22 Ağustos 2013

20. EL-KABID,21. EL-BASIT,22. EL-HAFİD,23. ER-RAFİ,24. EL-MUİZ,25. EL-MUZİL,26. ES-SEMİ

20. EL-KABID..


Rızıkları belli bir ölçüye göre veren, ruhları kabzeden,[792] sıkan, daraltan. [793]
"Kabz" mastarından ism-i fail olup nimet ve rızıkları belli bir ölçüye göre veren, ruhları kabzeden demektir.
Esmâ-i Hüsnâ hadisinde "basit" ismi ile zikredil­miştir. [794]
"Allah (rızkı) kısar da, açar da. Hep ona döndü­rüleceksiniz." [795]

21. EL-BASIT..


Rızkı genişleten, ruhları bedenlere yayan,[796] açan, genişleten. [797]
"Bilâkis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi ve­rir." [798]
Rızkı tutup, ruhları alan ve rızkı genişleten Al­lah her türlü noksanlıklardan münezzehtir.
"Kabz" kelimesi "bast" kelimesinin zıddı olup, "bast" arapçada "genişletmek" manasına gelir. Onun "kabz" manasına alınması da mümkündür.
Allah (c.c), rızkı kullarından dilediğine bol bol verir. Sübhanehu Tealâ nefisleri sürür ve sevinçle genişletir.
Basit, hayattayken cesedlerde ruhları yayan öl­dükten sonra ise amelleri arzetmek için kalıplara ru­hu yayan demektir.
"Bast", lügatta yaymak, "baslatü" genişlik ma­nasına gelir. Basit, geniş demektir.
Basit, Allah'ın sıfatlarından bir sıfattır. Allah, bu sıfatının bir tecellisi olarak rızkı dilediğine genişletir. Yani çok bol rızık verir. Bu sıfat Kur'ân-ı Kerim'de fazla geçmemiştir. Sıfat fiil olarak Ra'd 13/26'da şöy­le geçmektedir.
"Allah rızkını dilediğine bollaştırır."[799]
Bütün varlık, Allahu teâlâ'nın kudret kabzasındadır. iste­diği kulundan, ihsan ettiği servet ve sâmânı, evlât ve ıyâli ya­hut hayat zevkini, gönül ferahlığını alıverir. O adam zengin­ken fakir olur, yahut evlât acısına boğulur, yahut iç sıkıntısı­na, ıztırap ve huzursuzluk içine düşer, işte bu haller El-Kâbıd isminin hükümleridir, istediği kuluna da yepyeni bir hayat verir, neş'e verir, rızk bolluğu verir; bu da El-Bâsıt isminin tecelliyâtıdır. Allah hakimdir, kuluna bâzan bast ile bâzan da kabz ile muamele buyurur. Bast ettiğinde de, kabz ettiğinde de hikmeti vardır. Hayat imtihandan ibarettir. Allah her kulunu bir çeşit imtihana tâbi tutar. [800]

Kula Yaraşan Şey:


Kabz vaktinde elden çıkan ni'metlerden dolayı hasbelbeşeriyye müteessir olsa bile, kendini şaşırmamak, (sabr) denilen fazileti bütün bütün kaybedecek derecede yerinmemek, bast vaktinde de şımarıp gurur ve heyecana kapılmamak, (şükr) denilen fazileti unutacak derecede sevinmemek ve bu hallerin hepsinin de Allah'ın takdiri ile Allah'tan geldiğini ve nice giz­li hikmetleri bulunduğunu düşünmek, her iki halde de gönlü­nü Allah'ın rızâsına ve hoşnutluğuna bağlayarak kulluk vazi­felerini yerine getirmekten uzaklaşmamaktır. Şu muhakkak­tır ki, taşkınlığa ve şaşkınlığa kapılmadan edebi gözeten, ciddî ve ağırbaşlı insanlar, Allah'ın yardımını ve muhabbetini kazanmış olurlar.
Tenbih: El-Kâbid ism-i şerifini tek olarak okumayıp El-Bâsıt ism-i şerîfiyle beraber okumak edebe muvafıktır.[801]

