahâ çokdur. Meyyitin alnına
ve gögsü üzerine kalem ile yazmayıp, gaslden sonra parmak ile, Kelime-i tevhîd
ve Besmele yazar gibi yapmak câizdir.
Gönlüm nûru, feyz kaynagım, oldu bizden irak,
zulmet-i hicrânda kaldı rûhum pür iftirâk.
Göz yumup dâr-ı fenâdan bas açık, çıplak endâm,
can atıp dâr-ı bekâya eyledi azm-i hirâm.
Etdi ol sabî, genc gibi, zîr-i zemînde durak,
söylerim alevlenince canda nâr-ı istiyak.
Hasret kaldım, hep karardım, oldum nûrumdan cüdâ,
feyz kaynagım, el-vedâ’, âh el-vedâ’, âh el-vedâ’.
Ugrayıp bâd-i hazân, gitdi bizden ol bî-bedel,
sohbetine mahrûm kaldım, götürdü bir soguk yel.
Uçdu çün ol rûh-ı ma’sûm, bizlere verdi melel,
kapdı nâ-geh ol kuzuyu sürüden gürk-i ecel.
Gam çölünde vâlüh-ü hayrân kaldım pür kesel,
dâr-ı ukbâda hasr ede onu bizle Lem-yezel.
Nûr haznesi, mahmel-i tâbûta olunca sürûr,
menzil-i aslına azm etdi o rûh-ı pür-nûr.
Kaldı dil, râh-i felâket içinde bî-kes-ü zâr,
âtes-i hasret yakıp etdi vücûdüm hâk-i sâr.
Netdigim, ne söyledigim bilmezem mecnûn gibi,
gözlerim yası akar, selle olur bî-ihtiyâr.
Zilhicce baslamısdı, giydi kefen ihrâmını,
dedi lebbeyk, isitince ecelin peygâmını.
Bakmadı dünyâ-yı denîye, fehm etdi encâmını,
sa’y edip, kurb-i hudâda eyledi bayrâmını.
Dilerim Safâ üzre bula Hakkın in’âmını,
cânını kurban edip, nûs etdi mevtin camını.
Hâfız-ı Kur’ân olmusdu oniki yasındayken,
sâfi’î Zinnûreyn Osmân, yoldası gılmân ola,
Hem de o yasda kavusdu bir Velî nazarına,
bag-ı Cennetde makâmı ravda-i Rıdvân ola.
Sohbeti olmadıkca, dünyâ bana zından ola,
kabri içre mûnisi îmân ola, Kur’ân ola.
Kabr-i pâkin her Cum’a varıp ziyâret edelim,
meshedi tâsına yüz sürüp, kanâ’at edelim.
– 1012 –
Kur’ân-ı kerîmi rûh-ı pâkine tilâvet edelim,
rûz-u seb hayr ile yâd etmegi âdet edelim.
Îs-ü nûsundan fânî dehrin ferâgât edelim,
çünki takdîr-i Hudâdır buna itâ’at edelim.
Siddetli ecel rüzgârı buldu, o körpe dalı,
kara toprak aldı altına o feyz menba’ını.
Agla ey Dâ’î kaçırdın kalbinin devâsını,
Resûlullahdan gelen silsilenin halkasını.
Göz yasların gam degil, yıkarsa dehrin çarkını,
diyelim hasretle her ân, âh ölüm târîhini (1057).
Hasret kaldım, hep karardım, oldum nûrumdan cüdâ,
feyz kaynagım, elvedâ’, âh elvedâ, âh elvedâ’.
[Yukarıdaki si’r Nevha-tül-ussakdan alınmısdır.]
Devâmı 1038. ci sahîfededir.
60 — KABR ZIYÂRETININ FÂIDESI
Mezhebsizler, ölüden fâide ve zarar gelmez diyorlar. (Feth-ul-mecîd) kitâblarının
ikiyüzdoksandokuzuncu sahîfesinde, (Allah, takvâ sâhibi olan mü’min kullarının
elinde kerâmet hâsıl eder. Onların düâsı veyâ sâlih amelleri ile kerâmet hâsıl
olur) diyor. Besyüzüncü sahîfesinde, (Peygamberden veyâ sâlih olan her
mü’minden diri iken düâ istenebilir. Fekat, ölüden düâ istenmez. Ölüye düâ edilir)
diyor. Ikiyüzsekizinci sahîfesinde, (Ölüden birsey, yardım istemek sirkdir.
