07 Nisan 2013

Hunlar (Asya ve Avrupa Hunları)





Hunlar (Asya ve Avrupa Hunları)

Türk devlet ve topluluklarının varlığı, aynı zamanda onların büyük bir tarihe ve kültüre de sahip olduklarının açık bir delilidir. Her ne kadaryaşanılan topraklar çok geniş ve dağınık gibi görünüyorsa da, aslında bütün Türk kavim ve
topluluklarını birbirine bağlayan ortak bir tarih ve kültür daima var olmuştur. Dolayısıyla, Türk tarihini
bir bütünlük içerisinde ele almak ve değerlendirmek şarttır. Bu açıdan değerlendirildiğinde kurulan
her Türk devleti birbirinin devamından ibarettir. Ayrı coğrafya veya zamanda ortaya çıkmış olsalar
veya ayrı medeniyet dairesinde yer alsalar bile, 

Türk tarihinin, anlayışının ve yaşayışının ortak
değerlere sahip olduğu unutulmamalıdır. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanlığı forsunda
ifade edilen ortadaki güneş (Türkiye Cumhuriyeti) ve çevresinde halka oluşturan 16 yıldız (tarihte
kurulmuş olan Türk devletleri), bu birliği sembolize etmektedir. Elbette Türklerin kurduğu devlet
sayısı 16 değildir. Türkler tarih boyunca irili ufaklı yüzü aşkın devlet kurmuştur. Hatta
cumhurbaşkanlığı forsunda belirtilen Türk devletlerine ait bazı bayraklar, tarihî kayıtlarda geçen bazı
işaretlerden yola çıkılarak çizilmiş, sembolik bayraklardır. Ancak asıl önemli olan husus bu devlet ve
bayraklarla ifade edilen "tarih ve kültür birliği"nin devletimiz tarafından resmen kabul ve teyit
edilmesidir. Aşağıda, aralarında 16 Türk devletinin bulunduğu, tarihî silsile içerisine yaşamış ilk Türk
devletleri ve toplulukları özetlenmiştir.

ASYA HUNLARI

Ana vatan coğrafyası içerisinde kurulan ilk büyük Türk Devleti Hun Devletidir. Çin kaynaklarında
Hiung-nu diye adlandırılan Hunlar ile ilgili ilk bilgiler M.Ö. I. bin yıllarına kadar çıkmaktadır. Ancak
Çin kaynaklarındaki bilgiler, Hunların güçlenmeleriyle birlikte M.Ö. IV. yüzyılın sonlarına doğru
artmaktadır. Bu tarihlerde Hunlar, Ötügen merkez olmak üzere Orhun bölgesi ve Altay dağları
civarında oturuyorlardı.

M. Ö. III. yüzyılın ikinci yarısına doğru Hiung-nu yani Hun boylarının Çin üzerindeki baskıları iyice
artırmıştır. Çinliler, kuzeyden gelen saldırılara karşı, çok eski devirlerden itibaren kuzey sınırı
boyunca savunma duvarları yapmaya başlamışlardı. Nihayet artan Hun saldırılarına karşı, sınırdaki
bu duvarların birleştirilmesi M.Ö. 214 yılında tamamlanmış ve meşhur Çin Seddi ortaya çıkmıştır.
Hunların bilinen ilk hükümdarı, Şanyü ûnvanını taşıyan, Tuman (Teoman)dır. Hunlar, Tuman
zamanında güçlü bir siyasî birlik olarak ortaya çıkmışlardır. Tuman, oğlu Mete ile giriştiği siyasî
mücadele neticesinde ortadan kaldırılmıştır (M.Ö. 209). Çin kaynaklarının Mete (Mao-tu) adını
verdikleri bu büyük hakanın adının Türkçe karşılığının, Bagatur veya Bahadır gibi bir ad olduğu
sanılmaktadır. Mete, Hun tahtının meşru varisi olmasına rağmen, üvey annesinin kışkırtmasıyla,
babası tarafından Hunların düşmanı olan Yüeçilere rehin olarak verilmişti. Buradan kaçmayı başaran
Mete, babasına karşı mücadeleye girişti.