22. EL-HAFİD..


Alçaltan, zillete düşüren[802] Yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan. [803]
Allahu teâlâ, istediği kulunu yukarıdan aşağı alıverir. Şan ve şeref sahibi iken rezil ve rüsvây eder ve bu muamelesi çok defa, kendisini tanımayan, emirlerini dinlemeyen âsîlerle başkalarını beğenmiyen mütekebbirler ve hak, hukuk tanıma­yan zorbalar hakkında tecellî eder.
Allah'ın düşürdüğünü yine Allah'tan başka kimse kaldıra­maz. Eğer bunlar bu akıbetten uyanıp ta, Allah'a iltica ederek vaziyetlerini kurtarabilirlerse, bu muamele kendileri için bü­yük bir ni'met olmuş olur. Bir de bu kötü sıfatlarda onlara or­takken, henüz bu akıbete düşmemiş olanlar, bunlardan ibret alarak salâh-ı hâl peyda ederlerse, kendi menfaatları için bü­yük bir anlayış göstermiş olurlar. Çünkü bu kötü sıfatlar, in­sanı bu akıbete sürükleyici sebeplerdir. [804]

Kula Gereken Şey:


Bilmek lâzımdır ki, düşüren Allah'tır, fakat sebebi insanın kendisidir. Dikkat edilirse, düşenlerin uzun zamanlar bu kötü sıfatlarla haşir neşir oldukları görülür. Herkesin bildiği gibi maddî olsun, mânevi olsun yıkan ve yükselten sebeplerden her biri dâima ayni neticeyi verir ve hiç şaşmaz. [805]

23. ER-RAFİ..


Yücelten, izzet ve şeref veren, [806] yukarı kaldıran, yükselten. [807]
Bu iki sıfat birbirinin zıddı olduğu için ikisini birlikte incelemeyi uygun bulduk.
"Hafid", kafirleri ve facirleri alçaltan, "Rafı" mü'min salih kullarını yücelten ve yüce mertebelere erdiren demektir.
Kafirleri şekavetle alçaltan, zillete düşüren, mü'minleri mutlulukla yücelten, Allah'ı noksan sıfatlar­dan tenzih ederiz. Allah Sübhanehu Tealâ dostlarını kendisine yaklaştırmakla mertebesini yükseltir. Düş­manlarını ise uzaklaştırmakla alçaltıp, zillete düşü­rür.
Din gününün sahibi olan Allah, noksan sıfatlar­dan münezzehtir. Allah (c.c.) bir topluluğu cehenne­mine atmakla alçaltır ve zillete düşürür. Diğer bir kısmını cennetine koymakla yükseltir.
Mizan kendi yedi kudretinde olan hertürlü nok­sanlıklardan münezzeh olan Allah alçaltır ve yüksel­tir.
"Kıyamet koptuğu zaman, ki onun oluşunu yalanlayacak hiçbir kimse yoktur. O, alçaltıcı ve yükselticidir." [808]
Allahu teâlâ istediği kulunu indirdiği gibi, istediği kulu­nu da yükseltir. Şan ve şeref verir. Bâzı gönülleri îmân ve ir­fan ışığıyle parlatır, yüksek hakikatlerden haberdar eder. Bâzı gönülleri de gaflet ve cehaletle karartır. Onlar da alçaklık çev­relerinde mıhlanır kalır.
Allah'ın yükselttiği insanlar çok defa melek huylu, tatlı dilli, yemekten ziyâde yedirmekten zevk alan, temas halinde bulunduğu insanların ayıplarını, kusurlarını örtüp, eksikleri­ni tamamlayan, istihkak sahiplerine malıyla, bedeniyle, bilgisiyle, nasîhatiyle yardım eden, hakîkaten nâzik, kibar in­sanlardır. Onlar bu istikâmetten ayrılmadıkça Allah da kendi­lerinden bu ni'meti almaz.
Allah'ın itibardan düşürüp aşağılattığı kimseler yine çok defa mukaddesatını arka plânlara atarak geçici dünya zevkleri için yalan, binbir çeşit hile ve tezvir tuzakları kuran, birbiriy­le boğuşup çarpışan, haksız, utanmaz, kavgacı mahlûklardır. Bunların görünüşleri göz doldursa bile, gönülleri hakikî in­sanlık meziyetlerinden sıfır olduğu için kelp tabiatlıdır, in­sanlık mahfiline çıkacak kabiliyetleri yoktur. Yüzlerce insan bir masada tatlı tatlı sohbet ederek yemek yer, fakat iki köpek bir laşenin başında hırlaşır durur. însanı Allah'tan uzaklaştı­ran dünyalık da, bir laşedir. [809]