Ölü, fâide ve zarar yapmaz. Allahdan sefâ’at istiyemez. Ondan sefâ’at istiyen
müsrik olur) diyor. Dörtyüzseksenbesinci sahîfesinde, (Kabr ziyâret edilir. Ölüye
düâ edilir. Simdi müsrikler bunu tersine çevirdi. Kabrlere tapıyorlar. Ondan düâ
istiyorlar. Ondan yardım bekliyorlar. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Medîne
kabristânına geldi. Kabrlere karsı durup, (Esselâmü aleyküm yâ ehlel-kubûr!
Allah, bizi ve sizleri magfiret etsin! Siz önce gitdiniz. Biz sonraya kaldık) dedi. Ümmetine
de, böyle ziyâret yapmalarını bildirdi) diyor. Hemen sonra da, (Selef-i sâlih,
Resûlullahı ziyâret ederdi. Selâm verdikden sonra kabre arkasını dönüp, kıbleye
karsı düâ ederdi. Dört mezhebin imâmları böyle bildirdi) diyor. Ikiyüzyetmisikinci
sahîfesinde, (Evliyâdan diri iken de, öldükden sonra da yardım istiyorlar.
Kerâmet olarak fâide ve zarar yapacaklarına inanıyorlar. Bunun gibi taskınlıklar,
Allahdan baskasına ibâdet etmekdir) diyor. Ikiyüzellisekizinci sahîfesinde, (Her
nerede bana salevât okursanız, bana bildirilir. Nemâz kılmak için mescide girenin,
selâm vermek için Resûlullahın kabrine gelmesi yasakdır. Eshâbdan kimse, selâm
vermek için Peygamberin kabri önünde durmadı) diyor. Görülüyor ki, kitâbın yazıları
birbirini tutmamakda, dört mezheb imâmlarına da “rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecma’în” iftirâ etmekdedir.
Mezhebsizlerin bu yalanlarına karsı Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ
aleyhim ecma’în” vesîkalarla, misâllerle cevâb verdiler. Âlûsî bile (Gâliyye) kitâbında,
(Kabrim yanında salevât okuyanı isitirim. Uzakda okuyanları, melek bana
haber verir) hadîsini bildiriyor. (Câmi’u-kerâmât-il-evliyâ)dan alınan asagıdaki yazıları,
anlayıslı ve insâflı olan, okuyunca, yapıcı ile yıkıcıyı kolayca ayırabilir:
Fahr-üd-dîn-i Râzî, tefsîrinde, Sûre-i Kehfde diyor ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın cenâzesini,
vasıyyeti üzerine, Resûlullahın kabri yanına getirdiler. Selâm verip, kapına
gelen Ebû Bekrdir yâ Resûlallah dediler. Türbenin kapısı açıldı. Içerden (Sevgiliyi
sevgilinin yanına koyunuz!) sesi isitildi. Beyhekî, Abdüllah-i Ensârîden bildiriyor
ki: Sâbit bin Kays, Yemâme cenginde sehîd oldu. Kabre korken, (Muham-
– 1013 –
medün resûlullah ve Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-i sehîd ve Osmân-ı rahîm) sesini
duyduk. Ebû Nu’aym ve Ibni Asâkir bildiriyorlar ki, (Bir sapık, hazret-i Hasenin
kabri üzerine pisledi. Hemen deli oldu. Sonra öldü) Beyhekî ve Vâkıdî bildiriyorlar
ki, Fâtıma-i Huzâ’ıyye, hazret-i Hamzanın kabrini ziyâret etdi. Selâm
verince, (Ve aleyküm selâm) denildigini isitdi. Seyh Mahmûd-i Kürdî, hazret-i Hamzanın
kabrini ziyâret edip selâm verince, kabrden (Ve aleyküm selâm. Oglunun ismini
Hamza koy!) sesini isitdi. Evine gelince, oglu oldu. Adını Hamza koydu.
(Üsüd-ül-gâbe)de diyor ki, Resûlullahın kölesi Sefîne gemide idi. Gemi batdı. Bir
tahtaya sarıldı. Dalgalar sâhile getirdi. Karaya çıkınca, bir arslan gördü. (Ey arslan!