Demir bir disiplin altında yetiştirdiği ordusuyla babasını yenerek ortadan kaldırmıştır. Böylece
M.Ö.209 yılında Hun çağının en parlak devri olan Mete devri de başlamış oluyordu. Bu tarihî olay
"Oğuz Kağan Destanı"nda, Oğuz Kağanın babasıyla yaptığı mücadeleye ilham olmuştur.
Devleti yeniden teşkilâtlandıran Mete, doğudaki Moğol-Tunguz kabileleri birliği Tung-hular'ın ısrarlı
toprak taleplerine savaş ile karşılık verip onları perişan ettikten sonra, güney-batıya dönerek, İpek

Yolu'na hâkim durumdaki Yüeçiler üzerine yürüdü. Yüeçileri daha batıya sürdü. Ardından Çin
topraklarına giren Mete, Çin İmparatoru Kao-ti'nin 320 binlik tamamı piyadelerden oluşan ordusunu,
Turan taktiği ile çember içine aldı. İmparator, ancak Hunların bütün şartlarını kabul ederek kendisini
ve ordusunu kurtarabilmiştir(M.Ö.201) Yapılan anlaşmaya göre Çin İmparatoru, Hunların yaşadığı
bütün toprakları Hun devletine bırakmayı, yıllık vergi yanında yiyecek ve ipek vermeyi kabul etmek
zorunda kalmıştır.

Bir süre sonra Mete, Isık göl etrafında oturan Vusunları hâkimiyeti altına aldı. Böylece devletin
sınırları, doğuda Mançurya'dan batıda Aral gölüne, kuzeyde Sibirya'nın içlerinden güneyde Çin Seddi
ve Tibet'e kadar uzanmış oluyordu. Mete bu sınırlar içinde yaşayan bütün konargöçer kavimleri bir
bayrak altında toplamış ve M.Ö. 177'de Çin hükümdarına yazdığı mektupta "Eli ok ve yay tutan
herkes Hun oldu" diyerek millet olma şuuruna güzel bir örnek vermiştir. Büyük Hun Hakanı Mete'nin
yönetim ve askerlik alanında yaptığı düzenlemeler, Türk devlet geleneğinde önemli bir başlangıçtır.
Sonradan kurulacak Türk devletleri de, bu gelenek üzerinde yeşereceklerdir.

Mete M.Ö. 174'te ölünce yerine oğlu Kiyük geçti. Kiyük, Tanrı dağları civarını ellerinde tutan
Yüeçiler'i, kesin olarak mağlûp ederek, batıya sürmüş, Yüeçilerin batıya göçü ise Batı Türkistan,
Afganistan ve Hindistan için önemli sonuçlar doğuracak olan bir kavimler hareketine sebep olmuştur.
Mete'nin Çin ile yaptığı anlaşma, onun döneminde de devam etmiş ancak M.Ö.166 yılında Çin'e bir
sefer düzenlemiştir.

Kiyük'un ölümünden sonra (M.Ö.160) Çin, politikasını değiştirerek, Hunlara üstünlük sağlamak için
büyük reformlara girişmiş ve ordusunu Hunları örnek alarak yeniden tanzim etmiştir. Ayrıca Hun
siyasî birliğini içten parçalamak maksadıyla iç mücadeleleri ve bazı kavimleri kışkırtmıştır. Bu
faaliyetlerinin sonuçlarını almakta gecikmeyen Çin, Kiyuk'un oğlu Kun-şin (M.Ö.160-126) devrinden
itibaren inisiyatifi ele geçirir. Bu dönemden sonra gerileme dönemine giren Hun akınları kuzeyde
durdurulurken, Çin'in karşı saldırıları ile İpek Yolu üzerindeki memleketler de birer birer elden
çıkmaya başlamıştır. İpek Yolu'nun kontrolünün Çinlilerin eline geçmesi Hunlar için tam bir yıkım
olmuş, iktisadî ve siyasî bakımdan yaşanan zorluklar Hunların ikiye bölünmesiyle neticelenmiştir.
M.Ö. 58 yılında tahta çıkan Ho-han Ye'nin sıkıntıları aşmak için Çin'e tâbi olunması gerektiği fikrini
savunması ve bunu şerefsizlik sayan kardeşi Çi-çi'nin ona karşı çıkması üzerine Hunlar ikiye
bölündüler.

Ho-han-ye Çin himayesini kabul edip, halkının bir kısmını Çin'in kuzey sınırındaki Ordos'a
gönderirken, Çin'e bağlanmayı kabul etmeyen Çi-çi, kendine bağlı boylarla batıya çekildi (M.Ö.54 )
ve Çu-Talas boylarında bağımsızlığını ilân etti.

Çi-çinin kurduğu Batı Hun Devleti fazla ömürlü olamadı. Çi-çi, Talas ırmağı boylarında kurduğu
şehirde kalabalık Çin ordularının muhasarasına maruz kaldı. Meydan savaşına alışkın olan Hun
ordusu, kale savunmasında başarılı olamayarak, Çinliler tarafından imha edildi (M .Ö. 38) ve böylece
batıdaki Hun devleti yıkılmış oldu. 