Kula Gereken Şey:


Allah insanlar içinde yükselmeğe lâyık olanları da bilir, olmayanları da. Bildiği gibi de yapar. Her işi hikmetli ve yerli yerinde olur. Bize düşen vazife, insanlığa yaraşmayan kötü­lüklerden kurtulmağa çalışmaktır. Ancak böylelerinedir ki, Allah yardım eder.
Tenbih: EI-Hâfıd ism-î şerifini tek başına okumayıp Er-Râfi' ism-i şerîfi ile beraber okumalıdır. [810]

24. EL-MUİZ..


Yücelten, izzet ve şeref veren,[811] izzet veren, ağırlayan. [812]

25. EL-MUZİL.


Alçaltan, zillet veren,[813] zillete düşüren, hor ve hakîr eden. [814]
Yine bu iki sıfatı daha iyi anlayabilmek için bir­birine zıt bu iki ismi birlikte inceleyeceğiz.
"De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğin­den geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Ger­çekten sen her şeye kadirsin." [815]
Muizz; sözlükte değerli ve şerefli olmak, güçlü, yenilmez, şeref ve güç manasına gelen "izzet ve izz" kökünden gelmiştir.
Muzill, izzetin zıddı olup zillet ve alçaklık olan zillet kökünden gelmekte olup zillet veren demektir.
Allah Tealâ, itaat edenlere itaatları karşılığı izzet ve şeref verir. Dostlarını koruyarak onları yüceltir. Sonra onları rahmeti ile mağfiret eder. Sonra onları hürmet evine nakleder ve onlara zatını ve cemalini göstererek ödüllendirir.
Allah (c.c.) dilediğini mal sahibi ve izzet sahibi kılar. Günah işleyerek asi olan günahkârları da zelil eder. Cenab-ı Hak, düşmanlarını kendisini tanımak­tan mahrum bırakmakla, onları haramlarıyla başbaşa bırakarak, sonra da onları dar-ı ukbaya o şekilde naklederek, onları rahmetinden terk ederek ve lanetiyle mukabelede bulunarak zelil eder.
Allah Tealâ'nın hor ve hakir ettiğini, kimse şe­refli ve aziz kılamaz. İzzet ve şerefe ulaştırdığını da bütün insanlar bir araya gelse zelil edemez.
Kim Allah'a itaat eder ve günahlardan kaçınırsa Allah onu yüceltir. İtaati devam ettiği müddetçe bu şeref onunla devam eder. Günaha daldığında ise Al­lah onu hor, hakir ve zelil kılar. O halde bir insan Al­lah'ın verdiği şerefle nasıl asi olabilir? Hayır bu mümkün değildir. Allah bundan dolayıdır ki izzeti taata bağlamıştır. İzzet, taat, nür ve perdenin kaldırıl­masıdır.
Hak Tealâ, zilleti masiyyete bağlamıştır. Zillet, masiyyet zulüm, Cenab-ı Hak'la kişi arasına perde indirmedir. [816]
İzzetin zıddı zillettir, izzet kelimesinde şeref ve haysiyet, zillet kelimesinde alçaklık mâ'nâsı vardır. Bunlar hep, Allahu teâlâ'nın mahlûkâtı üzerindeki tasarrufları cümlesindendir. Allah istediği kuluna izzet verir, o kul haysiyet ve vekar sahi­bi olur. Yalancılığa, samimiyetsizliğe tenezzül etmez. Evet o da bir insandır. Yemek, içmek, hayâtın her türlü zevklerinden faydalanmak ister, fakat onları hep doğru ve meşru yollardan temin etmeğe çalışır. Çünkü Allah, insanların arzu ettikleri zevklerin hepsi için kendi rızâsı ve müsâadesi içinde yollar göstermiştir. Kul, o yollardan başka türlüsüne, ölür de yine gitmez, çünkü izzet-i nefsi buna mânidir.
İzzet, kibirden başkadır, bunları biribirine karıştırmamalı. İzzet, bir insanın kendi haysiyetini tanıması ve onu fâni ni'metler için Allah'ın razı olmıyacağı yollara saparak hakare­te düşürmeyip kıymetli tutmasıdır. Kibir ise, insanın kendi­sini bilmemesi ve onu hakikî mevkiinin üstünde tutmasıdır. İzzet, Allah'ın verdiği bir şeref, bir irfandır. Fakat kibir bir maskaralık olduğundan, Müslümanlar için haramdır. Kibir, maskaralıktır diyoruz. Evet, çünkü azıcık fikir sahibi olan bir insan; yerin, göğün büyüklüğünü düşününce, üzerinde barındığımız koca dünyânın âlem içinde bir zerreden fazla olmadı­ğını anlar. Halbuki insan da o arzın üzerinde bir zerre kalıyor. Şu halde yere, göğe karşı bile büyüklenmek haddi değilken, onları yaratan Hâlık'a karşı kibir taslamağa kalkması, ne büyük cehalet ve ne hazin bir maskaralıktır!
İnsanlar içinde itibarsız, haysiyetsiz, zillet içinde yaşa­yanlar da vardır. Bunların gönülleri dünya hırsı ile yanıp tu­tuşmaktadır. Cimrilikleri yüzünden kendilerinden hayır gel­mez. Bunların şiarı, dünya menfaati için nefsini alçaltmak, yârın Hak'kın huzurunda yüzlerini kara çıkaracak çirkinlikle­re tenezzül etmektir. Hele iki günlük azığı bulunan bir Müslümanın dilenmesi, şunum yok, bunum yok diye önüne geleni rahatsız etmesi, zilletin en bariz örneklerindendir ve haram­dır. Hakikî bir Müslüman fâni ni'metlere düşkünlük yüzünden Allah'tan başkasına zillet göstermez ve tapınmaz. [817]