Ben Resûlullahın kölesi Sefîneyim) dedi. Arslan, koyun gibi, Sefîneyi yola kadar
götürdü. Kuyrugunu sallayıp vedâ’ etdi. Ibni Mende, Talha bin Ubeydüllahdan
haber veriyor: Talha, bir gece, Abdüllah bin Amr bin Hirâmın kabrini ziyâret
etdi. Kabrden Kur’ân sesi isitdi. Gelip Resûlullaha söyledi. (O Abdüllahdır. Allahü
teâlâ, sehîdlerin rûhlarını Cennete koyar. Her gece rûhları bedenleri ile bulusur.
Sabâh olunca, yine Cennetde olurlar) buyurdu. Beyhekî, Sa’îd bin Müseyyibden
haber veriyor ki, hazret-i Alî ile Medîne kabristânına geldik. Selâm verip,
(Hâlinizi bize bildirir misiniz? Yoksa, biz mi hâlimizi haber verelim?) dedi. Bir ses
isitdik: (Ve aleykesselâm yâ Emîr-el mü’minîn. Bizden sonra olanları sen söyle!)
dedi. Ibni Ebiddünyâ diyor ki, hazret-i Ömer kabristâna gelip selâm verince, (Yâ
Ömer! Dünyâda yapdıklarımızın karsılıgını bulduk) sesi isitildi. Ibni Asâkir diyor
ki, hazret-i Ömer, bir gencin kabri yanına gelip selâm verdi. (Allahdan korkarak
harâmdan sakınan için iki Cennet vardır) dedi. Kabrden bir ses gelip, (Yâ Ömer!
Rabbim bana iki Cenneti de ihsân eyledi) dedi. Sehâvî diyor ki, bir kimse, Amr ibni
Âs hazretlerinin kabrini ziyârete geldi. Orada duran birine kabrin yerini sordu.
O da, ayagını uzatarak gösterdi. Ayagına felc gelip yürüyemedi. Beyhekî, Ya’lâ bin
Mürreden haber veriyor: Ya’lâ, Resûlullah ile bir kabr yanına geldi. Kabrde azâb
oldugunu isitip, Resûlullaha haber verdi. Resûlullah, (Ben de isitdim. Söz tasıdıgı
ve üzerine idrâr sıçratdıgı için, azâb yapılmakdadır) buyurdu.
Büyük islâm âlimi Ahmed bin Süleymân bin Kemâl pâsa “rahmetullahi aleyh”
hazretlerinin [934] hicrî yılında yazdıgı kırk hadîs-i serîf, [979] yılında, seyyid pîr
Muhammed Nitâî “rahmetullahi teâlâ aleyh” tarafından türkçeye çevrilmisdir.
[1316] da Istanbulda basılan bu tercemenin onsekizinci hadîs-i serîfinde, (Bir isinizde
sasırırsanız ölmüslerden yardım isteyiniz!) buyuruldu. Seyh-ul-islâm Ahmed
efendi, bu hadîs-i serîfi açıklarken diyor ki:
Rûhun bedene baglanması, kuvvetli bir ask ile olmusdur. Insanın ölmesi, rûhun
bedenden ayrılması demekdir. Fekat, rûh ayrıldıkdan sonra, bu askı bitmez. Rûhun
bedene olan sevgisi, kuvvetli çekmesi, öldükden sonra, uzun zemân bitmez.
Bunun içindir ki, ölülerin kemigini kırmak, mezârı üstüne basmak yasakdır.
Bir insan, kuvvetli, olgun ve te’sîri çok olan bir zâtın mezârı yanında durup, o
topragı ve o zâtın bedenini düsünse, o zâtın rûhunun, bedenine ve dolayısı ile, o
topraga baglılıgı oldugundan, bu iki rûh karsılasır. Gelen insanın rûhu, o zâtın rûhundan
çok seyler edinir ve güzellesir, olgunlasır. Iste bu fâideden dolayı, kabr ziyâretine
izn verilmisdir. Bundan baska sebebler de yok degildir. Imâm-ı Fahreddîn-
i Râzî “rahmetullahi aleyh”, (Metâlib-i âliyye) ve (Zâd-ı Me’âd) kitâblarında
diyor ki, (Gelen insanın rûhu ile, kabrdeki zâtın rûhu, birer ayna gibidir. Birbirinin
karsısına gelince, herbirinin ısıgı, ötekinde aks eder, yansır. Gelen kimse, o topraga
bakıp, Hak teâlânın büyüklügünü, öldürmesini, diriltmesini düsünüp, kazâ ve
kaderine râzı olup, nefsi kırılırsa, rûhunda ma’rifet, feyz hâsıl olur. Bunlar, o zâtın
rûhuna sirâyet eder. Bunun gibi, o zât, öldükden sonra, rûh âleminden ve
rahmet-i ilâhîden ona gelmis olan ilmler, kuvvetli eserler, onun rûhundan, gelen
insanın rûhuna sirâyet eder, geçer.)