Çin'e bağlanan Hunlar da kısa bir süre için güçlenmişlerse de
M.S.48 yılında bu devlet de kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölünmüştür. Kuzey Hunları, batıdaki
Hunlarla birleşirken, Güney Hunları Çin sınırına yerleşmiş ve M.S.216 yılına kadar varlıklarını
sürdürmüşlerdir. Çin hâkimiyetindeki 5 bölgede 19 boy hâlinde teşkilâtlanan Hunlar, gittikçe
çoğalarak siyasî bir güç oluşturmuşlar ve nihayet 4.yy'dan itibaren, Çin'deki iç savaşlardan da
yararlanarak, Kuzey Çin'de dört devlet kurmuşlardır:

1-Kuzey Çin merkezli, Han ve Ön Chao devleti (304-329)

2-Kuzey-doğu Çin merkezli, Arka Chao devleti (319-351)

3-Kansu'da, Kuzey Liang devleti (401-439)

4-Ordos'ta, Hsia (407-431)

Bu Hun devletlerinin ortak özelliği, hâkimiyetlerini Çin'in tamamında meşru kılmak maksadına sahip
olmaları ve bu nedenle de Çin isimlerini seçmeleridir.Nitekim devlet anlayışı ve yaşayış bakımından
bu devletler Hun karakterini muhafaza etmişlerdir.

AVRUPA HUNLARI

Hunların batıya yönelişleri, Çu-Talas boylarında devlet kuran Çi-çi Han ile başlar ve M.S. II.

yüzyıldan itibaren yoğunlaşır. Doğuda Çin'in ve Moğol kökenli kavimlerin baskısı Hunların bir
kısmını Çin içlerine yöneltirken bazı Hun boylarının da batıya göçmelerine sebep olmuştur. Ayrıca
kuraklık ve kıtlığın baş göstermesi ile ağırlaşan hayat şartları, batı da Hun nüfusunun hızla artmasına
yol açmıştır. Böylece Hun kitleleri batı Türkistan'da birikmeye başlamışlardı. Bu Hun birikintilerinin
bir kısmı, sonradan İran'a ve Hindistan'ın kuzeyine inerek Akhun devletini kuracaklardır. Bazıları da,
Güney Rusya'ya doğru yöneleceklerdir. İşte Avrupa Hunlarının ortaya çıkmaları ve yayılmaları,
Türkistan'daki bu kavimler hareketine dayanıyordu.

Batıya kayan Hun kitleleri IV. yüzyılın ortalarına doğru siyasî bir birlik kurarak, Alanlara ait
toprakları ele geçirmiş ve İtil(Volga) kıyılarına ulaşmışlardır. Hunlar başlarında Balamır olduğu hâlde
önce Don-Dinyeper nehirleri arasında yaşayan Ostrogotlar'ı ağır bir yenilgiye uğrattılar(374) ve
ardından ileri hareketlerine devam ederek, daha batıda yer alan Vizigotlar'a ağır bir darbe
vurdular(375). Hunların harekete geçirdiği İran, Slâv, Germen menşeli çeşitli kavimlerin birbirlerini
yerlerinden atmak suretiyle batıya doğru hızla akan büyük bir Kavimler Göçü böylece başlamış
oluyordu.

Bir yüzyıl kadar devam eden Kavimler Göçü, Avrupa ve dünya tarihî açısından çok önemli sonuçlar
doğurmuştur. Bu göçler neticesinde Roma İmparatorluğu sarsılmış, 395 yılında ikiye ayrılmış, 495'te
ise batı Roma yıkılmıştır. Bu olaylar Orta Çağ'ın başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Çünkü bu
dönemle beraber, Avrupa'da "feodalite" merkezî imparatorlukların yerini almış, bugünkü Avrupa'nın
siyasî ve etnik yapısı bu dönemde şekillenmiştir. Hunların gelmesiyle Avrupa'da atlı birlikler önem
kazanmış, süvari silâh ve kıyafetleri Hunlardan esinlenmiş ve belki de Orta Çağ Avrupasının şövalye
tipi, Hun Alplerine öykünülerek oluşturulmuştur.