Kula Gereken Şey:


Zillet ve hakaretten kurtulmak, şerefli, haysiyetli ve kuv­vetli olmak istiyen bir kul bilmelidir ki, her türlü izzet ancak. Allah'ındır ve Allah'ın emrindedir. Bunun için izzet isteyen­ler, şuna buna taparak kendilerini zelil etmemeli, hepsini ge­çip Allah'a yükselmeli ve ancak Ondan istemelidir.
Bilindiği gibi her inkılâpta mühim değişiklikler olur. Bu arada birçok insanlar yukarıdan aşağıya düşer. Aşağıda görü­len birçok insanlar da yüksek mevki'lere çıkar. En büyük in­kılâp ise âhiret inkılâbıdır. Bu gün fakir ve zelil gibi görülen­leri Allah yarın kuvvetlendirip büyük büyük izzetlere erdirir. Zengin ve kavi sanılanları da zelil ve perişan eder. Mes'ul ol­mayız zannedenleri mes'ul eder. Uykudakileri uyandırır, ölüleri diriltir, Resulüne vâdettiklerini yerine getirir. O her şeye kadirdir. [818]

26. ES-SEMİ'


Her şeyî işiten, [819] iyî işiten. [820]
"O'nun benzeri olan hiçbir şey yoktur. O, işi­tendir, görendir." [821]
Sözlükte "Sem" işitmek, duymak gibi manalara gelir. Terim olarak "Allah Tealâ'nın işitilecek her şeyi tam olarak işitmesi" demektir. Sübhan, kullarının bütün dua ve niyazlarını işitir. Hiçbir nida onu meş­gul etmez. Birinin duasına icabet etmesi diğerinin dua ve isteğine icabet etmesine mani değildir.
Cenab-ı Hak, zorda kalan kimsenin duasına icabet eder ve kötülüğü kaldırır. İstiğfarda bulunan­ların günahını bağışlar. Sığınma anında tevbeye mu­kabelede bulunur. Özür dilendiğinde özre mukabelede bulunur.
Sübhan Tealâ, göğüslerdeki bütün gizlilikleri bi­lir. Bütün fısıltıları işitir. Yeryüzünde ve gökyüzünde hiçbir şey ona gizli kalmaz.
Her türlü noksanlıklardan münezzeh olan Allah her şeyi işiten, gören, kullarının davetine icabet eden her şeyi gözetendir. "es-Semiu"' işitme manasında icabet etmek demektir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.)
"Ey Allah'ım! İşitilmeyen duadan sana sığınırım" bu­yurmuştur. Yani "icabet edilmeyen duadan sana sı­ğınırım" demektir.
"Es-Semi" bir manası da kabul etmek demektir. Zira rükudan doğrulurken "Allah hamdeden kimseyi işitti" yani Allah hamd eden kimsenin hamdini kabul etti, demektir.
Resulullah (s.a.v.);
"Allah'ım! Dört şeyden sana sığınırım: Faydasız ilimden, huşu duymayan kalpten, doymayan nefisten, işitilmeyen (kabul olunmayan) du­adan" derdi.
Kur'an-ı Kerim'de, Allah'ın Semi' ismi 45 defa zikredilmiştir. Bunlar, Es-Semiu'1-alim, ve huve's-Semiu'1-alim, ve huve semiu'd-du'a, ve huve semiu'n-karib şeklinde geçmektedir. [822]
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