(El a’lâm) kitâbının sâhibi diyor ki, Peygamberlerin rûhları “aleyhimüsselâm”
– 1014 –
göklerde ve diledikleri yerlerde ve kabrlerinde zuhûr eder. Kabrlerinde her ân bulunmadıkları
gibi, hep de ayrı kalmazlar. Kabrleri ile iliskileri ve o topraga ayrı bir
baglılıkları vardır. Bunun nasıl oldugu bilinemez. Bunun için, onları ziyâret etmek
müstehabdır. Her müslimânın rûhu ile kabri arasında, devâmlı bir baglılık vardır.
Kendilerini ziyâret edenleri anlarlar. Selâmlarına cevâb verirler. Bunun içindir ki,
hâfız Abdülhak-ı Isbîlînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Âkıbet) kitâbındaki hadîs-i
serîfde, (Bir mü’min, tanıdıgı bir mü’minin kabrine gelip selâm verince, onu tanır
ve cevâb verir) buyuruldu. Onsekizinci hadîs-i serîfin açıklaması temâm oldu.
(Râbıta-i serîfe) kitâbının [1324] hicrî yılında yapılan ikinci baskısının yirminci
sahîfesinde diyor ki, (Büyük bir zâtın kabrini ziyâret eden kimse, ona râbıta ederse,
ya’nî dünyâ islerini hiç düsünmeyip, kalbine hiçbirsey getirmeyip, o zâtın rûhunu,
his organları ile anlasılamıyan bir nûr farz ederek, bunu kalbinde bulundurursa,
o rûhdan, kendi kalbine birseyler akmaga baslar. O zâtın feyzlerinden bir
feyz ve hâllerinden bir hâl, kendinde hâsıl oluncıya kadar, bu nûru kalbinde saklamalıdır.
Çünki, Evliyânın rûhları, feyzlerin kaynagıdır. Kaynagı kalbine koyan,
bunun feyzine, ni’metine, bilinmeyen ihsânlarına elbette kavusur. Rûhu kuvvetlenir,
olgunlasır. Kabr yanına gelince, önce selâm verilir. Mezârın sag yanına,
ya’nî kıble tarafına, ayak ucuna yakın durur. Tanıdıgı gibi, seklini, sûretini hâtırına
getirir. E’ûzü ve besmele ile bir Fâtiha ve onbir Ihlâs okur. Sevâbını Resûlullah
efendimizin ve bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve Eshâb-ı kirâmın
ve Evliyâ-i izâmın “aleyhimürrıdvân” rûhlarına ve bu zâtın rûhuna hediyye eder.
Sonra oturur. Onun rûhunu, gönlünde bulundurur. Kalbinde birsey hâsıl oluncıya
kadar durur. Gelen kimse almasını bilir ise, o zât da vermege ehl, olgun bir Velî
ise ve sartları gözeterek beklerse, elbette birsey ele geçer. Bu sartlar, o zâtın kendisini
tanıdıgına, selâmını isitip cevâb verdigine, rûhunun, kâmil, olgun olduguna,
rûhunun bir zemâna ve yere baglı olmadıgına, nerede hâtırlarsa, orada imis gibi
feyz verecegine, Allahü teâlâ, feyzini, rûhun gıdâsını, onun rûhu ile gönderdigine
inanmakdır. Üzüm istiyen, baga gidip asmadan koparır. Erik agacına gitmez. Su
istiyen, kaynaga, çesmeye gider. Agaca veyâ sobaya gitmez. Bugday istiyen, tarlasını
sürer, eker, biçer. Çocuk istiyen, evlenir. Ilâc istiyen bir hasta, tabîbe ve eczâhâneye
gider. Bakkala, avukata gitmez. Kalbin gıdâsını, rûhun temizligini istiyen
de, Evliyânın “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” kalbine, rûhuna basvurur.