Hunlar, Ostrogotları önlerine katarak, kısa bir süre sonra Karadeniz'in kuzeyindeki Tuna ve Tisa
nehirleri arasındaki verimli ve stratejik bölgeleri ele geçirirler. Burası, Karadeniz' in kuzeyinden
Türkistan'a kadar uzanan uçsuz bucaksız bozkırların son halkasıdır. Ayrıca bu bölge, Avrupa'nın
önemli yollarının kavşak noktası durumundaydı. Hunlar, Avrupa'nın içlerine kadar akınlar yapmış
olmalarına rağmen bu bölgeyi, uzun yıllar devletlerinin ağırlık merkezî olarak korumuşlardır. M.S.400
başlarında Balamir'in oğlu Uldız(Yıldız)'ın Tuna'da görünmesiyle Kavimler Göçü'nün ikinci büyük
dalgası da başlamış oluyordu .

Yine bu devirde Attila'nın son zamanlarına kadar takip edilecek olan Hun dış siyasetinin esaslarının
belirlendiğini görüyoruz. Bu esasları; Doğu Roma'nın baskı altında tutulup, Batı Roma ile iyi
ilişkilerin devam ettirilmesi şeklinde özetleyebiliriz.

Nitekim Roma için büyük bir tehlike oluşturan, Hun korkusu ile yerlerini terk etmiş olan birtakım
Germen kavimlerini bir araya getiren Radagais ancak Hunlar sayesinde ortadan kaldırılabilmiştir.
Uldız birkaç defa Tuna'yı geçmiş, çaresiz kalan Bizans, barış istemek zorunda kalmıştır. Uldız 410
yılında ölmüştür. Diğer Türk devletlerinde gördüğümüz ikili devlet düzenini Avrupa Hunlarında da
görüyoruz. Uldız Batı Hun ülkelerinin hükümdarı iken Karaton ise doğuda hüküm sürüyordu
422 yılı Avrupa Hunları için yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu tarihte Hunların başında Rua, Muncuk,
Aybars, Oktar'dan oluşan Hun hükümdarlık ailesinden dört kardeşi görüyoruz. Attila'nın babası olan
Muncuk erken öldüğü için Rua merkezde, diğer iki kardeş de doğu ve batı kanatlarında
bulunuyorlardı.

Attila Devri: 
Doğduğu yer olan Etil=İtil (Volga)'den ismini alan Attila, 39-40 yaşlarında amcası
Rua'nın yanında devlet işlerinde yetişmiş olarak hükümdar oldu. Başlangıçta kardeşi Bleda ile Hun
tahtını paylaşan Attila, 445'te kardeşinin ölümü üzerine tek başına hükümdar olacaktır. Daha önce
ağır barış şartlarları ile Attila'nın gazabından kurtulan Bizans'ın barış şartlarına uymaması üzerine
Hun orduları Tuna'yı geçip Trakya'da İki kol hâlinde ileri harekâtlarına devam ettiler. Bizans
başkentini kuşatmak üzere Büyük Çekmece'ye kadar ulaştıklarında dehşete düşen Bizans'ın barış
talebi çok ağır şartlar karşılığında kabul edildi. (447).

Bu tarihten sonra, Batı Roma'ya karşı izlenen Hun dış politikasında bir değişiklik gözlenmektedir.
İyi ilişkilerin yerini savaş almıştır. Attila, Galya (bugünkü Fransa) üzerine yürüyüp karşısına çıkan
çok kalabalık Roma ordusu ile ilk çağın en büyük meydan savaşlarından birini yapmıştır (451).
İstediği sonucu alamadığı bu savaştan hemen bir yıl sonra İtalya üzerine yürüyecektir(452). Papa
Büyük Leon idaresindeki Roma elçilik heyetinin ricaları üzerine Po ovasından geri dönen Attila, 453
yılında anî olarak vefat etti. Attila'nın bu beklenmedik ölümü üzerine hem Bizans hem de Batı Roma

İmparatorluğu rahat bir nefes alma imkanına kavuşmuştur.

Attila'nın ölümünden hemen sonra, pek az sayıdaki Hun idareci tabakasının hâkimiyeti altında
yaşayan yabancı kavimler ayaklanırlar. Attila'nın oğulları arasında çıkan taht kavgalarıyla zayıflayan
devlet kısa bir süre sonra parçalanır. Hunların bir kısmı Karadeniz'in kuzeyine sığınmışlar, bir kısmı
ise yabancı kavimler arasında eriyip gitmişlerdir. Ancak Attila ve Hunları hafızalardan silinmemiş,
haklarında üretilen efsanelerde, edebiyat eserlerinde, müzik eserlerinde yaşamaya devam
etmişlerdir. Otoritesi ve yöneticilik kabiliyeti ile Attila, her zaman örnek alınmıştır .


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...