 "Allah herşeyi işiten ve herşeyi görendir." [823]
Allah Teâlâ Kur'an'da çoğu defa işitme sıfatı ile görme sıfatını birlikte zikreder. Bu iki sıfat işitme ve görmeye konu olan gizli ve aşikar herşeyi içine alır. Es-Semî', işitmesi işitilecek herşeyi kapsamına alan demektir. Allah Teâlâ ulvî ve suflî âlemdeki bütün sesleri gizlisiyle açığıyla hepsini işitir. O'na göre sesler arasında fark yoktur, sanki tek bir ses gibidir. Seslerin hiçbirisini diğerine karıştırmaz. Hiçbir lisan O'na gizli değildir, hepsine âşinâdır. Uzak, yakın, gizli, açık O'na göre müsavidir.
"Sizden sözü gizleyenle onu açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüzün yürüyen (O'nun ilminde) eşittir."[824]
"Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Allah işitendir, görendir." [825]
Hz. Aişe (r.a.) bu ayetle ilgili olarak  [826]şunları demiştir: İşitmesi bütün sesleri kuşatıcı olan Allah çok yücedir. Rasûlullah'a (s.a.v.) şikayet için gelen bu kadın konuşurken ben yan odada bulunuyordum ve sözlerinden bir kısmını duyamamıştım. Nihayet bu ayet nazil oldu.
Allah Teâlâ'nın işitmesi iki türlüdür:
Birincisi; açık ve gizli, alçak ve yüksek bütün sesleri işitmesidir. O'nun işitmesi bütün bunları tam olarak ihata eder.
İkincisi; dua eden, isteyen ve ibadet eden kimseleri işitip onlara icabet etmesi ve karşılıklarını vermesidir. Şu ayette buna işaret edilir:
"Şüphesiz Rabbim duayı işitendir." [827]
Namaz kılan bir kişinin rüku'dan doğrulurken söylediği "Allah kendisine hamdedeni işitir" sözünün anlamı "O'na icabet eder" demektir. [828]
Allahu teâlâ işitir. Yüreklerimizdeki sözleri, ellerimizin hafif dokunmasından husule gelen sesleri işitir. Mesafeler O'nun işitmesine perde olamaz. Kâinatın her noktasında işi­tilmek şânından olan her şeyi işitir. Birini işitmesi, ötekileri­ni işitmesine engel olamaz. Her hâdiseyi ayni derece açık ola­rak işitir.
İnsanlardaki işîtme sıfatı, Allahu teâlâ'nın işit­mesine benzemez. Evvelâ insanların işitmesi, görmesi de bir­çok şartlara bağlıdır, işitme cihazı dediğimiz kulaktaki bir ta­kım teşkilât, hava ve havanın ihtizazı gibi ki, bu şartlardan birine arız olacak sakatlık, işitme sıfatını derhal yok eder. Sonra bütün bu şartlar tamam olduğu takdirde de, ancak belli bir mesafe içindeki sesleri, sözleri işitirler. Onun dışındakileri değil. Daha sonra, işitilecek hâdisenin de belli bir ölçüye tâbi olması şarttır. Meselâ, işitme cihazının tahammül edemiyeceği kadar şiddetli gürültüler, kulak zarının patlamasına sebep olur. Allahu teâlâ'nın işitmesi hiçbir şarta, hiçbir kayda tâbi değildir. [829]