Allahü teâlâ, bu ni’metlerini, Evliyânın kalbinden göndermekdedir. Herseyi
yaratan, gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Fekat, herseyi belli bir sebeble göndermek,
Onun âdetidir. Onun ni’metine kavusmak istiyenin, Onun âdetine uyması, sebebi
arayıp, bulup, ögrenip, Onun sebebine yapısması lâzımdır. Sebebleri aramamak
ve ögrenmek istememek, Allahü teâlânın âdetini bozmak olur. Fen derslerini,
fen bilgilerini ögrenmek, Onun âdetine uymak, sebebleri ögrenmek demekdir.
Bir kabrden feyz almak için, o zâta karsı, diri imis gibi, edeb ve saygı göstermek,
kabri üzerine basmamak da lâzımdır. O zât, mürsid-i kâmil ise, kalbdeki nisbet, geç
hâsıl olup, uzun zemân kalır. Mürsid olmıyan Velî ise, hâsıl olan feyz ve nisbet, keskin
ve çabuk gelip geçici olur. Bu hâlleri bilmiyenler, yukarıdaki hadîs-i serîfe inanmaz,
mevdû’dur derler. Üsûl-i hadîs âlimleri, bir hadîsin sahîh olması için koydukları
sartları tasımıyan bir hadîse (Mevdû’) der ki, (Benim ictihâdıma göre sahîh olmamısdır)
demekdir. Hadîs degildir demezler.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin mubârek rûhundan feyz almaga
ermis olan bir zât, bulundugu yerden Ona teveccüh edince, Resûl-i ekrem
“sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin mubârek rûhu, Medîne-i münevverede
bulunan kabr-i se’âdetinden, bu zâta feyz verir. Bunun gibi, ehl olan, basarabilen
de, Evliyânın rûhlarından fâide görür.) Kırkıncı sahîfede buyuruyor ki, (Hanbelî
mezhebi âlimlerinden Semseddîn ibn-ül-Kayyım-ı Cevziyye (Kitâb-ür-rûh)
adındaki kitâbında diyor ki, (Rûhun bedendeki hâlinden baska hâlleri vardır.
– 1015 –
Mü’min öldükden sonra, rûhu, Refîk-i a’lâ denilen mertebede bulunur. Bedene ilgisi
de vardır. Bir kimse, mezârdaki bedene selâm verse, Refîk-i a’lâda bulunan rûhu,
bu kimseye selâm verir). [Mezhebsizleri red etmek için, Ibn-ül-Kayyımın bu
yazısı yetisir. Çünki, (Feth-ul-mecîd) kitâblarında, buna (Allâme) diyerek, yazılarını
sened olarak göstermekdedirler.] Imâm-ı Süyûtî de, (Kitâb-ül-müncelî)de,
Ibn-ül-Kayyım gibi yazmakdadır. [Rûhun isitdigi ve cevâb verdigi, Istanbulda
Hakîkat Kitâbevi tarafından müteaddid baskıları yapılan arabca (Minhâtül-vehbiyye
fî redd-il-vehhâbiyye) kitâbında ve bunun tercemesi (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının
(Müslimâna Nasîhat) kısmının 24.cü maddesinde yazılıdır.] Evliyâ vefât etdikden
sonra bir nev’ tesarrufa, is yapmaga sâhib olur demislerdir. (Muhtasar) kitâbının
sâhibi, Mâlikî âlimlerinden seyh Halîl “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki,
(Allahü teâlâ, Evliyânın rûhlarına öyle bir kuvvet verir ki, çesidli sekllerde görünebilirler.
Bedenleri mezârdan çıkmaz. Rûhları sekl alıp görünür).)
Alâüddevle Ahmed-i Semnânîden “rahmetullahi teâlâ aleyh” sordular ki, mezârdaki
beden rûhsuzdur. Isitmez. Rûh ise, mekânsızdır. Her yerde hâzır olabilir.
Evliyânın mezârına gidip, ziyâret etmege ne lüzûm var? Nerde olursa olsun, bir Velînin
rûhuna teveccüh olunursa, rûhu orada hâzır olmaz mı?
Cevâbında buyurdu ki, kabr basına gitmenin çok fâidesi vardır: Evliyâyı ziyârete
giden kimse, yolda hep onu düsünür. Ona teveccühü, her adımda artar. Mezâr
basına gelip, topragını görünce, hep onunla mesgûl olur. Teveccühü çok artar.
Teveccühü artdıkca, ondan fâidesi de artar. Evet rûhlar için bir mâni’, perde yokdur.
Onlar için, her yer birdir. Fekat, dünyâda iken, yıllarca berâber bulundugu ve
âhıretde sonsuz olarak berâber kalacagı beden, o toprakdadır. Onun için, rûhun
bu topraga ugraması, nazarı ve te’alluku, baglılıgı, baska yerlere olandan dahâ çokdur.
Alâüddevle diyor ki, birgün, Cüneyd-i Bagdâdînin “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”
vaktîle çile çekmis oldugu odaya girdim. Burada çok zevklendim. Sonra,
Cüneydin mezârına gitdim. Orada, önceki zevkı bulamadım. Sebebini mürsidime
sordum. O zevkler, Cüneyd sebebi ile mi hâsıl oldu? dedi. Evet dedim. Ömründe
birkaç gün kaldıgı yerde zevk hâsıl olduguna göre, senelerle birlikde bulundugu
bedeni yanına gidince, elbette dahâ çok zevk hâsıl olmak lâzım gelir. Belki,
mezârı basında baska seyleri görerek, ona teveccühün azalmıs olabilir dedi. Bir kimse,
kendi memleketinde iken, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” rûhâniyyetine
teveccüh ederse, fâide bulur. Fekat Medîne-i münevvereye giderse, Resûlullahın
rûhâniyyetinin, onun yolculugundan ve yolda çekdigi zahmetlerden haberi
olur. Oraya erisip, Ravda-i pâkini görünce, teveccühü tam olur. Fâidelenmesi
de öyle çok olur ki, memleketinde iken olan fâide, onun yanında hiç kalır. Evliyâ-
ikirâm, bu bildirdigimizi kalbleri ile duyarak anlamakdadır.
Celâleddîn-i Rûmî “kuddise sirruh”, son hastalıgında buyurdu ki, (Ben ölünce
üzülmeyiniz! Her yerde benimle olunuz, beni düsününüz! Imdâdınıza yetisir, size
yardım ederim. Rûhumun, bu dünyâda iki dürlü baglılıgı vardır: Biri, bedenime olan
baglılıgı, ikincisi, sizlere olan baglılıgı. Allahü teâlânın inâyeti ile, ferd ve mücerred
olunca, ya’nî rûhum bedenden ayrılınca, bedene olan baglılıgı da, size olur.)
Evliyânın büyüklerinden Abdüllah-ı Dehlevî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”,
(Mekâtib-i serîfe) kitâbının sekizinci mektûbunda buyuruyor ki, (Bâtındaki, ya’nî
kalbindeki nisbetin [baglılıgın] artmasına çalıs! Allah ismini, ba’zan da Kelime-i
tehlîli çok zikr ederek, ba’zan salevât okuyarak, Kur’ân-ı kerîm okuyarak, Allahü
teâlâya yaklasmaga ugras! Bu çalısmalarda gevseklik olursa, bu fakîrin rûhaniyyetine
teveccüh ediniz! Yâhud, Mirzâ Mazher-i Cân-ı Cânânın kabrine geliniz!
Ona teveccüh edince, çok terakkî edilir. Ondan hâsıl olan fâide, bin dirinin fâidesinden
dahâ çokdur. Gavs-üs-sekaleyn Abdülkâdir-i Geylânî ile ve Behâeddîn-i Buhârî
ile de murâkabe ediniz!) Sâlihlerin kabrlerini ziyâret ve bunlara tevessül ve
istigâse etmenin câiz oldugu, (Et-Tevessülü bin Nebî ve bis-sâlihîn) kitâbında
– 1016 –
ve mevlânâ Hamdullah Sehârenpûrînin (El-besâir-li-münkirit-tevessül-i bi-ehl-ilmekâbir)
kitâbında uzun yazılıdır. Bu iki kitâb 1395 [m. 1975] de Istanbulda arabî
olarak nesr edilmisdir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...