Mutlak Kemâl, İzafî Kemâl:


İşitme sıfatı bir sıfat-ı kemâldir. Çünkü bunun zıddı olan sağırlık bir kusur, bir eksikliktir. Fakat bilindiği gibi kemâl, iki türlüdür: Mutlak kemâl, izâfı kemâl. Mutlak kemâl kayıt­sız, hudutsuz, şartsız olmak lâzımdır. Meselâ, işitme sıfatı bir kayıt ile mukayyet, bir hudud ile mahdut, bir şart ile meş­rut bulunursa, o zaman mutlak değil, ancak nisbî ve izafî bir kemâl olur. Kâinatta bir lâhza içinde milyarlarca işitilecek hâdiseler vuku buluyor ve bu hâdiseler ezelden ebede kadar an­bean hiç kesilmeden değişip duruyor, işte bunlardan hiç birini kaçırmadan ve hiç biri ötekine mâni olmadan, hepsini birden aynı zamanda ve aynı vuzuhla işitip duran zât Semidir. Yoksa birini işitip, milyarlarcasından haberi bile olmayan değil. Fa­kat bir sıfât-ı kemâl olan işitme kuvvetinden, insanda velev ki, bir zerre olsun bulunduğu için, yine bir kıymeti vardır. Fa­kat bu kıymet, onun mutlak kemâle bir kılavuz olmasından­dır. Onunla asıl kemâle erilir. Eğer bizde bu kadarcık olsun işitme sıfatı bulunmasaydı, daha doğrusu Allahu teâlâ kendi kemâl sıfatını bize sezdirmek için, bizde bu sıfatın izlerini, nişanlarını yaratmış olmasaydı, Allahu teâlâ'nın Semî' sıfatı­nı anlamak için hiçbir yol bulamazdık da bu sıfât-ı ilâhiyye bize kapalı kalırdı. Bizdeki işitme kuvvetinin kıymeti, bu sıfât-ı ilâhiyyeye tercüman olmasından ve onu bize öğretmiş bulunmasından ötürüdür, işte bizim "Kemâlât" dediğimiz sı­fatların hepsinin de mâhiyeti budur. Onun için Esmâü'l-Hüsnâ'dan herhangi bir ismi (kemâl-i mutlak ma'nâsı mülâha­za olunarak) mahlûka söylemek, hem şirk koşmak, hem yalancılık etmektir. Allah'ın hiçbir isminde hakîkî ma'nâsiyle ben­zeri yoktur, insanlardaki bütün kemâlât hakikî kemâl değildir, mecazdır, yani yoldur. Onunla hakikate geçilir, [830]

Kula Gereken Şey:


Mahlûkâtta görüp te bir kemâl sandığı herhangi bir ma'nâya bağlanıp ta ona kul ve köle olmamalı. Belki ondan derhal Allahu teâlâ'nın nâ'mütenâhî kemâl ve cemâline is­tidlal ederek bütün varlığıyle O'na bağlanmalı ve ancak O'na kulluk etmelidir. [831]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...